Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
Kamusal ve özel mekânların ilişkisinde ara mekân olarak ortaya çıkan geçiş alanlarının mekânsal tiplerinden biri olan pasajlar, belirgin mimari formları ve karakteristik özellikleri ile kentsel çevreyi etkilerler. Bu çalışmada, pasajların... more
Kamusal ve özel mekânların ilişkisinde ara mekân olarak ortaya çıkan geçiş alanlarının mekânsal tiplerinden biri olan pasajlar, belirgin mimari formları ve karakteristik özellikleri ile kentsel çevreyi etkilerler. Bu çalışmada, pasajların bulundukları cadde üzerindeki algıları ve mekânsal biçimlenmedeki rolünü irdelemek amaç edinilmiştir.

Çalışma alanı olarak belirlenen İstiklal Caddesi, 19. yüzyılda inşa edilmiş pasaj ve han geçitlerini barındırmaktadır. Bu yapılar; bir kısmının caddenin çevresindeki birçok sokak ve caddeye geçiş imkânı vermesinin yanında, bireylerin günlük yaşantıları içerisinde çeşitli gereksinimlerine cevap veren ve birbirinden farklı aktivite imkânları sunan ara mekânlardır. Her pasajın mekânsal biçimlenişi ve geçiş olma niteliği farklılaştığı gibi, fiziksel ve zamansal pek çok etkenin doğrultusunda cadde üzerindeki algıları da değişmektedir. Çalışmada yöntem olarak, 30 katılımcıdan İstiklal Caddesi’nde bildikleri pasajları ve onlara bu mekânları çağrıştıran çeşitli imgeleri bir kâğıda çizmelerinin beklendiği bir zihin haritası çalışması yapılmıştır. Ayrıca yapılan kısa görüşmelerde, katılımcılara, pasaj kavramını ve cadde üzerindeki pasaj algısını belirlemeye yönelik çeşitli sorular yöneltilmiştir. Elde edilen bilgiler sayısallaştırılarak tablo ve
grafiklerle aktarılmıştır. Bunun yanı sıra, belirlenen pasajlar, özellikle zemin katlarında barındırdıkları farklı işlevlerdeki birimleri, cephedeki biçimlenişler, cadde-pasaj ara yüzleri, mekânsal nitelikleri, geçit özellikleri ve bağlantıları açısından karşılaştırmalı bir şekilde analiz edilmiştir. Çalışma sonucunda elde edilen bulgulara göre, daha belirgin cephe özelliklerine sahip ve iki sokak arasında geçit özelliği taşıyan pasajların cadde üzerindeki algılarının daha yüksek olduğu görülmüştür.

Anahtar Kelimeler: Ara mekân, geçiş mekânı, pasaj, çevresel algı, bilişsel harita.
ABSTRACT In recent years - including the nearby geography - instability in many parts of the world, wars and civil wars, followed by terror and painful events triggered, a mass wave of immigration to the masses to live and leave the... more
ABSTRACT
In recent years - including the nearby geography - instability in many parts of the world, wars and civil wars, followed by terror and painful events triggered, a mass wave of immigration to the masses to live and leave the geography of the land belonging to a different land. Today, the refugee issue, which is one of the most important actual items in the world and which is very obvious for our country, has become a ground where architecture and design are also focused. What is the focus of architecture and design on the refugee problem?
In 2016, a construction material company's “A Place for Placelessness” themed architectural project idea competition, due to the above-mentioned reasons, who had to leave the geography, migrated to a completely different geography “person who asylum”, “immigrant” and it has centered the problematization of space and common ground in the context of architecture and design disciplines for people who become refugees.
In recent years, when the architectural and design competitions that take refugees to the center in different countries of the world and how they deal with the issue are examined, it raises the question whether the real intention is to build space for “refugees” or to protect the borders of the “homeowners” and to reduce their concerns. The transformation of the approaches of the competitions into prototype space production under the title of producing “A Place for Placelessness”, the reduction of the urgent solutions in minimum areas, the transformation of leftover areas of the city into the perception of potential living spaces for migrants, raises the question of where the refugees' life practices are located in these competitions.
In this context, in the consideration of the mentioned concerns, the competition titled “2016 YTONG Architectural Idea Competition: A Place for Placelessness” which focuses on refugee and immigrant living areas in Turkey in recent years and aims to be examined under the theories of “immigration” and “placelessness”.
Key Words : Refugee, Architectural Competitions, Migration, Space, Placelessness
Özet İnsanlığın varoluşuyla birlikte, mimarlık yapıtları, tüm sosyal ve beşeri sanat dallarıyla iç içe geçerek gelişmiştir. Her döneme ait sanat akımları ve üslupları, mimarlık ürünlerinin cephelerinde, iç mekânlarında, yapısal... more
Özet İnsanlığın varoluşuyla birlikte, mimarlık yapıtları, tüm sosyal ve beşeri sanat dallarıyla iç içe geçerek gelişmiştir. Her döneme ait sanat akımları ve üslupları, mimarlık ürünlerinin cephelerinde, iç mekânlarında, yapısal parçalarında; bezeme ve/veya süsleme olarak vücut bulmuş, insanların iç dünyalarında yer edecek önemli bir parça olarak öne çıkmıştır. Dünyanın her yerinde, toplumların yaşayış biçimleri ve inanışlarındaki karşılıklar mimarlık ürünleri vasıtasıyla günümüze kadar gelmiştir. Yaşadığımız topraklarda, sanatla yoğrulmuş mimarlık ürünlerinin çevresinde yer almak, yaşantımızın zenginleşmesinin en önemli etmenlerinden birisi olmuştur. Mimarlığın sanatla iç içe gelişimi ve ortaya koyduğu ürünler, çağın sanat anlayışlarına göre her dönem farklılık göstermektedir. Yaşadığımız coğrafyada, antik çağlardan itibaren ortaya konan mimarlık ürünleri gerek yapılan kazılarda, gerekse bizzat çevremizdeki yapılar vasıtasıyla her devrin sanat anlayışını yansıtmaktadır. Bu durum, yakın dönem mimarlık yapıtlarında da kendini göstermektedir. Ne yazık ki kentlerimiz, 1980'li yıllarda neoliberal kentsel politikaların ve sermaye birikiminin etkisiyle eski zenginliğini kaybetmeye başlamıştır. Mimarlık, sanattan yoksun bir yapı üretimi ve de bu yolla sermaye birikiminin bir aracı olarak görülmüş, salt " bina " üreten bir role indirgemiştir. Ülkemizde, özellikle son 30 yılda, sadece ekonomik kaygılar güdülerek " seri üretim " şeklinde yapılan binalardan dolayı, kentlerin ve kent yaşantısının sanattan yoksun mekânlar olarak, bir yapı stoğu altlığına dönüştüğü görülmektedir. Bu çalışmada ülkemizin çok yakın bir dönemine ait, sanat-mimarlık ortaklığının bir kesiti ele alınacaktır. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, kentin önemli noktalarında, kent yaşantısında söz sahibi olan yapıların cephelerinde yer alan heykel, rölyef, kabartma sanat eserlerinin, günlük yaşantımıza neler kattığı, günümüzdeki algılanış biçimi önemli bir yapı olan İstanbul Manifaturacılar Çarşısı-İMÇ üzerinden irdelenecektir.