Sema Yılmaz Genç

İktisadın bir bilim dalı olarak ortaya çıktığı tarihten günümüze dek politik iktisada katkı sağlayan çok sayıda düşünür olmuştur. Bu itibarla, iktisat disiplininin temellerini oluşturan Adam Smith ve onunla aynı dönem yaşayan düşünürlerin katkıları büyük bir önem arz etmektedir. Bu bağlamda, 18.yüzyılda İskoçya'da başlayan ve yaklaşık yüz yılı kapsayan, entelektüel ve bilimsel gelişmelerin yaşandığı İskoç aydınlanması özellikle incelenmesi gereken birdönemdir. Bu çerçevede çalışmanın amacı, İskoç aydınlanmasının politik iktisadın gelişmesindeki rolünü incelemektir. Ayrıca çalışmada, bu aydınlanma hareketinin öne çıkan düşünürlerinin politik iktisat disiplinine katkısına değinilmiştir.

Islamic finance has seen a surge globally since its inception in the
modern economic systems during the last 40 years. Sudan became the
first Islamic country to adopt Sharia laws to offer banking that was
free of Riba or interest. Iran remains the only country with 100%
Islamic Financial modelled economy (IFSB Report 2018). The
Kuwaiti government in late 1970’s asked Baqir Al-Sadr to propose an
Islamic Banking infrastructure for the oil rich nation to better manage
its economic resources. Tragically, Baqir Al-Sadr was executed by
Saddam Hussain in Rajab 1981, depriving the world of a scholar par
excellence. Baqir Al-Sadr’s work Iqtisaduna has no parallel in the
modern economic works, in that he expounds the Marx Socialist
economics and Adam’s Capitalist Economic Theories in the light of
the Divine Laws of Natural Justice, Al Quran.

From the beginning people seeking fundamental rights which they have from existing, had to face struggle with tyranny. End of the long process in the idea of human rights, people reached very fundamentally right those still continued to evolve. The personal data of individuals has been at the centre of international law since the 1940’s Universal Declaration of Human Rights (UDHR) by the United Nations (UN). Those rights were intertwined with other personal rights asserted in the UDHR. The European Union (EU) is a unique social example of an entire Continent coming together to form a community. The EU Law is a supranational
law that has supremacy over the municipal laws of the EU Member States. EU has been at the forefront of legislating laws that concern human dignity and rights. The Charter of Rights (CFR) of the EU under Article 8, defines personal data as a fundamental human right. The European Convention ECHR recognizes personal data right as part of personal freedoms.EU General Data Protection Regulation (GDPR) came into force in May 2018. It has been transformative since it’s coming into force. This paper highlights the transformative nature of the GDPR under the Case Law of the European Courts. The paper also considers data protection rights under the broader concepts of identity and citizenship.

To have an uninterrupted growth performance of participation banks may be only possible by sustainable development strategies that are consistent with market dynamics. Investigating the reasons why customers prefer these institutions, what their expectations are, and analyzing the data obtained from these researches are critical in developing strategies. Comprehensive field research covering all provinces of Turkey which aims to determine the reasons for customer preference of participation banks may provide policy implications for the policymakers. As the first step towards carrying out such research, it was aimed to investigate the reasons for preferring participation banks in Kocaeli province. In the study, the required data were collected and analyzed with the help of quantitative and qualitative research methods. Firstly, an in-depth interview method was applied in qualitative research to obtain the data from 12 customers working with participation banks in a long period of time. Secondly, the questionnaire method was used to collect data from a wider customer sample regarding the factors that are important for working with the participation banks. 407 questionnaires were analyzed and interpreted. 5 main factors, such as religious factors, service quality variables, social environment effect, financial variables, and marketing mix variables were found to be effective in preferring participation banks. The findings of this exploratory study are consistent with

Thorstein Bunde Veblen düşünce dünyası, fikirleri ve kişiliğiyle farklılıklar yaratan bir bilim adamı olmuştur. İktisat ve sosyoloji alanında katkı sağlamıştır. Marksist olmayan görüşleriyle kapitalist sistemi eleştirmiştir. Gösterişçi tüketim kavramını ilk kullanan iktisatçıdır. Veblen evrimci iktisat düşüncesine sahiptir. İktisadın evrimsel bir temelde “Post Darwinci” bir bilim olarak yeniden kurulması gerektiğini söylemiştir. Veblen’in yerleşik iktisat geleneğine yönelik ciddi eleştirileri olmuş ve Neoklasik iktisadın evrimsel anlayıştan uzak olarak nitelemiştir ve iktisadı Darwin öncesi bilimler gurubunda değerlendirmiştir. Kurumsal iktisadın oluşmasında büyük katkısı olmuştur. Kurumları, geçmişten gelen yerleşik düşünce alışkanlıklarının toplamını yansıtan ve bireylerin eğilimlerini, tercihlerini ve değerlerini biçimlendiren önemli bir unsur olarak ifade etmiştir. Bu çalışmada kısaca, iktisadi düşünce açısından önemi bir isim olan Thorstein Bunde Veblen hakkında genel bir değerlendirme yapılacaktır.

Neoklasik Paradigma, iktisat öğretisinde geleneklere ve genel kabul görmüş uygulamalara dayanan Ortodoks düşüncenin temelini oluşturmaktadır. Bu çalışmada Neoklasik paradigmanın “iktisadı” kasvetli bir bilim olarak nitelendirilmektedir. İlk kez 1849 yılında
İskoçyalı tarihçi Thomas Carlyle tarafından iktisat için kullanılan “kasvetli bilim” tanımlaması çalışmada Neoklasik paradigmanın karmaşık, çelişkili, anlaşılmaz ve gerçeklerden soyut olmasının bir eleştirisi olarak kullanılmaktadır. Bir asrı aşkın bir süredir iktisat öğretisinde hakimiyetini sürdüren Neoklasik paradigmaya yöneltilen ciddi eleştiriler bu nitelendirmenin nedenidir. Matematiği iktisadi olayları açıklamada araç değil amaç haline getirmesi, iktisadın toplumsal, kurumsal ve tarihsel yönünü ihmal etmesi, ütopik tam rekabet piyasası varsayımlarına bağlılığı, karar alma sürecinde risk ve belirsizlikleri göz ardı etmesi bu eleştiriler arasındadır. Bu bağlamda Neoklasik paradigmanın günümüz iktisadi sorunlarına çözüm üretememesi ve iktisadi gerçeklikten uzaklaşmış olması yadsınamaz bir gerçektir. Bu çalışmanın temeli yirminci yüzyılda yaşamış iktisadi düşünce tarihinin en önemli kuramcılarından biri İtalyan iktisatçı Piero Sraffa’nın Alfred Marshall özelinde Neoklasik paradigmanın eleştirisidir.

Bu makalenin amacı ekonomik hayatta insan faktörünün ve iktisat sosyolojisinin önemini gündeme getirmektir. Günümüzde ülkelerin yaşadığı iktisadi krizler alışılagelmiş yöntemlerle çözülememektedir. Üçüncü bir yol arayışının yeniden gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Adolf Hitler’in baskı rejimine dönüşen, Milliyetçi Sosyalizm akımının en önemli muhaliflerinden, Prof. Dr. Wilhelm Röpke ülkesini terk etmek zorunda kaldı. 19331937 yıllarında İstanbul Üniversitesi’nde akademik çalışmalarına devam etti. Türkiye’de iktisadi gelişimin sağlanması için “Devletçilik” ilkesinin benimsenmesini desteklemiştir. Ekonomik ve Sosyal Hümanizm” anlayışı ile Alman Neoliberalizmine önemli katkılar sağladı. Sosyal piyasa ekonomisinde ideal toplum anlayışının etkisini vurguladı. Devlet piyasa düzeninde etkin olması gerekmektedir. Özel sektör, monopollerin ve kamu iktisadi kurumlarının rekabetine karşı yasalar yardımı ile korunmalıdır. Liberal ekonomilerin varlığını sürdürebilmesi için sosyal politikaların geliştirilmesi gereklidir.

Gelişen ekonomilerde, sosyoekonomik ve toplumsal alanlarda yaşanan dönüşümün yeni kaynağı teknolojik gelişmedir. Son yıllarda artan teknolojik gelişmeler bu süreci karmaşık bir boyuta taşımıştır. Günümüz toplumlarının küresel düşünce ağı çerçevesinde bu gelişmeleri ölçeklendirip sosyoekonomik yaşama yansıtmasının zamanı gelmiştir. Yeni ekonomi olarak da algılanan bu süreç, küreselleşme sonrası ortaya çıkan deneyimlerin dikkatlice incelenmesine ve sebep sonuç ilişkilerinin değerlendirilmesine olanak sağlamıştır. Özellikle gelişmiş ülkelerde başlayan bu deneyim, bilgi teknolojilerinin ve iletişim ağının gelişmesine yardımcı olurken, diğer taraftan ülkeler arası küresel rekabeti dönüştürerek uluslarüstü firma rekabetinin önünü açmıştır. Dünya ekonomisinde yaşanan bu hızlı değişim sonrasında küresel rekabete yeni bir boyut kazandıran teknolojik gelişmelerin, ekonomik kuralların ve kurumlarının dönüşüm sürecini de hızlandırmıştır. Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki bu dönüşüm özellikle gelişmekte olan dünya ekonomilerinde kalıcı ve belirgin bir kavramsal çerçevenin oluşmasını sağlamıştır. Bu çalışmada, bilgi ve iletişim teknolojilerinin kavramsal çerçevesi, dönüşümü sağlayan belirteçleri ve sonuçta ortaya çıkan gelişmelerin, sosyoekonomik etkilerini içeren unsurlar değerlendirilecektir. ABSTRACT In emerging economies, technological development is the new source of transformation in socioeconomic and social fields. Increasing technological developments in recent years have made this

Bu çalışmada, Ortaçağ'a damgasını vuran feodalizm; sosyoekonomik yönleriyle incelenmiştir. Bu bağlamda feodalizmin ortaya çıktığı ve gelişip yıkıldığı Ortaçağ'ın, genel karakteristik özelliklerine değinilmiş ve sonrasında da feodalizmin doğuşu, gelişmesi ve yıkılması ele alınmıştır.

İbni Haldun'un düşünce sisteminde asabiyyet olgusu toplumların bir devlet kurmasının itici gücüdür. İbni Haldun devleti iktisadi hayatta karar alıcı bir mekanizma olarak görmez. Devlet iktisadi faaliyetlerin yürütülmesi için güvenli ve adaletli bir ortamın oluşturulmasını sağlamalıdır. Devlet, toplumu iç ve dış tehlikelerden korur ve otoritesini güçlü bir askeri örgütlenmeden alır. Devletin siyasi otorite olarak sağlayacağı adil, hak ve özgürlüklerin ko-runduğu ortam iktisadi refahın belirleyicisidir. Devletin geliştiği ve iktisadi açıdan refahın arttığı dönemde toplumda iktisadi açıdan bir rahatlık oluşur. Bu süreci devlet iyi yönetme-lidir, israftan kaçınmalıdır. Aksi halde devletin zayıflaması sonrasında çöküşü ve yıkılışı kaçınılmaz olur. İktisadi kalkınma süreci, sosyoekonomik ve kültürel tüm olguları bütünleştirerek bir refah toplumu oluşturur. İktisadi kalkınma sürecini besleyen önemli unsurlardan bir tanesi, toplumdaki değerlerdir. İktisadi refah artışının sağlandığı, kalkınmanın planlandığı dönemlerde toplumun ahlaki değerleri göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Ahlaki değerlerin korunarak iktisadi faaliyetlerin yürütülmesi önemlidir. Bu değerler dikkate alınmazsa, sosyal yönü eksik iktisadi kalkınma planları ortaya çıkar.

Entegrasyon hareketleri, bölgeselleşme eğilimi olup küreselleşme olgusu ile çatışıyormuş gibi görünse de ikisi de aynı amaca; yani liberal ekonomi öngörüsü olan dış ticarette serbestleşme mantığına hizmet etmektedir. şüphesiz ki bugüne dek birçok bütünleşme hareketi ortaya çıkmış, fakat yalnızca bazıları başarıya ulaşmış, başarıya ulaştıranlardan Avrupa Birliği ve NAFTA, Şangay İşbirliği, OPEC gibi birleşme hareketleri diğer entegrasyonlara örnek olma özelliği kazanmıştır. Bu çalışmanın amacı, entegrasyon ve entegrasyon teorilerini tanımlamak, dünya üzerindeki çeşitli entegrasyonları inceleyerek başarı şartlarını ve potansiyelini tartışmaktır. Bu bağlamda, birinci kısımda küreselleşme ve entegrasyon kavramları, ikinci bölümde kısaca entegrasyon teorileri, üçüncü bölümde de çeşitli coğrafyalarda göze çarpan bölgeselleşme hareketleri incelenmiş, başarı durumları ve potansiyelleri tartışılmıştır. Çalışmada, kimi yerlerde bütünleşme, entegrasyon, birleşme, işbirliği kavramları birbirlerin yerine kullanılmıştır.

One of the most important macroeconomic problems which have gone on from the past to today is that the effort among the production factors is not utilized. In this sense, one of the studies for the solution of unemployment problem is whether the increase in economic growth will decrease the unemployment or not. The American economist Okun is the first economist who reviewed the relation between the economic growth and unemployment. Okun's theorem which explained the negative correlation between the economic growth and unemployment in America in 1948-1960 has included as Okun's Law in the economics literature. Okun's Law indicates that the unemployment rate decreases in the periods when the growth rate is high, and the unemployment rate increases in the periods when the growth rate is low. In this study, the validity of Okun's Law in Turkey has been reviewed. The concept and types of unemployment have been firstly included with this purpose. Secondly, the relationship between the unemployment and economic growth has been analyzed with Granger Causality test with the use of data between 1988-2016.

Countries were obliged to cooperate since financial structure, which had become unsteady by two world wars and Great Depression, was reestablished. For this purpose, Bretton Woods Conference hosted by the USA was conducted by the participation of 44 countries in 1944 which it is called as new order building. Bretton Woods's System demanded requirements of a period and it contributed development of Japan, Germany and many European countries during the period until it lost validity. Effects of Bretton Woods's System have continued by IMF and WB which it was decided they were established by the conference and have been in the position of implementing neoliberal policies in our day. For this reason, purpose of this study is to review Bretton Woods's System shaping capitalism of 20th and 21st century and compare two plans emphasized in the conference. Firstly, process designing Bretton Woods's System is involved through payments system and then conceptual framework of the system is examined.

Osmanlı aydınları 19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren sanayileşme ve şirketleşme konularında özlemlerini ortaya koymuşlardır. Kapitalistleşme eğiliminde birleşen Osmanlı aydınları iki önemli yolu işaret etmişlerdir. Bunlar, Serbest-i Ticaret ve Usulü Himaye olmuştur. Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte özellikle 1923-1946 döneminde Türkiye bağımsız bir ekonomi politikası izleme şansını yakalamıştır. İlerleyen dönemlerde İkinci Dünya Savaşı’nın etkileri ve izlenen ithal ikameci politikalar Türkiye’yi liberal ekonomik görüntüden uzaklaştırmıştır. Bu bağlamda 24 Ocak 1980 kararları liberal iktisadi düşüncenin ekonomiye yerleşmesinde bir dönüm noktası olmuştur. Bu çalışma Osmanlı’dan günümüze liberal iktisadi düşüncenin gelişimini ortaya çıkarmayı amaçlamakta olup, konuya dönemsel açıdan yaklaşılmaya çalışılmıştır.

The purpose of this study, which is based on the relationship of the state with the general moral and establishment foundations of the state in the Ottoman Empire, is to discuss the negative externalities that the narh system caused in the economic and commercial growth of the state. The argument that the important role of the narh system, which is reflected as a social policy, in the general structure is not a result of the functioning of the institutions, but it is directly the founding philosophy of the institutions. From this point of view, it is more clearly understood that the handling of narh between society and the ruling class is not a policy but a philosophy. The system, which is the basic driving force of an economic model, becomes a measure in the moral and religious teachings of the society. Unlike contemporary economic models, the management of social policy with central planning stems from a socialist approach. Unlike socialist systems, the narh system differs in that it does not indicate a social class in central planning. Although the application of price management to all individuals is similar to the price ceiling system, the target of this policy is demand-side price pressures, not supply security. Availability of basic necessities is prioritized in each unit demand.

The US Economist James McGill Buchanan received the 1986 Nobel Prize for Economics for his work on, ‘public-choice theory’. The 1980’s was the Regan era in the USA and the Thatcher era in the UK. Both heads of the state paid close attention to Buchanan’s work that paved the way for using the Constitutional law as a tool to strengthen corporate power to circumvent public will. Perhaps the least known impact of Buchanan’s work on the development of public-choice theory is altering the Constitution to wrestle away the powers of voting public in favour of all-powerful governments. It was a game changer that would allow the government to prescribe and protect mega corporates from any legal accountability while upholding the ‘rule of law’ doctrine. Covid-19 provides one such glimpse where the governments have used the doctrine of the ‘rule of law’ to enact emergency legislations through Executive Orders. Such legislations mostly lack any Parliamentary oversight or debate. These emergency powers have taken away the constitutional rights of the citizens to question any government socio-economic decisions or the ability of their elected representatives to question the Executive Orders. This paper examines the changes in the socio-economic order due to Covid-19. The examination also considers the scholarly discourse that highlights the failure of the mainstream economics to recognise these changes and their failure to educate the masses to deconstruct the new economic realities of the world.

Bill and Melinda Gates Foundation hosted Event 201 in collaboration with the World Economic Forum and John Hopkins on 18 October 2019 in New York. Event 201 was a simulation of a pandemic modelling a fictional coronavirus. The first case of nCoV-2019 was reported in Wuhan China on 21 December 2019. On 11 March 2020, the World Health Organisation (WHO) declared nCoV-2019 as a pandemic. Currently, almost 3 billion people around the world are under governmentenforced lock-down. Bill Gates has since resigned from Microsoft. Bill Gates foundation is invested heavily in producing a universal vaccine for nCoV-2019. Bill Gates also advocates for a ‘digital
certificate’ for every person that would ‘certify’ if the person is safe or unsafe to be in public. Google and Apple have announced an unprecedented alliance to rollout a nCoV-2019 application (app) that would track infected persons and their contacts. On 12 March 2020, the UK Health Secretary Matt Hancock announced that the UK government would be using mobile data to track the movement of people with nCoV-2019 symptoms. France, the United States, Israel, China and many other countries have started the covert surveillance of people with nCoV-2019 symptoms. All governments claim that necessary precautions will be taken with the security of the citizen's personal data. None of the governments using these tracking apps provides many details about the measures that are proclaimed as necessary safety precautions to handle such massive private data and its access. The human rights violations by the government’s through unlawful access and storage of individual data is a real concern through the use of these nCoV-2019 tracking apps. This paper examines the potential threats to civil liberties through the use of emergency powers by governments to store, process and access mass data using nCoV-2019 as the lawful reasoning.

İşsizlik, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler fark etmeksizin tüm ekonomilerin ciddi sorunlarından biridir. İşsizlik sorunu, ülkelerde ciddi düzeyde ekonomik ve sosyal tahribatları beraberinde getirmekte ve bu soruna yönelik önlemler alınmadığı takdirde ülkeler uzun dönemli istikrarsızlıklar ve yapısal sorunlarla karşılaşmak zorunda kalmaktadırlar. Türkiye'de işsizlik, uzun dönemdir çözülmeyi bekleyen bir olgu haline gelmiş ve hızlı nüfus artışına paralel olarak iş olanaklarının yeterince arttırılamaması işsizliğin düzeyinin ciddi bir hal almasına neden olmuştur. Bu bağlamda, işsizlik sorunu ile mücadele edebilmek amacıyla işgücü piyasasının dikkatli ve doğru bir biçimde incelenmesi gerekmektedir. Buradan hareketle, işgücü piyasasının arz yönünü oluşturan işsizlik ve talep yönünü oluşturan açık iş oranlarını Beveridge Eğrisi yardımı ile birlikte incelemek mümkündür. Açık iş ve işsizlik oranları arasındaki ilişki ilk defa 1944 yılında William Beveridge tarafından incelenmiş ve söz konusu rapor eğrinin temel özelliğini ortaya koymuştur. Beveridge Eğrisi'nin eksenlerinden bir tanesi işgücünün arz yönü olan işsizlik oranlarını gösterirken, diğer ekseni işsizlik oranlarını göstermektedir. Beveridge Eğrisi'ne göre, açık iş oranları ile işsizlik oranları arasında ters yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Böylece, eğri incelenerek işgücü piyasasındaki açık işler ile işsizler arasındaki eşleşmenin düzeyini saptamak mümkün olmaktadır. Ekonomide meydana gelen ve işgücü piyasasını etkileyen yapısal düzeydeki değişmeler ve trend etrafındaki dalgalanmaların da Beveridge Eğrisi'nin konumunu değiştirmesi mümkündür. İşgücü havuzuna yeni yeni katılımların olması, işgücü arama süresinde meydana gelen değişmeler, işverenin talep ettiği ve işsizlerin sahip olduğu niteliklerinin zamana bağlı olarak farklılık göstermesi gibi olgular Beveridge Eğrisi'nin konumunun değişmesi ve işgücü piyasasının etkinliğinin belirlenmesindeki temel yapısal değişmeler arasında belirtilmektedir. Ekonomideki bu tarz yapısal ve konjonktürel dalgalanmalar sonucunda oluşan işsizlik türlerinin ayrıştırılmasında Beveridge Eğrisi'nin izlediği yolun incelenmesi kilit rol oynamaktadır. Bu sayede, ekonomide var olan işsizliğin türü belirlenmiş olacak ve bu işsizliğin kaynağına yönelik ekonomi politikalarının uygulanması da daha etkin sonuçları beraberinde getirecektir. ABSTRACT: Unemployment is one of the serious problems of all the national economies without noticing developing and developed countries. Unemployment problem brings along critical economic and social damages; countries are obliged to face long-termed instabilities and structural problems in case if no measures are taken. Unemployment in Turkey becomes a fact that has waited to be clarified for so long. To fail in providing employment opportunities in parallel with rapid population growth caused the level of unemployment to turn into a problem. In this context, labor market needs to be evaluated carefully and accurately to struggle with the unemployment problem. Thus, it is possible to scrutinize the job vacant rates that constitute the supply side of the labor market via the Beveridge Curve. The relationship between open job and unemployment rates was first analyzed by William Beveridge in 1944; the report in question also revealed the key features of the curve. While one of the axes of the Beveridge Curve shows

Kurumsal İktisat, 19. Yüzyılın sonlarında ana akım iktisada bir tepki olarak doğar ve iktisadı bir sistemler bütünü şeklinde disiplinlerarası perspektifte inceler. Kurumsal İktisat, tarihsel bir bakış açısı ile statik dengeden ziyade dinamik süreci, evrimsel bir yaklaşımla ve pragmatik düşünce felsefesi ile ortaya koyan bir metodolojiye sahiptir. Kurumsal İktisat akımında vurgulanan kurumlar, belirsizliği azaltan, zaman içerisinde toplumun kültür, ahlak, eğitim, örf, adet, töre ve din gibi alışkanlıklarının bütünüyle birlikte harmanlanan formal ve informal kurallar bütünü olarak tanımlanmaktadır. Vergi, geçmişten günümüze devletler nezdinde sadece kamu harcamalarının finansmanında kullanılmak üzere toplumun geneli üzerinden sağlanan bir fon olarak değil, aynı zamanda sosyal ve politik bir olgu olarak da önemli bir politika olma özelliğini sürdürmektedir. Verginin bu özelliği onun maliye otoriteleri açısından bir teknik mesele olarak ele alınmasından ziyade siyasi, kültürel, sosyolojik ve felsefi bir konu olarak tüm yönleriyle bütünsel olarak ele alınmasını gerektirmektedir. Kurumsal İktisat perspektifinde bir kurum olarak vergi, bir tarafıyla vergi otoritesi tarafından oluşturulan formal kurallar hiyerarşisini ifade ederken diğer taraftan mükellefler açısından ise söz konusu kurallara muhatap olmak anlamında vergi kültürü, vergi ahlakı ve vergi uyumu gibi informal unsurları da bünyesinde barındırmaktadır. Vergiyi, kurumsalcılık çerçevesinde ele alınmaya gayet uygun bir konu haline getiren en önemli özelliği bu bütünsel yaklaşıma elverişli bir kurum olmasıdır. Bu çalışmanın amacı vergi olgusunun Kurumsal İktisadın disiplinlerarası, pragmatik ve bütüncül bakış açısıyla ele alınmasıdır. Bu bağlamda çalışmada verginin sadece maliye ve iktisat bilimlerinin değil aynı zamanda psikoloji, sosyoloji ve siyaset bilimlerinin de konusuna giren çok boyutlu bir olgu olduğu incelenecektir.

Tüm dünya ülkelerinin en önemli sorunlarından biri olan işsizlik, iktisadi ve politik çalışmaların odağını oluşturmaktadır. Literatürde işsizliği; nedenlerine, boyutlarına ve diğer makro değişkenler ile ilişkisine göre elen alan birçok çalışma mevcuttur. Bu alandaki çalışmalardan bir tanesi Arthur Melvin Okun tarafından 1962’de geliştirilen Okun Yasası’dır. Okun Yasası kısaca büyüme ile konjonktürel ve fiili/ genel işsizlik oranı arasında negatif korelasyon olduğu varsayımıdır. Bu çalışmada ise Okun Yasası’nın geçerliliği seçili 13 OECD ülkesi için, 1990-2017 dönemleri arasında incelenmiştir. Bu amaçla çalışmada panel veri analizinden yararlanılmıştır. Analiz sonucunda elde edilen bulgular, Okun Yasası’nın OECD ülkelerinin içinde farklılıklar gösterdiği yönündedir.

Poverty has no religion. Religion can however motivate its followers to eradicate poverty. Islam has such systems of Qard al-Hasan and Zakat to address and eradicate poverty. Muslims are 20% of the global population of approximately 7 billion people. 600 million people across the globe live in extreme poverty. Extreme poverty has been defined under the United Nations definition of multi-dimensional poverty to include hunger, onaccessibility to healthcare, shelter and other most basic human needs for survival. 50% of the World’s poorest people live in the Islamic World. Every 1 in 5 Muslims lives in extreme poverty. The Muslim countries hold 70% of the world’s natural resources that includes, oil, natural gas, gold, copper etc. Most of the Islamic countries have agriculture as part of their economic outputs. Countries like Turkey, Pakistan, Iran, Indonesia, alaysia and Bangladesh produce large quantities of food staples that are exported around the world. The Organisation of Islamic Conference (OIC) has 53 Muslim majority countries as its members out of its total membership of 57 countries. 25 members of OIC from Sub-Sahara Africa are amongst the most poverty stricken countries in the world. OIC agendas for eradication of poverty from the Islamic world are at best opaque. Internal strives and Arab-Non Arab partisan political strives has paralysed the OIC. OIC’s role as the epresentative body of the Islamic World diminished with the assassination of its leading architects such King Faisal, Zulfiqar Ali Bhutto, Edi Ameen and Qaddafi.

On 19th April 1976, the Prime Minister of Pakistan, Zulfiqar Ali Bhutto published a paper titled, “Regional Cooperation for Development (RCD): Challenges & Response”. Z. A. Bhutto made a profound statement in the rubric of his historic paper. He said, “Iran, Pakistan and Turkey constitute a single civilization”. Those comments conveyed a powerful message to the world. Z.A. Bhutto was a visionary and one of the most brilliant statesmen in the contemporary Asian political history. Zulfiqar Ali Bhutto, the democratically elected Prime Minister of Pakistan was hanged by the dictator General Zia Ul Haq the following year. Turkey faced a civil war between 1976-1980 that left thousands killed. Iran faced a revolution in 1979. RCD or Regional Cooperation for Development was established in the 1960’s as a development and security organization between Turkey, Iran and Pakistan. All three countries were amongst the fastest growing economies in Asia at the time. RCD was dissolved in 1979. As the regionalism started to re-emerge in the late 1980’s, ECO or Economic Cooperation Organisation was established in 1985. ECO’s secretariat is I Tehran, Iran. Turkey, Iran and Pakistan invited Afghanistan, Kazakhstan, Uzbekistan, Turkmenistan, Kyrgyzstan and Azerbaijan to join ECO. Combined as a region, these countries have immense reserves of natural and human capital resources. These countries are also part of the so-called cradle of human civilization. All ECO member-states are Islamic countries with deep sociocultural ties with each other. This paper examines the potential of the ECO with the socio-political context of RCD as relayed by Z.A. Bhutto in his paper. The paper argues the thesis that the potential of ECO is not fully realized. It then follows the logic that there may be internal as well as external geo-political influences that are hindering ECO from realizing its potential for the socio-economic benefits of the people of the region. The paper attempts to highlight some of those factors and propose recommendations to enhance the effectiveness of ECO.

2000’li yıllarla birlikte uluslararası enerji piyasalarında adını sıkça duyuran kaya gazı, günümüzde petrol ve doğal gaz gibi konvansiyonel enerji kaynaklarına bir alternatif olarak görülmektedir. Günümüzde yatay sondaj ve hidrolik çatlama tekniğinin gelişmesiyle beraber dünya kaya gazı üretiminde ciddi ölçüde artış gözlenmektedir. Özellikle ABD, Çin ve Kuzey Avrupa’da zengin yataklara sahip olan bu enerji kaynağının, kömür, doğal gaz ve petrolün ileride tükeneceği göz önünde bulundurulduğu takdirde yakın gelecekte stratejik bir önem kazanacağı öngörülmektedir. Bu noktada halihazırda enerji ihtiyacının yaklaşık dörtte üçünü dışarıdan karşılayan ve kronik cari açık sorunu ile mücadele eden Türkiye ekonomisi açısından kaya gazı, potansiyeli ve teknolojik altyapısı  zerinde sıkıca durulması gereken bir enerji kaynağı olarak ön plana çıkmaktadır. Nitekim Türkiye’nin özellikle Trakya ve Güneydoğu bölgesinde kayda değer ölçüde kaya gazı rezervi olduğu ifade edilmektedir. Türkiye’de kaya gazı potansiyelinden yararlanılması, enerji
ürünlerinde dışa bağımlılığın azaltılmasına katkıda bulunacağı gibi, yüksek cari açığın azaltılmasında da önemli rol oynayacaktır. Bu çalışmanın amacı son yıllarda uluslararası enerji piyasalarında bir devrim olarak görülen kaya gazının, Türkiye’deki potansiyelini ve önemini ortaya koymaktadır. Bununla birlikte çalışmada, kaya gazının Türk cari açığının
azaltılmasında nasıl bir etkiye sahip olabileceği incelenecektir.

Since economy’s emerge as a science to this day, there have been many important thinkers who contributed
to political economy. However, contributions of Adam Smith, who created the basis of economics in literature,
and thinkers who lived at the same time as Smith are especially important. In this aspect, Scottish Enlightenment
is an important historical process, which started in the 18th century in Scotland and continued for nearly a
hundred years, in which intellectual and scientific developments to place. Further, Scotland became the birth place and cradle of the theory of political economy at that time. With David Hume, Francis Hutcheson, Adam Smith and Thomas Reid are the most important thinkers of the Scottish Enlightenment period. Thinkers of the Scottish Enlightenment showed the effects of especially industrial and economic improvements on ethical understanding. In addition, they focused on the conflict of pressure and stress created by economical developments on static organizations. However, this enlightenment movement was not just economic but also scientific, philosophical, historical, legal and political. In addition to adhering to economical individualism and liberal economic view, David Hume was interested in topics that are more related to operation of markets such as the theory of money, theory of interest, free trade and finance politics. Another important name of the time, Smith, contributed to political economy with his thoughts on social classes and different production areas, wealth and income sharing, trade, Money circulation and economic growth process. Furthermore, Smith brought the idea that with division of labor and gaining expertise, effective use of resources will increase societies’ welfare, and the concept of the invisible hand expressing the the government’s interference in financial life should be limited, to the political economy. The aim of this study is to investigate the role of Scottish Enlightenment and hence the important thinkers of this process on economy’s development. Additionally, contributions of one of the most important names of the enlightenment, David Hume, and other representatives of that period on the economy politics will be discussed.

İşsizlik, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler fark etmeksizin tüm ekonomilerin ciddi sorunlarından biridir.
İşsizlik sorunu, ülkelerde ciddi düzeyde ekonomik ve sosyal tahribatları beraberinde getirmekte ve bu soruna
yönelik önlemler alınmadığı takdirde ülkeler uzun dönemli istikrarsızlıklar ve yapısal sorunlarla karşılaşmak
zorunda kalmaktadırlar. Türkiye’de işsizlik, uzun dönemdir çözülmeyi bekleyen bir olgu haline gelmiş ve hızlı
nüfus artışına paralel olarak iş olanaklarının yeterince arttırılamaması işsizliğin düzeyinin ciddi bir hal almasına
neden olmuştur. Bu bağlamda, işsizlik sorunu ile mücadele edebilmek amacıyla işgücü piyasasının dikkatli ve
doğru bir biçimde incelenmesi gerekmektedir. Buradan hareketle, işgücü piyasasının arz yönünü oluşturan işsizlik
ve talep yönünü oluşturan açık iş oranlarını Beveridge Eğrisi yardımı ile birlikte incelemek mümkündür.
Açık iş ve işsizlik oranları arasındaki ilişki ilk defa 1944 yılında William Beveridge tarafından incelenmiş ve söz
konusu rapor eğrinin temel özelliğini ortaya koymuştur. Beveridge Eğrisi’nin eksenlerinden bir tanesi işgücünün
arz yönü olan işsizlik oranlarını gösterirken, diğer ekseni işsizlik oranlarını göstermektedir. Beveridge Eğrisi’ne
göre, açık iş oranları ile işsizlik oranları arasında ters yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Böylece, eğri incelenerek
işgücü piyasasındaki açık işler ile işsizler arasındaki eşleşmenin düzeyini saptamak mümkün olmaktadır.
Ekonomide meydana gelen ve işgücü piyasasını etkileyen yapısal düzeydeki değişmeler ve trend etrafındaki
dalgalanmaların da Beveridge Eğrisi’nin konumunu değiştirmesi mümkündür. İşgücü havuzuna yeni yeni
katılımların olması, işgücü arama süresinde meydana gelen değişmeler, işverenin talep ettiği ve işsizlerin sahip
olduğu niteliklerinin zamana bağlı olarak farklılık göstermesi gibi olgular Beveridge Eğrisi’nin konumunun
değişmesi ve işgücü piyasasının etkinliğinin belirlenmesindeki temel yapısal değişmeler arasında belirtilmektedir.
Ekonomideki bu tarz yapısal ve konjonktürel dalgalanmalar sonucunda oluşan işsizlik türlerinin ayrıştırılmasında
Beveridge Eğrisi’nin izlediği yolun incelenmesi kilit rol oynamaktadır. Bu sayede, ekonomide var olan işsizliğin
türü belirlenmiş olacak ve bu işsizliğin kaynağına yönelik ekonomi politikalarının uygulanması da daha etkin
sonuçları beraberinde getirecektir.

İktisadi hesaplama tartışmaları, iktisadi düşünce tarihinde önemli bir yere sahiptir. Tartışmanın metodolojik yönüne bakıldığında, temelde iki sorun ön plana çıkmaktadır: iktisadi etkinlik (özgürlük) ve bölüşüm (eşitlik). Bu iki sorun, esasen iktisadi düşünce tarihinde yıllardır tartışılan bir konudur ve bu bağlamda sorun büyük ölçüde ideolojiktir. Liberalizme eğilimli iktisatçılar, iktisadi etkinlik(özgürlük) kavramını, sosyalizme eğilimli iktisatçılar ise eşitlik kavramını ön plana çıkartmak suretiyle tartışmalara eşlik etmektedir. Oysa ki genel anlamda kabul gören görüş, bu iki kavramın birbiriyle çelişiyor olduğu ve eş anlı bir biçimde gerçekleşmeyeceği yönündedir. Buna göre, iktisadi etkinliğin (özgürlüğün) eşitsizliği doğuracağı; eşitliğin ise özgürlük alanını daraltacağı ifade edilmektedir.

Global economics has two versions. One is the economic realities that are based on our lived world view and explained by our experience of it each day. The other is the complex and theoretical economic view presented by mainstream economists. There is no correlation between the two world views. There is little respect left for the 'predictions' offered by mainstream economics through the use of obfuscating mathematics in practical business decision making. The 2008 financial crisis made this position even more profound. China, the United States, and Europe are the three main contributors to the total productivity of the globe.

Ibn Khaldun is a social theorist and sociologist who is the first original thinker in the links of historical events, ethnic, cultural, political and economic conditions. Ibn Khaldun’s philosophy of history, and the
emergence of sociology as a science has pioneered a contemporary sense. In the world of thought, especially the work, which can be qualified as an intercultural and forecast for the future, “Muqaddimah”
groundbreaking ideas voiced by the unique life experiences and age, according to one of the forward thinkers in the history of mankind has reviewed Ibn Khaldun. During the period of economic processes,
the basic lines of Ibn Khaldun today announced an anticipatory manner. Economics, politics, society and the state, expressing an important factor in the light of modern economic thought has many detections.

In the last decades, there was a significant population growth in urban areas. In this regard, the European major cities are not an exception; in fact, they are even still more affected by that populational exodus and consequently for an urban growth. Therefore, and considering that the urban parks in the cities are not growing at the same pace, a question is raised: "Are the public green spaces in the European major cities still able to provide the needed ecosystem services to their populations?" Based on the above-mentioned question, the present chapter aims to provide the first insights and answers to this question. Contextually, the study uses a case study research (CSR) method over several European major cities. Besides, GIS tools crossing statistical data are also used to analyze the data and consequently understood and establish a state of the art regarding this relevant issue.

Kapitalist sistemin özü karın ençoklaştırılmasına ve hızlı sermaye birikiminin gerçekleştirmesine dayanır. Bu nedenle, kapitalist üretim tarzı dönem dönem kar oranlarının düşme eğilimine girmesiyle birlikte istikrarlı sermaye birikimi olanağını kaybeder. Ortaya çıkan kriz bir yandan sistemin sürekliliğini ve kendini yeniden üretmesini tehdit eder, diğer yandan da sistemde yapısal dönüşümlere yol açarak sermaye birikiminin hızlanmasının koşullarını yaratır. Günümüzde 1970'lerin başında başlayan ve bugüne kadar farklı evrelerden geçerek bütün dünyayı etkisi altına alan bir ekonomik kriz yaşanmaktadır. Kar oranlarının düşme eğilimiyle birlikte sermaye birikiminin yavaşlaması, ödemeler dengesi açıkları, enflasyonun hızlı artışı, işsizlik ve borçlanma krizin temel göstergeleridir. Böyle bir ekonomik kriz döngüsünden kurtulma arayışı içine giren ekonomiler istikrar sağlamak ve sermaye birikimini devam ettirmek için bir dönüşüme girmiştir. Bu kitabın amacı, kapitalist sisteme eklemlenmeye çalışan ekonomilerin izledikleri sermaye birikimi modellerinin ve bu eklemleme sırasında kapitalist ülkeler tarafından dayatılan makro ekonomik politikaların bu ülkelerde yarattığı yapısal dönüşümlerin (tahribatların) nasıl krizlerle sonuçlandığını ve bu krizlerin nasıl ve neden süreğen hale geldiğini ortaya koymaktır. Bununla birlikte genel olarak sermaye birikim modellerinin teorik temelde gelişim ve sonuçları da ortaya konulmaya çalışılmıştır. Çalışmada sermaye birikimi modellerine yer verilmiş. Sermaye birikimi modelleri çerçevesinde kriz olgusu nedenleri ve sonuçları açısından ele alınmıştır. Ekonomide gelir dağılımının adaletsizleşmesinden, merkez ülkelerle derin ve sürekli, ama tek yanlı bir bağımlılık ilişkisinin oluşmasına kadar, reel değişkenleri belirleyen ve etkileyen sermaye birikimi modeli krizlerinin nasıl ve neden ortaya çıktıklarının anlaşılması ile bu çalışmanın yukarıda anılan amacının gerçekleşmesine katkı sağlamış olacaktır. İnsanların sınırsız gereksinmelerini gidermeye yönelik kıt mal ve hizmetlerin miktar ya da faydalarını arttırmayı amaçlayan üretim faaliyetinde dört temel üretim faktörü vardır. Bunlar; emek, toprak, sermaye ve girişimcidir. Sermayenin diğer üretim faktörlerinden farklı yanı insan tarafından oluşturulmuş olmasıdır. Sermaye kavramı, üretimde emeğin verimini artıran ve insanlar tarafından üretilmiş fakat tüketilmemiş olan üretim araçları olarak tanımlanabilir 1. Sermaye her zaman fiziki bir görünümde değildir. İnsanların bilgi ve beceri kazanabilmeleri ve bunu geliştirebilmeleri için yapılan yatırımlarda bir tür sermayedir. Ekonomi terminolojisinde beşeri sermaye olarak adlandırılan bu sermayenin ekonomik kalkınmadaki rolü gün geçtikçe önem kazanmaktadır 2. Bir ülkede sermaye stokuna yapılan net ilaveler sermaye birikimi olarak ifade edilir. Ekonomik kalkınmanın stratejik faktörlerinden biri olan sermaye birikiminin kaynağı tasarruftur. Gelirin tüketilmeyen bölümü olan tasarrufun sermayeye dönüşebilmesi için yatırıma yöneltilmesi gerekir ve bunun sonucunda oluşan sermaye birikimi bir ülkenin üretim kapasitesindeki artışları gösterir. Azgelişmiş