Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
KOMŞU ULUSLAR ARASINDAKİ DİL KÖPRÜSÜ – GEMİCİ DİLİ Antik çağın ünlü coğrafyacısı Strabon “Bizler, bir anlamda iki yaşayışlı sayılırız ve aslında karaya, denize olduğumuzdan daha fazla ait değiliz” demiş (Starr 2000: 2). İnsanoğlu, gerek beslenme ve diğer doğal gereksinimler, gerekse içgüdüsel davranışların bir sonucu olarak, tarih boyunca denizlerle içiçe olmuş. İşte bu gereklilik “denizcilik” olarak tanımlanan farklı bir yaşam biçiminin (veya bir iş kolunun) ortaya çıkmasına neden olmuş, insanların yaşamlarını etkilemesinin yanısıra kültür, edebiyat ve sanatın birçok dalında da yer almıştır. Dinamik bir varlık olarak tanımlanan “dil” kullanımının, diğer dillerle ilişkiye girmemesi veya etkilenmemesi yadsınamaz (Yağbasan 2010: 369). Denizciliğin yaygınlaşması bağlamında deniz ulaşımının gelişimi, aslında pek çok kültürün kaynaşmasında, mevcut bilgi ve deneyimlerin yanısıra yeni tekniklerin de en uzak yerlerde yaşayanlara tanıtılmasında ve böylece diller arasında da ilişkilerin gelişmesinde çok etkili olmuştur. Ticari mallarla beraber ülkeye giren yeni kelimeler, terimler, tanımlar ve böylece yeni kazanılan anlamlar, toplumların günlük konuşma biçimlerini de etkilemiştir. Limanlar, yalnızca deniz ile karayı buluşturan yerler olmamış, aynı zamanda ekonomik ve kültürel değişimlerin yaşandığı, kültürlerin birbirleriyle kaynaştığı ve anlaştığı yerler hatta merkezler olmuştur. Akdeniz’de ticaret, gemilerin gelişimi ile tarihlenebilir. İlk deniz ticareti yapanların başında Giritlilerin geldiği birçok kaynakta yer almaktadır. Tüm denizci halklar gibi, Giritliler de çoğunlukla başkalarının hesabına deniz taşımacılığı yapmış, aslında kendilerinin üretmedikleri malları yabancı limanlara taşımış, kullanıcısına teslim etmişlerdir. (Braudel 2006: 157). Tarihin daha sonraki dönemlerinde, yani Anadolu Selçuklularının yıkılmasından sonra Batı Anadolu’da kurulan Türk denizci beylikleri de bu kalıtsal birikimden yararlanarak, bölgede yerleşik ve denizcilik konularında engin bilgi ve deneyime sahip yerli Rum halktan öğrendikleri gemi yapım tekniklerinde ustalaşmışlardır. İşte bu halkın torunları, yıllar sonra, Kanuni Sultan Süleyman zamanında Ege adalarının büyük bir kısmı Osmanlılara geçince, özellikle Sakız adasındaki korsan ve çok iyi denizci olan Rumlar, İstanbul’a getirilmişler (Yılmaz 1998: 4). Fetihten sonra her dönemde olduğu gibi XIX. yüzyıl İstanbul’unda da Rumlar, günlük yaşamının her alanında yer almışlardır. Bunu, şehrin kadim milleti olmanın etkisinin yanında Osmanlı devletindeki en ayrıcalıklı azınlık olmanın etkisine de bağlamak mümkündür (Yaşar 2015: 134). Rumların, Osmanlı günlük yaşamının özellikle balıkçılık alanındaki yadsınamaz üstünlükleri ve etkileri, birçok yeni denizcilik deyiminin de Türkçeye geçmesinde etkili olmuştur. Türk Gemici Dili Orta Asya’dan göç eden atalarımız, başlangıçta Anadolu Yarımadası’nın yalnızca iç bölgelerine yerleşmişler, dolayısıyla uzunca bir süre deniz ve denizcilikle hiçbir ilişkileri olmamış. Tarih sahnesine çıkmalarından itibaren suyun önemini kavramış ve onu “azîz” olarak kutsamışlar ama Orta Asya coğrafyası içinde önlerine çıkan göl ve nehirlerin dışında henüz büyük denizi görmemiş olan (Koncu 2002: 243) Türklerin, Selçuklar adı altında ilk kez denizle tanışmaları XIII. yüzyılda, Akdeniz’de Alanya ve Antalya liman kentleri ile Karadeniz’de Sinop’un ele geçirilmesiyle başlamış. Orta Asya’dan yepyeni farklı bir coğrafyaya gelen Türklerin denizlerde faaliyet göstermeden Anadolu'da barınması güçtü. Çünkü bir millet besin maddeleri, üretimde kullanılacak ham maddeler gibi bir takım zorunlu gereksinimlerini sağlamada dünyanın en büyük ve uygun ulaştırma araçları olan gemilere ve dolayısıyla deniz yoluna muhtaçtır (Gül ve Balcıoğlu 1990: 57). Bu zorunluluk, atalarımızın deniz ve denizciliğe olan ilgilerinin artmasında en büyük etken olmuştur. 1 Haçlı seferleri, Anadolu üzerinde büyük etkiler yarattığı gibi, Batı'da da büyük değişmelere neden olmuştur, özellikle Akdeniz kıyılarında yaşayan denizci uluslar olan Venedikliler, Cenovalılar ve Pisalılar, bu sefer/savaşlar sırasında Akdeniz'de deniz ulaşımı, taşımacılığı ve ticaretini ellerine geçirmişlerdir. Akdeniz'de meydana gelen bu gelişmeler sonucunda Doğu ile Batı arasında maddi, manevi alışverişler de doğal olarak artmıştır. İşte bu değişmenin bir sonucu olarak, Anadolu, zamanın uluslararası ticaretinde bir köprü konumuna gelmiştir. Örneğin; Mısırlı ve Suriyeli tüccarlar Antalya ve Alanya'dan Anadolu'ya girip Sinop veya Samsun'a varıyorlar, oradan Suğdak, Kefe ve Kerç limanlarına gitmek üzere gemilere biniyorlardı. Buralara pamuklu ve ipekli kumaşlar götürüp kürk, köle, cariye satın alıyorlardı (Heyd 1975: 216). Bu bağlamda, Türklerin Anadolu’nun güneyinde İtalyan/Cenevizli tüccarlarla başlayan ilişkileri, Venedik dili ve İtalyanca denizcilik/gemicilik deyimlerinin kazanılmasına neden olmuş. Çok kısa bir süre sonra kendi gemilerini yapıp donanma kuran Türklerin Ege Denizi’ndeki başarılı etkinlikleri ve hemen ardından Osmanlının da Gelibolu’da bir tersane kurması sonucunda, Türk denizci/gemici diline daha yeni yeni girmeye başlayan İtalyanca terimlerle birlikte XV. yüzyılda Arapça, Farsça, Yunanca, Romence ve Slav dillerinde kullanılan terimlerin kullanımının da yaygınlaştığı görülür. Zaten XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı donanması, gemi sayısı ve boyutları olarak büyümeye başlayınca, Akdeniz’de diğer tüm ülkelerle olan ilişkileri artmış ve bu, Türk Gemici Dili’nin de hızla gelişmesine yardımcı olmuştur (Kahane ve Tietze 1988: 3-10). Arapların, karadan, Kuzey Afrika üzerinden İspanya’ya yaptıkları seferler ve buralarda yerleşmeleri sonucunda, Katalanca, İspanyolca ve Portekizce terimlerin karşılıklı olarak kazanıldığını ve Türklerin de bundan dolaylı olarak etkilendiğini söyleyebiliriz. Türk denizci/gemici dili, gemilerde kullanılan araç ve aygıtlarla ilgili olarak Arapça kökenli fazla terim içermese de gökbilimle ilgili terimler, gezegen ve yıldız adları Arapça. Teknik terimlerde ağırlık Venedik dili, İtalyanca ve Yunanca. Güney kıyılarıyla kazanılan Akdeniz komşuluğu, bazı Fransızca deyimlerin de Türk denizcileri tarafından kullanımına neden olmuş. Türkçedeki balıkçılık araç ve gereçleri ile deniz ve su ürünlerinin adlandırılmasında Yunancanın üstünlüğü tartışılmaz. Dolayısıyla, günümüz insanının bilgilerinin büyük kısmı, içinde yaşadığı toplumdan çok, başka toplumlara aittir. Bilgilenilme, bir toplumun kendi yapıp etmeleri kadar başka toplumlardan öğrendikleri veya öğrenebildiklerine de bağlıdır (Karaağaç, 2005: 1) demek yanlış olmayacaktır. Bir kez daha tarihin ilk dönemlerine göz atılacak olursa, Antik dönemde balık hem bir besin kaynağı hem de bir geçim kaynağı idi. Bu kapsamda deniz yoluyla yapılan ticari ve kültürel alışverişler sırasında dilsel iletişim kurulma zorunluğu olduğunu tahmin etmek zor değil ve bu nedenle, balıkçılıkla ilgili kelimeler de toplumlar arasında bilgi ve tanımlama için kullanılmış, birbirine geçmiş olabilir. Denizciliğin ve denize ait hayatın başladığı yerlerden biri olduğu tezi savunulan Akdeniz Havzası’nda antik dönemde çok balık çeşidi olduğu söylenmektedir. Diğer taraftan, Akdeniz’de üç büyük ‘Deniz Kapısı’ vardır ki buralarda balık çeşitliliği en geniş düzeydedir. Bu kapılar; Cebelitarık Boğazı, Messina Boğazı ve İstanbul Boğazı’dır. Dolayısıyla, tarihin bilinen her döneminde İstanbul Boğazı’nda yapılan balıkçılık ve denizcilik eylemlerinde hep ön sıralarda yer almış olan Rumların, Osmanlı ve Türk Gemici Dili’ne etkileri/katkıları yadsınamaz. Ancak, Akdeniz gemicileri arasında kullanılan ve kavram benzerliği de içeren bu “ortak” denizcilik deyimleri, birkaç ayrıcalık dışında, dönemin denizciliğinde önemli bir yeri olan İngiltere ve İskandinav ülkelerinin dilleriyle asla benzeşmez (Yarkın 2012: 66). Yine de burada vurgulanan hususlar, Türklerin ulusal gemici dilinin tümüyle yabancı deyimlerden oluştuğu sonucuna ulaşmamıza neden olmamalı. Atalarımızın deniz ve denizcilikle ilk karşılaştıkları andan itibaren, insan bedenindeki bazı organ ve özel yapı/davranışlara benzetim yoluyla ürettikleri, günümüzde bile geçerliliğini koruyan, öz be öz Türkçe birçok denizcilik deyimimizin varlığı da göz ardı edilmemeli. Örneğin; baş, göz, kulak, burun, çene, bıyık, sakal, kaş, boğaz, omuz, bel, kıç, omurga, kaburga, tırnak, meme, ağız, topuk, akıntı, döküntü ve çatlak gibi (Yarkın ve Baylan 2013: 32-33). 2 Ortak Terimler Rüzgar ve deniz durumu: anafor, Ayandon, keşişleme, lodos, poyraz (= poyras, boyras, boyraz,boryaz, boryas, poryaz, foryaz, foryas, hoyraz), talas (= talaz, tanaz, talaza), zifoz (= zifos) Coğrafya terimleri: körfez (= kürfüz, kürfüs, korfus, körfüz), plaka (= palaka, pilaka), viryo, yakamoz, yalı (= yalu, yali) Liman, iskele ve tersane: felenk (= filenk, felek, pelek), hinar, iskele (= skele, isgele, işkile, isgile), kalafat (= kalfat, kalfet), liman (= limen, iliman, limon, limun), malahtar, mendirek (= menderek), üstüpü (= üstübü, üstübi, istupı, üstüpi) Bahriye örgütlenmesi ve deniz savaşları: tomar Deniz ulaşımı ve ticareti: iskaparma (= ıskaparma), istif (= istiv, istifa, stiva), safra (= zafura, zafra, zefre, savura) Gemiler ve deniz araçları: çekeleve (= sakoleva, sakuleva, sakolava), futa (= fıta, fota), ığrıp (= ığrıb, ığrib, ırıp, grip), ığribar (= ığripar), kadırga (= kadirga, katırga, katarga, kedirga), karavi (= kereb, karap, gerab), londra (= lundra), meleksila (= meneksila, melekse, melekşe), pereme (= perama, bereme, perime, preme, prama), sandal, varka (= varga, valka), volik (= volık, vulik) Tekne ve yapım elemanları: armoz (= armuz, armaz), aşoz (= aşuz), bodoslama (= bodostama, bodoştama, podostomo), don ağacı, farş (= fars), karina (= karine, karna, karena), kemere, kiler (= kilar) küpeşte (= köpeşte) Alet-edevat ve donanımlar: balyoz (= varyoz, variyos, varyos, variyoz, variyuz, valyos, valyoz), ergalya (= argalya, irgalya, algarya), vernik (= verniç) Yelkenler ve arma donanımları: abli (= ablı, ablo, ablu, habli), bocurum (= bocrum), gönder (= könder, günder) Halatlar: armoda (= armuda), halat (= halad, âlât), ığrıb (= ığrıb halatı), ızbarçina (= isparçina, isparçena, ısparçına, ısparçana, ısparçene, ısbarcina, ızbacina, izbarçina), kangal (= kankal, gangal, kanger, gangel), urgan (= organ, orkan, urkan, arkan, örgen) Rota işlemleri ve dümen: apazlama (= hapazlama), yeke (= yeyke, yekeke) Seyir araçları: gönye (= gunya, günye), harti (= hartı, karti, harta, karta) Manevralar: 3 Şamandıra, demirleme ve ırgat: bocurgat (= bucurgat, bocırgad, vocı ırgat), gönder (= könder, günder), ırgat (= ırgad), palamar (= palamur, palamor, balamar), pürmeçe (= purmeçe, puromeçe, permeçe, primeçe, pirimeçe, purmaça), şamandıra (= şamandura, şamandira, şamandara, şamandra, samandura), tonoz (= tonos, tonaz) Kürek: Haberleşme ve vardiya: fener (= fenar), silistire (= silisre, silisra, silisira, selisre, silistre, silistres, silistira, silistra), vigla (= vigle, viğle, viğla, vikla, vuğla, fuğla) Denizci personel: kömi (= kömü, kümi, gömü, gömi, gümi), nefti Yiyecek, içecek ve kişisel eşya: barbariça, fıçı (= fuçi, fuçı), gerdel (= girdel, kerdel, gelder, gerder), peksimet (= peksimat, peksimad, beksimet, beksimat, beksimad, beksemat, beksemad, baksımat), varel Balıkçılık: ablatya (= abulatya, ablata), akros, anavaşya, anamutrata, apaş, avlı, calada, dalyan (= talyan), difana (= tifan, tifana, tufana, difane), gamgam, gangava (= gangala, galkava, kangava, kankava), garos (= garoz, garas), kapariko, kefaloma, olta (= volta, holta), poş, sünger (= sünker), telfin (= tilfin), venatka (= natıka), voli, volik (= volık, vulik), volizma (= molazma), yiroz (yirozlu ağ), zepsi Denizci folkloru: angarya, dankiyo, karakoncolos (= karakoncalos, karakoncoloz, karakoncaloz, karacongolos) Sonuç Gerek birbirine komşu ülkelerin yurttaşlarının konuştukları, gerekse aynı ülke içinde yaşayan ama farklı kökenden gelen etnik gruplara ait bireylerin konuştukları diller, birçok farklı nedenle birbirlerinden etkilenmiştir. Ortak ekonomik ve kültürel yaşamın kaçınılmaz bir sonucu olan bu etkileşim, tek yönlü olduğu gibi, çift yönlü de olmuştur. Bu bağlamda, aynı coğrafyada, çok uzun yıllar bir arada yaşamış ve aynı geleneksel/teknolojik olanaklardan yararlanarak aynı iş kolunda (örneğin; denizcilik, gemicilik, balıkçılık gibi) ortak uğraş vermiş Rum ve Müslüman Osmanlılar arasında da bazı teknik terimlerin alış-verişi (doğal olarak) söz konusu olmuş. Ancak kökeni ister Türkçe isterse Yunanca olsun birçok ortak değerin, deyim ve sözcüğün hala her iki toplum tarafından da kullanılıyor olması, sahip olma duygusu bağlamının dışında değerlendirilmelidir. Türkçe, iç tarih bakımından oldukça tutucu, korumacı (muhafazakâr) bir dil. Ancak dış tarih bakımından bunu söyleyemeyiz. Çünkü Türkçe başka dillerden (özellikle komşu uluslardan) pek çok kelime almış ve bunların kimisini kendi ses yapısına uydurup aslını değiştirmeden kullandığı gibi, bazılarının ise yalnızca söyleniş biçimini değil anlamlarını bile değiştirmiş. Ulusal Gemici Dilimize, İstanbullu, Doğu Karadenizli ve Egeli Rumlar aracılığıyla kazandırılan birçok deyimin artık “ödünç” değil Türkçenin kendi öz sözcük varlığı olarak kabul edilmesi gerekir. Dolayısıyla bu ortak terimler, denizci atalarınızdan bize aktarılan bir kültürel miras. Onu koruyup sürdürülebilir kılmak ve gelecek denizci kuşaklara aktarmak, ulusal görevimiz olmalı. 4 ΔΙΕΘΝΗΣ ΓΛΩΣΣΙΚΗ ΓΕΦΥΡΑ ΜΕΤΑΞΥ ΤΩΝ ΓΕΙΤΟΝΩΝ - Η ΓΛΩΣΣΑ ΤΩΝ ΝΑΥΤΙΚΩΝ "Είμαστε, κατά μία έννοια, δύο ζωντανά πράγματα και στην πραγματικότητα δεν ανήκουμε περισσότερο στη γη από ότι στη θάλασσα", δήλωσε ο Στράβωνας, ο διάσημος γεωγράφος της αρχαιότητας (Starr 2000: 2). Η ανθρωπότητα έχει αλληλοσυνδεθεί με τις θάλασσες σε όλη την ιστορία ως αποτέλεσμα τόσο των διατραφικων όσο και των άλλων φυσικών αναγκών και της ενστικτώδους συμπεριφοράς. Αυτή η αναγκαιότητα έχει οδηγήσει στην εμφάνιση ενός διαφορετικού τρόπου ζωής (ή μιας επιχειρηματικής γραμμής), που ορίζεται ως «ναυτική», η οποία έχει επηρεάσει τη ζωή των ανθρώπων καθώς και ότι εμπλέκεται σε πολλές πτυχές του πολιτισμού, της λογοτεχνίας και της τέχνης. Δεν μπορεί να αμφισβητηθεί ότι η χρήση της "γλώσσας", η οποία ορίζεται ως μια δυναμική οντότητα, δεν επηρεάζει ούτε επηρεάζεται από άλλες γλώσσες (Yağbasan 2010: 369). Η ανάπτυξη των θαλάσσιων μεταφορών στο πλαίσιο της θαλάσσιας διάδοσης έχει πράγματι μεγάλη επιρροή στη σύντηξη πολλών πολιτισμών, στην εισαγωγή των υφιστάμενων γνώσεων και εμπειριών καθώς και νέων τεχνικών σε όσους ζουν στα πιο απομακρυσμένα μέρη και, συνεπώς, στην ανάπτυξη των σχέσεων μεταξύ των γλωσσών. Οι νέες λέξεις, οι όροι, οι ορισμοί και, επομένως, οι νέες έννοιες που εισήλθαν στη χώρα με εμπορικά αγαθά επηρέασαν επίσης την καθημερινή ομιλία των κοινωνιών. Τα λιμάνια δεν είναι μόνο μέρη που συνδυάζουν τη θάλασσα και τη γη, αλλά και χώρους όπου συμβαίνουν οικονομικές και πολιτιστικές αλλαγές, οι πολιτισμοί αλληλοσυνδέονται και κατανοούνται. Το εμπόριο στη Μεσόγειο μπορεί να χρονολογηθεί από την ανάπτυξη πλοίων. Στην αρχή του πρώτου θαλάσσιου εμπορίου, υπάρχουν πολλές πηγές Κρητών. Όπως όλοι οι ναυτικοί, οι Κρήτες συχνά πραγματοποιούσαν θαλάσσιες μεταφορές για λογαριασμό άλλων, πράγματι μεταφέρουν αγαθά που παρήγαγαν, σε ξένα λιμάνια και τα παρέδωσαν στον χρήστη (Braudel 2006: 157). Στις μεταγενέστερες περιόδους της ιστορίας, δηλαδή μετά την καταστροφή των Ανατολικών Σελτζούκων, οι τουρκικές ναυτικές αρχές που ιδρύθηκαν στη Δυτική Ανατολία έχουν επίσης κατακτήσει τις τεχνικές ναυπηγικής που έμαθαν από τους εγχώριους Ρωμηούς με εκτεταμένες γνώσεις και εμπειρίες στην περιοχή και τις ναυτιλιακές υποθέσεις, αξιοποιώντας αυτή τη κληρονομική συσσώρευση. Αυτά είναι τα εγγόνια αυτών των ανθρώπων του πολλά χρόνια αργότερα, κατά τη διάρκεια της βασιλείας του μεγαλοπρεπή Σουλεϊμάν, ένα μεγάλο μέρος των νησιών του Αιγαίου έφερον στην Κωνσταντινούπολη οι Οθωμανοί, ιδιαίτερα οι πειρατές της Χίου και οι πολύ καλοί ναυτικοί (Yılmaz 1998: 4). Μετά την κατάκτηση, όπως σε κάθε περίοδο XIX. Τον 20ο αιώνα στην Κωνσταντινούπολη, οι Έλληνες έλαβαν μέρος σε κάθε πτυχή της καθημερινής τους ζωής. Αυτό μπορεί να αποδοθεί στο γεγονός ότι είναι η πιο προνομιούχος μειονότητα στο οθωμανικό κράτος εκτός από την επίδραση της ύπαρξης κάστας έθνος (Yaşar 2015: 134). Τα αναμφισβήτητα πλεονεκτήματα και οι επιδράσεις των Ελληνοκυπρίων, ιδιαίτερα της οθωμανικής καθημερινής ζωής, ειδικά στον τομέα της αλιείας, επηρέασαν σε πολλούς από τους νέους ναυτικούς όρους στο παρελθόν. Τουρκική Ναυτική Γλώσσα Οι πρόγονοί μας που μετανάστευσαν από την Κεντρική Ασία εγκαταστάθηκαν αρχικά μόνο τις εσωτερικές περιοχές της Ανατολικής Χερσονήσου, επομένως δεν είχαν καμία σχέση με τη θάλασσα και τη νυτιλία για μεγάλο χρονικό διάστημα. Οι Τούρκοι που δεν έχουν δει ακόμα τη μεγάλη θάλασσα εκτός από τις λίμνες και τα ποτάμια που έχουν έρθει μπροστά στην γεωγραφία της Κεντρικής Ασίας (Koncu 2002: 243), αλλά συνάντησαν την θάλασσα υπό το όνομα Σελτζούκοι τον XIII. αιώνα, Αλάνια και Αττάλεια λιμάνια-πόλεις και στη Μαύρη Θάλασσα με την κατάληψη της Σινώπης. Οι Τούρκοι που προέρχονται από την Κεντρική Ασία σε μια νέα γεωγραφική περιοχή είναι δύσκολο να βρουν καταφύγιο στην Ανατολία χωρίς να λειτουργούν στις θάλασσες. Επειδή ένα έθνος χρειάζεται ορισμένες από τις υποχρεωτικές του απαιτήσεις, όπως τα τρόφιμα, οι πρώτες 5 ύλες που χρησιμοποιούνται στην παραγωγή και η θάλασσα, που είναι το μεγαλύτερο και πιο βολικό μέσο μεταφοράς στον κόσμο (Gül ve Balcıoğlu 1990: 57). Αυτή η αναγκαιότητα ήταν ο σημαντικότερος παράγοντας για την αύξηση της γνώσης των ναυτικών και των ναυτικών των προγόνων μας. Οι Σταυροφορίες δημιούργησαν μεγάλα αποτελέσματα στην Ανατολία, καθώς και σημαντικές αλλαγές στη Δύση, ιδιαίτερα οι Βενετοί, Γενοβέζοι και Πισάλλοι, που ήταν ναυτικά έθνη που ζούσαν στις ακτές της Μεσογείου, για τις θαλάσσιες μεταφορές, τις μεταφορές και το εμπόριο στη Μεσόγειο κατά τη διάρκεια αυτών των εποχών / πολέμων. Ως αποτέλεσμα αυτών των εξελίξεων που έλαβαν χώρα στη Μεσόγειο, οι υλικές και πνευματικές ανταλλαγές μεταξύ Ανατολής και Δύσης αυξήθηκαν φυσικά. Ως αποτέλεσμα αυτής της αλλαγής, η Ανατολία έχει γίνει μια γέφυρα στο χρόνο του διεθνούς εμπορίου. π.χ. Αιγύπτιοι και συριακοί έμποροι μπήκαν στην Ανατολία από την Αττάλεια και την Αλάνια και έφθασαν στη Σινώπη ή στη Σαμψούντα, όπου επιβιβάστηκαν στα πλοία για να μεταβούν στα λιμάνια Σουτζκάκ, Κεφέ και Κέρτς. Φέρνουτα βαμβακερά και μεταξωτά υφάσματα και αγόραζαν γούνα, σκλάβους και παλλακίδες (Heyd 1975: 216). Σε αυτό το πλαίσιο, οι σχέσεις μεταξύ των Τούρκων και των Ιταλών / Γενουατικών εμπόρων στο νότο της Ανατολίας οδήγησαν στην απόκτηση των λέξεων Βενετία και της ιταλικής ναυτιλίας / ναυτιλίας. Μετά από πολύ σύντομο χρονικό διάστημα, οι Τούρκοι που δημιούργησαν τα δικά τους πλοία και έχτισαν το ναυτικό είχαν επιτυχημένα γεγονότα στο Αιγαίο και αμέσως μετά οι Οθωμανοί έχτισαν ένα ναυπηγείο στο Καλλίπολη μαζί με τους ιταλικούς όρους που μόλις άρχισαν να μπαίνουν στην τουρκική γλώσσα ναυτικού / ναυτικού. Η χρήση των όρων που χρησιμοποιούνται στην αραβική, περσική, ελληνική, ρουμανική και σλαβική γλώσσα τον 20ό αιώνα είναι επίσης ευρέως διαδεδομένη. Ήδη XV. Καθώς το οθωμανικό ναυτικό άρχισε να αυξάνεται σε αριθμό και μέγεθος από το δεύτερο μισό του αιώνα, οι σχέσεις του με όλες τις άλλες χώρες της Μεσογείου αυξήθηκαν και αυτό βοήθησε την τουρκική ναυτική γλώσσα να εξελιχθεί γρήγορα (Kahane ve Tietze 1988: 3-10). Μπορούμε να πούμε ότι οι όροι των Καταλανών, των Ισπανών και των Πορτογάλων αποκτήθηκαν από κοινού και οι Τούρκοι επηρεάστηκαν έμμεσα από τις αποστολές και τους οικισμούς που έκαναν οι Άραβες στην ξηρά, μέσω της Βόρειας Αφρικής προς την Ισπανία. Η τουρκική γλώσσα ναυτικού / πλοικτητών δεν περιέχει πολλούς όρους που προέρχονται από την αραβική γλώσσα σχετικά με τα όργανα και συσκευές που χρησιμοποιούνται στα πλοία, αλλά οι όροι αστρονομικά, πλανητικά και αστεροειδή είναι αραβικοί. Από τεχνική άποψη, το βάρος είναι η βενετική γλώσσα, η ιταλική και η ελληνική. Η μεσογειακή γειτονιά, η οποία κέρδισε η νότια ακτή, προκάλεσε ορισμένες τουρκικές εκφράσεις από τους τούρκους ναυτικούς. Η ανωτερότητα της ελληνικής στην ονομασία των αλιευτικών εξοπλισμών και των θαλάσσιων και υδρόβιων προϊόντων στην Τουρκική είναι αναμφισβήτητη. Ως εκ τούτου, μεγάλο μέρος της σημερινής πληροφορίας ανήκει σε άλλες κοινωνίες, παρά στην κοινωνία στην οποία ζουν. Δεν θα είναι λάθος να έχουμε γνώση ότι μια κοινωνία εξαρτάται από το τι μαθαίνει ή μαθαίνει από άλλες κοινωνίες όσο και από μόνη της (Karaağaç, 2005: 1). Για άλλη μια φορά στην πρώτη περίοδο της ιστορίας που πρέπει να εξεταστεί, στην αρχαιότητα τα ψάρια ήταν τόσο πηγή τροφής και πηγή βιοπορισμού. Σε αυτό το πλαίσιο, δεν είναι δύσκολο να προβλεφθεί ότι η γλωσσική επικοινωνία αποτελεί αναγκαιότητα κατά τη διάρκεια του εμπορίου και των πολιτιστικών ανταλλαγών και επομένως οι λέξεις που σχετίζονται με την αλιεία μπορούν επίσης να χρησιμοποιηθούν για την ενημέρωση και την ταυτοποίηση μεταξύ των κοινωνιών και μπορούν να αλληλοσυνδεθούν. Λέγεται ότι υπάρχουν πολλά είδη ψαριών, στην αρχαία εποχή, στη λεκάνη της Μεσογείου, η οποία υποτίθεται ότι είναι ένας από τους τόπους όπου ξεκίνησε η θαλάσσια και ναυτική ζωή. Από την άλλη πλευρά, υπάρχουν τρεις μεγάλες “Πύλη της θάλασσας” στη Μεσόγειο, όπου η ποικιλομορφία των ψαριών είναι η ευρύτερη. Αυτές οι πόρτες είναι? Το Στενό του Γιβραλτάρ, το Στενό της Μεσίνας και το Βόσπορο. Ως εκ τούτου, δεν μπορούν να αμφισβητηθούν οι συνέπειες / συνεισφορές των Ελλήνων, των Οθωμανών και του Τουρκικού Ναυτικού Δίλιου, οι οποίοι πάντοτε συμμετείχαν στην πρώτη γραμμή της αλιείας και των θαλάσσιων δραστηριοτήτων που διεξάγονται στο Βόσπορο σε κάθε γνωστή ιστορική περίοδο. 6 Ωστόσο, αυτές οι “κοινές” ναυτιλιακές φράσεις, που χρησιμοποιούνται μεταξύ των πλοίων της Μεσογείου και περιέχουν όμοιες έννοιες, δεν είναι ποτέ πανομοιότυπες με τις γλώσσες των βρετανικών και σκανδιναβικών χωρών, που κατέχουν σημαντική θέση στη ναυτιλία της περιόδου, εκτός από μερικά προνόμια (Yarkın 2012: 66). Ωστόσο, τα σημεία που τονίζονται εδώ δεν πρέπει να μας οδηγήσουν στο συμπέρασμα ότι η εθνική γλώσσα των ναυτικών των Τούρκων είναι εξ ολοκλήρου ξένη. Από την πρώτη στιγμή της συνάντησης μεων των προγόνων μας με τη ναυτικους, θαλασσα και τους δεν πρέπει να αγνοείται η ύπαρξη πολλών ναυτικών ταρκικών εκφράσεων, οι οποίες παράγονται κατ 'αναλογία με κάποια όργανα και ειδικές δομές / συμπεριφορές στο ανθρώπινο σώμα και διατηρούν την εγκυρότητά τους ακόμη και σήμερα. π.χ. το κεφάλι, τα μάτια, το αυτί, τη μύτη, το πηγούνι, μουστάκι, γενειάδα, φρύδι, λαιμός, ώμος, μέση, πρύμνη, σπονδυλική στήλη, νεύρα, καρφί, στήθος, στόμα, φτέρνα, έκκριση, εξάνθημα και ρωγμή (Yarkın ve Baylan 2013: 32-33). Κοινών όρων Κατάσταση του ανέμου και της θάλασσας: ἃγι-Ἀντώνι, ἀναφόρι, βοριᾶς, καψανεμιά, νότος, θάλασσα, ζίφος [π] Γεωγραφικοί όροι: βρύον, κόρφος, γιαλός, πλάκα (= πλάξ), διακαμός Λιμάνι, σκάλα και ναυπηγείο: φαλάγγι, χνάρι (= ἴχνος, ἰχνάριον, χινάρ), καλαφάτης [β] (= καλαφάτισε, καλαφατίζω), λιμένιον (= λιμιώνας, λιμιών, λιμήν, λιμένι), μαλαχτάρι, μανδράκι, σκάλα, στουππί (= στυππίον) Ναυτιλιακή οργάνωση και θαλάσσιοι πόλεμοι: τομάρι Θαλάσσιες μεταφορές και ναυτιλιακές συναλλαγές: εἰς καπάρωμα, στοίβα (= στοιβή), σαβουρα (= σάβουρος) Πλοία και θαλάσσια οχήματα: βάρκα, βούτα, σακκολέβα (= σακκολαῖβα, σαγολαίφεα, σαγολέβα, σακκολήβα, σακολίβα, τσακουλαίβα, τσακολαίφα), γρῖπος [β] (= γρῖφος), γριπάριον (= γριπαρία), κάτεργον [β], λούντρα, μονόξυλον (= μονόξυλος, μονόξυλα), πέραμα, σανδάλιον (= σάνδαλον, σάνδαλις), βολικόν (= βολίκιον, βόλος), καράβι (= κάραβος) Σκάφη και κατασκευαστικά στοιχεία: ἀγαθός (= ἀγκαθός, κανθός), ἁρμός, ποδόσταμο (= ποδόστημα), ἐντόνιον [β] (= ἐπιτόναιον), φάρσα (= φάρσος), καμάρι, καρῆνα (= καρίνα, καρένα), κουπαστή, κελλάρι Εργαλεία και εξοπλισμός: βαρειός, βερνίκι, ἐργαλειό (= ἐργαλεῖον) Πλοία και εξοπλισμός ξάρτια: ἁπλῆ, ἐπίδρομος, κοντάριον Σχοινιά: ἁρμίδι (= ὁρμίδι), γρῖπος, καλώδιον [β] (= χαλάδι, χάλος), σπαρτσίνα (= σπαρτίνα, σπαλτσίνα, σπάρτσο), καγκάλι (= κάγχαλος), ὂργανον (= ὀργάνι) Δρομολόγηση και καθοδήγηση: πλαγιάζω, οἰάκιον (= οἴαξ, γοιάκι) 7 Οχήματα πλοήγησης: χαρτί, γωνιά Μανούβρες: Δύναμη, άγκυρα και αμάξωμα: ἐργάτης (= ἀργάτης), μποζαργάτης (= μποτζαργάτης), κοντάριον [β] (= κοντάρι), παλαμάριν (= παλαμάρι), πρυμάτσα (= πρυμνήσιον; πρύμνη), τσαμαδοῦρα (= σημαδούρα), τόνος (= ντόνος) Κωπηλασία: Επικοινωνία και βάρδια: φανάριον (= φανάρι), συρίστρια (= σφυρίχτρα), βίγλα [β] Ναυτικό προσωπικό: κόμης, ναύτης Τρόφιμα, ποτά και προσωπικά αντικείμενα: βαρέλι (= βαρύλιον), βαρβαρίκιον [β] (= βαρβαρίτσι), βυτσί, καρδάρι (= κάδος), παξιμάδιν (= παξαμᾶς) Αλιεία: ἄκρος, ἁλιάνειον (= νταλιάνι), ἀνεβασιά, ἀνεμότρατα, ἁπλάδι, ἀπόχι (= ἀπόσιν), αὐλή, βενέτικο, βολή (= βόλος), βολικόν (= βολίκιον), βόλισμα (= βόλασμα), βόλτα [β], δελφίν, δίφανα, πός, σφουγγάρι (= σφόγγος, σπόγγος), γαγγάμι [π], γαγγάβα, γάρος, γύρος, ζαλάδα, ζέψη, καπάρικο, κατεβασιά (= καταιβασία), κεφαλιῶμα (= κεφαλαίωμα, κεφάλωμα) Ναυτική παράδοση: ἀγγαρεία, ἀγγείγιον (= ἀγγεῖον), καρκάντζολος (= καλλικάντζαρος) [β] [π] βυζαντινή γλώσσα πόντου γλώσσα Αποτέλεσμα Οι γλώσσες που μιλούν οι πολίτες των γειτονικών χωρών και οι εθνοτικές ομάδες που ζουν στην ίδια χώρα αλλά προέρχονται από διαφορετικές καταβολές επηρεάστηκαν από πολλούς διαφορετικούς λόγους. Αυτή η αλληλεπίδραση, η οποία είναι αναπόφευκτη συνέπεια της κοινής οικονομικής και πολιτιστικής ζωής, είναι αμφίπλευρη και μονομερής. Σε αυτό το πλαίσιο, έχει αποδειχθεί ότι έχουν ανταλλαγεί ορισμένοι τεχνικοί όροι μεταξύ Ελλήνων και Μουσουλμάνων Οθωμανών που έχουν ζήσει εδώ και πολλά χρόνια στην ίδια γεωγραφική περιοχή και έχουν εργαστεί στον ίδιο κλάδο (π.χ. ναυτιλία, ναυσιπλοϊα, αλιεία) ) έχει γίνει θέμα. Ωστόσο, εάν η ρίζα ή ελληνική γλώσσα, πολλές κοινές αξίες, ιδιώματα και λέξεις εξακολουθούν να χρησιμοποιούνται και από τις δύο κοινότητες, θα πρέπει να αξιολογούνται εκτός του πλαισίου της αίσθησης κατοχής. Η τουρκική είναι συντηρητική γλώσσα από την άποψη της εσωτερικής ιστορίας. Αλλά δεν μπορούμε να το πούμε με όρους εξωτερικής ιστορίας. Επειδή οι Τούρκοι πήραν πολλές λέζεις από άλλες γλώσσες (ειδικά από τα γειτονικά έθνη) και άλλαξαν κάποιες από τις έννοιές τους, όχι μόνο τον τρόπο που μιλούσαν, καθώς κάποιεις από αυτές προσαρμόστηκαν στη δική τους ηχητική δομή και άλλαξαν το πρωτότυπο. 8 Πολλές δηλώσεις που έγιναν από το Εθνικό Ναυτική Γλώσσα, την Κωνσταντινούπολη, την Ανατολική Μαύρη Θάλασσα και τους Αιγαιάτες Έλληνες αλλα δεν είναι πλέον "δανεισμένες", και οι Τουρκικές πρέπει να θεωρούνται ως αυθύπαρκτος. Έτσι, αυτοί οι συνηθισμένοι όροι είναι μια πολιτιστική κληρονομιά που μας μεταδίδεται από τους θαλάσσιους προγόνους σας. Πρέπει να είναι το εθνικό μας καθήκον να προστατεύουμε και να το διατηρούμε και να το μεταφέρουμε στους μελλοντικούς ναυτικούς. 9