Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                

Çözümlemeci Çatışma Kuramı ve Ralf Dahrendorf

Sosyoloji Notları, Sayı: 3, 2007, s. 49-53 49 Sosyoloji Notları ÇÖZÜMLEMECİ ÇATIŞMA KURAMI VE RALF DAHRENDORF Cihat Özsöz* 1. Çatışma Kuramı 1.1. Kuramın Doğuşu Toplumsal yapıyı, kurumların yapıya olumlu katkıları ve bütünleşmeye yardımcı olmaları bazında değil, işleyiş sırasındaki çatışma ve hareketliliği çözümleyerek inceleyen çatışma kuramı, bu anlamda işlevselciliğe karşı geliştirilmiş en önemli alternatiftir. İşlevselci yaklaşım bağımlılık ve birliktelikten söz ederken, çatışmacı kuram üstün olma -yani güçmücadelesinden bahseder. Çatışmacı kurama göre uyum yoktur; bir gücün bir süreliğine üstünlük sağlaması vardır. İlk olarak dikkat çeken üç kavram; ortak çıkarlar, güç ve değerlerdir. İnsanların ulaşmak/elde etmek istedikleri ve herkeste var olduğu kabul edilen ortak çıkarlar bütün çatışma kuramcılarının eserlerinde zikredilmektedir. Güç kavramı ise toplumsal ilişkilerin çekirdeği olarak algılanmaktadır. Güç esas olarak zorlayıcı olarak kabul edilir, yani sadece eşitsizce bölündüğü için çatışmaya neden olan kaynak değil, kullanımı açısından da oldukça önemli konumda yer alan bir kavramdır. Değerlerin çatışma kuramındaki yeri de ilk akla gelen anlamından oldukça farklıdır. Çatışma kuramcıları değerleri; kültürü oluşturan veya toplumun kimliğini belirleyen bir araçtan çok, bir topluluğun diğer topluluklar karşısında, kendi amaçlarını gerçekleştirmek için kullandığı silahlar olarak görürler. Bu aynı zamanda, ideolojiyi meşrulaştırma yoluyla başkalarına kabul ettirme olarak da yorumlanabilir. Çatışma kuramcıları temelde Marx ve Weber’den etkilenerek kuramlarını oluşturmuşlardır. Bu iki düşünürün kurama katkıları, iki farklı yaklaşımın doğmasına sebep olmuştur. Marx’ın etkisinin yoğun olarak görüldüğü grup, eleştirel olmanın ahlaki bir yükümlülük olduğunu ve hüküm verirken değer yargılarından arınmanın imkansızlığını vurgular. * Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi Bu gruba dahil düşünürler -bir ütopya da olsagenellikle çatışmanın ortadan kaldırılabildiği bir toplumun varlığını kabul ederler. İkinci grup ise Marx’ın etkisine maruz kalmış fakat çalışmalarını Weber’in izinde sürdürmüş isimlerden oluşur. İleride kuramına detaylı olarak değineceğimiz Dahrendorf da bu grupta yer almaktadır. Weber’i takip eden bu düşünürler de, çatışmanın, şartlar ne olursa olsun devam edeceğine inanmakta ve sosyal bilimlerin tabii bilimlerdeki objektifliğe sahip olması gerektiğini kabul etmektedirler (Wallace ve Wolf, 2004: 81-83). 1.2. Marx ve Weber’in Katkıları İlk ciddi çalışmalarını Hegel’in oluşturduğu felsefi yapıdan etkilenerek ortaya koyan Marx, sonraları farklı bir yaklaşım geliştirerek Hegel’in aklı koyduğu yere maddi etkenleri koyar. Bu onun materyalist felsefesinin de ortaya çıkışı olmuştur. Felsefesini oluştururken kullandığı kavramlar, çatışma kuramının da temellerini oluşturmuştur (Wallace ve Wolf, 2004: 84). Marx’a göre insanlar belirli çıkarlar üzerine doğarlar ve hayatları boyunca bir şekilde bu çıkarlar uğruna savaş verirler. Eğer kişi kendi çıkarları uğruna mücadele etmiyorsa, bu onun başka birileri lehine işleyen bir sistemin çıkarları için mücadele ettiğini, yani kandırıldığını gösterir. O, tarihi farklı kültürler/sınıflar arasındaki çatışmalar bazında inceleme yoluna gitmiştir. Sürekli bir ideolojiler mücadelesinin varlığını ve belirli dönemlerde öne çıkan ideolojilerin, dönemin egemen sınıfının çıkarları doğrultusunda şekillendiğini iddia eder. Sınıflar arasındaki zengin ve yoksul arasındaki- çatışmalar, tarihsel gelişimi güdülemektedir. Marx’ın sözleriyle; “bugüne kadarki bütün insanlık tarihi, sınıf çatışmalarının tarihidir.” (Giddens, 2000: 9). Marx mülkiyet ve teknolojinin ilişkilerin oluşumu ve çatışmanın doğması anlamında temel 50 Sosyoloji Notları etkenler olduğunu kabul ederken, Weber ve onun izini takip eden düşünürler bu iki etkenin süreci ve yapıyı anlamada sadece birer açıklayıcı olduklarını, belirleyici olmadıklarını iddia ederler. Weber tarihin materyalist kavrayışını reddetmiş ve sınıf savaşını, Marx’ın düşündüğünden daha az önemli diye görmüştür (Giddens, 2000: 10). Weber’in bu yaklaşımı, onun çatışma kuramına Marx kadar etki etmemesinin sebeplerindendir ve fikirleri daha çok çözümlemeci çatışma kuramının temelini oluşturmuştur. Weber de Marx gibi insanların etkinliklerinin doğuştan beri varolan çıkarlara dayandığını kabul eder. Bu çıkarlar doğrultusunda gerçekleştirilen eylemleri açıklama çabasında olan Weber çeşitli ideal tipler oluşturmuştur. Onun buradaki amacı, uğrunda mücadele verilecek bir ütopya yaratmak değil, olayları anlaşılır kılmak için bir çerçeve çizmektir. Örneğin; güç kavramının anlaşılması ve gerek tarihsel, gerekse çağdaş süreçte ne gibi bir rol üstlendiğinin çözümlenebilmesi için karizmatik, geleneksel ve rasyonel olmak üzere üç ideal tip belirlemiştir. Karizmatik egemenlik; liderin herkesçe saygı duyulan kişisel niteliklerinden kaynaklanır. Geleneksel egemenlik geçmişten intikal eden egemenlik tarzıdır. Burada liderin kişisel nitelikleri veya bunlara saygı duyulması önemli değildir, örneğin kral soyundan geliyor olması lider olması için yeterlidir. Rasyonel egemenlik ise yasalarla sınırları çizilmiş ve meşru bir egemenlik tarzıdır. Weber bu meşrulaştırmanın, modern toplumda akıl ve mantığa yaslanma ihtiyacının bir sonucu olduğunu söyler. İnsan davranışının arka planında ne olduğunu açıklama noktasında Marx ve Weber kavram bazında benzeşirken, bu kavramların yorumlanması noktasında ayrılmaktadırlar. Örneğin; her iki düşünür de ekonomik çıkarları kabul etmektedir ancak Weber bu etkenin en önemli, hatta tek olduğu görüşünü kabul etmez. O, sınıf, parti ve statü gruplarından oluşan üçlü bir sistem şeması çizer. Bu sistem ekonomik çıkarların yanı sıra din, eğitim durumu, dahil olunan politik grup gibi etkenleri de işin içine katar. Weber’in sınıf kavramı Marx’ın sınıf kavramıyla örtüşmektedir ve ekonomik anlamda aynı düzeyde olan insanları tanımlar. Parti kavramı aktif üyelerine fayda sağlayabilmesi için, bir lider adına mücadele veren insan topluğu anlamına gelir ve günümüzdeki siyasi partiler, tam da bu gruba karşılık gelmektedir. Statü grupları ise eğitim durumu, inanç ve kazanılan veya aileden gelen saygınlık gibi özellikler bakımından aynı mevkide bulunan kişilerden oluşan gruplardır. Weber, Marx’tan farklı olarak fikir ve değerlerin de önemini vurgulamıştır. Bu iki kavramın toplumsal yapının oluşmasında ve/veya sürdürülmesinde oynayacağı rolün farkındadır. Bir diğer önemli kavram da meşruluktur ve Weber, bir mevki, kişi veya sistemin doğru veya uygun olup olmadığını anlamak için bu kavrama başvurmuştur (Wallace ve Wolf, 2004: 85-87). 1.3. Marx ve Weber’den Sonrası Marx ve Weber’in ana hatlarını belirlediği çatışma kuramı, onları takip eden çok sayıda düşünürün farklı yaklaşımları ve tespitleriyle bugünkü halini almıştır. Bu düşünürlere verilebilecek örnekler; seçkin kuramcıları diye de bilinen Pareto, Mosca ve Michels, güç ve çatışmayı tarihsel çerçeve içerisinde inceleyen Thornstein Veblen, George Simmel, Robert Park ve Chicago Okulu’dur. Bu isimler çatışmacı yapısalcılığın çerçevesinin çizilmesi anlamında önemli kavramlara değinmişlerdir. Seçkinler kuramına göre otorite az sayıda insanın elinde olur ve bu insanlarla otoriteye boyun eğmek durumunda kalan insanlar arasında sürekli bir çatışma kaçınılmazdır. Seçkinler denen sınıf, otoriteyi elinde bulunduran ve kendi mevkilerini korumak için resmi ya da gayrı resmi olarak örgütlenmiş sınıftır. Bu kuramın temellerini atan isimlerden olan Michels, ‘oligarşinin demir yasası’ kavramına özellikle vurgu yapar. Bu kavram yetki sahibi küçük toplulukların siyasal partileri kendi çıkarları doğrultusunda kullanması anlamına gelmektedir. Bir diğer önemli isim Mosca yöneten ve yönetilen arasındaki çatışmaya yoğunlaşmış, Pareto ise ‘yöneten seçkinler’ kavramı üzerinde durmuştur. Seçkin kuramcılarının egemenliğe verdiği önem ve devleti egemen güç kaynağı olarak görmeleri, bizim de esas konumuzu teşkil eden, çözümlemeci çatışma kuramının önde gelen isimlerinden olan Dahrendorf’un çalışmalarında etkili olmuştur. Thornstein Veblen ise Marx’a çok yakın ifadelerle çatışmanın önemine vurgu yapmıştır. Ona göre işçilerin, yani üretenlerin yer aldığı sanayi sınıfı ve onların sırtından geçimini sağlayan, emeğin doğurduğu parayı yöneten para sınıfı olmak üzere iki temel grup vardır. Bu kavramlar Marx’ın proleterya ve burjuvazi kavramlarıyla büyük ölçüde benzeşmektedir. George Simmel, çatışma halinde olan grup ve kişilerin bir anlamda birbirlerine bağımlı olduklarından, Marx’ın tanımlamasında ortaya çıkan keskin çizgilerle ayrılmış, birbirine düşman 51 Sosyoloji Notları sınıflardan ziyade, çatışma aracılığıyla bütünleşmiş ve net olarak ayırt edilmesi mümkün olmayan bir toplumdan söz etmektedir. Simmel’in zıtların birliği de diyebileceğimiz bu tanımlaması, çatışmanın sürekliliğinin ispatı anlamında çözümlemeci çatışma kuramına çok büyük katkı sağlamıştır. Rekabet, çatışma, uzlaştırma ve bir ortak kültürde özümsenme başlıklarından oluşan bir genel kavramlar sistemiyle toplumsal hayatı çözümlemeye giden Park ve arkadaşlarının kurduğu Chicago Okulu, özellikle ırka ve etnik farklılıklara dayalı çatışmayla ilgilenmiştir. Genel anlamda çatışma kuramının temellerini Marx ve Weber’in yukarıda zikrettiğimiz kavramları oluşturmuştur. Daha sonraları Simmel’in çalışmalarının da Amerikan Sosyolojisi’nde etkileri görülmüştür (Wallace ve Wolf, 2004: 89-92). 2.Çözümlemeci Çatışma Kuramı 2.1. Ralf Dahrendorf ve Kullandığı Temel Kavramlar Dahrendorf işlevselciliğin statik, tarihsel olmayan yargıları ile Marxizmin eskimiş ideolojik tarihçiliğine karşı çıkmıştı (Swingewood, 1998: 371). Ayrıca değişme konusunu açıklamadaki yetersizliğinden dolayı işlevselciliği ciddi şekilde eleştirmiştir (Poloma, 1993: 115). Buradan yola çıkarak meydana getirdiği çalışmalarını iki temel üzerine inşa etmiştir. Bunlardan ilki çatışmanın kaçınılmazlığını iddia ettiği ve onun sebebi olan gücü açıklamaya çalıştığı toplum kuramlarıdır. İkinci olarak da, Marx’ta da gördüğümüz, çatışmaya sebep olan temel etkenleri açıklama çabası, çalışmalarının temelini oluşturur. Dahrendorf tüm bu çalışmaları sırasında güç, güçaktör ilişkisi, normlar, toplumsal tabakalaşma, yetki ve çatışma kavramları üzerinde özellikle durmuştur. Çatışma kavramını tarihsel ve çağdaş süreç içerisinde üstlendiği roller bağlamında birçok faklı açıdan ele almıştır. 2.2.Dahrendorf’ta Güç, Norm ve Tabakalaşma Dahrendorf çatışmayı doğuran etkenlerin en önemlisinin güç olduğunu söyler ve onun güç tanımı Weber’in güç tanımıyla aynıdır. İnsanlar süreç içerisinde çeşitli mevkilere gelirler ve bu durum doğal olarak yöneten-yönetilen ilişkisini doğurur. Hiç kimsenin boyun eğmeyi kabullenmemesi ve farklı mevkilerde yer alan kişi veya grupların çıkarlarının karşı karşıya gelmesi, çatışmayı doğuran bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü kimse çıkarlarından vazgeçmek suretiyle gücünü yitirmeyi istemeyecektir. Dahrendorf’un bu güç tanımı Parsons’ın ve dolayısıyla işlevselci yaklaşımın güç tanımından büyük ölçüde farklıdır. Parsons’ta güç kavramı, sistemin sürekliliğini sağlamak amacıyla siyasal gruplarda toplanan ve ihtiyaç duyulduğunda kişilere bu gruplar tarafından bahşedilen bir araçtır. Dahrendorf’a göre güç; ortak iradeyi -örneğin sistemin sürekliliğinisağlamak için bahşedilen bir araç değil, güçlü olanın kendi amaçları doğrultusunda çatışmaya girerek kazanmış olduğu bir özelliktir ve güçlü olmak isteyen bir diğer grup, sınıf veya kişi bu gücü yine aynı şekilde, çatışma yoluyla elde edebilecektir. Dahrendorf, tüm bu önemine karşın güç için mücadeleyi toplumsal hayatın özü olarak kabul etmez. Yine Weber’in izinden giderek, güç kavramının toplumsal ilişkiler içerisinde yer alan aktörleri içerdiğini ve herkesin hareketlerinin anlamlı olduğu durumlarda geçerlilik kazandığını söyler. Bu, başkalarının hareketlerinden bağımsız hareket edilebilecek zamanlar da olabileceği anlamına gelmektedir, ki bu da kimi zaman güç için mücadelenin hiçbir şey ifade etmemesi demektir. Dahrendorf’un çözümlemeci anlayışının, çatışma kuramı ve işlevselcilikten ayrıldığı bir diğer nokta da normların yorumlanmasıdır. Diğer düşünürler normları bütünleşmeyi sağlayan önemli bir faktör olarak görürken, Dahrendorf normlar için Marx’ın ideoloji kavramına benzer bir açıklama getirir. Ona göre normlar güç sahipleri tarafından konulmuş ve yine onlar tarafından korunan, aslen de güç sahiplerinin çıkarlarını koruyan bir araçtır. Toplumsal tabakalaşma kavramı Dahrendorf’un üzerinde durduğu bir diğer önemli kavramdır. Kişilerin becerilerinin farklı olmasından ötürü mevkilerin gösterdiği farklılık ile şöhret ve servete dayalı farklılık, Dahrendorf’un tabakalaşma kavramının iki farklı boyutunu teşkil eder. Tabakalaşmanın sebebinin güce sahip olanlar tarafından dayatılan normlar olduğunu söyleyen Dahrendorf, toplumsal tabakalaşma bazında gücü direkt olarak temele yerleştirmiş olur. Bu tanım işlevselcilerin tabakalaşma tanımıyla karşıttır. İşlevselciler tabakalaşmanın, sistemin sürekliliğini sağlamak amacıyla yetenekli kişilerin üst mevkilere çekilmesinden kaynaklandığını iddia etmektedirler (Wallace ve Wolf, 2004: 140-142). 52 Sosyoloji Notları 2.3. Çatışma Toplulukları Kuramı Dahrendorf yetkiler bakımından birbirinden farklılaşan topluluklar sebebiyle sürekli olarak toplumsal çatışmanın devam edeceğini söyler. Onun yetkiden kastı meşru rol ve mevkiye bağlı güçtür ve bu tanım onun Weber’in etkisinde olduğunun bir başka göstergesidir. Çatışmanın taraflarını sınıf olarak adlandıran Dahrendorf, bu sınıfları yetkinin farklı dağılımından kaynaklanan gruplar olarak tanımlar. Hükmetme ve hükmedilmenin doğurduğu otorite ilişkileri sınıfların ortaya çıkmasına temel teşkil eder demektedir (Poloma, 1993: 119). Yetkinin önemi böylece öne çıkmış olur ve bu sınıfların çıkarları da yetkilerinin olup olmamasına göre gelişir. Bu noktada Marx’tan da faydalanan Dahrendorf, mevcut bir çatışmanın sadece iki tarafı ilgilendirdiğini ve önemli bölücünün yetki olduğunu söyler. Yani bütün topluluklar halihazırda çatışma halinde değildirler. Sınıf oluşturmaları ve harekete geçerek çatışmanın iki tarafından biri olmaları için gerçekleşmesi gereken üç temel etken vardır. Bunlar coğrafi birliktelik, kolay haberleşme ve karşıt yetki karşısında benzer özelliklere sahip olarak bir araya gelmedir. Bu özelliklere aile tipleri, eğitim durumu vb. örnekler verilebilir. Bu şartları sağlayarak topluluk haline gelen insanlar, karşıt yetkiye karşı harekete geçip, kendi yetkilerini elde etme mücadelesine girerler ve böylece çatışmanın sürekliliği sağlanmış olur (Wallace ve Wolf, 2004: 144). Marxist kuramcılar da daha sonraları yönetsel ve denetsel işlevlerin yerine getirilmesini burjuvalık statüsünün en önemli işareti saymakla, Dahrendorf’un çalışmalarında önemli bir yer tutan yetkinin bu tayin edici özelliği vurgusuna yaklaşmışlardır(Parkin, 1997: 611). Dahrendorf Marx’tan farklı olarak, sınıf mevkisinin kişilerin davranışlarını belirlediği görüşünü reddeder ama sınıf çıkarlarının aynı kültüre mensup kişiler için gerçek olduğunu kabul eder. Bu çıkarların önemli ve gerçek kabul edilmesi harekete geçebilmek açısından önemli psikolojik etkenlerdir. Dahrendorf’un burada eleştirildiği nokta baskıya gereken önemi vermemesidir. Ona göre çatışma toplumdan silinemez ve toplumsal yapının değişimi ve gelişimi için işlevseldir. Önemli olan çatışmanın bastırılmak yerine etkin bir kurumsallaştırma ile düzenlenmesidir (Poloma, 1993: 122). Dahrendorf muhalefete yeterli ifade ve hareket özgürlüğü verilmezse, çatışmanın bir yerde patlamaya dönüşeceğini söylemektedir, ancak tarih boyu baskının muhalefeti baskıyla sindirdiği ve herhangi bir patlamanın da yaşanmadığı sayısız örnek mevcuttur. Aynı şekilde tarihte, yukarıda bahsettiğimiz psikolojik gereksinimleri tamamıyla yaşamış ama yine de çatışmaya girmeyip durumunu kabul etmiş çok fazla sanayi öncesi topluluk vardır. Bu anlamda Dahrendorf’un muhalefeti açıklama çabası yetersiz kalmaktadır (Wallace ve Wolf, 2004: 145). Çatışmaların şiddet ve yoğunluğu Dahrendorf’un kuramının diğer önemli kavramlarıdır. Şiddetin boyutu seçilen silahlara, yoğunluğu da tarafların harcadığı güce bağlıdır. Şiddet ve yoğunluğu direkt olarak etkileyen üç temel neden vardır. Bunlar; (1) insanların bulundukları her toplulukta aynı tâbiiyet derecesine sahip olmaları, (2) mevkilerin çoğulcu veya yukarıdan kabul ettirilmiş olması ve (3) mevkiler arasında hareketliliğin az veya çok olmasıdır. Her toplulukta birilerine tâbi olmak zorunda kalan, baskı altında kalan veya mevkiler arası hareket imkanı bulamayan kişi veya gruplar olduğu sürece, mücadele ve çatışma yoğun olarak sürecek, bu süreçte eldeki imkanlar ve karşılıklı belirlenen resmi/gayrı resmi kurallar çatışmanın şiddetini belirleyecektir (Wallace ve Wolf, 2004: 146). Sanayi sonrası toplumda çatışma, sanayi öncesi topluma nazaran daha az yoğun olacaktır çünkü mal sahipliği ile denetim birbirinden ayrılmıştır. İşçi ve idare arasındaki bölünme kesinlikle hafiflememiş, fakat kurumsallaşma yoluyla çatışma en alt düzeye indirilmiştir. Dahrendorf’a göre Marxist bir devrimin olamamasının en önemli kuramsal nedeni, çatışmaların kurumlaşma aracılığıyla düzenlenmesidir. Bu düzenleme ya da kurumlaşma, toplumsal hareketliliği kolaylaştıran ve işçi-işveren ilişkilerini düzenleyen sendikaların ortaya çıkışı ile görülmektedir (Poloma, 1993: 118). Bu anlamda artık mülkiyet çatışma kaynağı olmaktan çıkmış, yönetsel otoriteye dayalı bir çatışma kaynağı doğmuştur (Parkin, 1997: 601). Çatışmanın devlet bazındaki yansımasıyla ilgili olarak ise Dahrendorf, emir veren ve emir alan ilişkisinden söz eder. Emir veren ve hakim durumda olan seçkin sınıfa ek olarak, bürokrasi de sürece katılmıştır ve emir alanlara, yani yönetilenlere karşı bu sürecin içinde yer almaya başlamıştır (Wallace ve Wolf, 2004: 148). Sonuç Dahrendorf, çoğunluğukla Weber’in kavramlarıyla desteklediği kuramında, toplum içindeki çatışmanın nasıl işlevselleştiğini göstermeye çalışmıştır. Bu anlamda çatışma yok 53 Sosyoloji Notları edilemeyecek, yönetsel, ekonomik vb. çeşitli sebeplerle sürekli sınıflara ayrılan toplumda sürekli devam edecektir. Çünkü sınıflaşmanın olduğu yerde çatışmaya dayalı ilişkiler her zaman olacaktır. Çatışmayı doğuran temel sebeplerden birisi –ve en önemlisi- güç için verilen mücadeledir. Gücün elde edilmesi ve daha sonra da karşıt sınıfa karşı kullanımı toplumsal tabakalaşmayı da beraberinde getirir. İlerleyen süreçte ortaya çıkan bürokrasi de, hakim sınıfı dışarıdan destekleyen bir güç olarak yapıda yerini almıştır. Tüm bu süreçte, Marx’taki kadar başat olmasa da mülkiyet ve ekonomik çıkarlar da etkilidir. Üretim araçlarına sahip olmak güce sahip olmanın bir yoludur ancak tek yolu değildir. Din, eğitim durumu vb. artı etkenler de bu sürece etkide bulunabilirler. Dahrendorf’un çatışmaya kazandırdığı bu boyut, farklı açılardan bakılabilmesi anlamında olumludur. Çözümlemeye gitmesi ve yeni yorumlar katması, onun devrimci değil reformist bir yaklaşım sergilediğinin göstergesidir. Kaynakça GIDDENS, Anthony (2000) Sosyoloji, Çev. H. Özel, C. Güzel, Ayraç Yayınevi, Ankara PARKIN, Frank (1997) Toplumsal Tabakalaşma, Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi içerisinde, BOTTOM ORE, T. ve NİSBET, R , Çev. M .Tunçay, A.Uğur, Ay raç Yayınevi, Ankara POLOM A, M argaret (1993) Çağdaş Sosyoloji Kuramları, Çev. H. Erbaş, Gündoğan Yayıncılık, Ankara SWINGEWOOD, Alan (1998) Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, Çev. O. Akınhay, Bilim ve Sanat Yayınları , Ankara WALLACE, Ruth & WOLF, Alison (2004) Çağdaş Sosyoloji Kuramları, Çev. L. Elburuz ve M . R. Ayas, Punto Yayıncılık, İzmir