Sosyoloji Notları, Sayı: 3, 2007, s. 49-53
49
Sosyoloji Notları
ÇÖZÜMLEMECİ ÇATIŞMA KURAMI
VE RALF DAHRENDORF
Cihat Özsöz*
1. Çatışma Kuramı
1.1. Kuramın Doğuşu
Toplumsal yapıyı, kurumların yapıya
olumlu katkıları ve bütünleşmeye yardımcı
olmaları bazında değil, işleyiş sırasındaki çatışma
ve hareketliliği çözümleyerek inceleyen çatışma
kuramı, bu
anlamda
işlevselciliğe
karşı
geliştirilmiş en önemli alternatiftir. İşlevselci
yaklaşım bağımlılık ve birliktelikten söz ederken,
çatışmacı kuram üstün olma -yani güçmücadelesinden bahseder. Çatışmacı kurama göre
uyum yoktur; bir gücün bir süreliğine üstünlük
sağlaması vardır. İlk olarak dikkat çeken üç
kavram; ortak çıkarlar, güç ve değerlerdir.
İnsanların ulaşmak/elde etmek istedikleri ve
herkeste var olduğu kabul edilen ortak çıkarlar
bütün
çatışma
kuramcılarının
eserlerinde
zikredilmektedir. Güç kavramı ise toplumsal
ilişkilerin çekirdeği olarak algılanmaktadır. Güç
esas olarak zorlayıcı olarak kabul edilir, yani
sadece eşitsizce bölündüğü için çatışmaya neden
olan kaynak değil, kullanımı açısından da oldukça
önemli konumda yer alan bir kavramdır.
Değerlerin çatışma kuramındaki yeri de ilk akla
gelen anlamından oldukça farklıdır. Çatışma
kuramcıları değerleri; kültürü oluşturan veya
toplumun kimliğini belirleyen bir araçtan çok, bir
topluluğun diğer topluluklar karşısında, kendi
amaçlarını gerçekleştirmek için kullandığı silahlar
olarak görürler. Bu aynı zamanda, ideolojiyi
meşrulaştırma yoluyla başkalarına kabul ettirme
olarak da yorumlanabilir.
Çatışma kuramcıları temelde Marx ve
Weber’den
etkilenerek
kuramlarını
oluşturmuşlardır. Bu iki düşünürün kurama
katkıları, iki farklı yaklaşımın doğmasına sebep
olmuştur. Marx’ın etkisinin yoğun olarak
görüldüğü grup, eleştirel olmanın ahlaki bir
yükümlülük olduğunu ve hüküm verirken değer
yargılarından arınmanın imkansızlığını vurgular.
* Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi
Bu gruba dahil düşünürler -bir ütopya da olsagenellikle çatışmanın ortadan kaldırılabildiği bir
toplumun varlığını kabul ederler. İkinci grup ise
Marx’ın etkisine maruz kalmış fakat çalışmalarını
Weber’in izinde sürdürmüş isimlerden oluşur.
İleride kuramına detaylı olarak değineceğimiz
Dahrendorf da bu grupta yer almaktadır. Weber’i
takip eden bu düşünürler de, çatışmanın, şartlar ne
olursa olsun devam edeceğine inanmakta ve
sosyal bilimlerin tabii bilimlerdeki objektifliğe
sahip olması gerektiğini kabul etmektedirler
(Wallace ve Wolf, 2004: 81-83).
1.2. Marx ve Weber’in Katkıları
İlk
ciddi
çalışmalarını
Hegel’in
oluşturduğu felsefi yapıdan etkilenerek ortaya
koyan Marx, sonraları farklı bir yaklaşım
geliştirerek Hegel’in aklı koyduğu yere maddi
etkenleri koyar. Bu onun materyalist felsefesinin
de ortaya çıkışı olmuştur. Felsefesini oluştururken
kullandığı kavramlar, çatışma kuramının da
temellerini oluşturmuştur (Wallace ve Wolf, 2004:
84).
Marx’a göre insanlar belirli çıkarlar
üzerine doğarlar ve hayatları boyunca bir şekilde
bu çıkarlar uğruna savaş verirler. Eğer kişi kendi
çıkarları uğruna mücadele etmiyorsa, bu onun
başka birileri lehine işleyen bir sistemin çıkarları
için mücadele ettiğini, yani kandırıldığını gösterir.
O, tarihi farklı kültürler/sınıflar arasındaki
çatışmalar bazında inceleme yoluna gitmiştir.
Sürekli bir ideolojiler mücadelesinin varlığını ve
belirli dönemlerde öne çıkan ideolojilerin,
dönemin egemen sınıfının çıkarları doğrultusunda
şekillendiğini iddia eder. Sınıflar arasındaki zengin ve yoksul arasındaki- çatışmalar, tarihsel
gelişimi güdülemektedir. Marx’ın sözleriyle;
“bugüne kadarki bütün insanlık tarihi, sınıf
çatışmalarının tarihidir.” (Giddens, 2000: 9).
Marx mülkiyet ve teknolojinin ilişkilerin
oluşumu ve çatışmanın doğması anlamında temel
50
Sosyoloji Notları
etkenler olduğunu kabul ederken, Weber ve onun
izini takip eden düşünürler bu iki etkenin süreci ve
yapıyı anlamada sadece birer açıklayıcı
olduklarını, belirleyici olmadıklarını iddia ederler.
Weber tarihin materyalist kavrayışını reddetmiş
ve sınıf savaşını, Marx’ın düşündüğünden daha az
önemli diye görmüştür (Giddens, 2000: 10).
Weber’in bu yaklaşımı, onun çatışma kuramına
Marx kadar etki etmemesinin sebeplerindendir ve
fikirleri daha çok çözümlemeci çatışma kuramının
temelini oluşturmuştur.
Weber
de
Marx gibi insanların
etkinliklerinin doğuştan beri varolan çıkarlara
dayandığını kabul eder. Bu çıkarlar doğrultusunda
gerçekleştirilen eylemleri açıklama çabasında olan
Weber çeşitli ideal tipler oluşturmuştur. Onun
buradaki amacı, uğrunda mücadele verilecek bir
ütopya yaratmak değil, olayları anlaşılır kılmak
için bir çerçeve çizmektir. Örneğin; güç
kavramının anlaşılması ve gerek tarihsel, gerekse
çağdaş süreçte ne gibi bir rol üstlendiğinin
çözümlenebilmesi için karizmatik, geleneksel ve
rasyonel olmak üzere üç ideal tip belirlemiştir.
Karizmatik egemenlik; liderin herkesçe saygı
duyulan
kişisel niteliklerinden kaynaklanır.
Geleneksel egemenlik geçmişten intikal eden
egemenlik tarzıdır. Burada liderin kişisel
nitelikleri veya bunlara saygı duyulması önemli
değildir, örneğin kral soyundan geliyor olması
lider olması için yeterlidir. Rasyonel egemenlik
ise yasalarla sınırları çizilmiş ve meşru bir
egemenlik tarzıdır. Weber bu meşrulaştırmanın,
modern toplumda akıl ve mantığa yaslanma
ihtiyacının bir sonucu olduğunu söyler.
İnsan davranışının arka planında ne
olduğunu açıklama noktasında Marx ve Weber
kavram bazında benzeşirken, bu kavramların
yorumlanması
noktasında
ayrılmaktadırlar.
Örneğin; her iki düşünür de ekonomik çıkarları
kabul etmektedir ancak Weber bu etkenin en
önemli, hatta tek olduğu görüşünü kabul etmez. O,
sınıf, parti ve statü gruplarından oluşan üçlü bir
sistem şeması çizer. Bu sistem ekonomik
çıkarların yanı sıra din, eğitim durumu, dahil
olunan politik grup gibi etkenleri de işin içine
katar. Weber’in sınıf kavramı Marx’ın sınıf
kavramıyla örtüşmektedir ve ekonomik anlamda
aynı düzeyde olan insanları tanımlar. Parti
kavramı aktif üyelerine fayda sağlayabilmesi için,
bir lider adına mücadele veren insan topluğu
anlamına gelir ve günümüzdeki siyasi partiler,
tam da bu gruba karşılık gelmektedir. Statü
grupları ise eğitim durumu, inanç ve kazanılan
veya aileden gelen saygınlık gibi özellikler
bakımından aynı mevkide bulunan kişilerden
oluşan gruplardır.
Weber, Marx’tan farklı olarak fikir ve
değerlerin de önemini vurgulamıştır. Bu iki
kavramın toplumsal yapının oluşmasında ve/veya
sürdürülmesinde oynayacağı rolün farkındadır.
Bir diğer önemli kavram da meşruluktur ve
Weber, bir mevki, kişi veya sistemin doğru veya
uygun olup olmadığını anlamak için bu kavrama
başvurmuştur (Wallace ve Wolf, 2004: 85-87).
1.3. Marx ve Weber’den Sonrası
Marx ve Weber’in ana hatlarını belirlediği
çatışma kuramı, onları takip eden çok sayıda
düşünürün farklı yaklaşımları ve tespitleriyle
bugünkü halini almıştır. Bu düşünürlere
verilebilecek örnekler; seçkin kuramcıları diye de
bilinen Pareto, Mosca ve Michels, güç ve
çatışmayı tarihsel çerçeve içerisinde inceleyen
Thornstein Veblen, George Simmel, Robert Park
ve Chicago Okulu’dur. Bu isimler çatışmacı
yapısalcılığın çerçevesinin çizilmesi anlamında
önemli kavramlara değinmişlerdir.
Seçkinler kuramına göre otorite az sayıda
insanın elinde olur ve bu insanlarla otoriteye
boyun eğmek durumunda kalan insanlar arasında
sürekli bir çatışma kaçınılmazdır. Seçkinler denen
sınıf, otoriteyi elinde bulunduran ve kendi
mevkilerini korumak için resmi ya da gayrı resmi
olarak örgütlenmiş sınıftır. Bu kuramın temellerini
atan isimlerden olan Michels, ‘oligarşinin demir
yasası’ kavramına özellikle vurgu yapar. Bu
kavram yetki sahibi küçük toplulukların siyasal
partileri kendi çıkarları doğrultusunda kullanması
anlamına gelmektedir. Bir diğer önemli isim
Mosca yöneten ve yönetilen arasındaki çatışmaya
yoğunlaşmış, Pareto ise ‘yöneten seçkinler’
kavramı
üzerinde
durmuştur.
Seçkin
kuramcılarının egemenliğe verdiği önem ve
devleti egemen güç kaynağı olarak görmeleri,
bizim de esas konumuzu teşkil eden, çözümlemeci
çatışma kuramının önde gelen isimlerinden olan
Dahrendorf’un çalışmalarında etkili olmuştur.
Thornstein Veblen ise Marx’a çok yakın
ifadelerle çatışmanın önemine vurgu yapmıştır.
Ona göre işçilerin, yani üretenlerin yer aldığı
sanayi sınıfı ve onların sırtından geçimini
sağlayan, emeğin doğurduğu parayı yöneten para
sınıfı olmak üzere iki temel grup vardır. Bu
kavramlar Marx’ın proleterya ve burjuvazi
kavramlarıyla büyük ölçüde benzeşmektedir.
George Simmel, çatışma halinde olan
grup ve kişilerin bir anlamda birbirlerine bağımlı
olduklarından, Marx’ın tanımlamasında ortaya
çıkan keskin çizgilerle ayrılmış, birbirine düşman
51
Sosyoloji Notları
sınıflardan
ziyade,
çatışma
aracılığıyla
bütünleşmiş ve net olarak ayırt edilmesi mümkün
olmayan bir toplumdan söz etmektedir. Simmel’in
zıtların birliği de diyebileceğimiz bu tanımlaması,
çatışmanın
sürekliliğinin
ispatı
anlamında
çözümlemeci çatışma kuramına çok büyük katkı
sağlamıştır.
Rekabet, çatışma, uzlaştırma ve bir ortak
kültürde özümsenme başlıklarından oluşan bir
genel kavramlar sistemiyle toplumsal hayatı
çözümlemeye giden Park ve arkadaşlarının
kurduğu Chicago Okulu, özellikle ırka ve etnik
farklılıklara dayalı çatışmayla ilgilenmiştir.
Genel anlamda çatışma kuramının
temellerini Marx ve Weber’in yukarıda
zikrettiğimiz kavramları oluşturmuştur. Daha
sonraları Simmel’in çalışmalarının da Amerikan
Sosyolojisi’nde etkileri görülmüştür (Wallace ve
Wolf, 2004: 89-92).
2.Çözümlemeci Çatışma Kuramı
2.1. Ralf Dahrendorf
ve Kullandığı Temel Kavramlar
Dahrendorf işlevselciliğin statik, tarihsel
olmayan yargıları ile Marxizmin eskimiş ideolojik
tarihçiliğine karşı çıkmıştı (Swingewood, 1998:
371). Ayrıca değişme konusunu açıklamadaki
yetersizliğinden dolayı işlevselciliği ciddi şekilde
eleştirmiştir (Poloma, 1993: 115). Buradan yola
çıkarak meydana getirdiği çalışmalarını iki temel
üzerine inşa etmiştir. Bunlardan ilki çatışmanın
kaçınılmazlığını iddia ettiği ve onun sebebi olan
gücü açıklamaya çalıştığı toplum kuramlarıdır.
İkinci olarak da, Marx’ta da gördüğümüz,
çatışmaya sebep olan temel etkenleri açıklama
çabası,
çalışmalarının
temelini
oluşturur.
Dahrendorf tüm bu çalışmaları sırasında güç, güçaktör ilişkisi, normlar, toplumsal tabakalaşma,
yetki ve çatışma kavramları üzerinde özellikle
durmuştur. Çatışma kavramını tarihsel ve çağdaş
süreç içerisinde üstlendiği roller bağlamında
birçok faklı açıdan ele almıştır.
2.2.Dahrendorf’ta Güç, Norm ve Tabakalaşma
Dahrendorf çatışmayı doğuran etkenlerin
en önemlisinin güç olduğunu söyler ve onun güç
tanımı Weber’in güç tanımıyla aynıdır. İnsanlar
süreç içerisinde çeşitli mevkilere gelirler ve bu
durum doğal olarak yöneten-yönetilen ilişkisini
doğurur.
Hiç
kimsenin
boyun
eğmeyi
kabullenmemesi ve farklı mevkilerde yer alan kişi
veya grupların çıkarlarının karşı karşıya gelmesi,
çatışmayı doğuran bir etken olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Çünkü
kimse
çıkarlarından
vazgeçmek
suretiyle
gücünü
yitirmeyi
istemeyecektir.
Dahrendorf’un bu güç tanımı Parsons’ın
ve
dolayısıyla
işlevselci yaklaşımın güç
tanımından büyük ölçüde farklıdır. Parsons’ta güç
kavramı, sistemin sürekliliğini sağlamak amacıyla
siyasal
gruplarda
toplanan
ve
ihtiyaç
duyulduğunda kişilere bu gruplar tarafından
bahşedilen bir araçtır. Dahrendorf’a göre güç;
ortak iradeyi -örneğin sistemin sürekliliğinisağlamak için bahşedilen bir araç değil, güçlü
olanın kendi amaçları doğrultusunda çatışmaya
girerek kazanmış olduğu bir özelliktir ve güçlü
olmak isteyen bir diğer grup, sınıf veya kişi bu
gücü yine aynı şekilde, çatışma yoluyla elde
edebilecektir. Dahrendorf, tüm bu önemine karşın
güç için mücadeleyi toplumsal hayatın özü olarak
kabul etmez. Yine Weber’in izinden giderek, güç
kavramının toplumsal ilişkiler içerisinde yer alan
aktörleri içerdiğini ve herkesin hareketlerinin
anlamlı olduğu durumlarda geçerlilik kazandığını
söyler. Bu, başkalarının hareketlerinden bağımsız
hareket edilebilecek zamanlar da olabileceği
anlamına gelmektedir, ki bu da kimi zaman güç
için mücadelenin hiçbir şey ifade etmemesi
demektir.
Dahrendorf’un çözümlemeci anlayışının,
çatışma kuramı ve işlevselcilikten ayrıldığı bir
diğer nokta da normların yorumlanmasıdır. Diğer
düşünürler normları bütünleşmeyi sağlayan
önemli bir faktör olarak görürken, Dahrendorf
normlar için Marx’ın ideoloji kavramına benzer
bir açıklama getirir. Ona göre normlar güç
sahipleri tarafından konulmuş ve yine onlar
tarafından korunan, aslen de güç sahiplerinin
çıkarlarını koruyan bir araçtır.
Toplumsal
tabakalaşma
kavramı
Dahrendorf’un üzerinde durduğu bir diğer önemli
kavramdır.
Kişilerin
becerilerinin
farklı
olmasından ötürü mevkilerin gösterdiği farklılık
ile
şöhret
ve servete dayalı farklılık,
Dahrendorf’un tabakalaşma kavramının iki farklı
boyutunu teşkil eder. Tabakalaşmanın sebebinin
güce sahip olanlar tarafından dayatılan normlar
olduğunu
söyleyen
Dahrendorf, toplumsal
tabakalaşma bazında gücü direkt olarak temele
yerleştirmiş olur. Bu tanım işlevselcilerin
tabakalaşma tanımıyla karşıttır. İşlevselciler
tabakalaşmanın, sistemin sürekliliğini sağlamak
amacıyla yetenekli kişilerin üst mevkilere
çekilmesinden
kaynaklandığını
iddia
etmektedirler (Wallace ve Wolf, 2004: 140-142).
52
Sosyoloji Notları
2.3. Çatışma Toplulukları Kuramı
Dahrendorf
yetkiler
bakımından
birbirinden farklılaşan topluluklar sebebiyle
sürekli olarak toplumsal çatışmanın devam
edeceğini söyler. Onun yetkiden kastı meşru rol
ve mevkiye bağlı güçtür ve bu tanım onun
Weber’in etkisinde olduğunun bir başka
göstergesidir. Çatışmanın taraflarını sınıf olarak
adlandıran Dahrendorf, bu sınıfları yetkinin farklı
dağılımından
kaynaklanan
gruplar
olarak
tanımlar.
Hükmetme
ve
hükmedilmenin
doğurduğu otorite ilişkileri sınıfların ortaya
çıkmasına temel teşkil eder demektedir (Poloma,
1993: 119). Yetkinin önemi böylece öne çıkmış
olur ve bu sınıfların çıkarları da yetkilerinin olup
olmamasına göre gelişir. Bu noktada Marx’tan da
faydalanan Dahrendorf, mevcut bir çatışmanın
sadece iki tarafı ilgilendirdiğini ve önemli
bölücünün yetki olduğunu söyler. Yani bütün
topluluklar halihazırda çatışma halinde değildirler.
Sınıf oluşturmaları ve harekete geçerek
çatışmanın iki tarafından biri olmaları için
gerçekleşmesi gereken üç temel etken vardır.
Bunlar coğrafi birliktelik, kolay haberleşme ve
karşıt yetki karşısında benzer özelliklere sahip
olarak bir araya gelmedir. Bu özelliklere aile
tipleri, eğitim durumu vb. örnekler verilebilir. Bu
şartları sağlayarak topluluk haline gelen insanlar,
karşıt yetkiye karşı harekete geçip, kendi
yetkilerini elde etme mücadelesine girerler ve
böylece çatışmanın sürekliliği sağlanmış olur
(Wallace ve Wolf, 2004: 144). Marxist kuramcılar
da daha sonraları yönetsel ve denetsel işlevlerin
yerine getirilmesini burjuvalık statüsünün en
önemli
işareti
saymakla,
Dahrendorf’un
çalışmalarında önemli bir yer tutan yetkinin bu
tayin
edici
özelliği
vurgusuna
yaklaşmışlardır(Parkin, 1997: 611).
Dahrendorf Marx’tan farklı olarak, sınıf
mevkisinin kişilerin davranışlarını belirlediği
görüşünü reddeder ama sınıf çıkarlarının aynı
kültüre mensup kişiler için gerçek olduğunu kabul
eder. Bu çıkarların önemli ve gerçek kabul
edilmesi harekete geçebilmek açısından önemli
psikolojik etkenlerdir. Dahrendorf’un burada
eleştirildiği nokta baskıya gereken önemi
vermemesidir. Ona göre çatışma toplumdan
silinemez ve toplumsal yapının değişimi ve
gelişimi için işlevseldir. Önemli olan çatışmanın
bastırılmak yerine etkin bir kurumsallaştırma ile
düzenlenmesidir (Poloma, 1993: 122). Dahrendorf
muhalefete yeterli ifade ve hareket özgürlüğü
verilmezse, çatışmanın bir yerde patlamaya
dönüşeceğini söylemektedir, ancak tarih boyu
baskının muhalefeti baskıyla sindirdiği ve
herhangi bir patlamanın da yaşanmadığı sayısız
örnek mevcuttur. Aynı şekilde tarihte, yukarıda
bahsettiğimiz psikolojik gereksinimleri tamamıyla
yaşamış ama yine de çatışmaya girmeyip
durumunu kabul etmiş çok fazla sanayi öncesi
topluluk vardır. Bu anlamda Dahrendorf’un
muhalefeti açıklama çabası yetersiz kalmaktadır
(Wallace ve Wolf, 2004: 145).
Çatışmaların
şiddet
ve
yoğunluğu
Dahrendorf’un
kuramının
diğer
önemli
kavramlarıdır. Şiddetin boyutu seçilen silahlara,
yoğunluğu da tarafların harcadığı güce bağlıdır.
Şiddet ve yoğunluğu direkt olarak etkileyen üç
temel neden vardır. Bunlar; (1) insanların
bulundukları her toplulukta aynı tâbiiyet
derecesine sahip olmaları, (2) mevkilerin çoğulcu
veya yukarıdan kabul ettirilmiş olması ve (3)
mevkiler arasında hareketliliğin az veya çok
olmasıdır. Her toplulukta birilerine tâbi olmak
zorunda kalan, baskı altında kalan veya mevkiler
arası hareket imkanı bulamayan kişi veya gruplar
olduğu sürece, mücadele ve çatışma yoğun olarak
sürecek, bu süreçte eldeki imkanlar ve karşılıklı
belirlenen resmi/gayrı resmi kurallar çatışmanın
şiddetini belirleyecektir (Wallace ve Wolf, 2004:
146).
Sanayi sonrası toplumda çatışma, sanayi
öncesi topluma nazaran daha az yoğun olacaktır
çünkü mal sahipliği ile denetim birbirinden
ayrılmıştır. İşçi ve idare arasındaki bölünme
kesinlikle hafiflememiş, fakat kurumsallaşma
yoluyla çatışma en alt düzeye indirilmiştir.
Dahrendorf’a göre Marxist bir devrimin
olamamasının en önemli kuramsal nedeni,
çatışmaların
kurumlaşma
aracılığıyla
düzenlenmesidir.
Bu
düzenleme
ya
da
kurumlaşma, toplumsal hareketliliği kolaylaştıran
ve işçi-işveren ilişkilerini düzenleyen sendikaların
ortaya çıkışı ile görülmektedir (Poloma, 1993:
118). Bu anlamda artık mülkiyet çatışma kaynağı
olmaktan çıkmış, yönetsel otoriteye dayalı bir
çatışma kaynağı doğmuştur (Parkin, 1997: 601).
Çatışmanın devlet bazındaki yansımasıyla
ilgili olarak ise Dahrendorf, emir veren ve emir
alan ilişkisinden söz eder. Emir veren ve hakim
durumda olan seçkin sınıfa ek olarak, bürokrasi de
sürece katılmıştır ve emir alanlara, yani
yönetilenlere karşı bu sürecin içinde yer almaya
başlamıştır (Wallace ve Wolf, 2004: 148).
Sonuç
Dahrendorf,
çoğunluğukla
Weber’in
kavramlarıyla desteklediği kuramında, toplum
içindeki
çatışmanın
nasıl
işlevselleştiğini
göstermeye çalışmıştır. Bu anlamda çatışma yok
53
Sosyoloji Notları
edilemeyecek, yönetsel, ekonomik vb. çeşitli
sebeplerle sürekli sınıflara ayrılan toplumda
sürekli devam edecektir. Çünkü sınıflaşmanın
olduğu yerde çatışmaya dayalı ilişkiler her zaman
olacaktır. Çatışmayı doğuran temel sebeplerden
birisi –ve en önemlisi- güç için verilen
mücadeledir. Gücün elde edilmesi ve daha sonra
da karşıt sınıfa karşı kullanımı toplumsal
tabakalaşmayı da beraberinde getirir. İlerleyen
süreçte ortaya çıkan bürokrasi de, hakim sınıfı
dışarıdan destekleyen bir güç olarak yapıda yerini
almıştır. Tüm bu süreçte, Marx’taki kadar başat
olmasa da mülkiyet ve ekonomik çıkarlar da
etkilidir. Üretim araçlarına sahip olmak güce
sahip olmanın bir yoludur ancak tek yolu değildir.
Din, eğitim durumu vb. artı etkenler de bu sürece
etkide bulunabilirler. Dahrendorf’un çatışmaya
kazandırdığı
bu
boyut,
farklı
açılardan
bakılabilmesi
anlamında
olumludur.
Çözümlemeye gitmesi ve yeni yorumlar katması,
onun devrimci değil reformist bir yaklaşım
sergilediğinin göstergesidir.
Kaynakça
GIDDENS, Anthony (2000) Sosyoloji, Çev. H. Özel, C.
Güzel, Ayraç Yayınevi, Ankara
PARKIN, Frank (1997) Toplumsal Tabakalaşma, Sosyolojik
Çözümlemenin Tarihi
içerisinde, BOTTOM ORE, T.
ve NİSBET, R , Çev. M .Tunçay, A.Uğur, Ay raç Yayınevi,
Ankara
POLOM A, M argaret (1993) Çağdaş Sosyoloji Kuramları,
Çev. H. Erbaş, Gündoğan
Yayıncılık, Ankara
SWINGEWOOD, Alan (1998) Sosyolojik Düşüncenin Kısa
Tarihi, Çev. O. Akınhay,
Bilim ve Sanat Yayınları ,
Ankara
WALLACE, Ruth & WOLF, Alison (2004) Çağdaş
Sosyoloji Kuramları, Çev. L. Elburuz ve M . R. Ayas, Punto
Yayıncılık, İzmir