Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
  • noneedit
  • Ortaköy, Kırıkkale, Gazi, Kırıkkale, Hacettepeedit
Tarihsel olarak XII. yüzyıla kadar geriye giden Milli Aşiretinin ağırlıklı olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Oldukça büyük bir aşiret yapısı içerinde organize olmuş bu konar-göçer yapı ile ilgili... more
Tarihsel olarak XII. yüzyıla kadar geriye giden Milli Aşiretinin ağırlıklı olarak Doğu
ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Oldukça büyük
bir aşiret yapısı içerinde organize olmuş bu konar-göçer yapı ile ilgili ülkemizdeki
çalışmalar genellikle bölge ve tarihsel zaman üzerine kurgulanmıştır. Doğu-Güneydoğu
Anadolu bölgeleri ile XVI. yüzyıl üzerinde ağırlık kazanan bu çalışmalarda aşiretin
yapısı, dağılışına temas edilmiştir. Milli Aşireti de diğer göçer unsurlar gibi zaman
zaman iskân politikalarına konu olmuştur. Aşiretin dağılış coğrafyasının genişliğinin
gerisinde askerî, idarî ve malî amaçlarla yapılan yer değişiklikleri ve diğer konargöçer
unsurlarda olduğu gibi uygulanan bazı iskân faaliyetleri yer almış olabilir.
Tesadüf ettiğimiz belgelerde Milli Aşiretinin yukarıda bahsedilen bölgesel mekân
ve tarihsel dönemin dışında da önemli bir hareketliliğinin olduğu anlaşılmaktadır.
Özellikle askerî ve malî sebeplere ilave olarak bölgesel dirlik ve düzenin sağlanması
maksadıyla aşiretin, XVIII. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun güney eyaletlerine
sevki ile başlayan süreç bu hareketliliği görmemize önemli bir imkân sunmaktadır.
Aşiret mensuplarının gönderildikleri bölgelerin iklimsel özelliklerine uyum
sağlayamaması nedeniyle Kuzey’e doğru yönelmeleri ve Kuzey Orta Anadolu’ya
uzanan tarihsel geçmişleri bu bakımdan ilk olarak ele alınması gereken konudur.
Çorum, Amasya ve Tokat havalisinde ilk olarak “Milli ve Kavilli” şeklinde belgelere
konu olmuş olması yakın zamanda bir birliktelik veya aynı mekânsal sahada yaşama
amaçlarının işareti olabilir. Önceki yurtlarına benzer tabii şartları ile harekete açık
yapıları nedeniyle Mecitözü ve Alaca (Hüseyinabad) kazalarında kümelenen aşiret
mensuplarının buradaki faaliyetleri ele alınacak bir diğer önemli meseledir. Nitekim
aşiret mensuplarının düzen bozan faaliyet ve davranışlarını içeren ve giderek artan
şikâyet imparatorluk idaresine intikal eder.  Hem imparatorluk idaresinin sıkı
bir disiplinle konuyu ele alması hem de yerel unsurların aşiret kaynaklı olumsuz
davranışlara tepki reaksiyonu bölgede tedrici bir iskânın da adeta ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu nedenle XVIII. yüzyıl sonlarına doğru uygunsuz davranışlarıyla ön plana
çıkan Milli ve Kavilli Aşireti mensuplarının XIX. yüzyılın ortalarına doğru özellikle
Mecitözü havalisinde dağ yamaçları ve yüksek rakımlı bölgeleri mesken edindikleri
anlaşılmaktadır. 
Çalışma hem Milli ve Kavilli Aşiretlerinin var olan mekân ve tarihsel zaman sınırlarına
ilavelerle eklemlenme ve hem de Kuzey Orta Anadolu’nun ilgili kazalarındaki iskân
mazilerinin ortaya koymayı amaçlamaktadır
Historically, Amasya has a very deep-rooted settlement history. With the high mountains surrounding it and the river in the middle, it resembles a natural shelter. For this reason, it has been one of the important centers of many... more
Historically, Amasya has a very deep-rooted settlement history. With the high mountains surrounding it and the river in the middle, it resembles a natural shelter. For this reason, it has been one of the important centers of many civilizations. It is one of the important stops in the process of Turks making Anatolia their home. In the 13th century, Turkmens clustered around Amasya rebelled against the Seljuk administration for religious, economic and socio-cultural reasons. With the transition of the region to Ottoman rule, it became one of the sanjaks of the princes. However, Jalali unrest, which was not unlike the Seljuk period, broke out in Amasya. There are many studies that examine the population, settlement and economic history of Amasya in the context of the 15-16th century tahrir books and the 19th century population and dividend records. However, the number of studies covering the 17th and 18th centuries is quite small. This is due to the archival material of these periods. Zawiyas are important religious, socio-cultural and commercial institutions for the formation and development of settlement in a region. They were usually built on desolate mountain slopes or in passes along important road routes. It is clear that zawiyas played an important role in the settlement of Anatolia and Rumelia. The study is based on two pillars. The first is to examine the zawiyas in Amasya, an important Turkmen basin where protest movements emerged against some of the policies of the Seljuk and Ottoman administrations. In this way, it will be understood whether this structure in the region had an impact on the formation of the zawiyas or their theological ideas. The second is related to the group of sources used. As a matter of fact, a window on the zawiyas in Amasya will be opened by focusing on the hurufat books, which are mostly used in urban history studies. Through this window, which sometimes includes images from the sixteenth-century world, findings on the names of Amasya's zawiyas, the neighborhoods and villages where they were established, their founding zawiyas, foundations, mosques and masjids, and their officials, including the seventeenth and eighteenth centuries, will be exhibited. Thus, Amasya-themed studies, which are predominantly based on tahrir, population, and dividend records, will be enlivened by the addition of examples from the seventeenth and eighteenth centuries in the context of hurufat records.
Şüregel günümüzde Türkiye-İran sınırında yer almaktadır. Arpaçay ve Kars Çayı’nın yol aldığı oldukça verimli ve geniş yaylalarının etrafını yüksek dağlar çevreler. Hayli köklü bir iskân geçmişine sahip olan bölge Urartu, Roma, Bizans,... more
Şüregel günümüzde Türkiye-İran sınırında yer almaktadır. Arpaçay ve Kars Çayı’nın yol aldığı oldukça verimli ve geniş yaylalarının etrafını yüksek dağlar çevreler. Hayli köklü bir iskân geçmişine sahip olan bölge Urartu, Roma, Bizans, Pers ve Osmanlı idaresinde kalmıştır. Şüregel’in bir sınır kenti olma vasfı da Orta Çağ’a kadar uzanır. Bu dönemdeki etkin Roma ve Pers çekişmelerinin merkezinde yer alan önemli bir sınır kenti konumundadır. XVI. yüzyıl sonlarında Osmanlıların eline geçmiş olmasına rağmen sık sık el değiştirmiştir. XVII. yüzyılın ortalarına kadar süren Osmanlı-İran sınırındaki çekişmenin canlı şahitliğini yapmıştır. Bu nedenle üzerindeki nüfusun hareketli olduğu siyasî ve askerî durumlara göre bazen Kars bazen de Revan istikametinde yol aldığı anlaşılmaktadır. Kısa süreli sükûnet evrelerinde kale ve nispeten şen mezralar ile köylerinde yaşamın sürdüğü Şüregel’deki aydınlık hava ansızın kasvetli bir hale bürünmüştür. XVI. yüzyılda at nalları altında hâlî ve harâbeye dönüşmüş iskân mahallerinin bulunduğu Şüregel’in bu durumu XVII. yüzyılda değişmeye başlamıştır. XVII. yüzyılın ikinci yarısından sonra nispeten dinginleşen Osmanlı-İran ilişkilerinin bu değişimde etkisi vardır. Osmanlı İmparatorluğu bu havadan, barış döneminden, istifade ederek sınır hattında denetimi sağlamak, bölgenin demografik yapısını şekillendirmek, siyasî ve malî istikrarı sağlamak gibi maksatlarla Şüregel’de tahrir icra etmiştir. Bu tahrir elbette XVI. yüzyılın klasik tahrirlerine benzememektedir. Öyle ki bölgede ne derli toplu bir nüfus ne de nüfusun iştigal ettiği bir ekonomik faaliyet vardır. Bu nedenle defterde sadece bazı iskân birimlerinin isimleri ile bunların bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş tımar hisseleri ve bu hisselere sahip olanların isimleri yer almaktadır. Çalışma daha ziyade siyasî, askerî ve itikâdî boyutuyla ele alınmış Osmanlı-İran ilişkilerine sınır idaresi eksenli bir bakış açısıyla yaklaşmayı amaç edinmektedir. Bu bağlamda özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun sınır hattındaki bölgelerde idarî ve malî yönde atmış olduğu adımlar ile bunların yereldeki etkilerini öncelemektedir. Bu vesileyle Doğu sınırıyla ilgili Osmanlı belgelerinde sık sık zikredilen Şüregel’in merkezinde yer aldığı bir livânın tesisi, nahiyeleri, bağlı köy ve mezraları, askerî, idarî ve malî yapısıyla bir serhat yapılanması örneği ve uğraşı gözler önüne serilecektir.
Vakıf Arşivi’ndeki önemli fonlardan biri olan hurûfât kayıtları ülkemizde akademik olarak daha çok iskân ve kent tarihçiliği bağlamında ele alın- mıştır. Fakat hurûfât kayıtlarında ait oldukları bölgelerin sosyo-iktisadî ve itikâdî... more
Vakıf Arşivi’ndeki önemli fonlardan biri olan hurûfât kayıtları ülkemizde akademik olarak daha çok iskân ve kent tarihçiliği bağlamında ele alın- mıştır. Fakat hurûfât kayıtlarında ait oldukları bölgelerin sosyo-iktisadî ve itikâdî durumlarına dair bilgilere erişmek de mümkündür. Çalışma, bir idarî birim olmakla birlikte Ser- çeşme, Hacı Bektaş Veli Dergâhı şek- linde itikâdî bir hüviyeti olan Hacı Bektaş kazası hakkında hurûfât ka- yıtlarının neler söylediğini ortaya koymayı amaçlamaktadır. İtikâdî bo- yutuyla kazadaki Bektaşî köyler ile Bektaşî olmayan köyler ve bunlara ait cami, mescit, medrese, zâviye ve tekkeler ile varsa vakıflar tarif edil- miştir. Bu maksatla hurûfât defterin- deki Hacı Bektaş ve Mucur kazalarını ihtiva eden kayıtlar tetkik edilmiştir. Elde edilen bulgularda öncelikle Hacı Bektaş, Mucur mea Hacı Bektaş linde kaza belirtmeleri ve bağlı ma- halle ile köyleri ortaya konulmuştur. Sonra da serçeşme olması bakımın- dan Hacı Bektaş dergâhı başta olmak üzere dergâha bağlı mahalle ve köyler ele alınmıştır. Gelinen noktada Hacı Bektaş hurûfât kayıtlarının kazanın idarî boyutu ve yapısı ile özellikle Bektaşî olmadığı düşünülen köylere ait çok daha fazla bilgi barındırdığı söylenebilir. Buna karşın kazadaki Bektaşî köy ve mahalleleri ile Hacı Bektaş Dergâhı, dergâhtaki postni- şinler, dervişler, gelir ve gider du- rumlarına ait bilgiler oldukça sınırlı- dır. Yine Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer bölgelerindeki Bektaşî tarika- tına bağlı tekke ve zâviyelere ait bilgi- lere hurûfât kayıtlarında rastlanıl- mamıştır.
Dünya tarihinde derin izler bırakan devletlerin kuruluş ve geliş- melerini derinden etkileyen bazı müesseseler olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş ve özellikle Rumeli’ye doğru hızlı bir şekilde genişlemesinde zâviyelerin hayati... more
Dünya tarihinde derin izler bırakan devletlerin kuruluş ve geliş-
melerini derinden etkileyen bazı müesseseler olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş ve özellikle Rumeli’ye doğru hızlı bir
şekilde genişlemesinde zâviyelerin hayati bir rol oynadıkları bilin-
mektedir. Zâviyeler genellikle iskâna müsait bir havzayı tepeden gö-
ren bir zirvede veya önemli bir ticaret ya da bağlantı yolunun kilit
mıntıkasında kurulmuşlardır. Böylece sessiz veya tahta kılıçlı fatihler
olarak nitelendirilen dervişler, konargöçerlerin yerleşmelerine öncü-
lük etmiş, gelip giden yolculara ise ışık olmuşlardır. Bu vasıflarının
yanında zâviyelerde aynı zamanda bir derviş veya şeyh öncülüğünde
tasavvufî eğitim sürdürülmüştür. Bu nedenle kuruldukları mıntıkaya
göre büyüklükleri değişmekle birlikte zâviyeler ahır, mutfak, kütüp-
hane, ambar, kiler, değirmen, sofa ve odalardan oluşmaktaydı.Ayrıcatüm bu birimlerin yer aldığı ana yapıyı çevreleyen bağ ve bahçeleri de
bulunmaktaydı. Bu durumda kilerci, ambarcı, değirmenci, çerağcı, ka- pıcı ve aşçı gibi görevlilerin zâviyelerde varlığı kaçınılmaz olmuştur. Tüm bu birimler ve görevliler ile kuruluş maksatlarından kaynaklanan giderleri, vakıf sistemi sayesinde yereldeki gelirlerden karşılanmış- tır. Böylece imparatorluk taşrasında merkezî hazineden bağımsız bir şekilde kendi kendine yeten dinî, sosyo-kültürel ve iktisadî bir ünite ortaya çıkmış ve asırlar boyunca devam etmiştir.
XVI. yüzyılda Osmanlı’nın doğu sınırı Osmanlı-Safevî çekişmesinin merkezinde yer almaktaydı. Bölge demografisi genel olarak gayri- müslim nüfusun arasında temelleri çok daha eskilere dayanan önemli geçit ve yol güzergâhlarında kurulmuş zâviyeleri merkeze almış Türk- menler ile ekrad taifesinden oluşmaktaydı. Safevîler, sosyo-kültürel ve dinî politikalarının gereği olarak bölgede zâviyelerin kurulması ve devamı noktasında gayret göstermişlerdir. Buna karşılık Osmanlılar da aynı maksatla Doğuya doğru genişleyen sınırlarında kalan kadim zâviyeleri mevcut muafiyetleriyle kabul ve yenilerinin kurulmasını teşvik etmişlerdir. Hem bir tarımsal ünite hem de sosyo-kültürel ve dinî bir mahiyete malik zâviyelerin bölgede Osmanlı idaresinin te- sisi noktasındaki katkısı yadsınamaz. Nitekim zâviyeler, doğudaki iskânın planlanması, oluşması ve kararlılığında merkezî rol oynamış- lardır. Bunun en somut örneklerinden biri bölgede köye dönüşmüş zâviyelerin varlığıdır. Döneme ve bölgeye ait kaynakların tetkiki bu değişim ve dönüşümün mimarlarını çok daha yakından tanımamıza fırsat verecektir. Kurucu olmaları muhtemel kişiler veya onlara atfen başkalarınca kurulmuş olan zâviyeler bu bakımdan önem arz etmek- tedir. Öyle ki bazı örneklerinin XVI. yüzyıldan XX. yüzyıla uzanan oldukça köklü mazileri ve isim kararlılıkları bulunmaktadır. Bunların bulundukları yerler, kurucuları, reâyasının demografisi, tarımsal ve ticarî potansiyelleri ile özellikle XVI. yüzyıldan XX. yüzyıla değişen imparatorluk şartlarına direnç ya da uyumlarının ortaya konulması ça- lışmanın temel gayesini oluşturmaktadır.
XVI. yüzyılda Osmanlı imparatorluğun gelişip, büyümesini sağlayan mües- sesatına ait çarkların belli bir uyum içinde işlediği düşünülmektedir. Fakat bu dönem- de bazı olumsuzlukların gün yüzüne çıktığını ifade etmek gerekmektedir. Bir... more
XVI. yüzyılda Osmanlı imparatorluğun gelişip, büyümesini sağlayan mües- sesatına ait çarkların belli bir uyum içinde işlediği düşünülmektedir. Fakat bu dönem- de bazı olumsuzlukların gün yüzüne çıktığını ifade etmek gerekmektedir. Bir hayli genişleyen sınırlar dahilinde Batı’daki Avusturya ve Doğu’daki Safevî savaşları bu yüzyıla damga vurmuştur. Hayli uzun süren bu savaşları, ağır şartları olan anlaşma- lar izlemiştir. Nitekim mevcut durumda imparatorluk bürokrasisi siyasî olarak bir politika ile sosyokültürel anlamda bir söylem dili geliştirmek gibi iki önemli vazifeyi üstlenmiştir. Batı cephesi için bu mahiyette bir gayretin nispeten çok daha kolay so- nuçlar verdiği düşünülebilir. Neticede bu cephede dinî, kültürel ve siyasî bakımdan tamamen farklı bir öteki, düşman ile karşı karşıyadırlar. Oysa Doğu’da durum olduk- ça karmaşık ve zordur. Burada inanç olarak aynı dine mensup, siyasal anlamda ortak hâkimiyet ve çıkar havzaları bulunan ve kültürel olarak da Batı’daki kadar keskin ayrımları olmayan bir devlet, Safevîler, ile karşı karşıya bulunmaktadırlar. Dolayı- sıyla imparatorluk bürokrasisi, kalem ehli için Safevîler ile olan savaşın izahı metodu ve şekli var olan bu ortak paylar nedeniyle zor bir hal almıştır. Çalışma, onların bu gayretleri bağlamdaki söylem, izah ve metotlarına dair bir yaklaşım sergilemektedir. XVI. yüzyılın ilk ve son çeyreği ile ortalarında devam eden Osmanlı-Safevî çekişmesi ve savaşlarına ait bilgelerin muhtevası bu hususun ortaya konulmasında önemli bir örnek hüviyetindedir. Belgelerde sıklıkla “kızılbaş”, “rafizî” ve “mülhid” gibi dinî; “yukarı canîb/cenâh” ve “öte yaka/taraf” gibi siyasî ve coğrafî izahlar yer almaktadır.
Seyyid Gazi, tarihsel olarak ‘uç’ta yer alan ve buradaki gelişmelerin şekillendirdiği önemli bir iskân merkezidir. Bu nedenle oldukça köklü iskân geçmişi Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı sınırları dâhilinde dinî, idarî ve askerî etkenler... more
Seyyid Gazi, tarihsel olarak ‘uç’ta yer alan ve buradaki gelişmelerin şekillendirdiği önemli bir iskân merkezidir. Bu nedenle oldukça köklü iskân geçmişi Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı sınırları dâhilinde dinî, idarî ve askerî etkenler vesilesiyle şekillenmiştir. İsimlendirmesine esas Arap ve akabinde Selçuklu, Osmanlı dönemlerindeki Türk-İslam medeniyetinin zengin bir parçası olması da bu etkenlerin bir sonucudur. XV ve XVI. yüzyılları tahrir, XIX. yüzyıl dünyası ise nüfus ve temettuat kayıtlarıyla tetkik edilebilen Seyyid Gazi’nin ülkemiz literatüründeki pek çok örnekte olduğu gibi XVII ve XVIII. yüzyılları adeta karanlık bir dönemi simgeler. Oysa bölgedeki nüfus ve iskânı şekillendiren etkenler ancak bu ara döneme ait bilgilerle görünür olabilecektir. Çalışma Seyyid Gazi’nin tahrir kayıtlarına yansıyan XV ve XVI. yüzyıllar ile avârız kayıtlarındaki XVII ve XVIII. yüzyıllara ait iki resminin ortaya konulmasını esas edinmiştir. Bu resimlerden hareketle tahrirden avârıza Seyyid Gazi’de nüfus ve iskânın şekillenişi ile köy, tekke-zaviyelerin oluşumuna dair bulgular ortaya konulabilmiştir. Böylece günümüzde kendine has dinamikleriyle sıradan bir Orta Anadolu yerleşkesi olan Seyyid Gazi’nin XV. yüzyıldan XIX. yüzyıla süregiden nüfus ve iskânının yapısı ve bunun özellikle XVII ve XVIII. yüzyıllardaki şekillenişi görünür kılınmıştır.
Sadullah Gülten, Osmanlı-Safevî Kıskacında Kızılbaşlar,
Açılın Kapılar Şah’a Gidelim, Timaş Yayınları, İstanbul, 2022
Osmanlı İmparatorluğu’nda ıslahatnamelerin tarihsel derinliği malik siyasî, kültürel ve idarî hüviyette tavsiye, eleştiri metinleri olduğu bilinmektedir. Özellikle siyasî, askerî ve malî anlamda kimi kırılmaların yaşanmaya başladığı 16.... more
Osmanlı İmparatorluğu’nda ıslahatnamelerin tarihsel derinliği malik siyasî, kültürel ve idarî hüviyette tavsiye, eleştiri metinleri olduğu bilinmektedir. Özellikle siyasî, askerî ve malî anlamda kimi kırılmaların yaşanmaya başladığı 16. yüzyılda sayılarının arttığı anlaşılmaktadır. Bu dönemdeki olumsuzluklar imparatorluk idaresinin çok daha iyi olarak kategorize edilen önceki dönemle kıyaslanarak ifade edilmiştir. Islahatnamelerin bu türden siyasî ve idarî özellikleri çokça çalışmada irdelenmiştir. Fakat iddia ettikleri argümanlar ile bunları besleyen kaynaklar ve söylem dilleri üzerinde fazlaca durulmamıştır. Çalışma ıslahatnameler içerisinde 16. yüzyılda imparatorluğun içerisinde bulunan durum, problemin fark edilişi, tarifi ve çözüm yolları ile tüm bunlara dair ortaya konulmuş olan söylem dili bakımından farklılık gösteren Ahlâk-ı Alâî merkeze alınarak bahsedilen açığın kapatılmasına dair bir yaklaşımın ürünüdür. Bu bakımdan ilk olarak eserin beslendiği kaynaklar belli bir düzen dahilinde ele alınacaktır. Akabinde ise eserin söylem dili üzerinde durulacaktır.
Fırat Nehri’ne oldukça yakın bir noktada ve işlek yolların kavşağında yer alan Balis, XVI. yüzyılın ilk yarısında Haleb’in önemli bir iskân merkeziydi. Beşerî ve iklim özellikleri nedeniyle oldukça köklü bir geçmişi bulunmaktaydı. Sözlü... more
Fırat Nehri’ne oldukça yakın bir noktada ve işlek yolların kavşağında yer alan Balis, XVI. yüzyılın ilk yarısında Haleb’in önemli bir iskân merkeziydi. Beşerî ve iklim özellikleri nedeniyle oldukça köklü bir geçmişi bulunmaktaydı. Sözlü anlatıya göre Balis, Nuh Tufanı’ndan sonra insanların yaşadığı ilk yerlerden biridir. Fırat Nehri kıyısında yer alması, hac ve önemli ticaret yollarının kavşağında bulunması Balis'in önemini artırmıştır. Kuru ve sert çöl iklimine rağmen bir vaha ve ılıman bir havaya sahip olması bölgede yerleşimi tetikleyen unsurlar olarak gösterilebilir. Osmanlı Devleti'nin idari taksimatında Haleb'e bağlı sancaklardan biri olmasına rağmen Haleb konulu çalışmalarda Balis hakkında bilgi oldukça azdır. Özellikle XVI. yüzyıl Balis’in dünyasını karartan, bilgi sahibi olmamızı engelleyen, bu durumun en önemli nedeni kaynak yetersizliğidir. Ancak Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyud-ı Kadime Arşivi'nde bulunan Balis tahrir defteri bu konuda yeni bir sayfa açılmasına olanak sağlamıştır. XVI. yüzyılda Haleb bölgesinde etkin bir nüfuza sahip olan Canpoladoğlu aşiretinin beyi Hüseyin Bey'in öncülüğünde gerçekleştirilen bu tahrir, XVI. yüzyılın son çeyreğinde Balis'in idari, siyasi, mali ve sosyo-kültürel tarihi hakkında çok önemli bilgiler içermektedir.
Balis, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğunun Haleb Eyâleti’nde tesis etmiş olduğu düzene sadık Araplar ile karşı duran asi Arap aşiretleri arasındaki doğal sınır şeridinin önemli bir parçasıydı. XVI. yüzyılın ikinci yarısında Haleb havzasında süren çekişmeler Canpoladoğulları Aşireti ile Balis bölgesini ön plana çıkarmıştır. Canpoladoğlu aşiretinin lideri Hüseyin Bey göstermiş olduğu kimi başarı ve yardımları sayesinde Haleb’e vali olmuştur. Onun bu göreve getirilişi ve kabulünde Balis’in önemli bir yeri bulunmaktadır. Hüseyin Bey’in bir zamanlar mamur olan fakat XVI. yüzyılın ikinci yarısında hâlî ve hârabeye dönmüş Balis’i tahrir etme gibi önemli bir görevi ifa ettiği anlaşılmaktadır. İmparatorluk idaresi Balis’in tahriri ile pek çok kazanımın peşine düşmüştür. Tımar hisselerinin belirlenmesi, tahsisinin yanında huzursuzlukların sonlandırılması ile bölgenin yeninden canlanması ve hazineye gelirin sağlanması bunlardan bazılarıydı. Hüseyin Bey, bu düşünceler dâhilinde XVI. yüzyılın sonlarına doğru Balis’i merkeze alan bir tahrir işlemi gerçekleştirmiştir. Onun tahririnde Balis’in hem idarî hem de malî olarak daha çok Bâb, Cebbul ve Menbic’den müteşekkil mezralardan oluşan bir sancak olduğu görülmektedir. Haleb temalı çalışmalarda pek rastlanılmayan Balis’in XVI. yüzyıl idarî, siyasî, malî ve sosyal dünyası hakkında bilgilere Hüseyin Bey tahririnde erişilmektedir.
Çalışmada XVI. yüzyılda Haleb'te Balis merkezli bir sancağın inşası ve özellikleri hakkındaki bilgiler ortaya konulacaktır. Bu vesileyle Balis sancağının idarî, malî ve askerî yapısı ile sosyo-kültürel özellikleri hakkındaki bilgilere ulaşılmıştır. Ayrıca literatürde pek fazla yer almamış Balis örneği üzerinden çok daha dar bir alanda Osmanlı İmparatorluğu’nun Halep bölgesinde XVI. yüzyılda yaşamış olduğu olumsuzluklar silsilesini oldukça net bir şekilde görme imkânı sağlanmıştır. Son olarak çalışma ortaya koydukları ile başta Haleb olmak üzere imparatorluğun Ortadoğu topraklarına dair çalışmalara dahil olma ve renk katma amacına hizmet etmektedir.
Osmanlı-İran sınırında yer alan Hakkari’nin özellikle Gevar (Yüsekova) kazasının Doski ve Oramari Nahiyeleri, sınır hattında yer almaları ve yüksek, sarp dağlar ile derin uçurumların oluşturduğu bir beşerî yapıya sahip olmalarıyla... more
Osmanlı-İran sınırında yer alan Hakkari’nin özellikle Gevar (Yüsekova) kazasının Doski ve Oramari Nahiyeleri, sınır hattında yer almaları ve yüksek, sarp dağlar ile derin uçurumların oluşturduğu bir beşerî yapıya sahip olmalarıyla ünlüdür. Haliyle belirtilen bölgelerde tam olarak idarî bir düzen tesis etmek güçleşmiş, eşkıyalar kol gezer olmuştur. Tam olarak neden eşkıyalık ettikleri bilinmese de Reşo ve Celo’nun bölgenin bu yapısından fazlasıyla istifade ettiklerini anlaşılmaktadır. Doski Aşireti Ağası Eşkıya Reşo’nun yirmi beş yılı bulan haraketliliği, Oramari Aşireti Ağası Eşkıya Celo’nun kendisine katılmasıyla farklı bir boyuta eriştiği görülmektedir. Bölgedeki Başıbozuk Arnavut askerlerine saldırı ile vergi tahsildarı Han Abdal’ın öldürülmesi hadiseleri adeta bardağı taşıran son damla olmuştur. Osmanlı İmparatorluk idaresi idarî, askerî, malî ve beşerî anlamdaki tüm çıkmazlara rağmen eşkıyaları yakalamak için merkez-taşra işleyişini sürdürmüştür. Yereldeki aşiretlerin de desteğini alarak sık sık sınırın diğer yakasına geçen eşkıyaları yakalamak için sıkı bir takip başlatılmıştır. Neticede ailesi, bir kısım taraftarı ve esirlerinden oluşan adeta “sınır eşkıyası” tabiri ile özdeşleşecek olan Eşkıya Reşo yakalanmıştır. Akabinde örneklerine mahal vermemek, sükûneti sağlamak için Reşo’nun Girit’e gönderilmesi planlanmıştır. Ancak yerelden yükselen Reşo’nun affedilmesi talebi nedeniyle bu düşünceden vazgeçilmiştir. Daha ziyade idarî, malî ve sosyo-kültürel etkenlerin körüklediğini düşünüldüğünde Eşkıya Reşo ve Celo’nun uygunsuzluklarının bitirilmesiyle bölgede yine de özlenen sükûnet tesis edilememiştir.
Aştakul, günümüz idarî taksimatına göre Çorum İline bağlı Ortaköy ilçesinin bir beldesi konumundadır. Çekerek ırmağının adeta ikiye böldüğü Geldiklan (Geldi-gelen) Ovasını takip eden Çorum ile Amasya arasındaki yol güzergâhında yer... more
Aştakul, günümüz idarî taksimatına göre Çorum İline bağlı Ortaköy ilçesinin bir beldesi konumundadır. Çekerek ırmağının adeta ikiye böldüğü Geldiklan (Geldi-gelen) Ovasını takip eden Çorum ile Amasya arasındaki yol güzergâhında yer almaktadır. Hemen kuzeyinde 4, 5 km uzaklıkta bulunan Ortaköy’deki Hitit dönemi ören yeri bölgenin oldukça köklü bir geçmişe dayandığının işaretidir. Ticaretin yoğun olduğu yol güzergâhı veya liman kenti değil de bir Orta Anadolu iskân merkezi olması bakımından benzeri pek çok bölge gibi tarihi tetik edilmemiştir. Tarihsel olarak XIII. yüzyıla kadar geriye giden köklü mazisi, Osmanlı İmparatorluğunun askerî, idarî, malî ve sosyo-kültürel gereksinimlere dayalı kayıt sistemi sayesinde nispeten aydınlatılabilir. Bu bakımdan ilk olarak XV. yüzyıl ile XVI. yüzyıla ait tahrir defterleri sayesinde çevresindeki köylerin merkezi konumundaki bir nahiye olarak karşımıza çıkmaktadır. Akabinde Celalî isyanlarının darmadağın ettiği bölgelerden biri haline geldiği, köy olarak XVII. yüzyıl kayıtlarında yer almasından anlaşılmaktadır. XVIII. yüzyılda siyasî, sosyal ve ticarî amaçlarla yapılmış kimi iskân faaliyetlerinin bir bakıma Aştakul’un yeniden toparlanmasına ve tekrar etkin bir hüviyet kazanmasına yol açtığı görülmektedir. Nitekim Karadağ ve Alandağ eteklerini yurt edinen aşiretlerin pazargâhı, hafta pazarı, olma vasfını bu sayede kazanmıştır. Fakat güneyinde Amasya, Çorum ve Tokat istikametindeki işlek yollara yakın Çay köy ile kuzeyinde çok daha köklü ve zengin bir iskân merkezi olma vasfına haiz Ortaköy Aştakul’a XVI. yüzyıl dünyasındaki görkemli günlere dönme fırsatı vermez. Dolayısıyla giderek büyüyen bu iki merkezin arasında zengin tarihsel izlerin ışığında sıradan bir köy olarak uzun tarihsel süreçte yol almaya başlar. Çalışma, Aştakul’un eldeki tarihsel kaynak dahilinde XV. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar geçirmiş olduğu kendine has dün kurgusunu ortaya çıkarmayı ve bu bakımdan hem mikro boyutta uzun erimli çalışmalara örnek olmayı hem de Orta Anadolu tarihine dönük çalışmalara eklemlenmeyi amaç edinmektedir.
Alevilik-Bektaşilik araştırmacılarının Osmanlı dönemine ait en önemli çıkmazlarından biri, birincil kaynak olarak da ifade edilebilecek olan belge eksikliğidir. Arşivlerin mevcut potansiyeli düşünüldüğünde İmparatorluk idaresinin bu... more
Alevilik-Bektaşilik araştırmacılarının Osmanlı dönemine ait en önemli çıkmazlarından biri, birincil kaynak olarak da ifade edilebilecek olan belge eksikliğidir. Arşivlerin mevcut potansiyeli düşünüldüğünde İmparatorluk idaresinin bu inanca dair tutumu, uygulamaları ve attığı adımlara dair henüz pek çok şey söylenmiş değildir.
Alevilik-Bektaşilik araştırmacılarının dosya, belge temelli çalışmalarına rağmen XVII-XIX. yüzyıllar arasını kapsayan defterlere pek meyletmedikleri anlaşılmaktadır. Oysa bu tür defterlerde mevcut çalışmalara renk katacak pek çok önemli bilgi yer almaktadır. Bu meyandaki örneklerden biri Hurufat Defterleridir. Vakıflar Arşivindeki bu defterler, genellikle şehir tarihi veya cami, mescit, zaviye vb. eserlerin tarihsel geçmişi, işleyişi bağlamında ele alınmıştır.
Çalışmada kayıtların tutulduğu dönemde Sivas’ın Amasya Sancağına, günümüz idarî sınırları bağlamında ise Çorum’a bağlı Mecitözü ilçesi hurufat kayıtları tetkik edilecektir. Bu vesileyle hurufat kayıtlarından hareketle Alevi-Bektaşi tekke ve zaviyeleri ile “dede” ve “Hacı Bektaş-ı Veli” şeklinde Alevi-Bektaşi literatürüne has kayıtlar tespit edilecektir. Böylece bir Bektaşi zaviyesinin idaresi, gelirleri, görevlileri, yönetiminin nasıl olduğu sorularının cevabı araştırılacaktır.
Ezcümle Mecitözü Hurufat kayıtları vesilesiyle ilk olarak bölgedeki Alevi-Bektaşi mekânsal varlığı, inanç ve itikadına dair bilgilerin XVII.-XIX. yüzyıl imparatorluk Hurufat kayıtlarında nasıl işlendiği meselesi ortaya çıkarılacaktır. Daha sonra bu durumun bölgedeki Alevi-Bektaşi mekânsal ve itikadî hafızasına katkısı bağlamı ele alınacaktır. Her iki durumda elde edilecek bulgular mevcut Alevilik-Bektaşilik çalışmalarına renk katacak ve Hurufat defterlerinin bu konuyu ele alan çalışmalarda bir başvuru kaynağı haline getirilmesine vesile olacaktır.
Sınırlarını Fırat ve Murat nehirleri ile Munzur ve Karaboğa dağlarının belirlediği Çemişgezek bölgesini, coğrafî yapısı nedeniyle Eski Taş (Paleolitik) devrinden beri insanların yerleşmek için tercih ettiği anlaşılmaktadır.1 Özellikle... more
Sınırlarını Fırat ve Murat nehirleri ile Munzur ve Karaboğa
dağlarının belirlediği Çemişgezek bölgesini, coğrafî
yapısı nedeniyle Eski Taş (Paleolitik) devrinden beri insanların
yerleşmek için tercih ettiği anlaşılmaktadır.1 Özellikle
Pullur köyü çevresindeki izlerden hareketle Neolitik
Dönemi (10000-5500)2 takiben Hitit (1650-1200)3 ve sırasıyla Muşkiler (1114-1074)4, Medler (800-550), Pers
(550-330), Roma (MÖ 27-MS.395) ve Bizans (395-1543)
hâkimiyetleri izlemiştir.5 M. Halil Yinanç’ın araştırmalarına
göre Çemişgezek ve çevresi Malazgirt Savaşından
(26 Ağustos 1071) sonra önemli bir Türkmen Beyi olan
Çubuk tarafından ele geçirilmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla
Çubuk Bey, Çemişgezek’i daha ziyade askerî bir üs olarak
kullanmıştır.6 Önceleri Büyük Selçuklulara (1040-1308)
bağlı olarak hareket eden Çubuk Bey, zamanla Anadolu’da
oldukça güçlü bir idare tesis eden Anadolu Selçuklularına
(1075-1308) tabi olmuştur. Çubuk Bey’in bu kararı
neticesinde Çemişgezek ve çevresi büyük ölçüde Anadolu
Selçuklu denetimine girmiştir.7 Bölge daha sonra Doğu
Anadolu’da hâkimiyet kurmuş Danişmendliler (1080-
1178), Artukoğulları (1102-1409) ve Akkoyunlular (1340-
1514)8 denetiminde kalmıştır. Safeviler (1502-1736) Şah
İsmail (1502-1524) döneminde bölgeye nüfuz etmeyi başarmışlardır.
Öyle ki Şah İsmail’in dailerinden Nur Halife
Sultan’ın çalışmalarıyla Çemişgezek hâkimi Hacı Rüstem
4 Recep Yıldırım, Eskiçağ’da Anadolu, Meram Yayınları, İzmir
1996, s.125,126.
5 Çemişgezek bölgesindeki medeniyetlerin hâkimiyetleri hakkında
teferruatlı bilgi ve zengin kaynakça için bkz. Mehmet Ali Ünal,
XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara, 1999, s.6-10
6 Mükrimin Halil Yınanç, Türkiye Tarihi, Selçuklular Devri, İstanbul
Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1944, s.20-28
7 Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, Turan Neşriyat
Yurdu, İstanbul, 1973, s.145-148.
8 İbrahim Yılmazçelik, Osmanlı Devleti Döneminde Dersim Sancağı,
Kripto Yayınlar,
Çuka adası Akdeniz’in kendine has özellikler barındıran yüzlerce adasından biridir. XIII. yüzyıl başlarında Venedik hâkimiyetinde olduğunu bildiğimiz ada, XVIII. yüzyılın ilk yarısında Osmanlılar tarafından ele geçirilmiştir. Akabinde... more
Çuka adası Akdeniz’in kendine has özellikler barındıran yüzlerce adasından biridir. XIII. yüzyıl başlarında Venedik hâkimiyetinde olduğunu bildiğimiz ada, XVIII. yüzyılın ilk yarısında Osmanlılar tarafından ele geçirilmiştir. Akabinde yaklaşık üç yıl sonra yeniden Venedik idaresine geçmiştir. Osmanlı idaresi adanın ele geçirilmesini takiben tahrir yapmıştır. Bu tahrir vesilesiyle adanın demografik, sosyo-ekonomik, idarî ve malî yapısı hakkında önemli bilgilere erişebilmekteyiz. Öyle ki Çuka Adasının merkezi olan “Nefs-i Kal’a, Varoş’u Kal’a ile Livadi, Milopotamo, Kastrisiyanika ve Potamo isimli dört nahiyesinin bulunduğunu bu sayede öğrenebilmekteyiz. Ayrıca bu idarî birimlerde toplam 1.142 hane ve 1.660 neferin bulunduğunu söyleyebiliriz. Deniz ticaret ve savaş yolu güzergâhında önemli bir mıntıkada yer alan adada arpa, buğday, mahlut gibi tahıllar başta olmak üzere üzüm, pamuk, keten üretiminin yapıldığı görülmektedir. Ayrıca adada koyun ve arı yetiştiriciliğinin de oldukça yaygın olduğu anlaşılmaktadır. İncelediğimiz tahrir defterleri hem adaya dair kıymetli bilgiler içermesi hem de XVIII. yüzyıla özgü tahrir örneği olmaları bakımından oldukça önemlidir. Bu çalışma vurgulanan iki hususun Türkçe literatürde görünür kılınması maksadını taşımaktadır.
Hakkâri Türkiye’nin güneydoğu ucunda bulunan bir sınır kentidir. Oldukça köklü ve renkli bir maziye sahiptir. Coğrafî ve beşerî özellikleriyle bütünleşmiş tarihsel serüveni Osmanlı hâkimiyetine girdiği XVI. yüzyılda daha da... more
Hakkâri Türkiye’nin güneydoğu ucunda bulunan bir sınır kentidir. Oldukça köklü ve renkli bir maziye sahiptir. Coğrafî ve beşerî özellikleriyle bütünleşmiş tarihsel serüveni Osmanlı hâkimiyetine girdiği XVI. yüzyılda daha da farklılaşmıştır. Nitekim dönemin koşulları nedeniyle imparatorluk yönetimi tarafından önemsenen bir idari yapı dahilinde XIX. yüzyıla kadar devam eden inişli çıkışlı bir süreç başlamış olur. XIX. yüzyılda değişen dünya şartlarına uyum sağlama sürecinin doğal sonucu olarak hayata geçirilmeye çalışılan kimi uygulamalar, bölgede nispeten kaotik bir dönemin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Hakkâri tarihinin XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar devam eden sürecinin olabildiğince kısa bir özeti ancak bu şekilde yapılabilir. İnsanların hayatlarında olduğu gibi kentlerin de uzun tarihsel süreçlerinde geçirdikleri küçüklü büyüklü pek çok değişim vardır. Çoğu zaman bu değişimler döneme özgü “detay”larda saklıdır. Bu detayların tespiti sayesinde iskân mahallerine ait kesitlerin tüm canlılığıyla ortaya çıkarılması mümkün olabilir. Hâliyle modern tarihçilik giderek, uzun erimli ve genel geçer konu ya da olaylar kadar, nispeten çok daha dar mekân, özel konu ya da meselelere odaklanmaya başlamıştır. Bu bakış acısıyla çalışmada Hakkâri’nin yukarıda açıkladığımız uzun soluklu tarihinden “bir kesit alınarak” olabildiğince açık bir şekilde ortaya konulması amaçlanmıştır. Hakkâri’nin odağa alınacağı böylesi bir çalışma için imparatorluk merkez ve yerel birimlerinde önemli ölçüde değişim ve dönüşüme işaret eden Tanzimat sonrası döneme bakılması tartışma yürütmek için son derece elverişli olacaktır. Öyle ki Tanzimat devriyle ilgili tartışmaların önemli bir kısmının merkezde olan gelişmeler, modernleşme ve gayr-i müslim tebaa üzerine yoğunlaşmaktadır. Oysa daha lokal ve periferide kalan yerlere bakıldığında Osmanlı’nın iktisadi ve sosyal yaşamında gerçekleşen değişimleri farklı bir gözle görmek de mümkün olabilecektir. Bu bağlamda Hakkâri’de Tanzimat sonrası idari, mali ve sosyo-kültürel hayatın nasıl inşa edildiğini görme fırsatı elde edilecektir. Hakkâri’deki devlet erkânı ile tüzel kişiliğin oluşumu, kamusal alana dair ilk mekânların doğuşu ve arazi, nüfus ile ticarete dönük yeniliklerin tesisi gibi oldukça renkli konulara temas edilecektir.
Bugün Çorum’a bağlı bir ilçe olan Mecitözü, Kuzey Orta Anadolu bölgesinde yer almaktadır. Mecitözü’nün de içinde bulunduğu bölge, tarihsel olarak Hitit, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapmıştır. Kayseri,... more
Bugün Çorum’a bağlı bir ilçe olan Mecitözü, Kuzey Orta Anadolu
bölgesinde yer almaktadır. Mecitözü’nün de içinde bulunduğu bölge,
tarihsel olarak Hitit, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerine
ev sahipliği yapmıştır. Kayseri, Sivas, Tokat ve Samsun yolu güzergâhında
yer alması, bölgeyi cazibe merkezi haline getirmiştir. Bölgenin bu durumu
Türklerin Anadolu’ya gelişleri sırasında da etkisini hissettirir. Nitekim XI.
yüzyıldan itibaren Mecitözü’nde etkin bir konar-göçer Türkmen akınına
rastlanır. Bu konar-göçer Türkmen unsurlarının iskânı bazı zaviyelerin de
kurulmasına zemin hazırlamıştır. Özellikle Balım Sultan, Elvan Çelebi, Şeyh
Kutluca ve İlyas köylerinde zaviyeler kurulmuş, zamanla geliştirilmiştir. Bu
zaviyelerden bazılarının Bektaşîler tarafından kurulduğu bilinmektedir.
Haklarında ilk bilgilere tahrir defterlerinde eriştiğimiz bu zaviyeler, malî
ve idarî bakımdan Osmanlı İmparatorluğu’nun sonlarına kadar varlığını
devam ettirmiştir.
Beyânü’l-Hak gazetesi II. Meşrutiyet döneminin dinî, ilmî ve edebî muhtevalı oldukça önemli bir gazetesi olmasına rağmen Türkiye’de pek az akademik çalışmaya konu olmuştur. Mustafa Sabri’nin başyazar olduğu gazetede, Elmalılı Hamdi ve... more
Beyânü’l-Hak gazetesi II. Meşrutiyet döneminin dinî, ilmî ve edebî muhtevalı oldukça önemli bir gazetesi olmasına rağmen Türkiye’de pek az akademik çalışmaya konu olmuştur. Mustafa Sabri’nin başyazar olduğu gazetede, Elmalılı Hamdi ve İskilipli Mehmet başta olmak üzere birçok farklı yazarın siyasi, dinî ve kültürel duruşlarına tesadüf edilmektedir. Gazetenin İslam birliği ve kardeşliğini ön plana alarak temelde bu düşüncenin karşısındaki kişi veya grupları hedefe aldığı anlaşılmaktadır. Oldukça geniş bir okuyucu kitlesi bulunan Beyânü’l-Hak gazetesinin en önemli özelliklerinden biri, II. Abdülhamid, İttihâd ve Terakkî Cemiyeti ile İslamcı kimliğe haiz kişiler arasında yaşanan fikir ayrılıklarını resmetmesidir. Gazetenin ilk birkaç sayısı istisna tutulur ise hemen hemen her sayısında bu ayrılığın izlerine tesadüf etmek mümkündür. Bu çalışmanın iki temel gayesi bulunmaktadır. Bunlardan ilki yukarıda bahsedilen üç grup arasındaki fikir ayrılıklarıyla oluşan resmi ortaya koyabilmektir. İkincisi ise 182 sayılık bir gazetenin satırlarından hareketle II. Meşrutiyet döneminin dinî, siyasi, edebî ve içtimai konularına İslamcı kalemlerin bakış açılarını ortaya koyabilmektir.
Ülkemizde Alevilik-Bektaşilik tarihine dair çalışmalar daha ziyade XVI. yüzyılın ilk yarısı ile XIX. yüzyıl bağlamında ele alınmıştır. İlk devire dair çalışmalarda OsmanlıSafevi çekişmesi ve bu durumun imparatorluk tebaası Kızılbaş... more
Ülkemizde Alevilik-Bektaşilik tarihine dair çalışmalar daha ziyade XVI. yüzyılın ilk
yarısı ile XIX. yüzyıl bağlamında ele alınmıştır. İlk devire dair çalışmalarda OsmanlıSafevi çekişmesi ve bu durumun imparatorluk tebaası Kızılbaş topluluklar üzerindeki
etkisi daha çok siyasî ve itikadî bağlamda irdelenmiştir. İkinci döneme ait çalışmalar ise
nispeten imparatorluk idaresinin merkezileşme çabaları ve bu durumun kızılbaşlar
nezdinde yaratmış olduğu tesire dönüktür. İmparatorluk idaresinin, Anadolu kırsalında
sıradan hayatını yaşarken dönemin kendine has özellikleri nedeniyle oluşan siyasî, sosyal
ve itikadî havasından etkilenerek görünür olan Kızılbaşların, Safevilerle irtibatının
kesilmesine dair gayretini erişebildiğimiz belgelerden rahatlıkla görebilmekteyiz. 17. ve
18. yüzyıllarda gerçekte ne olup bittiğine dair sarih bilgiler olmasa da azalan Safevi
tazyikiyle 19. yüzyıla kadar dingin bir hayatın devam ettiği düşünülebilir. Bu çalışma
aslında daha ziyade ilk dönem örneklerine farklı bir bakış acısıyla katkı sağlamayı
amaçlamaktadır. Bu bakış acısı aslında başvuru kaynağının niteliği ve öneminden
beslenmiştir. Ülkemizde daha ziyade siyasî, idarî, malî ve askerî maksatla tetkik edilmiş tahrir defterleri Osmanlı-Safevi mücadelesi ve kızılbaşların durumu hakkında önemli
bilgiler ihtiva etmektedir. Vilayet-i Rum ve havalisine ait bu minvaldeki defterlerin
tetkikiyle şimdiye kadar siyasî ve itikâdî boyutuyla ele alınan meselenin ayrıca malî bir
yönünün de olduğu görülmektedir. Haliyle çalışmada bu hususa dair tespitlerin ortaya
konulması amaçlanmaktadır. Ancak bu sayede kızılbaşa meyleden bir Anadolu
köylüsünün hem kendisi ve hem de imparatorluk idaresi nezdindeki çıkmazlarına dair
ipuçlarına erişilebilecektir.
Basın, toplumların içerisinde bulundukları dönemde meydana gelen olaylara reaksiyonlarını belirleyen önemli bir faktördür. Bu çalışmada II. Meşrutiyet döneminin önemli bir yayın organı olan Beyânü’l-Hak gazetesinin Osmanlı İmparatorluğu... more
Basın, toplumların içerisinde bulundukları dönemde meydana gelen olaylara reaksiyonlarını belirleyen önemli bir faktördür. Bu çalışmada II. Meşrutiyet döneminin önemli bir yayın organı olan Beyânü’l-Hak gazetesinin Osmanlı İmparatorluğu idari mekanizması üzerinde gündem yaratma ve sürdürme etkisine dair kimi örnekler sergilenmektedir. Bu tespiti yapmak oldukça zor olsa da en azından gazetede ele alınmış ve idari mekanizmanın dikkatini celp etmiş konular dâhilînde bir yaklaşım izlenmiştir. Bu yolla devlet arşivlerinde tesadüf edilen üç önemli meselede, gazetenin özellikle dini, itikadi duruşu nedeniyle konuya tarafgir yaklaştığı ve imparatorluk idaresini hedef alan açıklamalarda bulunduğu anlaşılmaktadır. Gazeteden yükselen bu ses, kısa sürede ilgili mercilere ulaşmış ve gerekli tahkikat, takibatlar yapılmıştır. Bu üç örnek aslında bizlere hem dönem dünyasında basının idari mekanizma tarafından takip edildiğini ve hem de gazetelerin özellikle dini ve milli kimi hassasiyetlerle tabanlarının da desteğini alarak imparatorluk idaresini harekete mecbur edebildiklerini görebilme fırsatı vermektedir.
Osmanlı İmparatorluğu dönemin söylemiyle yüz elli yıllık buhrandan kurtulmak ve özellikle de mali ve idarî disiplini yeniden tesis etmek maksadıyla Tanzimat Fermanı’nı ilan etmişti. İmparatorluğun özlemini çektiği merkez-taşra... more
Osmanlı İmparatorluğu dönemin söylemiyle yüz elli yıllık buhrandan
kurtulmak ve özellikle de mali ve idarî disiplini yeniden tesis
etmek maksadıyla Tanzimat Fermanı’nı ilan etmişti. İmparatorluğun
özlemini çektiği merkez-taşra koordinasyonunun sağlanması şüphesiz
iyi bir idarî taksimattan geçmekteydi. Çok geçmeden eyaletlerde vali,
sancaklarda muhassıllık ve meclisleri oluşturuldu. Daha dar anlamda
bir idarî birim olan kazalarda orada doğup büyümüş, bölgeyi, halkı
tanıyanların müdür olarak görev yapabileceklerdi. 1842 yılında sancakların
başına valilere mülki, idarî ve askerî alanlarda yardımcı olmak
maksadıyla getirilen kaymakamların, 1871’deki düzenlemeyle birlikte
kazalara görevlendirildikleri görülmektedir.
Osmanlı-İran sınırında oldukça önemli bir mevkide yer alan
Hakkâri uzun yıllar Abbasi sülalesinden geldiğine inanılan Beyler vesilesiyle
kâh Yurtluk-Ocaklı ve kâh hükümet sistemiyle idare edilmiştir.
Şüphesiz bu imparatorluk idaresinde sık kullanılan bir sistem değildi.
Fakat İranlıların muhtemel saldırısı sırasında bölgeyi terk etmeyip
mukavemet göstermeleri imparatorluk stratejisi için vazgeçilmezdi.
XIX. yüzyıla gelindiğinde ise Hakkâri’de imparatorluğun diğer
tüm birimleri gibi idarî taksimattan nasibini almış ve Van Muhassıllığı
üzerinden Erzurum Eyaletine bağlanmıştır. Nisan 1849 tarihli bir belge bizlere Hakkâri’de bir eyalet merkezinin
tesis edildiğine dair bilgi vermektedir. Küçük bir meclisin kurulması,
on bir adet Hakkâri haritasının acil bir şekilde basılarak hazırlanması
gibi konularda imparatorluğun ilgili birimleri arasında müteakip
senelerde yapılan yazışmalarda bu konuya dair bilgi edinmek
mümkün. Bu nedenle çalışmada Nisan 1849 tarihi ila Van ve Hakkâri
vilayetlerinin birleştirilerek Van’ın vilayet merkezi olduğu Ağustos
1887 tarihi esas alınarak bu süre zarfında Hakkâri kaymakamı olarak
görev yapmış mülkiye mensuplarına dair bilgiler sergilenecektir.
Maksadımız ise Devlet Arşivlerinin ilgili fonları başta olmak üzere yöre
ve kişilere dair bazı araştırma ve inceleme eserlerinden hareketle idaresi
gayet müşkül olan bu havalide görev yapmış kaymakamların kişisel
bilgileri, meslekî becerileri, yöreye dair izlenimleri gibi pek çok insanî
ve meslekî bilgi yumağını akademik bir üslupla ortaya koyabilmektir.
Çok keskin ve belki de abartılı bir saptama olarak algılansa da Osmanlı İmparatorluğunda Tanzimat’tan Islahat Fermanı’nın ilanına kadar geçen evre, merkez-taşra ikileminde üç önemli olgu üzerine şekillendirilebilir. Bunlardan birincisi ve... more
Çok keskin ve belki de abartılı bir saptama olarak algılansa da Osmanlı İmparatorluğunda Tanzimat’tan Islahat Fermanı’nın ilanına kadar geçen evre, merkez-taşra ikileminde üç önemli olgu üzerine şekillendirilebilir. Bunlardan birincisi ve şüphesiz en somut olanı özellikle taşra idaresinde özlemini çektiği bir idarî, siyasî ve ekonomik düzeni tesis etme gayretinde olan Osmanlı İmparatorluk idaresinin gayret ve uygulamalarıdır. İkincisi, vergi, adalet ve idare gibi pek çok husustaki söylemleriyle ön plana çıkmış Tanzimat ile birlikte yeni bir beklenti içerisine girmiş olan taşra toplumudur. Nihayet son olarak yer yer ortaya çıkan düzene karşı, yerel veya merkezî bazı güç unsurlarının desteğini arkasına alarak faaliyetler yürüten, kimi usulsüzlükler ile gündeme gelen asi, eşkıyalar bu hususta ifade edilebilir. Çalışma kapsamında dönem itibariyle Erzurum Eyaletine bağlı Tercan Kazası merkeze alınarak; bahse konu olgulara dair yerel bir örneklemin sunulması amaçlanmaktadır. Nitekim önceleri kimi idari işler ifa eden ve Tercanlı Halit olarak adlandırılan şahsın, bölgedeki usulsüz faaliyetleri ortaya konulacaktır. Çalışmada Tercanlı Halit’in ortaya çıkışı, yükselişi, bölgede taraftar bulması, söylenceye göre otuz, kırk kişiye varan avenesinin oluşması, sevk ve idaresi gibi pek çok önemli ayrıntının izleri arşiv kaynaklarından hareketle sürülecektir. Daha sonra onun, yerel güç unsurlarının desteğini alarak, zorla mal, mülk edinme ve pek çok köylüyü borçlandırması (kişi adı ve borç miktarı bilgisi dâhilinde) ile ayrıca tüm bunlara rağmen suçsuz olduğunu ispatlama dönük gayretine tesadüf edilecektir. Nihayet taşrada yaşanan bu hengâmeye karşı gerek halisane gönderilen şikâyet mektupları ve gerekse de Trabzon üzerinden İstanbul’a giden ve kendisini mazlummuş gibi göstermeye çalışan Halit’in beyanatını dinleyen imparatorluk idaresinin olaya bakışı ile çözmeye dönük uygulamaları dikkatle ele alınacaktır.
Öz Tarih ve tarihî kaynak denince ilk olarak akla devletler ve onların resmî olarak ürettiği arşiv materyali gelmektedir. Bu durumda toplumun sesini sadece devletle olan irtibatı ölçüsünce duymak müm-kün olmaktadır. Oysa günümüzde... more
Öz Tarih ve tarihî kaynak denince ilk olarak akla devletler ve onların resmî olarak ürettiği arşiv materyali gelmektedir. Bu durumda toplumun sesini sadece devletle olan irtibatı ölçüsünce duymak müm-kün olmaktadır. Oysa günümüzde tarihçiler artık toplumların ve bireylerin ne düşündükleri, nasıl bir hayat yaşadıkları gibi daha spesifik sorulara cevap aramaktadır. Tam da bu noktada yeni tarih ve tarihçilik algısına katkı sunacak bir eser tarafımızdan tespit edilmiş ve yeni yaklaşımlar çerçevesinde analiz edilmiştir. Söz konusu eser; Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi'nde 2216 numara ile kayıtlı 13 Aralık 1921-29 Ağustos 1925 tarihleri arasını kapsayan Hacı Bektaş Veli Hazretleri Türbesinin Zi-yaret Not Defteri isimli kaynaktır. Bu kaynak; Alevi ve Bektaşi toplumu için derin bir mana ve varlık vesilesi addedilen Hazret-i Pîrʼin dergâhına toplu ve bireysel olarak gelip misafir olanların bu kutsal mekândaki duygu ve düşüncelerini serbest olarak, oldukça safiyane bir şekilde kaleme aldıkları ve dile getirdikleri bir eserdir. Kaynaktaki veriler çerçevesinde ziyaretçilerin devletin çeşitli kademelerinde memur ve asker, si-vil-sıradan vatandaş ve hatta yabancı ülke vatandaşları olanlar şeklinde sınıflandırılabilmektedir. Bu zenginlik, defteri oldukça önemli kılmaktadır. Nitekim bu vesile ile toplumun hem sivil kesiminin ve hem de devletin temsilcilerinin sesini bir arada duyma imkânı doğmuştur. Diğer taraftan kaynak bize dönemin dinî, siyasî, askerî ve içtimai hayatına ilişkin oldukça zengin bilgiler sunmaktadır. Bilhassa zaman dilimi bakımından bir devrin sonu ve başka bir devrin başlangıcına isabet eden bu defter; bir manada Osmanlının ölüm acısına Cumhuriyetin ise doğum sancına şahitlik etmesi, dönemin insan-larının duygu ve düşünceleri ile manevî hayatları ve itikadî duruşlarını yansıtması bakımından da farklı bir değeri hak etmektedir. Çalışmamızda, söz konusu defterden elde edilen veriler Alevilik ve Bektaşilik üzerine yazılan literatür desteğinde nitel ve nicel analiz yöntemi ile değerlendirilmiştir. Abstract When the question is history and historical sources, states and the official archival materials come to mind at first. In that case, it is possible to hear the voice of the society to the degree of their contact with the state. Today, however, historians seek answers to such more specific questions as to what the societies and individuals think and what kind of lives they lead. At this juncture, we discover a new source that would contribute to a new historicism and it has been analyzed under the light of new approaches. This source is The Visitor Guest Book of the Tomb of Hazrat Haji Bektashi Veli that is registered with the number 2216 in the General Directorate of Foundations and that covers the dates between 13rd December 1921 and 29st August 1925. This source is a work in which the guests who came, as a group or individually, to the convent of Hazrat Pīr, who is a cause of a deep meaning and existence for Alawi Bektashi society, freely and sincerely wrote down their feelings and ideas in this holy place.
Bu çalışmada, kadastronun Osmanlı İmparatorluğunda "halk sağlığı" ile "sosyal yaşam" yararına kullanılmasına dair bir kesit sunulacaktır. Öyle ki başta Balkanlar olmak üzere pek çok bölgesinde farklı temelli hareketler ile dış dünyada... more
Bu çalışmada, kadastronun Osmanlı İmparatorluğunda "halk sağlığı" ile "sosyal yaşam" yararına kullanılmasına dair bir kesit sunulacaktır. Öyle ki başta Balkanlar olmak üzere pek çok bölgesinde farklı temelli hareketler ile dış dünyada meydana gelen kimi gelişmelere cevap verme noktasında "en buhranlı" dönemlerini yaşayan, hatta İtalya ile savaşın arifesinde olan imparatorluğun; kadastro çalışmalarında bu minvali ihmal etmemesi kanımızca üzerinde durulması gereken önemli bir konudur.
Bu kapsamda, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Arşivi ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyud-ı Kadime Arşivinden yararlanılarak konuyla ilgili belgeler tetkik edilecektir. Elde edilecek bilgilerden hareketle
temelde imparatorluk bürokrasisinin literatüre "...İstanbul'un en mu'tenâ mesire alanları..." olarak geçmiş
Adalar'daki "Çam Ağaçlarının (Ormanlık Sahaların)" korunması için öncelikle Kınalı Ada'dan başlanarak
kadastro çalışmalarının, bir an önce yapılması aciliyetine dair düşüncesi vurgulanacaktır. Ayrıca Adalar’da mevcut çam ağaçlarının hastalıkları, mahlûl arazilerinin belirlenerek ilgililere satılması veya istimlâk edilmesi ile kadastro harcamaları için kaynak arayışı gibi farklı uğraşlara da temas edilecektir. Olayın bu yönü, zaten sıkıntılı olan imparatorluk ekonomisinin oldukça önemli olarak gördüğü bir mesele için ilave gider kalemine kaynak yaratma çabasını da gözler önüne koyacaktır.
Nihayet XXI. yüzyıl dünyasındaki teknolojik gelişmelere rağmen pek çok kez ihmal edilen "doğal yaşam alanlarının" korunması noktasında bu gün ile düne dair kısa bir nüans eşliğinde, kadastro çalışmalarının insan
temelli olması noktasındaki hakikatin ortaya konulması hedeflenmektedir.
Ahilik aslında bilindiği üzere, Anadolu Erenlerinden Hacı Bektaş Veli’nin tavsiyesi üzerine Ahi Evran tarafından oluşturulmuş esnaf dayanışma teşkilatının adıdır. Temelde değişik meslek alanlarında olanlar ile yetişecek kişilerin sadece... more
Ahilik aslında bilindiği üzere, Anadolu Erenlerinden Hacı Bektaş Veli’nin tavsiyesi üzerine Ahi Evran tarafından oluşturulmuş esnaf dayanışma teşkilatının adıdır. Temelde değişik meslek alanlarında olanlar ile yetişecek kişilerin sadece mesleki bakımdan değil aynı zamanda ahlaki yönden de sağlam bireyler olmasını hedefler. Fütüvvet teşkilatı kanalıyla temelleri İslam’ın ilk evrelerine kadar gider. XIII. Yüzyılda Anadolu Selçuklu teşkilat yapısının adeta çöktüğü bir devirde ahiler, şehirlerin yönetimi başta olmak üzere iktisadi ve sosyo-kültürel yapılarının muhafazasını sağlamışlardır. Fatih Döneminde daha çok bir esnaf loncası hüviyetine bürünerek XX. yüzyıl başlarına kadar varlığını sürdürmüştür. Gerek iktisadi hayata bakışı ve gerekse de iktisadi hayatın ahlaki boyutunu problem edinmiş ve bu hususlarda dönemlerinin ruhların dair kaideler vücuda getirmiş olmaları bakımından ahiler/ahilik pek çok bilim insanının ilgi odağı haline gelmiştir. Bu kadar önemli bir teşkilat hakkında kısa zamanda ve bireysel olarak bütüncül çıkarımlar yapabilmek elbette imkânsızdır. Bu nedenle yapılacak her çoklu katılım ile belirlenen eksikliklere dair çalışmalar ahiliğe dair mevcut boşlukları adım adım tamamlayarak bütüncül görünüme kavuşmamıza fırsat verecektir. Bu kadar önemli bir teşkilat hakkında nerelerden ve nasıl bilgiler elde edilebilir? Edinilen bilgiler nasıl değerlendirilir? Şeklindeki sorular eksenindeki bazı gayretleri içeren bu çalışma; temelde Sivas, Amasya, Tokat ve Yozgat Bölgelerinde XVI. yüzyıla ait tahrir  defterlerinde tesadüf edinilen “ahi” kelimesi merkezli bir çalışma denemesindir. Bu sayede bir ahi zaviyesinden tutun ki, geliri zaviyeye aktarılan köylerin yanında onomastik olarak nüfusunda ahi isim veya ön ismi bulunan kişi adlarına dair çok geniş bir bakış acısı dâhilîden çalışma yürütülecektir. Bu itibarla başta “Evkaf-ı Rum” olmak üzere “Sivas, Çorum” livaları tahrir defterleri taranarak elde edilen bilgiler yukarıdaki problemler ekseninde izah edilecektir.
2 Temmuz Pir Sultan Abdal Kültür ve Eğitim Vakfı olarak iki seneden beri Alevilik-Bektaşilik ile ilgili olarak eserler yayınladık. Bu geleneği devam ettirme noktasındaki gayretimiz mümkün mertebe sürmektedir. Bu çerçevede Vakıf olarak,... more
2 Temmuz Pir Sultan Abdal Kültür ve Eğitim Vakfı olarak iki seneden
beri Alevilik-Bektaşilik ile ilgili olarak eserler yayınladık. Bu geleneği
devam ettirme noktasındaki gayretimiz mümkün mertebe sürmektedir. Bu
çerçevede Vakıf olarak, Alevilik-Bektaşilik tarihinin mihenk taşlarından olan
ve Hacı Bektâş-ı Velî Dergâhı’na yapılan ziyaretlerin not edildiği bir kaynak
eseri siz değerli canların ilgisine ve bilgisine sunmaktan onur duyuyoruz.
Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde 2216 numara ile kayıtlı olup 13 Aralık
1921 ilâ 29 Ağustos 1925 tarihleri arasını kapsayan ve “Hâcı Bektâş-ı Velî
Hazretleri Türbesinin Ziyaret Not Defteri” ismini taşıyan defterin çevirisi ve
muhteva analizinden oluşan kitabımız; önemli bir kaynak mahiyetinde olup
dönemin dinî, siyasî, askerî ve içtimaî hayatına ilişkin oldukça zengin bilgiler
sunmaktadır. Bu bağlamda tarihsel metodik ve yaklaşımın gereği olarak
konjonktürel zemininde belli bir manayı ifade eden bu kaynak eser; gerek
akademik camia için gerekse de olayın ilgilisi, meraklısı olanlar, özelikle de
Alevî-Bektaşî toplumu için her daim önemi haiz olacaktır. Bilhassa zaman
dilimi bakımından bir devrin sonu ve başka bir devrin başlangıcına isabet
eden bu defter; bir manada Osmanlının ölüm acısına Cumhuriyetin ise doğum
sancına şahitlik etmesi, dönemin insanlarının duygu ve düşünceleri ile manevî
hayatları ve itikadî duruşlarını yansıtması bakımından da farklı bir değeri hak
etmektedir.
Murat ALANDAĞLI  Öz Osmanlı İmparatorluğunun sosyo-iktisadi ve askeri hayatına dair yapılan çalışmalar günümüzde popüler bir şekilde sürdürülmektedir. Bu alanda dün çok daha geniş bir sahada çok boyutlu bir bakış acısıyla yapılan... more
Murat ALANDAĞLI  Öz Osmanlı İmparatorluğunun sosyo-iktisadi ve askeri hayatına dair yapılan çalışmalar günümüzde popüler bir şekilde sürdürülmektedir. Bu alanda dün çok daha geniş bir sahada çok boyutlu bir bakış acısıyla yapılan çalışmalar; günümüzde yerini daha sınırlı bir alan ve spesifik konuları irdeleyenlere bırakmıştır. Elinizdeki çalışma özellikle nüfus hareketliliği, yerleşim sahaları ve sosyo-iktisadi tarih alanında yapılan çalışmalarda pek sık kullanılmayan kaynaklardan biri olan Mensuhat Defterlerine esas alan bir deneme mahiyetindedir. Bu nedenle günün modasına uygun bir metot ile Kütahya Mensuhat Defterinin sadece Gediz ile ilgili bölümü temel inceleme birimi olarak seçilmiştir. Neticede Gediz'in XVI. yüzyıl tarihine dair çiftlik, köy, mahalle adları, vergi mükellefleri ile dar veya geniş sahada tekâmül eden nüfus hareketliliğine dair veriler kimi çıkmazlar ekseninde ele alınmış ve akademik bir düsturla sergilenmeye çalışılmıştır. Abstract Today, studies on the socioeconomic and military life of the Ottoman Empire are being carried out in a popular method. In this area, a much wider field with a multi-dimensional view of the works in the past but; nowadays it is replaced by a more limited area and specific subjects. The study is a trial based on Mensuhat Defters, which is one of the most frequently, used sources in the studies on population mobility, residential areas and socioeconomic history, of Ottoman rural area. For this reason, only the Gediz section of Kütahya Mensuhat Defters was chosen as the main examination unit with a method suitable for the fashion of the day. As a result, we will see about Gediz's XVI. Century's wary important information, some are the data on the population, village, neighborhood names, taxpayers and the population mobility that has evolved in narrow or wide area. And we hope so, have trying exhibition in whit an academic term in this information.
Osmanlı İmparatorluğunun hâkim olduğu coğrafyada teşekkül etmiş olan devletler nezdindeki maddi-manevi birikimin tartışmaya konu olduğu şu günlerden çok daha önce deftoroloji ilmi ve metodu ile ilgili teferrû’âtlı çalışmaların yapıldığı... more
Osmanlı İmparatorluğunun hâkim olduğu coğrafyada teşekkül etmiş olan devletler nezdindeki maddi-manevi birikimin tartışmaya konu olduğu şu günlerden çok daha önce deftoroloji ilmi ve metodu ile ilgili teferrû’âtlı çalışmaların yapıldığı aşikârdır. Öyle ki, imparatorluğun idarî, askerî, sosyo-kültürel ve malî nizamının sağlanması noktasındaki vazgeçilmezlerinden olan kayıt alma usulünün doğal bir sonucu olarak kimi duayenlerin tabiriyle “bir kayıt imparatorluğu” ile karşı karşıya gelmekteyiz. İmparatorluk idaresinin, merkez ve taşra birimlerinde bürokratik kanallara entegre olmuş kişi, sülale veya aileler hakkında da defterler oluşturduğu bilinmektedir. Bu defterlerde dönem itibariyle herhangi bir eyaletinin, sancağında veya kazasında görev ehli olan kişilere dair önemli bilgilerin yer aldığı görülmektedir. Doğup büyüdüğü mekân, anne-baba ve sülale adı, eğitim dönemi ve nihayet iş, mesleğine dair bilgiler olarak belirtebileceğimiz ön girizgâhları, mevcut pozisyonu ve varsa almış olduğu ödüller ile cezalarına dair ikincil bilgiler izlemektedir.
Çalışma çerçevesinde Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyud-ı Kadime Arşivi Memurin Sicil Defterleri Kataloğu başta olmak üzere, Başbakanlık Devlet Arşivleri, Milli Kütüphane ve Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi kataloglarından hareketle Hakkâri, Çölemerik merkezli Sicil-i Ahvâl kayıtlarına girmiş kişi, aile ve cemaatlere dair bilgilerin akademik bir üslupla sergilenmesi planlanmaktadır. Bu sayede başta Hakkâri, Çölemerik, doğumlu olup imparatorluk bürokrasisine hizmet etmiş kişiler olmak üzere, bu coğrafyadaki idarî, askerî ve sosyo-kültürel deneyimin cenderesinden geçmiş kişilere dair bilgilere erişilebilecektir.
Etimesgut tarihini aydınlatacak önemli bilgi ve veriler Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü ile Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde yer almaktadır. Çalışma kapsamında bu arşivlerdeki Tapu Tahrir Defterleri, nüfus kayıtları ve Temettuat... more
Etimesgut tarihini aydınlatacak önemli bilgi ve veriler Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü ile Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde yer almaktadır. Çalışma kapsamında bu arşivlerdeki Tapu Tahrir Defterleri, nüfus kayıtları ve Temettuat Defterleri incelenmek suretiyle Etimesgut tarihine ait bilgilere ulaşılıp değerlendirilecektir.
Bu kaynaklar arasında en eski belgeler Tahrir Defterleridir. Osmanlı İmparatorluk idaresinin Ankara’da vergi alacağı nüfusu belirlemek için 1463, 1522, 1537 ve 1572 yıllarında yaptırdığı tahrirlerden, Etimesgut köylerinde yaşayan ve vergi verecek kişiler ile bu köylerde kurulmuş olan vakıfların gelir ve giderleri ve görevlileri hakkında bilgilere erişmek mümkündür.
İmparatorluğun son dönemlerinde tahrirler yerine Temettuat Defterleri hazırlanmıştır. Tahrir ve temettuat kayıtlarının yanı sıra nüfus defterleri de bölge hakkında oldukça önemli bir kaynaktır. Tüm bu kaynaklardan hareketle XV. Yüzyıldan XIX. yüzyıla Etimesgut’un demografik, sosyal ve ekonomik durumunun aydınlatılması
amaçlanmaktadır.
Son dönemlerde yerli ve yabancı pek çok araştırmacı tarafından ortaya konulan ve Alevilik-Bektaşiliği farklı yönleriyle ele alan çalışmaların sayısında artış gözlenmektedir. Bu çalışmaların pek çoğunun ise; özelde bizzat... more
Son dönemlerde yerli ve yabancı pek çok araştırmacı tarafından ortaya konulan ve Alevilik-Bektaşiliği farklı yönleriyle ele alan çalışmaların sayısında artış gözlenmektedir. Bu çalışmaların pek çoğunun ise; özelde bizzat Alevi-Bektaşilerden temin edilmiş belge ve vesikalardan, genelde ise resmi arşivlerden elde edilmiş belge ve vesikalardan beslenmiş olması ise ayrıca önemli bir konudur. Bu vesileyle Alevi-Bektaşiliğin alışkın olduğumuz sözel temelli aktarımının yanısıra resmi ideolojiye yansıyan veya anlaşılan yönü akademik bir düzlemde ortaya konulmaktadır. Bu sonuç elbette çok daha önceleri doğru bilinen bir yanlış olarak Alevilik-Bektaşilik tarihine dair arşivlerde fazla bilgi ve belgenin olmadığı yönündeki düşüncelerin de kırılmasına vesile olmuştur. Elinizdeki çalışma bu yöndeki düşünce ve kanıların bir örnek üzerinden gidilerek daha da arka plana atılması ve benzer çalışmaların yapılmasını teşvik amacını gütmektedir.
Mustafa Engin – Murat Alandağlı, H.984 (M.1576/1577) tarihli ve TKG.KK.TTd.54 Numaralı Defter-i Mufassal-ı Livā-i Çorum, I. ve II. Cilt, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşiv Dairesi Yayınları, Ankara 2014, I.cilt 660 sayfa, II.cilt 327... more
Mustafa Engin – Murat Alandağlı, H.984 (M.1576/1577) tarihli ve TKG.KK.TTd.54 Numaralı Defter-i Mufassal-ı Livā-i Çorum, I. ve
II. Cilt, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşiv Dairesi Yayınları, Ankara 2014, I.cilt 660 sayfa, II.cilt 327 sayfa
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyud-ı Kadime Arşivinde yer alan İlm ü Haber Defterlerinden “Rum İli İlm ü Haber Defteri” adıyla dikkatimizi celp eden TKG. KK. İLMd. 28 numaralı ve 1322-1341 tarihli (M. 1907-1925) toplam 398 sayfadan... more
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyud-ı Kadime Arşivinde yer alan İlm ü Haber Defterlerinden “Rum İli İlm ü Haber Defteri” adıyla dikkatimizi celp eden TKG. KK. İLMd. 28 numaralı ve 1322-1341 tarihli (M. 1907-1925) toplam 398 sayfadan müteşekkil defter çalışmamızın temelini oluşturacaktır. Bu defterden hareketle XX. yüzyıl başlarında Osmanlı İmparatorluğunun Balkan Coğrafyasının “Orta, Siroz, Bosna, Kırkkilise, Drama, Dedeağaç, İskeçe, İşkodra, Yanya, Kesendire, Kosova, Manastır ve Kavala” kazalarındaki sosyal, idari ve siyasi değişiklikler ile imparatorluk idaresinin bölgedeki bu değişikliklere dair refleksinin ortaya konulması amaçlanmaktadır. Bu çerçevede öncelikle imparatorluk sınırlarındaki daralma ile bu olayın yarattığı sosyo-ekonomik ve idari değişiklikler üzerinde durulacaktır. Yeni sınır tespitleri, sınır dışında kalan tebaanın durumu gibi siyasi meseleler ile bazı kazalarda artan nüfus yoğunluğunun doğal bir sonucu olarak yeni mahalle veya köy teşkili gibi idari ve sosyal meselelere ışık tutulacaktır. Ayrıca bölgedeki gayrimüslim tebaa ile yabancıların kimi talepleri üzerinde de durulacaktır. Bu doğrultuda yeni, kilise, manastır, okul açılması başta olmak üzere hane, mahalle ya da kabristan inşaları veya var olanların genişletilmesi gibi imparatorluk bürokrasisini bir hayli meşgul etmiş konulara dikkat çekilecektir.
Sonuç olarak Balkan Coğrafyasına dair henüz incelenmemiş bir kaynaktan yola çıkarak imparatorluğun idari, iktisadi, sosyal, askeri durumu başta olmak üzere
pek çok farklılık ile değişikliklere ışık tutulacaktır. Böylece bu gün varlığını bildiğimiz bazı köy veya mahallelerin tarihleri ile dönem itibariyle farklılaşan insan manzaralarına dair anekdotlara rastlanılacaktır.
Osmanlı askerî, malî ve sosyo-kültürel yapısına yönelik çalışmalar her geçen gün artmaktadır. Bu yöndeki uğraşlara, vizyon ve misyonlarını giderek yenileyen kurumların çalışmaları da şüphesiz renk katmaktadır. Osmanlı tarihinin ilk... more
Osmanlı askerî, malî ve sosyo-kültürel yapısına yönelik çalışmalar her geçen gün artmaktadır. Bu yöndeki uğraşlara, vizyon ve misyonlarını giderek yenileyen kurumların çalışmaları da şüphesiz renk katmaktadır. Osmanlı tarihinin ilk dönemlerine kadar giden köklü bir geçmişe sahip Defterhâne-i Hâkanî Nezâreti Arşivi, hiç şüphesiz bu yöndeki çalışmaların en temel kaynaklarına haiz oldukça önemli bir başvuru merkezidir. Osmanlı siyasi, idârî, malî ve sosyo-kültürel yapısına dair oldukça önemli bilgiler ihtiva eden arşivde, zengin muhtevasıyla dikkati çeken İlm ü haber Defterleri önemli bir kaynak olarak karşımıza çıkmaktadır. Defterler, özelde Defterhâne-i Hakâni Nezâretinin işleyişi genelde ise Osmanlı İmparatorluğu tarihine dair birçok farklı konuya ışık tutacak mahiyettedir.
Kanaatimize göre bu konulardan biri günümüzde de oldukça popüler olan yabancıların mülk edinmesi meselesidir.
Toprak, bireyler için olduğu kadar siyasi teşekküller için de hayati öneme sahip bir unsurdur. Her ikisinin de devamının yegâne kaynağıdır. Bu nedenle insanlık tarihinin her evresinde toprağa dair kesitlere rastlamamız mümkündür. Ağır... more
Toprak, bireyler için olduğu kadar siyasi teşekküller için de hayati öneme sahip bir unsurdur. Her ikisinin de devamının yegâne kaynağıdır. Bu nedenle insanlık tarihinin her evresinde toprağa dair kesitlere rastlamamız mümkündür. Ağır bedeller ödenerek elde edilmiş toprakların her bir milletin veya inanç sisteminin içinde belli bir anlam kazandığı da aşikârdır. Kazanmış olduğu bu mananın evrensel boyutu şüphesiz onun vazgeçilmez, paylaşılmaz olmasıdır. Tarihsel metinlerde yabancıların arazi edinimlerine dair atıfl ar Mısır, Hitit dönemlerine kadar gider. Bu olay ilk olarak Roma İmparatorluğu Dönemi'nde hukuki manada bir temel kazanmıştır. Türk kültür ve geleneği ile İslam dininin toprakla ilgili düşünsel anlayışı şekillendirdiği Osmanlı İmparatorluğu'nda; Klasik Çağ olarak tabir edilen dönemde yabancıların arazi edinmelerine kesinlikle müsaade edilmemiştir. Fakat Gerileme Dönemi ile birlikte değişen dünya konjonktürünün de etkisiyle kimi düzenlemelere gidilmiştir. XIX ve XX. yüzyıl dünyasını şekillendiren emperyalizm ve kapitalizm düşüncelerinin de etkisiyle bu düzenlemelerin genişletilmesi zarureti ortaya çıkmıştır. Söz konusu dönemde alım gücü düşük Osmanlı vatandaşlarına (özellikle Müslim nüfus) karşı sermaye sahibi yabancıların belli bölgelerde yoğun olarak arazi almaya başladıkları anlaşılmaktadır. Çalışmada kendine has koşulları dâhilinde yabancılara arazi edinimi serbestisi veren İmparatorluğun bu konudaki refl eksi; arşiv kaynaklarından hareketle ortaya konulacaktır. Bu sayede kırmızı çizgi, saha veya hat olarak tabir edilebilecek alanlarda İmparatorluk idaresinin yabancıların mülk edinmesine kesinlikle müsaade
Tapu tahrir defterleri mahalli araştırmalar için oldukça önemli bir başvuru kaynağı mahiyetindedir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyûd-ı Kadime Arşivi’nde mahfuz bulunan tahrir defterleri muamele görmüş defterler olmak bakımından... more
Tapu tahrir defterleri mahalli araştırmalar için oldukça önemli bir başvuru kaynağı
mahiyetindedir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyûd-ı Kadime Arşivi’nde mahfuz
bulunan tahrir defterleri muamele görmüş defterler olmak bakımından ayrıca
önem taşımaktadır. Bu muamelelerle ilgili kayıtları iliştirilmiş belgeler, vakfiyeler vs.
gibi derkenar ve vassaleler oluşturur. Bu metinlerin tetkiki, söz konusu alanlarla ilgili
(burada bahsettiğimiz alan bir mezra, köy, vakıf veya şahıs ya da karşılaşılan herhangi
bir uygulama da olabilir) tahririn yapıldığı dönemden sonra meydana gelen değişikliklerin de görülmesini sağlamaktadır.
Çalışmada temel olarak; Kuyûd-ı Kadime Arşivi’nde yer alan tahrir defterlerinden o
dönemin idari özelliklerine göre Kocaeli Livası Tahrir ve İcmâl Defterlerinde bulunan
vassale ve derkenarlarında, Üsküdar Kazası’nın XVII. yüzyıl idari, siyasi, ekonomik ve
askeri durumuna dair bir kesit sunulacaktır.Bu sayede tarihsel geçmişi ve kendine özgü
mekânsal algısıyla Üsküdar’ın; “arazi usulsüzlükleri, çiftlikler, Kandıra, Adalar, Şile gibi
nahiyeleri, Aziz Mahmut Hüdayi Tekkesi, Atik Valide Sultan Vakfı, Ayazma İskelesi,
Mihrimah Sultan Sarayı, Doğancılar Meydanı, Kadıköy Köyü, Kefçe Dede Mahallesi,
Harap Çeşme Mevkisi…” gibi başta idari, ekonomik dini, mimari ve kültürel yapısına
dair verilere rastlanılacaktır.
Divriği İç Anadolu Bölgesi’nin en geniş illerinden olan Sivas’a bağlı ilçelerden biridir. Sivas il merkezinin güneydoğusunda konumlanmıştır. Sivas merkeze uzaklığı 174 km, deniz seviyesinden yüksekliği 1.250 metre, yüzölçümü ise 2.632... more
Divriği İç Anadolu Bölgesi’nin en geniş illerinden olan Sivas’a bağlı ilçelerden biridir. Sivas il merkezinin güneydoğusunda konumlanmıştır. Sivas merkeze uzaklığı 174 km, deniz seviyesinden yüksekliği 1.250 metre, yüzölçümü ise 2.632 km2’dir. Doğusunda Erzincan’ın Kemaliye ve İliç ilçeleri, batısında Kangal, kuzeyinde Zara ve İmranlı güneyinde de Malatya’nın Arguvan ve Hekimhan ilçeleri bulunmaktadır. İlçe sınırları 37° 37’ 34” doğu ve 38° 24’ 34” doğu boylamları ile 39° 4’ 16” kuzey ve 39° 39’ 37” kuzey enlemleri arasında yer almaktadır. Jeolojik olarak Doğu Torosların kuzeyi ve Sivas havzasının güneyinde, Kangal ile Sincan arasındaki sahada konumlanır.
Mercan ve Tecer Dağ (2.735 m) silsileleri ile Leke Dağı’nın (2.735 m) oluşturmuş olduğu yükselti fizikî ve beşerî özelliklerini belirleyen en önemli etkendir. Adı geçen dağ silsilelerinin birer parçası olarak görülebilecek olan Deli Dağları (2.302 m), Çengelli Dağları (2.596 m), Akdağ (2.141 m), Dumluca Dağları (1.646 m), Yama Dağları  (2.631 m), Göldağ (1.910 m), Gemirli Dağları, Geyikli Dağları (2.147 m) ve Eğerli Dağları (2.289 m), ilçenin yükseltilerini oluşturur. Bu yükseltilere inat Planda, Yama, Sarıçiçek, Eğrisu, Demirli ve Dumluca gibi düzlükleri de bulunmaktadır.
Kuzeyindeki Tecer Dağı’nın güneye, doğusundaki Mercan Dağlarının batıya ve güneyindeki Leke Dağı’nın kuzeye doğru azalan yükseltileri adeta Çaltı Çayı’nın belli bir ahenkle yol alacağı güzergâhları çizer. Çaltı Çayı 180 km uzunluğundadır. Çaltı Çayı’nın 130 km’lik kısmı Divriği ilçesi dâhilinde, 50 km’lik kısmı ise ilçe sınırları dışında kalmaktadır. Çayın debisi 26,16 m3/sn olup genellikle sulama ve enerji amaçlı kullanılmaktadır. Yukarıda ismi geçen dağların kaynak ve kar sularından beslenen Çaltı Çayı ilçenin hemen doğusunda İç Anadolu ile Doğu Anadolu Bölgeleri sınırının kesişiminde Fırat Nehri’ne karışır. Güneş, Sincan, Hamo ve Nih Çayları ile Parha Deresi,
Çaltı Çayı’nın gölgesinde yol alırlar. Mursal, Güresin, Kevendüzü ve Yalınlıçay Göletleri, yüksek dağlar arasında oluşturulmuş dolma su havzaları olup sulama ve içme suyu olarak kullanılmaktadır.
Niksar’daki ilk yerleşim Çanakçı Deresi ile Maduru Deresi arasında bulu- nan yükselti üzerindeki kale etrafına kurulmuştur. Kelkit Çayı vadisindeki bölgenin yükseltisi tahmini olarak 350 m’dir. İlk sakinleri hakkında bilgi yoksa da Hitit,... more
Niksar’daki ilk yerleşim Çanakçı Deresi ile Maduru Deresi arasında bulu- nan yükselti üzerindeki kale etrafına kurulmuştur. Kelkit Çayı vadisindeki bölgenin yükseltisi tahmini olarak 350 m’dir. İlk sakinleri hakkında bilgi yoksa da Hitit, Frig, Med, Pers, Pontus ve Roma hakimiyetinde kaldığı bilinmektedir. Bölge ilk olarak Pontus idaresinde Kaberia ve akabinde Roma döneminde Diaspolis ve Neo- Caesarea şekline isimlendirilmiştir. Sonrasında bölgenin Bizans idaresinde Neo- Caesarea, Harsanisiya ve Danişmenler döneminde Harsanosiyye ve Niksar son olarak da Anadolu Selçukluları ile Osmanlılar dönemlerinde de Niksar olarak isimlendirildiği görülmektedir. Bölgeye yönelik Türk akınlarının geçmişi Malazgirt Savaşından öncesine, 1068 yılına dayanmaktadır. Malazgirt Savaşının akabinde ise Danişmendli Türkmenlerinin bölgeye kümelendikleri anlaşılmaktadır. Bu durum Niksar’ın bir dönem Danişmendli idaresinin merkezi olmasına yol açmıştır. Za- manla Danişmendli-Bizans çekişmelerine sahne olan bölge 1196 yılında II. Süley- man Şah tarafından Anadolu Selçuklu idaresi altına alınmıştır.
Rûm kelimesi, Roma İmparatorlunda idarî ve askerî anlamda belli bir bölge ve sahayı tarif etmek için kullanılmıştır. XV. yüzyılda Anadolu, “iklim-i Rûm”, “diyâr-ı Rûm” olarak tarif edilmiştir. Bölgenin Osmanlı idaresine geçişiyle birlikte... more
Rûm kelimesi, Roma İmparatorlunda idarî ve askerî anlamda belli bir bölge ve sahayı tarif etmek için kullanılmıştır. XV. yüzyılda Anadolu, “iklim-i Rûm”, “diyâr-ı Rûm” olarak tarif edilmiştir. Bölgenin Osmanlı idaresine geçişiyle birlikte Sivas, Çorum, Amas- ya, Canik, Bozok, Trabzon, Karahisar-ı Şarkî, Darende ve Malatya’yı kapsayan Eyâlet-i Rûm adıyla oldukça önemli bir idarî birim oluşturulmuştur. Fakat Eyâlet-i Rûm’un daha ziyade Sivas, Amasya, Çorum ve Tokat için kullanıldığı bilinmektedir. Dolayısıyla iki adet teftiş defterini esas alan çalışmanın bu şekilde başlıklandırılması uygun görülmüştür.
Okuyucu ilk olarak bu çalışmanın esasında defterlerin Sivas, Tokat, Amasya, Çorum ve Bozok havalisini kapsamasından dolayı, Osmanlı Anadolusu’nda seyyidler ile ilgili cevabı merak edilen birkaç sorunun ürünü olduğunu görecektir. Bunlardan ilki söz konusu bölgelerde yol önderi olarak tabir olunan dede, ocakzâdelerin Ehl-i Beyt’e dayandığını düşünen Alevî-Kızılbaş varlığının yoğun olduğu hakikati ve bu durumun kayıtlara yansı- yıp yansımadığı yönündedir. Nitekim nakibü’l-eşrâf deftelerinde bu düşünce bağlamında bugün var olduğunu bildiğimiz pek çok Alevî-Bektaşî Ocakzâde kaydının yer alabileceği beklentisi oluşmuştur. Ayrıca defterlerin Canbakal’ın altını çizdiği İmparatorluk idaresinin Alevî-Kızılbaşlar üzerindeki bir “içselleştirme” politikası izlerini taşıyıp taşımadığı meselesinin de peşine düşülmüştür. Bir yandan kanlı mücadelelerin süregittiği Osmanlı-Safevi çekişmesi ve diğer yandan bu durumun etkilediği Kızılbaş taifesi... Bu ikilem arasında defterler, Osmanlı İmparatorluk idaresinin Safevî taraftarlığına son vermek adına, Kızılbaş önderlerini yanına çekmek ve dede, babalarının soylarını tanıyıp tanımadığının anlaşılmasına vesile olabilecekti.
İkincisi ise Osmanlı Anadolusu’nun tam anlamıyla bir konargöçer sahası olduğu hakikati üzerinden ortaya çıkmaktadır. Konargöçer aşiret liderlerinin merkezileşme ve iskan faaliyetlerinin bir gereği olarak Osmanlı idaresinden zaman zaman kimi payeler ve diğer vergi indirimleri almış oldukları bilinmektedir. Bu bağlamda tıpkı Kızılbaş- Alevî taifesinde olduğu gibi bölgedeki aşiretleri yerleşik kılmak, Şah’a karşı kendisine bağlılığı sağlamak maksadıyla seyyidlik ihsan olunmuş olanları var mıydı? Aşiretlerin giderek sıkılaşan ve merkezileşen imparatorluk müdahalesi karşısında çok daha fazla dayanamayarak hiç değilse malî ve sosyo-kültürel kimi kazanım, ayrıcalıklar elde etmeyi planladıkları düşünülebilir mi? Bu iki soru rastlantısal olarak ortaya çıkmış değildir. Sivas, Amasya, Tokat, Çorum ve Bozok havalilerini kapsayan seyyidlik haritası büyük ihtimalle Kızılbaş-Alevilik ve göçerlik unsurlarıyla kesişmeli ve örtüşmeliydi. Dolayısıyla defter- lerin bu iki hususa dair ne söylediği merakı aslında çalışmanın temel gayesini de ortaya koymaktadır. Fakat bu iki sorunsala dair defterlerde izlerin yer almadığını hemen burada ifade etmek gerekmektedir. O halde defterlerin muhtevasını oluşturan seyyidler kimlerdi?
Çalışma, Alevî-Bektaşîler ve konargöçer aşiretlere dayalı yukarıdaki yaklaşımın dışında XVII. yüzyılda Osmanlı Anadolusu’nda bir başka seyyid taifesinin olduğunu orta- ya koymaktadır. Buradaki “bir başka” tabirinin kullanılmasının nedeni bölgeye ait tahrir- lerden defterlerde kayıtlı seyyidlerin çok azının tespitinin yapılabilmiş olmasıdır. Haliyle XVII. yüzyılda XVI. yüzyıldakinden tamamen farklı bir seyyid zümresinin ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Temelinin bu tür yaklaşım ve izahların oluşturduğu çalışma, ülkemiz aka- demiyasının seyyidler ile ilgili alanına bir defteroloji örneğinden ziyade farklı bakış açıları ve arayışların yönlendirdiği sonuç vesilesiyle katkı sağlayarak eklemlenmeyi amaç edin- mektedir. Bu bağlamda literatüre Kızılbaş-Alevî ve göçer unsurların oldukça yoğun olduğu Osmanlı Anadolusu’na ait seyyid teftiş defterlerinde olması beklenenler ile var olanlar arasındaki gelgitleri ortaya koyması bakımından fayda sağlayacağı düşünülmektedir.
Giriş Osmanlı İmparatorluğu'nda yabancıların mülk edinmeleri süreci, 7 Safer 1284/M. 10 Haziran 1867 tarihli Nizamnâmeyle 1 birlikte yasal bir düzenlemeye kavuştu. Fakat imparatorluk idaresi yabancıların arazi ve emlak alımlarını kontrol... more
Giriş Osmanlı İmparatorluğu'nda yabancıların mülk edinmeleri süreci, 7 Safer 1284/M. 10 Haziran 1867 tarihli Nizamnâmeyle 1 birlikte yasal bir düzenlemeye kavuştu. Fakat imparatorluk idaresi yabancıların arazi ve emlak alımlarını kontrol altında tutmak için, bu nizamnâmeye ilave olarak "ek bir protokol" de ilân etti. 2 Bu çer-çevede ilk olarak İngiltere, Fransa, Belçika, İsveç, Avusturya, Danimarka, Prusya ve İspanya'nın "Tasarruf-ı Emlak Mazbatasını" imzaladı. İmparatorluk,"İstimlâk Nizamnâmesiyle" yabancıların mülk edinmelerine bir takım sınırlamalar da ge-tiriyordu. Yabancılar, artık özellikle hicaz bölgesi haricinde tebaadan olanlar gibi belli kurallar dâhilinde emlak ve arazi edinebileceklerdi. İstanbul ve havalisi de bilindiği üzere payitaht olması hasebiyle bu hususta özel-likle itina gösterilen bölgelerden biridir. Gerek idari ve gerekse de sosyo-kültürel bakımdan cezbedici özelliği nedeniyle pek çok yabancının mesken haline getir-diği imparatorluk başkentinde, yabancıların mülk edinmeleri konusu Üsküdar ve çevresinde rastlanılan örnekler çerçevesinde ele alınacaktır. Bölgede ilk olarak Maltepe, Kartal, Adalar, Kireç Burnu, Bostancıbaşı ve Kilyos havalilerinde bazı yabancıların mirî arazi ve bazı vakıf arazilerini sahte tapularla elde etmeleri yö-nündeki uğraşlarına rastlanılmıştır. Buna karşılık imparatorluğun, Dersaadet'e
Ahmet Yaşar Ocak Kitabı, Arı Kovanına Çomak Sokmak, Taşra Kökenli Bir Tarihçinin Sıradan Meslek Hayatı
Öz Osmanlı İmparatorluğu'nun "Klasik Çağ" olarak tabir edilen dönemde düzenlenmiş olan Tahrir Defterlerinin; günümüzde sahip olduğu önem tüm dünya ve ülkemiz araştırmacılarınca her defasında vurgulanmaktadır. Defterler temel olarak bu... more
Öz Osmanlı İmparatorluğu'nun "Klasik Çağ" olarak tabir edilen dönemde düzenlenmiş olan Tahrir Defterlerinin; günümüzde sahip olduğu önem tüm dünya ve ülkemiz araştırmacılarınca her defasında vurgulanmaktadır. Defterler temel olarak bu dönem araştırmacılarının vazgeçilmez başvuru kaynağı hüviyetindedirler. Zira bu kaynaklar başta bireyler ve coğrafya olmak üzere tarihsel sürecin anlamlandırılması noktasında oldukça çeşitli ve zengin içeriğe sahiptirler. Öncelikle bu kaynakların coğrafi saha, idari birim ve yerleşkelerin isim ve tarihsel geçmişlerinin tespitinin tescili noktasında önemli bir rol oynadıklarını ifade etmemiz gerekmektedir. Keza Birgi'nin XVI. yüzyılda Aydın Sancağına bağlı bir nahiye olduğunu bu sayede öğrenmekteyiz. Bölgeye dair tarihi coğrafya ve bazı demografik verilerin yanında bu kaynakların en önemli özelliklerinden biri de kanımızca sosyo-iktisadi hayata dair bilgileri bünyesinde barındırıyor olmasıdır. Dolayısıyla bizler XVI. yüzyılda Aydın Vilayeti Birgi Nahiyesinde insanların iştigal oldukları iktisadi faaliyetlere dair bilgilere de erişebilmekteyiz. Bazen kimi iktisadi şartların zaruri kıldığı değişikliklerin de etkisiyle farklı uğraşlara rastlanılsa da; Batı Anadolu ekseninde ele alındığında üzüm, incir, badem, pamuk gibi günümüzde de bölgenin iktisadi hayatının vazgeçilmezlerinden olan faaliyetlerin XVI. yüzyılda da temel iktisadi uğraş alanlarını oluşturduğu gerçeğine ulaşılmaktadır. O halde bu kaynaklar belli bir saha, kaza hatta köy için yapılacak olan derinlemesine bir inceleme ile geçmiş ile günümüz arasında bazı bağlantılar kurarak nicel verilere ulaşmamıza fırsat vermektedir. Bu verilerin kırsal, mahalli tarih araştırmaları için barındırdığı anlam ve önemi pek çok belediye veya derneğin bu kaynaklara eğilerek basım faaliyetlerine hız verme-lerinden de anlamak güç değildir. H. 1039 (M. 1629/1630) tarihli Aydın Mufassal Mensuhat defterinden hareketler hazırlanacak çalışmada, Birgi özelinde yukarıda izah edilen oldukça önemli başlıklar dâhilinde hareket edilerek yöreye ait nicel verilerin akademik bir yaklaşım ile ele alınması amaçlanmaktadır.