Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
İletişim çağında uluslararası politikanın kültürel çekicilik gibi parametrelerle kurduğu ilişki, en az ekonomik, politik ve askeri güç unsurlarıyla olan ilişkisi kadar önem arz etmektedir. Devlet aygıtının aktif rıza temeline dayanma... more
İletişim çağında uluslararası politikanın kültürel çekicilik gibi parametrelerle kurduğu ilişki, en az ekonomik, politik ve askeri güç unsurlarıyla olan ilişkisi kadar önem arz etmektedir. Devlet aygıtının aktif rıza temeline dayanma ihtiyacının artması anlamına gelen bu durum iktidar ile sivil toplum arasındaki ilişkinin doğasını anlamaya yönelik çalışmaları daha da önemli kılmaktadır. Bu çalışmada hegemonik iktidarın inşasında kültürün bir araç vazifesi gördüğü ön kabulünden hareket edilerek sivil toplum ile kültür ilişkisinin doğasına odaklanılmaktadır. Bu çerçevede Antonio Gramsci ve Robert Cox tarafından hegemonik iktidarın kaynağının ne olduğu, hegemonik düzenin nasıl tesis edildiği ve hegemonyanın nasıl sürdürülebilir kılındığı üzerine yürütülen tartışmalar ve bu tartışmalar ışığında ortaya konulan kavramlar mercek altına alınmaktadır. Neticede gerek Gramsci’nin gerekse Cox’un perspektifinden hegemonik sistemlerin devletler arası ilişkilerle sınırlandırılmadığı, iktidarın köklerini sivil toplumdan aldığı, rıza üzerine kurulduğu ve aydınların yürüttükleri kültürel faaliyetlerle kritik bir rol üstlendikleri sonucuna varılmaktadır. En nihayetinde ortaya çıkan kavramsal çerçeve ile literatüre katkı sağlanmaktadır.
Uluslararası ilişkiler teorilerinin göç meselesine ilgisiz kalışı, bu alanda büyük bir boşluk doğurmaktadır. Hazırlanan bu çalışma bahsi geçen alana uluslararası ilişkiler teorileri çerçevesinde bir giriş niteliği taşımaktadır. Bu çalışma... more
Uluslararası ilişkiler teorilerinin göç meselesine ilgisiz kalışı, bu alanda büyük bir boşluk doğurmaktadır. Hazırlanan bu çalışma bahsi geçen alana uluslararası ilişkiler teorileri çerçevesinde bir giriş niteliği taşımaktadır. Bu çalışma Türkiye’nin son on yılda almış olduğu göçleri teorik ve tarihi perspektiflerden açıklamaya çalışmaktadır. Öncelikle, Türkiye’nin son on yılda almış olduğu göçlerin Realist paradigmadaki Hans Morgenthau’nın tutuculuk kavramı üzerinden açıklanması hedeflenmektedir. Bu doğrultuda çalışmada, Türkiye’nin 2008 yılından itibaren bölgesinde tutucu aktör rolünü üstlendiği ve bu siyasetin bölgedeki zorunlu göç hareketlerinin Türkiye’ye doğru yönelmesini sağladığı iddia edilmektedir. Türkiye’nin tutuculuğuna örnek olarak bölgesindeki krizlere ve bu krizlere karşı izlediği siyasete yer verilecektir. Ardından, Türkiye’nin tarihsel olarak çevresiyle sosyo-kültürel bir bağının olduğundan bahsedilecektir. Bu bağın imparatorluk bilinciyle birleşmesinin Türkiye’nin bölgeyi daha yakından izlemesine ve etkinlik alanını Ortadoğu’ya doğru genişletmesine olanak sağladığı da iddia edilecektir. Sonuç olarak çalışmada, hükümet ideolojileri, lider perspektifleri ve göç alımındaki coğrafi konum gibi faktörler bilimsellik açısından görmezden gelinirken; mesele özgün bir teorik yaklaşımla incelenmeye çalışılmaktadır.
By using the social constructivist approach, this study assumes that cultural representations in civil societies, which corresponds to a form of power, strategically participate in the struggle for cultural and political hegemony via... more
By using the social constructivist approach, this study assumes that cultural representations in civil societies, which corresponds to a form of power, strategically participate in the struggle for cultural and political hegemony via visual and verbal symbols. The direction of the main flow runs from the US to the countries which have been part of the US hegemonic system and attached certain importance because of their material capabilities, institutions, and other capacities as regional powerhouses since the Cold War. Yet, Turkey and the Republic of Korea made a stride to enhance their soft power sources and cultural industries targeting both national and international audiences as rising regional middle powers in the early 2000s. Within this context, Turkish and Korean historical TV series’ narratives are considered as mediums of political communication that feed partial counter-flows against hegemonic discourses. The comparative qualitative narrative policy framework has been applied to examine narrative strategies of the selected TV series that characterize “hero, villain, and victim” as elements in conformity with domestic and foreign policies of a certain group or elite. Thereby, this study aims to contribute to the literature by analyzing the discourse of selected historical fictions, which reveal generalizable morals of the narrative policies, as part of the ideological struggle conducted between narratives to shape civil societies’ perspective in the g-local century.
International Social Innovation Congress (2019)- Türkiye’nin Bir Göç Merkezi Olması: Teori, Pratik ve Ötesi
III. Yıldız Sosyal Bilimler Kongresi'nde sunulan bildiri, Yüksek Lisans tezimin bir parçası olup Prof. Dr. Ömer Çaha'nın danışmanlığında hazırlanmıştır. Ortak bir bildiridir.
"Güney Kore ve Orta Ölçekli Güç Diplomasisi" adlı makale, editörlü bir çalışma olan "21. Yüzyılda Bölgesel Sorunlar" kitabında bir bölümdür.
Güvenlik: Kargaşa ve Belirsizlik Çağından Nereye, ed. Prof. Dr. Mehmet Akif Okur, KOCAV Yayınları
https://kureselcalismalar.com/guvenlik-kargasa-ve-belirsizlik-cagindan-nereye-mehmet-akif-okur-ed/
"Cinema and the Cultural Cold War" written by Sang Joon Lee examines the economic, political, socio-cultural and institutional construction of the postwar Asian cinema network and the U.S. cultural diplomacy.
"Cultural Power and Historical Series in the Hegemonic Triangle of the USA, Turkey and Korea: The Application of Narrative Policy Framework (NPF) to International Relations"
Türk dış politikasında İsrail ile ilişkiler önemli gündem maddelerinden birini oluşturmaktadır. Bu çalışma, Türkiye- İsrail arasında siyasi ve iktisadi alanlarda kurulan ilişkileri Ak Parti öncesi ve Ak Parti dönemi şeklinde bir ayrım... more
Türk dış politikasında İsrail ile ilişkiler önemli gündem maddelerinden birini oluşturmaktadır. Bu çalışma, Türkiye- İsrail arasında siyasi ve iktisadi alanlarda kurulan ilişkileri Ak Parti öncesi ve Ak Parti dönemi şeklinde bir ayrım yaparak ele almaktadır. Bu bağlamda tarafların gazete ve makalelere konu olan söylem ve eylemleri incelenirken gerçekçilik yaklaşımının güç ve ulusal çıkar kavramlarına başvurulmaktadır. Bu çalışmanın esas amacı, siyasi alanda kopma noktasına gelen ilişkilerin nasıl olup da iktisadi alanda devamlılığının gözetildiğini açıklamaktır. Nihayetinde Türkiye’nin İsrail politikalarının özünde varoluşsal kaygı olduğu ve ilişkilerin seyrine bahsi geçen ortak kaygının yön verdiği tespit edilmiştir. Bu doğrultuda tarafların güçlerini maksimize ederek uluslararası yapı içerisindeki yerlerini sağlamlaştırmak üzere siyasi söylemleri ile eylemleri arasında tutarsızlığı göze aldıkları görülmektedir. Bu çalışmayla Türkiye- İsrail arasında siyasi ve iktisadi alanlarda kurulan ilişkilerin seyrini öngören bir yol haritası ortaya konularak literatüre katkı sağlanmaktadır.