Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Tarih İncelemeleri Dergisi XXXIV / 1, 2019, 123-137 BÜYÜK SELÇUKLULAR DEVRİNDE BAĞDAD’DA FÜTÜVVET TEŞKİLÂTININ İHDASINA YÖNELİK BİR GİRİŞİM Nevzat KELEŞ* Öz Fütüvvet, yiğitlik, mertlik, cömertlik ve diğergâmlık gibi hususiyetler ile bir takım ahlakî vasıflara sahip fetâ veya fityân diye nitelendirilen gençlerin dünyasını temsil eder. Zamanla sûfîlikle kaynaşarak tasavvufî bir nitelik kazandı. Bu haliyle Ortaçağ İslâm dünyasının siyasî, sosyal, ekonomik, dinî ve ilmî hayatında önemli bir yer edindi. XI. yüzyılın ikinci yarısı itibariyle de İslâm coğrafyasının geniş bir bölümüne hâkim hale gelen Büyük Selçukluların himayesinde varlığını sürdürmeye devam etti. Büyük Selçuklular devrinde fütüvvet kültürü, hem fikrî-dinî ve içtimaîiktisadî cihetleriyle hem de edebî-yazınsal boyutuyla önemli gelişmeler yaşadı. Nitekim reisü’lfityân diye nitelendirilen âyan ve eşraf tabakasına mensup Hasan b. Said el-Menî‘î ve Ebü’lHasan el-İsferâyînî ile fütüvvete dair eserler kaleme alan el-Kuşeyrî ve Hâce Abdullah el-Ensarî bunun örneklerindendir. Öte yandan fırıncı İbn Resûlî ve kumaş satıcısı Abdülkadir el-Hâşimî’nin Bağdad’daki fütüvvet yapılanmaları, bu zamanda fütüvvetin nasıl teşkilatlandığına dair önemli bilgiler sunmaktadır. Bu bağlamda çalışmamızda 473 (1081) yılındaki Bağdad hadisesi nokta-i nazarında Büyük Selçukluların ilk dönmelerinde fütüvvet kültürü üzerinde durulacaktır. Anahtar Kelimeler: Büyük Selçuklular, Fütüvvet, Fityân, Bağdad. Abstract An Attempt for the Establishing of the Futuwwa Organization in Great Seljuks Period in Baghdad Futuwwa with corresponding to represents the world of young people who are characterized as fetā or fityān with certain qualities such as valour, bravery, generosity and altruism and some ethical qualities. In time, it merged with sufism and acquired a mystical character. On that sense, it was an important place in the political, social, economic, religious and scholarly life of the Middle Ages Islamic world. As of the second half of the 11th century, it continued to exist under the patronage of the Great Seljuks, who was dominated over the large part of the Islamic world. During the Great Seljuks period, the culture of futuwwa experienced significant developments both intellectual-religious and social-economic as well as literary. As a matter of fact, Rais al- * Dr. Öğr. Üyesi, Bingöl Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Bingöl. E-posta: keles8023@gmail.com, ORCID: https://orcid.org/0000-0002-2748-9972 (Makale Gönderim Tarihi: 12.09.2018 - Makale Kabul Tarihi: 23.05.2019) Nevzat KELEŞ Fityān Hasan b. Said al-Menī‘ī and Abu al-Hasan al-Isfarāyinī who members of the wealthy class with al-Qushayrī and Abdullah al-Ansarī, who wrote works on futuwwa, are examples of this. On the other hand, the baker Ibn Rasūlī and the cloth seller Abd al-Qadir al-Hashimī, in Baghdad, offer important information on how the futuwwa is organized at this time. This article will focus on the culture of futuwwa in the early periods of the Great Seljuks in the light of in the event of the year 473 (1081), in Baghdad. Key Words: Great Seljuks, Futuwwa, Fityān, Baghdad. Giriş Gençlik, kahramanlık, cömertlik ve mürüvvet anlamlarını ifade eden fütüvvet kavramı, genç, yiğit, cömert anlamına gelen fetâ (‫ فتى‬çoğ. ‫ فتيان‬Fityân) kelimesinden türemiştir1. Aynı zamanda fütüvvet teşkilâtına mensup kimseler için de kullanılan fetâ veya fityân (çoğulu) ibareleri, İslâm öncesi Arap toplumundan başlamak üzere İslâmî dönemde de yiğitlik, mertlik, cömertlik, fedakârlık vb. hasletlerle bir takım ahlakî vasıfları temsil eden bireyleri nitelendirmek üzere yaygın bir kullanım alanına sahip olmuştur2. Meselenin söz konusu bu tarihsel gelişim-değişim süreci araştırmacılar tarafından farklı yaklaşımlarla ele alınmasına rağmen çalışmamızda fütüvvetin dinî bir hüviyet taşıyan kurumsallaşmış hali irdelenecektir. VIII. yüzyıldan itibaren filizlenmeye başlayan tasavvuf hareketi içerisinde gelişen dinî-tasavvufî fütüvvet, kaynaklarda daha ziyade Kur‘an-ı Kerîm ve dinî şahsiyetler referans alınarak temellendirilmektedir. Kur‘an’da fütüvvet kelimesi doğrudan geçmese de mensuplarını ifade eden fetâ-fitye veya fityânfeteyât kelimeleri “genç ve delikanlı” manalarında anılmaktadır3. Ancak tasavvuf kaynakları bunları yorumlarken, işaret edilen gençlerin sahip oldukları yüksek erdemlere vurgu yaparak, fütüvveti kendi öğretilerine uyarlama gayretindeler4. Nitekim fütüvvete dair ilk eseri telif eden Ebû Abdurrahman es-Sülemî’in5 de fütüvvete ilk icabet edenin Hz. Âdem olduğunu, ondan sonra peygamberler ile sâlih kimseler vasıtasıyla Hz. Peygamber’e tevarüs ettiğini, ondan da Hz. Ebü Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali’e emanet edildiğini ifade etmesi fütüvveti Kur‘an ve din ile irtibatlandırma gayretinin bir neticesidir. Bu anlamda esSülemî, “O Allah’a hamdolsun ki fütüvvet yolunu, yapılması gerekli, güzel şeylere götüren en açık yol kıldı”6 mealindeki ifadesiyle fütüvvetin ilahî bir lütuf, Kur‘an ve sünnet temelli bir hayat tarzı olduğuna özellikle işaret etmektedir. Çağatay 1952; s. 59; Teaschner 1953, s. 3; Gölpınarlı 2011, s. 17; Uludağ 1996, s. 259; Şeker 2011, s.19. Ocak 1996, s. 261. 3 Bkz. Yusuf 12/62; el-Kehf 18/10, 13; el-Enbiyâ, 21/60. 4 es-Sülemî 1977, s. 23-24; el-Kuşeyrî 1980, s. 272-273; Küçük 2000, s. 145-146: Gölpınarlı 2011, s. 18. Bu hususa dair ayrıca bkz. Akpınar 2005, s. 43-61; Yüksel 2017, s. 270-311. 5 es-Sülemî 1977, s. 22-23. 6 es-Sülemî 1977, s. 22. 1 2 124 Büyük Selçuklular Devrinde Bağdad’da Fütüvvet Teşkilâtının İhdasına Yönelik Bir Girişim Bu şekilde dinî bir anlayış çerçevesinde temellendirilen fütüvvet fikri, ilk teşekkülünden başlamak üzere tasavvuf şemsiyesi altında Irak ve Horasan başta olmak üzere İslâm dünyasının farklı coğrafyalarında sûfîler ve melâmetî düşünürler tarafından sürdürülmüştür. Dolayısıyla aynı sosyal ve kültürel ortamda gelişme imkânı bulan bu fikri akımlar birbirleriyle çok yakın bir münasebetetkileşim içerisinde olmuşlardır. Bu bağlamda Ebû Hafs el-Haddâd (öl.270/884), Ebû Osman el-Hîrî (öl.298/910), Ebû Turâb en-Nahşebî (öl. 245/859), Ebû Abdullah es-Siczî, Ebû Abdullah es-Bûşencî (öl. 345/959), Cüneyd-i Bağdadî (öl. 297/909), Hamdûn el-Kassâr (öl. 271/884), Ma‘rûf-ı Kerhî (öl. 200/815-816), Hâris el-Muhâsibî (öl. 243/857) gibi sufî ve melâmetî şeyhlerinin aynı zamanda fütüvvet ehli veya fütüvvete dair fikirleriyle tanınmaları bunun bir göstergesidir7. XI. yüzyıldan itibaren sûfîlikteki kurumsallaşmayla eş zamanlı olarak, sûfî ve melâmetî nitelikler taşıyan teşkilâtlanma fütüvvette de kendisini göstermiştir8. Bu karşılıklı etkileşim durumunu fütüvvet ile ilgili âdâb, ahlak ve niteliklerde de görmek mümkündür. Nitekim fütüvvet ve melâmîliğe dair ayrı ayrı eserler kaleme alan es-Sülemî’nin9 söz konusu doktrinlerin ilke ve usulleri hakkında verdiği bilgiler birbirleriyle örtüşmektedir. Yine es-Sülemî’nin Kitabü’lFütüvve’sinde anlattığı fütüvvet ile ilgili nitelikler aynı zamanda bir sûfîde bulunması gereken meziyetler olarak kabul edilmektedir. Bunun yanı sıra fütüvvet, İran coğrafyasında kâdim Fars kültüründe mevcut olduğu belirtilen benzer bir gelenekle kaynaşarak civânmerdî olarak da anılmıştır10. Bu bağlamda fütüvvet literatüründe fetâ aynı zamanda civânmerd adıyla zikredilmiştir11. Bunların haricinde zaman zaman dinî-tasavvufî fütüvvetle ilişkilendirilmesine rağmen ekseriyetle genç ve bekâr erkeklerden teşekkül edip zevk ve sefaya düşkün ayyâr, şâtır, rind gibi gruplar da fityan tabiriyle anılmaya devam etmişlerdir12. “Nefsinin putunu kıran kişi”13 olarak tarif edilen fetâların ve civânmerdlerin dünyasını temsil eden fütüvvet, “kayıtsız şartsız Allah’a imân”14 ve “sünnete tabi olmak”15 yani el-Ensarî’nin16 tanımıyla “Allah’ın emirlerini muhafaza, Peygamberin sözlerini muhafaza ve mâsivayı terk” anlamlarını içermektedir. Buna dair bkz. Gölpınarlı 2011, s.18-20; Taeschner 1953, s.7; Şeker ve Çakır 2013, s. 201-211. Taeschner 1972, s. 220-221; Ocak, s. 262. 9 es-Sülemî 1977, s. 25-94; es-Sülemî 2015, s. 105-126; 10 Gölpınarlı 2011, s. 18-20; Taeschner 1953, s. 5-6; Ocak 1996, 262; Şeker ve Çakır, s. 202. 11 Çağatay 1952; 64, 65; Küçük 2000, s. 149. 12 Taeschner 1953, s. 8-9; Abdülmevla 1990, s. 29-31; Özcan 1994, s. 296; Gül 2002, s. 75-76. 13 Kuşeyrî 1980, s. 274. 14 Küçük 2000, s. 145, 146, 148, 159. 15 Kuşeyrî 1980, s. 275. 16 Küçük 2000, s. 147. 7 8 125 Nevzat KELEŞ Diğer bir tarifle “fütüvvet, insanın insan olma vasıflarını kâmilen taşıması ve insafı da terk etmemesi”17, cennet ehlinin ahlâkı olan “güzel ahlâktır”18. Bunlara benzer yüzlerce farklı tanımlaması yapılan fütüvvetin temel ilkeleri ve fatâlarda-civânmerdlerde bulunması gereken özellikler bir bütün olarak es-Sülemî19 tarafından 60 küsur ahlâkî erdemle ele alınmıştır. Onun çerçevesini belirlediği haliyle güzel faziletlerin bütününü bir arada harmanlayan fütüvvet kültürü, aynı zamanda ideal bir birey portresi ve sosyal dayanışma ağı ortaya koymaktadır. Ehl-i fütüvvet, bahsini ettiğimiz bu fikrî-ahlâkî ve sosyal/içtimaî karakterinin yanı sıra aynı zamanda ekonomik bir cemiyet hüviyeti de taşımaktaydı20. Fütüvvet teşkilâtına mensup kimselerin farklı meslek isimleriyle anılmaları bunun bir göstergesidir. Çalışmamızın devamında da bahsini edeceğimiz üzere bu durum, seyyidü’l-fityân, şeyhü’l-fityân veya reisü’l-fityan diye bilinen fütüvvet şeyhlerinin şahsında da gözlemlenebilmektedir. Bu haliyle Ortaçağ İslâm dünyasında ilmî, içtimaî, kültürel ve iktisadî hususiyetlere sahip olduğunu müşahede ettiğimiz fütüvvet müessesesi üzerine yapılan araştırmalarda, ekseriyetle kelimenin kavramsal boyutundan başlayıp Abbâsîler zamanında dinî-tasavvufî şekle bürünmesi ve bunun önemli temsilcileri hakkında bilgi verildikten sonra Halife en-Nâsır-Lidinillâh dönemiyle devam edilmektedir. Çalışma konumuzu teşkil eden Büyük Selçuklu çağı söz konusu olduğunda ise bilvesile atıfta bulunduğumuz el-Kuşeyrî, el-Ensârî ve daha sonra İbn Arabî, çalışmalarında fütüvvete yer vermeleri dolayısıyla bahis konusu edilmektedir. Bu bâbdan çalışmamızda ele aldığımız örnek hadise bağlamında kaynaklarda tespit ettiğimiz Küçük 2000, s. 148. es-Sülemî 1977, s. 26, 74, 87; Kuşeyrî 1980, s. 274. 19 Bunlar “Doğruluk, vefa, cömertlik, güzel huy, göz tokluğu, dostlarla şakalaşma, arkadaşlarla iyi geçinme, kötü söz söylemekten kaçınma, iyilik yapmayı arzulama, güzel komşuluk yapma, güzel konuşma, ahde vefa, aile efradına ve hizmetçilere iyi davranma, çocukları güzel terbiye etme, Allah için dost ve Allah için düşman olma, malını mülkünü dostlara harcama ve bu iyiliği başa kakmamak, misafirlere hizmet etme, canıyla malıyla dostların işine koşma, kötülüğe iyilikle karşılık verme, mütevazı olma, kibirlenmeme, ana-babaya iyilik etme, akrabayı ziyâret etme, ihvânın kusurlarını örtme ve gizliden onlara öğüt verme, onlara dua etme, halk ile ülfet etme, fakirlere acıma, fakirlerle oturmaktan şeref duyma, zenginlere zenginliklerinden dolayı hürmetten kaçınma, Rabbiyle zengin olma ve zenginliğine şükretme, Müslümanlara merhamet ve iyilik etme, dili yalandan, gıybetten, kulağı haram işitmekten koruma, gözü haramlara yumma, amellerde ihlaslı olma, hallerde doğruluk, dışa dikkat edip içi gözetleme, yaratıklarda iyilik görme, iyilerle arkadaş olma, dünyadan yüz çevirme, Allah’a yönelme, böbürlenmemek, hiç kimseden çekinmeden hakkı söyleme, mecliste aşağı oturmaya razı olma, kendi hakkını istemekten vazgeçme ve başkalarının hakkını tam verme, yokluk sırasında yalnız Allah’a güvenme, aza tamah etme, günâhkârlara şefkat etme, kimseyi rahatsız etmeme, dışının içine uymasına özen gösterme, uzakta olsa bile dostu ziyâret etmekten çekinmeme, dostunun dostuyla dost, düşmanıyla düşman olmaktır.” Bkz. es-Sülemî 1977, s. 93-94. 20 Selvi 2016, s. 25. 17 18 126 Büyük Selçuklular Devrinde Bağdad’da Fütüvvet Teşkilâtının İhdasına Yönelik Bir Girişim bilgiler ışığında, kuruluşundan XI. yüzyılın sonuna kadar olan tarihî süreçte Büyük Selçuklu ülkesinde dinî-tasavvufî fütüvvet hareketini irdelemeye çalışacağız. Büyük Selçuklular Devrinde Fütüvvet XI. yüzyılın üçüncü çeyreğine gelindiğinde Selçuklular, Ceyhun Nehri ve Gazne sınırlarından Anadolu ve Mısır hudutlarına kadar olan coğrafyada yeni bir siyasî teşekkül meydana getirmişlerdi. Buna bağlı olarak söz konusu bölgelerde var olan içtimaî, iktisadî, kültürel ve ilmî mirası da devraldılar. Bu bağlamda ilmî birikimin bir unsuru olan ve yukarıda bahsini ettiğimiz fütüvvet de Selçukluların ev sahipliğinde varlığını sürdürmeye devam etti. Söz gelimi kaynaklarda fütüvvet hareketinin önemli temsilcilerinden olan Horasanlı sûfî Ebü’lHasan Ali b. Ahmed el-Bûşencî’nin (öl. 348/959) ölümüyle Nîşâbur’da fütüvvet yolunun kapandığı belirtilse de21 Selçuklu hâkimiyetinde, buradaki fütüvvet yolu ve ahlâkının yaşamaya ve meyvelerini vermeye devam ettiğini görmekteyiz. Nitekim Merverrûdlu olup Nîşâbur’a yerleşen Hasan b. Said el-Menî‘î (öl. 463/1070-1071) bunun örneklerindendir. el-Menî‘î, gençliğinde ticaretle uğraşmış ve fütüvvete intisap edip bir fetâ olmuştur. Zamanla Merverrûd’un esnaf ve tâcirlerini bünyesinde barındıran fütüvvetin reisi yani reisü’l-fityân oldu. Bir fetâ’dan beklenen cömertliğin ve hayırseverliğin timsali haline gelen el-Menî‘î, vefat ettiği güne kadar fukarayı ve muhtaçları daima gözetmiş ve yaz-kış boyunca onlara yiyecek ve giyim yardımında bulunmuştu. Bu itibarla onun şahsında yukarıda sözünü ettiğimiz cihetleriyle fütüvvetin, Selçuklu toplumunda aktif bir faaliyet alanına sahip olduğunu söylemek mümkündür. Öte yandan Merverrûd ve Nîşâbur’da mescidler ve sûfîler ile fütüvvet ehli için ribâtlar inşa etmişti. Selçuklu devlet adamlarınca da takdir gören el-Menî‘î, Nizamülmülk tarafından Nîşâbur’a şeyhü’l-İslâm ve reis olarak tayin edildiği gibi fütüvvet reisliğini de devam ettirmiştir22. Hasan b. Said el-Menî‘î gibi Ebû Ahmed et-Tûsî de Selçuklu çağının hoş sohbet sûfî şeyhlerinden ve fütüvvet teşkilâtının neferlerindendi. Bir fetâ olduğu kaydedilen Ebû Ahmed et-Tûsî fütüvvetin gereklerinden olan “kulun daima başkasının emrinde/hizmetinde çalışması”23 ilkesi uyarınca bir hayat yaşamış ve bu anlayışla fakirlere hizmet ettiği için de hâdimü’l-fukarâ namıyla anılmıştır24. Nîşâbur fityânının önemli simalarından bir diğeri de Ebü’l-Hasan el-İsferâyînî (öl. 487/1094-1095) idi. Babasının, Nîşâbur reislerinden oluşu nedeniyle erReis, iyi bir şair oluşu hasebiyle de el-Edîb nisbelerini taşıyan el-İsferâyînî de Bkz. İbn Asakîr, XIL, s. 213; es-Safedî, XX, s. 86. ez-Zehebî, XXXI, s. 117-118; Özaydın 2013, s. 114. 23 Kuşeyrî 1980, s. 273. 24 ez-Zehebî, XXXIII, s. 149; 21 22 127 Nevzat KELEŞ fütüvvet yolunu takip etmiş ve fityândan kabul edilmişti. Nizamülmülk ile diyaloğu bulunan el-İsferâyînî’nin ona dair bir şiirinin olduğu da bilinmektedir25. Bunların haricinde Selçuklular devrinde Ömer b. Abdülkerim b. Sa‘daveyh (öl. 503/1109-1110) misalinde olduğu üzere fütüvvete mensup olup Ebü’l-Fityân26 namıyla anılanlar olduğu gibi Cehime (Cehme ‫ )جهمة‬bint Müferrec gibi Ümmü’l-Fityân diye anılan kadın sûfîlere de rastlamak mümkündür27. Ayrıca Ziyârî hanedanına mensup Emîr Unsurü’l-Meâli Keykâvûs b. İskender’in (ö. 475/1082’den sonra) Kabûsnâme’sinde28 işaret ettiği üzere bu zamanda Kuhistan’da ve Merv’de fütüvvet ile bağlantılı olduğu anlaşılan ayyârların ve civânmerdlerin sosyal hayatta geniş ve faal bir faaliyet alanına sahip oldukları anlaşılmaktadır. Selçuklular devri edebiyatının oluşması cihetinden de fütüvvet kültürü açısından önemli ve verimli bir zaman dilimidir. Selçukluların himayesinde fütüvvet ehli ve fütüvvetle bağı bulunan kimi sûfîler tarafından fütüvvetin usul ve kaidelerini belirleyen eserler kaleme alınmıştır. Nitekim yukarıda vurguladığımız üzere fütüvvete dair ilk eser olma özelliği taşıyan es-Sülemî’nin Kitabü’lFütüvve’sinden sonraki çalışma büyük âlim ve mutasavvıf Abdülkerim elKuşeyrî’ye (öl. 465/1072) aittir. Selçukluların ilmî ve dinî hayatında önemli bir yere sahip olan el-Kuşeyrî, er-Risâle isimli kitabında fütüvvete bir bâb ayırmış ve bu başlık altında kendisinin konuyla alakalı bilgisinin yanı sıra fütüvvetin mâna, kaide ve edepleri hakkındaki bahislere yer vermiştir29. Fütüvvet üzerine telif edilen üçüncü çalışma da el-Kuşeyrî’nin çağdaşı olan Heratlı Hâce Abdullah el-Ensârî el-Herevî’nin (öl. 481/1089) Kitabü’l-Fütüvvet’idir. Muhteva ve malumat bakımından el-Kuşeyrî’nin bâbından daha zengin bilgiler ihtiva eden Abdullah el-Ensârî’nin bu risâlesi, fütüvvet hakkında nadir çalışmalardan biri kabul edilmektedir. Bu eser, gerek müellifin kendi dönemi gerekse de öncesine ait âlim ve sûfîlerin fütüvvet ile alakalı görüşlerini nakletmesi açısından dikkat çekicidir30. Yine İmâm el-Gazâlî de (öl. 505/1111) çalışmalarında fetâ ve fütüvvete yer vermiş; bu anlamda “fetâ’nın doğruluk, dürüstlük, cömertlik gibi vefakâr hayâ hasletlerine sahip bir kimse” olduğunu ifade etmiştir31. Mevzu bahis ettiğimiz bu bilgiler ışığında Büyük Selçuklular çağında fütüvvet kültürünün, hem sosyal ve düşünsel anlamda devam ettiği hem de bir sosyal yardımlaşma müessesesi mahiyetiyle toplumsal refaha katkı sağladığı ez-Zehebî, XXXIII, s. 224. İbnü’l-Cevzî, XVII, s. 118; Sıbt İbnü’l-Cevzî, XX, s. 40; ez-Zehebî, XXXV, s. 82. 27 ez-Zehebî, XXXIII, s. XIL, s. 364. 28 Keykâvus b. İskender 1320, s. 295-297; 2006, s.238-239. Ayrıca bkz. Gölpınarlı 2011, s. 64-65. 29 Bkz. Kuşeyrî 1980, s. 273-278. 30 Bkz. Küçük 2000, s. 145-161. 31 Bkz. Bekir Köle 2015, s. 343. 25 26 128 Büyük Selçuklular Devrinde Bağdad’da Fütüvvet Teşkilâtının İhdasına Yönelik Bir Girişim açıktır. Ayrıca aşağıda sunulan örnek, hadise bağlamında fütüvvetin nasıl teşkilatlandığına dair çok olmasa da bir takım önemli detaylara ulaşmaktayız. İbn Resûlî ve Abdülkadir el-Hâşimî Olayında Fütüvvete Dair Gözlemler İslâm dünyasının medeniyet ve kültür merkezi olan Bağdad, Irak fütüvvet ekolünün de merkezi konumundaydı. Arslan el-Besâsîrî (öl. 451/1060) isyanıyla büyük bir siyasî ve sosyal kriz atlatan şehir, Selçuklu hâkimiyetiyle kavuştuğu istikrar ortamında kültürel hayatına kaldığı yerden devam etmiştir. Bu bağlamda Cüneyd-i Bağdadî gibi fetâların memleketi olan Bağdad’da, söz konusu zamanda fütüvvet hareketinin de varlığını sürdürdüğüne tanıklık etmekteyiz. İbnü’l-Cevzî ve torunu Sıbt İbnü’l-Cevzî, 473 (1081) yılı olayları içerisinde kentteki fütüvvet hareketiyle alakalı çok önemli bir hadiseye yer vermektedirler. Aktardığı ayrıntıların fazla olması hasebiyle, bu konuda Sıbt’ın dedesinden farklı kaynaklara dayanarak olayı anlattığı aşikârdır. Buna göre bu yılın Zilhicce (Mayıs-Haziran 1081) ayında hilafet başkentinde, esnaf sınıfından (fırıncı) İbn Resûlî el-Habbâz ile (kumaşçı) Abdülkadir el-Hâşimî el-Bezzâz fütüvvete intisap ettikleri gerekçesiyle tutuklanırlar. Büyük Selçuklular devrinde bu tevkif vakasının ayrıntıları günümüze ulaşmamıştır. Ancak bir başka eser, olayı haber verdiği gibi, fütüvvetin teşkilâtlanmasına dair de çok çarpıcı bilgiler sunmaktadır. Her iki müellifimizin de ifade ettiği üzere İbn Resûlî, fütüvvet ve onun faziletleri hakkında bir kitap telif etmişti. Kitapta fütüvvetin anlamı, teşkilâtın kurallarından ve kaidelerinden bahsetmekteydi. Bu eserin günümüze ulaşıp ulaşmadığı hususunda herhangi bir bilgiye tesadüf edemedik. Ancak Sıbt İbnü’l-Cevzî32, ondan kısa bir alıntıya yer vermektedir. Burada İbn Resûlî, esSülemî’de olduğu gibi Allâh’a hamd-u sena ve Hz. Peygamber’e salât ve selâmda bulunduktan sonra Kur‘an ve İslâm eksenli olarak fütüvvetin ne olduğunu açıklamaya çalışmaktadır. Allâh’ın fütüvvet’i yücelttiğine ve bu haliyle nübüvvet ve imâmetin mirası kıldığına işaret eden İbn Resûlî, Hz. Âdem’den beri onun, peygamberlere intikal ettirildiğini ifade etmektedir. Aynı zamanda fütüvvet için “o, ariflerin bulduğu bir süstür” diyen İbn Resûlî, onun ancak mânasını bilende ortaya çıktığını da özellikle vurgulamaktadır. Bu kitap, aşağıda göreceğimiz üzere Bağdad yönetiminin olaya müdahalesi neticesinde evinde ele geçirilen evraklarla birlikte imha edilmiş olmalıdır. Eserinde yazdığı kaideler ekseninde fütüvveti bizzat ihdas etmeye çalıştığı anlaşılan İbn Resûlî, kendisini reisü’l-fityân ve kâtibü’l-fityân addedip Abdülkadir el-Hâşimî’yi de el-Mukaddem ünvanıyla teşkilâta dâhil olanlardan sorumlu lider yaptı. Böylece fütüvvete intisap edenler öğrenci, el-Hâşimî de onların hocası oldu. Bu da fütüvvet reisi ve kâtibinin altında el-Mukaddem pa32 Sıbt İbnü’l-Cevzî, XVIII, s. 352. 129 Nevzat KELEŞ yesine haiz bir görevlinin bulunduğunu ve onun da teşkilâta dâhil olanlardan ve onların yetiştirilmesinden sorumlu olduğunu göstermektedir. el-Mukaddem’den belli bir süre eğitim gören öğrenciler, İbn Resûlî ve el-Hâşimî tarafından kendilerine verilen menşurlarla belirli bölgelerde, davet ve propaganda yapmaları için görevlendirilmekteydiler. Bu şekilde İslâm dünyasının hemen her yerine Fatımî dâîleri gibi davetçiler yollayan İbn Resûlî, Bağdad’daki davet ve toplantılarını artırmanın yanı sıra kendisi de çeşitli şehirlere ve şahıslara mektuplar göndererek tebliğe çalıştı. Bu bağlamda Medine’de bulunan Fatımî Dâîsi Hâlisetü’lMülk Reyhân el-İskenderanî’ye de Halife el-Müstansır (öl 487/1094) adına bir mektup kaleme aldı. Yaptığı yazışmalar ve insanlara kendi fikirlerini kabul ettirmek hususundaki mahareti sayesinde ünü yayıldı. Taraftarları artan İbn Resûlî, kapalı bulunan Berâsâ Camii’ni açtırarak burasını kendileri için toplanma merkezi yaptı33. İbn Resûlî’nin toplantı ve vaazları için Berâsâ Camii’ni seçmesi önemli bir ayrıntıdır. Zira Berâsâ Camii, Hz. Ali’nin Hâricîlerle mücadele için Nehrevân’a giderken abdest alıp namaz kıldığı yerde inşa edildiği için Şiîler arasında kutsal kabul edilmekteydi34. Bu yüzden Abbâsî tarihi boyunca Şiîlerin toplanma yeri olan bu cami, Bağdad’da cuma namazlarının kılındığı sayılı camilerden olmasına rağmen vuku bulan bir takım hadiseler nedeniyle pek çok kez kapatılmıştı35. Son olarak Şiî Fatımîlerden aldığı destekle Bağdad’ı işgal eden Arslan el-Besâsîrî gailesinin bertaraf edilmesi sonrasında Halife el-Kâim-Biemrillâh tarafından 451 (1059) yılında kapısına kilit vurulmuştu36. 473 (1081) yılına gelindiğinde ise kaynakların ifadesiyle kapısı kapalı ve terk edilmiş bulunduğu için harap olan camiyi yeniden açtıran İbn Resûlî, burasını onarıp temizlettiği gibi sorumlu bir görevli de tayin etti. Ancak onun Şiîlerin bir araya geldiği mekân olan Berâsâ Camii’ni faal hale getirerek fütüvvet mensupları için bir toplantı yeri haline getirmesi, Şiîlere karşı muhalefetin başını çeken Hanbelîlerin tepkisine neden olmuştu. İbn Resûlî’nin yaptıklarına tepki gösterip kınayan Hanbelîler, onlarla herhangi bir çatışmaya girmeden vaziyeti Dîvân’a bildirdiler. Sıbt İbnü’l-Cevzî’nin37 ifadesiyle “onun yaptıklarını abarttılar” ve İbn Resûlî ve Abdülkadir el-Hâşimî’nin Mısır Fatımî halifesi adına davette bulunduğunu, fütüvveti de bu gizli işlerini örtmek için bir araç olarak kullandıklarını ileri sürdüler. Bunun üzerine Halife el-Muktedî-Biemrillah, Veziri Amîdüddevİbnü’l-Cevzî, XVI, s. 211-212; Sıbt İbnü’l-Cevzî, XIX, s. 351-352. Özaydın 1992, s. 471. 35 Buna dair kimi hadiseler için bkz. İbnü’l-Cevzî, XIII, s. 247-248; XIV, s. 365; XV, s. 331; İbnü’l-Esîr, IX, s. 304; ez-Zehebî, XXVIII, s. 163. 36 İbnü’l-Cevzî, XIV, s. 365. Ayrıca Yakut el-Hamevî (I, s. 362) caminin bu durumunun kendi zamanına kadar devam ettiğini yazmaktadır. 37 Sıbt İbnü’l-Cevzî, XVI, s. 352. 33 34 130 Büyük Selçuklular Devrinde Bağdad’da Fütüvvet Teşkilâtının İhdasına Yönelik Bir Girişim le İbn Cehîr’i durumu teftiş için görevlendirdi. Gerekli incelemeleri yapan Amîdüddevle, İbn Resûlî ve Abdülkadir el-Hâşimî’yi tutukladı. İbn Resûlî’nin evinde yapılan aramalarda, Fatımî Dâîsi Reyhân el-İskenderanî’ye gönderilen mektup başta olmak üzere ona ait çok sayıda mektup ve yukarıda sözünü ettiğimiz fütüvvetnâmesi ele geçirildi. Bu delillerin ardından Amîdüddevle, gözaltında tutulan İbn Resûlî ve Abdülkadir el-Hâşimî’nin haricinde onlara intisap eden iki kişiyi daha ayrı ayrı sorguladıktan sonra suçlarının sabit olduğuna hükmetti. Vezirin bu tahkikatın neticesini başkentin Selçuklu şahne ve valisine bildirmesinin ardından cemaatlerine dâhil oldukları belirtilen kimselere yönelik harekete geçildi. Bu arada fakîhlerden de onların kökünü kazımak ve dalâlete dönmelerine mani olmak için fetvalar alındı. Birlikte hareket eden şahne ve vali, onlardan bir grubu tutuklayıp evlerini yağmaladılar, bu sırada fırsatını bulanlar ise kaçtılar. Ayrıca fütüvvete katılmış olan çok sayıda kimsenin de malları müsadere edildi. Bunların arasında Bağdad’ın ileri gelenlerinden, esnaf ve tüccar zümresinden 100’den fazla kimse bulunmaktaydı38. Selçuklular devrinde, daha öncesinde vermiş olduğumuz malumatta da görüleceği veçhile Selçuklu sultanları ve devlet adamlarının fütüvvet ehline yönelik düşmanca bir tutumları söz konusu değildir. Hatta Selçuklu vezirlerinin bunlarla yakın bir münasebet içerisinde bulundukları ve kimilerini devlet kademelerinde görevlendirdikleri bilinir. Bu bakımdan İbn Resûlî ve Abdülkadir elHâşimî meselesinde halife ve Bağdad’daki Selçuklu görevlilerinin müdahalesi, tahkike muhtaç bir konudur. Öncelikle Bağdad’da çoğunlukta bulunan Hanbelîlerin bu grubu Şiîlikle itham etmeleri başlı başına bir sorundur39. İbn Resûlî’nin mektuplarında ve fütüvvetnâmesinde Şiî düşüncesine yer verip vermediğini bilemiyoruz, ancak Şiî toplumunda kutsal bir yere sahip bulunan harap haldeki Berâsâ Camii’ni tercih etmesi bu açıdan sembolik bir değere sahip olup halife ve Selçuklu yönetiminin onlara karşı tutumlarını etkilemiş olmalıdır. İkinci olarak da evrakları arasında Fatimî dâîsine gönderdiği mektubun ele geçirilmesi onların müteşeyyi bir fütüvvet taifesi olarak algılanmaları için görünürde kanıt kabul edilebilir. Zira fütüvvet kavramı Sünnî tasavvuf çevresinde gelişmiş olsa da Hz. Ali ve Ehl-i Beyt sevgisinin fütüvvet ehli arasında bir fazilet ve vecibe olarak kabul görmesi, zamanla Şiî temayüllü bir fütüvvet anlayışını İbnü’l-Cevzî, XVI, s. 211-212; Sıbt İbnü’l-Cevzî, XIX, s. 351-353. Ayrıca bkz. İbn Kesîr, XII, s. 250; Bu olay için ayrıca bkz. Arıkan 2010, s. 62-63. 39 Hanbelîler, Bağdad ve çevresinde sayısal olarak kalabalık oldukları gibi şehrin sosyal ve dinî hayatında da her zaman baskın olmuşlardır. Söz gelimi 469 (1077) yılında Hanbelîler ile Şâfi‘îler arasında vuku bulan anlaşmazlıkta, Nizamülmülk’ten yardım isteyen Ebû İshâk eşŞîrâzî’ye cevabında Selçuklu veziri, bölgede Hânbelîlerin nüfuz sahibi olduğu gerekçesiyle eşŞîrâzî’nin onlarla herhangi bir anlaşmazlığa düşmemesini telkin etmişti. Bkz. Piyadeoğlu 2013, s. 90-92. 38 131 Nevzat KELEŞ doğurmuştur. Nitekim sonraki yüzyıllarda fütüvvet, büsbütün Şiî bir karaktere bürünecektir40. Bu bağlamda Berâsâ Camii –ki halifenin onayı alınmaksızın açılmıştı- ve Fatımî halifesine mektup gönderilmesinden hareketle bunun Şiî karakterli bir hareket olduğu söylenebilir. Dolayısıyla Şiî destekli bir askerî darbe bunalımını henüz atlatmış bulunan halifelik yönetimiyle Şiî Fatimîlere karşı askerî ve siyasî faaliyetlerin yanı sıra ilmî propaganda da başlatmış olan Selçuklu idaresinin İbn Resûlî ve Abdülkadir el-Hâşimî oluşumunu göz ardı edeceklerini düşünmek yanlış olacaktır. Bu nedenle yukarıda ifade ettiğimiz üzere Bağdad şahne ve valisi tarafından liderleriyle beraber teşkilâta mensup çok sayıda insan tevkif edilip hapsedildi, kimilerinin de mal varlıklarına el konuldu. Kendilerine ağır bir darbe vurularak dağılmaları sağlanan Reisü’l-Fityân İbn Resûlî ve Mükaddemü’l-Fityân Abdülkadir el-Hâşimî ile taraftarlarının tutukluluk halleri Sıbt İbnü’l-Cevzî’nin41 bildirdiğine göre yalnızca bir yıl sürdü. 474 (1082) yılında tamamı serbest bırakıldı. Şiî Fatımî propagandası yaptıkları gerekçesiyle tutuklanan bu şahısların, neden salı verildikleriyle alakalı bir bilgiye sahip değiliz. Fakat bu hususta, artık tehlike arz etmeyecek bir hale getirilmiş olmaları, hatırı sayılır kimselerin şefaatte bulunması, Şiî telkinlerden vaz geçmeleri veya yüklü miktarda kefalet vermeleri gibi gerekçeler düşünülebilir. Sonuç Kendilerini Allâh’a ibadet ve topluma hizmet etmeye adayan fetâların oluşturduğu fütüvvet teşkilâtı, Ortaçağ İslâm dünyasının siyasî, sosyal, ekonomik, dinî ve ilmî hayatında önemli bir yere sahiptir. Zira gelişim süreci itibariyle araştırmacılar tarafından ihmal edilen Büyük Selçuklular çağının da, fütüvvet nokta-i nazarında bahis konusu ettiğimiz şahıslar ve örnek aldığımız hadise bağlamında kayıp bir halka olmadığını hem fikrî-dinî ve içtimaî-iktisadî cihetleriyle hem de edebî-yazınsal boyutuyla varlığını sürdürdüğünü görmekteyiz. Değişim-gelişim süreci itibariyle Türkiye Selçukluları devrinde Ahîlikle meslekî bir cemiyete dönüşmesinin öncesini temsil eden bu dönemde fütüvvetin, esnaf ve tüccar zümresiyle ilişkili olduğu aşikârdır. Tam anlamıyla meslekî bir örgüt mahiyeti taşımasa da reis, eşrâf, âyan vb. toplumun ileri gelen gruplarını içinde barındırması yönünden bu cihete de haiz kabul edilebilir. Hasan b. Said el-Menî‘î misalinde olduğu gibi teşkilâta mensup bu varlıklı zümrenin, tevazu, cömertlik ve başkalarına hizmeti prensip edinen fütüvvetle birleşmesi, aynı zamanda toplumun ihtiyaç duyduğu bir sosyal yardımlaşma hareketini ve ağını meydana getirdiğini görmekteyiz. Bunun yanı sıra fütüvvet erbabının ribât 40 41 Bkz. Gölpınarlı 2011, s. 53-56; Uludağ 1996, s. 260. Sıbt İbnü’l-Cevzî, XVI, s. 358. 132 Büyük Selçuklular Devrinde Bağdad’da Fütüvvet Teşkilâtının İhdasına Yönelik Bir Girişim vb. inşa etmek suretiyle Selçuklu ülkesinin imar ve bayındır olması konusunda faaliyet yürüttüklerine de tanıklık etmekteyiz. Seyyidü’l-fityân, reisü’l-fityân, kâtibü’l-fityan gibi unvan ve fütüvvet libası/şalvarı ile kâsesi gibi bu kuruma has bir takım özel uygulamalara dair malumat bulunsa da, teşkilât yapısı hakkında mevzu bahis zaman dilimi itibariyle çok aydınlatıcı bilgilere sahip değiliz. Bu açıdan ele aldığımız hadise, bize bu konuda az da olsa bazı ipuçları sunmaktadır. Buna göre teşkilatın en üstündeki reisü’l-fityân veya kâtibü’l-fityanın altında, harekete dâhil olacaklar ve onların talim-terbiyelerinden sorumlu el-Mukaddem bulunmaktaydı. el-Mukaddem’in tedrisinden geçen öğrenciler de kendilerine verilen menşur yani yetki belgesiyle belirli bölgelerde tebliğ yapmakla görevlendirilmekteydiler. Bu açıdan Bağdad’daki hadise tam anlamıyla bir teşkilâtlanma-örgütlenme örneği niteliğindedir. İlaveten fütüvvet literatürü bakımından göz ardı edilemeyecek bir zaman dilimi olan Büyük Selçuklu döneminde, bilinenlerin dışında bu çalışma vesilesiyle, İbn Resûlî tarafından da bir fütüvvetnâmenin telif edildiğinden haberdar olmaktayız. 133 Nevzat KELEŞ KAYNAKLAR Akpınar 2005 Arıkan 2010 Çağatay 1952 el-Kuşeyrî 1980 es-Safedî 2000 es-Sülemî 2015 es-Sülemî 1977 ez-Zehebî 1993 Gölpınarlı 2011 Gül 2002 İbn Asakîr 1998 İbn Kesîr 1992 İbnü’l-Cevzî 1992 İbnü’l-Esîr 1989 Köle 2015 Küçük 2000 134 Ali Akpınar, “Fütüvvet Ruhunun Dinî Temelleri”, I. Ahi Evren-ı Veli ve Ahilik Araştırmaları Sempozyumu Bildiriler, I, Kırşehir, s. 43-61. Adem Arıkan, Büyük Selçuklular Döneminde Şîa, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul. Neşet Çağatay, “Fütüvvet-Ahi Müessesesinin Menşei Meselesi”, İlahiyat Fakültesi Dergisi, I, Ankara, s. 59-84. Abdülkerim el-Kuşeyrî, Risâle-i Kuşeyrî, çev. Ali Arslan, İstanbul. es-Safedî, el-Vâfî bi’l-vefeyât, XX, thk. Ahmed el-ArnavutîTürkî Mustafa, Beyrut. Ebû Abdurrahman es-Sülemî, “Risâletü Melâmetiyye”, thk. Ebü’l-Ala‘ Afîfî, el-Melâmetiyye ve es-Sufîyye ve Ehl-i Fütüvve, Beyrut, s. 105-126. Ebû Abdurrahman es-Sülemî, Tasavvufta Fütüvvet, çev. Süleyman Ateş, Ankara. ez-Zehebî, Târîhü’l-İslâm ve vefeyâtü’l-meşâhir ve’l-a‘lâm, XXXI, XXXIII, XXXV, XIL, thk. Ömer Abdüsselam Tedmurî, Beyrut. Abdülbaki Gölpınarlı, İslâm ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilâtı, İstanbul. Muammer Gül, “Ortaçağ İslâm Tarihinde Sosyal Sınıfların Tarihine Bir Bakış: Ahdas Hereketi”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 8, Balıkesir, s. 71-89. İbn Asakîr, Târîhu medîneti Dımaşk, XIL, thk. Muhibbuddin Ebû Said Ömer b. Garame el-Amravî, Beyrut. İbn Kesîr, İslâm Tarihi, el-Bidâye ve’n-nihâye, XII, çev. Mehmet Keskin, İstanbul. İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam fî târîhi’l-mülûk ve’l-umem, XIIIXVII, thk. Muhammed Abdulkadir Atâ-Mustafa Abdulkadir Atâ, Beyrut. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh tercümesi, IX çev. Abdülkerim Özaydın, İstanbul. Bekir Köle, “Tasavvuf Perspektifinde Fütüvvetin Anlam Boyutu”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 43, Erzurum, s. 330-361. Sezai Küçük, “Abdullah Ensârî el-Herevî’nin Tasavvufî Fütüvvet Risalesi: Kitabü’l-Fütüvvet”, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, II, Sakarya, s. 137-166. Büyük Selçuklular Devrinde Bağdad’da Fütüvvet Teşkilâtının İhdasına Yönelik Bir Girişim Ahmet Ocak, “Fütüvvet, (Tarih)”, DİA, XIII, İstanbul, s. 261263. Özaydın 1992 Abdülkerim Özaydın, “Berâsâ”, DİA, V, İstanbul, s. 471. Özaydın 2013 Abdülkerim Özaydın, “Selçuklularda Reislik Müessesesi”, Prof Dr. Erdoğan Merçil’e Armağan, ed. E. Uyumaz-M. Kesik-A. Usta-C. Piyadeoğlu, İstanbul, s. 112-130. Piyadeoğlu 2013 Cihan Piyadeoğlu, “Bağdad’ın Eğitim ve Sosyal Hayatında Bir Müderris: Ebû İshâk eş-Şîrâzî”, Prof Dr. Erdoğan Merçil’e Armağan, ed. E. Uyumaz-M. Kesik-A. Usta-C. Piyadeoğlu, İstanbul, s. 84-95. Selvi 2016 Dilaver Selvi, “Fütüvvet ve Ahîlik Teşkilâtlarının Ahlâkî İlkelerinin Oluşmasında Tasavvufun Öncülüğü”, İhya Uluslararası İslâm Araştırmaları Dergisi, II/1, s. 1-37. Sıbt İbnü’l-Cevzî 2013 Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mir‘atü’z-zamân fî târîhi’l-a‘yân, XVIIIXX, thk. Muhammed Enes el-Hasan-Kâmil Muhammed elHerrat, Dımaşk. Şeker 2011 Mehmet Şeker, Türk-İslâm Medeniyetinde Ahîlik ve Fütüvvetnâmelerin Yeri, İstanbul. Şeker ve Çakır 2014 Cengiz Şeker - Baki Çakır, “Fütüvvet Teşkilâtı, Melâmetiye Hareketi, Ahilik ve İktisadî Hayat”, Hece Dergisi, İslâm Medeniyeti Özel Sayısı, XVI/198-200, s. 201-213. Taeschner1972 Franz Taeschner, “İslâm’da Fütüvvet Teşkilâtının Doğuşu Meselesi ve Tarihi Ana Çizgileri”, çev. Semahat Yüksel, Belleten, XXXVI/172, Ankara, s. 203-234. Teaschner 1953 Franz Taeschner, “İslâm Ortaçağ’ında Futuvva (Fütüvvet Teşkilâtı)”, çev. Fikret Işıltan, İstanbul İktisat Fakültesi Mecmuası, XV/1-4, İstanbul, s. 3-32. Uludağ 1996 Süleyman Uludağ, “Fütüvvet”, DİA, XIII, İstanbul, s. 259-261. Keykâvus b. İskender 1321 Unsurü’l-Meâli Keykâvus b. İskender, Kâbûsnâme, nşr. Said Nefisî, Tahran 1320; Türkçe çev. Mercimek Ahmed, haz. Orhan Ş. Gökyay, İstanbul. Yakut el-Hamevî 2007 Yakut el-Hamevî, Mu‘cemü’l-buldân, I, Beyrut. Yüksel 2017 Muhammed Bahaeddin Yüksel, “Temel Dinamikleri Açısından Fütüvvet ve Ahiliğin Kur‘anî Referansları”, Tefsir Araştırmaları Dergisi, I/2, s. 270-311. Ocak 1996 135 Nevzat KELEŞ SUMMARY The concept of futuwwa derive from fetā (plural fityān), meaning young, brave and generous, has become a widespread use to describe individuals who represent a number of moral qualities with bravery, manliness, generosity, sacrifice and so on in the Islamic period. However, this study will examine the institutionalized status of futuwwa with have a religious identity. The idea of futuwwa, based on a Qur’an and sunnah understanding, starting from the first formation, was continued by sufis and malāmatī’s scholars in the context of sufism in different geographies of the Islāmic world especially Iraq and Khorasan. Therefore, these intellectual movements that have the opportunity to develop in the same social and cultural environment have been in close interaction with each other. Thus simultaneously with the institutionalization of sufism, the organization which has sufi and malāmatī qualities, also has been realized in the futuwwa from the 11th century. It is also possible to see this state of mutual interaction in terms of morals and virtue related to futuwwa. In this respect, the information about the principles and procedures of this two doctrines given by al-Sulemī, correspond with each other. The basic principles of the futuwwa which represents the world of the fetās and ciwanmards and the features that must be found in the fetās andciwanmard s have been addressed by al-Sulemī as a whole. In the context of his definition, culture of futuwwa reveals an ideal individual portrait and social solidarity network at the same time. Great Seljuks that dominated on the large part of the Islamic world, since the second half of the 11th century, took over the social, economic, cultural and scholarly heritage in the aforementioned regions. In this aspect, in their host, the futuwwa also continued to maintain its presence. As a mather of fact, in the Seljuk domination, Nishabur futuwwa’s school to continue the its activities is indicative of this. One of the most important representative of Nishabur school in this period was Hasan b. Said alManī‘ī. Al-Manī‘ī, who also dealt with trade, first performed his activities in Merverrud and then in Nishabur as reis al-fityān. As a fetā, al-Manī‘ī, who became a model of generosity and philanthropy, he always looked after the poor and the needy until the day he passed away and had helped them with food and clothing during the summer and winter. Subsequently, appointed by Nizamulmulk as al-Shaykh al-Islām and reis. Abu Ahmad al-Tusī also was one of the conversationalist Sufi shaykhs and members of the futuwwa organization of the Seljuk period. He has been known as hādim al-fukarā (servant of the poor) because of he has served the poor. Another important member of the Nishabur’s fityān was Abu al-Hasan al-Isfarāyinī. Al-Isfarāyinī, who had dialogue with Nizamulmulk, he penned a poem for him. Apart from these, it is also possible to encounter female Sufis such as the Jahima (‫ )جهمة‬bint Mufarrac. The Great Seljuk period is an important and productive timeframe in terms of culture of futuwwa also in the sense of writing and literature. In this period, the works determining the methods and bases of futuwwe were written by futuwwa people and some sufis who related to futuwwa. Abd al-Karim al-Qushayrī’s chapter of futuwwa in 136 Büyük Selçuklular Devrinde Bağdad’da Fütüvvet Teşkilâtının İhdasına Yönelik Bir Girişim his al-Risala, and Abdullah al-Ansarī’s Kitab al-Futuwwa are examples of this. It is also known to be Imam al-Ghazalī’s opinions about futuwwa. In this period, Ibn al-Jawzī and his grandson Sıbt Ibn al-Jawzī, have reported a very important event, which related to futuwwa. According to this, in Dhū al-Hijjah 473 (May-June 1081), in Baghdad, from the trades class, baker Ibn Rasūlī al-Habbaz and clother Abdulkadir al-Hashimī al-Bazzaz are arrested on the grounds that they are members of futuwwa. The details of this arrest case provide us with striking information about the futuwwa and its organization in the Great Seljuk period. Both of our authors note that Ibn Rasūlī wrote a book about futuwwa and its virtues. In the book, he mention meaning of futuwwa and its rules and bases of organization. For futuwwa, Ibn Rasūlī said “it’s an ornament that wises find”, especially he emphasizes that whoever know its means, which has it. On the axes of his writings, Ibn Rasūlī who apparently tried to establish the futuwwa, assumed himself reis al- fityān and katib al- fityān and apointed Abdulkadir alHashimī also the leader responsible for those involved in the organization with the title of al-Mukaddem. Thus, it is understood that in the organization of the futuwwa which he tried to establish, there was a task with the al-Mukaddem’s rank under the reis and katib. His task was bringing man to the organization and their training. Students, who have been studying for a certain period of time from al-Mukaddem, are tasked with invitation and propaganda with the manshur given to them. However, Ibn Rasūlī and Abdulkadir al-Hashimī were accused and arrested for their gathering at Berâsâ Mosque and correspondence with the Fatimid dāī. The information we are talking about is in the light it is obvious that the culture of futuwwa continues both in social and intellectual meaning as well as contributed to social welfare in the form of a social assistance institution. There are also reached some important details about how to organize the futuwwa in the context of the example presented. 137