Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
Cengiz Aytmatov'un romanları içinde Kassandra Damgası'nın ayrı bir yeri vardır. Neredeyse tüm yazarlık faaliyetlerini Kırgız kültür ve mitolojisine vakfetmiş olan Aytmatov bu romanıyla Batı mitolojisindeki bir motiften hareketle evrensel... more
Cengiz Aytmatov'un romanları içinde Kassandra Damgası'nın ayrı bir yeri vardır. Neredeyse tüm yazarlık faaliyetlerini Kırgız kültür ve mitolojisine vakfetmiş olan Aytmatov bu romanıyla Batı mitolojisindeki bir motiften hareketle evrensel problemlere yönelmiştir. Truva prensesi Kassandra'nın kehanet lanetinden hareketle insanlığın geleceğine dair öngörülerde bulunulan roman bir tür "karşı ütopya" (disütopya) niteliği taşır. Eserde, hâlihazırda dünyanın karşı karşıya olduğu; neredeyse çözümü imkânsız büyük problemlere atıfta bulunulur. Nükleer silah denemeleri, çevre kirliliği, uyuşturucu bağımlılığı, AİDS ve benzeri salgın hastalıklar, açlık, ırkçılık, kitlesel cinayetler ve sosyo-ekonomik krizler gündelik hayatta yarattığı kaosun ötesinde insan doğasını ve dünyevi yaratılışı bozan bir mahiyet almıştır. Bu kaosu gören embriyolar anneleri üzerinden topluma bir mesaj göndererek dünyaya gelmek istemediklerini belirtmektedirler. İlk bakışta oldukça uçuk gibi görünse de "kolektif bilinçdışı" ve "arketip" olgusu esas alındığında bunun pek de yadsınamayacağı anlaşılmaktadır. Zira, kolektif bilinçdışı türümüze ait ruhsal bir gerçekliktir ve bunun yaşla, büyümeyle, bilinçle ilgisi yoktur. Bu noktadan bakıldığında "embriyonun kehaneti" insan türüne ait bir özelliğin dışavurumundan ibarettir. Roman kahramanları Filofey ve Bork bu gerçekliği dile getirdikleri için Kassandra'nın uğradığı lanete benzer bir cezalandırılmaya maruz kalırlar. Mitolojinin ilksel; saf insana dair sırları taşıdığının bilincinde olan yazar Yunan mitolojisindeki bir unsuru arketipsel bir değerle bütünleştirerek edebî metnin evrensel düzeydeki okuyucularla özdeşlik oluşturmasını sağlamıştır.
Büşra BOZA " Yedinci sanat " (resim, heykel, mimari, dans, şiir ve müzik ilk altısıdır) olarak bilinen sinemanın edebiyatla ilişkisi senaryosunun edebî metin oluşu dolayısıyladır. Türk sinemasının gelişme sürecinde senaryo ihtiyacını... more
Büşra BOZA " Yedinci sanat " (resim, heykel, mimari, dans, şiir ve müzik ilk altısıdır) olarak bilinen sinemanın edebiyatla ilişkisi senaryosunun edebî metin oluşu dolayısıyladır. Türk sinemasının gelişme sürecinde senaryo ihtiyacını karşıladığı temel kaynakların başında yerli romanlar gelir. Türk romanın 1930-1980 sürecindeki en üretken kollarından birini oluşturan " köy romancılığı " Türk sinemasını da en çok besleyen damar olmuştur. Bu damara bağlı filmler köyün iktisadi, toplumsal, geleneksel sorunlarını ele alan, senaryoları uyarlamalara veya köy kökenli edebiyatçıların romanlarına ait olan filmlerdi. Bu filmler köy hayatına ideolojik bir tutumla yaklaşan zenginin daima kötü; fakirin her şartta iyi gösterildiği filmlerdi [1]. Bu anlayış, toplumcu gerçekçiliğin yansımasıydı. Toplumcu gerçekçilik kısaca, Marksist ideolojinin sanata yansımasıdır. Dünyada da oldukça yaygın olan bu akım bizim edebiyatımızda 1930'lu yıllardan itibaren bilhassa şiir, roman ve hikâye türlerinde yaygın olarak kullanılmıştır. Sınıf çatışması esaslı bu anlayış emek-sermaye çatışmasını ezen-ezilen, zengin-yoksul, ağa-köylü, patron-işçi bağlamında somutlaştırmış olup öncülüğünü Nazım Hikmet, Reşat Enis, Sadri Ertem, Sabahattin Ali gibi şair ve yazarlar yapmıştır. Onları takip eden ünlü isimler arasında ise Talip Apaydın, Fakir Baykurt, Orhan Kemal, Kemal Tahir ve Yaşar Kemal gibi yazarlar gelir. Fakir Baykurt'un 1954 yılında yayımlanan Yılanların Öcü adlı romanı Türk edebiyatında bu tür eserlerin en çok bilinenlerindendir. Köy Enstitüsünden yetişme yazarlardan olan Baykurt, köy hayatının içinden gelen bir sanatçı olarak iyi tanıdığı bir çevrenin problemlerini toplumcu gerçekçi çerçevede ele almıştır. Toplumcu gerçekçi eserlerin ana temi olan ezen-ezilen çatışması bu eserin de ana problemini oluşturur. Kara Bayram; anası Irazca, karısı Haçça ve üç çocuğuyla Karataş Köyü'nde yaşamaktadır. Güç bela alıp, borçlarını ödedikleri topraklarında çalışırlar. Aşağı mahalleden Deli Haceli ise rutubetli evinden kurtulmanın planlarını yapar. Köyün muhtarı, Haceli'ye Bayram'ın evinin önündeki boş araziyi usullere uygun olmayarak satar. Komşusu Ağali, Haceli'nin durumunu Bayram'a anlatır. Ertesi gün Haceli, temel kazmak için Bayram'ın evinin önüne gelir. Irazca, Bayram'ın başına iş gelmemesi için onu olaylardan uzak tutar; Haceli ile tek başına mücadele etmeye başlar. Ev halkını örgütleyerek kazılan temeli doldurtur. Muhtar bir gece köylüyü kahveye çağırır, şehirde yapılacak heykelin parasının karşılanması için köydeki bazı arazilerin satılmak zorunda olduğunu söyler. Bayram'ı arazi konusunda tehdit ederler. Bayram duruma kendisinin karşı olmadığını, annesinin karşı çıktığını dile getirir. Haceli'nin karısı Fatma; Irazca'ya Bayram'dan hoşlandığını belli eder. Irazca da intikam için Bayram'ı Fatma'nın koynuna sokar. Aynı gece Irazca, Haçça ile torununu yanına alarak Haceli'nin döktürdüğü kerpiçleri kırarlar. Haceli ve muhtar boş durmaz; kaymakamın gelişine hazırlık için Bayram'ın kuzusunu çalarlar. Kuzuyu çalmaya gelen Haceli kerpiçlerin parçalandığını görür, Bayram'ın evine saldırır. Hamile olan Haçça'nın beline vurduğu taş ile çocuğunu düşürmesine sebep olur. Bayram Haceli'yi döver. Muhtar da Bayram'ı evine çağırtarak onu iyice dövdürtür. Irazca, kaymakam köye varmadan olayları anlatır. Kaymakam köye geldiğinde muhtara yüz vermez, temellerin doldurulmasını emreder. Ortaya çıkanlar muhtar ve Haceli'yi korkutur, kendilerini aklamaya çalışırlar. Bayram, muhtar ve Haceli'ye zararını ödetip barışma taraftarı olsa da Irazca buna karşı çıkar. Bu arada Bayram'ın teyzesi yılanlar tarafından sokulmuştur. Ruhsal bunalıma giren Irazca geçmiş ve geleceğin iç içe olduğu hayaller görür. Roman Irazca'nın yılanlarla yılmadan mücadele edilmesini isteyen cümleleri ile son bulur. Romanda dikkat çekici bir simgesel öge vardır: yılan. Arketipsel bir figür olan; " Türk kültür coğrafyasında ev iyesi, öy üyesi gibi adlandırmalarla anılan bir yılan motifi " [2] kimi zaman " evin sahibi " , kimi zaman bu romanda olduğu gibi kötülük simgesidir. Irazca ve ailesinin yılanlarla olan mücadelesi, onların yılan gibi insanı sokan zalim güçlülerle yaptığı mücadeleyi temsil eder.
Research Interests:
Özet Radyo tiyatrosu, tiyatronun özel bir türüdür; tarihi radyo yayıncılığının başlangıç yıllarına kadar uzanır. Bu oyunlar sadece işitseldir. Bu oyunların radyo yayının bulunduğu her yere ulaşabilmesi görsel tiyatroya göre en büyük... more
Özet Radyo tiyatrosu, tiyatronun özel bir türüdür; tarihi radyo yayıncılığının başlangıç yıllarına kadar uzanır. Bu oyunlar sadece işitseldir. Bu oyunların radyo yayının bulunduğu her yere ulaşabilmesi görsel tiyatroya göre en büyük avantajıdır. Ayrıca, işitsel oluş, bu duyusunu yitirmemiş her insana hitap etme imtiyazı da sunar. Bu avantajlar sebebiyle televizyonun ve diğer görsel iletişim araçlarının hayatımıza hükmetmeye başladığı iki binli yıllara kadar radyo tiyatrosu her kesimden dinleyicinin beğeni ile dinlediği çok yaygın bir tür olmuştur. Şair Behçet Necatigil bu türde birçok eser kaleme kalmış; bunların bir kısmı metin olarak basılıp yayımlanmıştır. Bu oyunlardan biri " Yıldızlara Bakmak " başlığını taşır. Gündelik hayatın koşuşturmacaları ve sorumluluğu taşınan insanların beklentileri yüzünden kendi arzularını yerine getirememiş; kendi isteklerini sürekli ertelemiş bir insanın bir gün bu durumun farkına varmasının öykülendiği metinde psikolojik bir çatışmanın dışa vurumu yansıtılmıştır. Eserin olay örgüsü düzeninde mitolojik metinlere benzer bir yolculuk sistematiği oluşturulduğu gözlemlenmiştir.
Güfte " nin çakmasına " şarkı sözü " denir. Güfte, müzik eşliğinde söylenen şiir demektir; şarkı sözü hazır beste için üretilmiş ucuz söz kümesi… Şarkı sözü, şiirden " pop kültürü " çağında uzaklaştı. Oysa, ikiz kardeş olarak doğan ve... more
Güfte " nin çakmasına " şarkı sözü " denir. Güfte, müzik eşliğinde söylenen şiir demektir; şarkı sözü hazır beste için üretilmiş ucuz söz kümesi… Şarkı sözü, şiirden " pop kültürü " çağında uzaklaştı. Oysa, ikiz kardeş olarak doğan ve gelişen şiirle müzik daima birbirinin gölgesinde yaşadı. Bir şeyin " sayesinde " olmak; olumlu bir anlam taşır; " saye " gölge demektir. Şiir müziğin; müzik şiirin sayesinde yaşayakaldı. Yunus nefesleri de, Köroğlu koçaklamaları da, Karacaoğlan güzellemeleri de, Nedim şarkıları da, Fuzûlî gazelleri de müzik sayesinde zirveye ulaştı. Pop kültürü, ucuzluk demektir. Pop müziğin şarkı sözleri de bu ucuzluğa maruz kaldı. Bu ayağa düşürülmeye karşı duran Barış Manço, Cem Karaca gibi ustaları Sezen takip etti; güfteyi " şarkı sözü " nden " güfte " ye yükselterek ikiz kardeşleri yeniden buluşturdu. Üç kuşağın Sezen tutkusunun kaynağı müzik ve şiirin kavuşmasının verdiği coşkudur… " Şiirsiz hayat düşünemiyorum " diyen Sezen, pop müziğin yolunu aydınlatan güçlü bir ışık olmuştur…