Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
Muhammed İkbâl Güler
  • Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Kurupelit-SAMSUN
  • 05464345525
Osmanlı’da telif ve tercüme faaliyetlerinin hız kazandığı II. Murad döneminde (1421-1451), hem sarayın talebi hem de halkın ihtiyaçları doğrultusunda ortaya konan eserler Türk kültürünün zenginleşmesine katkı sağlamıştır. Bu dönemin... more
Osmanlı’da telif ve tercüme faaliyetlerinin hız kazandığı II. Murad döneminde (1421-1451), hem sarayın talebi hem de halkın ihtiyaçları doğrultusunda ortaya konan eserler Türk kültürünün zenginleşmesine katkı sağlamıştır. Bu dönemin âlimleri arasında adı anılan Mahmud b. Kâdî Manyas, nâm-ı diger Manyasoğlu Mahmud da tercüme ve haşiye sahasında eserler kaleme almış münevver bir şahsiyet olarak dikkat çekmektedir. Bu çalışmada kaynaklarda adı zikredilmeyen, Sultan Veled’in Ma‘ârif adlı eserine Manyasoğlu Mahmud’un yaptığı tercüme konu edilmiştir. Saraybosna Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi’nde R-1430 yer numarasıyla kayıtlı ve H. 1051-M. 1641 yılında Dânişî Ahmed Efendi tarafından istinsâh edilen mecmû‘ada yer alan bu tercüme, Anadolu sahasında Sultan Veled’in Ma‘ârif ’ine yapılmış ilk tercüme özelliğini taşımaktadır. XV. yüzyılda gerçekleştirilen bu tercüme, elli altı fasıldan oluşan Ma‘ârif ’in on üç faslını içermektedir. Manzum ve mensur metinleri ihtiva eden Ma‘ârif tercümesi, kaleme alındığı yüzyıl dolayısıyla Eski Anadolu Türkçesi dil özelliklerini yansıtmaktadır. Çalışmamızda öncelikle Ma‘ârif müellifi Sultan Veled’in, mütercim Manyasoğlu Mahmud’un ve müstensih Dânişî Ahmed’in hayatları ve eserlerine dair bilgiler aktarılmış; Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi’nde R-1430 yer numarasıyla kayıtlı mecmû‘anın tavsîfi ve mecmû‘anın sonunda yer alan iki şerh metninin sahibi hususunda kısa bir tartışma gerçekleştirilmiştir. Sultan Veled’in Ma‘ârif ’ine ve Manyasoğlu’nun tercümesine dair öz bilgilerin aktarıldığı kısımdan sonra Manyasoğlu Mahmud’un Ma‘ârif tercümesinin çeviri yazılı metni sunulmuştur.
Kültürel mirasın taşıyıcıları arasında şüphesiz edebî metinlerin önemli bir yeri vardır. Dolayısıyla Türk edebiyatının muhtelif dönemlerinde üretilmiş edebî metinler, aynı zamanda kültürel mirasımızın da taşıyıcıları arasındadır. Bu... more
Kültürel mirasın taşıyıcıları arasında şüphesiz edebî metinlerin önemli bir yeri vardır. Dolayısıyla Türk edebiyatının muhtelif dönemlerinde üretilmiş edebî metinler, aynı zamanda kültürel mirasımızın da taşıyıcıları arasındadır. Bu sebeple edebî metinlerin erişilebilir olması da önem kazanmaktadır. Nitekim çalışmada henüz kayıt altına alınmamış bir cönk üzerinde durulacaktır. Söz konusu cönk, Osmanlı Türkçesi alfabesiyle yazılmış olup toplam 18 varaktan oluşmaktadır. Trabzon ili Akçaabat ilçesi Arpacılı köyünde tespit edilmiştir.
Cönkte sekiz şiir ve kısa bir nesir bulunmaktadır. Şiirlerin yedisi dörtlüklerle, biri beyitlerle yazılmıştır. Bu şekilde toplam 50 dörtlük ve 5 beyit bulunmaktadır. Şiirlerin biri arûzla, altısı hece iledir. Bir şiirin vezni, hem arûza hem de heceye uymaktadır. Şiirlerin tamamı dînî-tasavvufî içeriklidir. Şiirlerden birinin şairi Yunus, birinin Mahvî, birinin Şem’î, ikisinin de Sabuncı Kızı’dır. Diğer üç şiirin şairine dair ipucu tespit edilememiştir. İlk şiirde Hac yolculuğu, ikinci şiirde Hz.Peygamber’e yalvarış, üçüncü şiirde Medîne’nin medhine ve menzile varmanın mutluluğuna yer verilmiştir. Zemzem suyunun övülüp anlatıldığı dördüncü şiirden sonra Arafat’ın medhi yapılmıştır. Altıncı şiir, Şam’ın ve ordaki Ümeyye Camisi’nin medhine ayrılmıştır. Yedinci şiirde Veysel Karânî, sekizinci şiirde ise Beytullâh’ın medhi yer almaktadır. Makale konusu yapılan cönk, kayıt altına alınamamış daha pek çok edebî metnin bulunduğuna yönelik somut göstergelerden biri olarak değerlendirilmektedir.
Muallakatü’s-Seb’â şairi olarak bilinen, aynı zamanda kahramanlığı ile nam salmış olan Anter bin Şeddâd’ın hayatı etrafında oluşturulan Sîretü’l-Anter hikâyesi, asırlarca farklı coğrafyalarda dilden dile dolaşmıştır. Anter bin Şeddâd’ın... more
Muallakatü’s-Seb’â şairi olarak bilinen, aynı zamanda kahramanlığı ile nam salmış olan Anter bin Şeddâd’ın hayatı etrafında oluşturulan Sîretü’l-Anter hikâyesi, asırlarca farklı coğrafyalarda dilden dile dolaşmıştır. Anter bin Şeddâd’ın yaşamış olduğu VI. yüzyılda Arap coğrafyasında sözlü edebiyat geleneğinde varlık bulan bu hikâye, XII. yüzyılda yazıya geçirilmiş ve hikâyenin tamamı ilk defa Fatih Sultan Mehmed’in emriyle 1477 yılında Türkçeye tercüme edilmiştir. Mütercimi belli olmayan Kıssa-i Anter tercümesinin mukaddimesi, mevcut bilgiler ışığında, Türkçede ilk çeviri eleştirisi olma özelliğini taşımaktadır. Bahsi geçen mukaddimede mütercim tarafından verilen bilgilere göre hikâye kendisinden önce de Türkçeye tercüme edilmiş; lâkin bu tercümelerin farklı başlıklar altında sıralanan birçok hususta eksiklikler barındırdığı tespit edilmiştir. Bahsi geçen mukaddimenin konu edildiği bu çalışmada öncelikle Kıssa-i Anter’in Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde H. 1145 yer numarasıyla kayıtlı birinci cildinde yer alan mukaddimesinin çeviri yazılı metni ve dil içi çevirisi verilmiştir. Mukaddimede anlatılan tercüme sürecinin maddeler hâlinde aktarıldığı bölümden sonra mütercimin yararlandığı ve eleştiri yönelttiği Arapça ve Türkçe kaynaklara ulaşılmıştır. Tespit edilen nüshalardaki izlerden hareketle mütercimin kendisinden önceki tercümeye yaptığı eleştirilerin somut verileri çıkarılmış ve ilgili veriler yorumlanmıştır. Ortaya çıkan tabloda Kıssa-i Anter tercümesinde adı bilinmeyen birden fazla müterciminin olabileceği sonucuna ulaşılmış ve mütercimin kimliği ile metnin dönemi değerlendirilmiştir. Son bölümde ise tercüme sürecinde mütercimin tetkik ettiği nüshalara ve ortaya koyduğu çeviriye ait sayısal veriler aktarılarak tercümeye neden “Kitâb-ı Fâhir” (iftihar edilecek kitap) adının verildiği sorgulanmıştır.
Bu çalışmanın konusunu XVII. yüzyılda yaşamış “Nisârî” mahlaslı Hüseyin Nisârî Çelebi tarafından yazıldığı düşünülen bir fethiyyenin dîvân şiirinde bütünlük meselesi etrafında incelenmesi oluşturmaktadır. Süleymaniye Kütüphanesi Reşid... more
Bu çalışmanın konusunu XVII. yüzyılda yaşamış “Nisârî” mahlaslı Hüseyin Nisârî Çelebi tarafından yazıldığı düşünülen bir fethiyyenin dîvân şiirinde bütünlük meselesi etrafında incelenmesi oluşturmaktadır. Süleymaniye Kütüphanesi Reşid Efendi Bölümü’nde 853-M yer numarasıyla kayıtlı mecmûada tespit edilen ve fethiyye türünde kaleme alınmış olan bu kasidenin XVII. yüzyılda yaşamış dîvân şâirlerinden Şeyhülislâm Yahyâ Efendi adına yazıldığı tespit edilmiştir. Ayrıca bu şiire dair kaynaklarda herhangi bir bilgi olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Çalışmada, “Kasîde-i Nisârî Efendi der-vasf-ı Yahyâ Efendi” serlevhasıyla kayıtlı 37 beyitten oluşan kasidenin çeviri yazılı metni verilmiş ve diliçi çevirisi yapılmıştır. Akabinde dîvân şiirinde bütünlük meselesine dair ortaya koyulan verilerden hareketle kasidenin incelemesi gerçekleştirilmiştir. Kasidenin incelenmesi safhasında Fransız şiirinde kullanılan anjambman tekniği ile dîvân şiirindeki merhûn mısra ve merhûn beyit terimleri arasındaki ilişkiye ve tezkirelerle dîvân şâirlerinin şiirlerinde geçen, şiirde bütünlüğe işaret eden “hem-vâr/yek- dest/ma‘mûr” kavramlarına değinilmiştir. Bu terimlere dair değerlendirmelerin akabinde Nisârî’nin kaleme aldığı kaside, ilgili terimler etrafında incelenerek şiirdeki bütünlük analiz edilmiştir. Netice olarak kasidede Nisârî tarafından kurulmuş bilinçli bir planın ve konu bütünlüğünün varlığı tespit edilmiştir. Nisârî’nin kasidesinden hareketle dîvân şiirinde bütünlük meselesine dair sınırlı sayıdaki çalışmaya katkı sunmak amaçlanmış; dîvân edebiyatı içerisinde ortaya konmuş manzum eserlerin bütüncül bir gözle değerlendirilmesi gerektiği tezi ileri sürülmüştür.
Bu çalışmada, özellikle gazel vadisinde yazdığı şiirlerle tanınan, XVII. yüzyılın ve bütün bir dîvân edebiyatının önde gelen isimlerinden olan ve sanatkârlığının yanı sıra başarılı bir devlet adamı olarak da bilinen Şeyhülislâm... more
Bu çalışmada, özellikle gazel vadisinde yazdığı şiirlerle tanınan, XVII. yüzyılın ve bütün bir dîvân edebiyatının önde gelen isimlerinden olan ve sanatkârlığının yanı sıra başarılı bir devlet adamı olarak da bilinen Şeyhülislâm Zekeriyyâzâde Yahyâ Efendi’nin “hâme” redifli kasidesi konu edilmiştir. Çalışmanın giriş bölümünde Şeyhülislâm Yahyâ Efendi’nin hayatına ve çalışmanın genel planına dair bilgiler verilmiştir. Giriş bölümünden sonra Süleymaniye Kütüphanesi Reşid Efendi Bölümü’nde 857-M yer numarasıyla kayıtlı ve Oğuz İlhan tarafından ilk altmış varağı neşredilen Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde 4966 yer numarasıyla kayıtlı mecmûalarda yer alan ve yirmi iki beyitten oluşan “hâme” redifli kasidenin şâirinin ve memdûhunun kimliği hususunda doğru bilgiye ulaşabilmek için bir tartışma yapılmıştır. Kasidenin memdûhu Hattat Hocazâde Mehmed Enverî hakkında verilen bilgilerin akabinde Şeyhülislâm Yahyâ Efendi’ye ait “hâme” redifli kaside, Oğuz İlhan neşri ile Süleymaniye Kütüphanesi’nde yer alan mecmûadaki hâli tenkitli metin neşri yoluyla karşılaştırılarak yeniden kurulmuş ve şerh edilmiştir. Kasidenin memdûhu Hocazâde Mehmed Enverî’nin hattatlık mesleğinden dolayı Şeyhülislâm Yahyâ Efendi tarafından tercih edildiği düşünülen “hâme” redifi etrafında şekillenmiş şiirde, inceleme neticesinde “kalem” başta olmak üzere hüsn-i hat sanatında kullanılan “mürekkep, kâğıt, hokka, rîg, makta” gibi malzemelere de yer verildiği tespit edilmiştir.
Çalışmada Alvarlı Efe nâmıyla da bilinen Hâce Muhammed Lutfî’nin müritlerinden Pehlül Çiftçi’nin yazmış olduğu, şiir mecmuası olarak da nitelendirilebilecek defterlerde yer alan ve Alvarlı Efe’nin şiirlerinin yer aldığı Hulâsatü’lHakâyık... more
Çalışmada Alvarlı Efe nâmıyla da bilinen Hâce Muhammed Lutfî’nin müritlerinden Pehlül Çiftçi’nin yazmış olduğu, şiir mecmuası olarak da nitelendirilebilecek defterlerde yer alan ve Alvarlı Efe’nin şiirlerinin yer aldığı Hulâsatü’lHakâyık adlı eserinde bulunmayan on dört şiir konu edilmiştir. Ayrıca kamuoyu tarafından “Cân bula cânânını” dizesi ile bilinen lâkin mezkûr eserde farklı bir varyantı bulunan şiir de çalışmanın sınırları içerisine dahil edilmiştir. Çalışmanın giriş kısmında şiirlerin içeriğine dair bilgiler aktarılmış, çeviri yazılı metni kurarken izlenen yola dair bilgiler verilmiş, akabinde ilgili şiirler çeviri yazı yoluyla günümüz harflerine aktarılmıştır. Son kısımda ise on beş şiirin el yazması defterlerdeki dijital görselleri yer almaktadır.

Anahtar Kelimeler: Alvarlı Efe Hazretleri, tasavvuf, Hulâsatü’l-Hakâyık.

ABSTRACT In the study, fourteen poems that are included in the notebooks, which can also be described as a poetry magazine, written by Pehlül Çiftçi, one of the followers of Hâce Muhammed Lutfî, also known as Alvarlı Efe, and which are not in work called Hulâsatü'l-Hakâyık, in which Alvarlı Efe's poems are included, are discussed. In addition, the poem, which is known by the public with the line "Cân bula cananını," but has a different variant in the previous work, is also included within the boundaries of the study. In the introductory part of the study, information about the poems' content was given, information was given about the path followed while constructing the translated text, and then the related poems were transferred to today's letters using translation writing. There are digital images of fifteen poems in handwritten notebooks in the last part.

Keywords: Alvarlı Efe Hadrat, sufism, Hulâsatu'l-Hakâyık.
Öz XIX. asrın sonları XX. asrın başlarında yaşamış ve divan şiirinin son temsilcilerinden olan Kadirî-Şettârî şeyhi Erzurumlu Kolağası Ali Rızâ Efendi, nesir sahasında kaleme almış olduğu “Muhtasar Hakîkat-ı Salât” adlı, 1911 tarihli... more
Öz
XIX. asrın sonları XX. asrın başlarında yaşamış ve divan şiirinin son temsilcilerinden olan Kadirî-Şettârî şeyhi Erzurumlu Kolağası Ali Rızâ Efendi, nesir sahasında kaleme almış olduğu “Muhtasar Hakîkat-ı Salât” adlı, 1911 tarihli eserinde namazın rükünlerini tasavvufi yorumlar çerçevesinde işlemiştir. Çalışmamızda Kolağası Ali Rızâ Efendi’nin hayatına, mensup olduğu Şettâriyye tarikatı ile olan ilişkisine ve eserlerine dair bilgilere yer verilmiştir. Akabinde “Muhtasar Hakîkat-ı Salât” adlı eserin içeriğine dair yapılan incelemin ardından eserin transkripsiyon alfabesi ile yazılmış hâli aktarılmıştır. Beş vakit farz namazın rükünlerinin, vitr-i vacip, cenaze ve bayram namazlarının, namaza davet olan ezanın tasavvufi hikmetlerinin izah edildiği bu eser tasavvuf edebiyatımız açısından önem arz etmektedir. Temennimiz, “Muhtasar Hakîkat-ı Salât”ın günümüz Türkçesine aktarılması vesilesiyle bu alanda yapılacak farklı çalışmalara katkı sunmasını yönünde olacaktır.

Abstract
The Qadirî-Shattarî sheikh, Kolağası (adjutant major) Ali Rızâ Efendi, from Erzurum, who lived at the end of the 19th century and at the beginning of the 20th century and was one of the last representatives of the Ottoman poetry, approached to the rituals of the prayer in the framework of sufistic comments at his work named "Muhtasar Hakîkat-ı Salât" dated 1911. In our study, information about the Kolağası Ali Rızâ Efendi's life, his relationship with the Shattariyyah sect that he was a member, and his works are included. Subsequently, following the examination of the content of the work named “Muhtasar Hakîkat-ı Salât”, the version of the work written in transcription alphabet is presented. This work, in which the rituals of the five daily fardh prayers, salat al-witr, funeral and eid prayers, and the sufistic wisdom of the call to prayer are explained, is of great importance for our sufism literature. Our hope is that, by translating “Muhtasar Hakîkat-ı Salât” into modern Turkish, it will contribute to different studies to be carried out in this field.
VI. yüzyılda yaşamış, kahramanlığı ve şairliği ile ün salmış Anter bin Şeddâd‟ın hayatı etrafında oluşturulan destansı hikâye Sîretü‟l-Anter, asırlarca ülkeden ülkeye dolaşmıştır. Sîretü‟l-Anter‟in Türkçedeki izlerine ise XV. yüzyılda... more
VI. yüzyılda yaşamış, kahramanlığı ve şairliği ile ün salmış Anter bin Şeddâd‟ın hayatı etrafında oluşturulan destansı hikâye Sîretü‟l-Anter, asırlarca ülkeden ülkeye dolaşmıştır. Sîretü‟l-Anter‟in Türkçedeki izlerine ise XV. yüzyılda Fatih Sultan Mehmed Han‟ın emriyle yapılan “Kıssa-i Anter” adlı tercümeyle rastlanmaktadır. Bu tercümenin mukaddimesinde verilen bilgilere göre Türkçedeki serüveni XV. yüzyıldan daha öncelere dayanan Anter hikâyesi, tespit ettiğimiz el yazması eserlere düşülen farklı tür kayıtlardan hareketle Osmanlı coğrafyasında padişahlardan saray ahalisine, farklı kademelerdeki askerlerden kahvehanelerdeki halka kadar toplumun birçok kesimi tarafından okunmuştur. Çalışmamızın konusunu Anter‟in hayatı, Sîretü‟l-Anter ile alakalı tespitler ve bunların akabinde Kıssa-i Anter‟e ve Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi‟nde bulunan 9 el yazması nüshaya ait bilgiler oluşturmaktadır. Çalışmamızın temel amacı ise bir dil ve kültür hazinesi olan bu eseri Türk kamuoyu ve ilim âleminin gündemine taşımaktır. Tarama Sözlüğü‟ne de kaynaklık etmiş bu esere dair sözlükte verilen bilgilerle Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kataloğu‟nda geçen bilgiler incelenerek eksik ve hatalı yerler düzeltilmiştir. Ulaştığımız en önemli sonuçlardan biri Fatih Sultan Mehmed‟in emriyle tercüme edilen Kıssa-i Anter‟in bilinenin aksine XIV. yüzyıla değil XV. yüzyıla ait olduğudur.
................
ABSTRACT
An epic story created about the life of Antar ibn Shaddad, who lived in VI. century and who was famous for his heroism and poetry, Sirat 'Antar traveled from one country to another for centuries. The traces of Sirat 'Antar in Turkish can be found in “Qıssa-i Antar” translated in the XV. century by the order of Sultan Mehmed the Conqueror. According to the information given in the preface of this translation, the story of Antar, whose adventure in Turkish was earlier than XV. century, was read by many sections of the society from the sultans to the people of the palace, from the soldiers in different ranks to the people in the coffeehouses in the Ottoman geography based on the different kinds of records mentioned in the manuscripts we have identified. The subject of our study consists of Antar's life, the findings related to Sirat‟ Antar and the information about Qıssa-i Antar and 9 manuscripts in Topkapı Palace Museum Library. The main purpose of our study is to carry this work to the agenda of the Turkish public and scientific world. In this study, the information given in the glossary, which was the source of the Tarama Sözlüğü (the dictionary of old Turkish), was examined and the information in the Catalogue of the Turkish Manuscripts in the Topkapı Palace Museum Library was examined and the missing and incorrect places were corrected. One of the most important findings we have reached is that the Qıssa-i Antar translated by the order of Sultan Mehmed the Conqueror belongs not to the XIV. century but to the XV. century.
........
EXTENDED ABSTRACT
The XV century was a period in which cultural movements were revived after the reestablishment of the political unity in Anatolia. In this century, many translations have been made from Arabic and Persian into Turkish. One of the translations of the XV century was the translation of the life story of Antar ibn Shaddad, considered being the most important figure of Arabs in the field of sword and pen, made by the order of Sultan Mehmed the Conqueror towards the end of the century. This threevolume translation with unknown translator is known as Qıssa-i Antar. Based on the traces of the other manuscripts we have identified with this three-volume translation of Qıssa-i Antar, it can be said that this work circulated from sultans to palace inhabitants, from soldiers of many different ranks to the people in coffeehouses, and from mouth to mouth. Antar ibn Shaddad, born in the Najd, a warrior poet famous for his heroism, lived in the VI century BC and lived in the Jahiliyya Period of the Arabs and died in 600 BC shortly before the beginning of Islam. Born as a child of a odalisque, Antar was regarded as a slave in the Arab society of that time because he was a hybrid, and a slave had to do great things to be free. The ability of Antar to meet Abla, the daughter of his uncle, whom he loved since he was young, was dependent on his freedom. Antar's story, which is developed on the axis of Antar's desire to have freedom and therefore to meet Abla, includes his adventures full of heroism, as well as his powerful poetical side. Known for his virtuous behavior during the Jahiliyya Period, Antar's life has been circulated from mouth to mouth for centuries and it has been written in the XII century and has become one of the most important works of classical Arabic literature. Sirat Antar, which was mentioned in the sources that he influenced both Western literature and Turkish literature, was translated into Turkish language by the order of Sultan Mehmed the Conqueror in 1477. The first information about its Turkish translation can be found in the Turkish Manuscript Catalog of Topkapı Palace Museum Library prepared by Fehmi Edhem Karatay in 1961. According to the information in this catalog, there are 9 different manuscripts of Qıssa-i Antar in the Library of Topkapı Palace Museum. The mentioned three-volume translation is also in the Topkapı Palace. As a result of our findings, it was revealed that the information given in the preface of H.1145 archive number, the first volume of this three-volume translation, was the first translation criticism in Turkish. In addition, a copy of the second volume of this book, which is a treasure in terms of Turkish, with the archive number A.3114 in Topkapı Palace, is one of the works that are the source of the Tarama Sözlüğü (the dictionary of old Turkish). It was reached to the various translations of Qıssa-i Antar made at various times and 35 separate manuscripts of these translations, which are in different libraries in Turkey and world. The manuscripts of Qıssa-i Antar in the Library of Topkapı Palace Museum, which constitute the basis of our study, have been translated into volumes due to its length in Arabic. The verse sections rarely seen in the work are not translated but took place as Arabic. As a result of our analysis on 9 different manuscripts in the Library of Topkapı Palace Museum,
two different pedigrees have been unearthed for this three-volume translation by Sultan Mehmed the Conqueror's order and 7 copies of this translation. Qıssa-i Antar, translated by the order of Sultan Mehmed the Conqueror, was arranged in 3 volumes and its translation was started in 1475 and completed in 1477. Volumes 1 and 3 of the three-volume translation have been reached and volume 2 has not been reached at the Topkapı Palace Museum Library. However, two separate copies completing each other
with A.3113 and A.3114 archive numbers belonging to volume 2 were identified. It was found out that the manuscript numbered H.1148 archive is the copy of the third volume. The six-volume copy of the 7- volume copy, which is stated to belong to Sultan Mehmed the Conqueror's library, is a copy three-volume translation and is not available in the Topkapı Palace Museum Library. However, in these nine manuscripts, manuscripts that can be described as a second copy product were reached. The manuscript numbered H.1146 has been determined as the copy of the second volume of the 7-volume copy. K.890 and H.1149, respectively, were found to be highly possible that are the copies of the 5th and 6th volumes. The story of Antar, which was always talked in the Eastern world for centuries, started its adventure in Turkish well before the XV century and has been circulated from mouth to mouth for centuries in Ottoman geography. This work, which is a source for classical Turkish literature, folk literature and linguistics studies, is waiting to be examined in many aspects.
"Değer" kelimesi felsefe, psikoloji, sosyoloji, matematik, iktisat gibi birçok bilim dalında sıklıkla kullanılan ve farklı yönleri ile ele alınmış bir kavramdır. "Değer" kavramı, ideal insan yetiştirmeyi amaç edinen eğitim alanının da... more
"Değer" kelimesi felsefe, psikoloji, sosyoloji, matematik, iktisat gibi birçok bilim dalında sıklıkla kullanılan ve farklı yönleri ile ele alınmış bir kavramdır. "Değer" kavramı, ideal insan yetiştirmeyi amaç edinen eğitim alanının da vazgeçilmezlerindendir. Türk toplumu özelinde geçmişte evlerde, mahallelerde, sokaklarda, çarşı-pazar yerlerinden görülerek, işitilerek, hissedilerek kazanılan değerler bugün "değerler eğitimi" adı altında belirli bir sistem çerçevesinde, belirli yöntemlerle okullarda aktarılmaya çalışılmaktadır. Lâkin değerler eğitimi sürecini işler hale getiren yöntemler ve bu yöntemleri besleyen akademik çalışmalar değer tasnifi sorunuyla karşı karşıyadır. Batılı bir değer tasnifi olan Schwartz'ın değer sınıflandırması aracılığıyla incelediğimiz ve betimsel içerik analizi tekniğini kullandığımız Lutfiyye-i Vehbî'de, söz konusu sınıflandırmada yer alan 10 değer tipinden 8'i, 56 değerden de 19'u tespit edilebilmiştir. Çalışmamız açısından önemli olan kısım ise Schwartz'ın değer sınıflandırmasında yer almayan 13 değere Lutfiyye-i Vehbî'de rastlamış olmamızdır. Bu da göstermektedir ki değer tasnifleri içerisinde en sık olarak kullanılan ve evrensel değerleri esas alma noktasında en başarılı olan Schwartz'ın değer sınıflandırması, Türk-İslam medeniyeti sınırları içerisinde ortaya konulmuş eserleri değerlendirme noktasında ihtiyacı karşılamamaktadır. Kendi değerlerimizle yoğrulmuş tam teşekküllü bir değer tasnifine sahip olamayışımız, ihtiyacı karşılamadığından ötürü araştırmacıların Batılı değer tasniflerine mesafeli yaklaşması meseleleri de birer sorun olarak ortadadır. Çalışmamızda Sünbülzâde Vehbî'nin Lutfiyye-i Vehbî adlı eserinden hareketle bahsi geçen değer tasnifi sorununa dikkat çekilecektir. Anahtar Kelimeler: Değer, değerler eğitimi, değer tasnifi, Schwartz, Lutfiyye-i Vehbî. 1 Arş. Gör., Ondokuz Mayıs Üniversitesi/Eğitim Fakültesi, muhammetikbal.guler@omu.edu.tr. 2 Bu çalışma 2015 yılında tamamlanan "Değerler Eğitimi Açısından Lutfiyye-i Vehbî" adlı yüksek lisans tezindeki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır. 22-23 Eylül 2017 tarihlerinde gerçekleştirilen "Uluslararası Sultânu'ş-Şuarâ Sünbülzâde Vehbî Efendi Sempozyumu"nda sunulan bildirinin genişletilmiş halidir.
Bu makalenin konusunu, Trabzon’un Dernekpazarı İlçesi Kondu Mahallesi’nde özel bir şahsa ait kütüphanede tespit edilen bir risâle oluşturmaktadır. Mezkûr kütüphane, Gümüşhânevî Dergânı’nın ve Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddîn Hazretleri’nin... more
Bu makalenin konusunu, Trabzon’un Dernekpazarı İlçesi Kondu Mahallesi’nde özel bir şahsa ait kütüphanede tespit edilen bir risâle oluşturmaktadır. Mezkûr kütüphane, Gümüşhânevî Dergânı’nın ve Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddîn Hazretleri’nin halifesi Yûsuf Şevkî el-Ofî Efendi (1840-1904) Hazretleri’nin torunlarına aittir. Rik’a hattıyla istinsah edilmiş olan söz konusu risâlede Gümüşhânevî dergâhından Mehmed/Muhammed Ziyâeddîn Hazretleri’nin bir eseri bulunmaktadır. Eserin adı Sebeb-i Hilkat-i Eşyâ olup henüz herhangi bir kaynakta izine rastlanmamıştır. Risâlenin sonunda 16 Muharrem 1316 tarihi (M.6 Haziran 1898) bulunmaktadır. Risâle toplam 20 sayfadan oluşmaktadır. Risâle, Hâzâ Risâle-i Manzûme-i Sebeb-i Hilkat-i Eşyâ başlığı ile başlamaktadır. Manzûme 117 dörtlükten oluşmaktadır. Eser, Hamd-i bî-had senâ vü şükr iderem zâtuna / İderem dâ’im halveti hem selâmı Ahmede / Dahi âl-i sahâbe hem dahi evlâd-ı cem’an / Efdal-i mahlûk olupdur fahr-ı ‘âlem aşkına dörtlüğüyle başlamaktadır. Eserin son dörtlüğünde yer alan Bu Muhammed Ziyâeddîn kulundur ‘âsî sana mısrasından şairinin kimliği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Muhammed Ziyâeddîn Hazretleri hakkında henüz elimizde yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bildiride Sebeb-i Hilkat-i Eşyâ adlı manzumenin çeviriyazılı metni ve müellifi hakkında elde edilen bilgiler ortaya konacaktır. Bu bakımdan bildiri vesilesiyle, kaynaklarda bahsedilmeyen bir eserin gün ışığına çıkarılmış olacağı düşünülmektedir.
Research Interests:
Erzurum’un yetiştirdiği, tasavvuf edebiyatının XX. asırdaki önemli temsilcilerinden, Nakşî-Hâlidî şeyhi Hâce Muhammed Lutfî Efendi (Alvarlı Efe), yaşantısı ve şiirleriyle kültür dünyamızda silinmez izler bırakmıştır. Erzurum’un Hasankale... more
Erzurum’un yetiştirdiği, tasavvuf edebiyatının XX. asırdaki önemli temsilcilerinden, Nakşî-Hâlidî şeyhi Hâce Muhammed Lutfî Efendi (Alvarlı Efe), yaşantısı ve şiirleriyle kültür dünyamızda silinmez izler bırakmıştır. Erzurum’un Hasankale (Pasinler) ilçesi Kındığı (Altınbaşak) Köyü’nde 1868 yılında dünyaya gelen Alvarlı Efe Hazretleri, ilk olarak babası Hâce Hüseyin Efendi’den aldığı eğitimi Erzurum’da devam ettirmiş, Erzurum’un Alvar köyünde 1939 yılına kadar yapmış olduğu imamlık sebebiyle “Alvarlı Efe” olarak tanınmıştır. Alvarlı Efe Hazretleri’nin sohbet aracı olarak gördüğü şiirlerini kaleme alan müritlerinden biri de “Yetim Hâfız” nâmı ile tanınan Pehlül Çiftçi (ö. 1961)’dir. Uzun seneler boyunca Efe Hazretleri’nin yanında bulunan Pehlül Çiftçi, Efe Hazretleri’nin şiirlerini yazan kâtiplerindendir. Pehlül Çiftçi’nin oğlu Hüseyin Çiftçi vasıtasıyla bize ulaşan 13 defterin 9’unda yaklaşık %65’i Alvarlı Efe’ye ait olan şiirler bulunmaktadır. Bu şiirlerden bazıları yayımlanmış olan şiirleri arasında bulunmamakla birlikte, yayımlanmış olan şiirlerle defterler arasında yapılan karşılaştırma neticesinde bazı farklılıklar görülmüştür. Bu defterlerde Alvarlı Efe’nin Türkçe ve Arapça şiirlerinin yanısıra Kuddusî, Nigârî, Şeyh Gâlip, Bayburtlu Celâlî, Niyâzî-i Mısrî, Erzurumlu Emrah, Ketencizâde Mehmed Rüşdî, Hâfız-ı Şirâzî, Vehbî, Üryânî gibi şairlerin şiirleri, maniler ve müstakil beyitler de bulunmaktadır.  Bu yönüyle defterler birer şiir mecmuası niteliğindedir. Bu çalışmada söz konusu defterlerde Alvarlı Efe’ye ait olan şiirlerin mevcut yayınla genel bir karşılaştırması yapılacak, defterlerin içeriklerine dair bilgiler ve değerlendirmeler ortaya konacaktır.
Research Interests:
Beyazşehir Palandöken Dergisi - Ocak-Şubat-Mart 2017 sayısı
Research Interests:
Research Interests:
Muallaka şairlerinden ve aynı zamanda Arapların en meşhur kahramanlarından Anter bin Şeddâd’ın hayatı etrafında şekillenen Sîretü’l-Anter 11. yüzyılda yazıya geçirildikten sonra dilden dile aktarılmış, muhtelif coğrafyalarda dolaşmıştır.... more
Muallaka şairlerinden ve aynı zamanda Arapların en meşhur kahramanlarından Anter bin Şeddâd’ın hayatı etrafında şekillenen Sîretü’l-Anter 11. yüzyılda yazıya geçirildikten sonra dilden dile aktarılmış, muhtelif coğrafyalarda dolaşmıştır. Kölelikten özgürlüğe giden yolda sevgilisi Able’ye olan tutkusuyla, kudretli şairliğiyle ve kahramanlığıyla adından söz ettiren Anter bin Şeddâd’ın destansı hayat hikâyesi 12. yüzyıldan itibaren Türk topraklarında da hem sözlü hem de yazılı kültürde var olmuş, kimi zaman bey otağlarında kimi zaman cenk meydanlarında okunagelmiştir.
Türkler arasında 19. yüzyıla kadar Hamza-nâme, Battal-nâme, Danişmend-nâme gibi elden ele dilden dile dolaşan; padişahlardan saray ahalisine, askerlerden kahvehanelerdeki halka kadar toplumun birçok kesimi tarafından beğenilerek okunan ve dinlenen Anter hikâyesinin ilk tam tercümesi, m. 1477 yılında Fatih Sultan Mehmed’in emriyle ve Kıssa-i Anter adıyla üç cilt hâlinde meçhul bir mütercim tarafından kaleme alınmıştır.
Fatih Kitaplığı Dizisi kapsamında neşredilen Kıssa-i Anter’in birinci cildi, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Hazine Koğuşu’nda 1145 numarada kayıtlı yazma nüsha esas alınarak Dr. Muhammed İkbâl Güler tarafından geniş bir inceleme ve dizin ile beraber hazırlanmıştır. Arapça metinlerin tercümeleri ise Dr. Abdulcevad Hardan, Dr. Muharrem Ertaş ve Uzm. Mehmet Bilir tarafından yapılmıştır.

https://esatis.yek.gov.tr/urun/kissa-i-anter--1-cilt-_3819.aspx?CatId=279

http://ekitap.yek.gov.tr/urun/kissa-i-anter--1-cilt-_808.aspx?CatId=279
Mevlevîlik, bir tarikat olmasının yanı sıra yetiştirdiği birçok şâirle de mektep olma özelliğine sahip mühim bir yapı olarak bilinmektedir. Türk edebiyatının en parlak dönemlerinden olan XVII. yüzyılda bu mektepte yetişmiş şâirlerden biri... more
Mevlevîlik, bir tarikat olmasının yanı sıra yetiştirdiği birçok şâirle de mektep olma özelliğine sahip mühim bir yapı olarak bilinmektedir. Türk edebiyatının en parlak dönemlerinden olan XVII. yüzyılda bu mektepte yetişmiş şâirlerden biri de Dânişî Ali Dede olmuştur. Kudüs ve Lefkoşa Mevlevîhânelerinin postnişînliğinde bulunmuş olan Dânişî Ali Dede, şahsı, yetiştirdikleri ve ailesiyle Mevlevîlik tarihinde önemli bir yer edinmiş; şiir vadisinde de usta şâirler seviyesinde eserler ortaya koymuştur. Şimdiye kadar bazı mecmûa sayfaları arasında ve muhtelif tezkirelerde şiirlerine rastlanan Dânişî Ali Dede’nin dîvânı, elinizdeki eserle gün yüzüne çıkarılmıştır. XVII. yüzyıl Osmanlı’sındaki insana dair birçok konuda bilgilere de rastlanan bu dîvânın mısraları arasında okuru, hayatın muhtelif safhalarında dolaşmış bir Mevlevî dedesinin ayak izleri karşılayacaktır.
Naci Elmalı'nın kaleminden, editörlüğünü yapmış olduğumuz "Karazlı Hakkı Bey" kitabı
Research Interests:
Naci Elmalı'nın kaleminden, editörlüğünü yapmış olduğumuz "Ketencizade Mehmet Rüştü Efendi" kitabı
Research Interests:
XVII. asır Mevlevî şairlerinden, Lefkoşa ve Kudüs Mevlevîhânelerinin şeyhliğini de yapmış olan Nevâlî-zâde Ataullah Atayî’nin torunu Dânişî Ali Dede’nin tezkirelerde ve muhtelif mecmû‘alarda birçok şiirine rastlanmaktadır. Dîvânı henüz... more
XVII. asır Mevlevî şairlerinden, Lefkoşa ve Kudüs Mevlevîhânelerinin şeyhliğini de yapmış olan Nevâlî-zâde Ataullah Atayî’nin torunu Dânişî Ali Dede’nin tezkirelerde ve muhtelif mecmû‘alarda birçok şiirine rastlanmaktadır. Dîvânı henüz ilim âleminde yer bulmamış olan Dânişî Ali Dede’nin müstensihi olduğu ve bugün Vatikan Kütüphanesi’nde “Borg.turc.8” yer numarası ile kayıtlı, bir başka Mevlevî şairi olan Ubeydullâh Dede’ye ait “Evsâf u Mu‘cizât-ı Nebî” adlı eserinin sonunda, Dânişî Ali Dede’ye ait iki ayrı şiir yer almaktadır. Bu şiirlerden ilki “Der vaṣf-ı çeḥār-yār-i güzīn vü sitāyiş-i imāmeyn humāmeynu'l-Ḥasan ve'l-Ḥüseyn rıḍvānu'llāhi ʿaleyhim ecmaʿīn” başlıklı olup dört halife ile Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in medhine dairdir. Kaside nazım biçiminde yazılmış olan bu şiir, Dânişî Ali Dede’den bahseden tezkirelerde veya incelediğimiz mecmû‘alarda yer almayan bir şiirdir. Ubeydullâh Dede’ye ait bahsi geçen eserin sonundaki diğer şiir ise “Vaṣf-ı Mevlānā-yı Rūmī Ḥażret-i Mollā Celāl[u'd-dīn]” başlıklı olup 49 beyitten müteşekkildir. Bu şiir tezkirelerde ve mecmû‘alarda eksik hâliyle Dânişî Ali Dede’ye ait olarak yer almaktadır. Millî Kütüphane’de 06 Mil Yz A 8071 yer numarası ile kayıtlı ve Ayşenur Akpınar (2015) tarafından çalışılmış olan Mevlevî şiir mecmû‘asında ise ilgili kasidenin 50 beyitten müteşekkil olduğu kaydının düşüldüğü ve mecmû‘ada bu şiirin 45 beytinin yer aldığı görülmektedir. Ayrıca Dânişî Ali Dede’nin Hz. Mevlânâ medhiyyesine ait sekiz beyit, Bülent Özer (2004) tarafından neşredilen ve Ahmed Dânişî’ye ait olduğu belirtilen “Dânişî Dîvânı” adlı çalışmada da yer almaktadır. Çalışmamızda hem ilgili şiirler çeviri yazı yoluyla neşredilmiş ve içerik yönüyle incelenmiş hem de Hz. Mevlânâ medhiyyesinin kime ait olduğu tartışılarak şiirin Dânişî Ali Dede’ye aidiyeti kesinleştirilmiştir.

Abstract: Many poems of Dānishī Ali Dede, the grandson of Nevālī-zāde Ataullah Atayī, who was one of the Mevlevī poets who lived in the 17th century and who was also the sheik of the Nicosia and Jerusalem Mevlevī Lodges, can be found in biographies and various journals. The work of “Evsāf u Muʿcizāt-ı Nebī” by another Mevlevī poet, Ubeydullah Dede, which was copied by Dānishī Ali Dede, whose dîvân has not yet been published in the scientific world, and which is registered with the place number “Borg.turc.8” in the Vatican Library today. In the end, two separate poems belong to Dānishī Ali Dede. The first of these poems is titled “Der vaṣf-ı çeḥār-yār-i güzīn vü sitāyiş-i imāmeyn humāmeynu'l-Ḥasan ve'l-Ḥuseyn rıḍvānu'llāhi ʿaleyhim ecmaʿīn” and is praised by the four caliphs, Hazrat Hasan and Hazrat Hussein. This poem, which was written in the form of qasida, is a poem that is not included in the tadhkiras or the magazines we have examined. The other poem at the end of the previous work by Ubeydullah Dede is titled “Vaṣf-ı Mevlānā-yı Rūmī Ḥażret-i Molla Celāl[u'd-dīn]” and consists of 49 couplets. This poem is included in the tadhkiras and magazines in its short form belonging to Dānishī Ali Dede. In the Mevlevî journal, which is registered in the National Library with the place number 06 Mil Yz A 8071 and studied by Ayşenur Akpınar (2015), there is information that the relevant ode is 50 couplets, and it is seen that there are 45 couplets of this poem in the journal. In addition, eight couplets belonging to Dānishī Ali Dede's praise of Hazrat Mawlānā are also included in the work named “Dânişî Dîvânı” published by Bülent Özer (2004) and stated to belong to Ahmed Dānishī. In our study, both the related poems were published through translation and examined in terms of content. The belonging of the poem to Dānishī Ali Dede was confirmed by discussing whom the eulogy of Hazrat Mawlānā belonged.
Nesillerin istikametini belirleyecek en önemli sistem hiç şüphesiz maariftir. Bir milletin geleceğini bugünden okumak için, o milletin dâhil olduğu maarif sistemini incelemek büyük ölçüde yeterli olacaktır. Bu sistem içerisinde en büyük... more
Nesillerin istikametini belirleyecek en önemli sistem hiç şüphesiz maariftir. Bir milletin geleceğini bugünden okumak için, o milletin dâhil olduğu maarif sistemini incelemek büyük ölçüde yeterli olacaktır. Bu sistem içerisinde en büyük vazife ise muallime düşmektedir. Ülkemizde hâlihazırda görev yapmakta olan muallimlerin yanısıra üniversitelerin eğitim fakültelerinde yetişmiş ve yetişmekte olan genç muallim adayları da bulunmaktadır. Yaptıkları tercihin yeni nesiller yetiştirmeye talip olmak manasına geldiğinin çoğunlukla farkında olmayan genç muallim adayları için Nurettin Topçu’nun “Türkiye’nin Maarif Dâvası” adlı eserinden hareketle ortaya koymuş olduğu ve “muallim ahlâkı” olarak başlıklandırabileceğimiz ahlakî öğretiler meşale niteliğindedir. Gençliği önemseyen, gençlik üzerine bir sarraf hassasiyeti ile eğilen Topçu, adı geçen eserinde Türkiye’nin maarifinin baştan aşağı röntgenini çekmiş, hastalıkları tespit etmiş ve “beklenilen gençliğin” veya bir başka ifadeyle “gençliğin hassa askerlerinin” ancak dört başı mamur bir maarifle yetişebileceğini beyan etmiştir. Topçu’nun maarif sisteminde “muallim, mektep, talebe ve ders” dört temel sütun niteliğindedir. Bu çalışmada Nurettin Topçu’nun sistemleştirmiş olduğu maarif içerisinde “muallim” alt başlığından hareket edilerek üniversite gençliğine ve bilhassa muallim adayı olan üniversite gençliğine vasiyet niteliğinde olan “muallim ahlâk”ı üzerinde durulacaktır. Çalışmamızda Nurettin Topçu’nun ortaya koymuş olduğu maarif sisteminden hareketle muallimlik mesleğinin ne olduğu, ne olmadığı, birey ve toplum üzerindeki mutlak tesiri, hakikatte hangi vasıflara sahip olanlara muallim denilebileceği, muallimlik mesleğinin mesuliyet değeri ile bağlantısı gibi konulardan bahsedilecek ve üniversite gençliğine aktarılması gereken bu ahlâkî değerlerin ehemmiyeti üzerine durulacaktır. Genç muallim adaylarını başarıya götürecek değerler birliğini içerisinde barındıran Nurettin Topçu’nun muallim ahlâkı, üniversite gençliğine her fırsatta ve farklı yollarla hatırlatılmalıdır. Çalışmamızda “muallim, talebe, maarif” terimleri Nurettin Topçu’nun tercihi ve mana itibariyle derinlikleri göz önünde bulundurularak “öğretmen, öğrenci, eğitim” terimleri yerine kullanılacaktır.
Research Interests:
Bu çalışmada, Sünbülzâde Vehbî’nin “Lutfiyye-i Vehbî” adlı eseri, değer eğitimi açısından ele alınmış, eserde yer alan şiirler Schwartz’ın değer sınıflandırması esas alınarak incelenmiş, sonuçlar değer eğitimi açısından... more
Bu çalışmada, Sünbülzâde Vehbî’nin “Lutfiyye-i Vehbî” adlı eseri, değer eğitimi açısından ele alınmış, eserde yer alan şiirler Schwartz’ın değer sınıflandırması esas alınarak incelenmiş, sonuçlar değer eğitimi açısından değerlendirilmiştir. Eserde yer alan şiirler, güç, başarı, hazcılık, uyarılım, özyönelim, evrenselcilik, iyilikseverlik, geleneksellik, uyma, güvenlik değer tiplerine ve sosyal güç sahibi olmak, otorite sahibi olmak, zengin olmak, toplumdaki görünümü koruyabilmek, insanlar tarafından benimsenmek, başarılı olmak, yetkin olmak, hırslı olmak, sözü geçen biri olmak, zeki olmak, zevk, hayattan tat almak, cesur olmak, değişken bir hayat yaşamak, heyecanlı bir yaşantı sahibi olmak, yaratıcı olmak, merak duyabilmek, özgür olmak, kendi amaçlarını seçebilmek, bağımsız olmak, kendisine saygısı olmak, açık fikirli olmak, erdemli olmak, toplumsal adalet, eşitlik, dünyaya barış istemek, güzelliklerle dolu bir dünya, doğayla bütünlük içinde olma, çevreyi koruma, iç uyum, yardımsever olmak, dürüst olmak, bağışlayıcı olmak, sadık olmak, sorumluluk sahibi olmak, gerçek arkadaşlık, olgun sevgi, manevi bir hayat, anlamlı bir hayat, alçak gönüllü olmak, dindar olmak, hayatın verdiklerini kabullenmek, geleneklere saygılı olmak, ılımlı bir hayat, dünyevi işlerden el ayak çekmek, kibarlık, itaatkâr olmak, anne-babaya ve yaşlılara değer vermek, kendini denetleyebilmek, ulusal güvenlik, toplumsal düzenin sürmesini istemek, temiz olmak, aile güvenliği, iyiliğe karşılık vermek, bağlılık duygusu, sağlıklı olmak değerleri bakımından incelenmiştir. Bu değerlerden insanlar tarafından benimsenme, başarılı olma, yetkin olma, cesur olma, yaratıcı olma, özgür olma, kendisine saygısı olma, yardımsever olma, dürüst olma, bağışlayıcı olma, sorumluluk sahibi olma, gerçek arkadaşlık, manevi bir hayat, alçak gönüllü olma, dindar olma, kibarlık, anne-baba ve yaşlılara değer vermek, kendini denetleyebilme, temiz olma ve Schwartz’ın değer sınıflandırmasına alamadığımız saygılı olma, sabırlı olma, estetik, ağırbaşlı olma, ayıpların açığa çıkarılmaması, adil olma, yumuşak huylu olma, kıskanç olmama, cömert olma, misafirperver olma, tokgözlü/kanaatkâr olma, istişare, komşuluk değerlerinin doğrudan işlendiği 219 beyitte bulgular tespit edilmiştir. Elde edilen bulgular neticesinde Sünbülzâde Vehbî’nin “Lutfiyye-i Vehbî” adlı eserinin değer eğitimi noktasında işlevsel olma açısından zengin bir içeriğe sahip olduğu tespit edilmiştir.
Yapılan araştırmada elde edilen verilerden hareketle Sünbülzâde Vehbî’nin “Lutfiyye-i Vehbî” adlı eserine değer eğitimi sürecinde yararlanılabilecek kaynaklar arasında yer verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.