Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content

kerim tiryaki

19. yüzyıl sonları ile 20. Yüzyıl başları; milliyetçilik akımının, dünya devletleri üzerinde siyasal yapılanmanın imparatorluktan ulus devlete evrildiği ve toplumsal açıdan da çok uluslu yapıdan tek ve üst kimlik oluşturma sürecinin... more
19. yüzyıl sonları ile 20. Yüzyıl başları; milliyetçilik akımının, dünya devletleri üzerinde siyasal yapılanmanın imparatorluktan ulus devlete evrildiği ve toplumsal açıdan da çok uluslu yapıdan tek ve üst kimlik oluşturma sürecinin yaşandığı bir dönem olmuştur. Bu bağlamda Osmanlı Devleti de bu yüzyıl içerisinde bu değişimden nasibini almış ve bünyesindeki unsurların- öncelikli olarak Hristiyanların- ulus devlet mücadelesine girişmesi ve bu doğrultuda önce isyanların ve daha sonra da savaş ve diplomatik süreçlerin yaşanmasıyla siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlar yaşamıştır. Bu minvalde Balkan uluslarından olan Sırbistan’ın uluslaşma süreci de gerek siyasi gerek sosyal ve gerekse ekonomik sıkıntıların oluşmasında mihenk taşlarından birisi olmuştur. Sırp yönetimin uluslaşma sürecindeki siyasi tutumu ve ulus devlet yaratma düşüncesi gerek demografik gerek toplumsal açıdan homojen bir yapı hedeflemiştir. Dolayısıyla bu sosyo-politik hedef;  Müslüman unsurların dışlanmasıyla birlikte bu unsurların göç etmesine yol açmış ve bu unsurlar göç sırasında pek çok sorunlar yaşamışladır. Bu minvalde mesela Niş, Pirot(Şehirköy) vb. bölgelerden Müslüman muhacirler farklı bölgelere, hatta Anadolu’ya göç etmişler, göç yolunda asayiş sorunları, iskân bölgelerinde sosyo-ekonomik problemler yaşamışlardır. Buradan hareketle çalışmada; Sırbistan’ın uluslaşma süreci ve bu süreçte Müslüman unsurların yaşadığı dışlanma, ortaya çıkan göç dalgası sırasında göçmenlerin  iskan bölgelerinde yaşadıkları sorunlar, göçten önce yaşadıkları şehirlerde bıraktıkları mülkleri ile ilgili Sırp hükümeti ile aralarında yaşanılan problemler ve bu problemlerin çözümüne yönelik göçmenlerin hak talepleri ve bu gibi sorunların çözümünde Osmanlı Devleti’nin girişimleri arşivler ışığında ortaya konmaya çalışılacaktır. Böylece Sırbistan örneği üzerinden uluslaşma sürecinin demografik, sosyo-ekonomik ve siyasi alana dair ne gibi tahribatlar yarattığı günümüze aktarılmış olacaktır.
Osmanlı Devleti’nde orduda modernleşme ihtiyacı 17. yüzyıl itibarıyla süregelen yenilgiler sonucunda ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla devlet adamları, askerî alanda hem kurumsal yapıyı güçlendirmek hem de teknik donanıma sahip iyi bir asker... more
Osmanlı Devleti’nde orduda modernleşme ihtiyacı 17. yüzyıl itibarıyla süregelen yenilgiler sonucunda ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla devlet adamları, askerî alanda hem kurumsal yapıyı güçlendirmek hem de teknik donanıma sahip iyi bir asker yetiştirmek amacıyla batılı tarzda yeniliklere girişmişlerdir. Özellikle Osmanlı-Rus Savaşı’ndan (1769-1773) sonra modern eğitim görmüş subay ve mühendis ihtiyacı kendini gösterdiğinden, batılı tarzda ilk defa bahriye için ilk mühendislik okulu olan Mühendishane-i Bahr-i Hümâyun 1773’te açılırken, Osmanlı donanmasının öğretim kurumu ola Mühendishane-i Berr-i Hümâyun 1796 yılında kurulmuştur.1 1834 yılında Harbiye Mektebi kurulmakla birlikte batılı tarzda subay yetiştirmeye başlanmıştır.2 Askerî okullardaki değişimi etkileyen en önemli gelişme ise 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı olmuştur. Bu savaşla birlikte ordu, Fransız eğitim tarzından uzaklaştırılıp, Alman eğitim tarzıyla şekillendirilmeye çalışılacaktır. Eğitimler Alman subay ve uzmanlar tarafından verilmeye başlanmıştır.3 Böylece 1900’lü yıllar İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin politikaları bağlamında Alman nüfuzunun ön plana çıktığı bir dönem olmuştur.4 Dolayısıyla devlet, bu yıllarda gerek iç politikada gerekse dış politikada yaşanılan bu sıkıntılı dönemde ordunun geliştirilmesi ve askerin eğitimi çalışmalarına büyük bir özen göstermiştir. Nitekim ordunun modernleştirilmesi sürecinde askerî uzmanların da bu alana mesai harcadığı görülmüştür. Bu uzmanların gerek eserleri gerekse fikirleri vasıtasıyla bu sürece katkı sağladığı bilinmektedir. Mesela Mekteb-i Fünûn-u Harbiye-i Şahane Talim ve Terbiye Muallimlerinden Piyade Kolağası Mustafa Ragıb’ın tercüme ederek, yayınladığı piyade sınıfının eğitimine dair bir eser5 bunlardan bir tanesidir. Dolayısıyla bu tür çalışmalar bu alanda beliren ihtiyaca binaen ortaya kaleme alınmış olup, askerî modernleşme hakkında döneme ilişkin ne gibi çalışmalar yapıldığına dair ufak da olsa bilgiler sunması açısından önem arz etmektedir. Bu bağlamda çalışmanın esasını teşkil eden Orduda Terbiye adlı eserin de bu minvalde hazırlandığı anlaşılmaktadır. Eserin basım tarihi olan R.1332/M.1916-17 yılı göz önüne alındığında, neşrinin de Osmanlı Devleti’nin askerî anlamda en buhranlı dönemleri yaşadığı bu süreçte gerçekleştiği görülmektedir. Erkân-ı Harbiye Mektebi Yaveri Mülâzım-ı Sânisi Hüseyin Arif Bey’in kaleme aldığı bu eserin, Osmanlı Devleti’nin Batı karşısında askerî açıdan gerileme ve bunun sonucunda alınan yenilgiler neticesinde ordunun modernleştirilmesi çalışmasında, askerin eğitilmesi hususunda harcanan mesainin bir ürünü olduğu söylenebilir.
Osmanlı Devleti’nde orduda modernleşme ihtiyacı 17. yüzyıl itibarıyla süregelen yenilgiler sonucunda ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla devlet adamları, askerî alanda hem kurumsal yapıyı güçlendirmek hem de teknik donanıma sahip iyi bir asker... more
Osmanlı Devleti’nde orduda modernleşme ihtiyacı 17. yüzyıl itibarıyla süregelen yenilgiler sonucunda ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla devlet adamları, askerî alanda hem kurumsal yapıyı güçlendirmek hem de teknik donanıma sahip iyi bir asker yetiştirmek amacıyla batılı tarzda yeniliklere girişmişlerdir. Özellikle Osmanlı-Rus Savaşı’ndan (1769-1773) sonra modern eğitim görmüş subay ve mühendis ihtiyacı kendini gösterdiğinden, batılı tarzda ilk defa bahriye için ilk mühendislik okulu olan Mühendishane-i Bahr-i Hümâyun 1773’te açılırken, Osmanlı donanmasının öğretim kurumu ola Mühendishane-i Berr-i Hümâyun 1796 yılında kurulmuştur.1 1834 yılında Harbiye Mektebi kurulmakla birlikte batılı tarzda subay yetiştirmeye başlanmıştır.2 Askerî okullardaki değişimi etkileyen en önemli gelişme ise 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı olmuştur. Bu savaşla birlikte ordu, Fransız eğitim tarzından uzaklaştırılıp, Alman eğitim tarzıyla şekillendirilmeye çalışılacaktır. Eğitimler Alman subay ve uzmanlar tarafından verilmeye başlanmıştır.3 Böylece 1900’lü yıllar İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin politikaları bağlamında Alman nüfuzunun ön plana çıktığı bir dönem olmuştur.4 Dolayısıyla devlet, bu yıllarda gerek iç politikada gerekse dış politikada yaşanılan bu sıkıntılı dönemde ordunun geliştirilmesi ve askerin eğitimi çalışmalarına büyük bir özen göstermiştir. Nitekim ordunun
 Prof. Dr., Gaziantep Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, zeynelozlu@hotmail.com; zozlu@gantep.edu.tr, ORCID: 0000-0003-2499-4815.
 Dr., ktiryaki@windowslive.com, ORCID: 0000-0001-9896-7807.
1 Hasan Ali Koçer, Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi (1773-1923), (İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı, 1992), s. 25-26.
2 Alaettin Avcı, Türkiye’de Askeri Yüksek Okullar Tarihçesi, (Ankara: Gnkur Basımevi, 1963), s. 32; Mustafa Ergün ve Tayyib Duman, “19.Yüzyılda Osmanlı Askerî Okullarının Ders Programları ve Ders Kitapları”, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı 7 (1996), s. 494-511.
3 Kemal Beydilli, “II. Abdülhamit Devrinde Gelen İlk Alman Askeri Heyeti Hakkında”, İÜEF Tarih Dergisi, Sayı 32 (1979), s. 481-494.
4 Alman etkisi sadece askeri alanda olmamış sivil eğitim sahasında da görülmüştür. Konu hakkında bkz. Mustafa Gencer, Jöntürk Modernizmi ve “Alman Ruhu” 1908-1918 Dönemi Türk-Alman İlişkileri ve Eğitim, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2003).
TÜRK ASKERÎ EĞİTİM VE ÖĞRETİM TARİHİ SEMPOZYUMU
80
modernleştirilmesi sürecinde askerî uzmanların da bu alana mesai harcadığı görülmüştür. Bu uzmanların gerek eserleri gerekse fikirleri vasıtasıyla bu sürece katkı sağladığı bilinmektedir. Mesela Mekteb-i Fünûn-u Harbiye-i Şahane Talim ve Terbiye Muallimlerinden Piyade Kolağası Mustafa Ragıb’ın tercüme ederek, yayınladığı piyade sınıfının eğitimine dair bir eser5 bunlardan bir tanesidir. Dolayısıyla bu tür çalışmalar bu alanda beliren ihtiyaca binaen ortaya kaleme alınmış olup, askerî modernleşme hakkında döneme ilişkin ne gibi çalışmalar yapıldığına dair ufak da olsa bilgiler sunması açısından önem arz etmektedir. Bu bağlamda çalışmanın esasını teşkil eden Orduda Terbiye adlı eserin de bu minvalde hazırlandığı anlaşılmaktadır. Eserin basım tarihi olan R.1332/M.1916-17 yılı göz önüne alındığında, neşrinin de Osmanlı Devleti’nin askerî anlamda en buhranlı dönemleri yaşadığı bu süreçte gerçekleştiği görülmektedir. Erkân-ı Harbiye Mektebi Yaveri Mülâzım-ı Sânisi Hüseyin Arif Bey’in kaleme aldığı bu eserin, Osmanlı Devleti’nin Batı karşısında askerî açıdan gerileme ve bunun sonucunda alınan yenilgiler neticesinde ordunun modernleştirilmesi çalışmasında, askerin eğitilmesi hususunda harcanan mesainin bir ürünü olduğu söylenebilir.
With the establishment of the Ottoman Jockey Club in 1909 under the Second Constitutional Monarchy, horse races shifted to Istanbul and the new venue was Veli Efendi Çayırı.In 1911, the Society for the Improvement of Horse Breeding was... more
With the establishment of the Ottoman Jockey Club in 1909 under the Second Constitutional Monarchy, horse races shifted to Istanbul and the new venue was Veli Efendi Çayırı.In 1911, the Society for the Improvement of Horse Breeding was founded and Enver Pasha became the president of the Society. The Society was authorized to organize horse races in order to improve the horse breed and to provide the army with better quality horses from within the country.  In this context, the temporary charter of the society, which was in charge of organizing horse races for the improvement of the horse breed and horse races, including how and how the horse races, which were within the authority of the society, would be organized, how the registrations for the races would be made, and how the controls of the horses would be carried out, were focused on. Thus, the groundwork was laid for horse races to be organized within a regular framework. In this study, in the context of the articles on the legislation of horse races in line with the Regulation, how the races will be held, the rules to be followed by horses and horse owners, etc. practices have been tried to be put forward.
As a result of the French Revolution that took place in the 18th century, the ideas of justice, equality, freedom,fraternity and nationalism brought about changes in the politicl and social structures of the states in the 19th century. In... more
As a result of the French Revolution that took place in the 18th century, the ideas of justice,
equality, freedom,fraternity and nationalism brought about changes in the politicl and social structures
of the states in the 19th century. In particular, the nationalist movement led to the disintegration of the
political and social integrity of the states that were in the imperial structure in the relevant period. İn
this context, the Ottoman Empire was also exposed to the independence revolt of the non-muslim
elements, and then the Arabic elements, in this century, due to the fact that it had a structure that
included ethnically and religiously different societies in this its social structure. The diplomatic
initiatives of the European states towards this region had a great impact on the influence of the Arabic
elements by the nationalist movement. As a matter of fact, the 19th century; It is a period when the
imperialist polcies of European States increased in the Middle East, where Arabic elements were
present. In this context, England and France used the nationalist movement as a provocative factor,
fueling separatist movements among the Arabics
In the democratization process that started with the Tanzimat Edict in the Ottoman Empire and as a result of the Islahat Edict, which was the complement of this edict, the privileges granted to the Christian elements began to cause the... more
In the democratization process that started with the Tanzimat Edict in the Ottoman Empire and
as a result of the Islahat Edict, which was the complement of this edict, the privileges granted to the
Christian elements began to cause the reaction of the Muslim elements. As a matter of fact, the
tensions between Muslim and Christian elements on a regional basis; The state has found it difficult to
resort to military, administrative and economic measures and sanctions from time to time. From this
point of view, the uprisings and tensions in the Rumeli region against the reforms of the Tanzimat
Period prevented the Tanzimat reforms from taking root in the social sphere, while the enlargement of
the rights granted to the Christian elements in the Reform Edict, which was subsequently announced,
led to the formation of an environment that increased the Christian-Muslim tensions
Çalışmada geleneksellikten modernliğe geçiş sürecini yaşayan toplumlarda insanın üzerine giydiği kıyafetin, geleneksel dokudaki kullanım şeklinin tarihçesi üzerinde durulup, konumuzla ilintili olarak Osmanlı Türkiye’sinden, Cumhuriyet... more
Çalışmada geleneksellikten modernliğe geçiş sürecini yaşayan toplumlarda insanın üzerine giydiği kıyafetin, geleneksel dokudaki kullanım şeklinin tarihçesi üzerinde durulup, konumuzla ilintili olarak Osmanlı Türkiye’sinden, Cumhuriyet Türkiye’sine kıyafetin, siyasi ve sosyal konjonktür bağlamında gerek toplumun gerekse devletin yaşadığı değişimde üstlendiği rol gözler önüne serilemeye çalışılacaktır.
Cumhuriyet Dönemi modernleşmesi pek çok alanda yaşandığı gibi sanayileşmeye de büyük önem verilmiştir. Sanayileşmede temel esas milli sanayi ve yerli üretimi geliştirmek olmuştur. Bu bağlamda sanayi alanında üretim açısından önemli bir... more
Cumhuriyet Dönemi modernleşmesi pek çok alanda yaşandığı gibi sanayileşmeye de büyük önem verilmiştir. Sanayileşmede temel esas milli sanayi ve yerli üretimi geliştirmek olmuştur. Bu bağlamda sanayi alanında üretim açısından önemli bir yere sahip olan tornacılık, tesviyecilik, marangozluk vb. mesleklerin eğitimi ve bu alanda kalifiye eleman yetiştirebilmesi amacıyla bu meslek dallarına, örgün eğitim kurumları olan mesleki okulların ders müfredatlarında gerek nazarî gerekse amelî olarak yer verildiği gözlenmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında bu minvalde elde mevcut olan sanayi mektepleriyle, marangozluk da dahil diğer meslek dallarının öğretilmesi noktasında mesleki eğitime devam edilmeye çalışılmıştır.
Osmanlı Devleti’nin ekonomik sistemi içerisinde önemli bir yer işgal eden madencilik, Tanzimat Dönemi öncesinde kendi kendine yeterlilik politikasında başarılı olmuş, madenlerin çıkarımı, arıtılması ve naklinde gereken özen gösterilmiş ve... more
Osmanlı Devleti’nin ekonomik sistemi içerisinde önemli bir yer işgal
eden madencilik, Tanzimat Dönemi öncesinde kendi kendine yeterlilik
politikasında başarılı olmuş, madenlerin çıkarımı, arıtılması ve naklinde
gereken özen gösterilmiş ve merkezi denetim sıkı bir şekilde sağlanmıştır.4
Devletin tekelci yaklaşımı toprakla birlikte, madenlerin de mülkiyeti
konusunun, devlete ait olması zorunluluğunu gündeme getirmiştir. Bu
bağlamda madenin ortaya çıktığı arazi tasarrufa elverişli ve devamlı bir
tasarrufa mevzu bulunuyorsa mutasarrıfın gücü yettiği takdirde beşte birini
devlete vermek şartıyla işleyebilmiştir. Ancak gücü yetmediği takdirde bu
hususta bir hak tanınmamıştır.5 Dolayısıyla madenlerin işletme tarzını tespit
etmek de devlete ait sayılmıştır. Bundan dolayı maden mevzuatında devletçi bir
zihniyet hakim olmuş ve maden işletmelerinde de devlet tekeli hakim olmuştur.
Devlet, Tanzimat Dönemi’ne kadar madenlerin yönetiminde ve işletilmesinde
mevcut teamüllerle beraber kanunnameleri göz önünde tutmuştur. Buradan
hareketle işletmelerde devletle olan ilişkileri ve müşterek özellikleri dikkate
alınarak, doğrudan doğruya devlet tarafından idare ve işletme, devlet yardımı
ve nezareti altında madenciler tarafından idare ve işletme ve belirli süre ile
Osmanlı modernleşmesi çerçevesinde, toplumu oluşturan erkek ve kadın bir birey olarak sosyal, kültürel vb. sahalarda, gerek kıyafet gerek mesleki yaşam gerekse sosyal hayat bağlamında bu değişimin muhatabı olmuşlardır. Bu bağlamda... more
Osmanlı modernleşmesi çerçevesinde, toplumu oluşturan erkek ve kadın bir birey olarak sosyal, kültürel vb.
sahalarda, gerek kıyafet gerek mesleki yaşam gerekse sosyal hayat bağlamında bu değişimin muhatabı
olmuşlardır. Bu bağlamda kadın-erkek eşitliği dönemin önemli konuları arasında yer almıştır. Birçok
muharrir bu konuda yazılar kaleme alarak kadın meselesi üzerinde durmuştur. Bu bağlamda ilgili yıllarda
hem siyasi alanda etkinlik gösteren hem sosyal alanda gazete ve dergilerde muharrirlik yönüyle dikkati
çeken Müntefik Sancağı Mebusu Maruf er’Rusafî, içinde bulunduğu dönemin atmosferinde kadın-erkek
eşitliği konusunu gündeme getiren bir başka muharrir olmuştur. Bu konuda kaleme aldığı Erkekle Kadın
Arasında Müsavat Olabilir mi? adlı eserinde kadın-erkek eşitliği meselesini gündeme getirmiş ve buna dair;
“Kadın meselesi haddizatında basit bir mesele değildir. Bu mesele üç esaslı cihete talik eder ki üç esaslı
cihete talik eder ki her birisi gayet mühim ve bir diğerinden ayrı olarak nazarı itibara alınmaya şayandır.
Bunlarda şudur: birincisi tesettür, ikincisi kadının erkeklerle serbesti-i ihtilatı, üçüncüsü kadının heyet-i
ictimaîyedeki vezaifidir. Bundan dolayı bizde kadın meselesi mevzu bahis olduğu zaman ilk önce bunlardan
hangisinin mevzu bahis olduğunu tayin etmek icab eder. Kezalik(bunun gibi) bunların dahi birinden mesela
tesettür meselesinden bahis olunduğu zaman evvela tesettürün heyet-i ictimaîyede bir hadd-i zarurisi bir
hadd-i makulü vardır. Bunu inkar etmek; herkes çırılçıplak gezsin demek olur ki bu manasızdır ve manasız
olduğu için münakaşaya değmez. Tesettürden maksat eğer bugün bizde olduğu gibi kadının yüzünü örtmek
ise benim itikadımca bunu mevzu bahis etmek, leh ve aleyhinde delil irad(öne sürmek) etmek kadar gülünç
bir şey olamaz… Kadının erkeklerle ihtilatı meselesinden bahis olunduğu vakit evvela bu ihtilatın hududunu
tayin etmek ve ona göre bahsi yürütmek icab eder. Faraza eğer ihtilattan maksat bir kadının bir mağaza
veya fabrikada veya bir dairede veya ilmi edebi siyasi iktisadi bir mahfilde erkeklerle beraber bulunup iş
görmesi ise bunun için ne şeri ne akli nede ictimaî hiçbir mani bulunmadığından bunu dahi mevki-i
münakaşaya koymak beyhude yere ızaa-ı vakt(zaman kaybı) etmekten başka bir şey değildir…” şeklinde
bahisler dile getirmiştir. Bu bahislerden hareketle çalışmada yazarın görüşlerinden yola çıkılarak, ilgili
dönemde kadına bakış açısı, kadının toplumdaki yeri, statüsü gibi konular ortaya konmaya çalışılacaktır.
In the second half of the 19th Century Outbreaks and Health Services in the Integration of Immigrants to Social Life in the Ottoman State
Ağız ve diş bakımı ile ilgili tedavi yöntemlerinin temeli İlk Çağa dayanmaktadır. Mezopotamya’da tıp bağlamında diş tedavisinin inanç dâhilinde büyü ve sihir yöntemlerinin etkisiyle geliştiği bilinmektedir. Diş çürümesini kurt yeniği... more
Ağız ve diş bakımı ile ilgili tedavi yöntemlerinin temeli İlk Çağa
dayanmaktadır. Mezopotamya’da tıp bağlamında diş tedavisinin inanç
dâhilinde büyü ve sihir yöntemlerinin etkisiyle geliştiği bilinmektedir.
Diş çürümesini kurt yeniği olarak algılayıp, çürüyen dişi çekmişlerdir37.
Diş bakımıyla ilgili ilginç bir bulgu da Ur ( MÖ. 3500) şehrinde yapılan
kazılarda tuvalet malzemeleri arasında yer alan ve diş temizliğinde
kullanılan kürdandır38. Buna ilaveten Hammurabi kanunları da
Mezopotamya tıbbı ve dişçiliği hakkında günümüze önemli bilgiler
sunmuştur39. Mısır’da ise tıbbi yöntemlerle birlikte dişçiliğin ve diş
tedavisinin daha çok geliştiği, dönemin koşulları dâhilinde apse, diş
protezi vb. diş ve ağız bakımı yöntemleri uyguladıkları kazılar sonucu
elde edilen papirüs, mezarlardan çıkan mumya ve insan fosillerden
37
Mycobacterium tuberculosis basilinin neden olduğu1 verem hastalığı, nevi beşeri vasi mikyasta tahribetmek suretiyle ırk-ı beşere musallat olan sârî, kesbî, kabl-i telkih bir hastalık2olarak tanımlanmış olup, pandemik nitelikte bir... more
Mycobacterium tuberculosis basilinin neden olduğu1 verem hastalığı,
nevi beşeri vasi mikyasta tahribetmek suretiyle ırk-ı beşere musallat
olan sârî, kesbî, kabl-i telkih bir hastalık2olarak tanımlanmış olup,
pandemik nitelikte bir hastalıktır. Ayrıca verem, vücudu kemiren ve
bidayeten çocuklukta alınan bulaşıcı ve ictimaî bir hastalık3olması
hasebiyle çok erken bir dönemde insana bulaşabilen, hem beşeri hem
de toplumsal yapıyı olumsuz etkilemeye devam eden bir hastalık
olmuştur. Verem hastalığı, insanları eriterek öldürdüğü için “Tüketim
hastalığı” anlamındaki “Consumption”, hastaları soldurarak yok ettiği
için “Beyaz Ölüm” (whitedeath), beyaz veba (whiteplague) ve pekçok
insanın yaşamını sonlandırdığı için de “Ölümün Kaptanı (Captain of
theDeath) diye anılmıştır. Romalılar ise bu hastalığı, hırıltılı nefes alıp
verme ve öksürükle balgam atma anlamındaki “Phytisis” terimiyle
tanımlamıştır.
XIX. yüzyıldan başlayıp günümüze kadar gelişme göstermiş olan uçak teknolojisinin savaş dönemlerinde yarattığı ve yaratacağı tehlikeler, barış dönemlerinde yolcu taşımacılığı güvenliğinin sağlanması ihtiyacı ve ülkelerin kendi ulusal hava... more
XIX. yüzyıldan başlayıp günümüze kadar gelişme göstermiş olan uçak teknolojisinin savaş dönemlerinde yarattığı ve yaratacağı tehlikeler, barış dönemlerinde yolcu taşımacılığı güvenliğinin sağlanması ihtiyacı ve ülkelerin kendi ulusal hava sahası güvenliğini sağlama düşüncesi hava sahası güvenliği politikalarını doğurmuştur. Bu amaç doğrultusunda her ülke uluslararası antlaşmalar çerçevesinde hazırlanan bağlayıcı temel ilkeler doğrultusunda ulusal hava sahası güvenlik politikalarını oluşturmaya çalışmıştır. Bu bağlamda Lozan antlaşmasında da bu konu ile alakalı belirlenen ilkeler çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi hava sahası güvenliğini sağlama çalışmalarında bulunmuştur. Bu çerçevede Lozan Antlaşmasında hava ulaşım güvenliğinin sağlanmasına yönelik hazırlanan bağlayıcı ilkeler doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti Seyrüsefer-i Havâî Kararnamesi hazırlanmıştır. Yapılan bu çalışmada da adı geçen bu kararname analiz edilerek cumhuriyetin ilk yıllarında Türk hava sahası güvenli...
Osmanlı Devleti’nde, Tanzimat süreciyle başlayan modernleşme döneminde her alanda olduğu gibi adli alanda önemli bir yere sahip olan hapishanelerin de ıslah edilme süreci başlamıştır. Bu ıslah sürecinde hapishanelerin fizikî koşulları... more
Osmanlı Devleti’nde, Tanzimat süreciyle başlayan modernleşme döneminde her alanda olduğu gibi adli alanda önemli bir yere sahip olan hapishanelerin de ıslah edilme süreci başlamıştır. Bu ıslah sürecinde hapishanelerin fizikî koşulları iyileştirilirken, aynı zamanda hapishanelerin sağlık koşullarına uygun hale getirilmesi çalışmaları da yapılmıştır. Bu faaliyetler yapılmaya çalışılırken, 19. ve 20. Yüzyıllarda gerek İstanbul gerekse Anadolu’da yaşanan salgın hastalıklar döneminde hapishanedeki mahkumların sağlığını muhafaza etmek amacıyla çeşitli sıhhî tedbirler alınmaya çalışılmıştır. Bu tedbirler içerisinde hasta mahkumların tecridi, hastalığın yayılmasını engellemek için mahkumlarının sayısının azaltılması gibi uygulamaların yer aldığı görülmüştür. Bu bağlamda salgınlar döneminde hastalıkların önlenmesi adına devletin ve ilgili kurumların, mahkumların sağlığını korumak amacıyla, sağlık hizmetleri bağlamında ne gibi çalışmalar sergilediği ortaya konmaya çalışılmıştır.
19.yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı Devleti’nin yaşadığı siyasi gelişmeler sonrasında, Osmanlı topraklarına göç etmek zorunda kalan muhacirlerin iskânlarının yanı sıra muhacir dul ve yetimlerin barınma, iaşe temini devletin ilgilenmek... more
19.yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı Devleti’nin yaşadığı siyasi gelişmeler sonrasında, Osmanlı topraklarına göç etmek zorunda kalan muhacirlerin iskânlarının yanı sıra muhacir dul ve yetimlerin barınma, iaşe temini devletin ilgilenmek zorunda kaldığı bir problem haline gelmişti. Dolayısıyla devlet, muhacirlere yönelik olarak yürüteceği bu uygulamaları; Tanzimat Dönemiyle başlayan süreçteki, dul ve yetimlere yönelik faaliyetler kapsamında değerlendirmeye çalışmıştır. Bu bağlamda dulhaneler ve barınma evleri inşa ederek, dul ve yetimlerin barınma sorununu çözmeye çalışmıştır. Ayrıca yine bunların maddi ihtiyaçları ve iaşeleri temin edilmiştir. Barınma ve iaşelerinin temin edilmesiyle birlikte ekonomik ve sosyal politikalar bağlamında yetimlerin memuriyette istihdamı ve bunların iyi bir şekilde yetiştirilmesi yönünde evlatlık verme, barınaklarda iyi bir eğitim alma ve memuriyette istihdamları gibi faaliyetler yürütülmüştür. Bu bağlamda kaleme alınan bu çalışma, dul ve yetimlerinyaşadığı sorunları ve bu sorunların çözülmesin yönünde ortaya konan çalışmaları gözler önüne sermeye çalışmıştır.
‹nsanlar›n yerel nitelikteki ihtiyaçlar›n›n devlet merkezi taraf› ndan veya tek elden de¤il de merkezi idare teflkilat› bünyesinde yer almayan ve merkezi idare hiyerarflisine dahil olmayan mahalli birimlerce yürütülmesine yerel yönetim... more
‹nsanlar›n yerel nitelikteki ihtiyaçlar›n›n devlet merkezi taraf›
ndan veya tek elden de¤il de merkezi idare teflkilat› bünyesinde
yer almayan ve merkezi idare hiyerarflisine dahil olmayan mahalli
birimlerce yürütülmesine yerel yönetim denmektedir.1 Yerel
yönetimin en önemli aya¤›n› oluflturan ve belde sakinlerinin ortak
ihtiyaçlar›n› karfl›lamak amac›yla seçilerek oluflan üyeleriyle
mali ve idari özerkli¤e sahip olan tüzel kiflilik niteli¤indeki belediye
teflkilat›n›n2 Osmanl› Devleti’nde 1850’lerden itibaren modernlefltirilmeye
çal›fl›ld›¤› ve hatta kad›, lonca ve vak›flar arac›-
l›¤›yla da yerel hizmet ba¤lam›nda temellerinin at›ld›¤› bilin-
ABSTRACT Issues surrounding muteness and deafness have long remained on the agenda both for society and medical science. However, scientific approaches to the education and treatment of deaf and mute individuals began only in the... more
ABSTRACT
Issues surrounding muteness and deafness have long remained on the agenda both for society and medical
science. However, scientific approaches to the education and treatment of deaf and mute individuals began only in the
eighteenth century with the work of the French Abbé Charles Michel de l’Epée (1712–1789). Reflections of these
studies on the deaf and mute in the Ottoman Empire first appeared during the Tanzimat reform period, through the
efforts of Mustafa Sami Efendi. Mustafa Sami Efendi presented his observations of support for the deaf and mute in
France in his Booklet of Europe. Subsequently, Ferdinand Granti presented a report on the operation of a school for
the deaf and mute to the Ministry of Education. This prompted the foundation of just such a school in 1889.
Accordingly, this paper presents the studies on deafness and muteness undertaken in the Ottoman Empire at the
beginning of the 20th century in light of Hekimbaşızâde Muhyiddin’s book, Ear Hygiene, Deafness, Instruction and
Education of Deaf, Mute and Illiterate Children. Attention is given to the topics covered in the book, such as otology,
functional deafness, neurotic deafness, helminthic deafness, and lead deafness, as well as the foreign expert Itard’s
application of audible tools.
In the second half of the 19th century, The Ottoman Empire had to deal with the problem of the refugees who had to take refuge in their lands as a result of the Crimea and wars of 1877-78 with Russia. During the first periods of... more
In the second half of the 19th century, The Ottoman Empire had to deal with
the problem of the refugees who had to take refuge in their lands as a result
of the Crimea and wars of 1877-78 with Russia. During the first periods of
migration, the state tried to solve the problem of immigrants with the
existing administrative units. However, while these units deal with the jobs
they are responsible for, on the other hand, they do not have a structural
equipment to deal with the problems of the refugees. Therefore, this
situation directed the state to establish independent administrative units to
deal with the problems of the refugees. Thus, Immigration Commissions
with various structural differences were established at different times to
solve the problems of immigrants. The Immigration Commissions provided
important services for the provision of needs such as food, aid, land for
immigrants. In addition, due to the insufficient available resources, the state
and sensitive people provided all kinds of assistance to the refugees
throughout the country. Aid commissions working to immigration
commissions, however, also made important contributions to these
activities. In addition, in order to ensure their best adaptation to the social
and cultural structure health, education etc. Are provided tried to carry out
important activities in the best way. In this context, it was tried to ensure
that children receive education by giving important services, especially in
the solution of the education issue of the immigrant children and their
Özet Osmanlı arşiv kaynakları içerisinde yer alan şeriyye sicilleri, kadılar tarafından tutulan mahkeme tutanakları olupilgili bölgenin sosyal, ekonomik ve kültürel hayatını yansıtan önemli belgelerdir. Şeriyye sicilleri içerisinde yer... more
Özet Osmanlı arşiv kaynakları içerisinde yer alan şeriyye sicilleri, kadılar tarafından tutulan mahkeme tutanakları olupilgili bölgenin sosyal, ekonomik ve kültürel hayatını yansıtan önemli belgelerdir. Şeriyye sicilleri içerisinde yer alan tereke kayıtları ise kişilerin ölümünden sonra varislerine bıraktığı mirası ihtiva etmektedir. Bu kayıtlardan, kişilerin mal varlığı, iktisadi durumu, aile üyeleri arasında mirasın nasıl taksim edildiği gibi konulara ulaşabilmektedir. Bu yönüyle tereke kayıtları, Osmanlı sosyal, kültürel ve iktisadi tarihinin anlaşılması açısından birinci el kaynak niteliğindedir. Araştırmaya esas aldığımız tereke kaydı, Gaziantep'in (Ayıntab) Şehreküstü Mahallesinde ikamet etmiş olan ÂlimFazılzâde Hacı Halil Efendi bin Hacı Ali Ağa'ya aittir. İlgili tereke kaydında; Âlim Fazılzâde Hacı Halil Efendi bin Hacı Ali Ağa'nın sosyal statü, kültürel seviye ve düşünce dünyasını yansıtan ilmi eserler, unvan gibi bulgular, ekonomik durumunu yansıtan gayri menkul, menkul ve günlük hayatta mutfak vb. eşyalar tespit edilmiştir. Ayrıca tereke kaydında; âlimin mirasçıları, bu mirasın ne şekilde taksim edildiği, terekenin maddi olarak değeri ve mirasa bahis olunan menkul ve gayrimenkuller, şahsın alacak ve verecekleri gibi bilgilerin yer aldığı görülmektedir. Buradan hareketle,ÂlimFazılzâde Hacı Halil Efendi bin Hacı Ali Ağa'nın tereke kaydı üzerinden ilgili dönemde toplumsal yapıda bir âlimin günlük yaşamı ortaya konmaya çalışılmıştır. Abstract Şeriyye registers,which are among the Ottoman archive sources,are court minutes kept by the women anda re important documents reflecting the social, economic and cultural life of the region. On the other hand, the estate records which are included in the şeriyye registers, contain the heritage left to the heirs after death. From these records, subjects such as people's assets,economic status, how heritage is divided among family members can be reached. From this aspect, the estate records are a primary source for understanding the Ottoman social, cultural and economic history. The domain registration that we take as basis fort he research belongs to the scholar Fazılzâde Hacı Halil Efendi bin Hacı Ali, who resided in Şehreküstü Neighborhood of Gaziantep (Ayıntab). In the related registration; Scholar Fazılzâde Hacı Halil Efendi bin Hacı Ali Ağa's social status, scientific works that reflect the cultural level and the world of thought, findings such as title, real estate that reflects his economic status, securities and kitchen in daily life, etc. items have been identified. In addition, in the registration; It is seen that there are information such as the heirs of the scholar, how this heritage is divided, the financial value of the estate and the securities and real estate that are bet on inheritance, the receivables and returns of the person. From this point of view, the daily life of a scholar in the social structure was tried to be revealed through the registration of the scholar Fazılzâde Hacı Halil Efendi bin Hacı Ali Ağa.
XIX. yüzyılda Avrupa ve Amerika’da yeni bir ulaştırma sistemi olarak kullanılmaya başlanılan demiryolları, Osmanlı Devlet adamları tarafından da ulaşım sorununu çözecek bir çare olarak düşünülmüştür. Ancak Osmanlı Devleti’nin dönem... more
XIX. yüzyılda Avrupa ve Amerika’da yeni bir ulaştırma sistemi
olarak kullanılmaya başlanılan demiryolları, Osmanlı Devlet adamları
tarafından da ulaşım sorununu çözecek bir çare olarak düşünülmüştür.
Ancak Osmanlı Devleti’nin dönem itibarıyla içinde bulunduğu
mali ve ekonomik zayıflık nedeniyle demiryolu yapımı yabancı şirketlere
ya da sermaye sahiplerine devredilmiştir. Antakya-Süveydiye demiryolu
hattının da bu politika doğrultusunda yapılmaya çalışıldığı
anlaşılmaktadır. Çalışmada -Antakya- Süveydiye arasında yapılması
düşünülen demiryolu hattı ile ilgili olarak bir sözleşme esas alınmıştır.
Bu sözleşmenin dönemin Nafia Nazırı Hasan Fehmi Paşa, Antakya
ahalisinden Halefzâde Vahid Efendi ve Mösyö Tözel arasında yapıldığı
anlaşılmaktadır. Sözleşme, mukavelename ve şartname olmak
üzere iki bölümden meydana gelmiştir. Mukavelename 25 madde,
şartname ise 6 bölüm ve 39 maddeden oluşmuştur. Sözleşmenin maddelerinde
yer alan bazı konular şu şekildedir: Asi nehri vadisiyle Antakya’dan
Süveydiye’ye kadar bir demiryolu inşası ve işletilmesi konusunda
imtiyazın Antakya ahalisinden Halefzâde Vahid Efendi ile Antakya’da ikamet eden sermayedar Mösyö Tözel’e ve sahibi olduğu anonim
şirkete verildiği, imtiyaz süresinin imtiyazın verildiği tarihten itibaren
40 sene olacağı, şartname gereğince yapılması düşünülen inşaat,
imalat ve demiryolu hattı ile ilgili haritaların 1 sene içerisinde
Nafia Nezaretine verilmesi gerektiği, demiryolu imalatı ve inşaatına
ait bütün masrafların imtiyaz sahibine ait olacağı, demiryolu hattının
3 yıl içinde tamamlanması, demiryolu hattının yapımında kullanılacak
aletlerin muhafazasının ve tamirinin imtiyaz sahibi tarafından yapılacağı
ve imtiyaz sahiplerinin yardım amaçlı olmak üzere; demiryolu
hattı ile ilgili yapılacak olan işler, inşaat, demiryolu ve limanın işletilmesi
ve idaresi ile ilgili devlet tarafından yerine getirilecek olan teftiş
masraflarının ödenmesi için demiryolu inşaatının başladığı tarihten bitimine
kadar geçen süre içerisinde demiryolunun her kilometresi için
2, liman için 25 Osmanlı lirasını Nafia Nezareti veznesine vermeleri,
imtiyaz sahiplerinin imtiyaz müddetince demiryolu inşaatında yaptıkları
masraflara karşılık olarak şartnamelerde yer alan hükümler doğrultusunda
taşıdıkları yolcu ve eşyalardan nakliye ücreti almaya, limandan
ise liman, rıhtım, şamandıra ve yanaşma vergisini alabilecekleri,
imtiyaz sahiplerinin bir anonim şirket kurma yetkisine sahip oldukları
ve bu şirketin iç tüzüğünü bir rapor şeklinde 1 sene içerisinde
hükümetin onayına sunmaları gerektiğidir.
XIX. yüzyılda Avrupa ve Amerika’da yeni bir ulaştırma sistemi olarak kullanılmaya başlanılan demiryolları, Osmanlı Devlet adamları tarafından da ulaşım sorununu çözecek bir çare olarak düşünülmüştür. Ancak Osmanlı Devleti’nin dönem... more
XIX. yüzyılda Avrupa ve Amerika’da yeni bir ulaştırma sistemi olarak kullanılmaya başlanılan demiryolları, Osmanlı Devlet adamları tarafından da ulaşım sorununu çözecek bir çare olarak düşünülmüştür. Ancak Osmanlı Devleti’nin dönem itibarıyla içinde bulunduğu mali ve ekonomik zayıflık nedeniyle demiryolu yapımı yabancı şirketlere ya da sermaye sahiplerine devredilmiştir. Antakya-Süveydiye demiryolu hattının da bu politika doğrultusunda yapılmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Çalışmada -Antakya- Süveydiye arasında yapılması düşünülen demiryolu hattı ile ilgili olarak bir sözleşme esas alınmıştır. Bu sözleşmenin dönemin Nafia Nazırı Hasan Fehmi Paşa, Antakya ahalisinden Halefzâde Vahid Efendi ve Mösyö Tözel arasında yapıldığı anlaşılmaktadır. Sözleşme, mukavelename ve şartname olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir. Mukavelename 25 madde, şartname ise 6 bölüm ve 39 maddeden oluşmuştur. Sözleşmenin maddelerinde yer alan bazı konular şu şekildedir: Asi nehri vadisiyle Antakya’dan Süveydiye’ye kadar bir demiryolu inşası ve işletilmesi konusunda imtiyazın Antakya ahalisinden Halefzâde Vahid Efendi ile Antakya’da ikamet eden sermayedar Mösyö Tözel’e ve sahibi olduğu anonim şirkete verildiği, imtiyaz süresinin imtiyazın verildiği tarihten itibaren 40 sene olacağı, şartname gereğince yapılması düşünülen inşaat, imalat ve demiryolu hattı ile ilgili haritaların 1 sene içerisinde Nafia Nezaretine verilmesi gerektiği, demiryolu imalatı ve inşaatına ait bütün masrafların imtiyaz sahibine ait olacağı, demiryolu hattının 3 yıl içinde tamamlanması, demiryolu hattının yapımında kullanılacak aletlerin muhafazasının ve tamirinin imtiyaz sahibi tarafından yapılacağı ve imtiyaz sahiplerinin yardım amaçlı olmak üzere; demiryolu hattı ile ilgili yapılacak olan işler, inşaat, demiryolu ve limanın işletilmesi ve idaresi ile ilgili devlet tarafından yerine getirilecek olan teftiş masraflarının ödenmesi için demiryolu inşaatının başladığı tarihten bitimine kadar geçen süre içerisinde demiryolunun her kilometresi için 2, liman için 25 Osmanlı lirasını Nafia Nezareti veznesine vermeleri, imtiyaz sahiplerinin imtiyaz müddetince demiryolu inşaatında yaptıkları masraflara karşılık olarak şartnamelerde yer alan hükümler doğrultusunda taşıdıkları yolcu ve eşyalardan nakliye ücreti almaya, limandan ise liman, rıhtım, şamandıra ve yanaşma vergisini alabilecekleri, imtiyaz sahiplerinin bir anonim şirket kurma yetkisine sahip oldukları ve bu şirketin iç tüzüğünü bir rapor şeklinde 1 sene içerisinde hükümetin onayına sunmaları gerektiğidir. Railway transportation, which was started to be used as a new means of transportation in Europe and the US in the 19th century, was considered to be a solution for the transportation problem by the Ottoman statesmen. However, due to the economic and financial problems that the Ottomans were undergoing at that time, the construction of railway tracks was handed over to foreign companies or financiers. It’s clear that Antakya-Süveydiye railway line was also meant to be constructed in accordance with this policy. This study has been based on a deal for a railway line that was planned to be built between Antakya and Süveydiye. It’s obvious that this deal was signed by Hasan Fehmi Pasha, the then minister of public works, Halefzâde Vahid Efendi, a citizen of Antakya, and Monsieur Tözel. The deal was made up of two parts as a written contract and a list of conditions. The written contract had 25 articles while there were 6 sections and 39 articles in the list of conditions. Some of the issues covered in the written contract were as follows: concession will be granted to Halefzâde Vahid Efendi, a local citizen of Antakya, and financier Monsieur Tözel, a resident of Antakya, and the corporation owned by him for the construction and management of the railway line from the Orontes River valley and Antakya to Süveydiye; the duration of the concession will be for 40 years as of the date it has been granted; construction and production required by the contract and the maps of planned railway line will be submitted to the ministry of public works in one year; all of the costs and expenses related with the construction and production of the railway track will be covered by the holder of the concession; the railway line will be completed in 3 years; protection and maintenance of the equipment and tools to be used at the construction of the railway line will be under the responsibility of the concessionaire; as of the starting date of the construction till the end of the process, the concessionaire will pay 2 Ottoman liras for per kilometer of the railway line and 25 Ottoman liras for the port to the pay-office of the ministry of public works as relief in order to cover the the expenses gone by the government for any work of the construction of the railway line and the expenses for inspection of the management and administration of the railway and the port; the concessionaire will have the authority to charge for transportation of passengers and goods in accordance with the provisions of the contract during the concession period; and to charge harbor duty, dockage, anchorage, and berthing taxes; the concessionaire will have the authority to found a corporation, but they will have to submit the internal regulation of the corporation to the approval of the government in a year.
Deontoloji, Enfeksiyon Hastalıkları tarihi
Tarihsel süreçte yaşanan savaşlar, kıtlıklar, doğal afetler gibi unsurlar nasıl ki devletleri ve toplumları her yönden olumsuz etkiledi ise salgın hastalıkların da devletlerin, sosyal, siyasi, ekonomik ve askeri yapılarını olumsuz yönde... more
Tarihsel süreçte yaşanan savaşlar, kıtlıklar, doğal afetler gibi unsurlar nasıl ki devletleri ve toplumları her yönden olumsuz etkiledi ise salgın hastalıkların da devletlerin, sosyal, siyasi, ekonomik ve askeri yapılarını olumsuz yönde etkilediği bilinmektedir. Geçmişten bu yana insanların sağlığını bozan ve yoğun olarak da ölümlere yol açan Kolera, Veba, Difteri vb. salgın hastalıklar görülmüştür. Frengi de bu salgın hastalıklardan olup, treponema pallidum adlı bir bakteriden kaynaklanan cinsel temas sonucunda bulaşan, tedavi edilmediğinde inme, körlük, delilik vb. sonuçlara kadar varan, döle de geçerek vücutça ve akılca sakat bir soyun yetişmesine yol açan bir hastalık olarak tanımlanırken, emzirme ve genetik yolla bebeklere geçebilen, temas yoluyla geçip yayılabilen, cildiye, dâhiliye, göz, kulak, ruh ve sinir hastalıkları alanlarını da kapsayıcı ciddi nitelikte bir hastalık olduğu bilinmektedir. Buna ilaveten hayvanlarda görülebildiği ve hayvanlar vasıtasıyla insanlara geçtiği de görülmüştür.  Frengi, Latince “Syphilis(sifilis)” adıyla tanımlanırken, İngilizler “Fransız Hastalığı”, Fransızlar “İtalyan veya Napoli Hastalığı”, Japonlar “Portekiz veya Çinli hastalığı” Osmanlı’da ise “İllet-i Mahve”, “Frengi İlleti”, “Frengi Marazı” veya “İllet-i Efrenciye”  olarak adlandırılmıştır.
Girit adası, 17. yüzyılın ikinci yarısında stratejik öneme sahip olması nedeniyle Osmanlı Devleti tarafından egemenlik altına alınmıştır. Osmanlı Devleti’nin zayıflamasıyla birlikte Girit Adasında siyasi karışıklıklar ortaya çıkmaya... more
Girit adası, 17. yüzyılın ikinci yarısında stratejik öneme
sahip olması nedeniyle Osmanlı Devleti tarafından egemenlik
altına alınmıştır. Osmanlı Devleti’nin zayıflamasıyla birlikte
Girit Adasında siyasi karışıklıklar ortaya çıkmaya başlamıştır.
Karışıklıkların çıkışındaki temel etken Fransız ihtilalinden
sonra gelişen milliyetçilik akımı olmuştur. Buna ilaveten
Rusya’nın tahriki ve Etnik-i Eterya cemiyetinin propagandası
gibi faktörler de Rumlardaki ayrılıkçı hislerin oluşmasını sağlamıştır.
Ayrıca Girit’teki Rumlarda, ayrılıkçı fikirlerin ve ce262
• TANZİMAT DÖNEMİ HARİCİYESİNDE GİRİT MESELESİ Ç ÖZÜMÜNE DAİR BİR L AYİHA
miyetlerin oluşumunda, 18. Yüzyılda Rum tüccarların, Avrupa
liman kentlerindeki aktif ticari faaliyetleri ve bu bölgelerdeki
Rumlarla münasebetleri neticesinde milliyetçilik ve bağımsızlık
fikirlerini tanımaya başlaması etkili bir unsur olmuştur.
Bunun yanı sıra Avrupa’daki Montesquieu, Racine ve Voltaire
gibi düşünürlerin kitapların tercümeleri de Rumlar arasında
fikirsel canlanmayı sağlamıştır.
Rus Çariçesi II.Katerina (1762-1796) ve Avusturya-Macaristan
imparatoru II.Jozef’in (1765-1790) ürettikleri Grek Projesi ve
Fransa’nın yedi adaya yerleşiminden sonra ihtilal fikirlerini
Rum ve Hıristiyanlara aşılaması ve Rusya’nın teşvikiyle Regas
Velestinlis Ferraios’un benimsediği Megalo İdea politikası,
Rumların isyan düşüncesini artırmıştır. 1860’da patlak veren
isyan üzerine Batılı devletlerin bu adaya yönelik siyasi ve hukuki
politikalarını önlemek ve isyanın sönmesini sağlamak
adına, Babıali, Mehmet Emin Ali Paşa’yı adaya göndermiştir. Bu
girişimin amacı özerklik sisteminin alt yapısını oluşturmaktı.
Ali Paşa, adada yaptığı incelemeler sonucunda, ayaklanmanın
bastırılmasına karşılık, adaya özerklik verilmesi taraftarı olmuş
ve bu konuda bir proje hazırlamıştı. Ali Paşa’nın hazırladığı
projeyi içeren ferman ve vilayet nizamnamesi ile adadaki yeni
yönetimin esasları belirlenmiş olacaktı.
Bu süreçte Mehmet Emin Ali Paşa, Girit isyanı meselesinin
halledilmesi noktasında çözüm önerilerinden oluşan bir layihasını
da Girit’te ki memuriyeti sürecinde oluşturmuş ve bu
layihayı 9 Şaban 1284/ 23 Teşrinisani 1284 yılında Babıali’ye
sunmuştur. Söz konusu olan layihada, Girit ihtilalinin çıkış
sebebinin Yunanistan’a bağlanmak talebinin olduğu hatta bu
talebin Girit Hıristiyanları tarafından da benimsenmekte olduğu
beyan edilirken, batılı devletlerin verdiği vaatleri yerine
getirmemelerinden dolayı bu fikirde olan Hıristiyanların pek
çoğunu üzüntüye boğduğu dile getirilmiştir.
Zeynel ÖZLÜ - K erim T İRYAKİ • 263
Layihada ayrıca, ihtilalin esas amacının tabiiyyet değiştirme
meselesi olması hasebiyle, buna dair zararlı temayüllerin
meydana gelmesi ve bir taraftan da gösterilen iyi muameleye
rağmen ortaya çıkmış olan bu fenalığın bertaraf edilmesi amacıyla
meydana gelen taleplerin pek az da olsa karşılık bulduğu
anda fikirlerin değişebileceği belirtilmiştir.
İhtilalin yarattığı zararların onarılması için gerekli olan
vergilerin birkaç sene müddet için affı ve uygulanacak olan
ıslahatın başarıya ulaşması için gerekli olan yardımın yapılması,
devlete borcu olanların borç miktarlarını vadelerle uzatmak
veya bu borçları bazı şartlarla iptal etmek, ayrıca harap olmuş
hane ve mabetlerin tamir ve inşası gibi ıslah tedbirleri üzerinde
durulmuştur.
Yayınlanan nizamnameler doğrultusunda adanın mahkemeleri,
mülki ve mali idaresi ile alakalı meclislerin üyelerinin
hem Müslim hem de gayrimüslim ahalinin uygun gördüğü
kişilerden oluştuğu ve hatta hükümet memurlarının çoğunun
da Hıristiyanlardan seçilmiş olduğu belirtilmiştir. Buna ilaveten
uygulamalarda ve haberleşmede zahmet çekilmemesi için
bütün katiplerin hem Hıristiyan hem de Müslümanlardan tayin
edildiği, hükümet kanunlarının, hükümetin mahkemelerinin
icrasından tamamen ayrıldığı, Hıristiyanların, Müslüman ahali
ile olacak davalarının icrasının bilhassa muhtelit mahkemeler
kanunlarına göre yerine getirildiği dile getirilirken, idari ve
hukuki uygulamalardan da bahsedilmiştir.
Giriş Göç, insanların ekonomik, sosyal ve siyasal nedenlerle bir ülkeden başka ülkeye veya bir yerden başka bir yere gitme eylemi 1 , uluslar arası bir sınırı geç-mek, bir devlet içinde yer değiştirmek 2 , asıl yerinden, ulaşmak istenilen... more
Giriş Göç, insanların ekonomik, sosyal ve siyasal nedenlerle bir ülkeden başka ülkeye veya bir yerden başka bir yere gitme eylemi 1 , uluslar arası bir sınırı geç-mek, bir devlet içinde yer değiştirmek 2 , asıl yerinden, ulaşmak istenilen yere ha-reket 3 olarak tanımlanan önemli bir tarihsel olgu olarak, devlet ve toplumların hayatında önemli bir yer işgal etmiştir. Göç hareketi katılanların miktarı doğrultusunda münferit ve kitlesel göç şeklinde sınıflandırılırken, bireysel göçler münferit göç, savaş, ihtilal, doğal afet-ler ve isyan gibi olaylar sonucunda meydana gelen göçler ise kitlesel göç olarak kabul edilmiştir 4. Tarihsel süreçte göç hareketlerinin, 3. ve 11. yüzyıllar arasında sınırları belli olmayan Got, Hun vb. devletlerin yer değiştirmesi ve 16. yüzyıldan 2. Dünya savaşına kadar da siyasi, ekonomik nedenlere dayalı olarak meydana geldiği gö-rülmüştür 5. Buradan hareketle insanlık tarihi boyunca oluştuğu görülen göç olgusu-nun, uygarlığın gelişiminde, kültürler arası etkileşimin artmasında 6 hatta kabile,
ÖZET Bu çalışmadaki amaç, cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye Cumhuriyeti Merkezi İstatistik Müdüriyet-i Umumiyesinin devlet teşkilatı içerisinde yer alan kurumlar ve kısmen de özel kurumlar tarafından hazırlanan istatistiki veriler... more
ÖZET
Bu çalışmadaki amaç, cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye Cumhuriyeti Merkezi İstatistik
Müdüriyet-i Umumiyesinin devlet teşkilatı içerisinde yer alan kurumlar ve kısmen de özel kurumlar tarafından hazırlanan istatistiki veriler ışığında 1928 ve öncesi yıllarda Diyarbakır ilinin sosyo-ekonomik durumu ile nüfus, ticaret, eğitim, sağlık vb. alanlardaki durumunu ortaya çıkarmaktır. Nüfus ile ilgili veriler
ışığında Diyarbakır‘ın demografik yapısı ve diğer illerle kıyaslama yoluyla nüfus yoğunluğu, erkek-kadın oranları doğrultusunda iŞgücü oranı, yerleşime uygun ve uygun olmayan binalar konusunda tespitler yapılabilecektir. Bu veriler ışığında ilgili dönemde Diyarbakır ilinde yaşayan insanların nüfusu ve yerleşim
mekanları arasında oranlama yapılarak, yerleşim problemlerinin yaşanıp yaşanmadığı irdelenecektir. Bunun yanı sıra alt yapı çalışmaları, Şehirlileşmenin düzeyi ve günümüzle kıyaslaması yoluyla Şehirlileşmenin gelişim düzeyi belirlenmeye çalışılacaktır. Kent dahilinde yer alan okul, cami, resmi daireler, hamam vb. sosyal
kurum binalarına ait sayısal veriler doğrultusunda kent halkının ihtiyaçlarının ne oranda karşılandığı
hakkında bilgi verilebilecektir. Yaş grupları ölçeğinde hazırlanmış olan evlilik oranları ile ilgili veriler
ışığında kentteki insanların ekonomik düzeyi, kültürel seviyesi tespit edilmeye çalışılacaktır. Ayrıca evlilik
yaşı oranlarında geleneksel yapının etkisinin boyutu belirlenmeye çalışılacaktır. İlgili yıllarda göçmen sayısının erkek ve kadın özelinde detaylı verilmiş olması yerleşim, iş istihdamı, göçmen-yerleşik çatışması gibi problemlerin yaşanıp yaşanmadığı konusunda tespitler yapmamıza imkan sağlayacaktır. Mevcut ilk, orta, lise, yüksek okul, meslek okulları ve özel okullar (Yetim okulları, dilsiz okulları, adliye meslek mektepleri,
Anadolu- Bağdat demiryolu Şimendifer mektebi) öğretmen ve öğrenci sayıları hakkındaki veriler kent insanının eğitim durumu, kültür seviyesi, nüfusa oranla okur-yazar oranının tespiti ve kentin komşu illere
göre eğitimdeki konumu hakkında önemli veriler sağlayacaktır. Bu alanların dışında adalet, sağlık, ziraat ve ticaret ( alım-satımı yapılan tarım ürünleri ihraç edildiği ülkeler vs.) alanındaki sayısal verilerde yine kendi
alanları dahilinde il çapındaki zirai ekonomi, adli teşkilat yapısı, suç oranları, asayiş problemleri, halkın genel
sağlık problemleri ve kentte ortaya çıkan salgın hastalıklar hakkında dönemin koşullarında Diyarbakır
kentinin durumunu ortaya çıkarmak bakımından yarar sağlayacaktır.
Anahtar kelimeler; cumhuriyetin ilk YILLARINDA Diyarbakır, Diyarbakır‘ın kültürel durumu,
Diyarbakır‘da sağlık durumu, Diyarbakır nüfusu, Diyarbakır‘da ticaret, Diyarbakır eğitim tarihi

ABSTRACT
This study intends to shed light on the socio-economic condition, the population make-up, commercial and educational outlook, the condition of the health services etc. in Diyarbakır in the year 1928 and before in light of statistical data prepared by government agencies within the Central Statistics Office of the Republic of Turkey and partially by private agencies within the first years of the Republic.in the light of population data, we will make assessments about the demographical structure of Diyarbakir and its population density in comparison to other provinces, the workforce ratio on the basis of the proportion of males and females in the population, as well as habitable and non-habitable buildings.On the basis of these
data, we will draw a comparison between the population of the province of Diyarbakır and the number of
residential settlements to ascertain where there were enough houses to accommodate the entire population. Additionally, on the basis of an investigation of infrastructure works, the urbanization level and their comparison with the present day, we will try to determine the development level of urbanization. Based on the numerical data with regards to schools, mosques, government offices, baths, etc. located in the city, analyses will be made about the extent to which the needs of the city's population were met. We will try to determine the economic and cultural level of the population on the basis of the rate of marriages by different age groups. Furthermore, the study will try to ascertain the extent to which the social and cultural norms of
the time had an impact on the marriage age. The availability of detailed migration figures in the city in the relevant years by female and male migrants will also allow us to investigate any conflicts between the locals and the migrants, if any. Data on current primary and secondary schools, high schools, vocational schools and private schools (orphanages, schools for the mute, court of justice vocational schools, Anatolian- Baghdad railway railroad school), the number of teachers and students will provide important data about the
educational status of the population, the cultural level, the literacy rates compared to the population, and
where the city stands in terms of educational standards in relation to the neighboring cities. Apart from these
areas, the numerical data in the fields of justice, health, agriculture and trade (countries into which the traded  agricultural products are exported) will provide valuable insights into the agricultural economy, the judicial organization structure, crime rates, law and order issues, public health issues and epidemic diseases in the
city, all contextualized to provide an accurate analysis.
Keywords: Diyarbakır in the first years of the Republic, cultural outlook of Diyarbakır, public health in Diyarbakır, population of Diyarbakır, commerce in Diyarbakır, Diyarbakır‘s history of education
Geçmişi, günümüze aktarmaya vasıta olan tarih biliminin objektiflik ilkesi bağlamında en önemli aracı ana kaynaklardır. Kaynaklar, yaşanılan dönemin niteliği doğrultusunda yazılı ve yazılı olmayan şekilde iki grupta incelenmiştir.... more
Geçmişi, günümüze aktarmaya vasıta olan tarih biliminin objektiflik ilkesi bağlamında en önemli aracı ana kaynaklardır. Kaynaklar, yaşanılan dönemin niteliği doğrultusunda yazılı ve yazılı olmayan şekilde iki grupta incelenmiştir. Özellikle yazılı kaynaklar olayların yaşandığına dair daha net bilgiler sunması bakımından tarih yazımında önemli bir yere sahip olmuştur. Dolayısıyla tarihçiler, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik ve benzeri alanlarda yapacakları çalışmalarda yazılı kaynaklar içerisinde yer alan gazete, kitap, dergi vb. yayınlardan yararlanmaktadırlar. Bu bağlamda Osmanlıda, Tanzimat ile başlayan süreçte yayın hayatında yer alan süreli yayınlar da dönemin, siyasi, sosyal, kültürel özelliklerini yansıtmışlardır. Dönemin şartları itibarıyla batıyla etkileşim sonucunda ilk olarak gazete yayıncılığı başlamıştır. İlk gazete olan Takvim-i Vekâyi resmi bir niteliğe sahip olarak halkı bilgilendirmek amacıyla çıkarılmıştır. Bunun akabinde Ceride-i Havadis, Tercüman-ı Ahval vb. gazetelerin yayınlanmasıyla dönemin insanının düşünce ve fikir hayatında önemli değişiklikler yaşanmaya başlamıştır.
Toplumda, gazetenin yarattığı bu etkiye, dergilerin de zaman içerisinde ortak olduğu görülmüştür. Dergilerin yayın hayatına girmesinde bireysel ve kurumsal çabaların etkisi olmuştur. Bu çabalar sonuç vererek, Tanzimat’tan Cumhuriyete iktisadi, kültürel, siyasi, sosyal vb. birçok alanda dergiler yayınlanmıştır. Bireysel çabayla çıkarılan dergilerinçoğu döneminin edebi ve düşünce yapısı içerisinde şekillenmiştir. Yayın süreleri bakımından uzun soluklu olanlar pek nadir olmuştur. Kurumsal çabanınortaya çıkardığı dergiler ise genelde ilintili oldukları alanla ilgili olarak halkı bilgilendirme görevi üstlenmişlerdir.
Sıhhiye mecmuaları da bu amaçla Cumhuriyet öncesi ve sonrasında yayınlanmıştır. Sıhhiye mecmualarında gayri resmi olarak dönem itibarıyla halkın genel sağlık koşulları, halk sağlığını büyük ölçüde tehdit eden salgın hastalıklarla ( cüzzam, tifo, kanlı basur, İspanyol nezlesi, verem, frengi vs.) mücadele yöntemleri, Avrupa’da meydana gelen tıbbi gelişmelere değinilmiştir. Resmi çerçevede ise sağlık alanında kurumsal yapıdaki değişiklikler, kurumların işleyişini ilgilendiren kanunnameler, talimatnameler, sağlık personellerinin genel durumları hakkında bilgilendirmelere yer verilmiştir. Dönemin siyasi yapıları böyle çalışmalar yaparak, hem kendi zamanlarına katkı sağlamışlar hem de sonraki dönemlere önemli ölçüde tarihsel miras bırakmışlardır. Araştırmacılara düşen görevde bu mirası ciddi bir şekilde değerlendirmek olacaktır.
Cumhuriyet’in ilk yılları yeni kurulan devletin büyük bir savaşın yıkımından kurtulmak ve toplumsal yapıyı her alanda çağdaş toplumların seviyesine ulaştırmak için çalışmaların yapıldığı dönem olmuştur. Bu doğrultuda sosyal, ekonomik,... more
Cumhuriyet’in ilk yılları yeni kurulan devletin büyük bir savaşın yıkımından kurtulmak ve toplumsal yapıyı her alanda çağdaş toplumların seviyesine ulaştırmak için çalışmaların yapıldığı dönem olmuştur. Bu doğrultuda sosyal, ekonomik, adli durumların ve bu alanlarda yapılan çalışmaların gerek ülke gerek şehirler bazında istatistiki durumlarını belirleme adına yıllık çalışmaları yapılmıştır. Yıllık oluşturma çalışmaları bir devlet geleneği olarak Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne de yansımıştır.
      Cumhuriyetin ilk yılları içerisinde hazırlanmış olan 1928 yıllığı bu anlayışın bir ürünüdür. Bu bağlamda 1928 yıllığında Diyarbakır özelinde nüfus, ziraat, adliye, sanayi, hayvancılık, ulaşım alanlarında istatistikî veriler incelenerek 1924-1928 yılları arasında Diyarbakır’ın bu alanlardaki durumu ortaya çıkarılmıştır. Nüfus bağlamında Diyarbakır başta olmak üzere diğer Güneydoğu Anadolu vilayetlerinin nüfus oranlarına bakıldığında kırsaldaki nüfusun kent merkezlerine göre daha yüksek olduğu saptanmıştır. Bu durum cumhuriyetin ilk yıllarında tarımsal ekonomik yapının bir göstergesidir.  Vilayetler  bazında yetişen buğday, arpa, mercimek vb. ürünlerin oranları doğrultusunda vilayetlerdeki tarımsal üretimin seviyesi ortaya çıkarılırken, sanayi işletmelerinin oranlarıyla vilayetteki sanayileşme seviyesi tespit edilmiştir.  Adli  vaka  verileri çerçevesinde Diyarbakır ve diğer vilayetlerdeki adli durumdaki suç ve suçlu oranları ve bu oranlar bakımından vilayetlerin adli durumlarının karşılaştırılması yapılabilmiştir. Soysal alanda özellikle yaş gruplarına göre evlilik oranlarından kız çocuklarında erken yaşta evlilik oranlarının yüksek olduğu gözlenmiştir. Sağlık alanında ise Diyarbakır vilayetinde faaliyette bulunan numune hastanesi bünyesinde yürütülen sağlık hizmetleri bağlamında yatarak ve ayakta tedavi edilenlerin oranları tespit edilmiştir. Böylece Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında Diyarbakır’ın günümüze kadar gelen gelişimindeki temelin ne şekilde oluştuğu konusunun aydınlatılmasına destek sağlanmıştır
Frengi, XVI. yüzyıl itibarıyla salgın bir zührevi hastalık olarak önce Avrupa’da ve daha sonra farklı bölgelere yayılarak insanları hem fiziksel hem de psikolojik olarak olumsuz etkilemiştir. XVI. ve XVII. Yüzyılda Osmanlı’da salgın... more
Frengi, XVI. yüzyıl itibarıyla salgın bir zührevi hastalık olarak önce Avrupa’da ve daha sonra farklı bölgelere yayılarak insanları hem fiziksel hem de psikolojik olarak olumsuz etkilemiştir. XVI. ve XVII. Yüzyılda Osmanlı’da salgın düzeyinde olmasa da var olduğu  kaleme alınan eserlerden anlaşılmaktadır. Hastalığın salgın düzeyinde seyrinin ise XIX. yüzyıl  itibarıyla meydana geldiği görülmüştür. Bu dönemde  oluşan salgınlara karşı da daha etkili mücadele etmek için kurumsal çalışmalar başlatılmış ve hastalık konusunda uzman kişilerin de faaliyetleri söz konusu olmuştur. Hatta II. Abdülhamit dönemi itibarıyla zührevi hastalıklar kapsamında kurumsal gelişmeyi ve uzmanlaşmayı sağlamak için hem Almanya’dan uzmanlar getirtilmiş hem de Almanya’ya Türk doktorları gönderilmiştir. Bunlar içerisinde yer alan During, Hulusi Behçet gibi uzmanlar bu alanda başarılı çalışmalar yapmışlardır. Bu uzmanlar çerçevesinde değerlendirilebilecek olan  Doktor Demir Alinin de bu alanda uzmanlaştığı anlaşılmaktadır. Nitekim kaleme aldığı frengi adlı eserde frengiye dair önemli bulgulardan bahsetmiştir. Bu bulgular içerisinde frenginin ispiroke pallida adlı mikroptan bulaştığı, frenginin diğer insanlara cinsel temas yolu ile ve hastalara ait gündelik eşyaların kullanılması sonucunda geçtiğine dair tespitler dile getirilmiştir. Ayrıca hastalığın gelişim evreleri olan 1.,2. ve 3. evrelerinde hastalığın nasıl bir seyir takip ettiği ifade edilmiştir.  Bulaşmasında genetik faktörünün etkili olması nedeniyle evlilik olayı öncesinde kişilerin frengi hastalığı belirtileri taşıyıp taşımadıklarını bilmeleri gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca bu hastalığa yakalanmış olanların tedavi sürecinde uzman hekimlere gitmeleri, hekimlerinin tedavi yöntemlerini hastalıktan kurtuluncaya kadar uygulamaları gerektiği belirtilmiştir. Frengi hastalığına yakalanmamış olan kişilere yönelik olarak da frengiden korunma yöntemlerinin nasıl olması gerektiği konusunda öneriler sunulmuştur.
İlkçağdan bu yana savaş, doğal afetler gibi salgın hastalıklar da insanların ölümüne yol açmıştır. Salgınların genelde savaş, kıtlık ve göç gibi olaylar sırasında beslenme yetersizliği, hijyen ve sıhhi ortamların bozukluğu nedeniyle... more
İlkçağdan bu yana savaş, doğal afetler  gibi salgın hastalıklar da insanların ölümüne yol açmıştır. Salgınların genelde savaş, kıtlık ve göç gibi olaylar sırasında beslenme yetersizliği, hijyen ve sıhhi ortamların bozukluğu nedeniyle ortaya çıktığı görülmüştür. XIX. yüzyıla kadar salgınlara karşı alınan tedbirlerde yetersiz kalınmış pek çok insan hayatını kaybetmiştir. Osmanlı’da ise XIX. yüzyılda  salgınların arttığı bir dönem olmuştur. Dolayısıyla devlet adamları ve uzmanlar bu hastalıklara karşı tedbirler alma yoluna gitmişlerdir. Bu doğrultuda 1838 yılında karantina sistemi uygulamasına geçilmiştir. Böylece halk sağlığının korunması yönünde önemli çalışmalar yapılmıştır. Buna ilaveten salgınların ortaya çıktığı en önemli unsur olan savaş durumunda hem askerlerin hem de sivil halkın salgınlara karşı korunması konusunda da tedbir olarak askeri hastaneler açılmıştır. Savaş sırasında  salgınları önlemek ve hastalanan askerlerin tedavisi için dönem dönem yaşanan savaşlarda aşılama vb. sıhhi yöntemler uygulanmıştır. Bu bağlamda Doktor Vefik Nahi’nin kaleme aldığı eser de ilgili dönem itibarıyla uzun bir savaş sürecinden geçen Osmanlı’da savaş durumu sırasında askerlerin iskorbüt hastalığına yakalanmamaları için taze gıda temini ile özenli beslenmeye dikkat edilmesinin önemi üzerinde durulmuştur. Ordugahlarda kurulan çadırların hijyenik bir şekilde muhafaza edilmesi ve çadırların içinin ve dışının temizliğine dikkat edilmesi, tuvaletlerin ordugahtan uzak mesafede kurulması, temiz olması ve mikrobik bir duruma neden olmamak için kireçlerle temizlenmesi ve insanların vücut temizliklerine de dikkat etmeleri gerektiği belirtilmiştir. Hastalığa yakalanmış olanların ordugah içerisinde tecrit edilmesi, nakil araçlarıyla hızlı bir şeklide hastanelere nakledilmesi gibi sıhhi tedbirlerden bahsedilmiştir. Seferberlik durumunda kurulması gereken köy, kasaba ordugahlarının, salgın hastalıklar (emrâz-ı intaniye) ordugahının ve menzil ordugahlarının hangi koşullar çerçevesinde kurulması gerektiği, hastalıkları önlemek için bu birimlerde hijyenik ortamın sağlanması için  gereken sıhhi tedbirlerin ne şekilde olması gerektiği dile getirilmiştir.
İlkçağdan günümüze devletler hâkimiyet sahalarını ve otoritelerini güçlü tutulabilmek için üç temel sac ayağı olan siyasi, askeri ve ekonomik güçlerini muhafaza etmek zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla devletler bu üç temel güç unsurunu... more
İlkçağdan günümüze devletler hâkimiyet sahalarını ve otoritelerini güçlü tutulabilmek için üç temel sac ayağı olan siyasi, askeri ve ekonomik güçlerini muhafaza etmek zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla devletler bu üç temel güç unsurunu her dönem diri tutmak için jeopolitik önemi olan coğrafyaları gerek askeri gerek diplomatik yöntemlerle hegemonya altına almaya çalışmışlardır. Bu bağlamda Karadeniz, Karadeniz limanları ve Karadeniz’e suyunu boşaltan Tuna nehri de Yunan, Fenike, Roma, Ceneviz, Osmanlı ve diğer Avrupalı devletlerin ekonomik çıkarları doğrultusunda hâkim olmaya çalıştıkları jeopolitik ve stratejik sahalar olmuştur. Hâkimiyet mücadelesinde, dönem dönem siyasi ve askeri mücadeleler de yaşanmıştır. Karadeniz, deniz ticaretinin ülkeler bazında ekonomik hayata can kattığı her devirde Kefe, Trabzon, Vidin gibi limanlarıyla farklı coğrafyaları birbirine bağlayan önemli bir ticari saha olmuştur. Buna ilaveten onun ticari ağı içerisinde önemli bir konuma sahip olan Tuna nehri de devletler arası askeri, diplomatik ve ticari rekabetin yaşandığı jeopolitik bir coğrafya özelliğini her dönem korumuştur. Dolayısıyla devletler bu coğrafyalarda güç dengelerini koruyabilme adına ticari gücün tekelde toplanmasını önlemek için ortak kullanımı yaratma faaliyetlerine de girişmişlerdir. Böylece günümüze kadar bu gibi jeopolitik coğrafyalar diplomatik rekabetin sahnelendiği alanlar olagelmişlerdir.

And 6 more