Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
Merve YORULMAZ KAHVE
  • Manisa Celâl Bayar Üniversitesi/Rektörlük
Osmanlı coğrafyasında 13. yüzyıldan itibaren kendi yazılı ürünlerini vermeye başlayan Türk tıbbı, 17 ve 18. yüzyılda yönünü Batı’ya dönmüş bununla birlikte çok daha çeşitli ve zengin eserler kaleme alınmaya başlanmıştır. Bu süreçte halk... more
Osmanlı coğrafyasında 13. yüzyıldan itibaren kendi yazılı ürünlerini vermeye başlayan Türk tıbbı, 17 ve 18. yüzyılda yönünü Batı’ya dönmüş bununla birlikte çok daha çeşitli ve zengin eserler kaleme alınmaya başlanmıştır. Bu süreçte halk hekimliği çevresinde özellikle gelenek ve inanç etrafında ortaya çıkmış tedavi yöntemleri kullanılmıştır. Bahsi geçen sürecin risaleler vasıtasıyla kolaylıkla takip edilebildiğini söylemek mümkündür. Bu alanda yazılan risalelerin genellikle tedavi yöntemleri ve hastalıkların şifalarından bahsetmelerinin yanında zehirlenmelere karşı kullanılan panzehirler üzerine yazılanları da mevcuttur. Sınırlı sayıda da olsa bu eserler üzerine yapılmış çalışmalar olmakla birlikte bu çalışmada çeviri yazıya aktarılan ve incelenen eser üzerine yapılmış bir çalışmaya ulaşılamamış olması çalışmanın vücuda getirilmesine vesile olmuştur. Bu çalışmada T.C. Kütahya Belediyesi Mustafa Hakkı Yeşil Kütüphanesi Koleksiyonu’nda B024242/01 numarada “Risale-i Beyan-ı Havass-ı Panzehir” adıyla kayıtlı el yazması eser esas alınmıştır. Her ne kadar kütüphane kayıtlarında “Risale-i Beyan-ı Havass-ı Panzehir” adıyla kayıtlı ise de müellif eserin başında “Derbeyān-ı cevher” adını kullanmayı tercih etmiş fakat hemen devamında “Ammā baʿd; risāle-i ʿamelı̇̄ olan pānzehiri ḫavāṣṣı beyānındadur.” açıklamasını eklemiştir. Bu çalışmada eserde bahsi geçen panzehrin- ki bunun hangi cevher olduğu ilgili yazma eserde açıkça beyan edilmemiştir- yirmi üç şifası tasnif edilmiş, tedavilerde kullanılan adbilim unsurları (hayvan adları, bitki adları vb.) Türk dilinin söz varlığına katkıları çerçevesinde değerlendirilmiştir.
Ad verme, insanoğlunun sadece canlı veya cansız varlıkları adlandırmasıyla sınırlı olmayan kültür ögelerini adlandırmayı da içeren bir kavramdır. Kültür ögeleri içerisinde somut olmayan kültürel mirasın en temel uygulamalarından biri olan... more
Ad verme, insanoğlunun sadece canlı veya cansız varlıkları adlandırmasıyla sınırlı olmayan kültür ögelerini adlandırmayı da içeren bir kavramdır. Kültür ögeleri içerisinde somut olmayan kültürel mirasın en temel uygulamalarından biri olan gelenekler, Türk dünyasında daima nesilden nesile aktarılarak canlılığını korumuştur. Tüm Türk dünyasında en canlı biçimde takip edilebilecek türbe ve ziyaretgâhlarla ilgili geleneklerden biri, Kazakistan coğrafyasında Türkistan’a 25 kilometre uzaklıktaki Eski İkan köyünde adı ve sebebi bilinmeyen bir şekilde Yusuf Ata Türbesi’nde yaşatılmaktadır. Tarihî kaynaklarda Yusuf Ata’nın Hoca Ahmet Yesevi ile aynı dönemde yaşamasının yanı sıra onun öğrencisi ve yeğeni olduğuna dair bilgiler mevcuttur. Çalışmamıza kaynaklık eden Yusuf Ata Türbesi’nde, Yusuf Ata’ya ait olduğu bilinen mezarın yanında onun ailesine ait olduğu söylenen başka mezarlar da vardır. Türbede dikkat çeken husus sandukaların üzerine serilmiş beyaz örtülerin üstünde yer alan koç boynuzlarıdır. Bu çalışmanın amacı, sebebi ve adı bilinmeden günümüze kadar ulaşmış bu geleneğin tarihî sürecini aydınlatmaya çalışmaktır. Bu çalışmada Türk kültüründe koç ve boynuz kültüyle ilgili araştırmalardan hareketle Eski İkan köyünde bulunan Yusuf Ata Türbesi’nde yaşatılan sandukaların üzerindeki koç boynuzlarını günümüze ulaştıran geleneğin ortaya çıkış amacı tespit edilmeye çalışılmış, bu geleneğe ad verme üzerine bir deneme yapılmıştır.
Yaradılıştan günümüze insanoğlunun hayatında büyük bir ilgi alanı teşkil eden değerli ve yarı değerli taşlar pek çok bilim dalının araştırma konusu hâline gelmiştir. Antik dönemden itibaren bu alanda eserler verilmeye başlanmıştır.... more
Yaradılıştan günümüze insanoğlunun hayatında büyük bir ilgi alanı teşkil eden değerli ve yarı değerli taşlar pek çok bilim dalının araştırma konusu hâline gelmiştir. Antik dönemden itibaren bu alanda eserler verilmeye başlanmıştır. Osmanlı nesrinde özellikle Arapça ve Farsçadan tercüme edilmiş pek çok cevher-nâme vardır. Müstakil cevher-nâmeler incelendiğinde bir kısmının içerisinde “mıknatıs” ile ilgili bölümler oluşturulduğu ve mıknatısın da değerli-yarı değerli taşlar sınıfına dâhil edildiği görülmektedir. Bunun yanında çalışmamıza konu olan eser iki varaklık bir risaledir. 19. yüzyıla ait eserde mıknatıs taşının maddi ve manevi faydaları ile tesirleri anlatılmaktadır. Bu çalışma; Ankara Millî Kütüphane Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi Koleksiyonu 06 Hk 4327/3 numaralı nüshada müellifi Zeki Ali, müstensihi Şakir Şükrü Uşşakî el-Bursevî olarak verilen “Tercüme-i Havâs-ı Biberiye” adlı eserin içerisinde bulunan “Havâs-ı Mıknatıs” adlı risale hakkındadır. Çalışma dört bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde eser ve muhtevası hakkında bilgi, ikinci bölümde metnin çeviri yazısı, üçüncü bölümde sadeleştirilmiş metin, dördüncü bölümde ise sözlüğe yer verilmiştir.
Bir milletin sözlü kültüründe çok önemli bir yere sahip olan masallar; ait oldukları milletin geleneklerini, göreneklerini, örflerini, âdetlerini kısacası hayata bakış açılarını kabul ve retler kapsamında geleceğe taşıyan vasıtalardır.... more
Bir milletin sözlü kültüründe çok önemli bir yere sahip olan masallar; ait oldukları milletin geleneklerini, göreneklerini, örflerini, âdetlerini kısacası hayata bakış açılarını kabul ve retler kapsamında geleceğe taşıyan vasıtalardır. Sözlü geleneğin izlerini kadim bir coğrafyada sürdüren Kazaklar ve onların anlatıları masal türü için zengin örnekler sunmaktadır. Kazakların sözlü edebiyatı içerisinde “ertegi” şeklinde adlandırılan masallar, Kazak halkının tarihî serüvenine de ışık tutmaktadır. Olağanüstü masallar ile kahramanlık destanlarının arasında değerlendirilen “kahramanlık masalları” daha sınırlı bir konu çeşitliliğine sahip, ana temanın “kahramanlık” vurgusuna dayandığı sözlü gelenek ürünleridir. Konu sınırlılığı içinde Kazak kahramanlık masallarında, genellikle kahramanın evlilik süreci veya düşman ya da canavarlarla mücadelesi anlatılır. Bu çalışmada Kazak kahramanlık masallarında yer verilen kişiadları incelenmiştir. Kazak Türklerine ait “İki Erkek Kardeş, Akbilek Kız-Turğın Bala, Akjan Batır, Älibek Batır, Altın Aydar, Batır ile Bala, Bayğulan, Boz Atlı Boran Batır, Deldaş Batır, Duvdar Kız, Erkem Aydar, Hanşentay, Jartı Töstik, Yerden Çıkan Jelim Batır, Karaüyrek, Kerkula Atlı Kendebay, Kökjan Batır ile Ejderha, Kuyun Batır, Mamay Batırın Hayali, Nan Batır, Tumarbas Batır, Alaköz Batır, Ayualpaŋ, Suwdısalpaŋ, Tawdıtalpaŋ, Ayudäw/Ayıdev, Esekmergen, Jalğız Jigit Urpaḳtarı / Yalnız Yiğit’in Nesilleri, Jayıḳ Pen Edil / Yayık ile İdil, Jeztırnak, Ḳalabay Batır, Kara Batır, Ḳaradöŋ Batır, Mamay Batırdıŋ Armanı / Mamay Batırın Hayali, Talaspay Mergen” olmak üzere otuz beş adet kahramanlık masalı içerisinde yer alan kadın ve erkek kişiadları öncelikle “kadın” ve “erkek” adları şeklinde iki ayrı ana başlık altında tasnif edilmiş; daha sonra her ana başlık altında, anlambilimlik çerçevede alt başlıklar oluşturularak tek tek değerlendirilmiştir.
İnsanlar, dimağlarında şekillendirdikleri kabulleri ya da retleri ifade etmek için muhataplarının da ortak paydası olan terimleri kullanarak anlaşılabilir olmayı ve kalmayı her zaman tercih etmişlerdir. Böylece duygudaşlık kurdukları... more
İnsanlar, dimağlarında şekillendirdikleri kabulleri ya da retleri ifade etmek için muhataplarının da ortak paydası olan terimleri kullanarak anlaşılabilir olmayı ve kalmayı her zaman tercih etmişlerdir. Böylece duygudaşlık kurdukları kadar kendilerini de salt olarak anlatmayı başarmışlardır. Bu başarı bir insan ömründen daha uzun sürmüş ve bu şekilde oluşturulan öğretiler toplumlara miras kalmıştır. İnsanların düşüncelerini paylaşırken en önemli vasıtaları olan bedenlerinden yansımalarla teşbihi yüklemeler ve adlandırma yapmaları kaçınılmaz bir gerçektir. İnsanoğlunun öncelikle bedenini anlamlandırarak ve adlandırarak sosyal bir hayat tesis etmeye başladığı söylenebilir. Çünkü varoluş serüveninde insana sunulan ilk armağan bedenleri olmuştur. Gündelik hayatın bir parçası ve şekillendiricisi olması sebebiyle beden unsurunun zihinlerde şekillenmesi aşamasında organ adları yadsınamaz bir önem arz etmektedir. XII. yüzyılda, Türkistan coğrafyasındaki Türkler arasında önemli bir etki yaratarak onlara İslamiyet ve tasavvufun esaslarını sade bir dille anlatan Ahmed Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet’i içerik bakımından olduğu kadar dil ve söz varlığı açısından da çok önemli bir malzemeye sahiptir. Çalışmada “Dîvân-ı Hikmet”te yer alan hikmetlerdeki organ adları tespit edilerek hayatı anlamlandırma ve adlandırma geleneği üzerinde çıkarımlarda bulunulmaya çalışılmıştır.
Bir toplumun var oluşundan itibaren oluşmaya başlayan; o toplumdaki fertlerin kabul ve retlerini, gelenek ve göreneklerini, örf ve âdetlerini çoğu kez mecaza dayalı olarak anlatan sözlü kültürün en temel malzemelerinden biri olan... more
Bir toplumun var oluşundan itibaren oluşmaya başlayan; o toplumdaki fertlerin kabul ve retlerini, gelenek ve göreneklerini, örf ve âdetlerini çoğu kez mecaza dayalı olarak anlatan sözlü kültürün en temel malzemelerinden biri olan kalıplaşmış sözlere atasözü denir. Atasözleri; muhtevaları bakımından söyleyene ve dinleyene nasihat, ibret kısacası ders veren sözlerdir. Tüm Türk dünyasında atasözlerinin önemli bir yeri vardır. Çok zengin bir sözlü geleneğe sahip olan Kazak Türklerine miras kalan atasözleri de oldukça dikkat çekici niteliktedir. Bu çalışmada Kazak dili ve kültürüne ait çok renkli bir malzeme sunan 100 ciltlik “Бабалар сөзі” (Babalar Sözü) adlı eserin 65. cildinde yer alan yüz elli bir adet kadın apelyatifi ile kurulmuş Kazak atasözü, içerik ve konularına göre “Kadın ve Anneliği Konu Edinen Kazak Atasözleri, Kadını Toplum Nazarında Değerli Kılan Kazak Atasözleri, Kadını Toplum Nazarında Değersiz Kılan Kazak Atasözleri, Kadın ve Erkek Etkileşimi/İlişkilerini Konu Edinen Kazak Atasözleri, Kadın ve Kadının Ahlakını Konu Edinen Kazak Atasözleri ve Erkeğe Verilen Öğütleri Konu Edinen Kazak Atasözleri” olmak üzere altı başlık altında tasnif edilerek Kazak toplumunda kadının yeri üzerine değerlendirmelerde bulunulacaktır.
İnsan doğasının en temel ihtiyaçlarından biri olan çevreyi ve varlığı anlamlandırma, beraberinde ad ve adlandırma geleneğini getirmiştir. Yaşamın sürebilmesi için ilk aşamalardan biri olan beslenme çevresinde gelişen adlandırmalar ise... more
İnsan doğasının en temel ihtiyaçlarından biri olan çevreyi ve varlığı anlamlandırma, beraberinde ad ve adlandırma geleneğini getirmiştir. Yaşamın sürebilmesi için ilk aşamalardan biri olan beslenme çevresinde gelişen adlandırmalar ise oldukça dikkat çekicidir. Var olanı adlandırmanın yanı sıra var olandan yapılanı da adlandırarak oluşturulan yeme-içme alanındaki söz varlığı, yansıttığı kültürel ögeler açısından da oldukça zengin bir malzemeye sahiptir. Çünkü milletlerin gelenekleri, görenekleri, sosyal hayatları, üzerinde hüküm sürdükleri coğrafya kısacası tüm bu kültür ögeleri, yiyecek ve içecek adlarının oluşturulmasında belirleyici bir rol oynamaktadır. Bir milletin sosyal hayatına ait izlerin en kolay görülebildiği eserler arasında hiç şüphesiz ki edebî ürünler de yer almaktadır. Edebiyatımızda özellikle divan şairlerinin yaşadıkları döneme ait hemen her konuda bilgiye yer verdikleri divanlar ise araştırmacılar için zengin bir inceleme alanıdır.  Bu çalışmada 18.yüzyıl divan şairlerinden biri olan İbrahim Tırsî’nin Divanı’nda yer alan “yemek adları”na ait söz varlığı incelenmiştir. Çalışmanın malzemesini yalnızca yemek adları oluşturmuş, genel kapsamda “yiyecek ve içecek adları” çalışmaya dahil edilmemiştir. İbrahim Tırsî Divanı’nda yer alan toplam 55 adet farklı yemek adı; “çorbalar, et yemekleri, etli sebze yemekleri, sebze yemekleri, pilavlar, börekler, ekmek/çörek/pideler, turşular, salatalar” olmak üzere 9 alt başlık altında tasnif edilmiş ve tasnif edilen yemek adlarına ait söz varlığının günümüzdeki kullanımına da değinilmiştir. Buradan hareketle Tırsî Divanı örnekleminde, divan geleneğinde yemek adlarına ait söz varlığının nasıl kullanıldığı tespit edilmeye çalışılmıştır.
Hayvanlar, tüm toplumlarda önemli bir yere sahiptir. Türk kültüründe ise hayvanlar her daim yaşamın bir parçası olmuştur. Bu durum kültür tarihimize atasözü, deyim kısacası sözvarlığıyla yansımıştır. Türk edebiyatı eserlerinde hayvan... more
Hayvanlar, tüm toplumlarda önemli bir yere sahiptir. Türk kültüründe ise hayvanlar her daim yaşamın bir parçası olmuştur. Bu durum kültür tarihimize atasözü, deyim kısacası sözvarlığıyla yansımıştır. Türk edebiyatı eserlerinde hayvan adlarının kullanımı oldukça yaygındır. Edebiyat ürünlerinin hemen her türünde hayvan adlarının gerek gerçek gerekse mecazî anlamlarıyla yer aldığı görülür. Türk edebiyatı içerisinde önemli bir yeri olan dîvânlar, içerdikleri hayvan adları ve bunların kullanım zenginliği açısından dikkat çekmektedir. 18. yüzyıl hattat ve şâirlerinden olan İbrahim Tırsî, dîvânında, döneminin manzaralarını sunan bir şâir olarak toplumsal çevresini, günlük yaşamı ve dönemin kültürünü yansıtmıştır. Giyim kuşamdan yemeklere, günlük konuşma örneklerinden hayvan adları kullanımına kadar birçok örnek Tırsî’nin Dîvânı’nda yer almıştır. Dîvân şiirinin temel konusunu oluşturan “aşk” onun şiirinin odak noktasında yer almamış onun aksine yaşadığı devrin gündelik hayatı şiirlerinin temelini oluşturmuştur. Bu çalışmada Tırsî Dîvânı’nda geçen “282” adet hayvan adı “Kuşlar, Dört Ayaklılar, Böcekler, Sürüngenler ve Suda Yaşayanlar” başlıkları altında tasnif edilmiş, bu adların kullanım sıklıkları belirlenmiştir. Bu tespitlerden hareketle Türk dilindeki ad ve ad verme geleneğinin şiir diline nasıl yansıdığı açıklanmaya çalışılmıştır. Hayvan adlarının mecâzi ya da gerçek anlamda kullanılıp kullanılmadığı örneklerden hareketle ortaya konulmuştur. Hayvan adlarının kullanım sıklığı çalışmada belirtilmiş olup sanatçının hayatı ve yaşam çevresiyle ilişki kurulmuştur. Dîvânındaki hayvan adlarının kullanımında, Türk kültüründeki atasözü ve deyimlerden bunun yanında da argodan yararlanan şâir zengin bir sözvarlığını şiirlerine taşımıştır.
Divan şairleri, şiirlerinde çok değişik mekân unsurlarına yer vermişlerdir. Şairlerin şiirlerinde kullandıkları bu mekânların bir kısmı hayâlî, bir kısmı kutsal, bir kısmı da gerçek mekânlardır. Şeyhülislam Yahya Efendi, XVII. yüzyılın en... more
Divan şairleri, şiirlerinde çok değişik mekân unsurlarına yer vermişlerdir. Şairlerin şiirlerinde kullandıkları bu mekânların bir kısmı hayâlî, bir kısmı kutsal, bir kısmı da gerçek mekânlardır. Şeyhülislam Yahya Efendi, XVII. yüzyılın en büyük klasik şairlerinden biridir. Yahya Efendi, İstanbul Türkçesini en güzel kullanan şairlerden biridir. Dinî ve tasavvufi konulara pek ilgi göstermeyip din dışı konulara divanında yer vermesiyle bilinir. Araştırmada Şeyhülislam Yahya Efendi’nin divanında mekân unsuru olarak kullandığı kelimeler tespit edilerek sanatçının mekân coğrafyası belirlenecektir. Sanatçının kullandığı yer adlarının sanatçının hayatıyla irtibatı da araştırmada ayrıca sorgulanacaktır. Klasik edebiyat sanatçılarının, mekân kullanımında gerçekliği yansıtıp yansıtmadıkları Şeyhülislam Yahya örnekleminde irdelenecektir.
Sünbülzade Vehbi 18. yüzyıl şairlerinden olup Maraş’ta dünyaya gelmiştir. Vehbi’nin Divan, Lutfiyye, Tuhfe-i Vehbi, Nuhbe-i Vehbi, Şevk-engîz ve Münşeât’ı bilinen eserleridir. Vehbi, Arapça bilgisini “Nuhbe; Farsça bilgisini de “Tuhfe”... more
Sünbülzade Vehbi 18. yüzyıl şairlerinden olup Maraş’ta dünyaya gelmiştir. Vehbi’nin Divan, Lutfiyye, Tuhfe-i Vehbi, Nuhbe-i Vehbi, Şevk-engîz ve Münşeât’ı bilinen eserleridir. Vehbi, Arapça bilgisini “Nuhbe; Farsça bilgisini de “Tuhfe” adlı eserleriyle ortaya koymuştur. Şiirlerinde Nedim etkisi görülmekle birlikte lirizm açısından Nedim’deki coşkuyu yakalayamamıştır. Sünbülzade Vehbi’nin rindane, âşıkane şiirleri yanında hikemî tarzda yazmış olduğu şiirleri de vardır. İlmî olarak ciddi bir bilgi birikimine sahip olan sanatçının dağınık ve eğlenceye meyilli olması, seviyeli edebî ürünler ortaya koyamamasının en önemli nedenidir. Anadolu’da, Rumeli’de ve Arap coğrafyasının değişik yerlerinde idari görevlerde bulunan Sünbülzade Vehbi, geniş bir sahada ömür sürmüştür. İnsanoğlu, tabiat karşısında önce kendini daha sonra da kendi gözüyle dikkatini çeken özelliklerine göre çevresini tanımlamaya ve adlandırmaya çalışmıştır. Ad ve adlandırma insanlık tarihi kadar eski ve ona paralel olarak gelişen bir olgudur. Adıyla kendini bir başkasından farklı kılan insanoğlu, çevresini de - kullanım amacına ve işlevine göre- farklı adlandırmayı ihmal etmemiştir. İnsanlar, hem kendi adlarının hem de yeradlarının ne zaman ve nasıl meydana geldiklerini bunun yanında da anlamlarını merak ederek, önce kendi adını, daha sonra da yaşadığı bölgedeki coğrafî adları daima sorgulamıştır. Yeradlarının veriliş şeklini, anlamını ve geçirmiş olduğu değişimi inceleyen bilim dalı olan yeradbilimi (toponymie) de bu bağlamda milletlerin tarihleri, hayat tarzları ve kültürlerini aydınlatmada önemli veriler sunmaktadır. Yeradbilimin, edebi eserlerde kullanılan yer adları üzerine çalışan dalı ise yazınyeradbilim olarak bilinmektedir. Yazın yeradbilim kapsamında değerlendirilecek malzemenin en hacimli bulunduğu eserler arasında ise klasik edebiyat kültürü içinde yer alan divanlardır. Hemen her şairin divanında yer adlarını bulmak mümkündür fakat bazı şairlerin divanları yer adları bakımından oldukça zengin bir malzeme sunmaktadır. İşte bu divan şairlerinden biri de Sünbülzade Vehbi’dir. Onun divanda yaşadığı geniş coğrafyanın izlerini yer adları üzerinden sürmek mümkündür.Çalışmamızda sanatçının divanından hareketle yer adlarının listesi çıkarılarak kullanım sıklığı ortaya konulacaktır. Sünbülzade Vehbi Divanı’nda geçen yer adları: “ÜLKE, ŞEHİR VE BÖLGE ADLARI; NEHİR, DAĞ VE DENİZ-KÖRFEZ ADLARI; KUTSAL MEKÂN ADLARI; GEZEGEN, YILDIZ ADLARI ve EFSANEVİ YER ADLARI”  ana başlıkları altında listelenerek tasnif edilecektir. Vehbi’nin kullandığı yer adlarının hayatı ve edebî kişiliğiyle ilişkisi kurularak tasnifi yapılacaktır. Yer adlarının tespit edilmesi daha sonra yapılacak yer adı çalışmaları için önemli bir başlangıç olup yer adları sözlüğü için temel teşkil etmektedir.
Bilinmezi bilmek arzusuyla yaratılan insanoğlunun belki de ilk meraklarından biridir rüyalar. Bazen hayat rüyaya bazen de rüya hayata dönmektedir oysa. İşte bu döngüde gidip gelen insanoğlunun kendini keşfetmeye başladığı andan itibaren... more
Bilinmezi bilmek arzusuyla yaratılan insanoğlunun belki de ilk meraklarından biridir rüyalar. Bazen hayat rüyaya bazen de rüya hayata dönmektedir oysa. İşte bu döngüde gidip gelen insanoğlunun kendini keşfetmeye başladığı andan itibaren verilmeye başlanmış eserlerdir, tabirnameler. Milattan önceki dönemlerde Asurlular, Babilliler, Sümerler, Mısırlılar gibi uygarlıkların bu alana ait ilk eserlerin yazıcıları oldukları bilinmektedir. İnsanın rüyayı anlamlandırma merakı tarih boyunca devam etmiştir. Bu yolculukta inanç sistemlerinin oluşturduğu çerçeveler de zaman zaman sürece yön vermiştir. Örneğin İslamiyet’te rüyalar önemli bir yere sahiptir. Peygamberlerin rüyaları, kıssaları bugün herkes tarafından bilinmektedir. İslam dünyasında önemli bir yere sahip tabirnameciler bu bilinirlikte muhakkak ki etkili olmuştur. Ünlü tabirnamecilerden biri olan İbni Sîrîn ve “Düş Tabiri Cedveli” adlı eseri bu çalışmaya kaynaklık etmiştir.
17. yüzyılda Osmanlı sınırlarında tasavvuf ve tıp ilimleri üzerine el yazması eserlerin oldukça fazla kaleme alındığı bilinmektedir. Bu eserlerin çoğunun dili Türkçe olmakla birlikte Arapça yazılmış olanlara da rastlamak mümkündür. Bu... more
17. yüzyılda Osmanlı sınırlarında tasavvuf ve tıp ilimleri üzerine el yazması eserlerin oldukça fazla kaleme alındığı bilinmektedir. Bu eserlerin çoğunun dili Türkçe olmakla birlikte Arapça yazılmış olanlara da rastlamak mümkündür. Bu eserler çoğu kez içerisinde birden fazla risale bulunan ve bunlardan birinin adıyla kayıt altına alınmış niteliktedirler. Çalışmaya konu olan Ankara Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesinde Zekî Alî adına ve 1965 tarihine kayıtlı 06 Hk 4327/3 numaralı “Terceme-i Havvas Bibarîye” adlı eser de bunlardan biridir. Eserin müstensihi Şakir Şükrü Uşşakî el-Bursevî olarak yazılmıştır. Eserin içerisinde “Risāle-i Cevāhir”, “Risāle-i Biberiyye”, “Tuḥfetü’l-‘Uşşāḳī” ve “Ḫavāṣ-ı Mıḳnaṭıs” adıyla kayıtlı müstakil bölümler bulunmaktadır.
Bu çalışmada “Risāle-i Cevāhir”, “Risāle-i Biberiyye”, “Tuḥfetü’l-‘Uşşāḳī”ye ait çeviri yazı, sadeleştirme ve tıpkıbasım bölümü bulunmakla birlikte esere adını veren “Terceme-i Havvas Bibarîye” üzerine Deva Tarifleri, Deva Alanları, Deva Örnekleri, Biberiyenin Özellikleri, Dizin ve Sözlük bölümü hazırlanarak Türk dili araştırmacılarının dikkatlerine sunulmuştur. Eserin sonunda bulunan iki varaklık “Havâs-ı Mıknatıs” adlı risale çalışmanın inceleme kapsamı dışında tutulmuştur.
Bu çalışma, Muğla’nın merkez ilçesi Menteşe’de kullanılan silikyeradları (mikrotoponim) üzerine bir dil incelemesidir. Bu bağlamda yörede kullanılan silikyeradları tespit ve tasnif edilerek dil bilimi yönünden incelenmiştir. Çalışmamızın... more
Bu çalışma, Muğla’nın merkez ilçesi Menteşe’de kullanılan silikyeradları (mikrotoponim) üzerine bir dil incelemesidir. Bu bağlamda yörede kullanılan silikyeradları tespit ve tasnif edilerek dil bilimi yönünden incelenmiştir.
Çalışmamızın malzemesini Menteşe ilçesine ait 53 köyden derlenen silikyeradları oluşturmaktadır. Derleme yapılırken ilçeye ait merkezî konumdaki 13 mahalle ve kentlik adları (urbonimler) çalışmanın kapsamı dışında bırakılmıştır.
Bu çalışmanın amacı; haritalarda yer almayan yalnızca halkın hafızasında yaşayan yeradlarının unutulmasını, kaybolmasını önlemek maksadıyla onları kayıt altına alarak Menteşe yöresindeki yeradı verme kültürünün ortaya çıkartılmasını sağlamaktır.
Silikyeradları; yalnızca, herhangi bir yörede yaşayan halkın hafızasında bulunan, yöreye ait ayrıntılı haritalarda dahi yer almayan adlardır. Bu sebeple çalışmada derleme yöntemi kullanılmıştır. Yeradlarının derlenmesi için Muğla’nın Menteşe ilçesi ile ona bağlı idarî birimler ayrı ayrı gezilerek kaynak kişilerle yapılan mülakatlar neticesinde çalışmaya kaynaklık edecek malzeme derlenmiştir. Seçilen kaynak kişilerin yöreye ve coğrafyaya hâkim oldukları düşünülen avcı, çoban gibi kişiler olmasına dikkat edilmiştir. Yapılan mülakatlar hem fotoğraf makinesi hem ses kayıt cihazı hem de zaman zaman kamera vasıtasıyla kayıt altına alınmıştır. Çalışmanın ilk aşamasını sahada yapılan derleme çalışması oluşturmuştur.
Kuzey-Doğu Türkçesinin bir kolu olarak ortaya çıkan ve 15. Yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Türkistan coğrafyasında kullanılan yazı dili, “Çağatay Türkçesi” olarak bilinmektedir. 15 ve 20. yüzyıllar arasında Türk dünyasında kullanılan iki yazı... more
Kuzey-Doğu Türkçesinin bir kolu olarak ortaya çıkan ve 15. Yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Türkistan coğrafyasında kullanılan yazı dili, “Çağatay Türkçesi” olarak bilinmektedir. 15 ve 20. yüzyıllar arasında Türk dünyasında kullanılan iki yazı dilinden biri olan Çağatay Türkçesi; Karadeniz, Kafkas Dağları ve Hazar Denizi’nin doğusundaki Türkler tarafından kullanılmıştır. Ali Şir Nevâyî ile birlikte edebî dil hâline gelen Çağatay Türkçesi aynı zamanda resmî yazı dili ve diplomasi dili olarak da 20. yüzyıla kadar kullanılmaya devam etmiştir. Türk dilinin çok önemli bir evresini oluşturan bu yazı diliyle yazılmış eserler hem dil bilgisi hem de muhteva açısından dikkat çekmektedir. Bu eserlerde dikkat çeken başka bir husus ise “Türkistan” adlandırmasıdır.

Bu çalışmada Çağatay Türkçesinin Klasik Öncesi Dönem, Klasik Dönem, Klasik Sonrası Dönem temsilcileri tarafından kaleme alınmış eserlerde geçen “Türkistan” adı ve kavramı üzerinde durulmuştur. “Türkistan” adının hangi kelimelerle birlikte ve nasıl kullanıldığı, “Türkistan” kavramının hangi coğrafyayı karşıladığı tespit edilmeye çalışılmıştır. Böylece Çağatay Türkçesini temsil eden tarihî süreçte “Türkistan” adıyla karşılanan coğrafya ve kavram alanı belirlenmeye çalışılmıştır.
Tarih boyunca hüküm sürdüğü geniş coğrafyada pek çok milleti egemenliği altında tutmayı başarmış Kazan Tatar Türkleri, bugün her ne kadar Rus hâkimiyeti altında olsalar da, zengin Tatar kültürünü tüm renkleriyle yansıtmaya devam... more
Tarih boyunca hüküm sürdüğü geniş coğrafyada pek çok milleti egemenliği altında tutmayı başarmış Kazan Tatar Türkleri, bugün her ne kadar Rus hâkimiyeti altında olsalar da, zengin Tatar kültürünü tüm renkleriyle yansıtmaya devam etmektedir. 1917 yılında gerçekleşen Sovyet Devrimi öncesinde Rusça kaynaklara işlenmiş kültür ögelerinin varlığı da bu durumun en belirgin vesikalarındandır. Venera Falakhova’nın 2020 yılında yüksek lisans tezi olarak tamamladığı ve 2021 yılında kitap hâlinde yayımlanan çalışması Kazan Tatar Türklerinin Geçiş Dönemleri (Çarlık Döneminin Rusça Kaynakları Temelinde)nde yazar, Çarlık Rusya’sı döneminin Rusça kaynaklarında kayıtlı “geçiş törenleri, halk inanışları, dinsel büyüsel inançlar”ı tespit ederek açıklamaktadır. Halk biliminin alan araştırması metot ve yöntemleri kullanılarak hazırlanan bu eser, metin merkezli bir çalışmadır.
İnsanoğlu var olduğu andan itibaren bilinmeyen her şeyi bilinir kılma merakı ile hareket etmiş ve bu sürecin bir parçası olarak da hem dar hem de geniş anlamıyla dünyasına ad vermeye başlamıştır. Ad ve adlandırma bir insan topluluğunu... more
İnsanoğlu var olduğu andan itibaren bilinmeyen her şeyi bilinir kılma merakı ile hareket etmiş ve bu sürecin bir parçası olarak da hem dar hem de geniş anlamıyla dünyasına ad vermeye başlamıştır. Ad ve adlandırma bir insan topluluğunu ayrıcalıklı, onun sahip olduğu tüm maddî ve manevî birikimi görünür kılan bir gelenektir. Ad verme geleneği etrafında yapılan adlandırmalar araştırmacılar için ait olduğu toplumun örf, âdet, gelenek, görenek, inanç, coğrafya, iklim, bitki örtüsü kısacası yaşam tarzına ait çok zengin bir malzeme sunmaktadır. Bu malzeme içerisinde kişi adlarından yeradlarına kadar uzanan yolda toplumların tarihî süreçlerine ışık tutacak bilgilere de ulaşmak mümkün kılınmaktadır. Çevremizde algılayabildiğimiz her şeyin adını konu edinen adbilim içerisinde; boy, sülale, halk, millet adlarının ortaya çıkışını, anlamını, yapısını ve tarihî süreçteki yerini inceleyen kökadı bilimi önemli bir yere sahiptir. Ad bilimin en temel inceleme alanlarından biri olan özel adların (onim) bir kolu olan kökadları (etnonim); bir yerleşim yerinin etnik stratigrafisini görmek, tarihî hareketliliği, göç ve yerleşme stratejilerini tespit edebilmek için önemli veriler sunmaktadır. Kökadları içerisinde değerlendirilen ve soyu ifade eden sülale adları çalışmamızın odak noktasını oluşturmaktadır. Bu çalışmada Muğla ili Esençay Mahallesi’nde kullanılan kökadları üzerinde bir tasnif ve değerlendirme yapılmıştır. Esençay’dan derlenen “48” adet sülale adı kelime-anlambilimlik ve yapıbilimlik olmak üzere iki temel alanda tasnif edilmiştir.
Алишер Навоий Чиғатой туркчасининг энг муҳим ва ўз даврига кучли таъсир ўтказган шоиридир. Даврининг бошқа шоирларидан фарқли форсча ўрнига Туркий тилда ёзишни танлайди. Туркий тилнинг бойлигини кўрсатиш мақсадида турли мавзуларда... more
Алишер Навоий Чиғатой туркчасининг энг муҳим ва ўз даврига
кучли таъсир ўтказган шоиридир. Даврининг бошқа шоирларидан фарқли форсча
ўрнига Туркий тилда ёзишни танлайди. Туркий тилнинг бойлигини кўрсатиш
мақсадида турли мавзуларда ёзган ўттиздан ортиқ асари маълум бўлган
шоирнинг йигирма беш ёшига етгунига қадар ёзган шеърларидан тўпланган бир
девони бор. Бу ишимизнинг ҳам обектини Алишер Навоийнинг илк девонидаги
434 та ғазал ташкил этади.
Бадиий асарлар тарихий асар сифатида қабул қилинмаса ҳам, улар тарихга
машъала тутган жуда муҳим манбалардир. Бу манбалар орасида ер олган
девонлар эса даврининг ҳам адабий ҳам сиёсий ҳаётида муҳим бўлган
маълумотларга эга бўлишимизда муҳим манбадир. Чиғатой ёзув тилини адбиёт
тили ҳолига келтирган шоир навоийнинг девони тарихий исмлар нуқтайи
назаридан бой бир маълумотлар бермоқдадир.
Бу ишимизда ҳам Навоийнинг илк девонида жой олган диний исмларнинг
матнда қўлланилиши юзасидан семантик тасниф ва айрим баҳолашлар
кўрсатилади.
Adbilimi çalışmaları içerisinde, yeradbilimi çalışmaları çok büyük bir öneme sahiptir. Yaşadığı coğrafyayı adlandırma ihtiyacı duyan insanoğlu bunu yaparken gördüğü, işittiği, hissettiği kısacası duyuları vasıtasıyla edindiği bilgilerin... more
Adbilimi çalışmaları içerisinde, yeradbilimi çalışmaları çok büyük bir öneme sahiptir. Yaşadığı coğrafyayı adlandırma ihtiyacı duyan insanoğlu bunu yaparken gördüğü, işittiği, hissettiği kısacası duyuları vasıtasıyla edindiği bilgilerin yanında gelenekten yararlanmıştır. Bu sebeple yaşanılan coğrafyaya verilen adlar hem tarihin hem de kültürün izlerini taşımaları açısından zengin bir malzemeye sahiptir. Bu çalışmada, İzmir ili Bergama ilçesindeki 137 köyadı (komonim) kelime-anlambilimlik açıdan sınıflandırılmıştır. Sınıflamada “İnsan ve İnsan Faaliyetleriyle Coğrafi Nesneler Arasındaki Bağı Doğrudan Yansıtan Yeradları” ve “İnsan ve İnsan Faaliyetleriyle Coğrafi Nesneler Arasındaki Bağı Dolaylı Yansıtan Yeradları” ana başlıkları altında alt başlıklar oluşturulmuştur. Çalışma sınıflandırılan köyadları arasında “önad, soyadı ve lakaplarla kurulmuş olanlar dikkat çekici ölçüde fazladır. Bunun yanı sıra “yerin konuma bağlı” oluşturulan yeradları da çokça kullanılmıştır. “Sindel, Eğiller, Ferizler, Gaylan” gibi anlamı ve kaynağı açıklanmaya muhtaç adlandırmalar de mevcuttur. Çalışma sahası olarak seçilen Bergama, İzmir’in ilk UNESCO Dünya Mirası yerleşimidir. Pek çok açıdan ilklere sahip olan Bergama, Madra ve Yunt Dağları’nın çevrelediği Bakırçay Havzası’nda kurulmuş bir tarih kentidir. 1875 yılında İzmir’e bağlanan Bergama şu an yüz ölçümü bakımından İzmir’in en büyük ilçesidir. Çalışma alanı olarak “Bergama”nın seçilme nedeni ise stratigrafik yapısının çok katmanlı olmasıdır.  Antik Çağ’dan itibaren Beylikler Dönemi, Osmanlı Dönemi ve günümüze değin pek çok medeniyete ev sahipliği etmesinin izleri Bergama’daki köylerin adlandırılmasında da görülmektedir. Yeradbilimi kapsamında yapılan/yapılacak çalışmalar sonucunda Türklerin tarihî süreçte benimsedikleri gelenek, görenek ve ananelerin yanı sıra kökenbilimlik köklere bunlar vasıtasıyla da göç ve yer değiştirme yönlerine daha fazla ışık tutmak mümkün olacaktır.
Adlandırma, var olana ad verme geleneği insanlık tarihi kadar eskidir. Çevresindeki hemen her şeyi kullanım amacı doğrultusunda adlandıran insan, çoğu kez de bu adlandırmaların nasıl yapıldığını, kökenlerini ve anlamlarını... more
Adlandırma, var olana ad verme geleneği insanlık tarihi kadar eskidir. Çevresindeki hemen her şeyi kullanım  amacı  doğrultusunda  adlandıran  insan,  çoğu  kez  de  bu  adlandırmaların  nasıl  yapıldığını, kökenlerini ve anlamlarını merak etmiştir.Yeradlarının veriliş şeklini, anlamını ve geçirmiş olduğu değişimi inceleyen bilim dalına yeradıbilimi (toponymie)  denmektedir. Silikyeradları  ise  1/100000  ölçekli  haritalarda  dahi  bulunmayan,  halkın hafızasında  ve  ağızlarda  yaşayan  tüm  yeradlarını  tarif  etmek  için  kullanılmaktadır.  Bu  adlar  sözlü dilde, yöresel ağızlarda varlığını sürdüren adlardır. Bu sebeple ölüm ve göçler sonucunda  yok  olma tehlikesi taşımaktadır. Tespitleri derleme yöntemiyle yapılabilen bu yeradlarının kayıt altına alınmaları gerek  sözvarlığının  gerekse  de  kültürel  mirasın  korunması,  aktarılması  için  büyük  önem  arz etmektedir.Yeradları toplumların, milletlerin sosyal ve kültürel hayatları hakkında bilgi vermeleri açısından önem taşımaktadır.  Toprağı  kendisine  vatan  yapan  insanın  ona  verdiği  ad  ile  duygu  dünyası,  geçmiş yaşantıları, kültürel mirası, kabul ve retleri arasında sıkı bir bağ vardır.Milletler;  ad  verme geleneğinde adların görünüş ve tür özelliğini belirlemede renk, bitki, kişi, kök, sayı,  hastalık  ve  hayvan  adları  gibi  temel  unsurları  kullanmışlardır.  Bunların  her  biri  o  millet  ve coğrafya  hakkında  önemli  ipuçları  taşımaktadır.  Örneğin:  Kökadlarıylakurulmuş  yeradları,  o coğrafyanın tarihî süreçteki misafirleri hakkında bilgi vermektedir. Adlandırma kültüründe önemli bir yeri olan hayvan adları ise yaşam alanının iklimi, bitki örtüsü, coğrafyası ve halkın geçim kaynakları, yaşam şartları üzerinde değerlendirmeler yapılabilmesine imkân sağlamaktadır.Bu  çalışmada  Muğla  iline  bağlı  merkez  mahallelerdeki  hayvanadlarıyla  kurulmuş  silikyeradları incelenmiştir. Derleme yöntemiyle tespit edilen silikyeradları öncelikle “Evcil Hayvanlar” ve “Vahşi Hayvanlar” la kurulmuşsilikyeradları ana başlıklarıyla tasnif edilmiştir. Daha sonra ise adlandırmaların anlam bilgilik incelemesi yapılmış ve kullanım sıklıkları belirlenmiştir. Yapılan tespitlerden hareketle bölgenin coğrafyası ve kültürüyle adlandırma geleneği arasındaki bağ değerlendirilmiştir.
Var olanı ad verme geleneği insanlık tarihi kadar eskidir. Çevresindeki canlı ve cansız varlıları kullanım amaçları, şekil özellikleri, renkleri gibi özelliklerine bakarak adlandıran insanoğlu coğrafyayı adlandırırken de benzer eğilimler... more
Var olanı ad verme geleneği insanlık tarihi kadar eskidir. Çevresindeki canlı ve cansız varlıları kullanım amaçları, şekil özellikleri, renkleri gibi özelliklerine bakarak adlandıran insanoğlu coğrafyayı adlandırırken de benzer eğilimler göstermiştir. Adlandırma geleneği içerisinde özel bir inceleme alanı olan yeradları ait olduğu milletin kültürünü ve karakterini yansıtması açısından büyük bir öneme sahiptir. “Silikyeradları” ifadesi ise çok ayrıntılı haritalarda (1/100000) dahi yer almayan halkın hafızasında yani ağızlarda yaşayan yeradlarının tümünü içermektedir. Bu çalışmada Muğla ili merkez köylerinden biri olan “Göktepe” köyünden derleme yöntemiyle elde edilen silikyeradları “Silikyeradlarının Türleri” ve “Silikyeradlarının Kelime-Anlam Bilgilik İncelemesi” başlıkları altında tasnif edilmiştir. Yapılan tasniften hareketle köyün ad verme geleneği ortaya konmaya çalışılmıştır.