Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
CUMHURİYET’İN 100. NASIL BİR KAMU YÖNETİMİ? KONGRE BİLDİRİ ÖZETLERİ E-KİTABI ULUSLARARASI KAMU YÖNETİMİ KONGRESİ 26-27 EKİM 2023, ANKARA CUMHURİYET’İN 100. NASIL BİR KAMU YÖNETİMİ? PUBLIC ADMINISTRATION IN THE WAKE OF THE 100th ANNIVERSARY OF THE TURKISH REPUBLIC ULUSLARARASI KAMU YÖNETİMİ KONGRESİ 26-27 EKİM 2023, ANKARA INTERNATIONAL PUBLIC ADMINISTRATION CONGRESS OCTOBER 26-27 2023, ANKARA KONGRE BİLDİRİ ÖZETLERİ E-KİTABI BOOK OF ABSTRACTS Public Administration Association Uluslararası Kamu Yönetimi Kongresi International Public Administration Congress Kongre Bildiri Özetleri Kitabı Book of Abstracts 26-27 Ekim 2023, Kamu Yönetimi Derneği - Ankara October 26-27 2023, Public Administration Association – Ankara Yayına Hazırlayan/Prepared by Meryem Çakır Kantarcıoğlu, Cuma Yıldırım, Recep Aydın, Fatma Eda Çelik Tasarım/Designed by Berkay Yalçınkaya, Kubilay Tuğlu Kongre Sekreteryası/Congress Secretariat Berkay Yalçınkaya, Kaan Akman, Serhat Saatçi Kamu Yönetimi Derneği Yayınları Kızılay Mah. Menekşe 2. Cadde, No: 35, Daire 30 Kuloğlu İşhanı, Çankaya/Ankara Basım Tarihi: Ekim 2023 kongre@kamuyonetimi.org.tr kamuyonetimidernegi @ky_dernegi e-ISBN: 978-625-98890-0-9 Bu kitabın her hakkı saklıdır. Bu yayının tümü veya bir bölümü izin alınmaksızın çoğaltılamaz, basılıp yayınlanamaz, kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. Bu kitapta yer alan yazılarda öne sürülen görüşler yazarların kişisel görüşleridir; yazılar ile ilgili her türlü sorumluluk yazarlara aittir. KAMU YÖNETİMİ KONGRESİNE ÇAĞRI “Cumhuriyet’in 100. Yılında Nasıl Bir Kamu Yönetimi?” 26-27 Ekim 2023, Ankara Kamu Yönetimi Derneği’nin ilk kongresi “Cumhuriyet’in 100. Yılında Nasıl Bir Kamu Yönetimi?” temasıyla 26-27 Ekim 2023 tarihinde Ankara’da düzenleniyor. Kongre, Cumhuriyet’in 100 yıllık yönetsel geçmişini değerlendirmeyi ve gelecek için bu birikim üzerinden öngörülerde bulunmayı amaçlıyor. Tüm ülkelerde hükümetin temelini oluşturan kamu yönetimi, toplumun refah ve mutluluğunu, düzenini ve ilerlemesini sağlamak için vardır. Ülkelerin kamu yönetimi sistemlerinin bu amaç çerçevesinde politika geliştirmesi, topluma hizmet sunması, ekonomik ve sosyal gelişmenin bir aracı olarak işlev görmesi beklenir. Yirminci yüzyılda yaşanan olaylar, toplumların refah ve mutluluğunun demokrasiye göbekten bağlı olduğunu kanıtlamıştır. Demokratik bir toplumun inşası ise kamu yönetimine sıkı sıkıya bağlıdır. Günümüzde kapitalizmin esnek istihdam politikalarıyla meydana getirdiği yeni nüfus ve sürekli işsizlik olgusu, gelir dağılımındaki eşitsizlikle birlikte yoksulluğun giderek derinleşmesi, kamu hizmetlerinin piyasaya terk edilmesiyle beraber fırsat eşitliğinin yok olması, güvenli bir yaşam umuduyla ülkelerini terk etmek zorunda kalanların göç hareketleri, Covid 19’la birlikte dünyada belirsizliklerin artması, iklim değişikliğinin tetiklediği çevresel riskler ve gıda krizi, yapay zekanın gelişmesi ile birlikte gelen toplumsal değişimler, iktisadi krizler tüm ülkelerde kamu yönetimini etkilemekte, toplumsal ihtiyaçları artırmakta ve çeşitlendirmektedir. Öte yandan dünyada otoriterleşme eğilimi giderek yükselirken, olağanüstü hâl uygulamaları olağanlaşmakta ve hukuk devleti aşınmaktadır. Tüm bu gelişmelerle dünya yeni bir toplum yapısına doğru ilerlerken kamu yönetimi hangi ilkeler temelinde inşa edilecek ve işleyecektir? Kongre, 100 yıllık Cumhuriyet birikimini temel alan ve geleceğimizi şekillendirecek yeni eğilimlerin etkisiyle birlikte “nasıl bir kamu yönetimi” sorusuna yanıt üreten bilimsel araştırmaları tartışmaya açmayı amaçlamaktadır. Bu kapsamda Kamu Yönetimi Kongresi’nde sunulacak bildirilerin çağrı metninde belirtilen temalarla ilişkili olması beklenmektedir. PUBLIC ADMINISTRATION CONGRESS Call For Papers “Public Administration in the Wake of the 100th Anniversary of the Turkish Republic” October 26-27 2023, Ankara The Public Administration Association, which was founded in 2022 by scholars working in the field of public administration in Turkey, will evaluate the 100-year administrative history of the Republic and make predictions for the future at the Public Administration Congress planned in Ankara on October 26-27, 2023. Public administration, which forms the basis of government in all countries, exists to ensure the welfare and happiness, solid organisation and development of society. The public administration systems of countries are expected to develop policies, provide services to society and function as an instrument of economic and social development within the framework of this purpose. The events of the twentieth century have proved that the welfare and happiness of societies are intrinsically linked to democracy. The construction of a democratic society is closely tied to public administration. Today, the changes that come with long-lasting financial and economic crises, inequality in income distribution, deepening poverty, migration movements, environmental risks, increasing uncertainties in the world, and the development of artificial intelligence augment and diversify social needs. Furthermore, authoritarianism is increasing in the world, the practices of the state of exception are becoming the norm and the rule of law is eroding. As the world moves towards a new social structure with all these developments, on which principles will public administration be built and operated? The Congress aims to open to discussion the scientific research that answers the question of “what kind of public administration” with the effect of new trends that will shape our future, based on 100 years of Republican experience. In this context, the papers to be presented at the Public Administration Congress are expected to be related to the themes specified in the call for papers. KAMU YÖNETİMİ KONGRESİNE ÇAĞRI “Cumhuriyet’in 100. Yılında Nasıl Bir Kamu Yönetimi?” ANA BAŞLIK HUKUK VE DEMOKRASİ ALT BAŞLIKLAR/TEMA #ANAHTAR KELİME Hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi-korunması Kamu yönetimi ve vatandaşlık Bütçe hakkı Adalet ve eşitlik Kamu yararı ve üstün kamu yararı Kamu yönetiminde halkla ilişkiler Yeni medya araçları ve kamu yönetimi Kamu yönetiminde katılım Kamu yönetiminde demokratik bir yapı ve işleyişin olanak ve sınırlılıkları #demokrasi #demokrasi #vatandaşlık #demokrasi #bütçe #demokrasi #eşitlik #demokrasi #kamuyararı #demokrasi #halk #demokrasi #demokrasi #katılım Kamu politikası tasarımı Kalkınma politikaları ve kamu yönetimi İnsani krizler ve kamu yönetimi Ekonomi yönetimi Kamu hizmetlerinin geliştirilmesi Kamu hizmetlerinin finansmanı Eğitim hizmetinin geleceği Sağlık hizmetlerinin geleceği Kamu yönetimi ve halk sağlığı Yükseköğretim sistemi Kamu işletmelerinin geliştirilmesi Tarım sektörünün yönetimi Özelleştirme politikası ve sonuçları Kamu varlıklarının satışı Kamu-özel ortaklığı modeli Yaşam kalitesinin yükseltilmesi Temel gelir uygulaması Çocukların korunması Göç hareketleri ve demografik değişim Kır ve kent bağlantıları Güvenilir gıdaya erişim Doğayla uyumun gözetilmesi Karar sürecinde gelecek nesillerin gözetilmesi Bakım hizmetlerinin geliştirilmesi Barınma hakkı ve konuta erişim Sahipsiz hayvanlar ve yönetim #politikatasarımı #kalkınma #insanikriz #ekonomi #kamu hizmeti #eşitlik #bütçe #eğitim #sağlık #halksağlığı #üniversite #KİT #tarım #özelleştirme #kamuvarlıkları #özelleştirme #yaşamkalitesi #temelgelir #çocuk #göç #kırkent #gıda #doğa #geleceknesiller #bakımhizmetleri #barınma #sokakhayvanı #demokrasi #kadın Kadınlarla birlikte yönetmek: Kadınların #toplumsalcinsiyeteşitliği yönetime katılımı, kadınların kamu hizmetinden faydalanması ve kadın yöneticiler KAMU HİZMETİ VE POLİTİKALAR KAMU YÖNETİMİ KONGRESİNE ÇAĞRI “Cumhuriyet’in 100. Yılında Nasıl Bir Kamu Yönetimi?” ANA BAŞLIK YAPI VE İŞLEYİŞ ALT BAŞLIKLAR/TEMA #ANAHTAR KELİME Merkezileşme Merkezi yönetimin dönüşümü ve yeniden yapılandırılması Mülki idare sistemi Merkezi yönetim-yerel yönetim ilişkileri Kurumlararası koordinasyonun sağlanması Denetim işlevinin etkinleştirilmesi Kapasite geliştirme (kurumsal, sektörel, risk yönetimi, vb.) Kamu ihale sistemi Alternatif yönetim pratikleri: Kooperatifler, kolektifler, müşterekler #merkezileşme Kamu personeli seçme sınavları Kamu personelinin özellikleri Kamu personelinin eğitimi ve yetiştirilmesi Üst düzey yöneticilerin yetiştirilmesi #kamupersoneli #kamupersoneli #kamupersoneli #yöneticilik Teknolojik gelişmeler ve kamu yönetimi “Bizi yönetmeye talip algoritmalar eleştiriden muaf mı?” Endüstri 4.0 ve kamu yönetimi "Yönetim yapay zekadan etkilenir mi?" Veri madenciliği Uzaktan çalışma ve yeni istihdam rejimleri #teknoloji Kamu yönetimi kuramı Yönetim bilimi Kamu yönetimi ve ahlak felsefesi Kamu yönetimi araştırmaları Araştırma yöntemleri Kamu yönetimi eğitimi Yurttaşlık eğitimi #kuram #disiplin #etik #araştırma #yöntem #eğitim #yurttaşlık #merkez #mülkiidare #merkezyerel #koordinasyon #denetim #kapasite #ihale #alternatifyönetim KAMU PERSONELİ TEKNOLOJİ VE YÖNETİM #teknoloji #endüstri4.0 #yapayzeka #verimadenciliği #istihdam ARAŞTIRMA VE EĞİTİM PUBLIC ADMINISTRATION CONGRESS – CALL FOR PAPERS “Public Administration in the Wake of the 100th Anniversary of the Turkish Republic” MAIN TOPIC SUBTOPICS /THEMES #KEYWORDS LAW & DEMOCRACY Promoting and protecting rights and freedoms #democracy Public administration and citizenship #democracy #citizenship Budget right #democracy #budget Justice and equality #democracy #equality Public interest #democracy #publicinterest Public relations in public administration #democracy #people New media tools and public administration #democracy Participation in public administration #democracy #participation The possibilities and limitations of a democratic structure and functioning in public administration Governing and administrating with women: Women's participation in government and administration, women's access to public services, and women administrators #democracy #women #genderequity Public policy design #policydesign PUBLIC SERVICE & POLICIES Development policies and public administration #development #humanitariancrises Humanitarian crises and public administration Economic administration #economy Improvement of public services #publicservice #equality Financing of public services #budget The future of education services #education The future of health services #health Public administration and public health #publichealth Higher education system #university Improvement of public enterprises #publicenterprises Administration of the agricultural sector #agriculture Privatization policy and its outcomes #privatization Sale of public assets #publicassets Public-private partnership model #privatization Enhancing quality of life #qualityoflife Basic income implementation #basicincome Protection of children #children Migration movements and demographic changes #migration Rural and urban connections #ruralurban Access to safe food #food Preserving harmony with nature #nature Considering future generations in decisionmaking #futuregenerations PUBLIC ADMINISTRATION CONGRESS – CALL FOR PAPERS “Public Administration in the Wake of the 100th Anniversary of the Turkish Republic” MAIN TOPIC SUBTOPICS /THEMES #KEYWORDS Improvement of care services #careservices Right to housing and access to housing #housing Centralization #centralization Transformation and restructuring of central government #central Provincial administrative system #provincialadministration Central-local government relations #centrallocal Ensuring inter-agency coordination #coordination Activation of audit function #audit Capacity development (institutional, sectoral, risk management, etc.) #capacity Public procurement system #procurement Alternative administration practices: Cooperatives, collectives, commons #alternativeadministration Public personnel selection exams #publicpersonnel Characteristics of public personnel #publicpersonnel Training and development of public personnel #publicpersonnel Training of senior administrators #administration Technological developments and public administration #technology "Are algorithms aspiring to govern us exempt from criticism?" #technology Industry 4.0 and public administration #industry4.0 "Does administration get influenced by artificial intelligence?" #artificialintelligence Data mining #datamining Remote work and new employment regimes #employment Public administration theory #theory Discipline of public administration #discipline Public administration and philosophy of ethics #ethics Public administration research #research Research methods #methods Public administration education #education Citizenship education #citizenship STRUCTURE & FUNCTIONING PUBLIC PERSONNEL TECHNOLOGY & ADMINISTRATION RESEARCH & EDUCATION BİLİM KURULU* Prof. Dr. Muhittin Acar, Hacettepe Üniversitesi Prof. Dr. Argun Akdoğan, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Prof. Dr. Rıdvan Akın, Galatasaray Üniversitesi Doç. Dr. Fulya Akyıldız, Uşak Üniversitesi Doç. Dr. Servet Akyol, Akdeniz Üniversitesi Doç. Dr. Ceray Aldemir, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Prof. Dr. Onur Ender Aslan, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Doç. Dr. Mustafa Kemal Bayırbağ, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Prof. Dr. Günseli Bayraktutan, Giresun Üniversitesi Prof. Dr. Richard Common, Nottingham University, Birleşik Krallık Prof. Dr. Melih Çelik, Bath University, Birleşik Krallık Prof. Dr. Can Umut Çiner, Ankara Üniversitesi Prof. Dr. Ahmet Alpay Dikmen, Ufuk Üniversitesi Doç. Dr. Cengiz Ekiz, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Prof. Dr. Çiğdem Erdem, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Prof. Dr. Hacer Tuğba Eroğlu, Selçuk Üniversitesi Doç. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu, İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, Ankara Üniversitesi Prof. Dr. Onur Karahanoğulları, Ankara Üniversitesi Prof. Dr. Koray Karasu, Ankara Üniversitesi Doç. Dr. Şükrü Mert Karcı, Manisa Celâl Bayar Üniversitesi Prof. Dr. Naci Karkın, Pamukkale Üniversitesi Prof. Dr. Mustafa Koç, Toronto Metropolitan University, Kanada Prof. Dr. Ahmet Mutlu, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Prof. Dr. Gökhan Orhan, Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Prof. Dr. Uğur Ömürgönülşen, Hacettepe Üniversitesi Dr. Melek Mutioğlu Özkesen, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Prof. Dr. Meral Sağır Öztoprak, Yeditepe Üniversitesi Prof. Dr. Barış Övgün, Ankara Üniversitesi Prof. Dr. Jos Raadschelders, The Ohio State University, Amerika Birleşik Devletleri Doç. Dr. Uğur Sadioğlu, Hacettepe Üniversitesi Prof. Dr. Seriye Sezen, Ankara Üniversitesi Prof. Dr. Hasan Engin Şener, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Doç. Dr. Aslı Yılmaz Uçar, Altınbaş Üniversitesi Doç. Dr. Yılmaz Üstüner, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Doç. Dr. Nilay Yavuz, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Prof. Dr. Arif Kutsal Yeşilkağıt, Leiden University, Hollanda Prof. Dr. Mete Yıldız, Hacettepe Üniversitesi Dr. Cemil Yıldızcan, Galatasaray Üniversitesi Doç. Dr. Ozan Zengin, Ankara Üniversitesi * Bilim Kurulu, soyadına göre alfabetik olarak sıralanmıştır. SCIENTIFIC COMMITTEE* Prof. Muhittin Acar, Hacettepe University Prof. Argun Akdoğan, Ankara Social Sciences University Prof. Rıdvan Akın, Galatasaray University Assoc. Prof. Fulya Akyıldız, Uşak University Assoc. Prof. Servet Akyol, Akdeniz University Assoc. Prof. Ceray Aldemir, Muğla Sıtkı Koçman University Prof. Onur Ender Aslan, Ankara Social Sciences University Assoc. Prof. Mustafa Kemal Bayırbağ, Middle East Technical University Prof. Günseli Bayraktutan, Giresun University Prof. Richard Common, Nottingham University, United Kingdom Prof. Melih Çelik, Bath University, United Kingdom Prof. Can Umut Çiner, Ankara University Prof. Ahmet Alpay Dikmen, Ufuk University Assoc. Prof. Cengiz Ekiz, Bolu Abant İzzet Baysal University Prof. Çiğdem Erdem, Ankara Hacı Bayram Veli University Prof. Hacer Tuğba Eroğlu, Selçuk University Assoc. Prof. Pelin Pınar Giritlioğlu, Istanbul University Prof. Birgül Ayman Güler, Ankara University Prof. Onur Karahanoğulları, Ankara University Prof. Koray Karasu, Ankara University Assoc. Prof. Şükrü Mert Karcı, Manisa Celâl Bayar University Prof. Naci Karkın, Pamukkale University Prof. Mustafa Koç, Toronto Metropolitan University, Canada Prof. Ahmet Mutlu, Ondokuz Mayıs University Prof. Gökhan Orhan, Bandırma Onyedi Eylül University Prof. Uğur Ömürgönülşen, Hacettepe University Assist. Prof. Melek Mutioğlu Özkesen, Ankara Yıldırım Beyazıt University Prof. Meral Sagir Oztoprak, Yeditepe University Prof. Barış Övgün, Ankara University Prof. Jos Raadschelders, The Ohio State University, United States of America Prof. Uğur Sadioğlu, Hacettepe University Prof. Seriye Sezen, Ankara University Prof. Hasan Engin Şener, Ankara Yıldırım Beyazıt University Assoc. Prof. Aslı Yılmaz Uçar, Altınbaş University Assoc. Prof. Yılmaz Üstüner, Middle East Technical University Assoc. Prof. Nilay Yavuz, Middle East Technical University Prof. Arif Kutsal Yeşilkağıt, Leiden University, Netherlands Prof. Mete Yıldız, Hacettepe University Assist. Prof. Cemil Yıldızcan, Galatasaray University Assoc. Prof. Dr. Ozan Zengin, Ankara University * The Scientific Committee is listed alphabetically by last name. KONGRE TARİHİ ve YERİ 26-27 Ekim 2023 ODTÜ Mezunları Derneği Vişnelik Tesisi, Ankara BİLDİRİLERİN YAYIMLANMASI • • Kongre programında, özeti kabul edilen ve 15 Eylül 2023 tarihine kadar tam metni gönderilen bildirilere yer verilecektir. Programda yer alan bildirilerin özetleri etkinlik tarihinde Kamu Yönetimi Derneği’nin web sitesine e-kitap olarak yüklenecektir. CONGRESS DATE and PLACE 26-27 October 2023 METU Alumni Association Visnelik Facility, Ankara PUBLICATIONS OF PAPERS • • The congress program will include papers whose abstracts are accepted and full text is sent until September 15, 2023 The abstracts of the papers in the program will be uploaded as an e-book to the website of the Public Administration Association on the date of the event. DÜZENLEME KURULU Nuray Ertürk Keskin, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sonay Bayramoğlu Özuğurlu, Ankara Üniversitesi Fatma Eda Çelik, EPHE - PSL Université Nur Şat, Hitit Üniversitesi Ezgi Seçkiner Bingöl, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Sevinç Soyocak Özalp, Hitit Üniversitesi Recep Aydın, Hitit Üniversitesi Cuma Yıldırım, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Meryem Çakır Kantarcıoğlu, Dicle Üniversitesi Serhat Saatçi, Hitit Üniversitesi Berkay Yalçınkaya, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Kaan Akman, Ankara Üniversitesi Kubilay Tuğlu, Ankara Üniversitesi ORGANIZING COMMITEE Nuray Ertürk Keskin, Ondokuz Mayıs University Sonay Bayramoğlu Özuğurlu, Ankara University Fatma Eda Çelik, EPHE - PSL University Nur Şat, Hitit University Ezgi Seçkiner Bingöl, Niğde Ömer Halisdemir University Sevinç Soyocak Özalp, Hitit University Recep Aydın, Hitit University Cuma Yıldırım, Ondokuz Mayıs University Meryem Çakır Kantarcıoğlu, Dicle University Serhat Saatçi, Hitit University Berkay Yalçınkaya, Ondokuz Mayıs University Kaan Akman, Ankara University Kubilay Tuğlu, Ankara University Açılış Konuşması Kongre Düzenleme Kurulu Adına Nuray Ertürk Keskin Kamu Yönetimi Kongresine hoş geldiniz. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Kendi adıma ve kongremizin düzenleme kurulu üyeleri adına bugün burada bizimle birlikte olan herkese, her birinize ayrı ayrı teşekkür ederim. Kamu Yönetimi Derneği, 2022 yılının başında kuruldu. Kamu yönetimi alanında eğitim ve araştırma ile ilgili etkinlikler düzenlemek, kamu yönetimi araştırmacıları arasında mesleki dayanışma ve iş birlikleri geliştirmek amacıyla yola çıktık. Sonay Bayramoğlu ile sohbet ederken beliren bir fikirdi, bu fikri yakın çevremizle paylaşıp üzerine birlikte düşününce hepimizin böyle bir birlikteliğe, ortak harekete ihtiyacının olduğunu gördük. Sonra adım adım dernekleşmeyi öğrendik, birbirimizi tanıdık, gönüllü çalışmayı deneyimledik, planlar yaptık. Nitelikli, kalıcı etkisi olan, iyi işler yapmayı-yapabilmeyi hedefliyoruz. Derneğimizin ilk etkinliği birkaç ay önce Haziran’da gerçekleştirildi. Hitit Üniversitesi’nden Nur Şat hocamızın yürütücülüğünü üstlendiği TÜBİTAK destekli bir eğitim düzenledik: “Kamu Yönetiminde Nitel Araştırma Eğitimi.” Kamu Yönetimi Kongresi, ikinci etkinliğimiz. Bir yıl önce bu kongre için yola çıktığımızda ilk adımlarımızdan biri Kongremizin Bilim Kurulunu oluşturmaktı. Bilim Kuruluna davetimizi destekleyici mesajlarla kabul eden değerli hocalarımıza teşekkür ediyor, saygılarımızı sunuyoruz. Onların samimi geri bildirimleri diğer adımları atmamız için bize güç verdi, cesaret verdi. Bilim Kurulunu oluşturduktan sonra çağrı metnimizi ve temalarımızı ilan ederek Kongremizi duyurmaya başladık. Çağrımıza kulak veren, ilgi gösteren, karşılıksız bırakmayan herkese, hepinize teşekkür borçluyuz. Türkiye’nin bugünkü ekonomik koşullarında böyle büyük ölçekli bir organizasyon yapmak, üstelik bu organizasyonu hiçbir kurumdan, kuruluştan destek almadan yapmak kolay değil. Ancak biz kongre için yola çıkarken bağımsız kalabilmeye ve tüm süreci kendi istediğimiz biçimde yönetmeye-yönlendirmeye karar verdik. Bu kararı iki destekle uygulayabildik, dernek üyelerimizin 2023 yılı aidatları ve kongre katılımcılarının bildiri tam metinleriyle birlikte gönderdikleri dayanışma katkıları. Üyelerimize ve tüm katılımcılara sağladıkları mali kaynak için müteşekkiriz. Kamu Yönetimi Kongresini hayal eden, tasarlayan, adım adım inşa eden düzenleme kurulundaki sevgili arkadaşlarıma çok teşekkür ederim. Bu süreci onlarla birlikte yönetmek büyük bir zevkti. Bizi bugün Ankara’da bir araya getiren iki konu var; Cumhuriyet ve kamu yönetimi. Ben bu iki konuyu yan yana düşündüğümde aklımda beliren ilk şey “daha iyi bir yaşam umudu” oluyor. Cumhuriyet’i daha iyi bir yaşam umudu fikrine bağlıyor olmam kuşkusuz Türkiye’de cumhuriyetin kuruluş süreciyle ilgili. Bu süreci düşününce bilimle, eğitimle, sanatla ve çağdaş bir uygarlık tasarımıyla herkes için daha iyi bir yaşam inşa etme fikri hep öne çıkıyor zihnimde. Ayrıcalıkları kaldıran, kimsesizlerin kimsesi olan bir cumhuriyet. Bu nedenle cumhuriyeti eşitlik fikriyle, ortak yarar fikriyle, özgürlük fikriyle beraber düşünebiliyorum. Bugün Cumhuriyet tarihi boyunca yapılanları, yapılamayanları, eksik kalanları değerlendirebilmek ve daha ileriye taşıyabilmek olanağına sahibiz. Kamu yönetimini de bu bağlamda hem toplumun yönetimi olarak tüm unsurlarıyla birlikte hem de bilimsel bir araştırma alanı olarak düşündüğümde yine “iyi bir yaşam umudu”ndan ayıramıyorum. Çünkü hepimiz daha iyi bir yaşam istiyoruz, kendimiz için, çocuklarımız için, bu çağı paylaştığımız tüm diğer insanlar için, gelecek nesiller için, bir parçası olduğumuz doğa için. Ayrıcalıklar olmadan, eşit, ortak iyiliğimizi gözeterek işleyen bir sistemin inşasında ve sürdürülebilmesinde kamu yönetiminin kritik öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Anayasanın “İnsanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartların hazırlanması” biçiminde tarif ettiği dünyanın kurulması için kamu yönetimi önemli. Çocuklarımızın düşüncelerinin, emeklerinin, rüyalarının uzak geleceklere taşınması için kamu yönetimi önemli. Kamu yönetimi toplumun geleceği için önemli. Kongremizin teması bu iki kavramı yan yana getiriyor: “Cumhuriyet’in 100. Yılında Nasıl Bir Kamu Yönetimi?” İki gün boyunca 21 oturumda sunulacak bildiriler hem 100 yılı değerlendirmemize hem bugünü anlamamıza hem de geleceğe dair beklentilerimiz üzerine birlikte düşünmemize olanak sağlayacak. Kapanış Forumu’nda da “Cumhuriyet’in 100. Yılında Nasıl Bir Kamu Yönetimi” sorusunu sunulan bildiriler ışığında tartışma olanağımız olacak. Kongremize bildiri göndererek birlikte öğrenmemize ve birlikte düşünebilmemize imkân sunan tüm katılımcılara, oturumları yönetmeyi üstlenen değerli hocalarımıza, bugün aramızda dinleyici olarak bulunan değerli misafirlerimize içtenlikle teşekkür ediyoruz. Sağ olun, var olun. İÇİNDEKİLER / CONTENTS Açılış Bildirisi / Keynote Speech The Opening of the Keynote Speech by Jos C. N. Raadschelders: Talking Points……………………………………………….................7 Açılış Oturumu: Kuram ve Uygulama / Opening Session: Theory and Practice Kamu Yönetiminin Ekonomi Politiği: Kuramsal Bir Çıkış? ....................................................................................................................... 10 The Political Economy of Public Administration: A Theoretical Exit ....................................................................................................... 12 Afet ve Acil Durum Yönetiminde Mülki İdare ................................................................................................................................................ 14 Territorial Administration in Disaster and Emergency Management ...................................................................................................... 16 Birinci Oturum: Hükümet Sistemi / Session 1: Government System Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Kamu Yönetimi............................................................................................................................... 19 Government System Change and Public Administration in Turkey ........................................................................................................ 20 Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde Merkezileşmenin İki Boyutu: Kişiselleşme ve Çok Parçalılık .................................................... 21 Two Aspects of Centralization in the Presidential Government System of Turkey: Personalization and Fragmentation ......... 23 657 Öldü, Çok Yaşa 703 sayılı KHK: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Yeni İstihdam Türleri ........................................................ 25 657 is dead, long live Decree Law No. 703: New Public Employment Types for the Turkish Presidential Government Regime ....... 26 Başkanlık Sistemlerinde Bürokrasinin Siyasi Denetimi: Türkiye Örneği ....................................................................................................... 27 Political Control Of Bureaucracy In Presidential Systems: The Case Of Turkey...................................................................................... 29 İkinci Oturum: Mülki ve Yerel Yönetim / Session 2: Provincial and Local Government Sürdürülebilir Kalkınmada Belediyelerin Rolü: İstanbul’da Bir İlçe Belediyesi Örneği ................................................................................ 32 Municipal Policy (In)Capacity in Istanbul for Sustainable Development................................................................................................. 33 İklim Değişikliği Karşısında Yerel Yönetimlerin Rolü Türkiye’deki Büyükşehir Belediyeleri Üzerinden Bir Değerlendirme ....... 34 An Assessment of the Role of Local Governments in the Face of Climate Change through Metropolitan Municipalities in Turkey .......................................................................................................................................................................................................... 35 Marmara Havzasındaki Büyükşehir Belediyelerinin Su Yönetim Stratejileri ................................................................................................ 36 Water Management Strategies of Metropolitan Municipalities in the Marmara Basin ........................................................................... 38 Kayyım Atanan Belediyelerin İdari Teşkilattaki Yeri ...................................................................................................................................... 40 The Place of Trustee-Appointed Municipalities in the Administrative Organization ..................................................................... 42 Mülki İdare Birimlerinin Artması ile Popülist Siyaset Arasındaki İlişki: ANAP Örneği (1983-1991) ........................................................... 44 The Relationship Between the Increase in Civil Administrative Units and Populist Politics: The Case of ANAP (1983-1991) ............ 46 Üçüncü Oturum: Kamu Personeli / Session 3: Public Personnel Kamu Personelinin Güvence Arayışı Neden Bitmiyor?: 1911 Yılından Bir Belge .................................................................................. 49 Why Does The Search For Security By Public Personnel Never End? A Document From 1911 .................................................... 51 Stratejik Yönetim Açısından Üst Düzey Kamu Yöneticilerin Yetiştirilmesi Uygulamaları ile Nasıl Bir Kamu Yöneticisi Eğitim ve Yetiştirme Sistemi Oluşturulabileceğinin Örneklerle Değerlendirilmesi .................................................................................................... 53 Evaluation with Examples of How a Public Administrator Education And Training System can be Formed with The Practices of Training Senior Public Administrators in Terms of Strategic Management ......................................................................................... 55 Danıştay Birinci Daire Kararları Doğrultusunda Yükseköğretim Üst Kuruluşları ile Yükseköğretim Kurumları Yöneticileri ve Personeli Ceza Soruşturma Usulü ................................................................................................................................................................... 57 Criminal Investigation Procedure for Higher Education Superior Institutions and Higher Education Institutions Administrators and Personnel in Accordance with the Decisions of the First Chamber of the Council of State ......................................................... 59 Kamu Yönetiminde Hizmet Sunumunun Temel İlkeler Çerçevesinde Değerlendirilmesi ................................................................... 61 Evaluation of Presentation of Service in Public Administration Within the Context of Basic Principles ..................................... 63 1 Dördüncü Oturum: Kamu İşletmeleri (1) / Session 4: Public Enterprises (1) Türkiye Cumhuriyeti’nin İnşasında ‘Buğday Siyaseti’ Ulusun Ekmek Üzerinden Fethi (mi?) ................................................................ 66 'Wheat Politics' in the Construction of the Republic of Türkiye Conquest of the Nation through Bread (?) .......................................... 68 Pamuk Ektik, Pamuklu Dokuduk Bir Tarım Ürününün Türkiye’de Sanayileşme ve Emek Sürecine Katkıları ..................................... 70 We Planted Cotton, We Weaved Cotton Contributions of an Agricultural Product to Industrialization and Labor Process in Turkey ....................................................................................................................................................................................................................... 71 Cumhuriyet’in Şekeri: “Pancar Olmasa İdi, İcadı Gerekirdi...................................................................................................................... 72 Sugar of The Republic: “If not for the sugar beet, it would have had to be invented” .................................................................... 73 Cumhuriyet’in Yüzyıllık Hikâyesinde Demir-Çelik: “Aydınlık” ve “Karanlık” Yüzü.......................................................................... 74 Iron-Steel in the 100-Year History of the Republic: “Bright” and “Dark” Sides ....................................................................................... 75 Kamu Müdaheleleri Üzerinden Dönüşen Bir Ürünün (Kömür) Öyküsü ................................................................................................ 76 The Story of a Product Transformed by Public Policies: Coal ............................................................................................................. 77 Beşinci Oturum: Yurttaşlık / Session 5: Citizenship Modern Devlet-Yurttaş İlişkisinin Gelişimi Bağlamında Cumhuriyet’in Kuruluş Döneminde Kamu Hizmetine Girme Hakkı ... 79 The Right to Enter Public Service in the Foundation Period of the Republic in the Context of the Development of Modern StateCitizen Relationship ................................................................................................................................................................................... 81 Eşitsizlikleri Kamu Politikaları Kapsamında Düşünmek: Yurttaşlık Üzerine Bir Değerlendirme ...................................................... 83 Thinking Inequalities in the Context of Public Policies: An Evaluation on Citizenship .................................................................. 85 Sanata Devlet Desteği: Erken Cumhuriyet Döneminde Vergi Düzenlemeleri ........................................................................................... 87 State Support for Art: Tax Regulations in the Early Republic Period .................................................................................................... 88 Türkiye`de Neoliberalizm Bağlamında Askerlik Hizmetinin Metalaşma Eğilimi ................................................................................. 89 The Tendency Towards Commodification of Military Service in the Context of Neoliberalism in Turkey ................................. 90 Kamu Görevine Atanmada Sadakat mi? Liyakat mi? ................................................................................................................................. 91 Loyalty or Merit in Public Appointments ............................................................................................................................................... 93 Altıncı Oturum: Afet ve Göç Yönetimi / Session 6: Disaster and Migration Administration Cumhuriyetin İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye’de Göç, Değişen Demografi ve Göç Yönetimi ........................................................... 96 Migration, Changing Demography and Migration Management in Türkiye While Enter the Second Century of the Republic ... 98 Afet ve Göç Yönetimi Perspektifinden Gaziantep ve Hatay Büyükşehir Belediyelerinin Stratejik Plan ve Faaliyet Raporlarına Bakış ........................................................................................................................................................................................................................... 100 An Overview of the Strategic Plans and Annual Reports of the Metropolitan Municipalities of Gaziantep and Hatay from the Perspective of Disaster and Migration Management ............................................................................................................................ 101 Hayvan Hakları Çerçevesinde Türkiye’de Afet Yönetim Sisteminin Değerlendirilmesi .................................................................... 102 Evaluation of the Disaster Management System in Turkey within the Framework of Animal Rights ....................................... 104 Merkezi Yönetim- Yerel Yönetim İlişkileri Bağlamında Afet Yönetimi: Mersin Büyükşehir Belediye Örneği..................................... 106 Disaster Management in the Context of Central Government-Local Government Relationship: The Case of Mersin Metropolitan Municipality ............................................................................................................................................................................................... 108 2 Yedinci Oturum: Kurumsal Dönüşüm / Session 7: Institutional Transformation Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Merkezileşme Süreçlerinde Müftülük Kurumu ve Taşra Müftüleri .............................................................. 111 The Mufti Institution and Provincial Muftis in the Centralization Processes from the Ottoman Empire to the Republic .................. 113 Diyanet’in Sosyal İçerikli Din Hizmetleri Perspektifi Üzerine Değerlendirmeler.................................................................................... 115 Some Considerations on Diyanet's Socially-Oriented Religious Service Perspective .................................................................... 117 Kamu Varlıklarının Özel Mülke Dönüşümünde Vakıflar .......................................................................................................................... 119 The Waqfs in the Transformation of Public Assets into Private Property ........................................................................................... 121 Sınıfı Örtme(Me)k: Kamu Yönetiminde Esnaf Meslek Kuruluşlarını Anlarken Yeni Bir Paradigma Mümkün Mü?.......................... 123 (Un)Covering The Class: Is A New Paradigm Possible In Understanding The Professional Organization of Small Tradesmen In Public Administration? ............................................................................................................................................................................. 124 Neoliberal Politikaların Gölgesinde Türkiye’de Eğitimin Dönüşümü: Anadolu Liseleri “Bir İhtimaldi, Çok da Güzeldi” .............. 125 Transformation of Education in Turkey under the Shadow of Neoliberal Policies: Anatolian High Schools 'It Was a Possibility, and It Was Quite Beautiful' ..................................................................................................................................................................... 126 Sekizinci Oturum: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği / Session 8: Gender Equality Cumhuriyetin İkinci Yüzyılının “İkinci Cinsiyeti” ...................................................................................................................................... 128 The “Second Sex” of the Second Century of the Republic .................................................................................................................... 130 Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Yönelik Kamu Politikaları: Avrupa Komisyonu Türkiye Raporları Üzerinden Bir İnceleme............................................................................................................................................................................................................ 132 Public Policies Towards Women's Rights and Gender Equality: A Review Based on the European Commission Turkey Reports ..................................................................................................................................................................................................................... 133 Toplumsal Cinsiyetin Yerel ve Ulusal Düzeyde Kadın Temsilci Oranına Etkileri................................................................................... 134 The Effects of Gender on the Ratio of Female Representatives at Local and National Levels .......................................................... 136 0-3 Yaş Çocuğu Olan Kadınların Sosyalleşme Deneyimleri: Annelik ve Kadınlık Arasında Kalmak .............................................. 138 Socialization Experiences of Women with 0-3 Years Old Children: Cast between Motherhood and Women (Hood)............. 140 Davranışsal Kamu Yönetimi Merceği ile Bilim ve Sanat Merkezi Öğrencilerinin Matematiksel Kaygı Düzeyleri ile Cinsiyetleri Arasındaki İlişki............................................................................................................................................................................................... 142 The Relationship Between the Level of Mathematical Anxiety and Gender among Students from the Centers for Science and Art within the Behavioral Public Administration Lens................................................................................................................................ 144 Dokuzuncu Oturum: Yönetime Katılma / Session 9: Participation in Governance Kamu Yönetiminde Yönetişim ve Uygulama Örnekleri ............................................................................................................................. 147 Examples Of Governance and Practice In Public Administration ....................................................................................................... 148 Hayata Geçirilemeyen Bir Hayal Eskimeyen Bir Kavram Olarak “Katılma” ........................................................................................... 151 "Participation" As A Never Aging Concept, A Dream That Cannot Be Realized ...............................................................................153 Kamu Yönetiminde Demokratik Bir Yapı ve İşleyişin Olanak ve Sınırları............................................................................................ 155 Democratic Structure in Public Administration and Functioning Possibilities and Limits .......................................................... 156 Kent Yönetimine Katılımda Alternatif Yollar: Gültepe Deneyimine İlişkin Gözlemler ...................................................................... 157 Alternative Ways to Participate in City Administration: Observations on the Gültepe Experience ........................................... 159 Deniz Yönetişimi ve Türk Kamu Yönetimindeki Yeri................................................................................................................................. 161 Marine Governance in Turkish Public Administration ......................................................................................................................... 163 3 Onuncu Oturum: Tarım Sektörünün Yönetimi / Session 10: Administration of the Agricultural Sector Türkiye’de Tersine Göç Eğilimi ve Alternatif Yerleşim Politikaları Geliştirme Zorunluluğu ................................................................ 166 Reverse Migration Trend in Turkey and the Necessity of Developing Alternative Settlement Policies.......................................... 168 Kır ve Kent Bağının Yeniden Sağlanması: MoniBostan Ekoloji Kampüsü................................................................................................ 169 Restoring the Link Between Rural and Urban: MoniBostan Ecological Campus............................................................................... 171 Rusya-Ukrayna Savaşıyla Birlikte Tahıl Yönetiminde Yeni Düzen Tartışmaları ................................................................................. 173 New Order Discussions in Grain Administration Under the Conditions of the Russo-Ukrainian War ..................................... 175 Tarımın Metalaştırılmasında Devletin Rolü: Türkiye Tarımı .................................................................................................................. 177 The Role of the State in the Commodification of Agriculture: Turkish Agriculture ...................................................................... 179 Türkiye ile Sudan Arasında İkili Tarımsal İşbirliği ve Ortaklığına İlişkin Anlaşma’nın Politika Başarısı Kapsamında Değerlendirilmesi ........................................................................................................................................................................................... 181 Evaluating the Bilateral Agricultural Cooperation and Partnership Agreement between Turkey and Sudan in the Framework of Policy Success ....................................................................................................................................................................................... 182 On Birinci Oturum: Yönetim Bilimi / Session 11: Administrative Science “Yönetim”in “Anlam”ı ................................................................................................................................................................................... 184 “Meaning” of “Administration” .............................................................................................................................................................. 185 Yönetim Bilimi Ne Anlama Gelmektedir ve Niçin Yönetim Bilimi Öğrenimi Görülür? Alman Yönetim Bilimi Geleneğinde Ayrıksı Bir Akademisyen: Walter Carl Norden ............................................................................................................................................................... 187 What Does Public Administration Mean and Why is Public Administration Studied? A Distinctive Scholar in the Tradition of German Administrative Science: Walter Carl Norden .......................................................................................................................... 189 Bürokraside Devlet Yönetimi Bilgisi Üreten Araştırmacı Kurullar: Tetkik Heyetleri.............................................................................. 191 Research Committees Generating State Administration Knowledge in Bureaucracy: Inspection Committees ............................. 193 1999’dan 2023’e; Depreme Müdahalede Yönetişimsizlik Boyutunu Koordinasyon Ekseninde Tartışmak .......................................... 195 Discussing the Dimension of Governance in Earthquake Response from 1999 to 2023 in terms of Coordination ......................... 197 On İkinci Oturum: Eğitim ve Araştırma / Session 12: Education and Research Bürokrasi ile Üniversite Arasında Bir İdari Reform Kurumu: Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (1953-1980) ............. 199 An Administrative Reform Institution Between Bureaucracy and University: Public Administration Institute for Turkey and the Middle East (1953-1980) ............................................................................................................................................................................ 200 Türkiye’de Bilimsel ve Teknik Konularda İdari Karar Süreçlerinde Yaşanan Zayıflama: TÜBİTAK Örneği ....................................... 201 Administrative Decision Making Processes in Scientific and Technical Issues in Turkey: The Case of TÜBİTAK ............................. 203 Yükseköğretimde Fiili Kısmi Özerklikten Hiyerarşik Bürokrasiye: Türkiye’de “Girişimci Üniversite” Modelinin Uygulanabilirliği ........................................................................................................................................................................................................................... 204 From De facto Partial Autonomy to Hierarchical Bureaucracy in Higher Education: Applicability of the “Entrepreneurial University” Model in Turkey.................................................................................................................................................................. 205 1920’den 2023’e: Akademisyen Milletvekilleri Üzerine Bir İnceleme ........................................................................................................ 206 1920 to 2023: A Study on Academic Members of Parliament ............................................................................................................ 208 On Üçüncü Oturum: Hukuk ve Demokrasi / Session 13: Law and Democracy Anayasa Değişikliği Referandumlarında %50+1 Yeterli midir?: İstatistiksel Bir Analiz * ........................................................................ 211 Is 50% + 1 Sufficient in Constitutional Amendment Referendums?: A Statistical Analysis .............................................................. 213 Anayasa Mahkemesinin Tarihine ve İşlevine dair Post-Post Kemalist Bir Okuma Denemesi ............................................................... 215 A Post-Post-Kemalist Reading Attempt on the History and Function of the Constitutional Court ............................................ 217 Çevre Protestolarını Parti Siyasetinin Üstünde Tutma Mücadelesi: Cerattepe Örneği ....................................................................... 219 A Struggle to Keep Environmental Protests Above Party Politics: The Cerattepe Case ............................................................... 219 Sendika Özgürlüğü Güvencesinin Geliştirilmesi Üzerine Öneriler: 6356 Sayılı Kanun’un 25. Maddesinin Yeniden Değerlendirilmesi ........................................................................................................................................................................................................................... 221 Suggestions on Improving the Security of Trade Union Freedom: Re-evaluation of Article 25 of Law No. 6356 .......................... 223 4 On Dördüncü Oturum: Sosyal Politika / Session 14: Social Policy Türkiye’de Engellilik Politikası .................................................................................................................................................................... 226 Disability Policy in Turkey ...................................................................................................................................................................... 227 Kamu Yararı Bağlamında Türkiye’de Sosyal Konut Politikaları ve Barınma Hakkı ............................................................................... 230 Social Housing Policies and the Rights to Housing in Turkey in the Context of Public Interest ...................................................... 231 Türkiye’de Çocuk Yoksulluğu Kamu Politikalarının Çoklu Akış Yöntemi ile Analiz Edilmesi ........................................................ 234 Analyzing Child Poverty Public Policies in Turkey with the Multi-Stream Method......................................................................... 235 Kapsamlı Bir Sosyal Politika Aracı Olarak Temel Gelir............................................................................................................................ 236 Basic Income as an Extensive Social Policy Instrument ...................................................................................................................... 238 On Beşinci Oturum: Kamu İşletmeleri (2) / Session 15: Public Enterprises (2) Türkiye’de Liberal Hegemonyanın Kökenleri: Demokrat Parti’nin Kamu İşletmelerine Yaklaşımı ..................................................... 241 The Origins of Liberal Hegemony in Turkey: The Democratic Party's Approach to Public Enterprises......................................... 242 Kuşaklar Boyu Halk Katkısı’ ya da ‘Devletin Sırtındaki Kambur’: Türkiye’nin Özelleştirme Gündemi (1987-1993) .................... 243 'Generations of Public Contribution' or 'The Hump on the State's Back': Turkey's Privatization Agenda (1987-1993)............ 244 “Duman Edilen” Kamu Varlıkları: 2003-2007 Yıllarında Türkiye’de Özelleştirme Süreçleri ................................................................. 245 “Hammered” State-Owned Enterprises: Privatisation Processes in Turkey Between 2003-2007 ..................................................... 247 Türkiye’de Posta Politikalarının Dönüşümü: Üç Dönem Analizi .............................................................................................................. 249 Transformation of Postal Policies in Turkey: Three Period Analysis .................................................................................................. 251 On Altıncı Oturum: Kriz ve Afet Yönetimi / Session 16: Crisis and Disaster Administration Afet Durumunda Kamulaştırma ve Devletleştirmenin İşlevi.................................................................................................................. 254 The Function of Expropriation and Nationalization in Case of Disaster ......................................................................................... 256 İnsani Kriz ve Göç: Karmaşıklık Ontolojisi Üzerine Bir Deneme............................................................................................................... 258 Humanitarian Crisis and Migration: An Essay on the Ontology of Complexity ............................................................................ 260 Türkiye’de Afet Yönetimi: 2021 Manavgat Orman Yangını Örneği ....................................................................................................... 262 Disaster Management in Turkey: Example of 2021 Manavgat Forest Fire ...................................................................................... 264 Göç Politikaları ve Yerel Yönetimlerin Rolü: Suriyeli Göçmenler Örneği ............................................................................................. 266 Migration Policies and the Role of Local Governments: The Case of Syrian Migrants ................................................................. 268 On Yedinci Oturum: Teknoloji ve Yönetim / Session 17: Technology and Administration Yapay Zekanın Katılımcılık Süreçlerinde Uygulanabilirliği Üzerine Bir Değerlendirme ....................................................................... 271 An Analysis About the Applicability of Artificial Intelligence in Participation Processes ................................................................ 273 Türk Kamu Yönetiminde Açık Devlet Verisi Uygulamaları: Büyükşehir Belediye Portalları Üzerine Bir İnceleme* ......................... 275 Open Government Data Applications in Turkish Public Administration: A Study on Metropolitan Municipality Portals*........ 277 Avrupa Güvenli E-Kimlik Deneyimi Işığında Türkiye İçin Dersler .......................................................................................................... 278 Lessons For Türkiye In The Light of the European Secure E-Id Experience ................................................................................... 280 Kamu Yönetiminde Dijital Dönüşüm ve Dijital Çağ Yönetişimi’nin Siber Güvenlik Ekseninde Değerlendirilmesi ........................... 283 Evaluation of Digital Transformation and Digital Age Governance in Public Administration on the Axis of Cyber Security .... 285 Şirketleşen Yerel Yönetimler ve Blockchain ................................................................................................................................................. 287 Corporated Local Governments And Blockchain .................................................................................................................................. 288 5 On Sekizinci Oturum: Yerel Yönetimler / Session 18: Local Governments Kentsel Politika Yapımı ve Uygulamada Kent Konseylerinin Rolü: Selçuklu ve Nilüfer Belediyeleri Üzerinden Karşılaştırmalı Bir Analiz ............................................................................................................................................................................................................... 290 The Role of City Councils in Urban Policy Making and Implementation: A Comparative Analysis through Selçuklu and Nilüfer Municipalities ............................................................................................................................................................................................ 292 6360 Sayılı Kanun Çerçevesinde Yapılan Değişikliklerin Kentsel Hizmetlerin Kırsal Kesime Sunumu Üzerindeki Etkileri........ 294 Effects of the Amendments Made Under the Law No. 6360 on the Provision of Urban Services to Rural Areas ..................... 296 Türkiye’de Kentsel Dönüşüm Politikalarının Kalkınma Planları Çerçevesinde İncelenmesi ve Afet Yönetimine Etkisinin Değerlendirilmesi ........................................................................................................................................................................................... 298 Examining Urban Transformation Policies in Turkey within the Framework of Development Plans and Evaluating Their Impact on Disaster Management............................................................................................................................................................ 300 Hak Arama Hürriyeti Kapsamında Adli Yardım Sistemine Belediyeler ve İl Özel İdarelerinin Nasıl Bir Katkısı Olabilir? ......... 302 What Kind of Contribution Can Municipalities and Special Provincial Administrations Make to the Legal Aid System within the Scope of the Freedom to Seek Rights?............................................................................................................................................. 303 Kocaeli İlçe Belediyeleri Web Sayfaları Üzerinden Türkiye’de Bilgi Edinme Hakkı İncelemesi ............................................................ 304 Examination of the Right to Obtain Information in Turkey through the Web Pages of Kocaeli District Municipalities ............... 305 On Dokuzuncu Oturum: Kamu Hizmeti / Session 19: Public Service Türkiye’de Kamu Hizmeti Kavramının Tarihsel Dönüşümü: Kamu Yönetiminden-Yeni Kamu Yönetimi Anlayışına, 1923-2023 Dönemi Değerlendirmesi .............................................................................................................................................................................. 309 Historical Transformation of the Concept of Public Service in Turkey: From Public Administration to the New Public Administration Concept, 1923-2023 Period Evaluation ...................................................................................................................... 311 Türk Kamu Yönetiminde Bürokrasi Kavramının Gelişimi: Dönemsel Bir İnceleme ........................................................................... 313 Development of the Concept of Bureaucracy in Turkish Public Administration: A Periodic Review ........................................ 314 Deprem Sonrası Enkaz Kaldırma Faaliyetlerinde Ortaya Çıkan Asbest ve İdarenin Sorumluluğu .................................................. 315 Asbestos Emerging During Debris Removal Activities After the Earthquake and the Responsibility of the Administration 317 Çoklu Krizlerde Lgbti+ Bireylerin Kamu Hizmetlerine Erişimi ................................................................................................................. 319 LGBTI+ People’s Access To Public Service In Multiple Crises ............................................................................................................. 321 Yirminci Oturum: Kamu Politikası / Session 20: Public Policy Kamusal Sorumluluktan Hızlı Tüketime Sporun Ticarileşmesi, Neoliberalizm ve Kamu Yönetimi..................................................... 324 The Commercialization of Sports: From Public Responsibility to Fast Consumption under Neoliberalism ............................. 326 Türkiye’de Kamu İsraf Politikalarının Analizi ........................................................................................................................................... 328 An Analysis of Waste Policies in Türkiye ............................................................................................................................................. 330 Türkiye’de Hayvanların Korunması Politikasının 100 Yılı ...................................................................................................................... 332 100 Years of Animal Protection Policy in Turkey.................................................................................................................................. 333 Belediye Personeli Bakımından Türkiye ve Fransa Karşılaştırması........................................................................................................... 334 Comparison of Türkiye and France in terms of Municipal Personnel................................................................................................. 336 6 AÇILIŞ BİLDİRİSİ / KEYNOTE SPEECH The Opening of the Keynote Speech by Jos C. N. Raadschelders: Talking Points1 Dear Distinguished Participants, I would like to extend a warm welcome to all of you on behalf of the Public Administration Association, which was founded in 2022 in Turkey to promote the principles of justice, equality, and public interest in public administration through organizing academic activities, developing projects, and publishing scientific works. The first international scientific activity of the Association, International Congress on Public Administration will be held at the end of this month in Ankara. In honor of the 100th Anniversary of the Republic, the theme of the Congress was chosen as “What kind of a Public Administration in the 100th Anniversary of the Turkish Republic”. In the panels that will take place over the two days, the practice and theory of public administration in Turkey will be discussed together with the projections for its future. As you might know, this webinar is organized as a part of the International Congress on Public Administration. We would like to thank Prof Jos Raadschelders once again for kindly accepting the invitation to deliver the keynote speech at the Congress. Due to the time difference between Turkey and the USA, however, the Organizing Committee chose to hold this keynote speech as a separate online session prior to the Congress. Let me note that, with Professor Jos’s permission, this online session will be recorded and broadcast during the opening of the Congress. I would like to provide you with a brief bio of Prof Jos Raadschelders. Dr. Jos does research about public administration theories, the history of government, comparative government, and civil service systems, and offers courses on these subjects as well. He currently serves as the associate dean for faculty development of the John Glenn College of Public Affairs at the Ohio State University and has been a faculty member since 2011. Previously he served as assistant and associate professor of public administration at the University of Leiden (1983-1998) and as associate and full professor of public administration at the University of Oklahoma. He served as coeditor in chief (2024-2026) and managing editor of Public Administration Review (2006-2011) and is a fellow of the National Academy of Public Administration (NAPA). Prof Jos is well-known among Turkish scholars that his books are often used as textbooks for public administration courses. Let me give you a brief list of the books he authored: Jos C. N. Raadschelders'ın açılış bildirisi, Türkiye ile ABD arasındaki saat farkı nedeniyle Kongre tarihinden bir hafta önce düzenlenen webinarla kayda alınmıştır. Webinar, Doç. Dr. Aslı Yılmaz Uçar tarafından yönetilmiştir. / Jos C. N. Raadschelders' keynote speech was recorded in a webinar organised one week before the Congress due to the time difference between Turkey and the USA. The webinar was moderated by Assoc. Prof. Dr. Aslı Yılmaz Uçar. 1 7 • • • • • • “Introduction to Governance, Government and Public Administration” (2023) with Aimee L. Franklin. “Mastering Public Administration: From Max Weber to Dwight Waldo” (2023, 4th Ed) with Brian Fry. “The Three Ages of Government, From the Person to the Group to the World” (2020) “Foundations of Public Administration” (2017) (with Richard J. Stillman) (eds) “Government: A Public Administration Perspective” (2003) “Handbook of Administrative History” (1998) He is a public administration researcher who believes that public administration is an interdisciplinary field, and he is looking for traditions, principles, and approaches that go beyond national boundaries and beyond the time that we live in. That is why the Public Administration Association invited Prof Jos Raadschelders for a keynote address. I am quite sure that we will draw many conclusions about public administration and its future in Turkey from Jos’s address. I know everyone is eagerly anticipating his address. I will leave the floor to Jos for his talk immediately; we will then have a Question-and-Answer session that lasts at least 15 minutes. Now, I would like to invite Jos to deliver his address on “The Future of Government and its Study of Public Administration: Accountability for Democracy.” Thank you. Aslı Yılmaz Uçar 8 AÇILIŞ OTURUMU 26.10.2023 11:00-12:00 Vişnelik Salonu Kuram ve Uygulama Oturum Başkanı: Koray Karasu Kamu Yönetiminin Ekonomi Politiği: Kuramsal Bir Çıkış? The Political Economy of Public Administration: A Theoretical Exit Argun Akdoğan Afet ve Acil Durum Yönetiminde Mülki İdare Territorial Administration in Disaster and Emergency Management Selim Çapar 9 Kamu Yönetiminin Ekonomi Politiği: Kuramsal Bir Çıkış? Akif Argun Akdoğan1 Özet Kamu yönetiminin bir disiplin olarak doğuşundan günümüze kadar yaşadığı kimlik krizi dünyadaki birçok ülkeyi etkileyen neoliberalizm ile birlikte devletin müdahale alanının daralması ile birlikte daha da ağırlaşmıştır. Türkiye’de bu sorunun yanı sıra akademik özgürlüklerde yaşanan gerileme devletin örgütlenmesini ve işleyişini amaç edinen kamu yönetimi disiplinin bilgiye erişimini sınırlamakta, görgül çalışma yapmayı zorlaştırmakta ve olumsuz sonuçlar doğurabileceği endişesiyle eleştirel nitelikte eser üretimini ve yayınlanmasını kısıtlamaktadır. Bu kısıtlılıklar, Türkiye’de kamu yönetimi yazınında betimsel çalışmaların artmasına, yeni kamu işletmeciliği gibi kuramların özellikle son yıllarda idari gerçekliği açıklamakta son derece yetersiz kalmasına rağmen kullanılmaya devam edilmesiyle kendisini göstermektedir. Siyaset bilimi ve iktisat gibi alanlarda bu değişim rekabete, seçime dayalı otoriteryanizm ya da delege edilmiş, liberal olmayan demokrasi gibi kavramlarla açıklanmaya çalışırken idarede yaşanan dönüşüm Türk kamu yönetiminde henüz bir karşılık bulamamıştır. Sosyoekonomik ve kültürel bağlamından koparılan Türk kamu yönetimi yazını bu çerçevede merkez-çevre ayrımının sürekliliği ya da “idari sorunlara reçete yazma” kıskacında yeniden üretilmektedir. Sosyoekonomik koşulların değişmesi ile birlikte reçeteler istenilen sonuçları doğurmamakta kamu yönetimi alanında çalışanların dünya görüşüne göre “daha doğru”, “daha etkin”, “daha kamucu”, “daha devletçi”, vb. yeniden yapılanması taleplerine aynı döngü içerisinde kalınarak yeni çözümler aranmaktadır. Bu çalışmada, “bürokratik dolayımlama” kavramına atıfla toplum, siyaset, kültür ve ekonomi boyutlarının tarihsel gelişimi dikkate alan ekonomik politik bir yaklaşımın Türk kamu yönetimi yazının tıkanmışlığını aşmakta ne ölçüde katkı sağlayabileceği tartışılmaktadır. Bu yaklaşım, toplum, siyaset, kültür ve ekonomik ilişkiler ile idari örgütlenme ve işleyiş arasındaki etkileşime tarihsel bir süreçte bakmaktadır. Çalışmada ekonomi politik analizin dört boyutu tartışıldıktan sonra yalnızca toplum boyutu üzerinden Romanya, Vietnam ve Hindistan örnekleri üzerinde toplum ve idare arasında geçmişte yaşanan etkileşimin günümüzde idari sisteme olan yansımalarına örnekler verilmektedir. Bu tür analizlerin özellikle tarihçiler arasında yaygın olduğu vurgulanarak Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde sınıf çıkarları doğrultusunda bürokrasinin kıyı kentlerinde, iç ve sınır bölgelerinden nasıl şekillendiği ile ilgili bir çalışmanın yöntem ve bulguları incelenmektedir. Makalenin sonuç bölümünde ekonomi politik yaklaşımın Türk kamu yönetiminde özellikle 1970’li yıllarda gündeme getirildiği ancak uzun dönemde etkili olamadığı vurgulanmaktadır. Tarihin günümüze 1 Prof. Dr., A. Argun Akdoğan, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi, argun.akdogan@asbu.edu.tr 10 olan etkisini incelerken yol bağımlılığına yapılan vurgu vakalar üzerinden yapılan bir analizin nasıl genellenebileceği ve uzun erimli tarihsel bir eğilimin nasıl değiştirilebileceği gibi iki temel kuramsal eleştiri ele alınmakta ve Türkiye’de bu yaklaşımı uygularken ortaya çıkabilecek bazı sorunlar tartışılmaktadır. Ekonomi politik yaklaşımın karşılaştırmalı analize olanak vermesi, idari sistemin etkileyen olduğu kadar etkilenen olduğunun kabul edilmesi ve kuramsal modelleri test etme olanağı sağlamasının günümüzde Türk kamu yönetiminde yaşanan tıkanıklığı aşmada yardımcı olabileceği ileri sürülmektedir. Anahtar Kelimeler: ekonomi politik, kamu yönetimi, kimlik krizi, bürokratik dolayımlama, tarih 11 The Political Economy of Public Administration: A Theoretical Exit Akif Argun Akdoğan 1 Abstract The identity crisis that public administration has been experiencing since its birth as a discipline has been further intensified by narrowing down of state’s domain of intervention as result of neoliberalism that has influenced many countries around the world. In addition to this problem, the decline in academic freedoms in Turkey limits access to information in the discipline of public administration, which directly studies the organization and functioning of the state, creating difficulties in conducting empirical studies, and restricting the production and publication of critical studies. These limitations are reflected in the increase of descriptive studies in the public administration literature in Turkey, and the continued use of theories such as new public management, even though they are extremely inadequate in explaining administrative reality, especially in recent years. While disciplines such as political science and economics try to explain this change with concepts such as competitive or electoral authoritarianism and delegated or illiberal democracy, the transformation in administration has not yet found a reflection in Turkish public administration literature resulting its detachment from its socioeconomic and cultural context. The discipline is reproduced in line with the center-periphery divide or writing “prescriptions for administrative problems”. With the change in socioeconomic conditions, the prescriptions do not produce the desired results, and new solutions are sought within the same cycle demanding for “more correct”, “more effective”, “more public”, “more statist”, etc. administrative restructuring. With reference to the concept of "bureaucratic entanglement", this study discusses whether the political economy approach that considers the historical development of the society, politics, culture, and economy can contribute to overcome the deadlock in the Turkish public administration literature. This approach examines the interaction between society, politics, culture and economy and administrative organization and functioning from a historical perspective. After discussing the four dimensions of political economy analysis, the paper uses the examples of Romania, Vietnam, and India to illustrate how the interaction between society and administration in the past is reflected in the administrative system today. Emphasizing that such analyses are common especially among historians, the methodology and findings of a study on how the bureaucracy was shaped in Ottoman coastal cities, inland and border regions in line with class interests are examined. In the concluding part of the article, it is emphasized that the political economy approach was brought to the agenda in Turkish public administration, especially in the 1970s, but was not effective in the long run. The emphasis on path dependency in examining the impact of history on the present is discussed in terms of two main theoretical criticisms: how a case-based analysis can be generalized and how a long-term historical trend can be changed, and some of the problems that may arise when 1 Prof. Dr., A. Argun Akdoğan, Social Sciences University of Ankara, argun.akdogan@asbu.edu.tr 12 applying this approach in Turkey. It is argued that the political economy approach, which allows for comparative analysis, recognizes that the administrative system is affected as well as affecting by other dimensions, and provides the opportunity to test theoretical models, can help overcoming the current bottleneck in Turkish public administration. Keywords: political economy, public administration, identity crisis, bureaucratic entanglement, history. 13 Afet ve Acil Durum Yönetiminde Mülki İdare Selim Çapar1 Özet Kamu yönetiminde yönetimden işletmeciliğe yönelen değişim ve gelişim süreci, 1970’li yıllarda yaşanan petrol krizinin ardından gelişmekte olan ülkeleri dış borç yükü altına sokan olaylar dizisi ile başlamış, borç krizine sürüklenen ülkeler, politika belirleme süreçlerinde ise uluslararası etkilere daha açık bir hale gelmişlerdir. Bu kapsamda 1980’li yıllardan itibaren devletin rolü, müdahaleci devletten, düzenleyici devlete doğru evrilmeye başlamış ve bu dönemde, ekonomik ve sosyal alanlar başta olmak üzere devletin ve kamunun etkinlik alanının daraltılması görüşü ön plana çıkmaya başlamıştır. Bununla birlikte deprem, sel, toprak, kayması, salgın hastalıklar gibi doğa kaynaklı felaketlerin yanı sıra insan faaliyetlerine bağlı kitlesel göç, terör olayları, şiddet hareketleri, siber saldırılar veya diğer asimetrik ve hibrit tehditler günümüz dünyasında ülkelerin karşı karşıya oldukları temel meydan okumaları oluşturmuş ve bu durumlar ortaya çıktığında ise olası sonuçları planlı bir şekilde yönetmek kamu yönetimlerine düşmüş ve bunun neticesinde de yönetişimi de içene alan daha etkin bir kamu yönetiminin zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Günümüz dünyasında kamu yönetimlerinin temel özelliklerinden bir tanesi ve belki de en önemlisi çıkması olası sorun alanlarını önceden öngörmek, engellemek ve bu sorunları kriz veya acil durumlara dönüşmeden önlemek oluşturmaktadır. Bu durumlar ortaya çıktığında ise planlı biçimde yönetmek kamu yönetimlerinin öncelikli görevleri arasında olmaktadır. Bu noktadan hareketle Türkiye'de hem kamu düzeninin ve güvenliğinin sağlanmasından hem de afet yönetiminden ülke genelinde İçişleri Bakanlığı, ülke topraklarının yönetiminin dayandığı mülki idare sistemi içindeki il ve ilçelerde ise merkezi idarenin temsilcisi sıfatıyla görev yapan mülki idare amirleri sorumlu ve yetkilidir. Ülkemizde geçmişten gelen bir anlayışa dayanan mülki idare sistemi, çeşitli aşamalardan ve düzenlemelerden geçerek son şeklini 1949 yılında yürürlüğe giren 5442 sayılı Kanun ile almıştır. Mülki idare sisteminin ortaya çıkışı ve gelişiminde ekonomik, toplumsal, siyasal ve teknolojik birçok farklı unsurun yön verici etkisi her zaman olmuştur. Devletin taşra yönetiminin temelini oluşturan mülki idare sistemi, tarihsel süreçte gelişerek ve dönüşerek günümüzdeki halini almıştır. Olağanüstü durumlarda “cankurtaran” fonksiyonu üstlenen mülki idare amirleri, diğer meslek gruplarından farklı olarak, kendilerine bağlı birimler ile buralarda görev alan personel üzerinde önderlik kabiliyetlerinin etkin olarak yerine getirilmesine dayanan bir meslek grubudur. Aynı zamanda mülki idare amirleri sivil toplum, özel sektör gibi, diğer aktörlerle etkin, dinamik ve devam edegelen bir eşgüdümü gerektiren, yapılması gereken faaliyetlerin her daim belirli olmadığı ve genellikle ortaya çıkan durumlarla ilgili zaman, 1 Doç. Dr., Selim ÇAPAR, İçişleri Bakanlığı, caparselim@gmail.com 14 olanak ve enformasyonun eksik olduğu durumlarda öngörü içinde ve zamanında etkin, etkili ve verimli kararlar alınması gereken önemli görevleri yerine getirmekle yükümlüdür. Türkiye, bulunduğu coğrafi konum, jeolojik yapı, yerleşim yerlerinin özellikleri, mevcut yapı stokunun elverişsizliği gibi farklı etkenlerden ötürü sıkça afet ve acil durumlar ile karşı karşıya kalmaktadır. Türkiye’de afetsellik ve güvenlikle ilgili tehditler var olduğu sürece; kriz ve acil durumların yönetiminde, mülki idare amirlerinin idarecilik bilgi ve becerilerine daha fazla ihtiyaç duyulduğu gerçeği göz önüne alınmalıdır. Bu çalışmada Türkiye’de afet ve kriz/acil durumların yönetiminde mülki idare amirlerinin; yetki, sorumluluk ve görevleri ile afet ve kriz/acil durumları yönetme kapasitesi ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Bu çalışmada öncelikle güvenlik, kriz, afet ve acil durum kavramlarına ilişkin kavramsal daha sonra bu bağlamda Türkiye’deki mülki idare sistemine ilişkin hukuksal bir çerçeve çizildikten sonra, ülke mevzuatında kriz ve acil durumlarında mülki idare amirlerine verilen görev ve yetkiler ele alınacaktır. Çalışmanın bulguları sonuç bölümünde paylaşılacak olup, çalışmada literatür taramasına dayalı nitel bir araştırma yöntemi takip edilecektir. Anahtar Kelimeler: kriz, afet, acil durum, mülki idare, 15 Territorial Administration in Disaster and Emergency Management Selim Çapar1 Abstract The process of change and development in public administration, from management to business administration, started with the series of events that put developing countries under the burden of external debt after the oil crisis in the 1970s, and countries dragged into debt crisis became more open to international influences in their policy-making processes. In this context, since the 1980s, the role of the state began to evolve from an interventionist state to a regulatory state, and in this period, the view of narrowing the field of activity of the state and the public, especially in economic and social areas, began to come to the fore. However, natural disasters such as earthquakes, floods, landslides, epidemics, as well as mass migration due to human activities, terrorist incidents, violent movements, cyber attacks or other asymmetric and hybrid threats have constituted the main challenges faced by countries in today's world. When situations arise, it is up to public administrations to manage the possible consequences in a planned manner, and as a result, the necessity of a more effective public administration that includes governance has emerged. One of the basic features of public administrations in today's world, and perhaps the most important one, is to foresee possible problem areas, prevent them and solve these problems before they turn into crises or emergencies. When these situations arise, managing them in a planned manner is among the primary duties of public administrations. Starting from this point, in Turkey, the Ministry of Interior is responsible and authorized for both ensuring public order and security and disaster management throughout the country, and territorial administrators who serve as representatives of the central administration in the provinces and districts within the territorial administration system on which the management of the country's territory is based. The territorial administration system, which is based on an understanding from the past in the country, went through various stages and regulations and took its final form with Law No. 5442, which came into force in 1949. Many different economic, social, political and technological elements have always had a guiding influence on the emergence and development of the territorial administration system. The territorial administration system, which forms the basis of the provincial administration of the state, developed and transformed throughout the historical process and took its current form. Provincial administrators, who undertake the "lifesaver" function in extraordinary situations, are a professional group that, unlike other professional groups, is based on the effective exercise of leadership abilities on the units under them and the personnel working Assoc. Prof. Dr., Ministry of Interior, caparselim@gmail.com 1 16 there. At the same time, provincial administrators can act proactively and on time in situations that require effective, dynamic and ongoing coordination with other actors, such as civil society and the private sector, where the activities to be carried out are not always clear and where time, opportunity and information are often lacking regarding the emerging situations. They are responsible for performing important duties that require effective and efficient decisions. Türkiye frequently faces disasters and emergencies due to different factors such as its geographical location, geological structure, characteristics of the settlements, and the unsuitability of the existing building stock. As long as there are disaster and securityrelated threats in Türkiye; The fact that administrative knowledge and skills of provincial administrators are needed more in the management of crises and emergencies should be taken into consideration. In this study, provincial administrators in the management of disasters and crisis/emergency situations in Türkiye; It is tried to reveal the authorities, responsibilities and duties and the capacity to manage disasters and crisis/emergency situations. In this study, firstly, the conceptual concepts of crisis, disaster and emergency, and then, in this context, after drawing a legal framework for the provincial administration system in Türkiye, the duties and powers given to provincial administrators in crisis and emergency situations in the country's legislation will be discussed. The findings of the study will be shared in the conclusion section, and a qualitative research method based on literature review is followed in the study. Keywords: crisis, disaster, emergency, civil administration 17 BİRİNCİ GÜN: BİRİNCİ OTURUM 26.10.2023 13:00-14:15 Yalıncak Salonu Hükümet Sistemi Oturum Başkanı: Fatma Eda Çelik Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Kamu Yönetimi Government System Change and Public Administration in Turkey Aslı Yılmaz Uçar Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde Merkezileşmenin İki Boyutu: Kişiselleşme ve Çok Parçalılık Two Aspects of Centralization in the Presidential Government System of Turkey: Personalization and Fragmentation Recep Aydın 657 Öldü, Çok Yaşa 703 Sayılı KHK: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Yeni İstihdam Türleri 657 is dead, long live Decree Law No. 703: New Public Employment Types for the Turkish Presidential Government Regime Levent Demirelli Başkanlık Sistemlerinde Bürokrasinin Siyasi Denetimi: Türkiye Örneği Political Control Of Bureaucracy In Presidential Systems: The Case Of Turkey Aslı Kan 18 Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Kamu Yönetimi Aslı Yılmaz Uçar1 Özet Hükümet sistemleri, modern devletlerin temel işlevleri olarak kabul edilen yasama, yürütme ve yargı erkleri ve organları (ve aslında temsil ettiği toplumsallık / kamusallık) arasındaki ilişki ve denge/denetleme mekanizmalarına göre kategorize edilir. Söz konusu indirgemeci yaklaşım bilimsel anlamda elverişli olsa da gerçekliğin açıklanmasını zorlaştırır. Oysa klasik eserlerde egemenlik birdir, bütündür ve kısaca kamusal işlerin örgütlenmesi sorunudur; yasama, yürütme ve yargı kamusal işlerin örgütlenmesinin kurumsallaşmasını gösterir ancak kamusal işlerin örgütlenmesi, yasama – yürütme – yargı arasındaki ilişkiler kadar, siyasal rejim, siyasal sistem ve kamu yönetimi örgütlenmesini de kapsayacak şekilde tartışılmalıdır. Son dönem rejim-sistem dönüşümü tartışmalarının düğüm noktasını da “yürütmenin güçlenmesi” oluşturmaya başlamıştır. Türkiye’de 2017 yılında kabul edilen Anayasa değişikliği ile hükümet sistemi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne dönüştürülmüştür. Anayasa hukukçuları, sistem değişikliğini yasama ve yürütme ve yargı erkleri arasındaki denge/denetleme mekanizmalarının eleştirisi üzerinden yürütmekte; siyaset bilimciler devlet, seçim sistemleri, popülizm, temel hak ve özgürlüklerin aşındırılması gibi “demokratik gerileme”, “neoliberal otoriteryanizm”, “seçimli otoriteryanizm” tartışmalarına odaklanmaktadır. Ancak Türkiye’de hükümet sistemi değişikliği, bu çalışmada iddia edileceği gibi yasama ile yürütme arasındaki denge-denetleme mekanizmalarının yeniden karılması kadar/dan öte yürütmenin kendi iç örgütlenmesi ile yürütme – kamu yönetimi arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlenmesini gerektirir. Bu çalışmanın amacı, hükümet sistemi ile kamu yönetimi arasındaki diyalektik belirlenim ilişkisine dikkat çekmektir. Bu amaçla, hükümet sistemi ile kamu yönetimi arasındaki ‘hayati’ ilişki, AKP iktidarları döneminde kullanılan ve hükümet sistemi değişikliğinin resmi gerekçesini oluşturan “bürokratik vesayet” söylemi ve yine aynı dönemde kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması süreci, siyasal boyutuyla ve tarihsel süreci içerisinde incelenerek, hükümet sistemindeki değişikliğin kamu yönetimi paradigmasındaki dönüşüm aracılığıyla başarıldığı ve bu nedenle kamu yönetimindeki paradigmatik dönüşümün çalışılması gerektiği iddia edilmiştir. Anahtar Sözcükler: cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, başkanlık sistemi, kamu yönetimi, bürokratik vesayet 1 Doç. Dr., Aslı Yılmaz Uçar, Altınbaş Üniversitesi, asli.ucar@altinbas.edu.tr 19 Government System Change and Public Administration in Turkey Aslı Yılmaz Uçar1 Abstract Government systems are categorized according to the relationship and check/balance mechanisms between the legislative, executive, and judicial powers and bodies (and in fact the sociality/publicity they represent), which are considered the basic functions of modern states. Although this reductionist approach is scientifically convenient, it makes it difficult to explain reality. However, in classical works, sovereignty is one, a whole, and in short, it is the problem of organizing public affairs; legislative, executive, and judiciary represent the institutionalization of the organization of public affairs, but the ‘organization of public affairs’ should be discussed in a way that includes the political regime, political system, and also public administration, as well as the relations between the legislature - executive judiciary. "Strengthening the executive branch" has begun to form the crux of the recent regime-system transformation discussions. With the Constitutional amendment adopted in Turkey in 2017, the government system was transformed into the Presidential Government System. Constitutional law literature focuses on the criticism of the check/balance mechanisms between the legislative, executive, and judicial powers; whereas political scientists focus on discussions of "democratic backsliding", "neoliberal authoritarianism", "elective authoritarianism" such as the state, electoral systems, populism, and the erosion of fundamental rights and freedoms. However, the change of government system in Turkey requires not only the reshuffling of the check-balance mechanisms between the legislature and the executive, as will be claimed in this study, but also the reorganization of the internal organization of the executive and the relations between the executive and public administration. The aim of this study is to draw attention to the dialectical relationship between the government system and public administration. For this purpose, the 'vital' relationship between the government system and public administration, the "bureaucratic tutelage" discourse used during the AKP governments and constituting the official justification for the change of the government system, and the process of restructuring the public administration in the same period, are examined in their political dimension and historical process, and the changes in the government system are examined. It has been claimed that the change was achieved through the transformation in the public administration paradigm and therefore the paradigmatic transformation in public administration should be studied. Keywords: presidential government system, presidential system, public administration in Turkey, bureaucratic tutelage 1 Assoc. Prof. Dr., Aslı Yılmaz Uçar, Altınbaş University, asli.ucar@altinbas.edu.tr 20 Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde Merkezileşmenin İki Boyutu: Kişiselleşme ve Çok Parçalılık Recep Aydın1 Özet 2018’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi ile, 2017 yılında başlayan süreç tamamlandı ve Türkiye’de başkanlık sistemine geçilmiş oldu. Yeni sistemde iki kanatlı yürütme yapısı değişti, yürütmeyi oluşturan Cumhurbaşkanlığı ve Bakanlar Kurulu yerine cumhurbaşkanının, bizatihi yürütmenin başı olduğu bir sistem yaratıldı. Bu süreçte hızlıca yayımlanan ‘geçiş kararnameleri’ni, yeni sistemin önemli yönetsel araçlarından olan cumhurbaşkanlığı kararnameleri (CBK) takip etti. Yeni sistem kurulur kurulmaz pek çok kurum bu yeni araçla baştan tasarlandı. Başkanlık sistemine geçiş sürecinde yeni idari yapının nasıl örgütleneceğine dair tartışmalar yeni bir merkezileşmeden söz etmekteydi. Bu merkezileşme, yürütmenin merkezinde cumhurbaşkanının yer aldığı, geleneksel olarak en güçlü idari ve siyasa geliştirici aktörlerden olan bakanlıklara ilaveten yeni tarz idari birimlerin yaratıldığı bir mekanizmayla inşa edildi. Kimi yönetsel avantajlarına rağmen cumhurbaşkanının idari mesaisinin arttığı, TBMM’nin yönetsel açıdan görece edilgen kaldığı, bakanlıkların da yetkilerini başka birimlerle paylaştığı bu süreç sıklıkla tartışma konusu oldu. Türk idari yapısına dair farklı dönemlerde gündeme getirilen ‘merkezileşme’ eğilimi yeni bir formda hayat buldu. Merkezileşme eğiliminin 1980’li yıllardan bu yana süren bir eğilim olduğu söylenebilse de yeni hükümet sistemi merkezileşme açısından niteliksel bir kopuş anlamına gelmekte. Merkezileşme, yönetsel ilişkilerin kişisel ilişkilerle iç içe geçtiği, pek çok farklı aktörün politika yapım sürecinde rolünün bulunduğu bir biçimde ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı bir siyasal parti lideri sıfatını da taşıyarak idari yapıyı neredeyse tek imzayla değiştirebilir, üst kademe yöneticileri tek imzayla atayabilir ve görevden alabilir, bütçeyi kendi ‘şahsi’ politikalarına göre belirleyebilir bir özne oldu. Gerek politika yapım sürecinin gerekse idari yapının daha önce görülmemiş bir biçimde, kişiselleşerek ve çok parçalı hale getirilerek merkezileştirildiği açık. Buradaki kişiselleşme, karar alma ve icra etme süreçlerinin kurumlar yerine, elbette kurumların da katkısı olacak şekilde, tek kişi elinde toplanmasıdır. Bütçeden planlamaya pek çok alan cumhurbaşkanı tarafından belirlenmekte, sağlıkla, gıdayla, imarla vb. ile ilgili kararlar cumhurbaşkanı imzasıyla hayata geçmekte, kamuoyuna duyurulmakta ve bazen cumhurbaşkanının bazense siyasal partilerin faaliyetleri olarak aktarılmakta. Bu anlamda siyasal parti liderliği, yürütmenin başı, devletin başı olma gibi sıfatlar iç içe. Bu durum şüphesiz idari yapıya, bürokratların yönetsel ve siyasal pozisyonlarına da yansımakta. 1 Dr. Öğr. Üyesi, Recep Aydın, Hitit Üniversitesi, recepaydin@hitit.edu.tr 21 Buradan hareketle bürokratların kişisel ve siyasal olarak cumhurbaşkanına bağlı oldukları ve bu durumun karar alırlarken etkili olduğu iddia edilebilir. Çok parçalılık ise aynı alanda politika oluşturacak pek çok birimin bulunması, bunlar arasındaki ilişkilerin açıkça düzenlenmemesi, hatta belki merkezileşmeyi de güçlendirmek üzere bu tarz bir örgütlenmenin tercih edilmesi anlamına gelmekte. Bakıldığında personel yönetimi, ticaret politikaları, bankacılık, teknoloji gibi pek çok alanda birden fazla yetkili kurum söz konusu. Bakanlıklar, Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığına bağlı genel müdürlükler, politika kurulları ve Cumhurbaşkanlığı Ofis Başkanlıklarının yetkili olduğu alanlar birbiriyle örtüşmekte, iç içe geçmekte. Bu merkezileşme ve onun kurumsallaşmasını ayrı kılan yanlarını takip ederken iki eksenin, kişiselleşme ve çok parçalılığın, izini sürmek yol gösterici olacaktır. Çalışmanın amacı bu iki eksenin mevzuata nasıl yansıdığı takip ederek yeni merkezileşme sürecinin özelliklerini belirlemektir. Böylelikle, yeni sistemin, daha önceki merkezileşme süreçlerinden ayrılan yanlarının tespit edilmesi mümkün olacaktır. Çalışmanın, deneyimlenen yeni tip merkezileşmeyi karşılamak üzere yeni kavram setleri ve inceleme araçları yaratacağı kanısındayız. Çalışmada, yeni merkezileşmenin bu iki ekseni kurumsal yapılar ve cumhurbaşkanının şahsen kullandığı yetkiler üzerinden takip edilecektir. Bu kapsamda, başta 1 numaralı CBK olmak üzere CBK’lerde yer alan hükümler incelenerek doğrudan cumhurbaşkanına verilen görevler ve yapılan atıflar ele alınacak, bu yolla idaredeki kişiselleşme analiz edilecektir. Çok parçalılık açısından farklı kurumlara verilen benzer yetkiler mevzuat üzerinden incelenecek, cumhurbaşkanı’nın merkezinde bulunduğu yönetsel yapının farklı unsurları karşılaştırılacak ve benzer görev üstlenen birimler ele alınacaktır. Bu kapsamda tüm birimlerden ziyade finans ve personel yönetimi açısından kurumsal görev çakışmaları incelenecek, çalışma bu kapsamla sınırlandırılacaktır. Finans politikaları açısından Hazine ve Maliye Bakanlığı, Finans Ofisi, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu ve Ekonomi Politikaları Kurulu; personel politikası açısından Strateji ve Bütçe Başkanlığı, İnsan Kaynakları Ofisi ve Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü esas alınacaktır. Anahtar Kelimeler: cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, merkezileşme, çok parçalılık, Türk kamu yönetimi, idari yapı. 22 Two Aspects of Centralization in the Presidential Government System of Turkey: Personalization and Fragmentation Recep Aydın1 Abstract With the presidential elections held in 2018, the process started in 2017 was completed and Turkey switched to a presidential system. Under the new system, the bipartite executive structure changed, and instead of the Presidency and the Council of Ministers forming the executive, the President of the Republic became the head of the executive. In this process, 'transitional decrees' were quickly issued, followed by Presidential Decrees (CBK), one of the most important administrative tools of the new system. As soon as the new system was established, many institutions were redesigned with this new tool. During the transition to the presidential system, discussions on how the new administrative structure would be organized involved a new centralization. This centralization was built through a mechanism in which the President of the Republic was placed at the center of the executive and new types of administrative units were created in addition to ministries, traditionally the most potent administrative and policy-making actors. Despite some advantages, this process, in which the President's administrative workload increased, the Parliament remained relatively passive in administrative terms, and ministries shared their powers with other units, has been the subject of much debate. The tendency towards 'centralization' in the Turkish administrative structure, which was brought to the agenda in different periods, took on a new form. Although centralization has been an ongoing trend since the 1980s, the new government system represents a fundamental shift in terms of centralization. Centralization has emerged in a form where administrative relations are closely intertwined with personal relations and many different actors have a role in the policy-making process. The President of the Republic, who is also the leader of a political party, has become a subject who can change the administrative structure almost with a single signature, appoint and dismiss senior executives with a single signature, and determine the budget according to his 'personal' policies. Both the policy-making process and the administrative structure have been centralized in a way that is personalized and fragmented in an unprecedented way. The personalization here is the concentration of decision-making and execution processes in the hands of a single person instead of institutions, with the latter of course contributing to the process. Many areas from budgeting to planning are determined by the President, decisions on health, food, zoning, etc. are implemented with the President's signature and are sometimes presented to the public as the activities of the President and sometimes as the activities of political parties. In this sense, the titles of political party leader, head of the executive and head of the state are intertwined. This situation is undoubtedly reflected in 1 Assist. Prof. Dr., Recep Aydın, Hitit University, recepaydin@hitit.edu.tr 23 the administrative structure and the managerial and political positions of bureaucrats. From this point of view, it can be argued that bureaucrats are personally and politically subordinate to the President and this has an impact on their decision-making. Fragmentation, on the other hand, means that there are many policy-making units in the same field, the relations between them are not clearly regulated, and such an organization is preferred, perhaps even to strengthen centralization. There are multiple authorities in many areas such as personnel management, trade policies, banking, and technology. The areas of authority of ministries, general directorates under the Presidential Office of Administrative Affairs, policy boards, and Presidential Office Directorates overlap and duplicate with one another. In tracing the distinctive aspects of the centralization and its institutionalization, it will be instructive to trace two axes, personalization and fragmentation. The aim of the study is to identify the characteristics of the new centralization process by tracing how these two axes are reflected in legislation. In this way, it will be possible to identify the aspects of the new system that differ from previous centralization processes. We believe that the study will create new sets of concepts and tools of analysis to meet the new type of centralization being experienced. This study will follow these two axes of the new centralization through institutional structures and the powers personally exercised by the President. In this context, the presidential decrees, particularly the first decree, will be examined and the duties and references made directly to the President will be discussed, thereby analyzing the personalization of the administration. In terms of fragmentation, similar duties given to different institutions will be analyzed through the legislation, different elements of the administrative structure with the President at the center will be compared and units with similar duties will be analyzed. In this context, rather than all departments, institutional overlaps in terms of finance and personnel management will be analyzed and the study will be limited to this scope. The Ministry of Treasury and Finance, the Finance Office, the Banking Regulation and Supervision Agency, the Banking Regulation and Supervision Agency, and the Economic Policy Council will be taken as the basis for financial policies, while the Presidency of Strategy and Budget, the Human Resources Office and the General Directorate of Personnel and Principles will be taken as the basis for personnel policies. Keywords: presidential government system, centralization, fragmentation, Turkish public administration, administrative structure. 24 657 Öldü, Çok Yaşa 703 sayılı KHK: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Yeni İstihdam Türleri Levent Demirelli1 Özet Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın on sekiz maddesi üzerinde değişiklik ön gören anayasa değişikliği paketi, 2017 yılında halk oylamasına sunulmuştur. Nisan 2017’de gerçekleştirilen halk oylaması sonucunda, geçerli oyların yüzde 51’inin ‘evet’ oyuyla anayasa değişikliği önerisi kabul edilmiş, bu değişikliklerle birlikte Türkiye’de yeni bir hükümet rejimine geçilmiştir. Anayasa değişikliği sonrasında çıkarılan kanun, kanun hükmünde kararname ve cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle birlikte, başkanlık rejimi temeli üzerinde yükselen yeni hükümet rejimine geçiş süreci tamamlanmıştır. Kendine özgü birtakım özellikleriyle sözgelimi Amerika Birleşik Devletleri’nde uygulanan başkanlık rejiminden farklılaşan ve bu nedenle Türk tipi başkanlık rejimi veya Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak adlandırılan yeni hükümet rejimi, idare, maliye, personel gibi farklı konularda kamu yönetimi örgütlenmesi üzerindeki değişimi de beraberinde getirmiştir. Bu çalışma, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş sürecinde/sonrasında yürürlüğe konulan hukuki değişikliklerin kamu personel istihdam rejiminde yarattığı değişimi gözler önüne sermeyi amaçlamaktadır. Çalışma sonucunda, yeni hükümet sistemine geçişi düzenleyen 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle altı yeni istihdam türü oluşturulduğu tespit edilmiştir. Çalışmanın savı, Yeni Kamu İşletmeciliği akımına uygun biçimde sözleşmeli ve esnek istihdam ilkeleri üzerinde yükselen söz konusu altı yeni istihdam türüyle, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun dördüncü maddesinde düzenlenen istihdam türlerinin işlevsiz hâle getirildiği, dolayısıyla istihdam türleri bakımından 657 sayılı kanunun yerini 703 sayılı KHK’nin aldığı ve bu nedenle kamu personel rejimi bakımından yeni bir aşamaya geçildiğidir. Anahtar Kelimeler: başkanlık rejimi, esneklik, kamu personeli istihdamı, kamu personel rejimi, sözleşmeli personel. 1 Dr. Öğr. Üyesi, Levent Demirelli, İstanbul Beykent Üniversitesi, leventdemirelli@beykent.edu.tr 25 657 is dead, long live Decree Law No. 703: New Public Employment Types for the Turkish Presidential Government Regime Levent Demirelli 1 Abstract The constitutional amendment package, which aimed to change eighteen articles of the Constitution of the Republic of Turkey, was submitted to a referendum in 2017. As a result of the referendum held in April 2017, the proposed constitutional amendments were approved with 51 percent of the valid votes, and with these amendments, a new government regime was introduced in Turkey. By means of the laws, decrees and presidential decrees issued after the constitutional amendment, the transition to a new government regime based on a presidential regime has been completed. The new government regime, which differs from, for example, the presidential regime implemented in the United States of America with some of its unique features and is therefore called the Turkish-type presidential regime or the Presidential Government System, has also brought about changes in the organization of public administration in different areas such as administration, finance and personnel. This study aims to reveal the changes in the public personnel employment regime caused by the legal amendments enacted during/after the transition to the Presidential Government System. As a result of the study, it was determined that six new types of employment were created with the Decree Law No. 703 regulating the transition to the new government system. The argument of the study is that with these six new types of employment, which are based on the principles of contractual and flexible employment in line with the New Public Management movement, the types of employment regulated in the fourth article of the Civil Servants Law No. 657 have been rendered dysfunctional; therefore, the Decree Law No. 703 has replaced the Law No. 657 in terms of types of employment, and thus, a new phase has begun in the public personnel regime. Keywords: presidential regime, flexibility, public personnel employment, public personnel regime, contracted personnel. 1 Assist. Prof. Dr., Levent Demirelli, Istanbul Beykent University, leventdemirelli@beykent.edu.tr 26 Başkanlık Sistemlerinde Bürokrasinin Siyasi Denetimi: Türkiye Örneği Aslı Kan1 Özet Bürokrasinin kaynağını deneyiminden ve bilgisinden aldığı kamu gücünün demokratik sınırlarının ne olması gerektiği, nasıl hesap ve cevap verebilir hale getirilebileceği soruları siyaset bilimi ve kamu yönetiminin ortak keseni olarak karşımıza çıkar. Bu tartışmada, devlet erkleri (yasama, yürütme ve yargı) arasındaki ilişkileri belirleyen yönetim sistemleri de erklerin görev ve yetkileriyle birbirlerine karşı sınırlılıklarını belirlediğinden, bürokrasinin hangi seçilmiş organlar tarafından nasıl denetleneceğini şekillendirmektedir. Dolayısıyla, hükümetin parlamentodan çıktığı parlamenter sistemle, yasama ve yürütmenin ayrı seçimlerle belirlendiği başkanlık sistemlerinde bürokrasinin siyasi denetimi farklılıklar gösterir. Ülkemizde de 2017 yılındaki anayasa referandumuyla kabul edilen ve 9 Temmuz 2018 tarihinden itibaren uygulanmaya konulan bir başkanlık sistemi örneği olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) bürokrasinin denetlenmesinde birtakım değişiklikler getirmiştir. Bu çalışmada başkanlık sisteminde bürokrasinin siyasi denetiminin nasıl yürütüldüğü, en etkili erkin kim olduğu, bu erkin hangi aracı/araçları kullandığı değerlendirilip başkanlık sistemi örneklerinden sayılan CHS’de anılan denetimin en etkili aktörünün kim olduğu, nasıl uygulandığı sorularına yanıt aranması amaçlanmaktadır. Güçler ayrılığı prensibine dayalı, yasama ve yürütmenin birbirinden bağımsız oluştuğu başkanlık sistemindeki 1940’lara kadar hâkim olan ve Wilson tarafından ortaya konmuş siyaset-yönetim ikiliğinde, bürokrasiden seçilmişlerin astı olarak yalnızca seçilmişler tarafından belirlenmiş politikaları uygulamaları, bu sayede de bürokrasinin denetlenmiş, kontrol altında tutulmuş olması beklenmekteydi. Ancak, bürokrasinin soyut normları somut olaylara uygulamadaki deneyimi ve uzmanlığı neticesinde gelişen takdir yetkisiyle politika yapım ve uygulama süreçlerine, bu sayede de daha iyi bir toplum inşası anlamında siyasete dahil olduğunun görülmesiyle bu ayrımın yetersizliğinin anlaşıldı. 1950’lerden itibaren ise asil-vekil teorisi çerçevesinde başkanlık sistemlerinde bürokrasinin denetlenmesi konusunun kurumlar temel alınarak irdelendiği görülmektedir. Bürokrasinin denetlenmesinin olanaksız veya zor olduğu, bürokratların kendi çıkarlarını öncelediği, atanmış ve seçilmişler arasında bilgi asimetrisinin bulunduğu varsayımlarına dayanan bu teoride, yasamanın bütçeyi onaylama, mevzuat düzenlemeleri ve raporlama, soru sorma vb. araçlarıyla bürokrasiyi ön (ex-ante) denetim altında tuttuğu kabul edilir. Yasama, çıkar gruplarının geri bildirimleri ve bürokrasiye yüklediği raporlama sorumluluğu sayesinde bilgi asimetrisi sorununu aşıp bürokrasiyi denetler. Diğer yandan, yasamanın birbirinden farklı çıkar ve amaçlara sahip üye ve gruplardan oluşması nedeniyle ulusal çıkarın ikinci plana düşmesi, yasama süreçlerinin uzunluğu ve karmaşıklığı, denetimin etkili olmasını 1 Yüksek Lisans Öğrencisi, Aslı Kan, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, aslikan82@gmail.com 27 kısıtlar. Ayrıca, teori, başkanlık sistemlerinde başkanın bürokrasiye doğrudan etki eden yetkilerini göz ardı ettiğinden bürokrasinin siyasi denetimini açıklamada yetersiz kalmaktadır. Bu gelişmeler üzerine, yine asil-vekil teorileri çerçevesinde başkanın üst kademe kamu yöneticilerini atama, bütçe hazırlama, kurum kurma veya kaldırma gibi bürokrasi üzerinde oldukça geniş yetkilerinin bürokrasinin denetimindeki rolü gündeme gelmiştir. Özellikle başkanın üst kademe kamu yöneticilerini atama ve görevden alma yetkisi bu kişilerin başkanın politika önceliklerini kurumlara doğrudan taşımaları, kurumlardaki yetkilerini başkanın siyasi tercihleri doğrultusunda kullanmaları, atanmalarının ve görevden alınmalarının daha az maliyetli bir denetim aracı sunması nedenleriyle bürokrasinin denetimi üzerinde doğrudan ve diğer yetkilerinden daha fazla etki yaratmaktadır. Bu çerçevede, CHS’de üst kademe kamu yöneticilerinin atanması ve görevden alınmalarına Anayasada yer verilmiş, sisteme geçilen ilk birkaç gün içerisinde yürürlüğe konan ayrı bir mevzuatla düzenlenmiş, cumhurbaşkanına orta kademe yöneticileri belirlemede söz sahibi olma hakkı verilmiş, her kademedeki yöneticilerin kurumlardaki personel politikasına da etki edebilmeleri sayesinde pek çok başkanlık sistemi örneğindekinden de geniş yetkiler tanımıştır. Bu çalışma, başkanlık sistemlerinde bürokrasinin siyasi denetimi teorileri çerçevesinde CHS ile cumhurbaşkanına verilen atama ve görevden alma yetkileri ve bürokrasi üzerindeki etkili tek denetimin cumhurbaşkanınca yapılmasıyla bürokrasinin her kademesinin fazlasıyla siyasileştiğini tartışmayı hedeflemektedir. Anahtar Kelimeler: bürokrasi, siyasi denetim, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, üst kademe kamu yöneticisi, atama. 28 Political Control Of Bureaucracy In Presidential Systems: The Case Of Turkey Aslı Kan1 Abstract The questions of what the democratic limits of public power, which the bureaucracy derives from its experience and knowledge, should be, and how the bureaucracy can be accounted for, emerge as a common intersection of political science and public administration. In this discussion, the systems of government that determine the relations between state powers (legislative, executive, and judicial) also shape how the bureaucracy is to be controlled by elected bodies since it determines the duties and powers of the organs and their limitations vis-à-vis each other. Thus, in a parliamentary system in which the government is elected by parliament, and in presidential systems in which the legislative and executive are determined by separate elections, political control of the bureaucracy differs. In our country, the presidential system of government (PSG), as an example of a presidential system adopted by the constitutional referendum in 2017 and put into practice as of July 9, 2018, has brought some significant changes in the control of bureaucracy. This study aims to evaluate how the political control of the bureaucracy is carried out in the presidential system, who is the most effective power, which tool(s) this power uses, and to seek answers to the questions of who the most effective actor of the control is in the PSG, and how the control is applied. In the presidential system, which is based on the principle of separation of powers, independence of the legislative and executive from each other, the political-administrative dichotomy that prevailed until the 1940s and was put forward by Wilson, elected officials expected from the bureaucracy as subordinates to implement the policies determined by the elected, thus bureaucracy would be controlled. However, the inadequacy of this dichotomy was understood when it was seen that the bureaucracy was involved in the policymaking and implementation processes with the discretion developed as a result of its experience and expertise in applying abstract norms to concrete events, and thus in politics in the sense of building a better society. Since the 1950s, it has been seen that the issue of controlling the bureaucracy in presidential systems has been examined on the basis of institutions within the framework of the principal-agent theory. In this theory, which is based on the assumptions that it is impossible or difficult to control the bureaucracy, that bureaucrats prioritize their own interests, and that there is an information asymmetry between the appointed and the elected, it is accepted that the legislature keeps the bureaucracy under ex-ante control by means of approving the budget, legislative arrangements and reporting, asking questions, etc. The legislature, thanks to the feedback of interest groups and the reporting responsibility it imposes on the bureaucracy, overcomes the problem of information asymmetry and performs control. On the other hand, since the legislature is made up of 1 Master Student, Aslı Kan, Middle East Technical University, aslikan82@gmail.com 29 members and groups with different interests and goals, the subordination of the national interest and the length and complexity of its processes limit the effectiveness of the control. Furthermore, the theory is seen as inadequate in presidential systems because it ignores the powers of the president that have a direct impact on the bureaucracy. Upon these developments, again within the framework of the principle-agent theories, the role of the president's very broad powers over the bureaucracy such as appointing senior public administrators, preparing budgets, and establishing or abolishing institutions for the control of the bureaucracy has been raised. In particular, the president's power to appoint and dismiss senior public administrators has a direct and greater impact on the control of the bureaucracy than his other powers, as the appointed directly conveys the president's policy priorities to the institutions, use their powers in the institutions in accordance with the president's political preferences, and this power pf appointment and dismissal provides less costly means of control. In this context, the power to appoint and dismiss senior public administrators in the PSG was included in the Constitution, regulated by separate legislation enacted within the first few days of the transition to the system, the president was given the right to have a say in the determination of middle level administrators, and thanks to the fact that administrators at all levels could also influence the personnel policy in the institutions, it granted broader powers than in many examples of the presidential system. This study aims to argue that within the framework of the theories of political control of the bureaucracy in presidential systems, in the PSG the powers of appointment and dismissal given to the president and carrying out the sole control over the bureaucracy, highly politicize the bureaucracy at all levels. Keywords: bureaucracy, political control, presidential system of government, senior public administrator, appointment. 30 BİRİNCİ GÜN: BİRİNCİ OTURUM 26.10.2023 13:00-14:15 Koçumbeli Salonu Mülki ve Yerel Yönetim Oturum Başkanı: Uğur Sadioğlu Sürdürülebilir Kalkınmada Belediyelerin Rolü: İstanbul’da Bir İlçe Belediyesi Örneği Municipal Policy (In)Capacity in Istanbul for Sustainable Development Ebru Ertugal, Faik Gür, İnan Sevinç İklim Değişikliği Karşısında Yerel Yönetimlerin Rolü: Türkiye’deki Büyükşehir Belediyeleri Üzerinden Bir Değerlendirme An Assessment of the Role of Local Governments in the Face of Climate Change through Metropolitan Municipalities in Turkey Sezgin Sezgin Marmara Havzasındaki Büyükşehir Belediyelerinin Su Yönetim Stratejileri Water Management Strategies of Metropolitan Municipalities in the Marmara Basin Müslüm Yıldız, Hamza Ateş Kayyım Atanan Belediyelerin İdari Teşkilattaki Yeri The Place of Trustee-Appointed Municipalities in the Administrative Organization Cengiz Ergün Mülki İdare Birimlerinin Artması ile Popülist Siyaset Arasındaki İlişki: Anap Örneği (1983-1991) The Relationship Between the Increase in Civil Administrative Units and Populist Politics: The Case of ANAP (1983-1991) Çağrı Çolak 31 Sürdürülebilir Kalkınmada Belediyelerin Rolü: İstanbul’da Bir İlçe Belediyesi Örneği* Ebru Ertugal1 Faik Gür2 İnan Sevinç3 Özet Bu çalışma küresel politika gündeminde önemli yer kaplayan Birleşmiş Milletler (BM) Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarının (SKA’lar) yerel düzeyde nasıl karşılandığı, statüsü, yerindeliği ve geçerliliğini kamu politikaları literatürünün iki kavramıyla anlamayı ve açıklamayı amaçlar. İstanbul ilinin bir ilçe belediyesine dayanan vaka analizi yöntemiyle belediyenin politika kapasitesinin nasıl ve hangi yollarla SKA’ların belediye politika ve uygulamalarına entegre edilme derecesini etkilediğini ortaya koyar. Bulgulara dayanarak üç tür sonuca varılmıştır. Birincisi, literatürde politika kapasitesi kavramının alt unsurlarını teşkil eden yeterlilikler arasındaki ilişkileri ilgilendirir. Buna göre, toplam politika kapasitesini siyasi yeterliliklerin, operasyonel ve analitik yeterliliklerden göreceli olarak daha çok belirlediği ortaya çıkmıştır. İkincisi, kamu politikaları literatüründe ihmal edilmiş bazı kurumsal/kültürel faktörlerin politika kapasitesinin alt unsurlarını teşkil etmesi gerektiği sonucudur. Bunlar arasında özellikle kimlik, kamu vatandaşlığı ve beklentiler öne çıkmaktadır. Üçüncüsü, politika entegrasyonunun itici güçleri ile ilişkilidir. Özellikle liderlik ve öğrenmenin politika kapasitesi ile etkileşerek politika entegrasyon derecesini etkilediği sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler: belediye, İstanbul, politika kapasitesi, politika entegrasyonu, sürdürülebilir kalkınma amaçları, Türkiye * Bu çalışma, Doç. Dr. Ebru Ertugal’ın TÜBİTAK için hazırladığı 66 sayfalık rapordan elde edilmiştir. Raporda etraflıca işlenen kimi konular bu konferansa sunulacak “tam metin kelime sınırı” nedeniyle ya çıkarılmış ya da kısaltılmıştır. Örneğin, literatür değerlendirmesinin önemli bir kısmı ve alan araştırmasına ışık tutan ekler çıkarılmıştır. 1 Doç. Dr., Ebru Ertugal (Proje Yürütücüsü), Özyeğin Üniversitesi, ebru.ertugal@ozyegin.edu.tr 2 Doç. Dr., Faik Gür (Araştırmacı), Özyeğin Üniversitesi, faik.gur@ozyegin.edu.tr 3 Dr., İnan Sevinç (Araştırmacı), Esenyurt Belediyesi 32 Municipal Policy (In)Capacity in Istanbul for Sustainable Development Ebru Ertugal1 Faik Gür2 İnan Sevinç3 Abstract This study seeks to understand and explain how the global policy agenda of the United Nations’ (UN) Sustainable Development Goals (SDGs) is received at the local level, its local status, relevance, and validity using two concepts in public policy literature, namely policy capacity and policy integration. Based on a case study of a district municipality in the province of Istanbul, the study examines the ways in which and the degree to which municipality’s policy capacity affects policy integration of SDGs into municipal policymaking and implementation. Findings of the study point to three conclusions. The first concerns the relationship between the three types of capabilities that together underpin the concept of policy capacity as defined in the literature. Accordingly, political capabilities exert a disproportionately high impact on overall policy capacity compared to analytical and operational capabilities. Second, some of the institutional/cultural factors that have hitherto received limited attention in public policy literature appear to be important components of the concept of policy capacity. These are identity, public citizenship, and expectations. The third concerns the driving forces of policy integration. In particular, leadership and learning interact with components of policy capacity to shape the degree of policy integration. Keywords: Istanbul, Municipality, policy capacity, policy integration, sustainable development goals, Turkey Assoc. Prof. Dr., Ebru Ertugal (Project Supervisor), Özyeğin University, ebru.ertugal@ozyegin.edu.tr Assoc. Prof. Dr., Faik Gür (Project Researcher), Özyeğin University, faik.gur@ozyegin.edu.tr 3 Dr., İnan Sevinç (Project Researcher), Esenyurt Municipality 1 2 33 İklim Değişikliği Karşısında Yerel Yönetimlerin Rolü Türkiye’deki Büyükşehir Belediyeleri Üzerinden Bir Değerlendirme Sezgin Sezgin1 Özet Dünya üzerinde yaşanan çevre sorunlarının kökeninin insanlık tarihi kadar eski olduğunu söylemek mümkündür. Sanayi Devrimi’ne kadar gelinen süreçte, insanlığın doğa üzerindeki tahakkümü görece daha sınırlı olduğundan yaşanan çevre sorunları doğanın kendisini onarabilme kapasitesinin altında kalmıştır. Sanayi Devrimi ile fosil yakıtların ve kimyasalların üretim ve ulaşım gibi başat birçok alanda kullanımının yaygınlaşmasıyla insanın doğa üzerinde kurduğu tahakküm, çevre açısından geri dönülemez boyutlara ulaşmıştır. Kentleşmenin de bu dönemden itibaren hızla artmasıyla sera etkisi görülmeye başlanmış ve dünyada yüzey sıcaklıkları insan kaynaklı bir biçimde yükselmiştir. Küresel ısınma olarak karşımıza çıkan ve tüm dünyayı farklı şekillerde etkilemesi beklenen bir iklim krizi ile insanlık karşı karşıyadır. Birleşmiş Milletler tarafından yapılan iklim değişikliğinin günümüzdeki ve yakın gelecekteki olası etkileri projeksiyonlarında; sel baskınları, orman yangınları ve fırtınaların sayısının ve şiddetinin artması, iklimlerin sahip oldukları yağış düzenlerinin bozulması ve sonuçta kimi bölgelerde aşırı yağışlara kimi bölgelerde ise kuraklığa neden olması, aşırı sıcakların etkisiyle yeni istilacı türlerin ortaya çıkması, belirli bölgelerde ortaya çıkan salgın hastalıkların dünya geneline yayılması, iklim mülteciliği gibi sonuçlar beklenmektedir. Türkiye’nin de iklim değişikliğinden çeşitli açılardan etkilenmesi beklenmektedir. Küresel ısınmanın azaltılamaması halinde; Türkiye’nin batısında sıcaklıkların 5-6 derece, Orta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde 3-4 derece artması beklenmektedir. Ülke genelinde kış aylarında sıcaklıkların 2-3 derece yükselmesi yine beklenen olumsuz sonuçlardan biridir. Karadeniz Bölgesi’nde mevsim yağışlarının ortalama %10-20 arası artması beklenirken güney bölgelerde ise yaklaşık %30 azalması beklenmektedir. Yani ülkenin kuzeyinin aşırı yağışlarla, güneyinin ise aşırı kuraklıkla karşı karşıya kalması muhtemeldir. Bu minvalde Türkiye’deki kentlerin iklim değişikliğine organizasyonel ve planlama açısından ne kadar hazır olduğunun incelenmesi önem arz etmektedir. Bu çalışmanın amacı; Türkiye’deki 30 büyükşehir belediyesinin iklim değişikliği ile mücadele konusunda sahip oldukları organizasyon yapısı ve -varsa- eylem planlarının incelenerek sahip olunan avantaj ve eksikliklerin ortaya konmasıdır. Türkiye nüfusunun yaklaşık %80’inin büyükşehirlerde yaşaması nedeniyle yalnızca büyükşehir olan iller çalışma kapsamına dahil edilmiş ve çalışma bu açıdan sınırlandırılmıştır. Çalışma nitel araştırma yöntemi kullanılarak hazırlanmıştır. Anahtar Kelimeler: yerel yönetimler, iklim değişikliği, küresel ısınma, iklim değişikliği eylem planları 1 Dr. Öğr. Üyesi, Sezgin Sezgin, Kırklareli Üniversitesi, sezgin_sezqin@hotmail.com 34 An Assessment of the Role of Local Governments in the Face of Climate Change through Metropolitan Municipalities in Turkey Sezgin Sezgin1 Abstract It is possible to say that the origin of environmental problems experienced on Earth is as old as human history. In the period up to the Industrial Revolution, humanity's domination over nature has been relatively limited, and the environmental problems experienced have remained below the capacity of nature to repair itself. With the spread of the use of fossil fuels and chemicals in many major areas such as production and transportation with the Industrial Revolution, the domination established by man over nature has reached irrevocable dimensions in terms of the environment. With the rapid increase of urbanization since this period, the greenhouse effect has started to be observed and surface temperatures in the world have increased due to human causes. Humanity is facing a climate crisis that comes across as global warming and is expected to affect the whole world in different ways. In the projections of the possible effects of climate change in the present and near future made by the United Nations; it is expected that the number and severity of floods, forest fires and storms will increase, the precipitation patterns of climates will deteriorate and eventually cause excessive precipitation in some regions and drought in some regions, new invasive species will appear under the influence of extreme temperatures, epidemics occurring in certain regions will spread worldwide, climate refugees. It is expected that Turkey will also be affected by climate change in various ways. If global warming cannot be reduced; Temperatures are expected to increase by 5-6 degrees in the west of Turkey and 3-4 degrees in the Central, Eastern and Southeastern Anatolia regions. An increase in temperatures by 2-3 degrees during the winter months across the country is again one of the expected negative consequences. Seasonal precipitation is expected to increase by an average of 10-20% in the Black Sea Region, while it is expected to Decelerate by about 30% in the southern regions. In other words, it is likely that the north of the country will face excessive rains and the south will face extreme drought. In this context, it is important to examine how ready cities in Turkey are for climate change in terms of organizational and planning. The aim of this study is to examine the organizational structure and - if any- action plans of 30 metropolitan municipalities in Turkey to combat climate change and to reveal the advantages and disadvantages they have. Due to the fact that about 80% of the population of Turkey lives in metropolitan cities, only metropolitan provinces were included in the scope of the study and the study was limited in this respect. The study was prepared using the qualitative research method. Keywords: local governments, climate change, global warming, climate change action plans. 1 Assist. Prof. Dr., Sezgin Sezgin, Kırklareli Üniversitesi, sezgin_sezqin@hotmail.com 35 Marmara Havzasındaki Büyükşehir Belediyelerinin Su Yönetim Stratejileri Müslüm Yıldız1 Hamza Ateş2 Özet Yaşamın vazgeçilmez bir unsuru olarak su, yokluğu veya azlığı durumunda halk sağlığından gıda krizlerine kadar pek çok alanı etkileyebilmektedir. Özellikle nüfusun artmasıyla birlikte gerek evsel gerek sanayi gerekse tarımsal amaçlı su kullanımı gittikçe artmaktadır. Bu durum su kaynakları üzerindeki baskıyı artırarak birçok zorluğu beraberinde getirmektedir. Bu nedenle mevcut su kaynaklarının belirli bir plan dâhilinde kullanıma sunulması ve bu kapsamda yönetilmesi büyük bir önem taşımaktadır. Su, dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de havza temelli bir yaklaşımla yönetilmektedir. Bununla ilgili olarak Türkiye 25 hidrolojik havzaya ayrılmıştır. Bunların bir kısmı açık, bir kısmı kapalı, bir kısmı ise sınır aşan havza özelliği taşımaktadır. Ancak özellikle Marmara Havzası, toplam nüfus ve toplam akış açısından diğer havzalardan farklılaşmaktadır. Marmara Havzası toplam ülke nüfusunun yaklaşık %28’ine ev sahipliği yaparken ülkedeki toplam akışın yalnızca yaklaşık olarak %4’ü burada gerçekleşmektedir. Marmara Havzası’nda bulunan iller, ilin havza sınırları içerisinde kalan nüfusunun havza nüfusuna oranı açısından sırayla İstanbul, Kocaeli, Çanakkale, Bursa, Tekirdağ, Yalova, Balıkesir, Kırklareli ve Edirne’dir. İstanbul, Kocaeli ve Yalova illerinin tüm nüfusu Marmara Havzası içerisinde yaşamaktadır. Marmara Havzası’nın su açısından kritik durumu buradaki belediye yönetimlerini ön plana çıkarmaktadır. Büyükşehir belediyeleri ile il belediyelerinin su konusundaki görev, yetki ve sorumlulukları farklılık göstermektedir. Büyükşehir belediyeleri su kaynaklarının korunması, planlama, izin denetim ve yaptırım, izleme, su kaynaklarının tahsisi gibi alanlarda yetkiliyken il belediyeleri yalnızca izleme konusunda yetkili kılınmıştır. Nitekim 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesinde “sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak çevrenin, tarım alanlarının ve su havzalarının korunmasını sağlamak” ve “su ve kanalizasyon hizmetlerini yürütmek, bunun için gerekli baraj ve diğer tesisleri kurmak, kurdurmak ve işletmek; derelerin ıslahını yapmak; kaynak suyu veya arıtma sonunda üretilen suları pazarlamak” büyükşehir belediyelerinin görev ve sorumlulukları arasında sayılmıştır. Diğer yandan 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda ise belediyelerin görev ve sorumlulukları arasında suyla ilgili olarak yalnızca “… su ve kanalizasyon … hizmetlerini yapar veya yaptırır” ibaresi yer almaktadır. Belediyelerin su ve kanalizasyon hizmetlerine ilişkin en ayrıntılı kanun ise 23.11.1981 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’dur. Söz konusu Kanun ilk başta İstanbul özelinde uygulanmaya koyulmuşsa da 1986 yılında eklenen bir madde ile Kanun’un diğer büyükşehir 1 2 Doktor Adayı, Müslüm Yıldız, İstanbul Medeniyet Üniversitesi, yildizmuslum@outlook.com Prof. Dr., Hamza Ateş, İstanbul Medeniyet Üniversitesi, hamza.ates@medeniyet.edu.tr 36 belediyelerinde de uygulanması hükme bağlanmıştır. Mevcut durumda 2560 sayılı Kanun’a dayanılarak büyükşehir belediyesi sınırları içerisindeki su ve kanalizasyon hizmetleri, büyükşehir belediyelerine bağlı, ayrı bir bütçeye sahip ve tüzel kişiliği haiz su ve kanalizasyon idareleri tarafından yürütülmektedir. Bu çalışma, Marmara Havzası’nda bulunan büyükşehir belediyelerinin su ve kanalizasyon idarelerince hazırlanan stratejik planlar arasında bir ilişki olup olmadığını ve bir ilişki söz konusuysa bu ilişkinin boyutlarını ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Çalışma kapsamında “söz konusu kurumlar birbirinden tamamen bağımsız mı çalışmaktadır yoksa aynı hidrolojik havza üzerinde olmaları nedeniyle stratejilerinde belirgin bir uyum bulunmakta mıdır?” sorusuna yanıt aranmaktadır. Bu kapsamda İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (İSKİ), Kocaeli Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (İSU), Bursa Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (BUSKİ) ve Tekirdağ Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (TESKİ) tarafından hazırlanmış olan stratejik planların doküman analizi kullanılarak birbirleriyle benzerlikleri ve farklılıkları ortaya konmakta, söz konusu kuruluşların aynı havzada bulunmasının hazırlanan stratejik planlarda nasıl bir karşılığı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Buradan hareketle belediyelerin su yönetimi alanında nasıl bir iş birliği geliştirebileceği tartışılmaktadır. Elde edilen sonuçlar diğer hidrolojik havzalarda bulunan belediyeler için de örneklik teşkil edebilecek veya örnekleme dahil edilen belediyeler arasında yeni uyum stratejilerinin belirlenmesine katkı sağlayabilecek niteliktedir. Anahtar Kelimeler: su yönetimi, Marmara Havzası, su ve kanalizasyon idareleri 37 Water Management Strategies of Metropolitan Municipalities in the Marmara Basin Muslum Yildiz1 Hamza Ates2 Abstract As an indispensable element of life, water can affect many areas, from public health to food crises, in case of its absence or scarcity. Especially with the increase in population, water use for both domestic, industrial, and agricultural purposes is increasing. This situation increases the pressure on water resources and brings with it many difficulties. For this reason, it is of great importance that existing water resources are made available for use within a specific plan and managed within this scope. Water is managed with a basin-based approach in Turkey, as in many countries of the world. Regarding this, Türkiye is divided into 25 hydrological basins. Some of them are open, some are closed, and some have transboundary basin characteristics. However, especially the Marmara Basin differs from other basins in terms of total population and total flow. While the Marmara Basin hosts approximately 28% of the total country's population, only approximately 4% of the total flow in the country occurs here. The provinces in the Marmara Basin are Istanbul, Kocaeli, Çanakkale, Bursa, Tekirdağ, Yalova, Balıkesir, Kırklareli and Edirne, in order of the ratio of the population of the province within the basin borders to the basin population. The entire population of Istanbul, Kocaeli and Yalova provinces lives within the Marmara Basin. The critical water situation of the Marmara Basin brings the municipal governments here to the fore. The duties, powers and responsibilities of metropolitan municipalities and provincial municipalities regarding water differ. While metropolitan municipalities are authorized in areas such as protection of water resources, planning, permit inspection and sanction, monitoring, and allocation of water resources, provincial municipalities are authorized only for monitoring. Article 7 of the Metropolitan Municipality Law No. 5216 states "to ensure the protection of the environment, agricultural areas and water basins by the principle of sustainable development" and "to carry out water and sewage services, to establish, have established and operated the necessary dams and other facilities for this purpose; to rehabilitate streams; "Marketing spring water or water produced after treatment" is considered among the duties and responsibilities of metropolitan municipalities. On the other hand, in Municipality Law No. 5393, among the duties and responsibilities of municipalities, only the phrase "... provides or procures water and sewerage... services" regarding water is included. The most detailed law regarding the water and sewage services of municipalities is Law No. 2560 on the Establishment and Duties of the General Directorate of Istanbul Water and Sewerage Administration, which came into force after being published in the Official Gazette dated 23.11.1981. Although the Law in question was initially implemented in Istanbul, an article added in 1986 made it possible for the Law to be 1 2 PhD Candidate, Muslum Yildiz, Istanbul Medeniyet University, yildizmuslum@outlook.com Prof. Dr., Hamza Ates, Istanbul Medeniyet University, hamza.ates@medeniyet.edu.tr 38 implemented in other metropolitan municipalities as well. Based on Law No. 2560, water, and sewerage services within the borders of the metropolitan municipality are carried out by water and sewerage administrations affiliated with the metropolitan municipalities, which have a separate budget and legal entity. This study aims to reveal whether there is a relationship between the strategic plans prepared by the water and sewerage administrations of the metropolitan municipalities in the Marmara Basin and, if there is a relationship, the dimensions of this relationship. Within the scope of the study, "Do the institutions in question work completely independently of each other, or is there a clear harmony in their strategies since they are on the same hydrological basin?" The answer to the question is sought. In this context, the strategic plans prepared by Istanbul Water and Sewerage Administration General Directorate (ISKİ), Kocaeli Water and Sewerage Administration General Directorate (ISU), Bursa Water and Sewerage Administration General Directorate (BUSKİ), and Tekirdağ Water and Sewerage Administration General Directorate (TESKİ) By using document analysis, their similarities and differences are revealed, and it is concluded that the presence of the organizations in question in the same basin has a counterpart in the prepared strategic plans. Based on this, it is discussed how municipalities can develop cooperation in the field of water management. The results obtained can serve as an example for municipalities in other hydrological basins or contribute to the determination of new adaptation strategies among the municipalities included in the sample. Keywords: water management, Marmara Basin, water and sewerage administrations 39 Kayyım Atanan Belediyelerin İdari Teşkilattaki Yeri Cengiz Ergün1 Özet Bir kişiliğin idare olduğunu söylemek ve idari teşkilattaki yerini anlamak için ilk önce kamu tüzel kişiliği araştırması yapılır. Tüzel kişilik yönünden yapılacak saptamanın, söz konusu idarenin teşkilattaki yerini gösterdiği kabul edilir. Devlet tüzel kişiliği içinde yer alanlar merkezden yönetim; kendi kamu tüzel kişiliğine sahip olanlar ise yerinden yönetim başlığı altında sıralanır. Dolayısıyla teşkilat şeması ile kastedilen, çeşitli kamu tüzel kişiliklerinin tek bakışta gösterildiği bir resimden ibarettir ve gruplandırmada merkezden yönetim ve yerinden yönetim yerine “devlet tüzel kişiliği” ve “diğer kamu tüzel kişileri” başlıkları kullanılsa, şemada hiçbir değişiklik olmaz gibi görünmektedir. Diğer taraftan hem kendi tüzel kişiliği olan hem de merkezi unsurlar içinde düzenlenen idarelerin (bunun en bilindik örneği Cumhurbaşkanlığı Ofisleridir) tüzel kişiliğine yapılan atıf, bu idarelerin şemadaki pozisyonunu belirlemede yetersiz kalmaktadır. Bunun sebebi, vesayet kavramının ancak iki farklı tüzel kişilik arasında ve hiyerarşi kavramının ise ancak aynı tüzel kişilik içinde mümkün olabilmesidir. Dolayısıyla bu durumu sağlayan şey, devlet tüzel kişiliği ile diğer kamu tüzel kişileri arasındaki ilişkide hiçbir şekilde hiyerarşik denetim ve yetkilerin yeri olmadığına yönelik ön kabuldür. Öyleyse şemanın tüzel kişilik üzerinden kurulması fikrinden vazgeçilerek, yukarıdaki karmaşayı besleyen “devlet tüzel kişiliğinin hiyerarşisine tâbi olma” ve “vesayet altında olma” durumlarının bu defa, idarelerin idari teşkilattaki yerini belirlemek için kullanılacak birer kriter olarak değerlendirilmesi önerilebilir. Önerinin temel ilkesi “tâbi olan”ı kesinlikle merkezden yönetim altına yazmak, “vesayet altında olan”ı da merkezi idare sütunundan dışlayarak yerinden yönetim başlığının altına taşımaktır. Yine de geleneksel şema büyük ölçüde değişmez. Çünkü merkezi idare dışında kalan idarelerin büyük çoğunluğu zaten aynı zamanda vesayete tâbi makamlardır. Yani tüzel kişiliği olanlarla vesayete tâbi olma niteliğini koruyanlar şemadaki yerlerinde kalırlar. Tüzel kişilikten vazgeçip tabiiyet ilişkisi temel alındığında ise Cumhurbaşkanlığı Ofisleri gibi hem tüzel kişi olup hem de hiyerarşi görünümünde bir denetime tâbi olanlar için merkezden yönetim sütunu dışında bir konum aramamıza gerek kalmaz. Böylece idari teşkilatta yerinden yönetim başlığı altında gösterilen belediyelerin konumu da artık tartışılabilir hale gelir. 6758 sayılı yasa ile aynen kabul edilen, 2016 tarihli, 674 sayılı OHAL KHK’sinin 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 45 ve 57. maddelerine getirdiği ek fıkralar; terör veya şiddet olaylarının varlığı ile terör örgütlerine yardım ve yataklık hallerinde, içişleri bakanı ve valilere belediyelerin organlarının teşkili ile belediye hizmetlerinin görülme usulleri konularında geniş yetkiler vermiştir. Bu düzenlemeler göz önüne alındığında bazı belediyelere kayyım olarak atanan vali ve kaymakamlar, bir 1 Arş Gör., Cengiz Ergün, Ankara Üniversitesi, cengizergun@gmail.com 40 mahalli idare olan belediye hizmetlerini organize ederken yetkilerinin ne kadarını bir mahalli idare yöneticisi olarak, ne kadarını da merkezi idarenin taşra teşkilatının bir üyesi olarak kullanmaktadır? Kayyım olarak atananlar kendilerini hangi makama karşı sorumlu görmektedirler? Bu durumda eğer il-ilçe idaresiyle mahalli idarenin iç içe geçtiği tespit edilecek olursa, idari teşkilatta yerinden yönetim kısmı altına yazılacağından hiç şüphe duymadığımız belediyelerden, kayyım usulüyle yönetilenlerin yerinden yönetim ilkelerinden uzaklaştıkça artık merkezden yönetim başlığı altına yazılması önerilebilir. Anahtar Kelimeler: idari teşkilat, kamu tüzel kişiliği, devlet tüzel kişiliği, kayyım, hiyerarşi, vesayet, belediye 41 The Place of Trustee-Appointed Municipalities in the Administrative Organization Cengiz Ergün1 Abstract To assert the status of an entity as an administration and comprehend its position within the administrative organisation, a scrutiny of the entity as a public legal entity is initially undertaken. The determination of a legal entity is commonly acknowledged as a means to ascertain the position of the administration within the organisation. Those within the state legal entity are listed under the heading of central administration, while those with their own public legal entity are listed under the heading of decentralized administration. Therefore, what is meant by the organizational framework is merely a picture showing various public legal entities at a glance, and if the titles "state legal entity" and "other public legal entities" were used in the grouping instead of central administration and decentralization, it seems that there would be no change in the framework. However, the mention of the legal entity of administrations, which possess their own legal entity and operate within central entities (such as the Presidential Offices, which serve as a prominent example), does not provide adequate information to ascertain the role of these administrations within the framework. The reason for this is that the notion of tutelage can only be established between distinct legal entities, while the notion of hierarchy can only be established inside a single legal entity. Hence, it is assumed that there is no place for hierarchical control and authority in the interaction between the state legal entity and other public legal entities. Therefore, it is advisable to propose the abandonment of the notion of constructing the framework solely on the foundation of legal personality, and instead, consider the criteria of "being subject to the hierarchy of state legal personality" and "being under tutelage" as determinants for situating administrations within the administrative organisation. This shift in perspective aims to address the aforementioned confusion. The basic principle of the idea entails the strict placement of "subject to" within the purview of central administration, while relocating "under tutelage" from the central administration category to the realm of decentralisation. Yet the traditional framework remains largely unchanged. This is because the vast majority of the administrations outside the central administration are already under tutelage at the same time. In other words, those with legal entity and those that remain under tutelage remain in their places in the framework. When the concept of legal entity is disregarded and the principle of subordination is used as a foundation, there is no necessity to seek an alternative place beyond the central administration pillar for entities like the Presidential Offices, which possess legal status and are subject to hierarchical authority. Thus, the position of municipalities, which are listed under the heading of decentralization in the administrative organization, becomes questionable. The additional paragraphs 1 Res. Assist., Cengiz Ergün, Ankara University, cengizergun@gmail.com. 42 introduced to Articles 45 and 57 of the Law No. 5393 on Municipalities by the State of Emergency Decree Law No. 674 of 2016, adopted verbatim by Law No. 6758, gave the Minister of Interior and the governors broad powers over the composition of the organs of municipalities and the procedures for the provision of municipal services in cases of terrorism or violence, or aiding and abetting terrorist organizations. Considering these regulations, to what extent do the governors and district governors appointed as trustees to some municipalities exercise their powers as a local administration administrator and to what extent as a member of the provincial organization of the central administration while organizing municipal services? To which authority do those appointed as trustees consider themselves responsible? In this case, if it is determined that provincial-district administration and local administration are intertwined, it may be suggested that municipalities, which we have no doubt will be written under the decentralization section of the administrative organization, should be written under the heading of centralized administration as they move away from the principles of decentralization. Keywords: administrative organization, public legal entity, state legal entity, trustee, hierarchy, tutelage, municipality. 43 Mülki İdare Birimlerinin Artması ile Popülist Siyaset Arasındaki İlişki: ANAP Örneği (1983-1991) Çağrı Çolak 1 Özet Tarihte siyasi iktidarı elde etme veya koruma amacıyla siyasi parti ve aktörlerin; tarımdan ticarete, ekonomiden sosyal politikalara kadar birçok farklı alanda popülist bir siyaset tarzına başvurduğuna tanıklık edilmiştir. Başlangıçta toplumun “halk” ve “seçkin zümre” olarak iki temel cepheye ayrılması ve halkın iradesinin seçkinlerinkine karşıt bir şekilde siyasete yansımasını ifade eden popülizm kavramı, zamanla sıradan insanların rasyonel veya irrasyonel her türlü taleplerine duyarlı olmak suretiyle halkın desteğini almaya yönelik rekabetçi bir siyaset tarzının etiketi hâline gelmiştir. Kaldı ki son yüzyılda popülizm, pejoratif anlamda, halkın duygularına hitap eden ve onları ilgi ve bilgi yoksunu oldukları hassas konularda bile kendi tarafına çeken politikacıların davranışlarını belirtmek için başvurulan bir terim olarak siyaset bilimi literatüründeki yerini almıştır. İktidar olabilme hırsı, seçilebilme telaşı ve oy alabilme yarışı; iktidar ve muhalefet partilerini diğer birçok alanda olduğu gibi kamu yönetimi açısından da verimsiz ve gereksiz politika vaatlerine itmiş ve çoğu zaman bu vaatler gerçekleştirilmiştir. Türkiye’de popülist siyaset tarzının kamu yönetimi alanındaki yansımaları, genellikle mülki ve mahallî idare birimlerinin standartlardan yoksun ve keyfî bir biçimde artmasında belirgin bir şekilde hissedilmektedir. Buradan hareketle, Türkiye’de mülki idare birimlerinin artması ile popülist siyaset arasındaki ilişkinin Anavatan Partisi (ANAP) dönemindeki mülki idare düzenlemeleri üzerinden incelenmesi çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Çalışmada popülizmin kavramsal çerçevesine yönelik bilgiler için literatür incelemesi, ANAP dönemindeki mülki idare düzenlemelerine ilişkin veriler için ise doküman incelemesi yöntemleri tercih edilmektedir. ANAP’ın 1983-1991 arasında sekiz yıl tek başına iktidar olduğu dönemin araştırma nesnesi olarak tercih edilmesinde, cumhuriyet tarihinde en çok il ve ilçe kurulan zaman aralığının söz konusu döneme tekabül etmesi belirleyici olmuştur. Turgut Özal 45. ve 46., Yıldırım Akbulut 47. ve Mesut Yılmaz 48. Hükümetleri; ANAP’ın sekiz yıllık tek başına iktidar olduğu dönemde görev yapmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra kurulan 26 ilin 7’si ve 640 ilçenin 255’i söz konusu hükümetler döneminde kurulmuştur. Diğer bir deyişle, Türkiye’de 1923 yılından sonra kurulan illerin %27’si, ilçelerin ise %40’ı bu dönemde il veya ilçe statüsü kazanmıştır. İlave olarak yıllık il ve ilçe kurma ortalamalarına bakıldığında da ANAP döneminin zirvede olduğu görülmektedir. Bu dönemde yıl başına kurulan il sayısı ortalaması “0,88”; ilçe sayısı ortalaması ise “31,88” olarak hesaplanmıştır. Dönemin mülki idare düzenlemeleri açısından bolluk ve zenginliği, mülki idareye yönelik bu politikaların arka planında popülist siyasetin belirleyici olup olmadığını merak konusu kılmaktadır. Söz konusu amaç, yöntem ve veriler çerçevesinde kurgulanan bu çalışmanın ilk bölümünde popülizm, popülist siyaset ve rekabetçi popülizm olguları kavramsal çerçevede ele alınacaktır. İkinci bölümde Türkiye’deki popülist siyasetin temellerine ve özel olarak ANAP 1 Doç. Dr., Çağrı Çolak, Trabzon Üniversitesi, cagricolak@trabzon.edu.tr 44 popülizmine değinilecektir. Son bölümde ise ANAP döneminde mülki idare sayısının artmasına aracılık eden hukuki düzenlemelere (3306, 3391, 3392, 3398, 3399, 3508, 3578, 3644, 3647 ve 3760 Sayılı Kanunlar) yer verilecek ve bu çerçevede kanun metinleri, meclis komisyonu raporları ve kanun tekliflerindeki gerekçeler incelenecektir. Ayrıca ilgili kısımda ANAP döneminde kurulan 255 ilçeye ilişkin demografik ve sosyoekonomik göstergelere referansta bulunularak, söz konusu ilçelerin kurulmasında etkili olan gerekçelerin rasyonelliği ve gerçekçiliği ortaya koyulacak; diğer bir deyişle, mülki idare birimlerinin artması ile popülist siyaset arasındaki ilişkiye yönelik argümanlar test edilecektir. Anahtar Kelimeler: Popülizm, mülki idare, il, ilçe, ANAP. 45 The Relationship Between the Increase in Civil Administrative Units and Populist Politics: The Case of ANAP (1983-1991) Çağrı Çolak 1 Abstract Political parties and actors for the purpose of gaining or maintaining political power in history; it is attested that it referred to a populist style of politics in many different areas from agriculture to trade, from economics to social policy. The term populism, which originally expressed the division of society into two basic fronts such as “the people” and the “elite class” and the reflection of the will of the people in politics as opposed to that of the elites, over time became a label for a competitive style of politics designed to win popular support by catering to all kinds of rational or irrational demands of ordinary people. Moreover, in the last century, populism has taken its place in political science literature as a pejorative term used to describe the behaviour of politicians who appeal to the feelings of the people and win them over to their side, even on sensitive issues in which they lack interest and knowledge. The ambition to be in power, the rush to get elected, and the race for votes drove the ruling and opposition parties to make inefficient and unnecessary political promises in public administration, as in many other areas, and these promises were often implemented. The impact of populist political style on the field of public administration in Türkiye is clearly felt in the arbitrary and inconsistent growth of civil and local administrative units. From this point of view, the aim of this study is to examine the relationship between the increase of civil administrative units and populist politics in Türkiye by looking at the civil administrative arrangements during the period of the Motherland Party (ANAP). In the study, the literature analysis is preferred to obtain information about the conceptual framework of populism, and the methods of document analysis to obtain data about the civil administrative arrangements in the ANAP period. Since most of the newly established provinces and sub-provinces in the history of the republic were established during the ANAP period, the object of research is the period in which the ANAP alone was in power for eight years between 1983and 1991. The Turgut Özal (45th and 46th), Yıldırım Akbulut (47th) and Mesut Yılmaz (48th) governments that held office during the ANAP’s eight years of sole rule. After the proclamation of the Republic, 7 of the 26 newly created provinces and 255 of the 640 sub-provinces were established during these governments. In other words, 27% of the provinces and 40% of the subprovinces created after 1923 received the status of province or sub-province during this period. Furthermore, if we look at the annual averages for the creation of provinces and sub-provinces, we find that the ANAP period reached its peak. During this period, the average number of provinces established per year was “0.88”; the average number of subprovinces was calculated as “31.88”. Given the abundance and richness of the period in terms of civil administrative arrangements, the question arises whether the populist politics in the background of these policies were decisive for civil administration. In the 1 Assoc. Prof. Dr., Çağrı Çolak, Trabzon University, cagricolak@trabzon.edu.tr 46 first part of this study, built within the framework of the above purpose, method and data, populism, populist politics and competitive populism are discussed in a conceptual framework. In the second part, the foundations of populist politics in Türkiye and then specifically the populism of ANAP is mentioned. In the last part, the legal arrangements (Laws 3306, 3391, 3392, 3398, 3399, 3508, 3578, 3644, 3647, and 3760) that mediated the increase in the number of civil administrations during the ANAP period are included; within this framework, the legislative texts, the parliamentary commission reports, and the justifications in the legislative proposals are examined. Moreover, in the relevant part, the demographic and socioeconomic indicators of 255 sub-provinces established in the ANAP period are referenced; in this way, the rationality and realism of the reasons that were effective for the establishment are revealed. In other words, the arguments for the relationship between the increase in civil administrative units and populist politics are examined. Keywords: Populism, civil administration, province, sub-province, ANAP. 47 BİRİNCİ GÜN: BİRİNCİ OTURUM 26.10.2023 13:00-14:15 Eymir Salonu Kamu Personeli Oturum Başkanı: Onur Ender Aslan Kamu Personelinin Güvence Arayışı Neden Bitmiyor?: 1911 Yılından Bir Belge Why Does The Search For Security By Public Personnel Never End? A Document From 1911 Selime Yıldırım Stratejik Yönetim Açısından Üst Düzey Kamu Yöneticilerin Yetiştirilmesi Uygulamaları İle Nasıl Bir Kamu Yöneticisi Eğitim ve Yetiştirme Sistemi Oluşturulabileceğinin Örneklerle Değerlendirilmesi Evaluation with Examples of How a Public Administrator Education And Training System can be Formed with The Practices of Training Senior Public Administrators in Terms of Strategic Management M. Serdar Erbaş Danıştay Birinci Daire Kararları Doğrultusunda Yükseköğretim Üst Kuruluşları ile Yükseköğretim Kurumları Yöneticileri ve Personeli Ceza Soruşturma Usulü Criminal Investigation Procedure for Higher Education Superior Institutions and Higher Education Institutions Administrators and Personnel in Accordance with the Decisions of the First Chamber of the Council of State Rıdvan Işık, Ayhan Gürbüzer, İsmail Sevinç Kamu Yönetiminde Hizmet Sunumunun Temel İlkeler Çerçevesinde Değerlendirilmesi Evaluation of Presentation of Service in Public Administration Within the Context of Basic Principles Vehbi Alpay Günal, Dilara Temizyürek, Esra Aksoy 48 Kamu Personelinin Güvence Arayışı Neden Bitmiyor?: 1911 Yılından Bir Belge Selime Yıldırım 1 Özet Kamu personeli, kamu yönetiminin önemli unsurlarındandır. Bu nedenle, kamu yönetiminde yaşanan sorunlardan etkilenmesi de olağandır. Türkiye’de de bu durum benzer şekilde ilerlemiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren insan kaynağına dönük arayış ve eleştiriler ortaya çıkmıştır. Bu eleştirilerden en büyüğü ise memurlara ilişkindir. Çalışmada, kamu personelinin önemli unsuru olan memurlar temelinde hareket edilse de bu kümenin diğer elemanları da doğrudan ya da dolaylı olarak dikkate alınmıştır. Memurların verimsiz çalışmaları ve bürokratik şişkinlik, öne çıkan başlıklardır. Diğer yandan ise nicel olarak artan memurların pek çok sorunu da ortaya çıkmıştır. Bu sorunlardan biri de Cumhuriyet öncesi dönemden taşınan memurların sosyal güvenliği konusudur. Memurlar, geleceklerini güvence altına almak için çeşitli yöntemler geliştirmiştir. Osmanlı Devleti’nde ise durum daha çetrefildir. Memurların düzenli bir gelirlerinin olmayışı, bu konudaki en büyük engeldir. Hazine’nin düzensiz gelir akışı, güvence sisteminin oluşmasını geciktirmiştir. Osmanlı Devleti’nde ise yerel ihtiyaçların öncelikle yerel halk ve örgütlenmeler eliyle karşılandığı bilinmektedir. Bu noktada, loncalar başta olmak üzere örgütlü yapıların bulunduğu görülmektedir. Bu örgütlerden, ilk ve en ilkel olanı ise sandıklardır. Sadece Osmanlı Devleti’nde değil; tüm dünyada kullanılan sandık tipi örgütlenme, en basit ve pratik örgütlenme olmuştur. Bu bağlamda, Osmanlı Devleti’ndeki çalışan kitlelerinin yararlanması olağandır. Öncelikle gündelik ihtiyaç ve çıkarlar için kullanılan sandıklar, zaman içinde geleceğe dönük birikim yapmanın bir aracı olmuştur. Memurların sandıklarla örgütlenmeleri, düzenli gelir sahibi olmaları ile mümkün olmuştur. Önce askerler sonrasında ise Mülkiye memurları ile birlikte tüm memurların sandıklar etrafında örgütlendikleri görülmektedir. Sandık sayısının artması ise sorunları beraberinde getirmiştir. 19. yüzyılın ortasından itibaren örgütlenen sandıkların, geniş meslek kitlelerine yayılması uygulamada zorluklar doğurmuştur. 20. yüzyılın başında ise sandıklarda, reform arayışı gerçek şekilde ele alınmıştır. Yayımlanan kanunlarla, emeklilik ve memurların sosyal güvenliği üzerine düzenlemeler yapılmıştır. Askeri, mülki ve ilmiye memurlarının sandıklarına dönük bir çözüm aranmış ve Cumhuriyet döneminde de sıkça göreceğimiz şekilde bir uzman raporu ile “reçete” önerilmiştir. 1 Arş. Gör. Dr., Selime Yıldırım, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, selimeyildirim@kmu.edu.tr 49 Bu rapor, Fransız aktüer Mösyö Ultramar (Olter Emar) tarafından 1911 yılında yazılmıştır. Raporda her üç sandık da ayrı ayrı incelenerek (askeri, mülki ve ilmiye) sorunlar tespit edilmiş ve geleceğe dönük çözümler sunulmuştur. Belgenin arşivdeki tam adı “Mülkiye, İlmiye ve Askeri Tekaüd sandıklarının düzenlenmesi için Mösyö Olter Emar tarafından hazırlanan rapor” dur. Bu rapora göre, sandıkların geliri ve sandıktan maaş alanların sayısı temel sorunları oluşturmaktadır. Kurumsal olarak örgütlenmeleri ve tanınmaları yeni olmasına rağmen, yaşanan aksaklıklar yapısal sorunlar olduğunu akla getirmektedir. Diğer yandan ise hem rapor yazılmadan hem de yazıldıktan sonra yasal düzenlemeler yapılmaya devam etmiştir. Diğer bir deyişle, alanı düzenleme çabası sürmüştür. Raporda, Almanya ve Fransa ile karşılaştırma yapılarak sandıkların nasıl daha iyi yönetileceğine dair önerilerde bulunulmuştur. Bu çalışmada, söz konusu rapor bağlamında 20. yüzyılın başı itibariyle memur sandıklarında ne gibi sorunlar yaşandığı ve daha geniş açıdan memurların sosyal güvenlik sistemine dahil olma serüvenleri ele alınacaktır. Bu tartışma yürütülürken sadece belgedeki bilgilerden hareket edilmeyecek; dönemin sosyo-ekonomik koşulları ile yönetim yapısı irdelenecektir. Betimsel bir yöntem izlenerek genel görünüm sunulacaktır. Çalışmada, birincil kaynaklardan yararlanarak memur sandıkları “reformu” tartışılacak ve memurların günümüzdeki arayışının kaynağı gösterilecektir. Çalışmanın tezi ise yaşanan sorunların yapısal olduğu ve reformdan daha geniş bir yaklaşımla çözülmesi gerektiğidir. Bu anlayış, günümüzde benzer alanda yaşanan aksaklıkların çözümüne de katkı sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: kamu personeli, sandık, reform, sosyal güvenlik, Türkiye. 50 Why Does The Search For Security By Public Personnel Never End? A Document From 1911 Selime Yıldırım 1 Abstract Public personnel are one of the most important elements of public administration. Therefore, it is usual that they are affected by the problems of public administration. The situation in Turkey has been similar. Since the early years of the Republic, there has been a search for and criticism of human resources. The most important of these criticisms relates to civil servants. Although the study is based on civil servants as the most important element of public personnel, other elements of this cluster have also been taken into account, directly or indirectly. The inefficiency of civil servants and bureaucratic bloat are prominent themes. On the other hand, the increasing number of civil servants has led to many problems. One of these problems is the issue of social security for civil servants, which was inherited from the pre-republican period. Civil servants have developed various methods to secure their future. In the Ottoman Empire, the situation was more complicated. The lack of a regular income for civil servants was the main obstacle. The irregular flow of revenue from the treasury delayed the establishment of a security system. In the Ottoman Empire, it is known that local needs were primarily met by local people and organisations. At this point we can see that there were organised structures, especially guilds. The first and most primitive of these organisations was fund. Used not only in the Ottoman Empire but all over the world, this type of organisation was the simplest and most practical. In this context, it is common for the masses of workers in the Ottoman Empire to benefit from it. Initially used for daily needs and interests, pension funds became a means of saving for the future. The organisation of civil servants into funds was made possible by their regular income. It can be seen that all civil servants, first soldiers and then civil servants, were organised around pension funds. The increase in the number of funds brought with it problems. From the middle of the 19th century, the spread of pension funds, which had been organised since the mid-19th century, to a wide range of professions caused difficulties in practice. At the beginning of the 20th century, the search for a reform of pension funds began in earnest. Laws were passed to regulate the pensions and social security of civil servants. A solution was sought for the pension funds of military, Mülkiye and İlmiye civil servants, and a "prescription" was proposed in an expert report, as was often the case in the Republican period. 1 Res. Assist. Dr., Selime Yıldırım, Karamanoğlu Mehmetbey University, selimeyildirim@kmu.edu.tr 51 This report was written in 1911 by the French actuary M. Ultramar (Olter Emar). The report analyses each of the three treasuries separately, identifies problems and proposes solutions for the future. The full title of the document in the archive is "Report prepared by Monsieur Olter Emar for the organisation of the Mülkiye, İlmiye and Military Unified Pension Funds". In this report, the main problems were the funds' income and the number of pensioners. Although their institutional organisation and recognition are new, the problems encountered point to structural problems. On the other hand, legal arrangements have continued to be made both before and after the report was written. In other words, efforts to regulate the field have continued. The report draws comparisons with Germany and France and makes recommendations on how to improve fund administration. In the context of this report, this study will examine the problems faced by civil servants' funds at the beginning of the 20th century and, more generally, the path taken by civil servants towards inclusion in the social security system. This discussion will be based not only on the information contained in the document, but also on the socio-economic conditions and administrative structure of the period. A general outlook will be presented using a descriptive method. Using primary sources, the study will discuss the "reform" of the civil servants' funds and show the source of the current search for civil servants. The thesis of the study is that the problems experienced are structural and should be solved with a broader approach than reform. This understanding will also contribute to solving problems in similar areas today. Keywords: public personnel, fund, reform, social security, Turkey. 52 Stratejik Yönetim Açısından Üst Düzey Kamu Yöneticilerin Yetiştirilmesi Uygulamaları ile Nasıl Bir Kamu Yöneticisi Eğitim ve Yetiştirme Sistemi Oluşturulabileceğinin Örneklerle Değerlendirilmesi* M. Serdar Erbaş1 Özet Kamu yönetiminin çeşitlenen ve karmaşıklaşan görevlerini yerine getirerek kamu hizmetlerini sunabilmesi, ancak kamu yönetiminin usta ellerde olmasına, kamunun yeterli ve nitelikli yöneticiler tarafından yönetilmesine bağlıdır. Kamu yöneticisi, kamuda yöneticilik pozisyonunu üstlenen, yönettiği kurumun görevlerini yerine getirme sürecini yürüten, denetleyen ve kontrol eden kişidir. Üst düzey kamu yöneticisinin ise karar verme yetkisi vardır, uygulayanları yönlendiren ve aralarında gerekli uyumu sağlayan yönü ön plandadır. Liyakat kavramı, bir işi bir görevi başarılı bir şekilde yapabilme güç ve kudreti olarak tanımlanmakta olup kamu yöneticilerinin atanmasında özellikle dikkate alınması gereken temel ilkedir. Yöneticilerin ve özellikle de üst yöneticilerin eğitimi, özellikle stratejik yönetim bağlamında belirlenen amaç ve hedeflere ulaşılması açısından önemlidir. Yöneticilerin görev ve sorumlulukları özel olarak eğitilmelerini ve yetiştirilmelerini zorunlu hale getirmektedir. Her ülkenin ayrı bir yönetim geleneği olduğundan yöneticilerin yetiştirilmesi sistemi de ülkenin ihtiyaçları kapsamında oluşturulmalıdır. Kamu çalışanlarının ve yöneticilerinin yetiştirilmesi (formation) kavramı, belirli kademelerdeki, belirli işleri yapabilmek için gerekli olan bilgi, yetenek ve davranışların kazandırılması olarak tanımlanabilmektedir. Türk kamu yönetiminde kamu yöneticilerinin yetiştirilmelerinde Enderun Okulu, Mekteb-i Mülkiye, TODAİE gibi kurumlar önemli katkılar yapmışlardır. Türkiye’de kamu yönetiminde hizmet öncesi eğitimi yani göreve alınmadan önceki yetiştirme görevini üniversiteler ve genel öğretim kurumları özellikle kamu yönetimi ve diğer iktisadi idari bilim dallarında lisans ve lisan üstü düzeydeki eğitimi yürütmektedirler. Kamu kurumları da hizmet içi eğitim ile kamu yöneticilerine eğitim sağlamaktadırlar. 10 Temmuz 2018 tarihinde 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile İnsan Kaynakları Ofisi kurulmuştur. Türk kamu yönetiminde TODAİE ve Devlet Personel Başkanlığının olmadığı dikkate alındığında sadece kamu yöneticilerinin yetiştirilmesi sürecini yürütmek ya da düzenlemekle doğrudan görevli özel bir kamu kurumu bulunmamaktadır. Bu durum Türk kamu yönetiminde kamu yöneticilerinin yetiştirilmesinde nasıl bir yöntem uygulanmalıdır sorusunu ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle çalışmada kamu yöneticilerinin yetiştirilmesinin Türkiye’de ve diğer ülkelerde nasıl yapıldığının ortaya konması ve bu şekilde gelecekte Türk kamu yönetiminde kamu yönetici yetiştirilmesi sürecine katkı sağlanması amaçlanmıştır. Çalışmada literatür taraması ve * Bildiri metninin hazırlanmasında, Dr. M. Serdar Erbaş’ın yayım süreci devam eden “Stratejik Yönetim Açısından Üst Düzey Kamu Yöneticisi Eğitim ve Yetiştirme Sisteminin Örneklerle Değerlendirilmesi” adlı kitap bölümü çalışmasından yararlanılmıştır. 1 Başmüfettiş, Dr., Muhammet Serdar Erbaş, Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı, mserdar.erbas@saglik.gov.tr 53 derleme yöntemi kullanılmıştır. Dünyada kamu yöneticilerinin eğitimi ve yetiştirilmesine ilişkin Fransa’daki ENA Okulu ve diğer bazı örnekler çalışmada değerlendirilmiştir. Stratejik yönetim kurumun stratejik amaç ve hedeflerine ulaşması odaklı olduğundan kamu kurumlarının amaç ve hedeflerine ulaşabilmesinin ancak bunu yapabilecek yeterlik ve niteliğe sahip kamu yöneticilerinin görev başında olması ile mümkün olduğu, stratejik yönetimin başarısı için kamu yöneticilerinin ve özellikle de üst düzey yöneticilerin yetenekli olmaları ile beraber bu yeteneklerini nasıl kullanabilecekleri konusunda eğitilmeleri ve yetiştirilmeleri gerektiği, liyakat ilkesinin kamu yöneticilerinin atanmasında özellikle dikkate alınması gereken temel ilke olduğu, liyakat ilkesine göre belirlenen kamu yöneticilerinin özel olarak eğitilmelerini ve yetiştirilmelerinin önemli olduğu, bu noktada, Türkiye’de üst düzey kamu yöneticileri, nitelikli yöneticilerin yetiştirilebilmesi için “Kamu Yönetimi Geliştirme ve Kamu Yöneticileri Yetiştirme Programı” oluşturulması, eğitim ve yetiştirme boyutu olan bu programın hem akademik bilgileri ve çalışma disiplinini hem de tecrübi bilgilerin aktarılması ve deneyim kazanılmasını içermesinin önemli olduğu, yine Başkan ile birlikte değişen ABD kamu yönetimi üst düzey kamu yöneticilerinde liyakat ilkesinin uygulanması için oluşturulan “Liyakat Koruma Kurumu” benzeri bir yapının Türk kamu yönetiminde oluşturulması ve faaliyete geçmesinin Türk kamu yönetimi açısından önemli bir gelişme olacağı, kamu yöneticilerinin kamu kaynaklarını etkin kullanımı önem taşıdığından üst düzey kamu yöneticilerinde yönetsel etiğin yani kamu çıkarı ile bireysel çıkarı arasında kaldığı zaman hangisini tercih edeceği sorunu ile ilgili standartların oluşturulması, yönetsel etiğin lisans ve lisans üstü düzey kamu yönetimi eğitimi ve kamu yöneticisi yetiştirme programları içerisinde yer almasının uygun olacağı, üniversitelerin kamu yönetimi bölümlerinin kuruluş ve bilimsel çalışmaları ile lisans ve lisansüstü düzeyde eğitime yönelik ilke ve standartları belirlemek üzere ABD’deki NASPAA (Global Standart in Public Service Education) ve Avrupa’daki EGPA (European Group for Public Administration) ile EAPAA (European Association for Public Administration) benzeri bir kamu otoritesi oluşturularak gerektiğinde kamu yönetimi eğitiminde akreditasyonun sağlanmasının önem taşıdığı sonucuna ulaşılmıştır. Anahtar Kelimeler: stratejik yönetim, üst düzey kamu yöneticilerinin yetiştirilmesi, kamu yönetimi geliştirme ve kamu yöneticisi yetiştirme programı. 54 Evaluation with Examples of How a Public Administrator Education And Training System can be Formed with The Practices of Training Senior Public Administrators in Terms of Strategic Management M. Serdar Erbaş1 Abstract The ability of the public administration to provide public services by fulfilling its diversified and complex duties depends on the fact that the public administration is in skillful hands and that the public is managed by competent and qualified administrators. A public administrator is a person who assumes a managerial position in the public sector and carries out, supervises and controls the process of fulfilling the duties of the institution he manages. The senior public administrator, on the other hand, has decision-making authority, the direction that directs the implementers and ensures the necessary harmony between them is at the forefront. The concept of merit is defined as the power and ability to perform a task successfully and is the basic principle that should be taken into account in the appointment of public administrators. The training of managers and especially top managers is important in terms of achieving the goals and objectives set in the context of strategic management. The duties and responsibilities of managers make it compulsory to be specially trained. Since each country has a separate management tradition, the system of training managers should be established within the scope of the country's needs. The concept of educating public employees and managers (formation) can be defined as acquiring the knowledge, skills and behaviors required to do certain jobs at certain levels. Institutions such as Enderun School, Mekteb-i Mülkiye and TODAIE have made significant contributions to the training of public administrators in Turkish public administration. Universities and general education institutions carry out undergraduate and postgraduate education, especially in public administration and other economic and administrative disciplines, in public administration in Turkey. Public institutions also provide training to public administrators through inservice training. The Human Resources Office was established with the Presidential Decree No. 1 on 10 July 2018. Considering that there is no TODAIE and State Personnel Presidency in Turkish public administration anymore, there is no private public institution directly responsible for executing or regulating the training process of public administrators. This situation raises the question of what method should be applied in the training of public administrators in Turkish public administration. For this reason, in this study, it is aimed to reveal how the training of public administrators is done in Turkey and in other countries, and in this way, to contribute to the process of training public administrators in Turkish public administration in the future. Literature review and compilation method were used in the study. Many different practices related to the education and training of public administrators in the World like ENA School in France were evaluated in the study. Since strategic management is focused on reaching the strategic goals and objectives of the Chief Inspector, Dr., Muhammet Serdar Erbaş, Ministry of Health Inspection Board Presidency, mserdar.erbas@saglik.gov.tr 1 55 institution, it is only possible for public institutions to reach their goals and objectives only if the public administrators with the competence and qualifications are on duty, and for the success of strategic management, public administrators and especially senior executives must be talented and use their skills. At this point, senior public administrators in Turkey need to be trained and trained on how to use them, that the principle of merit is the basic principle that should be taken into account in the appointment of public administrators, that public administrators who are determined according to the principle of merit are specially trained. It was concluded that the creation of the "Public Administration Development and Public Administrators Training Program" aiming to transfer both academic knowledge and study discipline as well as experiential knowledge of this program, which has an education and training dimension will be crucial and it will be important that a structure similar to the "Merit Protection Institution", which was created to implement the principle of merit in the senior public administrators of the US public administration, which changed with the President, will be an important development in terms of Turkish public administration and it is important for managers to use public resources effectively, it is appropriate to establish standards regarding the problem of managerial ethics, that is, which one will prefer when they are between public interest and individual interest, and to include managerial ethics in undergraduate and graduate level public administration education and public administrator training programs and it is vital to establish a public authority similar to NASPAA (Global Standard in Public Service Education) in the USA and EGPA (European Group for Public Administration) and EAPAA (European Association for Public Administration) to determine the principles and standards for the establishment and scientific studies of the public administration departments of universities and for undergraduate and graduate education and to provide accreditation in public administration education when necessary. Keywords: strategic management, training of senior public administrator, public administration development and public administrator training program. 56 Danıştay Birinci Daire Kararları Doğrultusunda Yükseköğretim Üst Kuruluşları ile Yükseköğretim Kurumları Yöneticileri ve Personeli Ceza Soruşturma Usulü Rıdvan Işık1 Ayhan Gürbüzer2 Prof. Dr. İsmail Sevinç3 Özet Kamu hizmetini yerine getiren memur ve diğer kamu görevlileri, görevleri ile ilgili işledikleri öne sürülen suçlardan ötürü yargılanmadan önce yetkili makamlarca özel soruşturma usulüne tabidir. Anayasa ve personel kanunlarında yer alan özel soruşturma usulü, kamu personelinin haksız suç isnadı ile karşılaşmasını önler ve hiçbir tesir altında kalmadan güven içinde görevini yapmasını sağlar. Memur ve diğer kamu görevlilerine yönelik soruşturma usulü 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’da belirlenmiştir. Kamu personelinin suç işlemesi halinde, Cumhuriyet Başsavcılığı görev yaptığı kurumundan soruşturma izni ister. Soruşturmaya yetkili merci yargılama izni verilip verilmemesine karar verir. Yargılama izni verilmesi üzerine yapılacak ön inceleme ve hazırlık soruşturmasından sonra açılan dava ile yargılama süreci başlar. Yükseköğretim üst kuruluşları ile yükseköğretim kurumları yöneticilerinin, kadrolu ve sözleşmeli öğretim elemanlarının, bu kuruluş ve kurumların 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi memurların, görevleri dolayısıyla ya da görevlerini yaptıkları sırada işledikleri ileri sürülen suçların, ceza soruşturması ve yargılaması aşaması 4483 sayılı Kanun’dan farklıdır. Yükseköğretim kurum ve kuruluşlarında görev yapan personel için şüpheli sıfatı ile özel soruşturma usulü 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nda düzenlenmiştir. 2547 sayılı Kanun uyarınca Cumhuriyet Başsavcılığı doğrudan ceza soruşturması başlatamaz. Cumhuriyet Başsavcılığı görevsizlik kararı vererek, hakkında şikâyet yapılan yönetici ya da personelin görev yaptığı yükseköğretim üst kuruluşu veya kurumuna şikâyet dosyasını gönderir. Yükseköğretim personelinin görevleri dolayısıyla ya da görevleri sırasında işlemiş olduğu iddia edilen suçlarda, 2547 sayılı Kanun’un 53’üncü maddesinin (c) bendinin 8 alt bendinde yer alan özel soruşturma usulü uygulanır. 2547 sayılı Kanun kapsamında başlatılan ceza soruşturması, Danıştay Birinci Dairenin incelemesi neticesinde tamamlanır. Danıştay Birinci Dairenin incelediği ceza soruşturmalarında eksik ya da hataların bulunması halinde, dosya ilgili kuruma iade edilerek bunların düzeltilmesi için yeniden soruşturma yapılır. İdare tarafından yapılan soruşturmalarda görevlendirilen kişiler, soruşturmayı yürütecek kadar yeterli düzeyde bilgi Doktora Öğrencisi, Rıdvan Işık, Necmettin Erbakan Üniversitesi, ridvan@erbakan.edu.tr Doktora Öğrencisi, Ayhan Gürbüzer, Necmettin Erbakan Üniversitesi, ayhan.gurbuzer@ogr.erbakan.edu.tr 3 Prof. Dr., İsmail Sevinç, Necmettin Erbakan Üniversitesi, isevinc@erbakan.edu.tr 1 2 57 sahibi olmayabilirler. Bu nedenle soruşturmanın yeterli düzeyde bilgi sahibi kişilerce yürütülmesi önemlidir. Danıştay Birinci Dairenin kararları, ceza soruşturmalarının tam ve hızlı olarak tamamlanmasında, usul yönünden yapılan hata nedeniyle zaman kaybının önlenmesinde, gereksiz soruşturmaların açılmasında, ceza soruşturmalarının nasıl yapılacağı ya da görev ile ilgisi olmayan suçların doğrudan Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturmanın yürütülmesinin tespit edilmesinde önemli bir kaynaktır. Başta yükseköğretim üst kuruluşları olmak üzere Yükseköğretim Kurulu, Üniversitelerarası Kurul, Yükseköğretim Denetleme Kurulu ve 208 üniversitede (Devlet ve vakıf üniversiteleri) yürütülen ceza kovuşturmaları, Danıştay Birinci Dairenin incelemesine tabidir. Yükseköğretim kurum ve kuruluşlarındaki personel hakkında, gereksiz yere soruşturma açılmasının önüne geçilerek yargı yükünün hafifletilmesi, personelin gereksiz yere açılan soruşturmalarla yıpratılmasının önlenmesi, soruşturma sürecinde tebligatın eksik yapılması, bilirkişi görevlendirilmemesi vb. nedenlerden dolayı usulden kaynaklı hataları önlemek için Danıştay Birinci Daire içtihatlarına yer verilerek açılan ceza soruşturmalarının doğru ve hızlı bir şekilde yürütülmesi amaçlanmaktadır. Soruşturmanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi, suç isnadının araştırılması ve değerlendirilmesi ile soruşturmanın aydınlatılmasında önceki uygulama örnekleri ve Danıştay Birinci Daire kararları çok önemlidir. Zira, yetkili makamların başlatmış olduğu her soruşturmanın Danıştay Birinci Dairenin incelemesine tabi olması nedeniyle verilen yargı kararları ceza soruşturmasının yürütülmesi yönünde rehber olarak ortaya çıkmaktadır. Cumhuriyet Başsavcılığına iletilen ihbar ve şikâyetler, görevsizlik kararı verilerek ya da doğrudan yetkili makamlar tarafından başlatılan ceza soruşturması ile yürütülmektedir. Ceza soruşturmasında 2547 sayılı Kanun’da yer almayan hallerde, 4483 sayılı Kanun geçerlidir. 4483 sayılı Kanun’da yer almayan durumlarda ise 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu uygulanır. Bunun uygulanması bazı durumlarda çeşitli aksamalara neden olduğundan 2547 sayılı Kanun’da gerekli düzenlemeler yapılmasının yararlı olacağı düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı, yükseköğretim personeli hakkında yürütülen ceza soruşturması kapsamında soruşturmanın tam ve eksiksiz tamamlanması amacıyla Danıştay Birinci Dairenin kararları doğrultusunda ceza soruşturmasının nasıl olması gerektiğine yönelik görüş ve öneriler sunmaktır. Anahtar Kelimeler: Yükseköğretim personeli, ceza soruşturması, 2547 sayılı Kanun, 5271 sayılı Kanun, Danıştay Birinci Daire. 58 Criminal Investigation Procedure for Higher Education Superior Institutions and Higher Education Institutions Administrators and Personnel in Accordance with the Decisions of the First Chamber of the Council of State Rıdvan Işık1 Ayhan Gürbüzer2 Prof. Dr. İsmail Sevinç3 Abstract Civil servants and other public officials performing public service are subject to a special investigation procedure by the competent authorities before being tried for crimes alleged to have been committed in connection with their duties. The special investigation procedure, enshrined in the Constitution and personnel laws, prevents public servants from facing unjustified accusations of criminal offenses and ensures that they perform their duties in confidence and without any influence. The investigation procedure for civil servants and other public officials is set out in Law No. 4483 on the Prosecution of Civil Servants and Other Public Officials. In the event that a public employee commits a crime, the Chief Public Prosecutor's Office requests an investigation permit from the institution where he/she works. The authority authorized to investigate decides whether or not to grant permission to prosecute. The trial process starts with the lawsuit filed after the preliminary examination and preliminary investigation to be carried out upon the granting of permission to prosecute. The stage of criminal investigation and trial of the crimes alleged to have been committed by the administrators of higher education supreme organizations and higher education institutions, permanent and contracted academic staff, civil servants subject to the Civil Servants Law No. 657 of these organizations and institutions, due to their duties or during the performance of their duties, is different from the Law No. 4483. For the personnel working in higher education institutions and organizations, the special investigation procedure with the title of suspect is regulated in the Higher Education Law No. 2547. Pursuant to Law No. 2547, the Chief Public Prosecutor's Office cannot directly initiate a criminal investigation. The Chief Public Prosecutor's Office decides on the lack of jurisdiction and sends the complaint file to the higher education supreme organization or institution where the administrator or personnel against whom the complaint is made is employed. For crimes alleged to have been committed by higher education personnel due to or during their duties, the special investigation procedure set out in subparagraph 8 of paragraph (c) of Article 53 of Law No. 2547 shall be applied. PhD Student, Rıdvan Işık, Necmettin Erbakan University, ridvan@erbakan.edu.tr Phd Student, Ayhan Gürbüzer, Necmettin Erbakan University, ayhan.gurbuzer@ogr.erbakan.edu.tr 3 Prof. Dr., İsmail Sevinç, Necmettin Erbakan University, isevinc@erbakan.edu.tr 1 2 59 The criminal investigation initiated under Law No. 2547 is completed as a result of the review of the First Chamber of the Council of State. If there are deficiencies or errors in the criminal investigations examined by the First Chamber of the Council of State, the file is returned to the relevant institution and a new investigation is conducted to correct them. Persons assigned to investigations conducted by the administration may not have sufficient knowledge to conduct the investigation. Therefore, it is important that the investigation is conducted by persons with sufficient knowledge. The decisions of the First Chamber of the Council of State are an important source in completing criminal investigations fully and quickly, preventing loss of time due to procedural errors, opening unnecessary investigations, determining how to conduct criminal investigations, or determining whether the Chief Public Prosecutor's Office should directly carry out the investigation of crimes that are not related to the duty. Criminal prosecutions of higher education supreme institutions, the Council of Higher Education, the Interuniversity Council, the Higher Education Supervisory Board and 208 universities (state and foundation universities) are subject to the review of the First Chamber of the Council of State. In order to prevent unnecessary investigations against the personnel of higher education institutions and organizations, to lighten the judicial burden by preventing unnecessary investigations, to prevent the personnel from being worn out by unnecessary investigations, to prevent procedural errors due to reasons such as incomplete notification during the investigation process, failure to appoint an expert, it is aimed to carry out the criminal investigations opened by including the jurisprudence of the First Chamber of the Council of State in a correct and fast manner. Previous practice examples and the decisions of the First Chamber of the Council of State are very important for the healthy conduct of the investigation, the investigation and evaluation of the criminal allegation and the clarification of the investigation. Since every investigation initiated by the competent authorities is subject to the review of the First Chamber of the Council of State, the judicial decisions are a guide for the conduct of criminal investigations. Notifications and complaints submitted to the Chief Public Prosecutor's Office are carried out through criminal investigations initiated by the competent authorities, either by issuing a decision of non-jurisdiction or directly by the competent authorities. In cases not covered in Law No. 2547, Law No. 4483 applies in criminal investigations. In cases not covered in Law No. 4483, the Criminal Procedure Law No. 5271 applies. Since the application of this law causes various disruptions in some cases, it is considered that it would be beneficial to make necessary arrangements in Law No. 2547. The purpose of this study is to provide opinions and suggestions on how the criminal investigation should be conducted in line with the decisions of the First Chamber of the Council of State in order to complete the investigation fully and completely within the scope of the criminal investigation conducted against higher education personnel. Keywords: Higher education personnel, criminal investigation, Law No. 2547, Law No. 5271, First Chamber of the Council of State. 60 Kamu Yönetiminde Hizmet Sunumunun Temel İlkeler Çerçevesinde Değerlendirilmesi Vehbi Alpay Günal1 Dilara Temizyürek2 Esra Aksoy3 Özet Devlet ve diğer kamu tüzel kişilerince veya bunların yakın kontrolleri altında özel sektör ve sivil toplum tarafından toplumun kolektif ihtiyacını karşılamaya ve kamu yararını sağlamaya yönelik üretilen hizmetler olarak tanımlanan kamu hizmetleri, sunuluş şekli itibariyle ülkelerin başta yönetim gelenekleri, siyasi kültürleri ve baskın ideolojileri gibi birçok unsurdan etkilenir. Söz konusu unsurlara kamu yönetimine hakim olan geleneksel ilkelerin yanı sıra, günümüzde küreselleşmenin etkisiyle şekillenen; şeffaflık, hesap verebilirlik, katılımcılık, etkinlik gibi popüler/neo-liberal ilkeler de eklenmektedir. Söz konusu ilkelerin kamusal hizmet sunumunda gözetilmesi, gerek devletin devamlılığının gerekse hizmetlerin bütünlüğünün sağlanması bakımından önemlidir. Klasik yönetim anlayışında devlet, kamu kurumları aracılığıyla hizmetleri doğrudan kendisinin sunduğu ve kontrolün kendisinde olduğu bir konumda yer alırken, 20.yy.’ın son çeyreğiyle birlikte klasik yönetim anlayışı eleştirilerek, kamu yönetiminde yeni bir paradigma arayışına gidilmiştir. Bu arayışla ülkemizde de Türk yönetim geleneğindeki merkeziyetçi anlayışın aksine, yerelleşme-sivilleşme-özelleştirme politikalarıyla kamu hizmeti sunumu devletin faaliyet alanından sivil topluma ve özel sektöre açılmaya başlamıştır. Devletin geleneksel olarak vatandaş nazarında ‘baba’ kabul edildiği ülkemizde kamu hizmetinin devletin varlık nedeni olarak görülmesi, toplumun hizmet sunumunda devletten beklentisini artıran bir unsurdur. Ülkemizde son yaşanan orman yangını, deprem ve sel felaketleri gibi sosyal yardım gerektiren durumlarda halkın taleplerinin karşılanamaması, devletin hizmet sunumu anlayışının gözden geçirilmesi gerekliliğini gündeme getirmiştir. Kamu kurumlarının hizmet sunumunda, vatandaş odaklılıktan çok siyasal çıkarlar üzerinde durduğu, sorunu kimin çözeceği, hangi birimin hizmet sunacağı noktasında siyaset-yönetim arasında dengenin kurulamaması gibi tartışmalar hizmetin temel ilkeler çerçevesinde uygulanabilirlik potansiyelini geri plana atmaktadır. Bu soru(n)lara çözüm olarak özellikle hizmeti vatandaşa veya mekana ulaştırma noktasında kamu kurumlarının sivil toplum kuruluşları ile işbirliğine yöneldiği veya kamu kurumlarının yetersiz kaldığı alanlarda sivil toplum kuruluşlarının devreye girdiği görülmektedir. 1 2 3 Dr. Öğr. Üyesi, Vehbi Alpay Günal, Akdeniz Üniversitesi, alpaygunal@yahoo.com Doktora Öğrencisi, Dilara Temizyürek, Akdeniz Üniversitesi, dilaratemizyurek@hotmail.com Doktora Öğrencisi, Esra Aksoy, Akdeniz Üniversitesi, aksoyess@gmail.com 61 Bu çalışmanın amacı kamu yönetiminde gerçekleşen dönüşümü açıklayarak Türkiye’de yaşanan son gelişmelerle tekrar tartışma konusu haline gelen kamu hizmeti sunumunda devletin rolünün ne olması gerektiği ve hizmet sunumunda belirlenen temel ilkelerin ne derece uygulandığını ele almaktır. Sivil toplumun hizmet üstlenirken popüler/neo-liberal ilkeler ve yaklaşımla mı davrandığı, yoksa kamusal ve toplumcu bir rol mü üstlendiği – öncelikle AHBAP ve Kızılay örnekleriyle Şubat 2023 depremleri özelinde- tartışılacaktır. Bu bağlamda pratikteki sorunlara dikkat çekilerek, kamu hizmetlerinin daha etkin sunulabilmesinde alternatif öneriler sunulmaya çalışılmaktadır. Çalışma doküman analizi yöntemine göre planlanmış olup, konuyla ilgili birincil kaynaklar, bilimsel makaleler ve dijital medya dokümanlarından nitel analiz öngörülmektedir. Anahtar Kelimeler: kamu hizmeti, sivil toplum, noe-liberal ilkeler, AHBAP, Kızılay. 62 Evaluation of Presentation of Service in Public Administration Within the Context of Basic Principles Vehbi Alpay Günal1 Dilara Temizyürek2 Esra Aksoy3 Abstract Public services, defined as services produced by the state or other public legal entities or by private sector and non-governmental organizations under their close control, to meet the collective needs of the society and ensure public benefit, are affected by many factors, such as the management traditions, political cultures and dominant ideologies of the countries, in terms of the way they are presented. In addition to the traditional principles that dominate the public administration, these elements are shaped by the impact of global developments today; Popular/neo-liberal principles such as transparency, accountability, participation and effectiveness are also added. The observance of these principles in the provision of public services is important in terms of ensuring both the continuity of the state and the integrity of the services. In the classical management approach, while the state is in a position where it directly provides services and is under control through public institutions, with the last quarter of the 20th century, a new paradigm in public administration has been sought by criticizing the classical management approach. Contrary to the centralist approach in the Turkish administrative tradition in our country, with this search, public service provision has started to open up to the private sector and civil society from the field of activity of the state, with the policies of decentralization-civilization-privatization. In our country, where the state is traditionally considered the 'father' in the eyes of the citizens, the fact that public service is seen as the reason for the existence of the state is a factor that increases the society’s expectations from the state in service. The fact that the public’s demands cannot be met in situations requiring social assistance such as the recent forest fire, earthquake and flood disasters in our country has brought to the agenda the need to review the state’s service delivery approach. Discussions such as public institutions focusing on political interests rather than citizen orientation in service delivery, and the failure to establish a balance between politics and administration in terms of who will solve the problem and which unit will provide the service, also put the applicability potential of the service in the background within the framework of basic principles. As a solution to these question(s), it is seen that public institutions tend to cooperate with nongovernmental organizations, especially in terms of delivering the service to the citizen or 1 2 3 Assist. Prof. Dr., Vehbi Alpay Günal, Akdeniz University, alpaygunal@yahoo.com PhD Student, Dilara Temizyürek, Akdeniz University, dilaratemizyurek@hotmail.com PhD Student, Esra Aksoy, Akdeniz University, aksoyess@gmail.com 63 place, or non-governmental organizations step in areas where public institutions are inadequate. The aim of this study is to explain the transformation that took place in public administration and to discuss what the role of the state should be in service delivery, which has become the subject of discussion again with the latest developments in Turkey, and to what extent the basic principles determined in service delivery are applied. It will be discussed whether the civil society acts with popular/neo-liberal principles and approach while undertaking services, or whether it assumes a public and socialist role – first of all, with the examples of AHBAP and Kızılay, in particular for the February 2023 earthquakes. In this context, by drawing attention to the problems in practice, alternative suggestions are tried to be presented in order to provide public services more effectively. The study was planned according to the document analysis method, and qualitative analysis is foreseen from the primary sources, scientific articles and digital media documents related to the subject. Keywords: public service, civil society, neo-liberal principles, AHBAP, Kızılay. 64 BİRİNCİ GÜN: İKİNCİ OTURUM 26.10.2023 14:30-16:00 Yalıncak Salonu Kamu İşletmeleri (1) Oturum Başkanı: Fuat Ercan Türkiye Cumhuriyeti’nin İnşasında ‘Buğday Siyaseti’ Ulusun Ekmek Üzerinden Fethi (mi?) 'Wheat Politics' in the Construction of the Republic of Türkiye Conquest of the Nation through Bread (?) Fuat Ercan Pamuk Ektik, Pamuklu Dokuduk Bir Tarım Ürününün Türkiye’de Sanayileşme ve Emek Sürecine Katkıları We Planted Cotton, We Weaved Cotton Contributions of an Agricultural Product to Industrialization and Labor Process in Turkey Çağın Erbek Cumhuriyetin Şekeri: "Pancar Olmasa İdi, İcadı Gerekirdi" Sugar of The Republic: “If not for the sugar beet, it would have had to be invented” Fatma Genç Cumhuriyet’in Yüzyıllık Hikâyesinde Demir-Çelik: “Aydınlık” ve “Karanlık” Yüzü Iron-Steel in the 100-Year History of the Republic: “Bright” and “Dark” Sides N. Berna Güler Kamu Müdahaleleri Üzerinden Dönüşen Bir Ürünün (Kömür) Öyküsü The Story of a Product Transformed by Public Policies: Coal Hasan Ateş 65 Türkiye Cumhuriyeti’nin İnşasında ‘Buğday Siyaseti’ Ulusun Ekmek Üzerinden Fethi (mi?) Fuat Ercan1 Özet Cumhuriyet’in ilanını izleyen günlerde “Yeni Türkiye” için bir yol haritası açıklanıyor; “üç beyaz (un, pamuk, şeker) ve üç kara (kömür, demir-çelik ve petrol)” Ulus-devletin inşasının 100.yılında yaşanan süreci bu ürünler üzerinden analiz edebilir miyiz? Cumhuriyetin ilk işi bu ürünlere yönelik kamu politikaları geliştirmek olmuştur. Uygulanan kamu müdahaleleri Yeni Türkiye’nin karşılaştığı zorlukları da açığa çıkarıyor. Üç beyaz ve kara üzerinden uygulanan kamu politikalarına baktığımızda üç önemli değişimi içerdiğini görüyoruz; siyasal iktidarın yapısı olarak Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopuşu, tarım temelli toplumsal yeniden üretimden sanayi temelli bir toplumsal üretime geçiş ve son olarak dünya ölçeğinde yoğunluğu artan sermaye birikimi ve yeni siyasal oluşumlara karşı ayakta kalabilmek. Üç beyaz, üç karaya yönelik kamu uygulamalarına baktığımızda ortak unsurun yeni ulusdevletin sanayileşme ile dünya ölçeğinde yaşanan sermaye birikim sürecine dahil olma amacına yönelik olduğunu görüyoruz. Tarımsal alanda ürün örüntüsünün endüstriyel girdi ürünlere yöneltme yönündeki kamu müdahaleleri (pamuk ve şeker) ve sanayileşme için gerekli olan enerjinin (kömür ve petrol) sağlanması, ileri bağlama etkisi yüksek olan (forward linkage effects) stratejik ürün olarak demir-çelikin teşvik edildiğini görüyoruz. Diğer yandan sloganın diğer bileşeni olan “un” un diğer ürünlerle paylaştığı değişim sürecinde önemli bir farklılığı içinde taşıdığını görüyoruz; kitlelerin en temel ihtiyacı olan ekmeğin tedariki. Bu yönü ile bir sürekliliği içinde taşıyan bir ürün analiz konumuz. Buğday ve ekmek kadim zamanlardan günümüze yaşamla birlikte düşünülen ve hatta özgürleşme mücadelesi birlikte ele alınıyor. Bizans’tan, Osmanlı’ya ve ele aldığımız Yeni Türkiye’nin halkın en temel gıdasının tedarik etme zorunluluğu. Yeni Türkiye’nin ve dolayısıyla oluşum halindeki siyasi iktidarın “ekmeği fethetmesi” gerekiyor. Ekmeğin nihai ürün olduğunu düşündüğümüzde sırası ile “un” ve “buğday”la bağlantılı olduğu ölçüde kamu politikaları ekmeğin fethi için fırıncılar, değirmenciler ve nihai olarak buğday üreticilerine yönelik kamu politikaları uygulamak zorundalar. Ekmeğin fethi ile sanayileşme amacı arasında gerilimli süreçler yaşanıyor. Tarıma dayalı imparatorluğun çöküşü ile yeni kurulan ulus-devlet destekli endüstriye dayalı sermaye birikimi arasında çelişkili bir süreç yaşanıyor. Ekmeğin fethi için uygulanan kamu politikalarının izini sürdürdüğümüzde yapısal dönüşüme (İmparatorluktan ulus-devlete ve tarımdan sanayiye) ait uygulamaları ürün üzerinden öğrenebileceğiz. Diğer yandan zamanla değişen kamu idaresi ve politikaları ile siyasal yapılanmaya bağlı olarak sanayi ve sermaye birikimindeki yapı-içi dönüşümleri gözlemlene bilecek. 1 Prof. Dr., Fuat Ercan, Mimar Sinan Üniversitesi, ercanfu@yahoo.com 66 İnşa süreci içindeki geç ulus-devletin ekmeğin fethi için yaptığı müdahale bu çalışmanın temel konusu olacak. Endüstri ve sermayenin inşası ile devletin ulusu inşa sürecinde ekmeğin fethine yönelik kamu müdahaleleri üzerinde yoğunlaşarak buğday, un ve ekmeğin kamusal dönüşümünü tartışmaya açmayı amaçlıyorum Anahtar Kelimeler: un/ekmek/buğday, ekmeğin fethi, buğday politikaları, yapısal dönüşüm – yapı içi dönüşüm, kamu politikaları, ulus-devletin inşası 67 'Wheat Politics' in the Construction of the Republic of Türkiye Conquest of the Nation through Bread (?) Fuat Ercan1 Abstract In the days following the proclamation of the Republic, a road map for "New Turkey" was announced: “three white (flour, cotton, sugar) and three black (coal, iron-steel and oil)”. Can we analyze the processes that take place in the 100th anniversary of the construction of the nation-state through these products? The first job of the Republic was to develop public policies concerning these products. The government interventions also reveal the difficulties faced by the New Turkey. When we look at the public policies for the three whites and blacks, we see that they include three important changes; the break with the Ottoman Empire as the structure of political power, the transition from agricultural-based social reproduction to an industrial-based social production, and finally, surviving in the face of the increasing capital accumulation and new political formations on a world scale. When we look at the public practices for the three whites and the three blacks, we see that the common element is the aim of the new nation-state to be involved in the process of industrialization and capital accumulation on a world scale. We see that public interventions in the agricultural field, to direct the product pattern towards industrial input products (cotton and sugar) and the provision of the energy required for industrialization (coal and oil), encourage iron and steel as a strategic product with high forward linkage effects. On the other hand, we see that the other component of the slogan, "flour", carries a significant difference in the process of change it shares with other products; Providing bread, which is the basic need of the masses. In this respect, our subject of analysis is a product that carries a continuity. Wheat and bread have been identified with life from ancient times to the present day, and even the struggle for liberation is discussed in line with this product. We are discussing the necessity of supplying the most basic food of the people from Byzantium to the Ottoman Empire and the New Turkey. The New Turkey, and therefore the political power in the making, needs to "conquer bread". When we consider that bread is the final product, public policies have to address bakers, millers and ultimately wheat producers to the extent that they are linked to "flour" and "wheat", respectively, for the conquest of bread. There are tense processes between the conquest of bread and the aim of industrialization. A contradictory process is taking place between the collapse of the agriculture-based empire and the newly established nation-statesupported industry-based capital accumulation. When we continue to trace the public policies implemented for the conquest of bread, we will be able to learn the practices of structural transformation (from Empire to nation-state and from agriculture to industry) through the product. On the other hand, intra-structural transformations in industry and 1 Prof. Dr., Fuat Ercan, Mimar Sinan University, ercanfu@yahoo.com 68 capital accumulation can be observed depending on public administration and policies and political structuring that change over time. The intervention of the late nation-state in the process of construction, to conquer bread is the main subject of this study. I aim to discuss the public transformation of wheat, flour and bread by focusing on the construction of industry and capital and the state's public interventions towards the conquest of bread in the nation-building process. Keywords: conquest of bread, wheat politics, structural change, change within the structure, public administration, building nation state. 69 Pamuk Ektik, Pamuklu Dokuduk Bir Tarım Ürününün Türkiye’de Sanayileşme ve Emek Sürecine Katkıları Çağın Erbek1 Özet Kapitalizmin yarattığı sembolik anlamların ötesinde genç bir ulus devletin sanayileşme gayesini temsil eden “üç beyazlar” ve “üç karalar”, dünle bugünün bağını kuracak işleve sahip tarihsel bir okumayı mümkün kılmaktadır. Cumhuriyet tarihinde emeğin emek gücüne dönüşümü, devlet eliyle sanayileşme, tarımdan sanayiye geçiş gibi çok temel tartışmaların izlerini yakalayabileceğimiz ürünlerin ve metaların sermaye birikimine katkısı, yüzyılın sonunda sanayileşme sürecinde bir hayli yol almış Türkiye örneğinde ilgi çekici durmaktadır. Bir tarım ürünü olarak tarlada ve tekstil sektörünün girdisi olarak fabrikada üretim sürecine katılan pamuk, Osmanlı’dan devralınan mirasla beraber Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Türkiye için önemli tarımsal ürünlerin başında gelmektedir. Ham pamuk üretimi, iplik üretimi, pamuklu dokuma kumaş üretimi, konfeksiyon üretimi gibi çeşitlenen ve sermaye birikiminin dönemsel ihtiyaçları uyarınca devlet tarafından üretimi desteklenen pamuğun, içsel sermaye birikiminin yaratılmasına olanak tanıyan ve uluslararası kapitalist üretimle eklemlenmeyi sağlayan bir yerde durduğu söylenebilir. Çukurova’nın, tarladaki pamuk toplayıcılarının, fabrikadaki pamuklu üreticilerinin, ilk bez fabrikalarının Cumhuriyet tarihinde kazandığı anlamı, sermaye birikim süreciyle birlikte düşünmek, devletin bu noktada kurucu işleviyle başlayan ve değişen rollerini de tartışmaya açacaktır. Çalışma, tarımsal bir ürün olarak pamuk üzerinden Türkiye’nin ilk sanayileşme hamleleri ile günümüzün uluslararası rekabet koşullarında değişen birikim dinamikleri arasında bir ilişki kurmayı amaçlamaktadır. Kurulacak bu ilişkinin kapitalizmin genel eğilimleri ile ne ölçüde uyumlu olduğu, bu noktada pamuğun yüzyıl içinde değişen konumu tartışılmaya çalışılacaktır. Pamuktaki bu değişimi takip edebilmek, aynı zamanda tarımın ve tekstilin Türkiye ekonomisindeki bugünkü yerine ilişkin de çıkarımlarda bulunabilmemizi sağlayacaktır. Cumhuriyetin ilk yıllarına ait sanayileşme gayesi ile günümüz sanayi odaklarını karşılaştırmak, Türkiye’de sermaye birikiminin gelişimini ve devletin farklılaşan rolünü anlamamız açısından önemli olacaktır. Anahtar Kelimeler: Sanayileşme, tarım, emek süreci, pamuk üretimi 1 Dr. Öğr. Üyesi, Çağın Erbek, Haliç Üniversitesi, caginerbek@halic.edu.tr 70 We Planted Cotton, We Weaved Cotton Contributions of an Agricultural Product to Industrialization and Labor Process in Turkey Çağın Erbek1 Abstract Beyond the symbolic meanings created by capitalism, the "three whites" and "three blacks", which represent the industrialization goal of a young nation-state, enable a historical reading that has the function of establishing the link between yesterday and today. The contribution of products and commodities to capital accumulation, in which we can catch the traces of very basic debates such as the transformation of labor into labor power, industrialization by the state, and the transition from agriculture to industry in the history of the Republic, looks interesting in the example of Turkey, which has come a long way in the industrialization process at the end of the century. Cotton, which participates in the production process in the field as an agricultural product and in the factory as an input for the textile industry, has been one of the most important agricultural products for Turkey since the first years of the Republic, with the legacy inherited from the Ottoman Empire. It can be said that cotton, which diversifies such as raw cotton production, yarn production, cotton woven fabric production, and garment production, and whose production is supported by the state in line with the periodic needs of capital accumulation, stands in a place that allows the creation of internal capital accumulation and provides articulation with international capitalist production. Considering the meaning of Çukurova, the cotton pickers in the field, the cotton producers in the factory, and the first cloth factories in the history of the Republic, together with the capital accumulation process, will also open up for discussion the changing roles of the state, which started with its founding function at this point. The study aims to establish a relationship between Turkey's first industrialization moves through cotton as an agricultural product and the changing accumulation dynamics in today's international competitive conditions. At this point, the changing position of cotton over the century will be discussed to what extent this relationship is compatible with the general tendencies of capitalism. Being able to follow this change in cotton will also enable us to make inferences about the current place of agriculture and textiles in the Turkish economy. Comparing the industrialization aim of the first years of the Republic with today's industrial focuses will be important in understanding the development of capital accumulation in Turkey and the changing role of the state. Keywords: Industrialisation, agriculture, labor process, cotton production 1 Assist. Prof. Dr., Çağın Erbek, Haliç University, caginerbek@halic.edu.tr 71 Cumhuriyet’in Şekeri: “Pancar Olmasa İdi, İcadı Gerekirdi Fatma Genç1 Özet Türkiye’de sermaye birikiminin yaratılmasının ön koşulu olarak tarımın ticarileşmesi hedefiyle erken Cumhuriyet döneminde kalkınmanın sanayisini yaratacak tarımsal ürünlerden birisi de şekerdir, “memleketin mühim hedefi” olarak şeker “üç beyazlar” ve “üç karalar” sloganı etrafında öncelikler arasına alınır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kalkınma seyrinin ana aktörlerinden birisi olarak yer alan “üç beyazlar”dan şeker, Osmanlı’dan devralınan mirasla kapitalizmin 100 yıllık seyrinin önemli bağlantılarını ortaya koymaktadır. Devletin sanayileşme yönündeki çabasının bir ürünü olarak “Bir Ziraat Memleketi Kuruluyor” şiarının karşılık bulduğu şeker, tarımdan sanayiye, pazardan piyasaya, maldan metaya, köylüden proletaryaya geçişin ön koşullarının yaratılmasında baş aktörlerden birisi olarak yerini alır. Aynı zamanda devletin değişen işlevlerine ilişkin süreci de izlemeye olanak sağlamaktadır. Bu çalışmada şeker ürününün hikâyesi üzerinden kamunun farklılaşan konumu analiz edilecektir. Anahtar Kelimeler: şeker, sermaye birikim süreci, endüstri, metalaşma, kalkınma. 1 Doktora Öğrencisi, Fatma Genç, Ordu Üniversitesi, fatmagen@gmail.com 72 Sugar of The Republic: “If not for the sugar beet, it would have had to be invented” Fatma Genç1 Abstract In the early Republican period, with the goal of commercialization of agriculture as a precondition for the creation of capital accumulation in Turkey, sugar was one of the agricultural products that would create the industry for development. Sugar was prioritized as "the country's most important target" under the slogan of "three whites" and "three blacks". Sugar, one of the "three whites" and one of the main actors in the development course of the Republic of Turkey, reveals important connections between the legacy inherited from the Ottoman Empire and the 100-year course of capitalism. As a product of the state's efforts towards industrialization, sugar, which corresponds to the slogan "Establishing an Agricultural Country", takes its place as one of the main actors in creating the preconditions for the transition from agriculture to industry, from market to market, from commodity to commodity, from peasant to proletariat. At the same time, it also allows us to trace the process of the changing functions of the state. In this paper, the differentiated position of the public sector will be analyzed through the story of the sugar product. Keywords: sugar, capital accumulation process, industry, commodification, development. 1 Phd Student, Fatma Genç, Ordu University, fatmagen@gmail.com 73 Cumhuriyet’in Yüzyıllık Hikâyesinde Demir-Çelik: “Aydınlık” ve “Karanlık” Yüzü N. Berna Güler1 Özet Cumhuriyetin yüzyıllık tarihinde uluslaşma ve ulus-devlet inşa sürecinde kapitalistleşme ve sanayileşmenin gelişim dinamiklerini, kamu yönetiminin değişim sürecini anlama çabasının ürünler üzerinden bütünlüklü bir kavrayış, anlamlı olacaktır. Ulusun inşasında kamu eliyle sanayileşmenin “üç beyazlar” (un, şeker, pamuk) ve “üç karalar” (demir-çelik, kömür, petrol) tarımdan sanayiye, üründen metaya geçiş hikâyesinde öncelikli yer alırken, sanayileşmenin ürünleri olarak gündelik yaşam deneyimlerimizi de belirlemektedir. Ürün üzerinden okuma yapmanın tarihsel ve toplumsal ilişkilerin izi sürüldüğünde ürünlerin bir yandan metalaşma sürecine çekilme hikâyesi izlenebilirken, diğer yandan kamu yönetiminin nasıl ve ne şekilde değiştiğine de tanıklık etmemize yardımcı olacaktır. “Üç karalar”dan biri olan demir-çelik, geç-ulus devlet ve sanayileşme sürecinde endüstrinin stratejik ürünü olup teşvik edilmiştir. Çünkü demir-çelik yüksek ileri bağlantıları kurmasıyla; demiryolundan inşaata, vinçlerden otomobile, elektrikli ev aletlerinden beyaz eşyaya, madeni eşyadan ambalaja, petrol-gaz taşıma/koruma için tüplere, borulara vs. vazgeçilmez ürünü olmuştur. Bu çerçevede çalışmamızda eleştirel diyalektik yöntemle “üç karalar”dan biri olan demir-çeliğin, insan-doğa ve insan-insan ilişkilerinin izi sürülmeye çalışılacaktır. Cumhuriyet’in yüzyıllık tarihinde demirin; doğanın bir parçası olma halinden cevher olmaya, cevherden çeliğe yolculuk hikâyesinde toplumsal ilişkilere yansıyışı, kamu yönetiminin farklılaşan rolü ve toplumsal değişim dinamikleri ortaya konulmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: demir/çelik, üç karalar, sanayileşme, metalaşma, toplumsal değişim 1 Doç. Dr., N. Berna Güler, Marmara Üniversitesi, bernag@marmara.edu.tr 74 Iron-Steel in the 100-Year History of the Republic: “Bright” and “Dark” Sides N. Berna Güler 1 Abstract A comprehensive understanding of the development dynamics of capitalization and industrialization in the nation-building and nation-state construction process, as well as the transformation of public administration, can be achieved by examining the products involved. In the construction of the nation, industrialization through state intervention played a significant role in the transition from agriculture to industry and from raw materials to commodities, with a focus on the "three whites" (flour, sugar, cotton) and the "three blacks" (iron/steel, coal, oil). These industrial products not only influenced economic development but also shaped our everyday experiences. Examining the historical and social relationships through the lens of products reveals the story of their commodification and provides insights into the transformation of public administration. Among the "three blacks," iron/steel, as a strategic product of the late nation-state and industrialization process, was actively promoted. Iron/steel became indispensable due to its extensive connections, ranging from railways to construction, cranes to automobiles, electric appliances to household goods, metalware to packaging, and tubes and pipes for the transportation and storage of oil and gas. Within this framework, this study employs a critical dialectical approach to trace the impact of iron/steel, one of the "three blacks," on human-nature and human-human relationships. It seeks to uncover how iron, throughout the 100-year history of the Republic, transitioned from being part of nature to becoming ore and ultimately steel, reflecting societal relationships, the evolving role of public administration, and the dynamics of social change. Keywords: iron/steel, three blacks, industrialization, commodities, social change 1 Assoc. Prof. Dr.., N.Berna Güler, Marmara University, bernag@marmara.edu.tr 75 Kamu Müdaheleleri Üzerinden Dönüşen Bir Ürünün (Kömür) Öyküsü Hasan Ateş1 Özet Cumhuriyet’in 100 yıllık tarihinde geç ulus devletin inşa sürecinde sanayileşme çabalarını anlamak için dünle bugünün bağını kuracak bir okuma ile “üç beyazlar (un, şeker, pamuk)” ve “üç karalar (demir, kömür, petrol)” ile ifade edilen sloganın işaret ettiği ürünlerin gelişimine ve zaman içinde değişimine bakmak anlamlı olacaktır. Bu çalışma geç kapitalistleşme sürecinin örneği olarak Osmanlı-Cumhuriyet tarihinde enerji ihtiyacına dönük politikaları kömür üzerinden incelemeyi amaçlamaktadır. Sanayileşme sürecinin gereksinim duyduğu enerjinin Zonguldak/ Ereğli kömür havzasındaki sürecini kamu politikaları/yönetimi ile devlet, sermaye, kapitalistleşme ve emek süreci arasındaki dinamik ve değişen ilişkileri incelemeyi hedeflemektedir. Anahtar Kelimeler: kömür, sermaye birikim süreci, kapitalistleşme, ulus devlet, sanayileşme, metalaşma, emek. 1 Bağımsız Araştırmacı, Hasan Ateş, hates.yazici@gmail.com 76 The Story of a Product Transformed by Public Policies: Coal Hasan Ateş1 Abstract In order to understand the industrialization efforts in the construction process of the late nation state in the 100-year history of the Republic, it would be meaningful to look at the development of the products signified by the slogan "three whites (flour, sugar, cotton)" and "three blacks (iron, coal, petroleum)" and their changes over time, with a reading that will connect the past with the present. This study aims to examine the policies towards energy needs in the Ottoman-Republican history through coal as an example of the late capitalistization process. It aims to examine the dynamic and changing relations between public policies/management of the energy needed by the industrialization process in Zonguldak/Eregli coal basin and the state, capital, capitalization and labor process. Keywords: coal, capital accumulation process, capitalization, nation state, industrialization, commodification, labor. 1 Independent Researcher, Hasan Ateş, hates.yazici@gmail.com 77 BİRİNCİ GÜN: İKİNCİ OTURUM 26.10.2023 14:30-16:00 Koçumbeli Salonu Yurttaşlık Oturum Başkanı: Argun Akdoğan Modern Devlet-Yurttaş İlişkisinin Gelişimi Bağlamında Cumhuriyet’in Kuruluş Döneminde Kamu Hizmetine Girme Hakkı Modern Devlet-Yurttaş İlişkisinin Gelişimi Bağlamında Cumhuriyet’in Kuruluş Döneminde Kamu Hizmetine Girme Hakkı İmren Pınar Dülgar Eşitsizlikleri Kamu Politikaları Kapsamında Düşünmek: Yurttaşlık Üzerine Bir Değerlendirme Thinking Inequalities in the Context of Public Policies: An Evaluation on Citizenship Sevcan Karcı, Oytun Meçik Sanata Devlet Desteği: Erken Cumhuriyet Döneminde Vergi Düzenlemeleri State Support for Art: Tax Regulations in the Early Republic Period Duru Çiğdem Şimşek Türkiye`de Neoliberalizm Bağlamında Askerlik Hizmetinin Metalaşma Eğilimi The Tendency Towards Commodification of Military Service in the Context of Neoliberalism in Turkey Ekin Cansun Çılga Koç Kamu Görevine Atanmada Sadakat Mi? Liyakat Mi? Loyalty or Merit in Public Appointments Gülçin Kürekçi 78 Modern Devlet-Yurttaş İlişkisinin Gelişimi Bağlamında Cumhuriyet’in Kuruluş Döneminde Kamu Hizmetine Girme Hakkı İmren Pınar Dülgar1 Özet Modern kamu personel sistemleri temelinde hizmete girme, Batı’da toplumsal ve siyasal nitelikli bir dönüşüm sürecinin ürünüdür. Bu süreçte, Avrupa’da soyluluğun yönetimdeki egemenliğini sürdürmesinin aracı ve Amerika’da siyasi gücün getirdiği ganimet olarak görülen makam satışlarına karşı uzun soluklu mücadeleler verilmiştir. Nihayetinde kamu hizmetine girmenin siyasal bir hak olarak tanındığı hukuki belgelerin kabulüyle hem hizmete alımda belirli bir zümreyle kısıtlılık durumu sona ermiş hem de kişilere mahsus farklılıklar dışarıda tutulmuştur. Hukuki düzlemde bu, tüm ayrıcalık ve ayrımcılıkları hizmet ekseninde bir potada eriterek sonlandırmak anlamını taşır. Anayasaların ve bildirgelerin konu hakkındaki temel hükmü, kamu hizmetine girmenin tüm yurttaşlara açıklığı ve onların yalnızca hizmetin gerektirdiği niteliklere sahip olması üzerinedir. Süreç, yaşandığı ülkeye özgün özellikler göstermekle birlikte genel bir sonuç olarak kayırmacılık sisteminin yerine liyakat sisteminin kurucu adımlarıyla ilerlemiştir. Yeni sistem, yurttaş olma önkoşuluyla hizmetin gereğini yerine getirebilme kapasitesinin ölçülerek hizmete alım esasına dayanır. Hukuki düzlemde oluşturulan sistemin uygulamaya yerleşmesi, yüzyılı aşan bir zamana yayılmış; sistem, tümüyle işlerlik kazanamamış, aksayan yönleri ve birtakım sınırlılıkları içerisinde süregelmektedir. Hizmete alımda benimsenen bu usulün normatif yönünün ötesinde sistemin olarak kuruluş özelliklerini anlamak için bakışın tarihsel gelişim sürecine yöneltilmesi, bunun modern devletler için pratik zorunluluklarla birlikte uygulamaya konulmaya başladığını gösterir. Modern devlet, siyasal bir hak niteliğindeki kamu hizmetine girmeyi yurttaşı olan herkese tanımaktadır. Bu bağlam, modern devlet ve yurttaş kavramları arasında var olan bütünleşik tarihsel ilişkiyi kamu personeli, onun istihdamı ve başka bir ifadeyle kamu hizmetine girme için de geçerli kılmaktadır. Söz edilen ilişkinin Türkiye özelindeki gelişimi, Osmanlı Devleti’nin modernleşme süreciyle başlamış ve bu dönemde liyakat sistemini yerleştirmeye dönük bazı düzenlemeler yapılmıştır. Modern unsurlarının Tanzimat’ın hemen öncesinde yerleşmeye başladığı personel sisteminde fermanlarla devlet hizmeti tüm tebaaya açılmıştır. 19. Yüzyılın ikinci yarısı, bu düzenlemelerle birlikte devlet hizmetine girmede monarşinin egemenliğinin sürdüğü bir görünüm sergilemekteydi. 1876 Anayasası, hizmete girme hakkını umum tebaaya tanımış ve Osmanlı uyruğundaki herkesin ehliyet ve kabiliyete göre istihdam edileceği düzenlenmiştir. Hukuki belgelerde eşitlik ve liyakat esaslı hizmete alım, Batı’yla eş zamanlı olduğu söylenebilecek tarihlerde yer almıştır. Bununla birlikte eşitlik talebinin yükseldiği kesim gerekse mahiyeti Batı’dakindekinden farklıdır. Yapılan düzenlemelerin uzun yıllar Anayasa’nın askıda kalması sonrasında yeniden meşrutiyet yönetimi dönemi istihdamı azaltma (tenkisat) politikaları süresince uygulamadaki çelişkileriyle yeni devlete miras bırakılmıştır. Devralınan bu tarihsel zemin üzerine Cumhuriyet, yapılan düzenlemeyle yurttaşlık bağını örerek kamu hizmetine girmeyi modern devletin tanıdığı bir siyasal hak kategorisine almıştır. 1924 Anayasası her vatandaşın kamu hizmetine girme hakkının tanındığını ve bu 1 Dr. Öğr. Üyesi, İmren Pınar Dülgar, Gümüşhane Üniversitesi, pinardulgar@gumushane.edu.tr 79 hakkın kullanımında yetenek ve yeterliliğin esas alındığını hükme bağlamıştır. 1926 yılında çıkarılan Memurin Kanunu da bu düzenlemelerin uygulanmasına yönelik hükümlere yer vermiştir. Cumhuriyet’in kuruluş dönemi, liyakat sistemini yerleştirme amacına yönelik düzenlemeleri yürürlüğe koyması bakımından Osmanlı Devleti’nin modernleşme dönemi düzenlemeleriyle bütünlük arz etmektedir. Ancak söz edilen yurttaşlık bağının oluşturduğu kırılma nasıl açıklanabilir? Çalışmada kuruluş döneminin devlet-yurttaş ilişkisi bağlamında oluşturulan liyakat sistemi, tarihsel süreç ve hukuki metinler üzerinden inceleme konusu yapılmaktadır. Bu temel ilişkinin bir sonucu olarak kamu hizmeti ve yurttaş arasındaki ilişkinin niteliği sorunsallaştırılmaktadır. Cumhuriyet’e aktarımdaki süreklilik ve kırılma anlaşılmak istenmektedir. Bununla birlikte hukuki metinlere yansı(ma)yan siyaset-bürokrasi ve toplumsal ilişkiler, kamu hizmetine girme hakkının tarihsel gelişimini izlemede çalışmanın arka planını oluşturmaktadır. Anahtar Kelimeler: modern devlet, kamu hizmetine girme, yurttaşlık. 80 The Right to Enter Public Service in the Foundation Period of the Republic in the Context of the Development of Modern State- Citizen Relationship İmren Pınar Dülgar1 Abstract Entering service on the basis of modern public personnel systems is the result of a social and political transformation process in the West. During this process, long-term struggles were waged against the sale of office, which was seen as a means for the nobility to maintain its dominance in power in Europe and as the spoils of political power in America. Ultimately, with the adoption of legal documents in which entering the public service was recognized as a political right, the restriction to a certain group in employment ended and individual differences were excluded. On a legal level, this means ending all privileges and discriminations by melting them in a melting pot around service. The basic provision of constitutions and declarations on the subject is that entry into the public service is open to all citizens and that they only have the qualifications required for the service. Although the process has characteristics specific to the country in which it occurs, as a general result, it has progressed with the founding steps of the merit system instead of the nepotism system. The new system is based on the principle of recruitment to service by measuring the capacity to fulfill the requirements of the service, with the prerequisite of being a citizen. The implementation of the system created on a legal level took more than a century, the system is not fully functional and continues to have its flaws and some limitations. Beyond the normative aspect of this procedure adopted in commissioning, directing the gaze to the historical development process in order to understand the establishment features of the system shows that it has begun to be put into practice with practical necessities for modern states. The modern state grants everyone who is a citizen to enter public service, which is a political right. This context makes the integrated historical relationship between the concepts of modern state and citizen valid for public personnel, their employment and, in other words, entering the public service. The development of the mentioned relationship in Turkey started with the modernization process of the Ottoman Empire, and some regulations were made to establish the merit system during this period. In the personnel system, in which modern elements began to be established just before the Tanzimat, civil service was opened to all subjects through edicts. With these regulations, the second half of the 19th century showed that the monarchy continued to dominate the civil service. The 1876 Constitution granted the right to enter service to all citizens and it was regulated that all Ottoman citizens would be employed according to their qualifications and abilities. In legal documents, recruitment based on equality and merit took place at a time that can be said to be concurrent with the West. However, both the segment and the nature of the demand for equality are different from those in the West. After the Constitution remained suspended for many years, the regulations were left a legacy to the new state with its contradictions in practice during the employment reduction policies of the constitutional monarchy period. On this inherited historical basis, the Republic, with the regulation made, knitted the bond of citizenship and included entering the public service as a political right recognized by the modern state. The 1924 Constitution stipulated that every citizen 1 Assist. Prof. Dr., İmren Pınar Dülgar, Gumushane University, pinardulgar@gumushane.edu.tr 81 has the right to enter public service and that ability and competence are taken as basis in the exercise of this right. The Civil Servants Law, enacted in 1926, also included provisions for the implementation of these regulations. The founding period of the Republic has integrity with the regulations of the modernization period of the Ottoman Empire in terms of enacting regulations aimed at establishing the merit system. However, how can the rupture in the mentioned citizenship bond be explained? In the study, the merit system created in the context of state-citizen relations of the founding period is examined through historical process and legal texts. As a result of this fundamental relationship, the nature of the relationship between the public service and the citizen is problematized. It is desired to understand the continuity and break in the transfer to the Republic. However, politicsbureaucracy and social relations, which are (not) reflected in legal texts, constitute the background of the study in tracing the historical development of the right to enter public service. Keywords: modern state, entering public service, citizenship. 82 Eşitsizlikleri Kamu Politikaları Kapsamında Düşünmek: Yurttaşlık Üzerine Bir Değerlendirme Sevcan Karcı1 Oytun Meçik2 Özet Bu çalışma günümüzde parçalanan küreselleşmenin yarattığı karmaşık dünya düzeni içinde gittikçe yaygınlaşan otoriter popülist rejimlerin ortaya çıkardığı yatay ve dikey eşitsizlikleri tartışmaya açmayı amaçlamaktadır. Küreselleşmenin ulusları birbirine yaklaştırma iddiası, ulus-devletin kamucu politikalarını aşındırmış ve otoriter popülist rejimler yaygınlaşmıştır. Kapitalizm, neoliberalizm ve demokrasi arasındaki bağlantı, umulanın aksine aktif yurttaşlığı yıpratmıştır. Ontolojik olarak yan yana durması mümkün gözükmeyen çeşitli bileşenleri aynı yapı içerisinde eritme kabiliyeti, popülizmi günümüz siyasal hayatındaki girift ilişkileri anlamak için anahtar haline getirmiştir. Otoriter popülist rejimler, demokrasinin vazgeçilmez değerlerini anlamlandırma ve yorumlama becerisiyle günümüz demokrasisinin krizini de üretmektedir. Dünyanın pek çok farklı coğrafyasındaki popülist rejimlerin muğlak hali, ayrıştırıcı kimlik politikalarıyla farklı eğilimleri düşmanlaştırmıştır. Düşmanın icadı farklı biçimlerde fakat büyük benzerlikler taşıyan küresel bir fenomen halini almıştır. Popülizmin kamu tanımı kuşatıcı ve kapsayıcı olmanın aksine dışlayıcıdır. Oysa demokratik bir toplumun inşası ancak eşitsizlikleri azaltan çok bileşenli kapsayıcı kamu politikalarıyla yakından ilişkilidir. Popülizmin ne olduğu üstüne farklı sonuçlara ulaşmış birçok tartışma içinde Isaiah Berlin'in popülizm açıklaması kapsayıcı tek bir formül arayışının dışlayıcı yönüne dikkat çekmesi açısından değerlidir. Berlin'e göre popülizmi ne kadar tek bir formül altında anlamaya çalışırsak, dışladıklarımız da bir o kadar artacaktır. Popülizm açıklamaya çalıştıkça hesaba katamadıkları da aynı ölçüde genişleyen ve kayganlaşan bir yapıdadır. Sosyal bilimciler için tam “anladım ve açıklayacağım” derken elinden uçup giden ama peşinden koşmaktan da asla vazgeçilmemesi gereken bir inşa sürecidir bahsi geçen. Bu noktadan hareketle, bu çalışma popülist söylemlerin kayganlığı arasında sıkışmış demokratik siyasetin dışladığı sıradan insanların gündelik hayatını tartışmaya açacaktır. Çalışmanın ana argümanı otoriter popülist rejimlerin görmezden geldiği sıradan insanların kamucu politikalarla güçlendirildiği ölçüde demokrasinin köklü bir hal alacağıdır. Çünkü bu şekilde popülizmin meşrulaştırdığı, dikey ve yatay eşitsizlikler eritilerek toplumsal bütünleşme düşüncesine ulaşılabilir. Söz konusu olan eşitsizlikler çerçevesinde adaletsizliğin ortaya çıkardığı sosyal gerginlik, düşük ekonomik büyümenin ve gelir dağılımı bozukluğunun yarattığı yoksulluk, hukukun üstünlüğünün zayıflaması ve insan hakları ihlallerinin toplumsal yaşam üzerindeki toksik etkilerinin arındırılması adına kamu yönetimi politikalarının ekonomik, sosyal ve kültürel eşitsizlikleri ortadan kaldıracak sistemler oluşturması gerekmektedir. Dolayısıyla bu kapsamda tasarlanan 1 Arş. Gör. Dr., Sevcan Karcı, Uşak Üniversitesi, sevcan.karci@usak.edu.tr 2 Prof. Dr., Oytun Meçik, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, oytunm@ogu.edu.tr 83 politikaların sistemlerin sürdürülebilirliğini esas alarak eşitsizliklerin her türünü ortadan kaldırmanın yanında eşitsizlik oluşumuna imkân vermeyen bir yapı ortaya çıkarması mümkün olabilecektir. Beklenin aksine kesişimsel eşitsizliklerin yarattığı güvencesizlik ve toplumsal hoşnutsuzluk toplumsal hayatı dönüştürücü bir potansiyel oluşturmak yerine bölünmüş, ayrışmış bir yapı ortaya çıkarmıştır. Kamu kavramını insana ait olan her şeyi kapsayan bir içerik olarak ele almak toplumun sağaltılması adına önemlidir. Bu noktada, Hobsbawn'ın ulusların yukarıdan inşa edilmiş olsa da “aşağıdan bakılmadıkça anlaşılmayacağı” saptaması kamu yönetimi alanında gözden kaçan bireysel olanın kolektif olanla ilişkiselliğini kurmak için uygun bir zemin sunar. Bu bağlamda, bireysel olanla kolektif olanın temas ettiği kamusal alanda sıradan insanların gündelik hayatlarına bakarak makro-politikaların, kamu yönetimi sisteminin, popülist söylemlerin, kimlik siyasetinin kesişimsel eşitsizlikleri nasıl ürettiği bireysel deneyimlerden hareketle tartışmaya açılacaktır. Anahtar Kelimeler: küreselleşme, kamu politikaları, otoriter popülizm, katılımcı demokrasi, kesişimsel eşitsizlikler. 84 Thinking Inequalities in the Context of Public Policies: An Evaluation on Citizenship Sevcan Karcı1 Oytun Meçik2 Abstract This study aims to discuss the horizontal and vertical inequalities caused by authoritarian populist regimes that have become increasingly widespread in the complex world order created by today's fragmenting globalization. Globalization's claim to bring nations closer together has eroded the publicist policies of the nation-state and authoritarian populist regimes have become widespread. Contrary to expectations, the link between capitalism, neoliberalism and democracy has eroded active citizenship. The ability to fuse various components that seem ontologically impossible to stand side by side within the same structure has made populism the key to understanding the intricate relations in contemporary political life. Authoritarian populist regimes also produce the crisis of today's democracy through their ability to make sense of and interpret the indispensable values of democracy. The ambiguous state of populist regimes in many different geographies of the world has antagonized different tendencies through divisive identity politics. The invention of the enemy has become a global phenomenon with different forms but great similarities. Populism's definition of the public is exclusionary as opposed to inclusive and inclusive. However, the construction of a democratic society is closely linked to multi-component inclusive public policies that reduce inequalities. Among the many debates that have reached different conclusions on what populism is, Isaiah Berlin's explanation of populism is valuable in that it draws attention to the exclusionary aspect of the search for a single inclusive formula. According to Berlin, the more we try to understand populism under a single formula, the more we will exclude. The more we try to explain populism, the more it expands and becomes slippery in terms of what it cannot take into account. For social scientists, it is a process of construction that flies out of their hands just as they say, "I understand and explain", but one should never stop chasing after it. From this point of view, this study will open up for discussion the everyday life of ordinary people who are excluded from democratic politics caught between the slipperiness of populist discourses. The main argument of the study is that democracy will become deeply rooted to the extent that ordinary people, who are ignored by authoritarian populist regimes, are empowered by publicist policies. Because in this way, the idea of social integration can be achieved by dissolving the vertical and horizontal inequalities that populism legitimizes. Within the framework of the inequalities in question, public administration policies need to create systems to eliminate economic, social, and cultural inequalities in order to purify the toxic effects of social tension caused by injustice, poverty caused by low economic growth and income inequality, weakening of the rule of law and human rights violations on social life. 1 Assist. Prof. Dr., Sevcan Karcı, Uşak University, sevcan.karci@usak.edu.tr 2 Prof. Dr., Oytun Meçik, Eskişehir Osmangazi University, oytunm@ogu.edu.tr 85 Therefore, it will be possible for the policies designed in this context to create a structure that does not allow the formation of inequalities as well as eliminating all types of inequalities based on the sustainability of the systems. Contrary to expectations, the precariousness and social discontent caused by intersectional inequalities have created a divided and segregated structure instead of creating a potential to transform social life. It is important to consider the concept of the public as a content that encompasses everything that belongs to human beings in order to heal society. At this point, Hobsbawm’s observation that although nations are constructed from above, "they cannot be understood unless they are looked at from below" is applicable to establish the relationality of the individual with the collective, which is overlooked in the field of public administration. Keywords: globalization, public policies, authoritarian populism, participatory democracy, intersectional inequalities. 86 Sanata Devlet Desteği: Erken Cumhuriyet Döneminde Vergi Düzenlemeleri Duru Çiğdem Şimşek1 Özet Sanat, tarih boyunca, yönetimlerin toplumu dönüştürme veya yönlendirme konusunda başvurdukları önemli alanlardan biri olmuştur. Bu kapsamda, bir devletin toplumla kurduğu ilişkiyi, o devletin sanat alanında ürettiği politikalar üzerinden izlemek mümkündür. Türkiye özelinde değerlendirildiğinde, devlet-toplum ilişkisini sanat temelinde incelemeye en elverişli dönemin, Erken Cumhuriyet Dönemi olduğu görülmektedir. Bu dönem, sanatın toplumu dönüştürmede devlet tarafından bir araç olarak kullanılmasının en belirgin örneğini teşkil etmektedir. İtici gücünü toplumu, çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştırma hedefinden alan bu dönüşümde sanat, eğitim, ekonomi gibi çok temel politika alanlarıyla yan yana yürütülmüştür. Atatürk’ün daha Cumhuriyet kurulmadan önce, Meclis’te yaptığı bir konuşmada konservatuvar, müze ve güzel sanatlar sergilerine, “pratik ve her konuyu kapsayan bir eğitim” için “bir an önce kurulması gereken” şeyler arasında değinmesi, bunun en önemli göstergelerinden biridir. Bununla birlikte Osmanlı’dan devralınan ve savaş koşulları sebebiyle atıl kalmış sanat kuruluşlarının yeniden canlandırılması, Cumhuriyet Hükümeti’nin ilk icraatlarından biri olarak göze çarpmaktadır. Dönemin iktisadi koşulları göz önünde tutulduğunda sanata, kaynak aktarılacak öncelikli alanlar arasında yer verilmesi de sanatın devlet tarafından temel bir politika alanı olarak kabul edilişinin önemli bir yansımasıdır. Bu çalışmada sanat, devlet-toplum ilişkisinin incelenmesinde bir araç olarak kullanılmıştır. Araştırma, Erken Cumhuriyet Dönemi’ne odaklanmaktadır. Bu kapsamda araştırmanın inceleme dönemi Cumhuriyet’in kuruluşundan çok partili hayata geçiş arasındaki dönemle sınırlandırılmıştır. Devletin sanat alanındaki politikaları ise “vergiler” temelinde bir sınırlandırmaya tabi tutulmuştur. Çalışmada Erken Cumhuriyet Dönemi’nde devletin toplumla ilişkisinin, sanat alanında ortaya konulan vergi politikalarına bağlı olarak incelenmesi amaçlanmaktadır. Bu noktada çalışmanın verileri Türkiye Büyük Millet Meclisi görüşmelerinden elde edilecektir. Araştırmanın zamansal sınırlaması dahilinde incelenecek Meclis tutanakları aracılığıyla, vergi türleri bazında bir bölümlemeye gidilmesi planlanmaktadır. Buna bağlı olarak da sanat alanında gündeme getirilen her bir vergi türünün altında devletin sanat ve toplumla kurduğu ilişkinin izleri sürülecektir. Anahtar Kelimeler: devlet ve toplum, devlet ve sanat, sanat politikaları, Erken Cumhuriyet Dönemi 1 Arş. Gör., Duru Çiğdem Şimşek, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, cigdem.simsek@omu.edu.tr 87 State Support for Art: Tax Regulations in the Early Republic Period Duru Çiğdem Şimşek1 Abstract Throughout history, art has been one of the important areas that governments have used to transform or direct society. In this context, it is possible to monitor the relationship a state establishes with society through the policies produced by that state in the field of art. When evaluated specifically in Turkey, it seems that the most appropriate period to examine the state-society relationship on the basis of art is the Early Republican Period. This period constitutes the most prominent example of the use of art as a tool by the state in transforming society. This transformation, which draws its driving force from the goal of bringing society to the level of contemporary civilizations, has been carried out side by side with very basic policy areas such as art, education and economy. One of the most important indicators of this is that Atatürk, in a speech he made in the Parliament even before the establishment of the Republic, mentioned conservatories, museums and fine arts exhibitions as among the things that "must be established as soon as possible" for "a practical and all-subject education". In addition, the revival of art institutions taken over from the Ottoman Empire and left idle due to war conditions stands out as one of the first actions of the Republican Government. Considering the economic conditions of the period, including art among the priority areas to which resources will be allocated is an important reflection of the acceptance of art as a basic policy area by the state. In this study, art was used as a tool in examining the state-society relationship. The research focuses on the Early Republic Period. In this context, the examination period of the research is limited to the period between the establishment of the Republic and the transition to multiparty life. The state's policies in the field of art are subject to limitations on the basis of "taxes". The aim of the study is to examine the relationship of the state with society in the Early Republican Period, depending on the tax policies put forward in the field of art. At this point, the data of the study will be obtained from the discussions of the Turkish Grand National Assembly. It is planned to make a segmentation on the basis of tax types through the Parliament minutes that will be examined within the time limit of the research. Accordingly, under each type of tax brought to the agenda in the field of art, the signs of the relationship established by the state with art and society will be established. Keywords: state and society, state and art, art policies, Early Republican Period 1 Res. Assist., Duru Çiğdem Şimşek, Ondokuz Mayıs University, cigdem.simsek@omu.edu.tr 88 Türkiye`de Neoliberalizm Bağlamında Askerlik Hizmetinin Metalaşma Eğilimi* Ekin Cansun Çılga Koç 1 Özet 1980 sonrası Türkiye`de de dünya çapında yaygınlık kazanan neoliberal dönem ile birlikte kamu hizmetleri metalaşmaya başlamıştır. Askerlik hizmetinin metalaşması da hakim bir eğilim olarak, Uzman Erbaş Kanunun yürürlüğe girdiği tarih olan 1986`da itibaren başlamıştır. 2001 yılında yürürlüğe giren Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kanun ile bu eğilim güçlenmiştir. TSK`daki profesyonel asker sayısı giderek artmaktadır. Böylece neoliberal dönüşümle uyumlu olarak ordunun toplum ile bağlantısı koparılmaktadır. Bedelli askerlik ise askerlik hizmetinin metalaşmasının bir başka ifadesidir. Bedel karşılığında, yurttaşlık hizmeti olan askerlik hizmetinden kaçınma imkanı aynı zamanda yurttaşlık eğilimini zayıflatmaktadır çünkü söz konusu imkan yurttaşlar arasında farklılık yaratmaktadır. Bu bağlamda askerlik hizmetinin metalaşmasıyla beraber yurttaşlık bilinci de giderek zayıflamaktadır. Bu bildirinin amacı askerlik hizmetinin nasıl metalaştığını açıklamak ve söz konusu kamu hizmetine yurttaşların nasıl katılacağını tartışmak oalcaktır Anahtar Kelimeler: neoliberalizm, metalaşma, askerlik, TSK * Bu çalışma 2021 tarihli Hacettepe Üniversitesi Kamu Hukuku Bölümünde oybirliğiyle kabul almış “Türkiye`de Askerlik Hizmetinin Düzenlenmesi” başlıklı yüksek lisans tezimden alınmış ve düzenlenmiştir. Arş. Gör., Ekin Cansun Çılga Koç, Trabzon Üniversitesi, e.cilgakoc@trabzon.edu.tr 1 89 The Tendency Towards Commodification of Military Service in the Context of Neoliberalism in Turkey Ekin Cansun Çılga Koç 1 Abstract With the neoliberal period that became widespread in Turkey and around the world after 1980, public services began to be commoditized. The commodification of military service, as a dominant trend, started in 1986, the date when the Specialist Private Law came into force. This trend was strengthened with the Law on Contracted Officers and Petty Officers to be Employed in the Turkish Armed Forces, which came into force in 2001. The number of professional soldiers in the Turkish Armed Forces is increasing. Thus, in line with the neoliberal transformation, the army's connection with society is severed. Paid military service is another expression of the commodification of military service. The possibility of avoiding military service, which is a civic service, in exchange for a fee, also weakens the citizenship tendency because this opportunity creates differences among citizens. In this context, with the commodification of military service, civic awareness is gradually weakening. The purpose of this paper will be to explain how military service has become commoditized and to discuss how citizens can participate in this public service. Keywords: neoliberalism, commodification, military service, Turkish Armed Forces 1 Res. Assist., Ekin Cansun Çılga Koç, Trabzon University 90 Kamu Görevine Atanmada Sadakat mi? Liyakat mi? Gülçin Kürekçi 1 Özet Kamu hizmeti, kamuya (topluma) yarar sağlayan tüm işler ve kamusal kaynaklar kullanılarak yerine getirilen faaliyetler bütünüdür. Bu sebeple kamu hizmetini yürütecek olan kişilerin, bir başka deyişle kamu personelinin kamu yararını ve milli çıkarları göz önünde bulundurarak görevini yerine getirmesi için söz konusu personelin seçimi önem arz etmektedir. Türkiye’de kamu hizmetine girişte temel ilkeleri belirleyen düzenleme, 1982 Anayasası’dır. Anayasa’da kamu hizmetine girme hakkı siyasal bir hak ve ödev olarak tanımlanmıştır. Anayasa’nın 70. maddesine göre “Her Türk kamu hizmetine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayrım gözetilemez.” Anayasa, bu madde ile kamu hizmetine girişte eşitlik ve görevin gerektirdiği niteliklerden başka herhangi bir ölçüt aranmayacağını vurgulamıştır. Görevin gerektirdiği niteliklerden başka ölçütün aranmayacağına ilişkin ifade, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda (DMK) yer alan liyakat ilkesi ile örtüşmektedir. Bu Kanunun temel ilkeler başlıklı 3. maddesinde liyakat ilkesine “Devlet, kamu hizmetleri görevine girmeyi, sınıflar içinde ilerleme ve yükselmeyi, görevin sona erdirilmesini liyakat sistemine dayandırmak ve bu sistemin eşit imkanlarla uygulanmasında Devlet memurlarını güvenliğe sahip kılmakla görevlidir” ifadeleri ile yer verilmiştir. Görüldüğü gibi Türkiye’de anayasal ve yasal olarak liyakat ilkesine dair düzenlemeler mevcuttur. Ancak uygulamada durumun mevzuatta belirtilen şekilde tezahür etmediği görülmektedir. Kamu personeli seçiminde ve yükseltilmesinde kayırmacı uygulamalar olduğu bilinen bir gerçektir. Kayırmacılık, eşitsizlik ve ayrımcılık üreten ve toplum tarafından içselleştirilmiş bir kültürel örüntüdür. Akrabalık, arkadaş, eş-dost çevresi, okul arkadaşlığı, asker arkadaşlığı, meslektaşlık, aynı mezhepten olma ve hemşehrilik gibi durumların kişinin gündelik hayatında, iktisadi ve politik ilişkilerinde, bürokratik yapılar içerisindeki ilişkilerinde kayırmacı tutum ve davranışlara destek sağladığı görülmektedir. Toplumsal kültürümüzde kayırmacılığın varlığı benimsenerek olağanmış gibi kabul edilmektedir. Hukuki olarak liyakat ilkesinin uygulanması gerekirken fiilen kayırmacılığın uygulandığı ara sistemler saf kayırmacı sistemlerden daha tehlikeli hale gelmektedir. Bu sebeple liyakat ilkesi giderek önem kazanmaktadır. Liyakat ilkesinin gereği olarak, bilgi ve deneyim sahibi, işin gereklerini yerine getirebilecek yeterlikte olan bireylerin göreve getirilmesi gerekmektedir. Selçuk Şirin’e göre “Hayatın her alanında teşvik edilen davranış gelişir”. Bu sebeple liyakat ilkesini toplumsal her alanda geçerli kılacak adımlar atılmalı ve mevzuatta var olan liyakat ilkesini yaşamın her alanında uygulamak gerekmektedir. Kısacası rekabet ettiğimiz dünyanın şartlarına ayak uyduracak bir sistem oluşturulmalıdır. Bu çalışmanın temel vurgusu kamu hizmetine girişte ve yükselmelerde liyakat ilkesinin gerekliliği üzerinedir. Araştırma konusu, tarihsel bütünlüğü içinde ele alınmıştır. Bir bütün olarak analiz yapılabilmesi için, araştırma konusunun içinde yer aldığı sosyo-ekonomik ve siyasal bütünle olan ilişkisinin incelenmesi gerektiği ilkesinden yola çıkılmıştır. Birgül Ayman Güler’in belirttiği gibi “Kamu yönetiminin personeli ancak tarihsel-toplumsal bütün içindeki bağlantılarıyla ele alındığında anlaşılabilir”. Bu sebeple liyakat kavramının Türk 1 Uzman, Gülçin Kürekçi, İller Bankası A.Ş., gkucuk@ilbank.gov.tr 91 toplumundaki yeri ve Türk kültürü ile bağı ele alınmıştır. Bu kültürel bağın daha iyi anlaşılabilmesi adına, tarihin belirli bir dönemine ait toplumsal analiz yapan romanlar incelerek, analize tabi tutulacaktır. “Müessesemize tam referansı olmayan, iyi tanımadığımız kimse giremez. Bunun için de prensibimiz gayet sağlam. Memurlarımızın yarısı, kendi akraba ve yakınlarımız olacak. Yarısı da dışarıdan güvendiğimiz yüksek insanların tavsiyelileri.” Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanda yer alan bu ifadeler kayırmacılığın geçerli olduğu bir sistemi net bir şekilde anlatmaktadır. Bu kapsamda Ahmet Hamdi TANPINAR’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Peyami SAFA’nın Mahşer ve Mithat Cemal KUNTAY’ın Üç İstanbul adlı romanlarına yer verilecektir. Bilimsel veriler eşliğinde elde edilen bilgiler nitel analize tabi tutulacaktır. Anahtar Kelimeler: kamu yönetimi, kamu personel yönetimi, liyakat, kayırmacılık, sadakat. 92 Loyalty or Merit in Public Appointments Gülçin Kürekçi1 Abstract Public service is the whole of all works that benefit the public (society) and activities carried out by using public resources. For this reason, the selection of the persons who will carry out the public service, in other words, the public personnel, is important in order for them to fulfill their duties by taking into account the public interest and national interests. In Turkey, the 1982 Constitution sets out the basic principles for entry into the public service. The Constitution defines the right to enter public service as a political right and duty. According to Article 70 of the Constitution, "Every Turk has the right to enter the public service. In recruitment to public service, no distinction shall be made other than the qualifications required for the position." With this article, the Constitution emphasizes that no criteria other than equality and the qualifications required by the duty shall be sought in the recruitment to the public service. The statement that no criteria other than the qualifications required by the position shall be sought coincides with the principle of merit enshrined in the Civil Servants Law No. 657 (Civil Servants Law). Article 3 of this Law, entitled "Basic Principles", includes the principle of merit as follows: "The State has the duty to base the entry into the public service, advancement and promotion within classes, and termination of employment on the merit system and to ensure that civil servants have security in the implementation of this system with equal opportunities". As can be seen, there are constitutional and legal provisions on the principle of merit in Turkey. However, in practice, it is seen that the situation is not manifested as specified in the legislation. It is a known fact that there are favoritism practices in the selection and promotion of public personnel. Favoritism is a cultural pattern that produces inequality and discrimination and is internalized by the society. In our society, it is seen that situations such as kinship, friendship, friendship of friends, school friendship, military friendship, colleagueship, being from the same sect and fellow countrymen support favoritism attitudes and behaviors in daily life, economic and political relations, and relations within bureaucratic structures. In our social culture, the existence of favoritism is adopted and accepted as normal. Intermediate systems in which the principle of merit should be legally applied, but favoritism is actually practiced, become more dangerous than pure favoritism systems. For this reason, the principle of merit is becoming increasingly important. As a requirement of the principle of merit, individuals who have knowledge and experience and are capable of fulfilling the requirements of the job should be appointed. According to Selçuk Şirin, "Behavior encouraged in all areas of life develops". For this reason, steps should be taken to make the principle of merit valid in all areas of society and the principle of merit in the legislation should be applied in all areas of life. In short, a system that will keep pace with the conditions of the world in which we compete must be created. The main emphasis of this study is on the necessity of the principle of merit in public service entry and promotions. The subject of the research has been handled within its historical integrity. In order to analyze the subject as a whole, it is necessary to examine its relationship with the socio-economic and political whole in which it is situated. As Birgül Ayman Güler states, 1 Expert, Gülçin Kürekçi, İlbank Inc., gkucuk@ilbank.gov.tr 93 "The personnel of the public administration can only be understood when it is handled with its connections within the historical-social whole". For this reason, the place of the concept of merit in Turkish society and its connection with Turkish culture are discussed. In order to better understand this cultural connection, novels that make social analysis from a certain period of history will be examined and analyzed. "No one who does not have a complete reference and whom we do not know well can enter our institution. For this, our principle is very strong. Half of our officers will be our own relatives and relatives. The other half will be recommended by high people we trust from outside." These statements in the novel Saatleri Ayarlama Enstitüsü clearly describe a system in which favoritism prevails. In this context, Ahmet Hamdi TANPINAR's Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Peyami SAFA's Mahşer and Mithat Cemal KUNTAY's Üç İstanbul will be included. The information obtained with scientific data will be subjected to qualitative analysis. Keywords: public administration, public personnel management, merit, nepotism, loyalty. 94 BİRİNCİ GÜN: İKİNCİ OTURUM 26.10.2023 14:30-16:00 Eymir Salonu Afet ve Göç Yönetimi Oturum Başkanı: Ali Çağlar Cumhuriyetin İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye’de Göç, Değişen Demografi ve Göç Yönetimi Migration, Changing Demography and Migration Management in Türkiye While Enter the Second Century of the Republic Şenol Uzun Afet ve Göç Yönetimi Perspektifinden Gaziantep ve Hatay Büyükşehir Belediyelerinin Stratejik Plan ve Faaliyet Raporlarına Bakış An Overview of The Strategic Plans and Annual Reports of The Metropolitan Municipalities of Gaziantep And Hatay From The Perspective of Disaster And Migration Management Duygu Akyüz, İsa Uslu Hayvan Hakları Çerçevesinde Türkiye’de Afet Yönetim Sisteminin Değerlendirilmesi Evaluation of the Disaster Management System in Turkey within the Framework of Animal Rights İnci Çoban İnce, Aslı Yönten Balaban Merkezi Yönetim-Yerel Yönetim İlişkileri Bağlamında Afet Yönetimi: Mersin Büyükşehir Belediye Örneği Disaster Management in the Context of Central Government-Local Government Relationship: The Case of Mersin Metropolitan Municipality Vehbi Alpay Günal, Hüseyin Metin 95 Cumhuriyetin İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye’de Göç, Değişen Demografi ve Göç Yönetimi Şenol Uzun1 Özet Göç, insanlık tarihin her döneminde etkili bir sosyal olgu olmuştur. Çünkü göç hareketleri, yalnızca insanların bir yerden başka bir yere mekânsal hareketi olmayıp kültürlerin, üretici ve tüketicilerin, maddi ve beşeri sermayenin hareketini ifade etmektedir. Göç, ayrıca, demografide, sosyo-kültürel alanda, ekonomide, siyasette, kent ve ülke yönetiminde meydana getirdiği sonuçlar itibariyle devlete etki eden, devleti dönüştüren de bir olgudur. Bu bakımdan göç yönetimi basit şekliyle insanların mekânsal hareketliliğinin yönetimi olmayıp toplumsal yapı, kamu hizmetleri, ulusal kimlik-yurttaşlık ve devlet tasavvuru gibi hususları etkileyen hükümetlerin üzerinde önemle durması gereken bir kamu yönetimi meselesidir. Bir devletin dışarıdan aldığı ve dışarıya verdiği göç, bunun başta sosyal, siyasal, ekonomik olmak üzere çeşitli etkileri ve bu nüfus hareketliliklerine ilişkin politikalar devletlerin bugününü ve yarınını şekillendirmektedir. Bu nedenle göç, ulus devletler tarafından parsellenmiş olan modern dünyanın en önemli küresel gündem konularından birisini oluşturmaktadır. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Türkiye’nin göç yönetimi ve politikaları ulus devleti inşa sürecinin gereksinimlerine göre şekillenmiş ve buna bağlı olarak dönemin göç hareketleri ulusal kimliğin pekiştirilmesinde önemli bir enstrüman vazifesi görmüştür. İkinci Dünya Savaşının ardından misafir işçi programlarıyla Avrupa’nın yeniden inşa sürecinde rol oynayan Türkiye’den emek göçü dönemin Türkiye ekonomisi için önemli bir girdi olmakla birlikte bugün söz konusu ülkelerde bir Türk diasporası meydana getirmiştir. 1980’li yıllardan itibaren ise ekonomide serbestleşme rüzgârları ve yakın coğrafyada meydana gelen siyasi krizlere bağlı olarak Türkiye’ye yönelik göçler artmaya, göçmen profili ise çeşitlenmeye başlamıştır. Bu dönem uluslararası konjontüre ve değişen göç eğilimlerine bağlı olarak Türkiye’de soydaş göçüne dayalı göç yönetimi ve politikalarında bir değişimin gerektiğinin işaretini vermiştir. Avrupa Birliğine üyelik müzakereleriyle paralel ilerleyen bu süreç 2011 yılında Suriye’den gelen kitlesel akınla birlikte hızlanmış, 2014 yılında Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunun yürürlüğe girmesi ve Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün kurulmasıyla birlikte Türkiye’nin göç yönetimi ve politikaları bakımından yeni bir dönem başlamıştır. Son on yılda meydana gelen göç hareketlerinin bir neticesi olarak Türkiye, hem dünya genelinde en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke haline gelmiş hem de demografik yapı değişerek yabancı nüfusu ülke nüfusunun yaklaşık %6’sını oluşturur hale gelmiştir. Bunun karşısında ise özellikle son yıllarda Türkiye ekonomisinde yaşanılan kriz sonucunda Türkiye’nin genç ve eğitimli nüfusunun dışarıya göç ettiği görülmektedir. Yakın coğrafyadan gelen düşük nitelikli ve niteliksiz göçe karşın dışarıya artan orandaki beyin göçü Türkiye Cumhuriyeti için demografik açıdan riskler barındırmaktadır. 1 Dr., Şenol Uzun, Göç İdaresi Başkanlığı, senoluzun56@goc.gov.tr 96 Bu çalışmada, Türkiye Cumhuriyetinin ilk yüzyılındaki dış göç hareketleri kronolojik olarak incelenerek dönemlere ayrılmakta ve her bir döneme egemen olan göç yönetimi ve politikaları açıklanmaktadır. Bu bağlamda çalışmanın amacı cumhuriyetin ilk yüzyılında edinilen tecrübeler ışığında “Cumhuriyetin İkinci Yüzyılında Nasıl Bir Göç Yönetimi?” sorusunun cevabını aramaktır. Çalışma literatür araştırmasına dayanmakta olup birincil ve ikincil kaynaklardan edinilen bulgular çerçevesinde betimleticiyi ve açıklayıcı bir yöntem benimsenmiştir. Çalışma, göç hareketleri, göç yönetimi ve politikalarıyla bağlantılı olarak Cumhuriyetin ilk yüzyılının bir muhasebesini çıkartması ve buradan edinilen deneyimler ışında Cumhuriyetin ikinci yüzyılında göç yönetimi ve politikaları bağlamında bilimsel bir değerlendirme ortaya koyması bakımından önem arz etmektedir. Çalışmada, Adalet ve Kalkınma Partisi dönemindeki göç yönetimi ve politikalarının Cumhuriyetin kuruluş dönemindeki göç yönetimi ve politikalarıyla benzerlik ve farklılıkları ortaya koyulmakta, Cumhuriyetin kuruluş felsefesine ve çağın gereklerine uygunluk arz eden insancıl, kapsayıcı, ulusal çıkarları ve birlikte yaşamın gereklerini gözeten bir göç yönetimi ve politikası önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: yabancılar, göç, demografi, göç yönetimi, kamu yönetimi 97 Migration, Changing Demography and Migration Management in Türkiye While Enter the Second Century of the Republic Şenol Uzun1 Abstract Migration has been an effective social phenomenon in every period of human history. Because migration movements are not only the spatial movement of people from one place to another, but also the movement of cultures, producers and consumers, material and human capital. Migration is also a phenomenon that affects and transforms the state in terms of its results in demography, socio-cultural field, economy, politics, urban and country management. In this respect, migration management is not simply the management of people's spatial mobility, but is a public administration issue that should be emphasized by governments that affect issues such as social structure, public services, national identitycitizenship and state vision. Migration that a state receives from and gives out, its various effects, especially social, political and economic, and policies regarding these population movements shape the present and future of states. For this reason, migration constitutes one of the most important global agenda topics of the modern world, which is parceled out by nation states. In the years when the Republic was founded, Türkiye's migration management and policies were shaped according to the processes of the nation-state building process, and accordingly, it was seen as an important instrument in reinforcing the national identity of periodic migration movements. After the Second World War, labor migration from Türkiye, which played a role in the rebuilding process of Europe with guest worker programs, was an important input for the Turkish economy, together with a Turkish diaspora with such frequency today. Since the 1980s, due to the winds of liberalization in the economy and the political crises in the nearby geography, immigration to Türkiye began to increase and the immigrant profile began to diversify. This period has signaled the need for a change in migration management and policies based on kin migration in Türkiye, depending on the international conjuncture and changing migration trends. This process, which proceeded in parallel with the negotiations for membership in the European Union, accelerated with the mass influx from Syria in 2011, and with the entry into force of the Law on Foreigners and International Protection in 2014 and the establishment of the General Directorate of Migration Management, a new era began in terms of Türkiye's migration management and policies. As a result of the migration movements that took place in the last ten years, Türkiye has become the country that hosts the highest number of refugees in the world, and the demographic structure has changed and the foreign population has become about 6% of the country's population. On the other hand, as a result of the crisis experienced in the Turkish economy in recent years, it is seen that the young and educated population of Türkiye has migrated abroad. Despite the low-qualified and unqualified migration from the nearby 1 Dr., Şenol Uzun, Presidency of Migration Management, senoluzun56@goc.gov.tr 98 geography, the increasing rate of brain drain has demographic risks for the Republic of Türkiye. In this study, the migration movements in the first century of the Republic of Türkiye are analyzed chronologically and divided into periods and the migration management and policies that dominate each period are explained. In this context, the aim of the study is “How should be of migration management in the second century of the Republic?” in the light of the experiences gained in the first century of the Republic is to seek the answer to the question. The study is based on literature research and a descriptive and explanatory method has been adopted within the framework of the findings obtained from primary and secondary sources. The study is important in terms of making an accounting of the first century of the Republic in connection with migration movements, migration management and policies, and presenting a scientific evaluation in the context of migration management and policies in the second century of the Republic in the light of the experiences gained from it. In the study, the similarities and differences between the immigration management and policies in the period of the Justice and Development Party and the immigration management and policies in the founding period of the Republic are revealed, and a humane, inclusive, national interest and migration policy that is in line with the founding philosophy of the Republic and the requirements of the age is suggested. Keywords: foreigners, immigration, demography, immigration management, public administration. 99 Afet ve Göç Yönetimi Perspektifinden Gaziantep ve Hatay Büyükşehir Belediyelerinin Stratejik Plan ve Faaliyet Raporlarına Bakış Duygu Akyüz 1 İsa Uslu2 Özet Göç çok boyutlu ve dinamik bir olgudur. Afetler ise göç hareketlerine sebep olan faktörlerden biri olarak öne çıkmaktadır. Çalışma kapsamında Gaziantep ve Hatay büyükşehir belediyelerinin 2020-2024 stratejik planı ile 2020 ve 2021 yılında yayınlanan faaliyet raporları afet ve göç yönetimi açısından analiz ederek ilgili dokümanlarda bu iki konuya hangi düzeyde yer verilip verilmediği değerlendirilmiştir. Burada Gaziantep ve Hatay’ın Suriye kökenli göç hareketinden en fazla etkilenen iki sınır kenti olmaları, bahsi geçen bu kentler arasında kültürel yakınlık bulunması, 6 Şubat 2023 tarihli ve Kahramanmaraş-Pazarcık merkezli 7,8 büyüklüğündeki depremden (Kahramanmaraş haricinde) en çok etkilenen iki kent olmaları ve bu iki büyükşehir belediyesinin uzun yıllardır, Türkiye’de siyasal yelpazenin farklı destinasyonlarında yer alan ve iki farklı siyasal çizgiyi konsolide eden siyasal partiler tarafından yönetiliyor olmaları etkili olmuştur. Anahtar Kelimeler: Afet yönetimi, göç yönetimi, Gaziantep, Hatay, stratejik plan. Doktor Adayı, Duygu Akyüz, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, duyguakyuz@posta.mu.edu.tr Doktor Adayı, İsa Uslu, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Bahçeşehir Üniversitesi Göç ve Kent Araştırmaları Merkezi (BAUMUS) Doktora Araştırmacısı, isa.uslu20@gmail.com 1 2 100 An Overview of the Strategic Plans and Annual Reports of the Metropolitan Municipalities of Gaziantep and Hatay from the Perspective of Disaster and Migration Management Duygu Akyüz 1 İsa Uslu2 Abstract Migration is a multidimensional and dynamic phenomenon. Disasters stand out as one of the factors that cause migration movements. Within the scope of the study, the 2020-2024 strategic plans of Gaziantep and Hatay metropolitan municipalities and annual reports published in 2020 and 2021 were analysed in terms of disaster and migration management, and the extent to which these two issues are included in the relevant documents was evaluated. The fact that Gaziantep and Hatay are the two border cities most affected by the Syrian migration movement, that there is a cultural affinity between these cities, that they were the two cities (apart from Kahramanmaraş) most affected by the 7.8 magnitude earthquake of 6 February 2023, centred on Kahramanmaraş-Pazarcık, and that these two metropolitan municipalities have been governed for many years by political parties located at different ends of the political spectrum in Turkey, consolidating two different political lines, has had an effect here. Keywords: Disaster management, migration management, Gaziantep, Hatay, strategic plan. 1 2 PhD Candidate, Duygu Akyüz, Muğla Sıtkı Koçman University, duyguakyuz@posta.mu.edu.tr PhD Candidate, İsa Uslu, Muğla Sıtkı Koçman University, isa.uslu20@gmail.com 101 Hayvan Hakları Çerçevesinde Türkiye’de Afet Yönetim Sisteminin Değerlendirilmesi İnci Çoban İnce 1 Aslı Yönten Balaban2 Özet Dünya genelinde deprem, sel, taşkın, orman yangınları, kuraklık başta olmak üzere yaşanan doğa ve insan kaynaklı afetlerin etkileri sadece insanlarla sınırlı olmayıp, yaşanan bu afetler hayvanlar için de önemli bir risk unsurudur. İnsanlar gibi hayvanlar da afetler sonucunda hastalık, yaralanma, ölüm, stres gibi etkilere maruz kalmaktadır. Günümüzün en önemli sorunlarından biri olan iklim değişikliği de afet sayısında ve sıklığındaki artışa neden olarak, hayvan yaşamını olumsuz etkilemekte, biyolojik çeşitliliğin azalmasına yol açmaktadır. Daha sık ve yoğun kuraklıklar, fırtınalar, sel ve taşkınlar, orman yangınları hayvanlara doğrudan zarar vermektedir. Afet kaynaklı ekosistemin yok olması, hayvanların yaşam alanının ve yaşamlarının yok olması demektir. Bu durum sadece hayvanların yaşamlarını etkilememekte ayrıca insanların geçim kaynaklarını, ortaya çıkabilecek salgın hastalıklar nedeniyle yaşamlarını, ruh sağlıklarını da etkilemektedir. Diğer taraftan hayvan türünün yok olması, ekolojik dengenin bozulması sebebiyle insan türüne zarar verecektir. Günümüzde, hayvan etiği, hayvan hakları gibi konular ulusal afet planlarında ve yatırımlarında genellikle ihmal edilmektedir. Bir başka deyişle, çoğu afet yönetimi programının odak noktası, insan yaşamının korunmasıdır. Afet yönetimi planları ve politikaları gerçekleştirilirken afetlerin hayvanların üzerindeki etkileri, insan-hayvan ilişkileri, hayvan etiği, hayvan hakları gibi konular dikkate alınmalıdır. Afet yönetimi sürecinde hayvanlara karşı insan sorumluluğunun olması gerekmektedir. Bu nedenle afet yönetiminde uluslararası, ulusal, yerel politikalara, planlara ve uygulamalara hayvan hakları konusunun dâhil edilmesi insan hakları açısından da önem taşımaktadır. Afet öncesinde yapılan risk planlaması ve hazırlık çalışmaları kaybın boyutunu en aza indirecektir. Afet öncesinde yapılacak çalışmalara, hayvanların güvenliği, refahı, barınması gibi konuların dahil edilmesi önemlidir. 1978 yılında ilan edilen Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde hayvan haklarının da insan hakları gibi bir yasa ile korunması gerektiği belirtilmektedir. Türkiye’de hayvanların korunmasına yönelik çıkarılmış olan temel kanun 2004 tarihli 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’dur. Bu kanun “hayvanların rahat yaşamlarını ve hayvanlara iyi ve uygun muamele edilmesini temin etmek, hayvanların acı, ıstırap ve eziyet çekmelerine karşı en iyi şekilde korunmalarını, her türlü mağduriyetlerinin önlenmesini sağlamak” 1 Dr. Öğr. Üyesi, İnci Çoban İnce, Çankırı Karatekin Üniversitesi, inci.ince@karatekin.edu.tr. 2 Doç. Dr., Aslı Yönten Balaban, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, asli.yonten@omu.edu.tr. 102 amacı ile çıkarılmıştır. Ancak 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu afet durumunu düzenlememiştir. Oysa ki afetlerde hayvanların özellikle barınma ve beslenme gibi ihtiyaçları şüphesiz artmakta ve düzenlenmesi gereken bir alan olarak ortaya çıkmaktadır. Afetlerde hayvanların korunmasına yönelik maddeler 5199 sayılı Kanun kapsamına alınabileceği gibi, farklı özel kanunlarla da düzenlenebilir. Yapılacak yasal düzenlemeler afetlerde hayvanların durumunu iyileştirici politikaların geliştirilmesinin de temelini oluşturacaktır. Bu sayede ortaya çıkacak olan politikalar ile sorumluluklar da belirlenecek ve hayvanların yaşam hakları korunmuş olacaktır. 5199 sayılı Kanun’un 4. maddesine göre “Bütün hayvanlar eşit doğar ve bu Kanun hükümleri çerçevesinde yaşama hakkına sahiptir”. Yaşam hakkı hepimiz için en önemli ve olmazsa olmaz bir haktır. Bu hakkın korunamaması diğer bütün hakları boşa çıkarmak demektir. Bu nedenle hayvanların yaşam hakkı üzerine odaklanmak insan hakları açısından önemlidir. Çalışma, Türkiye’deki afet yönetim sistemini hayvan hakları açısından değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu kapsamda çalışmada afet yönetimi ve hayvan haklarına ilişkin uluslararası politika belgeleri, yasal düzenlemeler, planlar, programlar ve uygulamalar incelenecektir. Çalışmada, afet yönetim sisteminin sadece insan odaklı değil, hayvanlar da dâhil tüm yaşam formlarının eşit derecede yaşama ve kendini gerçekleştirme hakkına sahip olması gerektiğine vurgu yapılacaktır. Afet yönetim sürecine hayvan hakları konusunun dâhil edilmesi, afet yönetim sürecinin başarısına katkı sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: afet, hayvan, hayvan hakkı 103 Evaluation of the Disaster Management System in Turkey within the Framework of Animal Rights İnci Çoban İnce 1 Aslı Yönten Balaban2 Abstract The effects of natural and human related disasters, especially earthquakes, floods, oweflows, forest fires, and droughts, are not only limited to humans, but these disasters are also a prominent risk factor for animals. Like humans, animals are also exposed to effects such as illness, injury, death, and stress as a result of disasters. Climate change, one of the most critical problems of our age, adversely affects animal life and reduces biological diversity by causing an increase in the frequency and density of disasters. More frequent and intense droughts, storms, floods, and forest fires directly harm animals. Disaster-induced destruction of the ecosystem means the destruction of the habitat and lives of animals. This situation not only affects the lives of animals but also affects people's livelihoods, their lives, and mental health due to epidemic diseases that may arise. On the other hand, the extinction of animal species will harm the human species due to the deterioration of the ecological balance. Today, issues like animal ethics and rights are often neglected in national disaster plans and investments. In other words, the focal point of most disaster management programs is human life. While implementing disaster management plans and policies, issues such as the effects of disasters on animals, human-animal relations, animal ethics, and animal rights should be taken into consideration. In the disaster management process, it should be considered that human beings have responsibilities towards animals. For this reason, incorporating animal rights into international, national, and local policies, plans, and practices in disaster management is also crucial in terms of human rights. Risk planning and preparatory works done before disasters will minimize the extent of the loss. It is important to include issues such as safety, welfare, and shelter of animals in the studies to be carried out. The Universal Declaration of Animal Rights proclaimed in 1978 states that animal rights should be protected by a law like human rights. The fundamental law enacted for animals in Turkey is the Animal Protection Bill Law No. 5199 in 2004. This law aims "to ensure that animals are afforded a comfortable life and receive good and proper treatment, to protect them in the best manner possible from the infliction of pain, suffering, and torture, and to prevent all types of cruel treatment". However, Law No. 5199 on the Protection of Animals does not include regulation regarding disaster situations. Whereas during disasters, the 1 Assist. Prof. Dr., İnci Çoban İnce, Çankırı Karatekin University, inci.ince@karatekin.edu.tr. 2 Assoc. Prof. Dr., Aslı Yönten Balaban, Ondokuz Mayıs University, asli.yonten@omu.edu.tr. 104 needs of animals, especially shelter and nutrition, undoubtedly increase and emerge as an field that needs to be regulated. Articles regarding the protection of animals in disasters may be included within the scope of Law No. 5199 or may be regulated by different special laws. The legal arrangements to be made will also form the basis for the development of policies that will improve the situation of animals in disasters. In this way, the policies and responsibilities that will emerge will be determined and the rights of animals will be protected. According to Article 4 of Law No. 5199, "all animals are born equal and have a right to life within the framework of the provisions of this Law". The right to life is the most important and indispensable right for all of us. Failure to protect this right will invalidate all other rights. Therefore, focusing on the right to life of animals is important for human rights. The study aims to evaluate the disaster management system in Turkey in animal rights. Within this context, the study will examine international policy documents, legal regulations, plans, programs, and practices regarding disaster management and animal rights. The study emphasizes that the disaster management system should not only be human-focused but also that all life forms, including animals, should have equal rights to life and self-realization. Including the issue of animal rights in the disaster management process will contribute to the success of the disaster management process. Keywords: disaster, animal, animal rights. 105 Merkezi Yönetim - Yerel Yönetim İlişkileri Bağlamında Afet Yönetimi: Mersin Büyükşehir Belediye Örneği V.Alpay Günal1 Hüseyin Metin 2 Özet Merkezi yönetim- yerel yönetim ilişkileri, yapısal ve işlevsel anlamda yönetim tarihimizin en sorunlu mekanizmalarından biridir. Tanzimat’tan günümüze uzanan süreçte hem merkezi yönetim hem de yerel yönetim aktörleri durumdan şikayetçi olsa da pek çok reform girişimine rağmen bir türlü istenilen sonuçlar alınamamıştır. Merkezi yönetim, yerel yönetimleri verimsizlik, israf, kaynakların kötüye kullanımı hatta partizanlık gibi başlıklarda eleştirirken çözüm hemen her zaman merkezileşme olmaktadır. Yerel yönetimler ise merkezi yönetimi hantallık, işlevsizlik, partizanlık ve sahayı bilmemekle suçlarken çözüm olarak yetki devrini/artırımını ve mali özerkliğin güçlendirilmesini, özünde çeşitli türleriyle merkezsizleşmeyi talep etmeye devam ederler. Bu çalışma merkezi yönetim- yerel yönetim ilişkilerine kamu yönetimi literatüründe sıkça karşılaşılan vesayet denetimi ve mali özerklik ekseninde değil; kamu politikası penceresinden, birlikte politika yapma ve hiyerarşik olarak birlikte çalışma zorunluluğu üzerinden yaklaşacaktır. Gerek son yıllarda yaşanan büyük ölçekli orman yangınlarında gerekse Şubat 2023 depremlerinde, devletin merkezi afet yönetimi birimleri ve uygulamaları olumsuz/olumlu eleştirilere konu olmuş; hem afet esnasında hem de afet sonrası restorasyon sürecinde merkezi yönetim ve uzantıları ile yerel birimler ve sivil toplum arasındaki işbirliği kamuoyunun gündeminde de geniş tartışmalara yol açmıştır. Çalışma son depremlerin yıkıma yol açtığı OHAL kapsamına alınan 11 ilden biri olmamakla birlikte, deprem bölgesine en yakın ve depremden en çok etkilenen illerden Mersin ve büyükşehir belediyesi odaklı yürütülecektir. Deprem ve sonrasında, Mersin’de depremzedelere sunulan kamu hizmetleri ve Büyükşehir Belediyesi’nin bu süreçteki rol, görev ve sorumlulukları sosyo – ekonomik olarak ele alınacaktır. Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin bir kamu politikası aktörü olarak afet yönetimi bağlamında üstlendiği rolün öncelikle yerel yönetimlerin bu bağlamdaki yerini ve potansiyelini ortaya koyması, ikincil olarak da gerek hiyerarşik (afet esnasında) gerek ayrı birimler olarak merkezi yönetimle ilişkilerini göstermesi amaçlanmaktadır. Çalışmada, görevlendirilen personel, yapılan harcamalar, aktarılan kaynaklar ve verilen görevler açısından AFAD, Mersin Valiliği ve Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin verilerine dayanılacaktır. Elde edilen verilerin nitel analizi ile objektif ve kamu yararını önceleyen 1 2 Dr. Öğr. Üyesi, V. Alpay GÜNAL, Akdeniz Üniversitesi, alpaygunal@akdeniz.edu.tr Doktora Öğrencisi, Hüseyin METİN, Akdeniz Üniversitesi, husmet@gmail.com 106 merkezi yönetim -yerel yönetim ilişkisinin, “doğru” yapısal ve işlevsel mekanizmalarla sahip olduğu potansiyel açığa çıkarılmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: afet yönetimi, merkezi yönetim yerel yönetim ilişkisi, Mersin Büyükşehir Belediyesi 107 Disaster Management in the Context of Central Government-Local Government Relationship: The Case of Mersin Metropolitan Municipality V.Alpay Günal1 Hüseyin Metin 2 Abstract Central government-local government relations are structurally and functionally one of the most problematic mechanisms of our administrative history. From the Tanzimat period to the present day, both central and local government actors have complained about the situation, but despite many reform attempts, the desired results have not been achieved. While the central government criticizes local governments for inefficiency, waste, misuse of resources and even partisanship, the solution is almost always centralization. While local governments, on the other hand, accuse the central government of cumbersomeness, dysfunctionality, partisanship and ignorance of the field, they continue to demand devolution/increase in authority and strengthening financial autonomy, in essence decentralization in its various forms. This study will approach central government-local government relations not through the axis of tutelage control and fiscal autonomy, which are frequently encountered in the public administration literature, but through the lens of public policy and the necessity of making policies together and working together hierarchically. Both in the recent large-scale forest fires and the February 2023 earthquakes, the state's central disaster management units and their practices have been the subject of negative/positive criticism; the cooperation between the central government and its extensions, local units and civil society both during the disaster and in the post-disaster restoration process has led to wide debates on the public agenda. This study will focus on Mersin, one of the closest and most affected provinces to the earthquake zone, and its metropolitan municipality, although it is not one of the 11 provinces included in the State of Emergency that were devastated by the recent earthquakes. The public services provided to earthquake victims in Mersin during and after the earthquake and the role, duties and responsibilities of the Metropolitan Municipality in this process will be analyzed from a socio-economic perspective. The role of Mersin Metropolitan Municipality as a public policy actor in the context of disaster management is intended to firstly reveal the place and potential of local governments in this context, and secondly to show their relations with the central government, both hierarchically (during disasters) and as separate units. The study will rely on data from AFAD, Mersin Governorship and Mersin Metropolitan Municipality in terms of personnel assigned, expenditures made, resources allocated and tasks assigned. Through qualitative analysis of the data obtained, the potential of the central 1 2 Assist. Prof. Dr., V. Alpay GÜNAL, Akdeniz University, alpaygunal@akdeniz.edu.tr PhD Student, Hüseyin METİN, Akdeniz University, husmet@gmail.com 108 government-local government relationship, which prioritizes objectivity and public interest, with the right structural and functional mechanisms, will be revealed. Keywords: disaster management, central government-local government relationship, Mersin Metropolitan Municipality 109 BİRİNCİ GÜN: ÜÇÜNCÜ OTURUM 26.10.2023 16:15-17:45 Yalıncak Salonu Kurumsal Dönüşüm Oturum Başkanı: Ahmet Alpay Dikmen Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Merkezileşme Süreçlerinde Müftülük Kurumu ve Taşra Müftüleri The Mufti Institution and Provincial Muftis in the Centralization Processes from the Ottoman Empire to the Republic Meryem Çakır Kantarcıoğlu Diyanet’in Sosyal İçerikli Din Hizmetleri Perspektifi Üzerine Değerlendirmeler Some Considerations on Diyanet's Socially-Oriented Religious Service Perspective Feyza Kalav İdrisoğlu Kamu Varlıklarının Özel Mülke Dönüşümünde Vakıflar The Waqfs in the Transformation of Public Assets into Private Property Şeyma Sağdıç Güven Sınıfı Örtme(Me)K: Kamu Yönetiminde Esnaf Örgütlenmesini Anlarken Yeni Bir Paradigma Mümkün Mü? (Un)Covering The Class: Is A New Paradigm Possible In Understanding The Professional Organization of Small Tradesmen In Public Administration? Müge Neda Altınoklu Neoliberal Politikaların Gölgesinde Türkiye’de Eğitimin Dönüşümü: Anadolu Liseleri “Bir İhtimaldi, Çok Da Güzeldi” Transformation of Education in Turkey under the Shadow of Neoliberal Policies: Anatolian High Schools 'It Was a Possibility, and It Was Quite Beautiful' Munise Nur Aktan 110 Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Merkezileşme Süreçlerinde Müftülük Kurumu ve Taşra Müftüleri Meryem Çakır Kantarcıoğlu1 Özet Din örgütlenmesinde çok eski dönemlerden beri varlığı devam eden taşradaki müftülük kurumunun, Cumhuriyet döneminde ne ismi ne de gördüğü temel işlevi (fetva) değişikliğe uğramıştır. Osmanlı’nın eski zamanlarından beri kenar müftüleri ya da taşra müftüleri olarak adlandırılan müftüler, Cumhuriyet döneminde de aynı isimle anılmaya devam etmişlerdir. Oysa aynı dönemde baş müftülük ya da merkez müftülüğü konumunda olan Şeyhülislamlık birkaç yıl içinde nazırlığa, vekâlete sonrasında da Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumlara evrilmiştir. Fetva işlevi ile bütünleşik biçimde işleyen kadılık ise önce kadı yetiştiren medreseleri kapatan Tevhidi Tedrisat Kanunu sonra da şer’i mahkemeleri kaldırarak yargılamada tekliği getiren Mehakimi Şer’iyenin İlgasına ve Mehakim Teşkilâtına Ait Ahkâmı Muaddil Kanun ile 1924 yılında tamamen kaldırılmıştır. Yine aynı kurumsal kökenden gelen ve tedris işlevini yerine getiren müderrislik de bu dönemde kaldırılmıştır. Taşra müftülüklerinin Osmanlı döneminden bu yana sürekli biçimde aynı isimle ve işlevle mevcudiyetini koruması, Cumhuriyet’in kuruluş döneminde dahi müftülere ve müftülük kurumuna ilişkin ayrıca bir düzenleme yapılmamış olması iki farklı sav ile açıklanabilir. Bunlardan ilki, müftülüklerin ve müftülerin siyasal-yönetsel alandaki değişim ve dönüşümlere etki etme, direnme ya da destekleme dereceleri ile bu değişim- dönüşümlere karşı tepkileri önemsenecek düzeyde değildir. Kurumsal işlevi, herhangi bir değişikliğe uğramadan siyasal-yönetsel değişimlere rağmen stabil kalabilir. Dolayısıyla savlardan ilki müftülük kurumunun ve müftülerin din ve devlet arasındaki ilişkilerde yaşanan kırılma ya da kopuş süreçlerinde herhangi bir etkisinin olmadığıdır. İkinci sav ise isim ve işlev değişikliği olmadığı halde taşra müftülerinin eyleme biçimleri ile müftülük kurumunun, siyasal-yönetsel ve iktisadi alandaki kırılma ve kopuş süreçlerinde, niteliksel olarak değiştiğidir. Milli Mücadele sürecinde oluşmakta olan merkez ile siyasal-yönetsel alandaki değişim ve dönüşümlere karşı mücadele ve çatışma potansiyelleri barındıran müftülerin varlığı da taşradaki iktidar ilişkilerinin farklı biçimlerde kurulduğuna işaret eder. Müftülerin aynı olay karşısındaki direnç ya da destek, uzlaşı ya da çatışma şekillerindeki tepkileri, makro ölçekli bir laikleşme projesi anlatısından farklı olarak, taşradaki iktidar ve bölüşüm ilişkilerini ortaya çıkarmaya yönelik bir yönetim sosyolojisi çalışmasını gerekli kılar. İmparatorluktan ulus devlete geçişte merkezileşme süreci bakımından dinin taşradaki örgütlenmesi ve bu örgütlenme içerisinde görev alan müftülerin merkezileşme sürecine etkisi henüz yeterince açıklığa kavuşturulmuş değildir. Bu çalışmada yukarıda belirtilen ikinci sav odağa alınarak 19. yüzyıldan günümüze müftülerin faaliyetleri ve müftülük kurumunun merkezileşme süreçlerindeki yeri tespit edilmeye çalışılacaktır. Böylece tümüyle belirleyici bir merkezin laikleştirme projesi kapsamında din ve devlet ilişkilerini 1 Arş. Gör. Dr., Meryem Çakır Kantarcıoğlu, Dicle Üniversitesi, meryem.cakir@dicle.edu.tr 111 düzenlemesine, reçete haline sunulan aşama ve basamakların birer birer var olan tüm geleneksel kurumları ortadan kaldırmaya yönelmesine dayalı anlatının alternatifi olarak merkezileşme süreçlerinde müftülük örgütlenmesi ve müftüler özelinde taşradaki diniktidar-bölüşüm ilişkilerine odaklanılacaktır. Çalışmada, müftülerin 19. yüzyıl ve Cumhuriyet dönemi merkezileşme süreçlerindeki konumları, onların faaliyetleri ve taşradaki eyleme biçimleri ele alınacaktır. Bu kapsamda müftülerin Tanzimat Döneminde kurulmaya başlanan yerel meclislerdeki faaliyetleri, işbirlikleri, çatışmaları; bunların merkezileşme süreçlerine etki düzeyleri, diğer meclis üyeleri ile ilişkileri ve sınıfsal konumlanışları arşiv belgeleri ve literatür taraması üzerinden incelenecektir. Milli Mücadele ve kuruluş dönemindeki faaliyetleri ve bu dönemle birlikte başlayan siyasi- yönetsel merkezileşme sürecine dahil olma biçimleri yine arşiv belgeleri, Meclis Tutanakları, dönem gazeteleri ve literatür taraması yoluyla ortaya konulmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: müftü, müftülük, fetva, merkezileşme süreçleri, din hizmetleri. 112 The Mufti Institution and Provincial Muftis in the Centralization Processes from the Ottoman Empire to the Republic Meryem Çakır Kantarcıoğlu 1 Abstract The institution of provincial muftis, which has existed since ancient times in the organization of religion, underwent neither a change in name nor a fundamental alteration in its primary function (issuing religious rulings) during the Republic period. Muftis, formerly known as "kenar müftüleri" or provincial muftis since the days of the Ottoman Empire, continued to be referred to by the same name during the Republic era. However, during the same period, the central institution known as the Şeyhülislamlık, which was equivalent to the head mufti or central mufti, evolved into various roles, first as a ministry, then as an agency, and eventually into institutions like the Presidency of Religious Affairs (Diyanet İşleri Başkanlığı) within a few years. The qadi system, which functioned in conjunction with issuing religious rulings (fatwas), was abolished entirely in 1924 with the enactment of the "Laws Replacing the Provisions of the Mehakimi Şer’iyen and the Organization of the Mehakim Courts" after the Tevhidi Tedrisat Law, which closed down the religious schools that trained qadis and judges, was passed. Similarly, the position of "müderrislik," which was responsible for religious education, was also abolished during this period. The continuous existence of provincial muftis and their institutions with the same name and function since the Ottoman period can be explained by two different arguments. The first argument suggests that provincial muftis and muftis, regardless of political-administrative changes and transformations, did not have a significant impact on these changes, nor did they resist or support them to a considerable extent. Their institutional function remained stable despite political-administrative changes. Therefore, the first argument suggests that the mufti institution and muftis had no influence on the ruptures or disconnections in the relationship between religion and the state. The second argument, on the other hand, suggests that despite the absence of name and function changes, the ways in which provincial muftis acted and the qualitative aspects of the mufti institution changed in response to the political-administrative and economic ruptures and disconnections. The presence of muftis during the National Liberation War, which had the potential for resistance and conflict against the emerging central government and political-administrative changes, indicates that power relations in the provinces were established in different ways. The responses of muftis to the same events, whether in terms of resistance or support, compromise or conflict, require a governance sociology study aimed at revealing power and distribution relationships in the provinces, rather than a macro-scale secularization project narrative. The impact of the organization of religion in the provinces and the role of muftis in the centralization process in the transition from the Empire to the nation-state have not been adequately clarified. This study focuses on the second argument mentioned above and 1 Dr. Res. Assist., Meryem Çakır Kantarcıoğlu, Dicle University, mcakirdicle@gmail.com 113 attempts to determine the activities of muftis and the role of the mufti institution in the centralization processes from the 19th century to the present day. Thus, instead of a narrative based entirely on a decisive center regulating the relationship between religion and the state as part of a secularization project and gradually eliminating all existing traditional institutions, the study will focus on the organization of muftis and the relationship between religion, power, and distribution in the provinces during centralization processes. In this study, the positions of muftis during the centralization processes of the 19th century and the Republic era, their activities, and their modes of action in the provinces will be examined. Within this framework, their activities, collaborations, conflicts in local councils established during the Tanzimat period, their level of influence on centralization processes, their relations with other council members, and their class positions will be analyzed through archival documents and literature reviews. Their activities during the National Liberation War and the founding period, as well as their participation in the political-administrative centralization process that began during this period, will also be explored through archival documents, parliamentary records, periodicals of the time, and literature reviews. Keywords: mufti, mufti institution, fatwa, centralization processes, religious services. 114 Diyanet’in Sosyal İçerikli Din Hizmetleri Perspektifi Üzerine Değerlendirmeler1 Feyza Kalav İdrisoğlu2 Özet 2000’li yıllardan itibaren Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (Diyanet) kimi yayın ve toplantılarında din hizmetlerinin sosyal boyutuna yapılan vurguda dikkat çekici bir artış söz konusudur. Bu bildiride son yıllarda Diyanet tarafından sistematik bir biçimde uygulamaya konduğu görülen “sosyal içerikli din hizmetleri” perspektifi tartışmaya açılacaktır. Bu perspektif kapsamında Diyanet’in kadınlar, gençler, çocuklar, sığınmacılar ve mahkûmlar gibi toplumun farklı kesimlerine etkili bir biçimde ulaşma gayretinde olduğu görülmektedir. Sunuşta öncelikle sosyal içerikli din hizmetlerinin Diyanet’e kanunla verilen görevler kapsamında nereye denk düştüğü tespit edilecek ve bu hizmetlerin içeriği ele alınacaktır. Kısaca ifade etmek gerekirse Diyanet’in görevleri 1965 tarihinde çıkarılan 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun’un 1. maddesinde belirtilmiştir. Bu görevlerden en somut olanı ibadet yerlerinin yönetimidir. İbadet yerleri ifadesi cami ve mescitlere karşılık gelir. Kurumun ikinci bir görevi ise “İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek” yani “sahih dini bilginin” ortaya konulmasıdır. Bu görev Türk sekülerizminin popüler ve resmi İslam anlayışı diyebileceğimiz iki düzeyine dayanır. Yani, Türkiye’nin 100 yıllık tarihi içerisinde içinden geçtiği farklı ideolojik süreçlere ayak uyduran din istismarı ile mücadele amacı ve devletin bunlara karşı tek makbul alternatif olarak sunduğu dini esasları oluşturması gerektiği bağlamında meşruluk kazanır. Diyanet’in aynı kanunda altı çizilen bir diğer görevi ise “din konusunda toplumu aydınlatmaktır”. Yani bu görev “sahih dini bilginin” topluma aktarılmasını içerir. Dini konularda toplumu aydınlatma görevi ilk kez Diyanet’in ilk özel kanunu olan 2800 sayılı Diyanet İşleri Reisliği Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun gereğince 1937 tarihinde çıkarılan ve 7647 sayılı Diyanet İşleri Reisliği Teşkilatı'nın Vazifelerini Gösterir Nizamnamede yer almıştır. Bu tarihten itibaren bir yandan kendisine yöneltilen sorulan soruları yanıtlama, öte yandan da yayın faaliyetinde bulunma şeklinde yerine getirilmiştir (Gözaydın, 2009: 113). O tarihlerden günümüze gelen süreçte, toplumu dini konularda aydınlatma görevinin içeriği ve bu doğrultuda bu hizmetleri yerine getiren Diyanet birimleri değişime uğramıştır. Bu değişimin en önemli halkalarından biri 2010 yılında yürürlüğe giren ve 6002 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun olmuştur. Bu düzenleme ile beraber Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü kurulmuş ve onun bünyesinde sosyal içerikli din hizmetleri ile ilişkili daire başkanlıkları oluşturulmuştur. Diğer bir deyişle, bu düzenleme ve sonrasında Bu bildiri 2023 yılının Eylül ayında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde sunulan “Regulating Religion in Turkey and Greece: A Comparative Analysis through Established Religious Organizations in Public Sphere” isimli doktora tez çalışmasından üretilmiştir. Tez, bu bildirinin konusunu oluşturan “Diyanet’in sosyal içerikli din hizmetleri perspektifini” dini regülasyon politikaları çerçevesinde incelemiştir. Bu bildiri ise, Türkiye’de din-devlet ilişkileri” tartışmasına girmeksizin sosyal içerikli din hizmetlerini, kamusal nitelikli din hizmetinin dönüşümü bağlamında ele almakla yetinecektir. 2 Araş Gör., Feyza Kalav İdrisoğlu, Çankırı Karatekin Üniversitesi, kalavfeyza@gmail.com 1 115 yapılan revizyonlar ile dini konularda toplumu aydınlatma görevinin en yeni halkalarından biri olan sosyal içerikli din hizmetlerinin mevcut örgütsel yapısı kurulmuştur. Bu tebliğde, toplumu dini konularda aydınlatma görevinin geniş bir şekilde tanımlanmasıyla bu hizmetlere nasıl meşru bir zemin kazandırıldığına işaret edilecektir. Bu bildiri, söz konusu bu yeni perspektifin Türkiye’de Diyanet’in kuruluşuyla örgütlenmiş olan kamusal nitelikteki din hizmeti anlayışında yarattığı kırılmayı üç aks üzerinden açıklamayı amaçlıyor: (i) Bunlardan ilki hizmetlerin niteliğine ilişkindir. Bu yeni hizmet anlayışı dinsel nitelikteki (ibadete ilişkin) toplumsal gereksinimlerin karşılanmasının ötesine geçerek toplumsal ve bireysel sorunlara din perspektifinden çözümler üretmeyi amaçlamaktadır. (ii) İkincisi hizmet alıcılarla ilişki kurma biçimine yöneliktir. Hedef kitlesine ulaşmak için mekânsal sınırlarını zorlayarak, proaktif bir strateji izler. (iii) Üçüncüsü, hizmeti sunanların nitelikleri ve eylem biçimlerine yöneliktir. Diyanet personelinin profesyonelleşmesini zorunlu kılar. Bildirinin oluşturulmasında birincil ve ikincil kaynakların yanı sıra, Diyanet bürokratları ile yapılan görüşmelerden de faydalanılmıştır. Anahtar Kelimeler: Diyanet, sosyal içerikli din hizmeti, dini konularda toplumu aydınlatma, profesyonelleşme 116 Some Considerations on Diyanet's Socially-Oriented Religious Service Perspective Feyza Kalav İdrisoğlu1 Abstract Since the 2000s, there has been a remarkable increase in emphasis on the social dimension of religious services in some publications and meetings of the Presidency of Religious Affairs (Diyanet). This paper discusses "socially-oriented religious service” perspective which Diyanet has systematically implemented in recent years. Within this perspective, Diyanet aims to effectively reach different segments of society, such as women, youth, children, asylum seekers, and prisoners. The first part of the paper aims to explain the scope of socially oriented religious services, as well as their relevance to the official duties of the Diyanet. To put it briefly, the duties of the Diyanet are specified in Article 1 of Law No. 633 on "the Establishment and Duties of the Presidency of Religious Affairs,” enacted in 1965. One of these duties is the management of the places of worship. The term ‘places of worship’ refers to mosques and masjids. A second duty of the institution is to "carry out the affairs related to the beliefs, worship and moral principles of the Islamic religion"; in other words, to provide "authentic religious knowledge." This duty points to two different dimensions of Turkish secularism: the popular and official understanding of Islam. In other words, on the one hand, this duty aims to combat the abuse of religion; on the other hand, it refers to the presentation of religious principles that the state offers as the only acceptable alternative to religious interpretations that have the potential to abuse religion. Another duty of the Diyanet underlined in the same law is the" illumination of the society on religion." In other words, this duty involves disseminating "authentic religious knowledge" to society. The task of illumination of the society on religious issues was first included in Law No. 7647 on the Duties of the Organisation of the Presidency of Religious Affairs issued in 1937 in accordance with Law No. 2800 on the Organisation and Duties of the Presidency of Religious Affairs, which was the first special law of the Diyanet. From this date onwards, it has been fulfilled by answering the questions addressed to it on the one hand and carrying out broadcasting activities on the other (Gözaydın, 2009: 113). Since then, the duty to enlighten society on religious issues and the Diyanet units in charge of fulfilling these duties have also undergone changes. One of the most important steps in this change was Law No. 6002 on the Amendment of the Law on the Establishment and Duties of the Presidency of Religious Affairs and Certain Laws, which entered into force in 2010. This regulation established the General Directorate of Religious Services as well as its sub-departments related to socially oriented religious services. In other words, with this regulation and other revisions made afterward, the current organizational structure of socially oriented religious services, which is one of the newest links of the duty of enlightening society on religious matters, has been established. This paper highlights how these services have been provided with a legitimate basis by broadly defining the duty of illuminating society on religious matters. 1 Res. Assist., Feyza Kalav İdrisoğlu, Çankırı Karatekin Üniversitesi, kalavfeyza@gmail.com 117 This paper aims to explain the rupture that this new perspective has caused in understanding Diyanet's religious services in Türkiye through three axes: (i) The first of these is related to the nature of the services. This new understanding of service goes beyond meeting social needs related to worship and aims to produce solutions to social and individual problems from the perspective of religion. (ii) The second is related to the way of establishing a relationship with service recipients. It follows a proactive strategy by pushing its spatial boundaries to reach its target audience. (iii) The third is regarding the service providers' qualifications and modes of action. It calls for the professionalization of Diyanet personnel. In addition to primary and secondary sources, interviews with Diyanet bureaucrats were also utilized to generate the paper. Keywords: Diyanet, socially oriented religious service, illumination of society on religious issues, professionalisation 118 Kamu Varlıklarının Özel Mülke Dönüşümünde Vakıflar Şeyma Sağdıç Güven1 Özet Uzun bir tarihsel geçmişe sahip olan vakıflar, ekonomik ve sosyal işlevlere sahip özel tüzel kişileridir ve oldukça eski dönemlere tarihlense de güncel bir tartışmanın odağı yapılmaya elverişlidirler. Zira bugün vakıf kurumunun tarihsel bir kurum olmanın ötesinde güncel bir işlevi yerine getirdiğini görmek mümkündür. Söz konusu işlev ise kamu varlıklarının özel mülke dönüşümünde birer “sihirli değnek” görevi üstlenmesidir. Bu çalışma kapsamında Türkiye Maarif Vakfı başta olmak üzere, günümüzde çeşitli isimler altında örgütlenen ve kamuya yararlı olarak nitelendirilen vakıflardan yola çıkarak, vakıfların Osmanlı kapitalistleşme süreci içinde üstlendiği işleve dair bir analiz amaçlanmaktadır. Bunu yaparken çalışmanın temel amacı doğrultusunda vakıf kurumunun bütün tarihsel gelişimi değil, kapitalistleşme süreciyle birlikte kamu varlıklarının tasfiyesi ile sınırlı bir süreç ele alınmaktadır. Tarihsel gelişimi içerisinde vakıflar, oldukça geniş yelpazedeki menkul ve gayrimenkul malların tasarrufuna sahip olarak önemli gelirler elde eden ve bu gelirler ile çeşitli sosyal ve ekonomik işlevleri yerine getiren kurumlardır. Osmanlı toplumsal formasyonu içinde de benzer bir işlev gören vakıfların, tarıma dayalı Osmanlı toplumsal formasyonunda en önemli gelir kaynağını tarım toprakları oluşturur. Ancak burada ortaya çıkan sorun, bir şeyin vakfedilmesi için o şeyin mülkiyetine sahip olma gerekliliği karşısında miri toprak rejimi varlığının yarattığı çelişkidir. Zira miri toprak rejimi, toprak üzerinde özel mülkiyete dayalı tasarrufu dışlayan bir sistem olarak kabul edildiğinden; vakıfların en önemli gelir kaynağı olan toprakların nasıl vakıf konusu haline gelebildiği sorgulanmaya açıktır. Miri toprakların vakıf konusu haline gelmesi temelde ıslah veya temlikname ile mümkündür. Her iki yolla miri topraklar, vakıf mülkü haline getirilerek tasarruf edilebilmektedir ve böylece vakıflar bir tür “çitleme” aracı olarak işlev görmektedir. Miri toprakların vakfedilerek “ortak mülkiyet” niteliğinden çıkmasının yanı sıra bu topraklar üzerinden elde edilen gelir de aktarılabildiğinden, vakıflar aracılığıyla sermaye birikimi de mümkün kılınmıştır. Bu durum vakıfları kapitalist üretim ilişkilerinin ön koşullarını oluşturmada ve kamu kaynaklarını özel mülkiyete dönüştürmede işlevsel kılmaktadır. Ancak söz konusu işlev Osmanlı kapitalistleşmesiyle son bulmuş değildir. Vakıflar bugün de benzer bir işlevi yerine getirmekte ve kamu varlıklarının özel mülkiyet lehine yok olmasında hala aracı bir hukuk kurumu olarak konumlanmaktadır. Türkiye Cumhuriyet’inde neo-liberal dönüşümün, kamu varlıklarının tasfiye süreciyle ilerleyen seyri pek çok araştırmaya konu edildi. Ancak kamu varlıkları aleyhine ilerleyen bu seyir, son yıllarda, vakıf kurumunun daha dikkatli incelenmesini gerektirecek bir yola girdi. Güncel olarak Türkiye Maarif Vakfı’yla somutlaşan tartışmalar, özellikle bu tür vakıfların hukuk öznesi konumlarına odaklanmaktadır. Buna karşılık hukuk öznesiyle 1 Arş. Gör. Dr., Şeyma Sağdıç Güven, İnönü Üniversitesi, sagdic.seyma@gmail.com 119 doğrudan ilişkili olmasına rağmen tartışmaların gösterdiği temel çelişki, vakıfların özel hukuk tüzel kişisi olmasına rağmen vakfedilen kaynakların kamu varlıkları olmasıyla ortaya çıkar. Böylece bu tür vakıfların hukuk tekniği açısından kamu tüzel kişiliği ile özel hukuk tüzel kişiliği arasındaki belirsiz konumu, esas olarak vakıf kurumunun kamu varlıklarını özel mülkiyete çevirmenin bir aracı olarak işlevine vurgu yapmayı gerektirir. O halde vakıflar bugün de kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimindeki geçiş kurumu niteliğine uygun bir işlev üstlenmekte ve Faulkner’ın “uyum göstermek hayatta kalmak demektir” ifadesini örneklemektedir. Güncel tartışmaya konu olan bu tür vakıflar, “değişen vakıf anlayışıyla” açıklanma eğiliminde olsa da kurumun tarihsel işlevine bakıldığında durduğu yer ve kapladığı boşluk, tartışılan belirsizliğin ve çelişkili konumun kuruma esneklik sağlayan içkin bir özellik olduğunu göstermektedir. Böylece vakıflar, prekapitalist toplumsal formasyonların bir ürünü olmakla birlikte “esnek ve uyumlu” nitelikleriyle hem kapitalist ilişkilerin ön koşullarını oluşturabilmiştir hem de güncel neoliberal politikalara uyumlu bir dönüşüme aracılık edebilmektedir. Anahtar Kelimeler: kamu varlıkları, vakıflar, kamu varlıklarının tasfiyesi, özel mülkiyet, kapitalist gelişim, hukuk kurumları. 120 The Waqfs in the Transformation of Public Assets into Private Property Şeyma Sağdıç Güven 1 Abstract In their long historical background, the waqfs are legal entities that have social and economic functions. Though they are dated in the old times they can have been argued as a current issue. Especially today it is possible to see that these foundations are not just historical institutions but also fulfill very current functions. This function is that they take on the “magic wand” task in the transformation of public assets into private property. This study it is aimed to analyze the functions of waqfs during the Ottoman capitalist development, beginning from the waqfs which are defined as beneficial for the public and organized under various names, especially Türkiye Maarif Vakfı. While doing this analysis, parallel with the main argument of this study, it is discussed not foundations’ historical development on the contrary, it is restrained by the process of dissolving public assets and capitalist development. In historical context, the waqfs are institutions which have income by having right of disposition various movable and unmovable properties and thanks to these incomes have some social and economic functions. These foundations have same functions in Ottoman social formations and in this agriculture-base society their most important resources are lands. However, the problem arises here because of the contradiction which is the necessity of owning property in order to dedicate something as a waqfs property and the existence of the miri land regime. Then it is questionable how the agricultural lands could become the most important income sources of the Waqfs, given that the Miri land regime is accepted as a system that excludes private ownership of lands. Generally, there are two ways to transform agricultural lands in the Miri regime into the property of waqfs, which are reclamation and assignment (berat). Both these ways could turn the Miri lands into Waqfs' property and the waqfs’ function occurs as a tool of “enclosure”. Thus, making Miri lands into Waqf's property both make these lands out of the common property and make possible capital accumulation by conveying the incomes of these lands. It shows that the waqfs are very functional institutions for preparing prior conditions of capitalism and the transformation of public assets into private property. However, this function is not over with Capitalist development in Ottoman. Today the waqfs fulfill the similar functions and they are positioned as a legal institution that dissolve public assets for favor of private property. In the Turkish Republic, neo-liberal change which is going through dissolving public assets is discussed variously in many research. However, this process which is the public assets' disadvantage recently took a new path, so requires to analyze carefully focusing on the institution of waqfs. There are discussions that are related to Türkiye Maarif Vakfı currently focusing on especially the legal entity matters of such institutions. Although this discussion can be conducted by marking legal subject matters, it would not be enough. As is seen also 1 Res. Assist. Dr., Şeyma Sağdıç Güven, İnönü University, sagdic.seyma@gmail.com 121 in these discussions, the main contradiction about these institutions is although the waqfs are private legal entities, the given sources to waqfs are public assets. Thus, in terms of legal technique, the uncertain position of these kinds of waqfs between public entities and private entities requires an emphasis on their functions as a means of transformation of public assets into private property. So today the waqfs have still a role in capitalist relations of production as a transitional institution and exemplify Faulkner’s phrase “to adapt was to survive” (Faulkner, 2013, s. 83). In that case, these waqfs tend to be explained with the “changing understanding of waqfs”, but when the historical function of these institutions is examined, the position of this institution and the gap they occupy show that being discussed uncertainty and contradictions are inner features and provide them flexibility. Eventually, although waqfs are a product of pre-capitalist social formations, they can both create the preconditions of capitalist relations and mediate a transformation compatible with current neoliberal policies with their "flexible and adaptable" qualities. Keywords: public assets, waqfs, dissolving public assets, private property, capitalist development, legal instutions. 122 Sınıfı Örtme(Me)k: Kamu Yönetiminde Esnaf Meslek Kuruluşlarını Anlarken Yeni Bir Paradigma Mümkün Mü? Müge Neda Altınoklu1 Özet Türkiye’de liberal burjuva kamu yönetim şeması içerisinde, “yerinden yönetim” altında yer alan kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarından biri olarak esnaf örgütleri, Türkiye’de sosyal bilimler literatüründe kuramsal olarak da merkezi otoritenin belirleyici olduğu bir yapılanma çerçevesinde ele alınmıştır. Ancak, özellikle Weberci analizlerin görünür kıldığı, devlet merkezli bakış açısını yeniden üreterek ve esnaf örgütlerini devlete “bağımlı” bir çıkar grubuna yerleştirerek, sermaye birikiminin ve bu birikimin öznesi olan esnafın sınıfsal çıkarlarının uzlaşma ve çatışma koşullarının analiz dışı kalmasına neden olmakta, böylece esnaf-devlet ilişkisinde sınıfsal çıkarların hangi sermaye birikim stratejileriyle ve hegemonya projeleriyle belirlendiği sorusu cevapsız kalmaktadır. Bu açıdan, Türkiye’de bir sermaye bileşeni örgütü olarak esnafın örgütlerini analiz ederken baskın olan devlet merkezli yaklaşıma alternatif olarak daha ilişkisel bir yaklaşım ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de esnafın sınıf ilişkileri içerisinde rolü ve konumu dikkate alınarak, esnafın kamu yönetimini içerisinde örgütlenmesinin tarihine, onun biçimlerine ve yapısına daha ilişkisel ve tarihsel bir perspektif üzerinden bakmak, Cumhuriyet’in 100. yılında devlet-sermaye ilişkisini ve kamu yönetiminde aldığı biçimleri ve işleyişini anlamaya çalışırken yöntemsel bir katkı olacaktır. Anahtar Kelimeler: esnaf örgütleri, kamu kurumu, sivil toplum, devlet merkezli yaklaşım, sınıf ilişkileri 1 Dr. Öğr. Üyesi, Müge Neda Altınoklu, Maltepe Üniversitesi, nmugea@gmail.com 123 (Un)Covering The Class: Is A New Paradigm Possible In Understanding The Professional Organization of Small Tradesmen In Public Administration? Müge Neda Altınoklu1 Abstract The professional organizations of small tradesmen, as one of the professional organizations in the nature of a public institution under the "decentralized administration" within the liberal bourgeois public administration scheme in Turkey, have been generally discussed within the framework of a structuring in which the central authority is the determinant in the social sciences literature in Turkey. However, this understanding, especially made visible by Weberian analysis, by reproducing the state-centered perspective and reducing these organizations to interest groups that are "dependent" on the state, has paved the way for an underestimation of the conditions of reconciliation and conflict of the class interests of small tradesmen. Thus, the question of which capital accumulation strategies and hegemony projects are determined by the class interests in the small tradesmen-state relationship remains unanswered. In this respect, the need for a more relational approach arises as an alternative to the dominant state-centered approach. Considering the role and position of the small tradesmen within the class relations in Turkey, it is necessary to look at the history, forms and structure of these professional organizations within the public administration from a more relational and historical perspective. This perspective will be a methodological contribution while trying to understand the forms and functioning of public administration in the 100th anniversary of the Turkish Republic. Keywords: the organizations of small tradesmen, public institution, civil society, state-centered approach class relations 1 Assist. Prof. Dr., Müge Neda Altınoklu, Maltepe University, nmugea@gmail.com 124 Neoliberal Politikaların Gölgesinde Türkiye’de Eğitimin Dönüşümü: Anadolu Liseleri “Bir İhtimaldi, Çok da Güzeldi” Munise Nur Aktan 1 Özet Bu çalışmada, sosyal devlet-refah devleti anlayışının çözülmesi ardından neoliberal politikaların güçlü bir şekilde uygulanmasının eğitim alanı üzerindeki etkileri incelenecektir. İkinci Dünya Savaşı ertesinde Soğuk Savaş döneminde, kapitalist devletler bir bakıma sosyalist devrim ihtimaline karşı bir sigorta olarak gördükleri sosyal devlet anlayışında kamu harcamalarına ciddi bir pay ayırmaktadır; özellikle eğitim ve sağlık alanına kamu kaynaklarının akışı sağlamakta ve daha adaletli bir vergi sistemi gözetilmektedir. Kapitalist blok içerisinde yer alan ve genç bir cumhuriyet olan Türkiye de yabancı dil bilen ve iyi eğitimli nesiller yetiştirmek adına eğitim politikalarına önemli yatırımlar yapmıştır. 24 Ocak Kararları’nın yürürlüğe girmesiyle dünyada yaşanan neoliberal gelişmeler Türkiye’de de kendisini güçlü bir şekilde hissettirecektir. Kademeli olarak önemli değişimler gösteren Anadolu Liseleri’nin dönüşümünü kamu politikaları bağlamında incelemek yaşanan değişimleri anlama adına da önemli bir rol onayacaktır. Hem kamu politikalarının dönüşümünün eğitim alanı üzerindeki etkilerini anlamak hem de bir devlet okulu olmasına rağmen Anadolu Liseleri’nin gerçekten bir fırsat eşitliği yaratıp yaratmadığını Bourdieu’nün temel kavramları olan sermaye ve habitus ile incelemek bu çalışmanın temel amaçlarını oluşturacaktır. Çalışmada farklı şehirlerde farklı dönemlerde Anadolu Liseleri’nden mezun kişilerin deneyimlerine de yer verilecektir. Anahtar Kelimeler: kamu politikaları, eğitim politikaları, neoliberalizm, Bourdieu, Anadolu Lisesi, kültürel sermaye, habitus, ekonomik sermaye, sosyal devlet, kamu kaynakları. 1 Öğr. Gör. Dr., Munise Nur Aktan, İstanbul Esenyurt Üniversitesi, mnuraktan@gmail.com 125 Transformation of Education in Turkey under the Shadow of Neoliberal Policies: Anatolian High Schools 'It Was a Possibility, and It Was Quite Beautiful' Munise Nur Aktan 1 Abstract In this study, the effects of the strong implementation of neoliberal policies on the education will be examined following the dissolution of the social welfare state understanding. In the post-World War II era during the Cold War period, capitalist states allocated a significant portion of public expenditures to the understanding of the welfare state, which they saw as a kind of insurance against the possibility of a socialist revolution; particularly, ensuring the flow of public resources to the education and healthcare sectors and aiming for a more just tax system. Turkey, as a young republic within the capitalist bloc and proficient in foreign languages, has made significant investments in education policies to raise well-educated generations. With the implementation of the January 24 Decisions, neoliberal developments experienced worldwide will strongly manifest themselves in Turkey as well. In this context, examining the transformation of Anatolian High Schools, which gradually showed significant changes, will be essential in understanding the changes in the context of public administration. It will be essential to both understand the effects of the transformation of public policies on the education sector and to examine whether Anatolian High Schools, despite being state schools, truly create equal opportunities by analyzing them through Pierre Bourdieu's fundamental concepts of capital and habitus. The study will also include the experiences of individuals who graduated from Anatolian High Schools in different cities and periods Keywords: Public policies, education policies, neoliberalism, Bourdieu, Anatolian High School, cultural capital, habitus, economic capital, welfare state, public resources. 1 Lecturer Dr., Munise Nur Aktan, İstanbul Esenyurt University, mnuraktan@gmail.com 126 BİRİNCİ GÜN: ÜÇÜNCÜ OTURUM 26.10.2023 16:15-17:45 Koçumbeli Salonu Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Oturum Başkanı: Pınar Sarıgöl Gürkan Cumhuriyetin İkinci Yüzyılının “İkinci Cinsiyeti” The “Second Sex” of the Second Century of the Republic Gülçin Özge Tan Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Yönelik Kamu Politikaları: Avrupa Komisyonu Türkiye Raporları Üzerinden Bir İnceleme Public Policies Towards Women's Rights and Gender Equality: A Review Based on the European Commission Turkey Reports Hakan Akın, Duygu Öztürk Toplumsal Cinsiyetin Yerel ve Ulusal Düzeyde Kadın Temsilci Oranına Etkileri The Effects of Gender on the Ratio of Female Representatives at Local and National Levels Saliha Mazlum, Emrah Firidin 0-3 Yaş Çocuğu Olan Kadınların Sosyalleşme Deneyimleri: Annelik ve Kadınlık Arasında Kalmak Socialization Experiences of Women with 0-3 Years Old Children: Cast between Motherhood and Women(Hood) Tuğba Canbulut, Melek Rabia Kapıcı Davranışsal Kamu Yönetimi Merceği ile Bilim ve Sanat Merkezi Öğrencilerinin Matematiksel Kaygı Düzeyleri ile Cinsiyetleri Arasındaki İlişki The Relationship Between the Level of Mathematical Anxiety and Gender among Students from the Centers for Science and Art within the Behavioral Public Administration Lens Dilek Dede, Dinçer Dede 127 Cumhuriyetin İkinci Yüzyılının “İkinci Cinsiyeti” Gülçin Özge Tan1 Özet Demokratik ve adil bir toplum yaratmanın temel koşulu, kuşkusuz ki hak, ödev, sorumluluk ve özgürlüklerin anayasa ve yasalarca teminat altına alınmasıdır. Ancak bu ilk ve zorunlu koşulun atılması, eşitlik bağlamında her zaman demokrasi adına bir ilerleme anlamı taşımaz. Kadınların siyasi ve idari temsil konusunda yaşadıkları kriz, bunun en bariz örneğidir. Türkiye’de erken sayılabilecek bir dönemde yerel ve ulusal siyasete katılım hakkını elde eden kadınlar, bugün hala, pratikte, eşit temsil hakkını elde edebilmiş değildir. Anadolu’daki birinci yüzyılını tamamlamak üzere olan cumhuriyetin kurucu ideallerinin içinde yer alan eşitlik ilkesinin kadın yurttaşlığı namına işletilememesi, cumhuriyetin ikinci yüzyılına sayılı günler kala hâlâ aşılamamıştır. Verdikleri mücadele sonucunda cumhuriyet rejimi ile haklar elde eden kadınlar için, cumhuriyetin ilk yüzyılı, haklar bağlamında hem “de jure” hem de “de facto” mücadelenin zorlu tarihi olmuştur. Koca bir yüzyıl içerisinde kadınlar; özel alanın sınırlarında yaşamaya zorlanmış, kadınların kamusal alana girişleri de facto olarak engellenmiştir. Cumhuriyet rejimi; tebaalığı bitirmiş, yurttaşlığa dayalı eşitlik ve özgürlük anlayışını benimsetmiştir ancak kamu yararı ataerkil çıkarları temsil ettiği ölçüde ideal cumhuriyet prensipleri kadınlar için geçerli olamamıştır. Yurttaşlar arası eşitlikte eşitler arasında birinci kılınan erkek yurttaşlığı, kadınları bir kez daha “ikinci cinsiyet” haline getirirken; farklı yapı, koşul ve rejim biçimi dahilinde her defasında yeniden üretilen ve kadını ikinci cinsiyet haline getiren eşitsizlik; yeni biçimiyle artık kadını kamusaldan daha fazla dışlayamayarak ama eşitliği de içselleştirmeyerek mevcudiyetini sürdürmektedir. Özetle reel bir politik etkide bulunamadıkları sürece ulusal ve yerel mekanizmaların kurucu öznesi haline gelemeyen kadınların, cumhuriyetin birinci yüzyılında elde ettiği kazanımlar, kadınları kamusal ve politik arenaya soksa da onları bu kez de kamusal patriyarkanın etkisine almıştır. Erkekliğin kamusal ve özel alanlarındaki hâkimiyeti, kadınlara var olma imkânı tanısa ve bu imkanlılık, yerel ve genel düzlemde siyasete giriş oranlarına yansısa bile kadınların gerçek anlamda temsili mümkün olamamıştır. Kendi politikalarını ve çıkarlarını dile getiremediği ölçüde cumhuriyetçi rejimle erkeklerinki gibi düz bir ilişkiye sahip olamayan kadınlar de jure kazanımlara rağmen pasif bir uysallığa itilmiştir. Bu da ikinci cinsiyetin yurttaş olmak için verdiği çabanın rotasını, eşit yurttaş olabilme çabasına çevirmiştir. Yönetici kadrolarda, politik mekanizmalarda, siyasi partilerde, meslek gruplandırmalarının farklı yelpazelerinde kısacası “aktif” bir biçimde kamusal alanda kendisine yer bulamayan “cumhuriyet kadını”, bütün yurttaşlık görevlerini yerine getirse de yurttaşlık hakkına fiili olarak ulaşamamakta hatta bugün en önemli savaşını yaşam hakkını müdafaa etmek için vermektedir. Bu doğrultuda işbu bildiriyle öncelikli olarak cumhuriyet rejiminin doğrudan ve kendiliğinden yurttaşlar arasında bir eşitlik sağlamayacağı, kadınların kamusal temsili 1 Arş. Gör., Gülçin Özge Tan, Ankara Üniversitesi, gulcinozgetan@gmail.com 128 üzerinden irdelenecektir. Akabinde kadınların cumhuriyetin ilk yüzyılı içerisinde kamusal alana sınırlı ve denetimli dahil edilişi vurgulanarak eşit yurttaşlık için kadınların sadece siyasal katılımını artırmasının da yeterli olmayacağı; kadınların aynı zamanda siyasal partilerin il- ilçe yönetimlerinde, parti merkez yönetme/yürütme kurullarında, yerel yönetimlerin karar organlarında, kamu kurumlarının üst düzey yönetici pozisyonlarında yani siyasi ve idari karar alıcı mevkilerde bulunması gerekliliği ilgili pozisyonların mevcut sayısal verileriyle tartışılacaktır. Buradan yola çıkılarak, kadınların siyasi ve kamusal görünürlüğünün artırılmasının kadının eşit yurttaşlığı için elzem ve vazgeçilmez olmakla birlikte toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında tek başına yeterli olmadığı; kadınların kamu politikalarının üreticisi, yürütücüsü olmadığı ve yönetimde ortak katılım gösteremediği durumların devamı halinde kadının ikinci cinsiyet pozisyonunun süreceği iddia edilecektir. Anahtar Kelimeler: kadın, toplumsal cinsiyet eşitliği, demokrasi, yurttaşlık. 129 The “Second Sex” of the Second Century of the Republic Gülçin Özge Tan 1 Abstract The fundamental prerequisite for establishing a democratic and just society undeniably lies in the assurance of rights, duties, responsibilities, and freedoms through constitutional and legal means. Nevertheless, the realization of this initial and imperative condition doesn’t invariably translate into advancements in democracy within the context of equality. An illustrative case of this dilemma emerges in the challenges confronted by women concerning political and administrative representation. In Turkey, where women were granted the right to participate in local and national politics early on, practical achievement of equitable representation has remained elusive. The failure to effectively operationalize the principle of equality, a cornerstone ideal of the Republic of Turkey, which is on the cusp of commemorating its first century in Anatolia, in the context of women's citizenship, remains unresolved as the nation approaches its second century. For women who acquired their rights under the republican regime through tenacious struggle, the inaugural century of the republic has been a tumultuous chronicle marked by both 'de jure' and 'de facto' battles for rights. Over the span of a century, women were constrained to inhabit the private sphere and were effectively barred from entering the public arena. While the republican regime relinquished subjugation and espoused a framework of equality and freedom founded upon citizenship, the ideal republican principles faltered when confronted with patriarchal interests masquerading as the public good. Consequently, male citizenship, which should have stood as the primus inter pares in the realm of citizen equality, once again relegated women to the status of the 'second sex.' Inequality, perpetuated under varying structures, circumstances, and regime paradigms, persistently transformed women into second-class citizens. Thus, women ceased to be excluded from the public sphere but failed to internalize equality. In sum, the achievements of women in the republic's inaugural century, although they permitted women to enter the public and political sphere, subjected them to the dominance of public patriarchy. Despite their legal gains, women, unable to articulate their own policies and interests, found themselves in a state of passive acquiescence, unable to engage with the republican regime in a manner comparable to men. This shift redirected the trajectory of women's pursuit of citizenship from the endeavor to become citizens to the pursuit of equal citizenship. The 'woman of the republic,' unable to secure a substantive foothold in administrative roles, political mechanisms, political parties, various professional associations, and, in brief, the public sphere in an 'active' capacity, cannot genuinely access the right to citizenship, even if she fulfills all her civic obligations. Today, she is engaged in a formidable struggle to safeguard her right to life. 1 Res. Assist., Gülçin Özge Tan, Ankara University, gulcinozgetan@gmail.com 130 In light of these circumstances, this paper first underscores the fact that the republican regime will not inherently and automatically foster equality among citizens through the public representation of women. Subsequently, it emphasizes the constrained and regulated inclusion of women in the public sphere during the republic's initial century, contending that for equal citizenship to materialize, women must extend their political participation beyond mere numerical increases. Women must assume roles in provincial and district administrative bodies of political parties, central executive committees of parties, decision-making entities of local governments, high-ranking positions in public institutions, essentially occupying political and administrative decision-making positions. On this basis, the argument posits that while augmenting women's political and public visibility is indispensable for the realization of women's equal citizenship, it alone is insufficient to ensure gender equality. Women's secondary status will persist unless they become active contributors and implementers of public policies, participating in the administration. Keywords: women, gender equality, democracy, citizenship. 131 Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Yönelik Kamu Politikaları: Avrupa Komisyonu Türkiye Raporları Üzerinden Bir İnceleme Hakan Akın1, Duygu Öztürk2 Özet Küreselleşme ile gelişmiş ülkeler ve diğerleri arasında kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik farklılaşma giderek artmaktadır. Gelişmekte olan ülke görünümündeki Türkiye'de kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik uygulamaların, uluslararası alanda nasıl değerlendirildiği, incelenmesi gereken bir durumdur. Çalışmada Avrupa Birliği'nin (AB) kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği alanındaki politika bildirimleri ve politika getirileri, Türkiye’de oluşturulan yasal ve kurumsal mekanizmalarıyla birlikte incelenmiştir. Araştırmada Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri ile AB Türkiye Raporlarında yer alan veriler bir arada değerlendirilmiştir. Çalışmada konuya ilişkin literatür taraması, kuramsal inceleme ve dokuman analizi yöntemi tercih edilmiştir. Araştırmanın temel kaynağını AB Türkiye Raporları oluşturmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) 2023 yılı verilerine göre nüfusun %49,9'unu kadınlar, %50,1'ini erkekler oluşturmaktadır. Türkiye’de, en az bir eğitim düzeyini tamamlayan 25 ve daha yukarı yaştaki kadınların oranı %87,3, erkeklerin oranı %97,1’dir. 2023 verilerine göre işgücüne katılma oranı erkeklerde %70,3 iken; kadınlarda %32,8 olarak gerçekleşmiştir. İstihdam oranı erkeklerde %62,8 iken, kadınlarda %28’dir. Eğitim düzeyi bakımından kadın ve erkek nüfus arasındaki açıklık azalmasına rağmen, bu durum kadın istihdamı gibi kadına yönelik sosyal politikalara yeterince yansımamaktadır. Cinsiyetler arasındaki sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin devam etmesi, üretim sürecinde enformelleşen kadın emeği ve sosyal dışlanmaya maruz kalan kadına yönelik incelemeleri gerekli kılmaktadır. Çalışma sonucunda AB ülke raporlarının, kadınların kamu hizmetindeki yönetici kadrolarında temsili, parlamento ve yerel yönetimlerde kadınların temsil oranı, kadın ve kız çocuklarının hakları, kadınların karar alma-politika ve istihdama katılım oranları başta olmak üzere somut ölçütler üzerinden siyasa getirilerini izleyebilmeyi sağlaması bakımından karşılaştırmalı analizlere imkân sağladığı düşünülmektedir. Araştırma kapsamında yapılan tarihsel karşılaştırmalar sonucunda, kadının statüsü, hak ve özgürlükleri, istihdamı, siyasal katılım düzeyleri ve toplumsal içerme gibi toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik alanlarda somut kamu politikaları geliştirilmesi gerektiği kanısındayız. Anahtar Kelimeler: toplumsal cinsiyet eşitliği, kadın, sosyal politika, dezavantajlı gruplar, siyasal katılım, kamu politikası 1 2 Dr. Öğr. Üyesi, Hakan AKIN, Yüksek İhtisas Üniversitesi, hakanakin@yiu.edu.tr Dr. Öğr. Üyesi, Duygu ÖZTÜRK, İstanbul Medipol, duyguozturk@medipol.edu.tr 132 Public Policies Towards Women's Rights and Gender Equality: A Review Based on the European Commission Turkey Reports Hakan Akın1 Duygu Öztürk2 Abstract With globalization, the differentiation between developed countries and others regarding women's rights and gender equality is increasing. How the practices regarding women's rights and gender equality in Turkey, which is a developing country, are evaluated internationally is a situation that needs to be examined. In the study, the policy declarations and policy outcomes of the European Union (EU) in the field of women's rights and gender equality were examined together with the legal and institutional mechanisms established in Turkey. In the research, Turkish Statistical Institute (TUIK) data and data in the EU Turkey Reports were evaluated together. In the study, literature review, theoretical review and document analysis methods were preferred. The main source of the research is the EU Turkey Reports. According to Turkish Statistical Institute (TUIK) 2023 data, 49.9% of the population is women and 50.1% is men. In Turkey, the rate of women aged 25 and over who have completed at least one level of education is 87.3% and the rate of men is 97.1%. According to 2023 data, the labor force participation rate is 70.3% for men; It was 32.8% in women. While the employment rate is 62.8% for men, it is 28% for women. Although the gap between men and women in terms of education level has decreased, this situation is not sufficiently reflected in social policies for women, such as women's employment. The continuation of social and economic inequalities between genders necessitates investigations into women's labor becoming informal in the production process and women exposed to social exclusion. As a result of the study, EU country reports enable comparative analysis in terms of monitoring policy outcomes through concrete criteria, especially the representation of women in managerial positions in the public service, the representation rate of women in parliament and local governments, the rights of women and girls, women's participation in decision-making, politics and employment rates. It is thought to provide As a result of the historical comparisons made within the scope of the research, we believe that concrete public policies should be developed in areas related to gender equality such as women's status, rights and freedoms, employment, political participation levels and social inclusion. Keywords: gender equality, women, social policy, disadvantaged groups, political participation, public policy 1 2 Assist. Prof. Dr., Hakan AKIN, Yüksek İhtisas University, hakanakin@yiu.edu.tr Assist. Prof. Dr., Duygu ÖZTÜRK, İstanbul Medipol, duyguozturk@medipol.edu.tr 133 Toplumsal Cinsiyetin Yerel ve Ulusal Düzeyde Kadın Temsilci Oranına Etkileri Saliha Mazlum1 Emrah Firidin2 Özet Cinsiyet bireylerin biyolojik olarak ait oldukları, üreme yapılarına göre farklılık arz eden durumlarına verilen isimdir. İnsanlar bu özelliklere doğuştan sahiptir. Toplumsal cinsiyet ise toplumu oluşturan kadın ve erkeklere toplumdaki inanç, kültür, gelenek ve hatta yasal sebeplerle yüklenilen görev ve sorumluluklardır. Toplumsal cinsiyet kavramı, toplumdan topluma ve dönemden döneme değişen ve toplum tarafından bireylere cinsiyetlerinden bağımsız olarak atfedilen görev ve değerleri anlatmak için kullanılan ifadedir. Toplumsal cinsiyet ifadesi bağlamında, insanlık tarihi boyunca birçok dönemde kadınlar ezilmiş, birçok haklardan mahrum kalmışlardır. Örneğin Atina’da kadınlar köleler ve hayvanlar arasında bir konumda bulunmuşlar ve hayatlarını önce ailelerindeki erkeklere daha sonrasında da kocalarına bağlı geçirmişlerdir. Helenistik dönemle birlikte ise bu durumun değişmeye başladığı görülür. Bulundukları ortak çağ itibariyle İslamiyet’ten önce Türk kadınları Batı toplumundaki kadınlara oranla daha fazla hakkın sahibi olmuşlar, gerektiğinde erkeklerle savaşa katılmış ya da sefer zamanı kağanın yerine ülkeyi yönetmişlerdir. İslamiyet’le birlikte Arap ve Fars geleneklerindeki kadın konumu Türkleri de etkilemeye başlamış, özellikle Osmanlı Devleti’nin merkezileşmiş bir devlet halini alması ve bu merkezileşmiş devlet yapısında erkeklerin egemen olmasıyla birlikte kadınların toplumsal ve siyasal hakları gittikçe azalmış ve özgürlükleri kısıtlanmıştır. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında kadınlar toplumsal ve siyasi hakları için dernekler kurmaya, dergiler çıkarmaya ve bu konuda çalışmalar yapmaya başlamışlardır. Cumhuriyetle, kadınların haklarında önemli oranda iyileşmeler olmuştur. Bu hakları Türk kadınlarının erken bir zamanda elde etmesine rağmen, günümüze kadar kadınların temsilinde çok az ilerleme olmuştur. Bu durum, kadınların ulusal ve yerel yönetimlerdeki temsilinin erkeklere kıyasla çok düşük oranda olmasında kendisini göstermektedir. Çözüm içinse yerel yönetimlere çok fazla görev düşmektedir. Halka yakınlıkları ve onların sorunlarını daha iyi anlayabilecek yapıda olmaları sebebiyle yerel yönetimler, kadınların temsili konusunda önemli bir noktada bulunmaktadır. Yerel yönetimler demokrasinin ve katılımın mutfağı konumundadır. Yerel yönetimlerde yöneticiler ve halk arasındaki mesafenin az olması hem kararlara katılımı etkileyecektir hem de halk arasında demokrasi kültürünün benimsenmesini sağlayacaktır. Bu bakımdan, yerel yönetim birimlerinde kadınların sayılarının artması, yereldeki kadınların sorun ve taleplerinin, dolayısıyla toplumun yarısının taleplerinin dikkate alınması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla yerel yönetimlerdeki kadın ve erkek temsilci sayıları arasındaki değişim, yerel ve ulusal düzeyde de kendini gösterebilecek, kadınların yönetimde yer alma istemleri artacak ve daha da önemlisi bu durumun normalleşmesine sebebiyet verecektir. Çünkü toplumsal cinsiyetin bazı toplumlarda kadınların temsil 1 2 Arş. Gör., Saliha Mazlum, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi, saliha.mazlum61.sm@gmail.com Dr. Öğr. Üyesi, Emrah Firidin, Karadeniz Teknik Üniversitesi, efiridin@ktu.edu.tr 134 haklarını kısıtladığı bilinmektedir. Katılım olgusunun toplumun tamamını kapsayan biçimde uygulanması, toplumsal cinsiyet algısından kaynaklı sorunların çözümünde yardımcı bir uygulama olacaktır. Çalışmada, toplumsal cinsiyetin kadınların yerel yönetimlerde yer almasına olan etkileri tarihsel bir değerlendirme çerçevesinde ele alınacaktır. Sonrasında, kadınların hem yerel hem de ulusal çaptaki temsil oranları, yerel yönetimlerde (Belediye başkanlıkları, il genel meclisi üyelikleri, belediye meclis üyelikleri ve köy muhtarı, köy ihtiyar heyeti, mahalle muhtarı ve mahalle ihtiyar heyeti ) ve mecliste TÜİK, TBMM vb. kurumlardan alınan verilerle sayısal olarak incelenecek ve erkeklerin temsiliyle arasındaki oran farkı yine sayısal olarak gösterilecektir. Bu oranların farklı ülkelerle karşılaştırmasına değinilerek mevcut durumun analizi ile birlikte katılım ilkesi dahilinde çözüm önerileri sunulmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: toplumsal cinsiyet, yerel yönetimler, katılım. 135 The Effects of Gender on the Ratio of Female Representatives at Local and National Levels Saliha Mazlum1 Emrah Firidin2 Abstract Gender is the name given to the situations to which individuals belong biologically and differ according to their reproductive structures. People are born with these traits. Gender, on the other hand, is the duties and responsibilities imposed on women and men who make up the society, due to beliefs, culture, traditions, and even legal reasons. The concept of gender is an expression used to describe the duties and values that vary from society to society and from period to period and are attributed to individuals by society regardless of their gender. In the context of gender expression, women have been oppressed and deprived of many rights in many periods throughout human history. For example, in Athens, women were in a position between slaves and animals and spent their lives dependent first on the men in their families and then on their husbands. It is seen that this situation started to change with the Hellenistic period. Due to their common age, Turkish women had more rights than women in Western society before Islam, they participated in the war with men when necessary or ruled the country instead of the khan during a campaign. With the advent of Islam, the position of women in the Arab and Persian traditions began to affect the Turks, especially with the Ottoman Empire becoming a centralized state and the dominance of men in this centralized state structure, the social and political rights of women were gradually reduced, and their freedoms were restricted. In the last days of the Ottoman Empire, women started to establish associations for their social and political rights, to publish magazines and to work on this issue. With the Republic, there have been significant improvements in women's rights. Despite the early attainment of these rights by Turkish women, little progress has been made in women's representation to date. Local governments have a lot of responsibilities for the solution. Local governments are at an important point in the representation of women, as they are close to the public and are in a structure to better understand their problems. Local governments are the cuisine of democracy and participation. The lack of distance between the administrators and the public in local governments will both affect participation in decisions and ensure the adoption of a culture of democracy among the people. In this respect, the increase in the number of women in local government units means that the problems and demands of local women, and therefore the demands of half of the society, are taken into consideration. Therefore, the change between the number of male and female representatives in local governments will manifest itself at the local and national level, the demand of women to take part in the administration will increase, and more importantly, this will lead to the normalization of the situation. Because it is known that gender limits the representation rights of women in some societies. The application of the phenomenon 1 2 Res. Assist., Saliha Mazlum, Zonguldak Bülent Ecevit University, saliha.mazlum61.sm@gmail.com Assist. Prof. Dr., Emrah Firidin, Karadeniz Technical University, efiridin@ktu.edu.tr 136 of participation in a way that covers the whole society will be a helpful practice in solving the problems arising from the perception of gender. In the study, the effects of gender on women's participation in local governments will be discussed within the framework of a historical evaluation. Afterwards, the representation rates of women both locally and nationally, in local administrations (Municipalities, provincial council memberships, municipal council memberships and village headman, village elder committee, neighborhood headman and neighborhood council of elders) and in the parliament will be analyzed numerically with the data received from the institutions such as Turkish Statistics Organization and Turkish Grand National Assembly etc. and the difference in the ratio between the representation of men will be shown numerically. By referring to the comparison of these rates with different countries, together with the analysis of the current situation, solution proposals will be tried to be presented within the scope of participation principle. Keywords: gender, local governments, participation. 137 0-3 Yaş Çocuğu Olan Kadınların Sosyalleşme Deneyimleri: Annelik ve Kadınlık Arasında Kalmak Tuğba Canbulut1 Melek Rabia Kapıcı2 Özet Anneliğe yapılan övgüler, kadınların anne olduktan sonra yeniden kadın kimliğine bürünmelerini zorlaştıran bir süreci doğurmaktadır. Bir sosyal bilim gözlüğüyle bakıldığında anne-kadınların toplumsallaşma süreçlerini çocukları ile düzenlediklerirevize ettikleri görülebilmektedir. Bir diğer deyişle, çocukların toplumsallaşabilecekleri etkinlik merkezleri, spor-yüzme-müzik kursları, parklar, oyun alanları gibi yerlerin annekadınların yeni toplumsallaşma alanları olduğu söylenebilir. Yani bir kadın anne olduğunda kadın değil, anne kimliğiyle toplumsallaşmak durumunda kalmaktadır. Bu araştırmanın amacı, 0-3 yaş aralığında çocuğu/çocukları olan anne-kadınların toplumsallaşma pratiklerinde anne rolünün tartışmaya açılmasıdır. Şüphesiz araştırmanın çıkış noktası bu yaş aralığının bakım veren sorumluluğunun annede/kadında olması gerekliliği şeklindeki cinsiyet odaklı rolün benimsenmesi değildir. Aksine bu sorumluluğun hangi toplumsal gerekçelerle kadınlara yüklendiği, erkeklerin baba olarak nerede konumlandıkları, bu sorumluluk sebebiyle anne-kadın olmak arasında kalmanın kadınlara ne şekilde yansıdığı, bu sorumlulukla baş edebilmeye dair stratejilerde kadınların destek mekanizmalarına erişimi, çalışan-çalışmayan veya işi bırakmak/işe ara vermek durumunda kalan kadınların çalışan anne olma deneyimleri, kamusal alanların kapsayıcılığı gibi durumların sorgulanması söz konusudur. Bu bağlamda hedefler kamusal alanların kapsayıcılığına dair kamu politikaları önermek, kadınların kendine yardım grupları gibi formatlarla bir aradalıklarının ve kendilerince bulunmuş/bulunacak çözüm önerilerinin artmasına katkı sağlamak şeklinde belirlenmiştir. Araştırma ile bakım veren olarak anne rolleriyle kadınlara odaklanılmıştır. Araştırmanın temel sorusu, anne rolünün kadınların kamusal alan deneyimlerini nasıl etkilediğidir. Alt sorular bağlamında ise, mevcut kamusal alanların küçük (0-3) yaştaki çocukları kapsama durumuna, bu yaş grubuna uygun çocuk dostu kamusal alanların niteliğine, bu yaş grubundaki çocuklarıyla kamusal alanda kendilerine yer bulmaya çalışan kadınların ne gibi sorunlarla karşılaştıklarına bakılmıştır. Araştırma niteliksel yöntemle tasarlanmıştır, nasıl sorusundan beslenmektedir ve deneyim odaklıdır. 0-3 yaş aralığında çocuğu ve/ya çocukları olan toplam 15 kadınla derinlemesine görüşmeler yapılarak veri toplanmıştır. Veriler, kadınların uygun gördükleri zamanlarda çevrimiçi toplanmış, onayları dahilinde ses kaydı alınmıştır. 15 görüşme ile araştırma doyuma ulaşmıştır. Kadınların 0-3 yaş aralığında çocuklarının olması; çocuklarını, okul/kreş dışında çocuklar için etkinlikler üreten çeşitli mekanlara götürmeleri çalışmaya dahil edilmede iki önemli kriter olarak 1 2 Arş. Gör. Dr., Tuğba Canbulut, İstanbul Üniversitesi, tugba.canbulut@iuc.edu.tr Öğrenci, Melek Rabia Kapıcı, İstanbul Üniversitesi, melekrabiakapici2002@gmail.com 138 belirlenmiştir. Çalışmadaki görüşmeciler amaca yönelik örneklem belirleme ile seçilmiştir. Araştırmanın analizi MaxQda Analiz Programı ile yapılmıştır. Analiz ses kaydına alınan görüşmelerin yazıya dökümü ve ardından programda kodlanıp görselleştirilmesi ile sürmüştür. Hiyerarşik kod haritası, matris, iki vaka modeli, birlikte oluşma sıklığı gibi analizler yapılmıştır. Araştırmanın sonuçlarından bazılarına değinmek gerekirse, çocuk öncesi ve sonrası kamusal alan kullanımında açığa çıkan, çocuklu hayatın çocuk odaklı değişmesi vurgusudur. Kadınlar eğer çocukları ile kamusal alan kullanacaklarsa, kendi hayatlarını çocuklarının hayatına uyumlu hale getirmek koşuluyla bunu yapabildiklerini belirtmişlerdir. Bu minvaldeki bir diğer sonuç da çocukla birlikte ortak kullanabilecekleri kamusal alanların eksikliği, tasarım hatalılığı vurgusudur. Hem kendileri hem çocukları için ortak kullanılabilecek bir kamusal alanın neredeyse hiç olmadığına vurgu yapmışlardır. Hal böyleyken kadınlar, çocuk dostu kamusal alanlarda (çocuk tiyatrosu, çocuk parkı…) kendilerine anne rolleriyle yer arama çabasında olduklarını belirtmişlerdir. Son olarak ortak kamusal alanların neleri içerebileceğine dair öneriler araştırma kapsamında kamu politikası önerisine dönüştürülmek üzere paylaşılmıştır. Anahtar Kelimeler: kamusal alan, çocuk dostu kamusal alan, annelik rolü 139 Socialization Experiences of Women with 0-3 Years Old Children: Cast between Motherhood and Women (Hood) Tuğba Canbulut1 Melek Rabia Kapıcı2 Abstract Praise for motherhood creates a process that makes it difficult for women to regain their female identity after becoming mothers. When viewed through a social science lens, it can be seen that women-mothers organize and revise their socialization processes with their children. In other words, it can be said that places such as activity centers, sportsswimming-music courses, parks and playgrounds where children can socialize are new socialization areas for mothers and women. In other words, when a woman becomes a mother, she has to socialize with the identity of a mother, not a woman. The aim of this research is to discuss the role of mothers in the socialization practices of women who have children between the ages of 0-3. Undoubtedly, the starting point of the research is not the adoption of the gender-oriented role that the caregiving responsibility of this age range should belong to the mother/woman. On the contrary, on what social grounds this responsibility is placed on women, where men are positioned as fathers, how being stuck between being a mother and a woman due to this responsibility reflects on women, women's access to support mechanisms in strategies to cope with this responsibility, working or not working or quitting/taking a break from work. Situations such as the experiences of women in this situation of being working mothers and the inclusiveness of public spaces are questioned. In this context, the objectives have been determined as proposing public policies regarding the inclusiveness of public spaces, contributing to the increase of women's coexistence with formats such as self-help groups and the solutions they have found or will find. The research focused on women in their roles as mothers and caregivers. The main question of the research is how the mother role affects women's public space experiences. In the context of sub-questions, the extent to which existing public spaces accommodate young (0-3) age children, the nature of child-friendly public spaces suitable for this age group, and what problems women face while trying to find a place for themselves in public spaces with their children in this age group were examined. The research was designed with a qualitative method, is informed by the question of how, and is experience-oriented. Data was collected by conducting in-depth interviews with a total of 15 women with children aged 0-3. Data were collected online at women's convenience and voice recordings were made with their consent. The research reached saturation with 15 interviews. Women have children between the ages of 0-3; Taking their children to various places that provide activities for children outside of school/nursery was determined as two important criteria for inclusion in the study. Interviewers in the study 1 2 Res. Assist. Dr.., Tuğba Canbulut, İstanbul University, tugba.canbulut@iuc.edu.tr Student, Melek Rabia Kapıcı, İstanbul University, melekrabiakapici2002@gmail.com 140 were selected by purposeful sampling. The analysis of the research was done with MaxQda Analysis Program. The analysis continued by transcribing the audio-recorded interviews and then coding and visualizing them in the program. Analyzes such as hierarchical code map, matrix, two-case model, and frequency of co-occurrence were performed. To mention some of the results of the research, what is revealed in the use of public space before and after children is the emphasis on the child-oriented change of life with children. Women stated that if they were to use public space with their children, they could do so provided that their own lives were compatible with their children's lives. Another result in this regard is the lack of public spaces that can be shared with the child and the emphasis on design flaws. They emphasized that there is almost no public space that can be used jointly by both themselves and their children. This being the case, women stated that they are trying to find a place for themselves in the role of mothers in child-friendly public spaces (children's theatre, children's park, etc.). Finally, suggestions about what common public spaces could include were shared within the scope of the research to be transformed into public policy recommendations. Keywords: public space, child-friendly public space, motherhood role 141 Davranışsal Kamu Yönetimi Merceği ile Bilim ve Sanat Merkezi Öğrencilerinin Matematiksel Kaygı Düzeyleri ile Cinsiyetleri Arasındaki İlişki Dilek Dede1 Dinçer Dede2 Özet Davranışsal kamu yönetimi, kamu yönetimi alanını psikoloji alanıyla birleştirerek, psikoloji alanının araçlarıyla bireysel tutum ve davranışların mikro düzeyde analizine işaret eder. Davranışsal kamu yönetiminin kökleri klasik kamu yönetimi metinlerine dayandırılmakla birlikte psikoloji araçlarıyla yorumlama biçimi kamu yönetimi alanında görece yeni bir alan olarak ortaya çıkmaktadır. Bilim ve Sanat Merkezleri (BİLSEM), Türkiye’de faaliyet gösteren özel usullerle belirlenen özel yeteneklere sahip öğrencilerin mevcut eğitimlerinin yanında, özel yeteneklerini geliştirmeleri için eğitim sunan Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) bağlı kuruluşlardır. Alan yazındaki çalışmalar, BİLSEM’ler üzerine yapılan çalışmaların sınırlı sayıda olduğunu belirtmektedir. Bu kapsamda araştırma iki yeni araştırma konusunun kesiştirilerek ampirik bir çerçevede analizi açısından önem taşımaktadır. Ayrıca, bağımsız örneklem t-testi uygulama koşulu olarak basit rassal teknikle belirlenen 30 örneklem elemanı ve üzeri üzerinde uygulanması koşulu yerine amaçsal örnekleme tekniği ile belirlenmiş, “bağımsız örneklem t testi” uygulama için gerekli veri uygunluk koşullarını sağlayan 24 örneklem elemanı üzerinde gerçekleştirilmiştir. Çalışmada özel yetenekli öğrenciler arasından belirlenen bir öğrenci grubunun, cinsiyetlerine göre matematik kaygısı düzeylerini araştırmaktadır. Bu yönüyle, kamu yönetimi ve psikoloji alanlarının kesişim alanı olan davranışsal kamu yönetimi alanıyla bağlantılı görünmektedir. Çalışma sonunda özel yetenekli, mikro bir öğrenci grubunun cinsiyetlerine göre matematik dersine yönelik kaygı düzeyleri hakkında ön bilgi edinmek amaçlanmaktadır. Araştırma sorusu, Bilim ve sanat merkezlerinde öğrenim gören öğrencilerin matematiksel kaygı düzeyleri ile cinsiyetleri arasındaki ilişki Davranışsal kamu yönetimi çerçevesinde nasıl açıklanabilir? Çalışmada Bağcılar BİLSEM tarafından 01.09.2022- 22.06.2023 tarihleri arasında yürütülen “Matematiğin Yaşamımızdaki İzlerini Sorguluyoruz” projesi kapsamında, Matematiksel kaygı ölçeği kullanılarak, Bağcılar BİLSEM öğrencilerinin cinsiyetlerine göre matematiksel kaygı düzeyleri araştırılmıştır. Yöntemsel olarak, tarama araştırması yapılmıştır. 20-26 Şubat 2023 tarihleri arasında Bağcılar Bilim ve Sanat Merkezi tarafından belirlenen kriterlere göre örneklem seçimi yapılmıştır. 1 Dr. Öğr. Üyesi., Dilek DEDE, İstanbul Üniversitesi, dilekdede@istanbul.edu.tr 2 Okul Müdürü, Dinçer DEDE, Bağcılar Bilim ve Sanat Merkezi, Milli Eğitim Bakanlığı, dincerdede@meb.gov.tr 142 Örneklem seçimi yapılırken amaçsal örnekleme yöntemi ve gönüllülük esaslarına göre cevaplayıcı belirlene ölçütleri dikkate alınmıştır. 6. Sınıf öğrencileri arasından seçilen (n:24: 12 kadın; 12 erkek öğrenci) öğrencinin kaygı düzeylerini belirlemek için Erktin, et al.,(2006) “Matematik Kaygısı Ölçeği” uygulanmıştır. Söz konusu ölçek dört boyuttan oluşmaktadır: 1,“matematik kaygısının “sınav ve değerlendirilme korkusu”, 2.“matematik dersinden çekinme”, 3.“günlük hayatla matematik kullanımı” 4. “kendini matematik konusunda yeterli bulma”. Matematik kaygı ölçeği, 45 adet 5’li likert sorularından oluşmaktadır Çalışmada; “matematik dersinden çekinme”, ve “günlük hayatla matematik kullanımı” boyutlarına odaklanılmıştır. Bunun nedeni, söz konusu iki boyutun davranışsal kamu yönetimi merceği ile yorumlanabilecek şekilde “matematik dersinden çekinme” boyutunun öğrencinin dersle ilişkisi ve derse olan algısı hakkında bilgi vermesidir. “günlük yaşamda matematik kullanımı” boyutunun ise eğitim alanı dışında sosyal yaşantı içinde matematikle ilişkisi ve matematiğe dair algısı hakkında bilgi vermesidir. Elde edilen veriler IBM SPSS view: version 25 programında betimleyici istatistik ile analiz edilmiş, cinsiyet farklılıklarını belirlemek için bağımsız örneklem (t-testi) kullanılmıştır. Çalışmanın sınırlılıkları; tek bir BİLSEM üzerine yapılan, mikro bir grup üzerinde yürütülen kaygı düzeyi belirleme girişimi olmasıdır. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. İlk olarak alan-yazında yer alan davranışsal kamu yönetimi üzerine yapılan çalışmalara yer verilmiştir. İkinci bölümde Erktin et al., (2006) çalışmasında yer alan “Matematik Kaygı Ölçeği” kapsamında cinsiyetlerine göre Bağcılar BİLSEM’de öğrenim gören öğrencilerin cinsiyetlerine göre kaygı düzeyleri belirlenmiştir. Çalışma sonunda özel yetenekli, mikro bir öğrenci grubunun cinsiyetlerine göre matematik dersine yönelik kaygı düzeylerinin “matematik dersinden çekinme”, ve “günlük hayatla matematik kullanımı” boyutları açısından anlamlı bir fark olduğu tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: davranışsal kamu yönetimi, mikro düzey analiz, cinsiyet, matematiksel kaygı ölçeği, özel yetenekli öğrenciler. 143 The Relationship Between the Level of Mathematical Anxiety and Gender among Students from the Centers for Science and Art within the Behavioral Public Administration Lens Dilek Dede1 Dinçer Dede2 Abstract Behavioral public administration is a discipline that aims to investigate individual attitudes and behaviors at a micro-level by utilizing psychological methods and integrating public administration and psychology. This field has its roots in classical texts in public administration and has now emerged as a relatively new and speedly developing area of study. The Science and Arts Centers (BILSEM) are educational institutions in Turkiye that come under the supervision of the Ministry of National Education (MEB). These centers provide specialized training to students with unique skills in addition to the regular curriculum. They employ certain methods to provide a tailored and effective learning experience for students. Based on academic research, there seems to be a dearth of scholarly investigations on BILSEMs. In the present study, conducting research assumes paramount importance as it facilitates an examination of two novel study subjects while integrating them into an empirical framework. Additionally, rather than employing independent sample t-test on a sample size of 30 or more chosen through a simple random technique, the study utilized the independent sample t-test on a purposive sample of 24 participants who satisfied particular data compatibility prerequisites. The primary objective of this research is to manifest preliminary insights into the mathematical anxiety levels experienced by a select group of talented and gifted students in Bağcılar BİLSEM, with a focus on gender-based differences. The research question is as follows: To what extent can we explain the correlation between the levels of mathematical anxiety and gender of students enrolled in science and art centers within the behavioral public administration lens? Bağcılar BİLSEM conducted "We are Inquiring the Traces of Mathematics in Our Lives" between September 1, 2022, and June 22, 2023, the current study being a part of this project. The study aimed to investigate the levels of mathematical anxiety experienced by students regarding to their gender by employing Mathematical Anxiety Scale. Bağcılar BİLSEM conducted the survey research from February 20th to 26th, 2023, to determine the level of mathematical anxiety in 6th-grade students. A purposive sample selection was used, consisting of 12 females and 12 males, with the criteria for selection 1 Assist. Prof. Dr., Dilek DEDE, İstanbul University, dilekdede@istanbul.edu.tr 2 Principal of Center for Science and Art, Dinçer DEDE, Bağcılar Science and Art Center, National Educational Ministry, dincerdede@meb.gov.tr 144 determined by leader teachers and researchers. All participants voluntarily took part in the survey. To measure four dimensions of mathematical anxiety, including test and evaluation anxiety, apprehension of math lessons, the use of math in daily life, and lack of self-efficacy for matheöatics, the Scale of Mathematical Anxiety, developed by Erktin et al. (2006) was used. The questionnaire consisted of 45 questions and utilized a five-point Likert scale to measure levels of mathematical anxiety. The focus of study was on the apprehension of math lessons and the use of math in daily life. This is due to the fact that the analysis of these dimensions suggests valuable insights for using the lens of behavioral public administration. The collected data drew analysis using descriptive statistics in IBM SPSS version 25, and independent sample t-test was conducted to identify correlation between the these two dimensions and any potential gender differences. This study includes a certain limitation by analyzing anxiety levels in a certain group. This study is organized into two sections. First, it comprises a literature review on behavioral public management. Second, it determines anxiety levels among Bağcılar BİLSEM students based on gender. To accomplish this, the "Mathematics Anxiety Scale" from Erktin et al. (2006) is utilized. The findings of this study indicate that gender plays a significant role in the anxiety levels experienced by gifted students with regard to their “using mathematics in daily life” dimension. However, apprehension of math lessons dimension does not suggest any significant finding. Keywords: behavioral public administration. micro-level analysis, gender, mathematical anxiety scale, talented and gifted students 145 BİRİNCİ GÜN: ÜÇÜNCÜ OTURUM 26.10.2023 16:15-17:45 Eymir Salonu Yönetime Katılma Oturum Başkanı: Hacer Tuğba Eroğlu Kamu Yönetiminde Yönetişim ve Uygulama Örnekleri Examples Of Governance and Practice In Public Administration Minure Sude Köse Hayata Geçirilemeyen Bir Hayal Eskimeyen Bir Kavram Olarak “Katılma” "Participation" As A Never Aging Concept, A Dream That Cannot Be Realized Zübeyde Erdoğan Çelikkın Kamu Yönetiminde Demokratik Bir Yapı ve İşleyişin Olanak ve Sınırları Democratic Structure In Public Administration And Functioning Possibilities And Limits Fehmi Başusta Kent Yönetimine Katılımda Alternatif Yollar: Gültepe Deneyimine İlişkin Gözlemler Alternative Ways to Participate in City Administration: Observations on the Gültepe Experience Turgay Gülpınar Deniz Yönetişimi ve Türk Kamu Yönetimindeki Yeri Marine Governance in Turkish Public Administration Aygün Karlı 146 Kamu Yönetiminde Yönetişim ve Uygulama Örnekleri* Minure Sude Köse1 Özet Yönetişim kavramı 20. yüzyılın sonlarına doğru iktidarın yeniden şekillendirilmesi amacıyla ortaya çıkmıştır. İlk defa Dünya Bankası tarafından kullanılan yönetişim (governance) kavramı “yönetim” veya “yönetmek” kavramından türetilmiştir. Yönetişim, tek karar alma merci olan devlet tekelinin yanına özel sektör ve sivil toplumun da katıldığı yeni bir yönetim tarzını ifade etmektedir. Katılımcı bir yönetim tarzını benimseyen yönetişim, zamanla hegomonyal bir hale gelmiş ve yeni reformlara öncülük etmiştir. Yönetişim kavramı, “yönetim” kavramının alternatifi olarak kullanılması ile hızla gelişmiştir. Diğer taraftan uluslararası örgütlerin kavramı birçok açıdan kullanması, devletlerin kavram ile bütünleşmesini sağlamıştır. Akademik yazında öngörülemeyecek kadar anabilim dalı ile bütünleşmesi, çeşitli yönetişim türlerini ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda bakıldığında yönetişim kavramının bilimsel düzeyi birkaç açıdan analiz edilebilir. Bu çalışmada ise yönetişim kavramının özellikle kamu yönetimi alanında hangi boyutlarıyla ele alındığı, yerel ve bölgesel açıdan yönetişim incelemeleri ve kuramsal açıdan ele alınışı ile ortaya konacaktır. Çalışmanın amacı, yönetişim ekseninde yerel ve merkezi yönetimlerin uygulama alanı bulduğu yerlerin tespitinin sağlanmasıdır. Çalışmanın amacına uygun olarak konu ile ilgili kaynaklar incelenmiş ve tematik analiz kullanılarak değerlendirmeye gidilmiştir. 1970’li yıllardan itibaren üzerinde en fazla durulan konular, verimlilik, etkinlik ve etkililik ilkelerinden oluşmaktadır. Bu ilkeler kamu yönetimine bakıldığında birbirini tamamlar niteliktedir. Geleneksel Kamu Yönetiminin, Yeni Kamu İşletmeciliğine evrilmesiyle beraber yönetimin hem verimli hem de yaptığı işler bakımından etkili olması beklenmiştir. Böylelikle yeni dönemde uygulanan eylem ve alınan kararları sorumlu hale getirecek bir mekanizmaya ihtiyaç duyulmuştur. Gelişen yönetim anlayışında, temsili demokrasinin katılımcı ruhu yeterliliğini kaybetmiş ve denetim mekanizmalarını güçlendirecek yeni bir yönetim anlayışını beraberinde getirmiştir. Devlet ve toplum ilişkilerinde karşılıklı etkileşime dayanan yeni yönetim anlayışı, katılımcı demokrasiye gerçek bir boyut kazandırmıştır. Yönetişim, özel sektör ve sivil toplumu da aktör olarak içine alan kompleks bir sistem kurmuştur. Burada merkezi yönetim ve yerel yönetimlerin yanı sıra kâr amacı gütmeyen kuruluşlarında varlığı politika uygulamada saydam olunmasını sağlamıştır. Hiyerarşik yapının yanı sıra iktidar dışı birimlerin de yönetimde söz sahibi olması heterarşik yapının oluşumuna katkı sağlamıştır. Çok aktörlü yeni sistem özellikle gelişmekte olan ülkelerin reform stratejisine dönüşmüştür. Yani yönetişim, Yeni Kamu İşletmeciliğinin, eksik yanlarını * Bu çalışmada Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Anabilim Dalında işlenmekte olan Kamu Yönetiminde Çağdaş Yaklaşımlar dersinin çalışmasından yararlanılmıştır. 1 Minure Sude Köse, Bülent Ecevit Üniversitesi, mnrsdks67@gmail.com 147 telafi etmek ve gelişmekte olan ülkelere göre yönetimin yeniden şekillenmesini sağlamak amacına öncülük etmiştir. 1992 yılında Rio de Janeiro’da yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı, Gündem 21 Projesi, “yönetişim” kavramının genelden çok yerele indirgenmesini sağlamıştır. Sürdürülebilir Kalkınma hedefini ortaya koyan proje de “küresel ortaklık ve iş birliği” ibaresine yer verilerek yönetime çok aktörlü bir şekilde katılınması istenmiştir. Çünkü siyasal ya da yönetsel katılım ile gerçekleştirilen çalışmaların daha etkin ve verimli sonuçlar doğuracağı düşünülmektedir. Ülkemize bakıldığında özellikle stratejik planların ve performans programlarının hazırlanmasında katılımcı anlayışla kamu politikası oluşturulması, yönetişim ilkesinin gerekliliklerinin yerine getirildiğinin kanıtıdır. Yönetişim kavramı devletin rolünün ve etkinliğinin değiştiği bir yapıyı da bize sunmaktadır. Yeni kamu yönetimi incelendiğinde, yönetişim modeli ile oluşturulan politikaların piyasacı devlet anlayışı ile şekillendiği görülmektedir. Ortaklık kavramının hayat bulduğu yönetişim modelinde, politika yapıcılar hesap verebilir durumdadır. Bu çalışmada öncelikle yönetişim kavramının kuramsal çerçevesi üzerinde durulacak ardından Türkiye’de uygulama alanı bulduğu yerler hakkında bilgi verilecektir. Çalışmanın sonunda, yönetişim modeli ile gerçekleştirilen kamu politikalarının fikir birliğine dayalı olması sebebiyle önemi ortaya konulacaktır. Anahtar Kelimeler: kamu yönetimi, neoliberalizm, heterarşik yapı, sivil toplum, piyasacı devlet Examples Of Governance and Practice In Public Administration 148 Minure Sude Köse1 Abstract The concept of governance emerged towards the end of the 20th century with the aim of reshaping power. The concept of governance, first used by the World Bank, is derived from the concept of "governance" or "managing." Governance refers to a new style of governance in which the private sector and civil society participate alongside the state monopoly, which is the only decision-making authority. Adopting a participatory management style, governance has become hegemonic over time and has led to new reforms. The concept of governance has developed rapidly with the use of the concept of "management" as an alternative. On the other hand, the use of the concept by international organizations in many ways has enabled states to integrate with the concept. Its unpredictable integration with the department in the academic literature has given rise to various types of governance. In this context, the scientific level of the concept of governance can be analyzed from several angles. In this study, the dimensions of the concept of governance, especially in the field of public administration, will be tried to be revealed by examining governance from a local and regional perspective and to dealing with it from a theoretical point of view. The aim of the study is to determine the places where local and central governments find application areas in the axis of governance. In accordance with the purpose of the study, the relevant sources were examined and evaluated using thematic analysis. Since the 1970s, the most emphasized issues consist of the principles of efficiency, effectiveness and effectiveness. These principles complement each other when we look at public administration. With the evolution of the Traditional Public Administration into the New Public Administration, it was expected that the management would be both efficient and effective in terms of the work it does. Thus, there was a need for a mechanism to make the actions and decisions taken in the new period responsible. In the developing management approach, the participatory spirit of representative democracy has lost its sufficiency and a new administration that will strengthen the control mechanisms understanding. The new management approach, which is based on mutual interaction in state and society relations, has given a real dimension to participatory democracy. Governance has established a complex system that includes the private sector and civil society as actors. Here, the presence of central and local governments, as well as non-profit organizations, has ensured transparency in policy implementation. In addition to the hierarchical structure, the fact that non-ruling units also have a say in the management has contributed to the formation of the heterarchical structure. The new multi-actor system haturned into a reform strategy especially in developing countries. In other words, governance has taken the lead in compensating for the shortcomings of the New Public Enterprise and enabling the reshaping of governance according to developing countries. 1 Minure Sude Köse, Bülent Ecevit University, mnrsdks67@gmail.com 149 The Agenda 21 Project of the United Nations Conference on Environment and Development, held in Rio de Janeiro in 1992, brought the concept of "governance" from the general to the local. In the project that reveals the Sustainable Development Goal, the phrase "global partnership and cooperation" was included and it was requested to participate in the management in a multi-actor manner. Because it is thought that the studies carried out with political or administrative participation will produce more effective and efficient results. When we look at our country, especially in the preparation of strategic plans and performance programs, the creation of public policy with a participatory approach is proof that the requirements of the governance principle are fulfilled. The concept of governance also presents us with a structure in which the role and effectiveness of the state changes. When the new public administration is examined, it is seen that the policies created with the governance model are shaped by the marketoriented state understanding. In the governance model where the concept of partnership comes to life, policymakers are accountable. In this study, first of all, the theoretical framework of the concept of governance will be emphasized and then information will be given about the places where it finds applicationin Turkey. At the end of the study, the importance of public policies realized with the governance model will be revealed because they are consensus-based. public administration, neoliberalism, heteroarchical structure, civil society, marketoriented state. Keywords: 150 Hayata Geçirilemeyen Bir Hayal Eskimeyen Bir Kavram Olarak “Katılma” Zübeyde Erdoğan Çelikkın1 Özet Refah devleti döneminde “yönetime katılma” önemli bir tartışma konusuydu ve işçilerin işyeri yönetimine katılması bazı uygulamalarla hayata geçirilmişti. Hatta Kurthan Fişek “katılmalı yönetim” uygulamasını “bilimsel yönetim” ve “insan ilişkileri” kuramlarından sonra geliştirilen üçüncü bir kuram, “yeni yönetsel mehdi” olarak tanımlamaktaydı. Tartışma ekseni ise “yabancılaşma”nın önlenmesi veya “verimlilik” kaygısıydı. Kapitalist üretimde meta ilişkisinin başat hale gelmesiyle insanın kendi faaliyeti ve emeğinin de nesnel ve kendisinden bağımsız, kendine yabancı bir özerklik haline gelmesi önemli bir sorunsaldı. İşte bu nedenle kimi düşünürler “yönetime katılma” uygulamalarını demokratik bir hak ve “yabancılaşma”ya çözüm olarak önermekteydi. Aynı cepheden bakan başka düşünürlere göre yönetime katılma “kapitalizmin incir yaprağı” olabilirdi; yönetime katılma uygulamaları çalışanların bağımsızlığını ortadan kaldıran süreçlerdi; çatışmacı süreçlerle elde edilemeyen hakların yönetime katılma ile elde edilmesi mümkün değildi ve mülkiyetin yarattığı hiyerarşinin “katılma” yöntemi ile ortadan kalkması ancak bir hayal olabilirdi. Yönetime katılma uygulamalarına “verimlilik” cephesinden bakanların bir kısmı “çalışanların işini benimsemesi” sonucunda verimliliğin yükseleceği ve sürekli hale geleceği düşüncesiyle taraftardı. Verimlilik cephesinden bakarak yönetime katılma uygulamalarına karşı olanlar ise bu uygulamaların “mülkiyet hakkını sınırladığı” ve “karar almanın bilgi ve deneyim gerektirdiği” ve işçilerin bundan yoksun olduğu savlarını öne sürmekteydi. Yirminci yüzyıl sonlarına dek tartışmalar bu çerçevede yürütülmekteyken neoliberal/postmodern dönemde “katılma” konusu yeniden gündeme geldi. Postmodern/neoliberal yaklaşımın kamu yönetimindeki uzantıları olan “yeni kamu işletmeciliği” ve “söylem kuramları” da “sivil toplum örgütleri” aracılığıyla katılma tartışmalarını öne çıkarmaktadır. Söylem kuramlarına göre uygulamada daha çok karşılığı olan yeni kamu işletmeciliği “yönetişim” çerçevesinde “katılma”yı savunmaktadır. Böylece, kapitalizmin “artı değere ekonomik yollarla el koymasına” dayanan ekonomi/siyaset ayrışması, yerini yeniden ekonomi/siyaset birliğine bırakmakta ve piyasa aktörleri bağımsız idari otoriteler aracılığıyla devlet erkini kullanmaya ortak edilmektedir. Postmodern yaklaşımdan esinlenen söylem kuramları “sivil toplum örgütleri”ni ve bu örgütler aracılığıyla katılma uygulamalarını öne çıkarmaktadır. Sivil toplum örgütlerinin sınırı ise belirsizdir. Bu bağlamda, sivil toplum örgütleri ile refah devleti döneminin demokratik kitle örgütleri arasındaki farkın kritik olduğu düşünülmektedir. Kritik olan bir başka husus sosyalist sistemin çöküşü ve kapitalizmin alternatifinin halihazırda tasfiye edilmiş olmasıdır. Diğer taraftan, önceki tartışmalardan farklı olarak, bu yeni kuramlarda “katılma” bir amaca ulaşmanın aracı olarak değil, başlı başına bir amaç ve değer olarak öne sürülmektedir. Yeni dönemde dikkati çeken bir başka husus “yönetime katılma” ifadesi yerini “katılma” sözcüğüne bırakmış ve “katılma” kavramının da sınırları/hedefi 1 Dr., Zübeyde Erdoğan Çelikkın, z.celikkin@gmail.com 151 belirsiz hale gelmiştir. “Yönetime katılma” tartışmalarında katılmanın konusu üretim ilişkileri çerçevesinde işçi sınıfının üretim sürecinde söz sahibi olup olmamasıydı ve öznesi işçi sınıfıydı; günümüzün “katılma” tartışmalarında katılmanın öznesi “sınıf” olmaktan çok “tüketici”, “aktivist”, “vakıf/dernek”, “şirket” olabilmekte ve en genel anlamda “paydaş” olarak tanımlanmaktadır. Çalışma, bu iki farklı zamanın ruhunu ve kaynaklarını sonuçlarıyla ortaya koymayı amaçlamaktadır. Anahtar kelimeler: yönetime katılma, refah devleti, neoliberalizm, postmodernizm, yönetişim. 152 "Participation" As A Never Aging Concept, A Dream That Cannot Be Realized Zübeyde Erdoğan Çelikkın1 Abstract In the welfare state period, “participating in management” was an important topic of discussion and the participation of workers in workplace management was implemented trough some practices. Even Kurthan Fişek defined the practice of “participatory management” as the “new administrative Mahdi”, a third theory developed after the theories of “scientific management” and “human relations”. The axis of discussion was the prevention of “alienation” or the concern of “efficiency”. It was an important problem that as the contractual relations became dominant in capitalist production, one’s own activity and labor became an objective, independent, alien autonomy. For this reason, some thinkers suggested the practices of “participation in the administration” as a democratic right and a solution to “alienation”. According to other thinkers on the same side, participation in government could be the “fig leaf of capitalism”, practices of participation in management were processes that undermined employee independence; the rights that could not be gained via struggle could not be gained by participating in management, and the disappearance of the hierarchy created by property through the “participation” method could only be a dream. Some of those who viewed the practices of participation in management from the “productivity” side were in favor of the idea that productivity would increase and become permanent as a result of “employees owning their jobs”. On the other hand, those who were against the practices of participation in management from the efficiency point of view argued that these practices “limited the right to property” and “decision-making requires knowledge and experience” and that workers lacked it. While discussions were carried out within this framework until the end of the twentieth century, the issue of “participation” came to the fore again in the neoliberal/postmodern era. “New public management” and “discourse theories” which are the extensions of the postmodern/neoliberal approach in public administration, also highlight the discussion of participation through “nongovernmental organizations”. According to discourse theories, the new public management, which has more equivalent in practice, advocates “participation” within the framework of “governance”. Thus, the economy politics split, which is based on capitalism’s “economic appropriation of surplus value”, is replaced by the economy politics union again, and market actors are parthered with the use of state power through independent administrative authorities. Discours theories inspired by the postmodern approach highlight “nongovernmental organizations” and the practices of participation through these organizations. The boundaries of non-governmental organizations, on the other hand, are uncertain. In this context, it is throught that the difference between non-governmental organizations and membership-driven/open and democratic organizations of the welfare state period is critical. Another critical point is the collapse of the socialist system and the fact that the alternative to capitalism has already been liquidated. On the other hand, unlike the previous discussions, 1 Dr., Zübeyde Erdoğan Çelikkın, z.celikkin@gmail.com 153 in these new theories, “participation” is put forward not as a means to reach a goal, but as an end and value in itself. Another point that draws attention in the new period is that the expression “participation in the management” has been replaced by the word “joining” and the boundaries/target of the concept of “joining” has become unclear. The subject of participation in “participation in management” discussions was whether the working class has a say in the production process within the framework of production relations and its subject was the working class; in today’s “joining” discussions, the subject of participation can be “consumer”, “activist”, “foundation/association, “company” rather than “class” and is defined as “stakeholder” in the most general sense. The study aims to reveal the spirit and sources of these two different times with its results. Keywords: participating in management, welfare state, neoliberalism, postmodernism, govarnance. 154 Kamu Yönetiminde Demokratik Bir Yapı ve İşleyişin Olanak ve Sınırları Fehmi Başusta1 Özet Günümüzde politikaların çoğunda demokratik yapı ve işleyişin önem kazandığını görmekteyiz. Uluslararası, ulusal ve yerel politikaların belirlenmesinde çeşitlilik ve çok seslilik önemli bir süreç izlenmektedir. Bu yüzden, yerel ve ulusal düzeyde demokratik araçların geliştirilmesi kamunun dikkat etmesi gereken bir konudur. Kamu yönetimi tarihsel süreçte toplumların değişim hızına paralel olarak ilerlemiştir. Üretim ve tüketim ilişkileri, kamu yönetiminin değişiminde temel etkenlerdir. Endüstri ilişkileri ve küreselleşme, kamu yönetiminin hem vatandaşların objektif ihtiyaçlarına hem de modern çağın etik ihtiyaçlarına yanıt vermek için çeşitlilik içeren bir yaklaşım benimsemesine yol açmıştır. Bilimsel, teknolojik, sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarda hızlı bir değişim yaşanmaktadır ve bu değişim yeni yönetimsel eğilimleri getirmektedir. Temelde, politikaların belirlenmesi, uygulanması ve denetlenmesinde vatandaşların ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağını belirleyen eğilimlerdir. Kamu politikaları, bireysel, ekonomik ve sosyal yaşamı derinden etkilemektedir. Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve kamusal sistem gibi çağın temel ihtiyaçları, toplumun tamamı için kabul edilebilir bir yönetim modelini belirlemektedir. Çok çeşitlilik ve çok seçenekli beklentiler, güçlü ve kapsayıcı medya yapısı, katılım, şeffaflık, hesap verebilirlik ve denetlenebilirlik gibi çağın temel ihtiyaçları, ancak yeni bir demokrasi anlayışıyla kamunun demokratikleşmesiyle mümkün olabilir. Kamu yönetiminde demokratik bir yapı ve işleyiş, birden fazla modül ve etkenin sürdürülebilir bir etkileşim içinde olmasıyla mümkün olabilir. Bu yazıda, kamu yönetiminde demokratik bir yapı oluşturulmasında etkili olduğunu düşündüğüm bazı modülleri paylaşmayı planlamaktayım. Çünkü demokratikleşme, birden fazla etkenin bir arada bulunduğu bir olgudur. Bu nedenle, kamu yönetiminin tarihsel geçmişini kısaca gözden geçirmenin faydalı olacağını düşünüyorum. Anahtar Kelimeler: demokratik yapı, katılım, sürdürülebilirlik, şeffaflık. 1 Yüksek Lisans Öğrencisi, Fehmi Başusta, İstanbul Üniversitesi, Maltepe Belediyesi, fehmibasusta@gmail.com 155 Democratic Structure in Public Administration and Functioning Possibilities and Limits Fehmi Başusta1 Abstract Today, we see that democratic structure and functioning have gained importance in most public policies. Diversity and polyphony are an important process in determining international, national and local policies. For this reason, public administration needs to pay attention to contribute to and develop democratic tools at local, national and international levels. Production and consumption relations force public administrations to change. Industrial relations and globalization have been the fundamental elements in the change of public administration. On the other hand, it has led to the adoption of an approach that facilitates access to diversity in order to respond to the diversifying needs of citizens and the communication and relations of the modern age. In addition, the change in production and consumption relations directs public administrations to seek new understandings. Public policies affect the entire society both qualitatively and quantitatively and direct the society and the individual to change along with their economic and social life. The change occurring in scientific, technological, social, political and economic fields offers new managerial tendencies. These managerial changes are trends that reveal how to meet the requirements in determining budget policies, auditing and performance. It is now a necessity to determine the basic needs of the time, such as democracy, the rule of law, equality, sustainable policies, a public system that can respond to needs, and a management model that is acceptable for the whole society. The basic needs of the time, such as multi-choice expectations, strong media structure, democratic values and inclusiveness, can only be met with a new understanding of democracy and the democratization of the public. In this article, I plan to share some modules of which I believe are effective in creating a democratic structure in public administration. I discuss the effects of participation, the rule of law, the effects of laws, codes and international instruments, the power of democratic values, inclusiveness and sustainable public policies on democratic public administration, and emphasize the role of institutionalization of democracy. Because democratization is a phenomenon in which more than one factor coexists. Keywords: democratic structure, participation, sustainability, transparency, inclusiveness. 1 Master Student, Fehmi Başusta, İstanbul University, Maltepe Municipality, fehmibasusta@gmail.com 156 Kent Yönetimine Katılımda Alternatif Yollar: Gültepe Deneyimine İlişkin Gözlemler Turgay Gülpınar 1 Özet Bir iskân mekânı olarak gecekondunun ayırt edici özelliği, başkasının toprağında izinsiz bir şekilde inşa edilmiş olmasının ötesinde, alışılmış kent dokusunun donmuş yapısının aksine sonu gelmeyen bir sürecin içinde olup sürekli gelişmesi ve değişmesidir. Özellikle köyden kente yeni gelmiş olanlar yardımlaşarak, komün hayatına benzer bir dayanışma ağıyla gecekondularını inşa etmişlerdir. Dolayısıyla gecekondu, kendi ortak hayatını yaratabilen bir yerleşim yeri olarak, alternatif bir yönetim ilkesi olan özerkliğin hayata geçirilme zeminin sahibi durumundadır. Hayatın kolektif inşası, kendi sorunlarını kendisi çözme ve suya vb. temel ihtiyaçlara ulaşmak için gecekondu sakinleri kendi aralarında konuşmak, görüşmek, ortak plan yapmak ve karar almak durumundadırlar. Bu bakımdan kente yeni katılanlar; bireysel ve ortak yaşam alanlarını yaratmak için çaba harcamak, hareket etmek, politik talepler ortaya koymak zorundadırlar. Bu eğilim giderek bir beceriye dönüşmüştür: Yerel özerklik. Yerel topluluk, yerel ihtiyaçlarını gidermek için çaba sarf ettikçe inisiyatif üretmek durumunda kalmış, yani politika yapmaya başlamıştır. Gecekondu sakinleri kente yerleşmelerine rağmen uzun bir süre kente ilişkin hizmetleri alamamış, kent hayatının kurumlarından dışlanmışlardır. Barınma ihtiyacını diğer kentlilerden farklı olarak sosyal ilişkileriyle, bir bakıma kendi başlarına giderirken, kent hayatına kendilerine özgü ağlarla dahil olmuşlardır: Çevre belediyeleri ve sosyalist dernekler. Bu örgütler, gecekondu sakini için kenti öğrenmek adına yeni iletişim kanalları ve yardımlaşma ağları oluşmasına imkân vermiştir. Ek olarak sosyalist gruplar kentin diğer kesimleriyle olan ilişkileri sınırlı olan ve kent yaşamının tiyatro gibi kültürel kurumlarının pek çoğuyla teması bulunmayan gecekonduyu, kentin sosyal ve kültürel yaşamından haberdar etmiş, kentin imkânlarından yararlanmasını sağlamıştır. Gecekondulardan oluşan bir yerleşim olan Gültepe de 1950’lerle İzmir kent merkezinin çeperinde ve kentin sanayi tesislerinin yakınında oluşan bir gecekondu yerleşimi olarak kurulmuş olmasına rağmen zamanla dönüşüm yaşamış, önce bir köy sonrasında da belediye olarak örgütlenerek İzmir kenti açısından önemli bir yerleşim haline gelmiştir. Gültepe 1960’lardaki TİP destekli bağımsız belediye yönetiminin ardından 1973-1980 arasında toplumcu belediyecilik anlayışının önde gelen uygulama alanlarından biri olmuştur. Bununla beraber çalışmada, Gültepe deneyiminin diğer toplumcu belediyelerden ayrıldığı iddia edilecektir. Çalışmada bu ayırt edici boyut, Gültepe’de belediyenin diğer toplumcu belediye deneyimlerinden çok daha belirgin şekilde yerel 1 Öğr. Gör. Dr., Turgay Gülpınar, Dokuz Eylül Üniversitesi İzmir Meslek Yüksekokulu, turgay.gulpinar@deu.edu.tr 157 sosyalist dernekler ve yerel topluluklarla, yerel yönetim konusunda iş birliğine gittiği ve bu yolla katılımcılığa imkân sağlamış olduğu iddiası temelinde tartışılacaktır. Bu çalışma, 1950 sonrasının gecekondu yerleşimlerinin zeminini hazırladığı, katılımcılıkla şekillenmiş alternatif yönetim deneyimlerinden biri olan Gültepe deneyimini yeniden gündeme taşımayı amaçlamaktadır. Çalışma, Türkiye’nin yakın tarihinden önemli ve yeterince tartışılmamış bir yerel yönetim deneyimini ele alması bakımından önem taşımaktadır. Çalışmada nitel araştırma desenlerinden bir olan vaka analizi yöntemi izlenecektir. Vakanın detaylı bir biçimde ele alınabilmesi için yerel basın arşivinin yanı sıra, resmî belgelerden ve belediyeye ilişkin dokümanlardan yararlanılacaktır. Anahtar Kelimeler: Gültepe Belediyesi, toplumcu belediyecilik, gecekondu, dayanışma, özerklik. 158 Alternative Ways to Participate in City Administration: Observations on the Gültepe Experience Turgay Gülpınar 1 Abstract The distinctive feature of a slum as a place to live is that, in addition to being built without permission on someone else's land, it is in an endless process, constantly evolving and changing, unlike the frozen structure of the usual urban fabric. Especially those who have just come to the city from the village have helped each other and built their slums with a network of solidarity similar to communal life. Therefore, the slum, as a settlement that can create its own common life, has the basis to realise autonomy, which is an alternative management principle. In order to build a common life, solve their own problems and get water, slum dwellers need to talk to each other, meet, plan together and make decisions. In this respect, the newcomers to the city have to make efforts, act and make political demands in order to create individual and common living spaces. This tendency has gradually become an ability: Local autonomy. As the local community made efforts to meet their local needs, they had to take the initiative, i.e. they started to make policies. Although slum dwellers settled in the city, for a long time they could not benefit from city services and were excluded from the institutions of urban life. While they met their housing needs through their social relations, in a sense on their own, unlike other urban dwellers, they were involved in urban life through their own networks: Ecological communities and socialist associations. These organisations enabled the creation of new channels of communication and cooperation networks for slum dwellers to learn about the city. In addition, the socialist groups informed the slums, whose relations with other parts of the city were limited and who had no contact with many of the cultural institutions of urban life, such as the theatre, about the social and cultural life of the city and enabled them to benefit from the city's opportunities. This study aims to put the Gültepe experience, one of the participatory alternative governance experiences that laid the groundwork for the squatter settlements of the post1950s, back on the agenda. The study is important because it deals with an important and under-discussed experience of local governance in recent Turkish history. The case analysis method, one of the qualitative research designs, is used in the study. Official and municipal documents as well as the local press archive will be used to discuss the case in detail. Although Gültepe, a slum settlement, was founded in the 1950s as a slum settlement on the periphery of Izmir city centre and close to the city's industrial facilities, it has transformed over time to become an important settlement of Izmir city by organising itself first as a village and then as a municipality. After the independent municipal 1 Lecturer. Dr., Turgay Gülpınar, Dokuz Eylul University Izmir Vocational School, turgay.gulpinar@deu.edu.tr 159 administration supported by TİP in the 1960s, Gültepe became one of the leading areas of socialist municipalism between 1973 and 1980. However, the study will argue that the Gültepe experience is different from other socialist municipalities. This distinctive dimension will be discussed in the study on the basis of the claim that the municipality in Gültepe cooperates with local socialist associations and local communities in local government much more clearly than other socialist municipal experiences, thus enabling participation. Keywords: Gültepe Municipality, municipal socialism, slum, solidarity, autonomy. 160 Deniz Yönetişimi ve Türk Kamu Yönetimindeki Yeri Aygün Karlı1 Özet Deniz yönetişimi (marine governance), geçtiğimiz on yılda tüm dünyada önemli bir kavram haline gelmiştir. Denizel çevreyi içerisinde barındıran birimlerde tek bir otoritenin bulunmayışı ve kamu politikaları ölçeğinde karar alma süreçlerinin karmaşıklığı ilgili kavramın gelişimine etki etmiştir. Denizel çevreye ilişkin çevre sorunları ve denizin kullanımına ilişkin çıkar çatışmaları denizel birimlere ilişkin yönetimi de karmaşıklaştırmakta ve karasal birimlerin yönetiminden ayırmaktadır. Özellikle gemicilik, kıyı turizmi, balıkçılık, su ürünleri yetiştiriciliği vb. birçok çatışmalı alanı içerisinde barındıran denizel çevrenin yönetişimine ilişkin yasal çerçeve, dünyada ve Türkiye’de Denize kıyısı olan ülkelerin, denizlerini yönetebilmek açısından karar alma ve ilgili kararları uygulama süreçlerinde kamu yönetiminin, özel sektörün, sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin, düşünce kuruluşlarının ve vatandaşların aktif katılımının hedeflendiği bu kavramın Türk kamu yönetimindeki yeri ise çalışmanın ana konusunu oluşturmaktadır. Çalışmada, bu anlamda, deniz yönetişimi kavramını teorik bir zeminde inceleyecek ve bu kavrama ait göstergeleri ortaya koyarak Türk kamu yönetiminde deniz yönetişiminin yasal anlamda hangi açılardan kendisine yer bulabilme imkanının olacağını araştırılacaktır. Söz konusu göstergeler bağlamında düşünüldüğünde sürdürülebilir mavi ekonomi ve iklim değişikliği kavramlarının bu Türkiye’deki mevzuatı ne denli etkilediği ve deniz yönetişimini ne denli mümkün kıldığı da çalışmanın bir diğer araştırma nesnesini oluşturmaktadır. Türkiye’deki bakanlıkların ve bakanlıkların ilgili birimlerinin görev alanlarının deniz yönetişimi kavramı çerçevesinde incelenmesi, ilgili bakanlıkların görev alanlarının kesiştiği ve ayrıştığı yönlerin belirlenmesi ve görev paylaşımları ile hiçbir kamu kurum ve kuruluşunun görev alanına girmeyen konuların belirlenmesi denizlerin yönetimi açısından bütüncül bir değerlendirmeyi sağlayacaktır. Türkiye’deki mevzuat açısından cumhurbaşkanlığı kararnameleri incelenerek deniz yönetişimi hususundaki var olan süreçler ve yöntemler ortaya konarak ilgili konu çerçevesinde ortaya çıkmış olması muhtemel sorunlara dair çözüm önerileri geliştirilmeye çalışılacaktır. Çalışma, Türkiye’de deniz yönetişimi konusunda herhangi bir çalışma olmayışı açısından ve kavramın Türkiye açısından henüz herhangi bir değerlendirmeye konu olmaması bağlamında değerlidir. Kamu politikası yapımı ve uygulanması dikkate alındığında deniz yönetişimi kavramının ulusal literatürde yer almıyor oluşu denizlere ilişkin politika oluşturma, karar alma ve uygulama süreçlerindeki belirsizliği de beraberinde getirmektedir ve bu anlamda çalışma önem kazanmaktadır. Ayrıca Türkiye’de denizlerin yönetimi ve bu anlamda deniz ekosisteminin korunması ile iklim değişikliği ile mücadele bağlamında deniz yönetişimi bazlı bir çözüm yöntemi geliştirebilmek adına ilgili kavramın Türkiye’deki yasal boyut açısından incelenmesi bir hayli önem taşımaktadır. Çalışmanın ilgili sınırlılıklar çerçevesinde 1 Arş. Gör., Aygün Karlı, Atılım Üniversitesi, aygun.karli@atilim.edu.tr 161 incelenmesiyle birlikte küresel açıdan önemli bir kavram halini alan deniz yönetişimi kavramı ulusal literatüre kazandırılacak ve Türkiye’deki sorunlar ve fırsatlar değerlendirilerek denizel çevre ve iklim değişikliği açısından çözüm önerileri sunulacaktır. Çalışmanın araştırma yöntemini nitel araştırma yöntemi oluşturmaktadır. Bu doğrultuda çalışmada nitel araştırma yöntemi çerçevesinde; ikincil kaynaklar ve belge analizi araştırma tekniklerini kullanılacaktır. Çalışmada, sonuç itibariyle, deniz yönetişimi kavramı çerçevesinde ilgili kavramın Türkiye’deki yasal süreçler çerçevesindeki analizi yapılacak ve kavramın göstergeleri çerçevesinde Türkiye’deki durum açısından bir inceleme gerçekleştirilecektir. Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerin öncülüğünde ortaya konan mavi ekonomi ve sürdürülebilir mavi ekonomi kavramlarının odağında yer alan deniz yönetişimi kavramının Türkiye’deki izlerinin araştırılması denizel çevrenin korunması ve iklim değişikliğiyle mücadele açısından da incelenecektir. Bu bağlamda doğaya uyum hususunun önemi değerlendirildiğinde deniz yönetişimi kavramının ulusal literatüre Türkiye’deki yasal süreçler çerçevesinde dahil edilmesi ve gelecekte önemli boyutlarıyla kullanımı çalışmanın sonucunda ulaşılmak istenen önemli hedeflerden birisidir. Anahtar Kelimeler: denizel çevre politikası, iklim değişikliği, iklim krizi, deniz yönetişimi, sürdürülebilir mavi ekonomi, sudaki yaşam, kamu politikası, çevre politikası, mavi ekonomi, mavi büyüme, deniz politikası. 162 Marine Governance in Turkish Public Administration Aygün Karlı 1 Abstract Marine governance has become an important concept all over the world in the past decade. The lack of a single authority in the units that contain the marine environment and the complexity of decision-making processes at the scale of public policies have affected the development of the related concept. Environmental problems related to the marine environment and conflicts of interest regarding the use of the sea also complicate the management of marine units and separate them from the management of terrestrial units. In particular, the legal framework regarding the governance of the marine environment, which includes many conflicting areas such as shipping, coastal tourism, fishing, aquaculture, etc. The place of this concept in Turkish public administration, which aims the active participation of non-governmental organizations, universities, think tanks and citizens, is the main subject of the study. In this sense, the study will examine the concept of marine governance on a theoretical basis and, by revealing the indicators of this concept, will investigate in which aspects marine governance can find its place in the Turkish public administration in the legal sense. Considering in the context of these indicators, how the concepts of sustainable blue economy and climate change affect the legislation in Turkey and how much marine governance is possible is another research object of the study. Examining the mandates of the ministries and the relevant units of the ministries in Turkey within the framework of the concept of marine governance, determining the areas where the duties of the relevant ministries intersect and diverge, and determining the tasks that are not within the scope of duty of any public institution and organization will provide a holistic assessment in terms of the management of the seas. In terms of legislation in Turkey, presidential decrees that constitute the subject of public policy will be examined, and the existing processes and methods on maritime governance will be revealed and solution proposals will be tried to be developed for possible problems that may have arisen within the framework of the relevant subject. The study is valuable in that there is no study on marine governance in Turkey and the concept is not yet the subject of any evaluation for Turkey. Considering the making and implementation of public policy, the fact that the concept of marine governance is not included in the national literature brings uncertainty in policy making, decision-making and implementation processes related to the seas, and in this sense, the study gains importance. In addition, it is especially important to examine the related concept in terms of legal dimension in Turkey in order to develop a solution method based on marine governance in the context of the management of the seas in Turkey and in this sense, the protection of the marine ecosystem and the fight against climate change. The concept of marine governance, which has become a globally important concept with the examination of the study within the framework of the relevant limitations, will be brought to the national literature and solutions will be presented in terms of the 1 Res. Assist., Aygün Karlı, Atılım University, aygun.karli@atilim.edu.tr 163 marine environment and climate change by evaluating the problems and opportunities in Turkey. The research method of the study is the qualitative research method. In this direction, within the framework of qualitative research method in the study; Secondary sources and document analysis research techniques will be used. In the study, as a result, within the framework of the concept of marine governance, the analysis of the related concept within the framework of legal processes in Turkey will be made and an examination will be carried out in terms of the situation in Turkey within the framework of the indicators of the concept. Investigation of the traces of the concept of marine governance in Turkey, which is at the center of the concepts of blue economy and sustainable blue economy put forward by the leadership of countries such as the European Union and the United States, will also be examined in terms of protecting the marine environment and combating climate change. In this context, when the importance of adaptation to nature is evaluated, the inclusion of the concept of marine governance in the national literature within the framework of legal processes in Turkey and its use in the future with important dimensions is one of the important goals to be achieved as a result of the study. Keywords: marine environmental policy, climate change, climate crisis, marine governance, sustainable blue economy, life below water, public policy, environmental policy, blue economy, blue growth, marine policy. 164 İKİNCİ GÜN: BİRİNCİ OTURUM 27.10.2023 9:30-10:45 Yalıncak Salonu Tarım Sektörünün Yönetimi Oturum Başkanı: Ahmet Mutlu Türkiye’de Tersine Göç Eğilimi ve Alternatif Yerleşim Politikaları Geliştirme Zorunluluğu Reverse Migration Trend in Turkey and the Necessity of Developing Alternative Settlement Policies Ahmet Mutlu, Berkay Yalçınkaya Kır ve Kent Bağlantısının Yeniden Sağlanması Monibostan Ekoloji Kampüsü Restoring the Link Between Rural and Urban: MoniBostan Ecological Campus Irmak Dalgıç Rusya-Ukrayna Savaşıyla Birlikte Tahıl Yönetiminde Yeni Düzen Tartışmaları New Order Discussions in Grain Administration Under the Conditions of the Russo-Ukrainian War Güler Ünlü Tarımın Metalaştırılmasında Devletin Rolü: Türkiye Tarımı The Role of the State in the Commodification of Agriculture: Turkish Agriculture Burhan Özalp Türkiye ile Sudan Arasında İkili Tarımsal İşbirliği ve Ortaklığına İlişkin Anlaşma’nın Politika Başarısı Kapsamında Değerlendirilmesi Evaluating the Bilateral Agricultural Cooperation and Partnership Agreement between Turkey and Sudan in the Framework of Policy Success Cuma Yıldırım 165 Türkiye’de Tersine Göç Eğilimi ve Alternatif Yerleşim Politikaları Geliştirme Zorunluluğu Ahmet Mutlu1 Berkay Yalçınkaya2 Özet Türkiye’de yerleşme politikalarının belirlenmesinde “göç” en önemli sebeplerden birisi olmuştur. Osmanlı’nın son dönemlerinde kaybedilen topraklardan gelen Müslüman ahalinin iskânı sorunu, Cumhuriyet döneminde mübadillerin gelişi ve 1950’lerden sonra kırdan kente göç süreçleri, kırsal ve kentsel yerleşim politikalarının biçimlenmesine esas oluşturmuşlardır. Türkiye’de kentleşme sürecinin 1950’lerde başladığı, 1980’lerde hızlandığı ve 2000’lerin başında da sönümlendiği bilinmektedir. 50 yıllık bir sürede hızlı ve yoğun biçimde gerçekleşen bu kentleşme neticesinde nüfusun yaklaşık %70’i kentlerde, %30’u da kırda yaşar hale gelmiştir. 2000’lere kadar kentleşmeyi yaratan göçlerin genel karakteri kırdan kente doğrudur. Bu eğilim, özellikle metropol kentlerde yoğun nüfus birikimlerine yol açmış ve buna bağlı olarak, konut, altyapı ve istihdam gibi çeşitli kentsel sorunlar ortaya çıkmıştır. 2000’lerden itibaren ise daha önce olmayan bir eğilim olarak –cılız da olsa- “tersine göç” süreçleri görülmeye başlamıştır. Kentten kıra doğru göç etmeye dayalı bu eğilimin başlangıçta temel nedenleri, kentin yukarıda değinilen başat sorunları olmuştur. Tersine göç eğilimi, belli bir istikrarda seyrettikten sonra özellikle 2010’lu yıllardan itibaren çeşitli nedenlerle artmaya başlamıştır. Bu zaman zarfında söz konusu eğilimi hızlandıran başlıca faktörler; ekonomik kriz, Covid-19 Pandemisi ve depremdir. Ekonomik krizler, bir yandan kentte barınma ve yaşam maliyetlerini artırırken bir yandan da istihdam olanaklarını daraltmış ve ücret dengesini bozmuştur. Bu olumsuzluklar, diğer kentsel sorunlarla birleştiğinde kırsal bölgelere dönmek önemli ve zorunlu bir seçenek halini almıştır. Keza 2020 yılında dünyanın yanısıra ülkemizde de yaygınlaşan Covid-19 pandemisi nedeniyle getirilen sokağa çıkma kısıtlamaları, yiyecek-içecek tedarikindeki sorunlar, çalışma ve istihdam dengelerinin bozulmasına dayalı ekonomik sorunların daha çok kentlilerin yaşamını etkilemiş olması, kentte yaşayan insanların kırsal bölgelerde yaşayamaya olan ilgisini artırmıştır. Öte yandan 1999’da Marmara Bölgesini etkileyen büyük deprem sonrasında başta İstanbul olmak üzere bu bölgedeki kentlerde yaşayan insanların deprem korkusu çekmeleri ve yine bu bölgede yaklaşan şiddetli bir İstanbul depreminin bekleniyor oluşu da tersine göç eğilimini beslemiştir. Son olarak depreme bağlı tersine göç eğilimi, 6 Şubat 2023’te gerçekleşen ve 10 ili yıkan Kahramanmaraş Depremi ile hem bu bölge kentlerinde yaşayan insanların hem de deprem kuşağında yer alan metropollerdeki insanların tersine göç eğilimlerini artırmıştır. Bu faktörlerin yanısıra iklim değişikliği etkileri, 1 2 Prof. Dr., Ahmet Mutlu, Ondokuz Mayıs Üniversites, ahmet.mutlu@omu.edu.tr Arş. Gör., Berkay Yalçınkaya, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, yalcinkayabe@gmail.com 166 su kıtlığı, gıda güvenliği ve krizi gibi küresel çevre sorunlarının da etkisiyle yakın gelecekte ülkemizde tersine göç eğiliminin daha da artacağı öngörülebilir. Ülkemizdeki tersine göç eğiliminin olası toplumsal sorun potansiyelinin ve buna yönelik yerleşim politikaları üretilmesi gerekliliğinin farkında olunduğu söylenemez. Bu çalışmanın amacı, ülkemizdeki tersine göç potansiyeline ve bu potansiyele karşılık alternatif yerleşim politikaları üretilmesi gerekliliğine dikkat çekmektir. Çalışmada bu yeni yerleşim politikası ihtiyacı “Yeni Köy Gündemi (YKG)” olarak ifade edilmektedir. Çalışmada YKG önerisi “bir köy projesi/politikası önerisi” olmayıp, 2000’ler öncesinin kırsal kalkınma politikaları ya da reform çabalarından farklı olarak, “kırsal alanda, boş arazide tek seferde köy yerleşmesi inşa etme ve bu köyü ekonomik, toplumsal ve yönetsel nitelikli bir bütün olarak tasarlama politikaları” yaratmayı hedefleyen bir gündemi ifade etmektedir. YKG neticesinde oluşturulacak alternatif (köy) yerleşme politikaları, geçmişte Türkiye’de üretilmiş olan “Numune Çiftlikler/Köyler”, “İdeal Cumhuriyet Köyü”, “Köykent” ve “Tarım Kenti” gibi ideal köy düşüncelerinin bir devamı olarak düşünülebilir. Çalışmada YKG’ni zorunlu kılan ulusal ve küresel faktörler ayrıntılı olarak irdelendikten sonra olası kamu politikaları için YKG’nin kapsamı hakkında bilgiler verilecektir. Göçlere yönelik yerleşim politikalarının, göçler henüz başlamadan ya da başlangıç aşamasında üretilmesi hem toplumsal hem ede ekonomik sorunları azaltmak bakımından hayati önem taşır. Dolayısıyla ele alınan konu, henüz başlamış olan tersine göç eğilimine yönelik alternatif yerleşim politikalarının erken gündeme gelmesi bakımından önem taşımaktadır. Çalışma, literatür taramaya dayalı olarak gerçekleştirilmiş ve bu çerçevede göçle ilgili kuramsal çalışmalar ile raporlar ve alan araştırması sonuçlarından yararlanılmıştır. Anahtar Kelimeler: kentleşme, metropol kentler, tersine göç, yerleşme politikaları, yeni köy gündemi. 167 Reverse Migration Trend in Turkey and the Necessity of Developing Alternative Settlement Policies Ahmet Mutlu 1 Berkay Yalçınkaya2 Abstract "Immigration" has been one of the most important reasons in determining settlement policies in Turkey. The problem of settlement of Muslim people coming from the lost lands in the last periods of the Ottoman Empire, the arrival of immigrants in the Republican period and the migration processes from rural to urban areas after the 1950s formed the basis for the formation of rural and urban settlement policies. It is known that the urbanization process in Turkey started in the 1950s, accelerated in the 1980s and faded out in the early 2000s. As a result of this rapid and intense urbanization over a period of 50 years, approximately 70% of the population lives in cities and 30% in rural areas. It cannot be said that people are aware of the possible social problem potential of the reverse migration trend in our country and the need to develop settlement policies accordingly. The aim of this study is to draw attention to the reverse migration potential in our country and the need to produce alternative settlement policies in response to this potential. In the study, this need for a new settlement policy is expressed as the "New Village Agenda (NVA)". In the study, the NVA proposal is not "a village project/policy proposal", but, unlike the rural development policies or reform efforts of the pre-2000s, it aims to "build a village settlement in the rural area, on empty land, at once, and turn this village into an economic, social and administrative whole." It refers to an agenda that aims to create "design policies". The alternative (village) settlement policies to be created as a result of NVA can be considered as a continuation of ideal village ideas such as "Ideal Republican Village", and "Agricultural City" that were produced in Turkey in the past. In the study, after examining in detail the national and global factors that make NVA mandatory, information about the scope of NVA will be given for possible public policies. Keywords: urbanization, metropolitan cities, reverse migration, settlement policies 1 2 Prof. Dr., Ondokuz Mayıs University, meyreliahmet@gmail.com Res. Assist., Ondokuz Mayıs University, yalcinkayabe@gmail.com 168 Kır ve Kent Bağının Yeniden Sağlanması: MoniBostan Ekoloji Kampüsü Irmak Dalgıç1 Özet Tarihte ilk yerleşim yerleri su kenarlarına ve verimli arazilere kurulmuş olsa da artık yerleşmek kentsel alanlara yapılan bir eylemdir. Ancak kentsel nüfusun oldukça hızlı bir şekilde arttığı günümüz dünyasında kırsal alanlara ihtiyaç da aynı hızla artmaktadır. Kent sanayi, ticaret, hizmet sektörü gibi tarım ve hayvancılık dışında faaliyetlerin yürütüldüğü teknolojik gelişmelerden doğrudan etkilenen bir alanken; kırsal alan tarım ve hayvancılık gibi faaliyetlerin sürdürülmeye devam ettiği, üretim için nispeten ilkel yöntemlerin kullanıldığı yerleşim yeridir. Ancak tarım dışı faaliyetler tek başına sürdürülebilir olmayınca kentsel alanların kırsal alanlara ihtiyaç duyduğu, kır ve kent arasındaki organik bağın korunması gerektiği anlaşılmıştır. Özellikle yakın zamanda yaşanan pandemi ve doğal afetler gibi olağanüstü durumlarda kendi kendine yetmek ve yaşanabilir olmak için kentler çözüm arayışına girmiştir. Kapitalizm ve neoliberalizm ile birlikte kentlerin dışa bağımlılığının artmış olması, ulaşım ve erişimi engelleyen olağanüstü durumlarda ihtiyaçların karşılanamamasına yol açmıştır. Kırdan uzaklaşmak gıdadan hammaddeye kadar birçok alanda ihtiyaç duyulan malzemenin temin edilmesine engel olur. Böylece kentte yürütülen ekonomik faaliyetlerin de yürütülmesi mümkün olmaz. Bu durumda kentlerin sürdürülebilir alanlar olabilmesi için kırsal alanlara ihtiyaç duyulur. Kırsal alanlardan uzaklaşmış olmanın sebep olduğu sorunlara kentsel çözümler aranmaya başlanmıştır. Bu çözümlerden biri kentlerde kurulan doğa dostu üretim alanlarıdır. Ekolojik köy şeklinde de adlandırılan bu alanlar hem sürdürülebilir kent ilkelerinden biri olan çevre dostu yaşam alanlarını hem de Avrupa Kentsel Şartında sayılan kirletilmemiş sağlıklı bir çevre ilkesini sağlamaya yönelik olarak çalışma yürütürler. Biyolojik tarımın geliştirilmesi, ekolojik ürünler üretme, sanat ve zanaat faaliyetleri, yerel organik gıda üretimi, sıfır atık yönetimi, katılımcı yönetim anlayışı, permakültür tasarım yöntemleri ve tohum paylaşımı gibi amaçları olan ekolojik köyler; her ne kadar eski tip köylerdeki yapıyı sürdürmeye çalışsalar da bu alanlardan ekolojik, kültürel, sosyal ve ekonomik açıdan birçok farka sahiptir. Bu köylerden biri “Ankara’da Başka Bir Tarım Mümkün” sözüyle Ankara’nın Gölbaşı ve Bala ilçelerinde kurulmuş olan MoniBostan’dır. Bu alan “ekoloji kampüsü” şeklinde anılmakta ve kentsel yaşama katkısı hem kent merkezine yakınlığı hem de çalışmalarının kentsel yaşamı destekliyor olması dolayısıyla önemlidir. Çocuklara ve yetişkinlere ekoloji eğitimi verilen bu kampüs, kent sakinlerinin kırla ilişkisinin yeniden sağlanması için çalışma yürütmektedir. Aynı zamanda topluluk destekli tarım çalışmasıyla aracı olmadan tüketiciye ürün ulaştırabilmektedir. Bu bağlamda çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Kavramsal çerçeve çizildikten sonra örnek üzerinden ekolojik köylerin çalışmalarına ilişkin bilgi verilecektir. İlk bölüm kır ve kent tanımlarının yapıldığı, kırdan kopuşu simgeleyen kentleşme hareketi anlatılmaktadır. İkinci 1 Doktora Öğrenci, Irmak Dalgıç, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, irmakdalgic1@gmail.com. 169 bölümde kır ve kent arasındaki bağlantının sağlanmasının gerekliliği açıklanacak, bunun bir aracı olan ekolojik köylere ilişkin tarihsel bilgi verilecektir. Üçüncü bölümdeyse Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde kurulan MoniBostan adlı ekoloji kampüsünün çalışmaları incelenecektir. MoniBostan’ın çalışmaları üzerinden ekolojik köylerin kentsel hayata katkısı ele alınacak, kır ve kent bağlantısının sağlanmasına yönelik bir öneri sunulacaktır. Literatürde ekolojik köylere ilişkin çalışmalar olsa da bu çalışma ekolojik köylerin eğitici ve topluluk destekli tarımsal faaliyet yapıyor olmasına vurgu yaptığı için oldukça önemlidir. Anahtar Kelimeler: kır ve kent bağlantısı, ekolojik köyler, sürdürülebilirlik, ekoloji eğitimi, MoniBostan 170 Restoring the Link Between Rural and Urban: MoniBostan Ecological Campus Irmak Dalgıç1 Abstract Although the first settlements in history were established on waterfronts and productive lands, today settling is an action performed in urban areas. However, in today's world where the urban population is increasing rapidly, the need for rural areas is increasing at the same rate. While the city is an area directly affected by technological developments where activities other than agriculture and animal husbandry such as industry, trade and service sector are carried out, rural areas are settlements where activities such as agriculture and animal breeding continue to be carried out and relatively primitive methods are used for production. However, when non-agricultural activities are not sustainable on their own, it has been realised that urban areas need rural areas and that the organic bond between rural and urban areas should be preserved. Especially cities are searching solutions to be self-sufficient and livable in extraordinary situations such as the recent pandemic and natural disasters. With capitalism and neoliberalism, the increased external depenced of cities has led to the inability to meet the needs in extraordinary situations that prevent transport and access. Moving away from the rural areas prevents the supply of materials needed in many areas from food to raw materials. Thus, it is not possible to carry out economic activities in the city. In this case, rural areas are needed for cities to be sustainable areas. Urban solutions have started to be sought for the problems caused by being far from rural areas. One of these solutions is naturefriendly production areas established in cities. These areas, also called ecological villages, work to provide both environmentally friendly living spaces, one of the principles of sustainable cities, and the principle of an unpolluted healthy environment listed in the European Urban Charter. Ecological villages with goals such as developing biological agriculture, producing ecological products, arts and crafts activities, local organic food production, zero waste management, participatory management approach, permaculture design methods and seed sharing; Although they try to maintain the structure in old-type villages, they have many ecological, cultural, social and economic differences from these areas. One of these villages is MoniBostan, which was established in Gölbaşı and Bala districts of Ankara with the promise of "Another Agriculture is Possible in Ankara". This area is referred to as an "ecology campus" and its contribution to urban life is important both because of its proximity to the city centre and because its work supports urban life. This campus, where children and adults receive ecology education, tries to restore the relationship of urban dwellers with the countryside. At the same time, it is able to deliver products to consumers without intermediaries through community-supported agriculture. In this context, the study consists of three parts. After the conceptual framework is drawn, information on the work of ecological villages will be given through an example. In the first part, the definitions of rural and urban are made and the urbanisation movement, which symbolises the break from the countryside, is explained. In the second part, the necessity of 1 PhD Student, Irmak Dalgıç, University of Ankara Hacı Bayram Veli, irmakdalgic1@gmail.com 171 establishing the connection between the countryside and the city will be explained, and historical information on ecological villages, which are a means of this, will be given. In the third part, the activities of the ecological campus named MoniBostan, established in Gölbaşı district of Ankara, will be analysed. Through the studies of MoniBostan, the contribution of ecological villages to urban life will be discussed, and a proposal will be presented to ensure the connection between rural and urban. Although there are studies on ecological villages in the literature, this study is very important because it emphasises the fact that ecological villages carry out educational and community-supported agricultural activities. Keywords: rural and urban connection, ecologic villages, sustainability, ecology education, MoniBostan 172 Rusya-Ukrayna Savaşıyla Birlikte Tahıl Yönetiminde Yeni Düzen Tartışmaları Güler Ünlü 1 Özet 21. Yüzyıl gıda krizlerinin kronik hale geldiği bir dönemdir. İklim değişikliği beraberinde gelen mevsimsel anomaliler, tarımsal üretimin de doğasını değiştirmeye başlamış, dünyanın farklı yerlerinde anlık ve şiddetli görülen doğa olayları tarımsal üretimi giderek öngörülebilir olmaktan uzaklaştırmış, bu belirsizlik tarım ve gıda politikalarında değişikliği beraberinde getirmiştir. İklim değişikliğinin yanı sıra Covid-19 salgını tarım ve gıda politikaları açısından önemli bir yol ayrımı teşkil etmiştir. Beklenmedik bir şekilde dünya gündemine oturan salgın, başlangıcından bu yana etkisini hissettiren genel ekonomik sonuçlarının yanı sıra tarım ve gıda özelinde tedarik düzeninde bir değişimi beraberinde getirmiştir. Tarım ve gıda kısa bir zaman zarfında bu ölçekte bir değişimden geçerken şüphesiz en şok edici etki 2022 yılı Şubat ayı sonu itibariyle baş gösteren Rusya-Ukrayna savaşı ile yaşanmıştır. Yeni bir kutuplaşma, yeni bir düzen, enerji ve tarım üzerinden yeniden kurgulanmıştır. Bu sürecin öne çıkan pazarlık nesnesi tahıllar olmuştur. Bu nedenle tahılın dünya ekonomisi ve politikasındaki konumunu yeniden değerlendirmek düzen tartışmalarına katkı sağlamak açısından önemlidir. Yerleşik yaşama geçişle özdeşleştirilen tahıllar, tarihsel olarak pek çok işe aracılık etmeleri ile bilinen ilk besinlerdir. En önemli işlevi yaşamı idame ettirme yani beslenme olmuştur. Yeterli beslenme ile nüfus artışı sağlanabilmiştir. Tahılın önemi toplumun her aşamasına sirayet etmiş görünmektedir. Toplumsal yaşayış biçimlerinde, günlük ticaret ilişkilerinde, sanatsal faaliyetlerde tahıllar karşımıza çıkmaktadır. İşbölümü ve mülkiyet ilişkilerini, dolayısıyla ekonominin doğasını değiştiren gelişmelerin kaynağı olan tarımsal artık temelde tahıl üretimine dayandırılmaktadır. Orduların beslenmesindeki en önemli besin kaynağı da tahıl olmuştur. Tımar sistemi gibi devletin toprak üzerinde askeri ve mali örgütlenmesinin temelini de yine tahıl toprakları olarak bilinmektedir. Bugün gelinen noktada tahıllar tarihsel öneminden bir şey kaybetmemiştir. Dünya tarımsal üretiminin %30-35 kadarını oluşturan tahıllar, ülkelere göre değişmekle birlikte günlük beslenme rutinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Ekmek, un, makarna, bisküvi, bulgur, irmik, hayvan yemi, bebek maması, kahvaltılık gevrek ve daha birçok akla gelecek gıdanın hammaddesi niteliğindedir. Hatta kullanım alanları giderek çeşitlenmiş, geleneksel beslenme rollerinden farklı olarak araçlar için yakıt ve finansal piyasalar için kıymetli bir metaya dönüşmüştür. Bu değişimi yönetsel bir perspektiften incelemek, üretimden tüketime uzanan bir tahıl yönetim sistemini kavramsallaştırmayı mümkün kılmaktadır. Söz konusu sistemin 1 Dr., Güler Ünlü, gulerunlu81@gmail.com 173 küresel-ulusal ölçekte aktörleri ve ilişkiler ağı mevcuttur. Bu ağdaki aktörlerin konumlanışı ve bu konumlarındaki değişim, yönetim sisteminin bütünü üzerinde etkili olmaktadır. İkinci Dünya Savaşından bu yana yakın coğrafyamızda deneyimlediğimiz bu ölçekte bir savaş durumu, hatta savaşın iki önemli tahıl ihracatçısı arasında gerçekleşmesi, gerek küresel gerekse ulusal ölçekte tahıl yönetim sistemindeki ilişkileri de değiştirmiş tahılı siyasal ve ekonomik pazarlık nesnesi ve milli güvenlik meselesi haline getirmiştir. Şüphesiz Rusya-Ukrayna savaşı yeni tahıl yönetim düzeni için bir dönüm noktasıdır. Karadeniz hinterlandının iki önemli tahıl ihracatçısı, Ortadoğu ve Kuzey Afrika başta olmak üzere pek çok önemli ithalatçının tedarikçisi konumundadır. Bu bölgenin ticaretindeki aksama tahılı bir kriz unsuru haline getirmiştir. Küresel ekonomik etkilerinin ne kadar süreceği, geçici ya da kalıcı olup olmadığı belirsizliğini korumakta birlikte kısa vadede değerlendirildiğinde yeni bir düzenin şekillendiği görülmektedir. Korumacılık yaygınlaşmakta, serbest piyasa ekonomisi tartışmaya açılmaktadır. Öyle ki DTÖ ve IMF başkanları, serbest ticarete zarar verilmemesi yönünde tavsiyelerde bulunmaktadır. Ülkeler kendine yeterlilik politikalarına öncelik vermektedir. Küresel ölçekte yaşanan bu rota değişikliği, ulusal ölçekte de yansımalarını bulmakta, devletin daha aktif olduğu bir yapı talebi ön plana çıkmaktadır. Enflasyonla mücadele kapsamında belirli gıda ürünlerinde aktif regülasyon politikaları gündeme gelmekte, kendine yeterlilik hedefi gündemde yeniden yerini bulmaktadır. Söz konusu gelişmeler ışığında, bu çalışmanın amacı, küreselleşmenin sorgulandığı bir süreçte tahılın kullanışlı bir inceleme aracı olduğunu ortaya koymak ve bilhassa savaş sonrası oluşan yeni düzende küresel politikalardaki değişimi tahıl üzerinden çok yönlü bir tartışmaya açmaktır. Anahtar Kelimeler: tahıl krizi, korumacılık, regülasyon, tahıl yönetimi, savaş ve tahıl 174 New Order Discussions in Grain Administration Under the Conditions of the Russo-Ukrainian War Güler Ünlü 1 Abstract The 21st century is a period in which food crises have become chronic. Seasonal anomalies that come with climate change have begun to change the nature of agricultural production, and sudden and severe natural events in different parts of the world have made agricultural production increasingly far from predictable, and this uncertainty has brought about changes in agriculture and food policies. In addition to climate change, the Covid19 epidemic has constituted an important crossroads in terms of agriculture and food policies. The epidemic, which unexpectedly hit the world agenda, brought along a change in the supply order in agriculture and food, in addition to its general economic consequences that have been felt since its beginning. While agriculture and food underwent a change of this scale in a short period of time, the most shocking effect was undoubtedly the Russia-Ukraine war that started as of the end of February 2022. A new polarization and a new order has been reconstructed through energy and agriculture. The negotiation object of this process was grains. For this reason, it is important to reevaluate the position of grain in the world economy and politics in order to contribute to the debate on order. Grains, identified with the transition to settled life, are the first foods that historically formed the basis of daily life. Its most important function is nutrition, which is necessary to sustain life. Population growth was achieved with adequate nutrition. The importance of grain seems to have spread to every stage of society. Grains appear in social life styles, daily trade relations, and artistic activities. Agricultural surplus, which is the source of developments that change the division of labor and property relations, and thus the nature of the economy, is basically based on grain production. The most important food source in the diet of the armies was grain. The basis of the military and financial organization of the state on the land was also the lands cultivated with grain as it is observed in manorial system. Today, grains have not lost anything of their historical importance. Grains, which make up 30-35% of the world's agricultural production, form an important part of the daily nutrition routine, although it varies according to the countries. It is the raw material of bread, flour, pasta, biscuits, bulgur, semolina, animal feed, baby food, breakfast cereal and many other foods that come to mind. In fact, its usage areas have gradually diversified, and unlike traditional nutrition roles, it has turned into a precious commodity for fuel for vehicles and financial markets. 1 Dr., Güler Ünlü, gulerunlu81@gmail.com 175 Examining this change from an administrative perspective makes it possible to conceptualize a grain administration system, which includes all stages from production to consumption. The system has actors and relations network on a global-national scale. The position of the actors in this network and the change in these positions have an impact on the entire system. A war situation that we have experienced in our close geography since the Second World War, even the war between two important grain exporters, has changed the relations in the grain administration system both on a global and national scale, and made grain an object of political and economic negotiation and a matter of national security. Undoubtedly, the Russia-Ukraine war is a turning point for the new grain administration order. These countries are the two important grain exporters of the Black Sea hinterland, and they are also the suppliers of many important importers, especially in the Middle East and North Africa. The disruption in the trade of this region has made grain an element of crisis. It remains unclear how long the global economic effects will last, whether they are temporary or permanent, but when evaluated in the short term, a new order is taking shape. Protectionism is spreading and the free market economy is being discussed. The WTO and IMF advise not to harm free trade. Countries give priority to self-sufficiency policies. This change of course on a global scale finds its reflections on a national scale as well, and the demand for a structure in which the state is more active comes to the fore. Within the scope of combating inflation, active regulation policies in certain food products are on the agenda, and the goal of self-sufficiency is rising again. In the light of these developments, the aim of this study is to reveal that grain is a useful research tool in a process where globalization is questioned, and to open the change in global policies, especially in the new post-war order, to a multi-faceted discussion over grain. Keywords: grain crisis, protectionism, regulation, grain administration, war and grain 176 Tarımın Metalaştırılmasında Devletin Rolü: Türkiye Tarımı Burhan Özalp1 Özet Tarımsal üretimin doğaya bağlı yapısı, sermayenin devir zamanını belirsizleştirmekte, tarımı sanayinin aksine belirlenemez-kontrol edilemez hale getirmekte ve dolayısıyla tarımsal üretimi riskli kılmaktadır. Tarımın kendine özgü bu özelliği ve köylülerin tamamının mülksüzleştirilmesiyle ortaya çıkabilecek sınıfsal tehlike, kapitalizmi daha fazla köylünün mülksüzleştirilmesine izin vermek yerine, tarihsel süreçte köylülerin sermaye ile ilişkilerini (meta ilişkileri, pazarlar) artırmaya yöneltmiştir. Kapitalizmde köylülerin kapitalist üretim ilişkileri temelinde girdi ve çıktı piyasaları aracılığıyla sermaye ve mübadele ilişkilerine dahil edilmesi köylüleri küçük meta üreticilerine dönüştürür ve böylece köylüler kapitalist üretimin örgütlenmesinin genel koşullarına tabi olurlar. Tarımsal ürünlerin metalaştırılması, alım satımının yapılabileceği piyasaların oluşmasını gerektirir. Bu noktada, piyasaların gelişmesi ve büyümesi kaçınılmaz bir adımdır. Ancak, piyasa gelişimi ve büyümesi zaman alabilir ve bazen yavaş ilerleyebilir. Bu aşamada devlet müdahalesi devreye girebilir. Devlet, çeşitli politika araçları kullanarak tarım piyasalarını düzenleyebilir ve şekillendirebilir. Bu da tarımda metalaşmada devletin rolünün incelenmesini önemli bir konu haline getirir. Devletin tarımı metalaştırmada izlediği politikalara dünyadan ve Türkiye’den birkaç örnek verilebilir. Örneğin, Meksika’da 1940 yılında üretilen tarımsal ürünün %53,6’sı piyasada satılırken, izlenen tarım politikaları ile bu yüzde 1950 yılında %82,1'e yükselmiş ve 1960 yılında %82 olarak gerçekleşmiştir. ABD, 1929 Buhranı sonrası 1930'lu yıllarda tarım sektöründeki kriz ile mücadele etmek için tarım politikalarını önemli ölçüde revize etmiştir. Bu süreçte, devlet destekli programların zaten güçlü olduğu araştırma, yayım ve sulama alanlarına ek olarak, çiftçilere sübvansiyonlu krediler sunan bir dizi finans kuruluşu oluşturmuş ve devlet tarafından yönetilen fiyat istikrarı programlarını uygulamıştır. Bağımsızlık ve Yeşil Devrim arasında Hindistan devleti, tüm büyük sulama projelerinin ve tarımsal üretimi ve dolayısıyla pazar için mevcut malların miktarını artıracak orta ölçekli projelerin çoğunun finansmanına, inşasına ve yönetimine doğrudan dahil olmuştur. Türkiye’de ise devlet cumhuriyetin kuruluşundan itibaren tarımın metalaşmasını hızlandıracak politikalar izlemiş, bu anlamda izlediği politika uygulamalarıyla birlikte tarımsal girdi ve çıktı piyasalarına yönelik kamu iktisadi teşekkülleri oluşturmuştur. 1961 ile 1980 yılları arasında Türkiye'de farklı siyasi eğilimlere sahip hükümetler iktidara gelmiş ve bu dönemde tarımsal girdiler sübvanse edilerek birçok ürünün destekleme fiyatları yapay olarak artırılmıştır. Bu kapsamda izlenen politikalarla, Türkiye’de 1951 yılında 31 bin 415 olan traktör sayısı 1980 yılında 953 bin 292’e, 2022 yılında ise 1 milyon 526 bin 769’a çıkmıştır. Ayrıca tarımda makineleşmeyle birlikte işlenen tarım alanı da genişlemiştir. 1948 yılında 15 milyon 408 bin hektar olan tarım arazisi 1979 yılında 28 milyon 625 bin hektar ile en yüksek rakama 1 Arş. Gör. Dr., Burhan ÖZALP, Çukurova Üniversitesi, burhanzalp@gmail.com 177 ulaşmıştır. Çok düşük miktarlarda olan gübre tüketimi 1981 yılında yaklaşık 3 milyon 500 bin tona, 2020 yılında da yaklaşık 7 milyon tona çıkmıştır. 1960'lardan sonra Türkiye'de pestisit kullanımı hızla artmış ve 1972 yılında 30 bin 971 ton iken, 2020 yılında bu rakam 53 bin 672 tona yükselmiştir. Ancak devletin piyasada kamu ağırlığı oluşturarak tarımsal üretime ve piyasalara müdahale etmesinde 1980’de bir kırılma yaşanmıştır. Devlet tarımı metalaştırırken kısa vadede küçük ve orta ölçekli çiftçilere yardım ediyormuş gibi görünmüş, fakat uzun vadede sermayenin çıkarını gözetmiştir. Bu çalışmanın amacı, tarımın metalaştırılmasında devletin üstlendiği rolü Türkiye özelinde ortaya koymaktır. Bu kapsamda, tarımda devletin izlediği politika uygulamalarına dünyadan da örnekler verilerek, Türkiye devletinin cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar izlediği tarım politikaları ve bu politikaların, bilhassa 2000’li yıllarda uygulanan sert neoliberal politikaların, yarattığı sonuçlar, Marksist politik ekonomi açısından ele alınmıştır. Anahtar Kelimeler: tarım, metalaşma, piyasa, devlet, Türkiye 178 The Role of the State in the Commodification of Agriculture: Turkish Agriculture Burhan Özalp1 Abstract The nature-dependent structure of agricultural production makes the turnover time of capital uncertain, makes agriculture, unlike industry, indeterminable and uncontrollable, and therefore makes agricultural production risky. This peculiar characteristic of agriculture and the class danger that may arise with the dispossession of all peasants led capitalism to increase the peasants' relations with capital (commodity relations, markets) in the historical process instead of allowing the dispossession of more peasants. Under capitalism, the incorporation of peasants into capital and exchange relations through input and output markets on the basis of capitalist relations of production transforms peasants into small commodity producers, thus subjecting them to the general conditions of the organization of capitalist production. The commodification of agricultural products requires the formation of markets where they can be bought and sold. At this point, the development and growth of markets is an inevitable step. However, market development and growth can take time and sometimes proceed slowly. This is where state intervention can come into play. The state can regulate and shape agricultural markets by using various policy instruments. This makes it important to examine the role of the state in the commodification of agriculture. A few examples from the world and Turkey can be cited to illustrate the state's policies in commodifying agriculture. For example, in Mexico, while 53.6% of the agricultural product produced in 1940 was sold in the market, this percentage increased to 82.1% in 1950 and reached 82% in 1960 due to the agricultural policies pursued. After the Depression of 1929, the US significantly revised its agricultural policies in the 1930s to combat the crisis in the agricultural sector. In addition to research, extension and irrigation, where state-sponsored programs were already strong, it created a series of financial institutions offering subsidized loans to farmers and implemented stateadministered price stabilization programs. Between independence and the Green Revolution, the Indian state was directly involved in the financing, construction and management of all major irrigation projects and most of the medium-scale projects that would increase agricultural production and thus the quantity of commodities available for the market. In Turkey, on the other hand, the state has pursued policies to accelerate the commodification of agriculture since the founding of the republic, and with its policy implementations in this sense, it created state-owned enterprises for agricultural input and output markets. Between 1961 and 1980, governments with different political tendencies came to power in Turkey and during this period, agricultural inputs were subsidized and support prices of many products were artificially increased. With the policies pursued in this context, the number of tractors in Turkey increased from 31,415 in 1951 to 953,292 in 1980 and to 1,526,769 in 2022. In addition, with the mechanization in agriculture, the 1 Res. Assist. Dr., Burhan ÖZALP, Çukurova University, burhanzalp@gmail.com 179 cultivated agricultural area has also expanded. From 15,408,000 hectares in 1948, agricultural land reached the highest figure of 28,625,000 hectares in 1979. Fertilizer consumption, which was very low, increased to approximately 3,500,000 tons in 1981 and to approximately 7,000,000 tons in 2020. After the 1960s, pesticide use in Turkey increased rapidly, from 30,971 tons in 1972 to 53,672 tons in 2020. However, the state's intervention in agricultural production and markets by creating a public weight in the market experienced a break in 1980. While the state commoditized agriculture, it appeared to help small and medium-scale farmers in the short term, but in the long term it pursued the interests of capital. The aim of this study is to reveal the role the state plays in the commodification of agriculture, with a focus on Turkey. In this context, the agricultural policies pursued by the Turkish state from the founding of the republic to the present day, along with examples from around the world, and the consequences of these policies, particularly in the harsh neoliberal policies implemented in the 2000s, have been examined from a Marxist political economy perspective. Keywords: agriculture, commodification, market, state, Turkey 180 Türkiye ile Sudan Arasında İkili Tarımsal İşbirliği ve Ortaklığına İlişkin Anlaşma’nın Politika Başarısı Kapsamında Değerlendirilmesi Cuma Yıldırım1 Özet Günümüzde birçok ülke, gıda güvencesini sağlamak için başka ülkelerin tarım arazilerini arazi gaspı yoluyla kullanmaktadır. Bu yaklaşım, 2007-08 dünya gıda fiyatı krizinin ardından büyük arazi parçalarının yerli ve ulusötesi şirketler, hükümetler ve bireyler tarafından satın alınması veya kiralanması yoluyla büyük ölçekli arazi edinimini ifade etmektedir. Bu kapsamda Türkiye, 2015 yılında Sudan ile tarımsal üretimi ve ticareti artırmaya yönelik bir anlaşma imzalamıştır. Bu anlaşmayla TİGEM ve Sudan Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ortaklığında bir şirket kurularak ortak şirket aracılığıyla Sudan'da 12.500 hektar alanda örnek bir çiftlik kurulması ve Türk özel sektör firmalarının Sudan'da beş bölgede 780.500 hektar alanda tarımsal yatırım yapmalarının teşvik edilmesi amaçlanmıştır. Bu anlaşma uyarınca, yüzde 80'i TİGEM, yüzde 20'si Sudan'ın ortaklığıyla Türk Sudan Uluslararası Tarım ve Hayvancılık Anonim Şirketi kurulmuştur. Bu bağlamda, Türkiye'de tarım politikaları alanında yeni bir girişim olan bu anlaşmanın başarısının değerlendirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Nitekim politika değerlendirmesi, politika başarısına veya başarısızlığına yol açan nedenlerin bir değerlendirmesini sağlar ve politika oluşturma, uygulama ve sonuçlar arasındaki bağlantıların nasıl iyileştirileceğine katkıda bulunur. Bu kapsamda araştırma, Türkiye ile Sudan arasındaki Tarımsal İşbirliği ve Ortaklık Anlaşması'nı Marsh ve McConnell'in politika başarısı çerçevesine göre analiz etmeyi amaçlamaktadır. Araştırma sonuçlarına göre politika başarısı katılımın sınırlı olmasından, hedeflere ulaşılmamasından ve hükümetin popülaritesini artırmamasından dolayı olumsuz etkilenmiştir. Anahtar Kelimeler: Türkiye, Sudan, tarım, politika değerlendirmesi, politika başarısı 1 Dr. Öğr. Üyesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, cumayildirim@omu.edu.tr 181 Evaluating the Bilateral Agricultural Cooperation and Partnership Agreement between Turkey and Sudan in the Framework of Policy Success Cuma Yıldırım1 Abstract Today, many countries use other nations' agricultural land through land grabbing to ensure food security. This term refers to the large-scale land acquisition by purchasing or leasing vast tracts of land by domestic and transnational companies, governments, and individuals following the world food price crisis of 2007-08. In this regard, Turkey signed an agreement with Sudan to increase agricultural production and trade in 2015. The objectives of the agreement were to establish a partnership company between TIGEM and the Ministry of Agriculture and Livestock of Sudan, to create a model farm on 12,500 hectares of land through a partner company in Sudan, and to encourage Turkish private sector companies to invest in agriculture on 780,500 hectares of land in five regions of Sudan. As a result, TIGEM (80%) and Sudan (20%) founded the Turkish-Sudanese International Agriculture and Livestock Joint Stock Company. In this context, there is a need to evaluate the success of this agreement, which represents a new initiative in Turkish agricultural policies. Indeed, policy evaluation assesses the reasons for policy success or failure and helps to improve the links between policy formulation, implementation, and outcomes. This paper analyzes the Agricultural Cooperation and Partnership Agreement between Turkey and Sudan using Marsh and McConnell's framework for policy success. The findings indicate that policy success was adversely affected by limited participation, failure to meet objectives, and an inability to increase the government's popularity. Keywords: Turkey, Sudan, agriculture, policy evaluation, policy success. 1 Assist. Prof. Dr., Ondokuz Mayıs University, cumayildirim@omu.edu.tr 182 İKİNCİ GÜN: BİRİNCİ OTURUM 27.10.2023 9:30-10:45 Koçumbeli Salonu Yönetim Bilimi Oturum Başkanı: Yılmaz Üstüner “Yönetim”in “Anlam”ı “Meaning” of “Administration” Şulenur Özkan Erdoğan Yönetim Bilimi Ne Anlama Gelmektedir ve Niçin Yönetim Bilimi Öğrenimi Görülür? Alman Yönetim Bilimi Geleneğinde Ayrıksı Bir Akademisyen: Walter Carl Norden What Does Public Administration Mean and Why is Public Administration Studied? A Distinctive Scholar in the Tradition of German Administrative Science: Walter Carl Norden İsmail Bahadır Turan Bürokraside Devlet Yönetimi Bilgisi Üreten Araştırmacı Kurullar: Tetkik Heyetleri Research Committees Generating State Administration Knowledge in Bureaucracy: Inspection Committees Şeyma Eşki Çaylak 1999’dan 2023’e; Depreme Müdahalede Yönetişimsizlik Boyutunu Koordinasyon Ekseninde Tartışmak Discussing the Dimension of Governance in Earthquake Response from 1999 to 2023 in terms of Coordination Asmin Kavas 183 “Yönetim”in “Anlam”ı Şulenur Özkan Erdoğan1 Özet Dil felsefesinin temel kavramlarından birini oluşturan “anlam”; tek başına kelimelerin, bir bütün olarak cümlenin ve kelimelerin cümle içindeki hallerinin ne ifade ettiğine odaklanılarak ele alınmaktadır. Temelde bu bakış açılarından türeyen anlam kuramları ise anlamın ortaya çıkış biçimine getirdikleri iddialarla birbirlerinden ayrışmaktadırlar. Bunları kabaca; anlamın zihinde oluştuğu görüşüne dayanan kuramlar, anlamın nesne ya da diğer fiziksel varlıkların bir karşılığı olarak insan zihninin içinden değil dışından beri gelerek oluştuğunu savunan kuramlar ve anlamın ancak belli bir ilişki içinde var olabileceği görüşünü paylaşan diğer kuramlar olarak sınıflandırmak mümkündür. Çalışmanın ilk bölümünde bu alanda sıklıkla kullanılan temel/referans, yan, mecaz ve terim anlam gibi kavramlar ile göndergesel, çağrışımsal ve duygusal anlamlar gibi adlandırmalar açıklanacaktır. Bahsedilen anlam kuramlarının iddiaları ve bu iddialara göre sınıflandırılmaları yine ilk bölümde yer alacak ve çalışmanın ikinci kısmına zemin hazırlayacaktır. Çalışmanın ikinci kısmında ise “yönetim”kelimesinin anlamı sorguya açılacaktır. Böylece kelimenin, çeşitli açılardan idare veya işletim (management) gibi kelimelerden farklı olduğu gösterilecektir. Sonuçta yönetim biliminde tanımı ve anlamı üzerinde tam bir uzlaşı sağlanılamamış bu kavrama, dilin “anlam” tartışmaları içinden de bakılabileceği gösterilmiş olunacaktır. Anahtar Kelimeler: dil felsefesi, anlam, anlambilim, yönetim, yönetim bilimi 1 Doktora Öğrencisi, Ankara Üniversitesi, sulenurozkan@gmail.com 184 “Meaning” of “Administration” Şulenur Özkan Erdoğan1 Abstract Although the philosophy of language has a centuries-old history under this name and as a separate field of study; it can be said that the origins of philosophical thought on language date back to ancient times. Starting from the questioning of the language-world relationship, philosophical thoughts have been expanded with views on the existence, use and structure of language itself. "Meaning", which is the one of the basic concepts of the philosophy of language, is discussed by focussing on what words alone, the sentence as a whole and the forms of words in sentences mean. The theories of meaning, which basically derive from these perspectives, differ from each other with the claims they bring to the way meaning emerges. It is possible to roughly classify them as the theories based on the view that meaning is formed in the mind, the theories that argue that meaning is formed not from within the human mind but from outside it as a counterpart of objects or other physical entities, and other theories that share the view that meaning can only exist in a certain relationship. Before categorising the theories of meaning, some basic concepts related to meaning should be mentioned. Concepts such as basic/referential, connotative, metaphorical and terminological meanings and names such as referential, connotative and emotional meanings, which are frequently used in this field, will be explained in the first part of the study, which will consist of two parts. The claims of the mentioned theories of meaning and their classification according to these claims will also take place in the first part and will prepare the ground for the second part of the study. The second part of the study consists of an attempt to think the meaning of "administration" based on the theories of meaning. Does the fact that "administration" is not the name of a species in nature such as water, apple or mountain mean that it has no referential meaning? Or is it necessary to pay attention to the context in which it is used rather than its singular meaning in order to understand what "administration" means? Is the word "administration" (Tr. Yönetim), which is used instead of the Arabic word "idare", exactly equivalent to this word in terms of its meaning? In fact, from a similar point of view, can it be proved that the Turkish equivalent of "management" is not "yönetim” on the grounds that these two words have different clusters in terms of meaning? When considering the meaning of "administration" through theories of meaning, one of the most crucial points is the theories claiming that meaning is objective. The starting point of these theories dates back to Plato's Problem of the Universals (Problem/Discussion). According to Plato, the meaning of beauty can only be understood by looking at the common point of things called beautiful. In other words, although each beautiful thing has its own subjective aspects, there is definitely an idea/form common to all of them. Centuries later, the views on meaning put forward by Gottlob Frege, who is regarded as the founder of the philosophy of language, are also referred to as Platonic. For Frege, words can only gain meaning in sentences, and the 1 PhD Student, Ankara University, sulenurozkan@gmail.com 185 occurrence of the same word in different sentences requires finding the commonality in these sentences for its meaning. Therefore, according to Frege's theory of meaning, for the meaning of " administration", it is necessary to look at its uses in the language to which it belongs and to determine the commonalities between these uses. Of course, in such an attempt, attention should also be paid to the termisation of the word in administrative science. In short, when thinking about the meaning of " administration", referring to the theories of meaning along with many other elements will provide different perspectives to the fields of study that carry this word in its name. The study will have achieved its aim if it has shown that this concept, which has not been agreed on its definition and meaning in the world of administrative science, can be viewed through the "meaning" discussions of language. Keywords: philosophy of language, semantics, administration, administrative science 186 Yönetim Bilimi Ne Anlama Gelmektedir ve Niçin Yönetim Bilimi Öğrenimi Görülür? Alman Yönetim Bilimi Geleneğinde Ayrıksı Bir Akademisyen: Walter Carl Norden İsmail Bahadır Turan1 Özet Alman yönetim bilimi, Kameral-Polizey Bilim ile doğan ve Devlet Bilimi üzerinden süregelen önemli bir gelenektir. II. Dünya Savaşı sonrasında ise ABD kamu yönetiminin etkisine girmesiyle tamamen farklı bir yöne kaymıştır. Ancak öncesinde de idare hukuku, iktisat vb. disiplinlere nesnesini yitirmiş, gözden düşmüş, özellikle idare hukuku, yönetim alanında egemenliğini kurmuştur. Bu durum, yükselmekte olan kapitalist üretim tarzının, monarkın keyfi uygulamaları yerine hukukun ön görülebilirliğini dayatması, dolayısıyla hukuk devleti idesinin yerleşmesiyle doğrudan ilişkilidir. Alman yönetim bilimi geleneğini canlandırmak için çeşitli başarısız çabalara rastlanmaktadır. Nasyonal Sosyalizm döneminde bu gelenek yeniden gözde olmuştur. Ancak Nasyonal Sosyalist yönetim bilimi ve Alman yönetim bilimi geleneği birbirlerinden hemen her açıdan farklıdır. Bu geleneği canlandırmak isteyenler arasında ayrıksı bir örnek vardır: Walter Norden. Stein’ın eyleyen devleti nesnesi yapan yönetim bilimini canlandırmak istese de bambaşka bir yönetim bilimi anlayışına sahiptir. Ayrıca piyasa tekniklerinin yönetim biliminde kullanılmasını önermektedir. Norden, idare hukuku, iktisat ve siyaset biliminden ayrı, bağımsız bir yönetim bilimi yaratmayı amaçlamıştır. Amaçlarından diğer ikisi de bu yönetim biliminin üniversitelerde ayrı bir disiplin olarak öğretilmesi ile devlette görev alacakların söz konusu eğitimden geçmelerinin sağlanmasıdır. Bu çerçevede çalışmada genel olarak Norden’ın yönetim bilimi ile idare hukuku, iktisat ve siyaset bilimleri arasındaki sınırları çizmeye çalışması, Alman yönetim bilimi geleneğinden çıkarak ABD kamu yönetimi anlayışına yakınsamasının yolu, yönetim bilimi öğrenimi tasarımı incelenecektir. Aynı zamanda iddiasının aksine Alman yönetim bilimi geleneğinden uzaklaştığı, döneminin güncel sorunları bağlamında pratiğe dönük bir yönetim bilimi oluşturmaya çalıştığı, bir yandan devleti nesne olarak görürken diğer yandan özel sektör ve kamu sektörünün işletmelerinin organizasyon bakımından eşliğine inandığı gösterilecektir. Alman yönetim biliminin geçtiği süreçler, Türkçe alan yazında son dönemdeki bazı çalışmalar dışında yeterince incelenmemiştir. Türk akademik çevrelerince Alman yönetim bilimi geleneği bağlamında araştırılması gereken çok kapsamlı bir yazın mirası da hala durmaktadır. Dolayısıyla özel olarak ilk amaç Norden’ın Alman yönetim bilimi geleneği bağlamında Türk alan yazına tanıtılmasıdır. Aksini iddia etse de yeniden kurmak istediği Alman yönetim bilimi geleneğinin devleti nesnesi yapan yaklaşımından uzaklaşması, Almanya’da ve döneminin ana akımının dışında dikkat çekici biçimde piyasa / işletme tekniklerinin devlette de kullanılmasını önermesi, yönetim bilimi geleneğini canlandırma çabalarının bir diğer yolu olarak üniversitelerde ayrı bir bilim dalı olarak öğretilmesi, devlette görev yapacakların bu eğitimden geçmelerinin sağlanmasına dair çabaları incelenecektir. Ayrıca yine hukuk ve iktisadın bir potada eritilerek birlikte 1 Dr. Öğr. Üyesi, İsmail Bahadır Turan, Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi, ismailbahadir.turan@baucyprus.edu.tr 187 öğretilmesi gibi ana akım yaklaşımların dışında bağımsız yönetim bilimi ve üniversitelerde ayrı bir dal olarak yönetim bilimi öğrenimini oluşturmaya çalışmasının temel ilkeleri ortaya konacaktır. Amacı açısından kuramsal olan çalışmanın, Alman yönetim biliminin tarihsel süreç içerisinde doğuşu ve gelişimine ilişkin Türkçe alan yazındaki son dönem verilen eserleri tamamlayıcı olacağı, Norden ve yönetim bilimi yaklaşımını açıklayarak farklı bir yaklaşımı tartışmaya açacağı değerlendirilmektedir. Öte yandan inceleme yaklaşımı açısından açıklayıcı olan çalışmada öncelikle araştırma tekniği bakımından birincil kaynaklar, Norden’ın yönetim bilimi bağlamında yazdığı eserler, ilgisi ölçüsünde diğer Alman bilim insanlarının kaynaklarından yararlanılmıştır. Anahtar Kelimeler: alman yönetim bilimi, kamu yönetimi, yönetim bilimi öğrenimi, idare hukuku, walter norden 188 What Does Public Administration Mean and Why is Public Administration Studied? A Distinctive Scholar in the Tradition of German Administrative Science: Walter Carl Norden İsmail Bahadır Turan1 Abstract The German administrative science is an important tradition that originated from the Kameral-Polizey Science and continued through the Science of the State. However, after World War II, it underwent a complete shift in its trajectory due to the influence of American public administration. Even prior to that, it had lost its subject on disciplines such as administrative law and economics, among others, and had fallen into disfavor. Notably, administrative law had established its dominance in the field of governance. This phenomenon is directly related to the rise of the capitalist mode of production, which demanded the predictability of law rather than the arbitrary practices of the monarch, ultimately leading to the establishment of the concept of the rule of law. Various unsuccessful attempts have been made to revive the German tradition of administrative science. During the period of National Socialism, this tradition regained some popularity. However, it is crucial to recognize that National Socialist administrative science and the German tradition of administrative science are fundamentally different from each other in almost every aspect. Among those seeking to revive this tradition, there is a distinctive example: Walter Norden. Although Norden aims to reinvigorate the concept of an action-oriented state as the subject of administrative science, his understanding of administrative science significantly differs from the traditional perspective. He also proposes the incorporation of market techniques within the domain of administrative science. Norden aspires to create an independent field of administrative science, separate from administrative law, economics, and political science. His objectives include establishing this administrative science as a distinct discipline taught in universities and ensuring that those serving in the government undergo specialized training in this particular field. Within this context, this study seeks to delineate Norden's attempts to establish the boundaries between administrative science and disciplines such as administrative law, economics, and political science. It also examines how Norden moves closer to the American public administration understanding while distancing himself from the German tradition of administrative science. Furthermore, the study investigates Norden's efforts to construct a pragmatic administrative science relevant to contemporary issues, wherein he perceives both the state and the organizations of the private and public sectors as aligned entities. The historical processes of German administrative science have not been sufficiently explored in Turkish literature, except for a few recent studies. There remains a comprehensive literary heritage that deserves further investigation within Turkish academic community. Hence, the primary aim of this study is to introduce Walter Norden within the context of the German tradition of administrative science. Despite Norden's claims to reestablish this tradition, this study highlights his departure from the approach that considers the state as the object of administrative science and emphasizes his intriguing 1 Assist. Prof. Dr., İsmail Bahadır Turan, Bahcesehir Cyprus University, ismailbahadir.turan@baucyprus.edu.tr 189 proposal to apply market/business techniques within the government. Moreover, it examines Norden's endeavors to have administrative science established as a separate discipline in universities and promote the acquisition of this specialized education for government officials. Additionally, the study elucidates the fundamental principles underlying Norden's attempt to create an independent administrative science, separate from mainstream approaches that merge law and economics. Regarding its purpose, this theoretical study is expected to complement recent works in Turkish literature concerning the historical emergence and development of German administrative science and to introduce Norden and his unique administrative science approach, thereby fostering a discussion on alternative perspectives. Furthermore, with an explanatory approach, this study primarily relies on primary sources, including Norden's writings within the context of administrative science, and, to some extent, the works of other German scholars related to his research. Keywords: german administrative science, public administration, administrative science study, administrative law, walter norden 190 Bürokraside Devlet Yönetimi Bilgisi Üreten Araştırmacı Kurullar: Tetkik Heyetleri Şeyma Eşki Çaylak1 Özet Kamu yönetim bilimi (devlet yönetimi) alanında yönetim (idare) bilgisinin akademik birim ve kadrolar tarafından üretildiği bilinmektedir. Oysa akademi dışında yönetim bilgisini doğrudan bürokrasiden üreten; bürokraside, devlet yönetimine ilişkin konular ile yabancı memleketlerin idari mevzuat ve uygulamalarını incelemek, takip etmek ve yayımlamak amacıyla kurulan birimler ve araştırma yapmakla görevlendirilmiş kadrolar bulunmaktadır. Erken Cumhuriyet döneminde idari yapılanmanın nasıl olması gerektiği üzerine çalışmaların reform alanlarında ve uzmanlık alanlarında tetkik heyetleri eliyle yürütüldüğü anlaşılmaktadır (Ertürk Keskin, 2012: 4). Bu bağlamda tarihsel süreçte farklı amaçlar ve farklı yapılanmalar içerisinde oluşturulan tetkik heyetlerine (seyyar tetkik heyetleri, mülkiye tetkik heti vb.) rastlamak mümkündür. Bürokraside hizmet sunmanın/yönetmenin bilgisinin üretildiği bu mekanizmalardan biri 1944 yılında 4618 sayılı Kanun ile İçişleri Bakanlığı bünyesinde kurulan Tetkik Heyetidir. Bakanlık yapılanması içinde araştırma-geliştirme kimliği ile bilinen bu birimde görev yapmış olan Hakkı Haydar Berksun, Hayri Orhun ve Vecihi Tönük başta olmak üzere Abdülhalim Tevfik Alyot, Sıddık Tümerkan ve Naci Babacan gibi bürokratlar görev süresince bu birimin kuruluş amaçları kapsamında idari teşkilat, yerel yönetimler, idari vesayet, kamulaştırma, kolluk ve güvenlik, karşılaştırmalı kamu yönetimi, farklı ülkelerin siyasal yönetsel sistemleri, kamu görevlileri/personel yönetimi konulu çalışmalarıyla kamu yönetimi alanına önemli katkılar sağlamıştır. Tetkik Heyetleri, farklı konular bağlamında çalışmalarda ele alınmış olmakla birlikte araştırma-geliştirme faaliyetleri kapsamında kamu yönetim bilimine katkıları bakımından daha önce incelenmemiş bir konudur. Bu açıdan Tetkik Heyetleri ve “araştırmacı kadrosu” yönetim bilgisini bürokrasiden üreten birimler olarak alanda görünür ve bilinir değildir. Bu sorundan hareketle çalışmanın amaçları şu şekildedir: Birincisi, akademi dışında araştırma yapmakla görevlendirilmiş birimlerden biri olan İçişleri Bakanlığı Tetkik Heyeti’ni “araştırmacı kadrosu” ve çalışmalarıyla birlikte kamu yönetimine katkıları bakımından değerlendirmektir. İkincisi, kamu yönetim bilimine önemli katkılar sağlamış olmalarına rağmen adları hiç duyulmamış ya da hakkında çok az bilgi bulunan Tetkik Heyeti’nin bürokrat yazarlarını ve eserlerini, Cumhuriyet’in 100. yılında alana tanıtmak, kazandırmaktır. Üçüncüsü ise bu konuda, kamu yönetimi alanındaki bilgi boşluğunu doldurabilmektir. Alanda tespit edilen bir eksikliği/sorunu gidermeye yönelik belirlenen bu amaçlar, çalışmayı özgün ve önemli kılmaktadır. Bu çalışma konu bakımından İçişleri Bakanlığı Tetkik Heyeti’ne, zaman bakımından ise 1944-1983 dönemine odaklıdır. Nedeni, bu Birim’in kuruluş tarihi olan 1944 yılından 1 Arş. Gör. Dr., Şeyma Eşki Çaylak, Muş Alparslan Üniversitesi, seymaa.eski@gmail.com 191 kaldırıldığı 1983 yılına kadar varlık göstermiş olması; bürokraside araştırmacılıkla görevlendirilmiş birim ve kadroları kamu yönetim bilimine katkıları bakımından en iyi temsil ettiği düşüncesidir. Bu kapsamda öncelikle “tetkik” kavramının anlamı ortaya koyulmaktadır. Bununla birlikte çalışma her ne kadar belli bir dönemle sınırlı olsa da idari sisteme ilişkin çalışmalarıyla Türk idare yapısı ve işleyişine ilişkin bilgi üreten, idari sisteme yön veren ve sistemin gelişimine katkı sağlayan tarihsel süreçte faaliyet göstermiş Seyyar Tetkik Heyetleri, Mülkiye Tetkik Heyeti ve Maliye Bakanlığı Tetkik Heyeti gibi diğer birimler ele alınmakta ve kuruluş amaçları ve faaliyetleri ilgili mevzuat metinleri ve heyet raporları üzerinden genel olarak değerlendirilmektedir. Sonrasında ise İçişleri Bakanlığı Tetkik Heyeti’nin tarihsel gelişimi ve örgütlenme süreci (amacı, görevleri ile uygulamaları) incelenmekte; “araştırmacı kadrosunun”, görevleri süresince yayımlanmış eserleri üzerinden kamu yönetimi alanına hangi konularda katkı sağladığı ortaya koyulmakta ve bu Birim, kamu yönetimi alanındaki yeri ve önemi bakımından tartışılmaktadır. Ayrıca çalışmada, Tetkik Heyeti’nde görev yapmış araştırmacı bürokratların kitaplarının ve Türk İdare Dergisi gibi alanın önemli süreli yayınlarında yer alan makale ve çeviri yazılarının bir dökümü sunulmaktadır. Bu kapsamda çalışma, araştırma yöntemi bakımından nitel, araştırmanın tipi bakımından betimleyici ve açıklayıcı, odaklanılan zamana göre kesitsel; veri toplama bakımından literatür taraması, mevzuat ve doküman (gazete, rapor, tutanaklar vb.) incelemesi tekniklerinin kullanıldığı bir çalışmadır. Anahtar Kelimeler: idare, devlet yönetimi, tetkik, tetkik heyeti, içişleri bakanlığı 192 Research Committees Generating State Administration Knowledge in Bureaucracy: Inspection Committees Şeyma Eşki Çaylak 1 Abstract In the field of public administration (government), it is known that knowledge of administration is produced by academic institutions and personnel. However, outside of academia, there are units and personnel within the bureaucracy that directly generate knowledge of administration. These units and personnel are established with the aim of examining, monitoring, and publishing topics related to state management within the bureaucracy, as well as studying the administrative regulations and practices of foreign countries. It is understood that during the early Republican period, studies on how the administrative structure should be organized were carried out through inspection committees in the fields of reform and expertise (Ertürk Keskin, 2012: 4). In this context, it is possible to come across various inspection committees (such as mobile inspection committees, civil service inspection committees, etc.) that were established with different purposes and organizational structures throughout the historical process. One of the mechanisms where knowledge about providing/managing services in the bureaucracy is produced is the Inspection Committee, which was established within the Ministry of Interior through Law No. 4618 in the year 1944. During their tenure at this unit known for its research and development identity within the ministry's organization, bureaucrats like Hakkı Haydar Berksun, Hayri Orhun, Vecihi Tönük, Abdülhalim Tevfik Alyot, Sıddık Tümerkan, and Naci Babacan made significant contributions to the field of public administration. They conducted studies on topics related to the objectives of this unit, such as administrative organization, local governments, administrative guardianship, expropriation, law enforcement and security, comparative public administration, and the political-administrative systems of different countries, as part of their responsibilities. Although Inspection Committees have been involved in studies on various subjects, their contributions to public administration science within the context of research and development activities have not been previously examined as a subject. From this perspective, Inspection Committees and their "research personnel" are not visible and wellknown units in the field that generate management knowledge from the bureaucracy. With this problem in mind, the objectives of the study are as follows: First, to evaluate the Ministry of Interior's Inspection Committee as one of the units tasked with conducting research outside academia, considering its "research personnel" and contributions to public administration. Second, to introduce and bring attention to the bureaucratic authors and their works within the Inspection Committee who have made significant contributions to public administration science but remain relatively unknown or have little information available about them, especially as the Republic reaches its 100th year. Third, to fill the knowledge gap 1 Res. Assist. Dr., Şeyma Eşki Çaylak, Muş Alparslan University, seymaa.eski@gmail.com 193 in the field of public administration. These goals identified to address a deficiency/problem in the field make the study both original and significant. This study focuses on the Ministry of Interior's Inspection Committee in terms of its subject and covers the period from 1944 to 1983. The reason is that this Unit existed from its establishment in 1944 until its abolition in 1983. The reason for this is that this unit existed from its establishment in 1944 until it was merged with the Ministry of Interior's Research Planning Coordination Board in 1981. It is believed that during this time frame, this unit and its personnel tasked with research within the bureaucracy best represent contributions to public administration science. Within this scope, firstly, the meaning of the term "tetkik" (inspection) is clarified. Additionally, although the study is limited to a specific period, it addresses other units such as the Mobile Inspection Committees, Civil Service Inspection Committee, and Ministry of Finance Inspection Committee, which operated during the historical process, produced information related to the administrative system, influenced the administrative system, and contributed to its development. Their objectives and activities are generally evaluated based on relevant legislative texts and committee reports. Following that, the historical development and organizational process of the Ministry of Interior's Inspection Committee (its purpose, duties, and practices) are examined. The contributions of the "research personnel" to the field of public administration are identified based on the works published during their tenure, and the significance and place of this unit in the field of public administration are discussed. Additionally, in the study, an inventory of books written by the research bureaucrats who served in the Inspection Committee and articles and translated writings published in important periodicals in the field, such as the "Türk İdare Dergisi" (Turkish Administrative Journal), is presented. In this context, the study is qualitative in terms of research method, descriptive and explanatory in terms of research type, cross-sectional according to the focused time frame, and it employs data collection techniques such as literature review and examination of legislation and documents (newspapers, reports, minutes, etc.). Keywords: administration, government, inspection, inspection committee, Ministry of Interior 194 1999’dan 2023’e; Depreme Müdahalede Yönetişimsizlik Boyutunu Koordinasyon Ekseninde Tartışmak Asmin Kavas1 Özet Türkiye, doğal kaynaklı birçok afet türünün sıklıkta yaşandığı bir ülkedir. Uluslararası düzeyde yapılan çalışmalar da Türkiye’yi yüksek risk kategorisinde yer alan ülkeler arasında belirlemişlerdir. Ülkelerin deprem gibi doğal afetlerle mücadele edebilme kapasitelerini ölçen INFORM Risk Endeksi’ne göre 191 ülke arasından Türkiye, 45’inci sırada yer almaktadır (European Commision, 2021). 2021 yılı verilerine göre Türkiye en yüksek risk kategorisine sahip ülkeler arasında değerlendirilmiştir. Yapılan hesaplamaya göre Türkiye’nin doğal afetlerle karşı karşıya kalma riski 10 üzerinden 9; incinebilirlik puanı 5 üzerinden 4,9; başa çıkma kapasitesi ise 10 üzerinden 3,2 puan olarak kaydedilmiştir. Bu sonuçlar Türkiye’nin afet riski altında olduğu ve bu risklerle baş edebilme kabiliyetinin ise yeterli olmadığını göstermektedir. Ruhr Üniversitesi (Uluslararası Hukuk, Barış ve Silahlı Çatışma Enstitüsü) tarafından geliştirilen Dünya Risk Endeksi ise 27 gösterge seti üzerinden ülkelerin risk durumunu ölçen diğer bir endeks türüdür (Türk Kızılay Akademi, 2021). 181 ülkenin değerlendirildiği endekste Türkiye, 5.03 puan ile (116. sırada) en yüksek risk grubunda yer alan ülkeler arasında belirlenmiştir. Uluslararası düzeyde yapılan tüm bu endeksler Türkiye’nin, depreme karşı riskli bir konumda olduğunu göstermektedir. Deprem riski yüksek olan Türkiye’de afet yönetimi, 2. Dünya Savaşı sonrasında sivil savunma hizmetleri çerçevesinde gelişmiş ve kriz durumlarına müdahale bağlamında şekillenmiştir. Afet yönetimi yazınında Türkiye gibi üniter devlet yapısına haiz ülkelerde merkeziyetçi bir afet yönetimi içerisinde kurumlar arasındaki eşgüdüm ve uyumsuzluk çoğu zaman eleştirilmiştir. Söz konusu eleştirilerin temelinde Türkiye’nin uzun yıllar boyunca sürekli olarak afet gerçekleştikten sonraki süreçlere önem verdiği, bu süreçleri yeterli ölçüde koordine edemediği, sakınım ve risk yönetimi planlarına uygun imar düzenlemelerinin yapılmadığı yatmaktadır. 1999 Marmara Depremi’nin Türk afet yönetim sisteminde bir kırılma noktası olduğuna dair yorumlarda mevcuttur. Fakat aradan geçen 23 yıl sonra 6 Şubat 2023 tarihinde 11 ili etkileyen merkez üssü Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan depremleri, Türkiye’nin afet yönetim sistemindeki koordinasyonsuzluğunu gün yüzüne çıkarmıştır. Bu çalışma kapsamında 1999 depreminden bu yana aradan geçen 23 yılda uygulamaya konulan afet yönetimi politikaları üzerinden koordinasyonsuzluğun boyutlarını göstermektir. İçerik analizi yöntemine dayanılarak geliştirilen bu çalışmada; afet yönetiminde koordinasyonsuzluğun boyutları ölçülmeye çalışılmıştır. Çalışma kapsamında: “Son 23 yılda yürürlüğe konulan afet politikaları dikkate alınarak, 6 Şubat tarihli depremler üzerinden yaşanılan koordinasyonsuzluğun boyutları nelerdir?” sorusuna yanıt aranmaya çalışılmıştır. Çalışmanın temel hedefi ise Türkiye’de afet yönetimine ilişkin geliştirilen politika ve faaliyet alanlarını tespit ederek, 6 Şubat tarihinde yaşanılan depremlerde oluşan 1 Doç. Dr., Asmin Kavas, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, asminkavas@gmail.com 195 koordinasyon alanına yönelik somut politika önerileri üzerinden genel çıkarımlar yapmaktır. Anahtar Kelimeler: deprem, koordinasyon, afet yönetimi, afetlerle mücadele 196 Discussing the Dimension of Governance in Earthquake Response from 1999 to 2023 in terms of Coordination Asmin Kavas 1 Abstract In Turkey, a country with a high earthquake risk, disaster management has evolved within the framework of civil defense services following World War II, focusing on crisis intervention. In the literature of disaster management, centralized disaster management in countries with a unitary state structure like Turkey has often been criticized for lack of coordination and compatibility between institutions. These criticisms stem from the fact that Turkey has continuously prioritized post-disaster processes after a catastrophe, but has struggled to adequately coordinate these processes and implement mitigation and risk management plans through proper urban planning. The 1999 Marmara earthquake is considered a turning point in the Turkish disaster management system. However, after 23 years, the earthquakes that struck 11 provinces on February 6, 2023, with their epicenter in Kahramanmaraş, Pazarcık, and Elbistan, brought to light the lack of coordination in Turkey's disaster management system. The aim of this study is to demonstrate the dimensions of this lack of coordination through the disaster management policies implemented since the 1999 earthquake. Employing content analysis, this study attempts to measure the extent of coordination problems in disaster management. The main focus of the study is to identify the policies and areas of activity developed for disaster management in Turkey and to draw general conclusions based on concrete policy recommendations concerning the coordination issues that emerged during the earthquakes on February 6th. By taking into account the disaster policies enacted over the past 23 years, the study aims to answer the question: "What are the dimensions of the lack of coordination experienced through the earthquakes that occurred on February 6th?" The ultimate goal is to propose tangible policy recommendations related to the coordination field observed during the February 6th earthquakes and to make broader inferences about disaster management in Turkey. Keywords: earthquake, coordination, disaster management, disaster response. 1 Assoc. Prof. Dr., Asmin Kavas, Eskisehir Osmangazi University, asminkavas@gmail.com 197 İKİNCİ GÜN: BİRİNCİ OTURUM 27.10.2023 9:30-10:45 Eymir Salonu Eğitim ve Araştırma Oturum Başkanı: Cengiz Ekiz Bürokrasi ile Üniversite Arasında Bir İdari Reform Kurumu: Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (1953-1980) An Administrative Reform Institution Between Bureaucracy and University: Public Administration Institute for Turkey and the Middle East (1953-1980) Vefa Can Kaya Türkiye’de Bilimsel ve Teknik Konularda İdari Karar Süreçlerinde Yaşanan Zayıflama: TÜBİTAK Örneği Administrative Decision Making Processes in Scientific and Technical Issues in Turkey: The Case of TÜBİTAK D. Çiğdem Sever Yükseköğretimde Fiili Kısmi Özerklikten Hiyerarşik Bürokrasiye: Türkiye’de “Girişimci Üniversite” Modelinin Uygulanabilirliği From De facto Partial Autonomy to Hierarchical Bureaucracy in Higher Education: Applicability of the “Entrepreneurial University” Model in Turkey Eren Delice 1920’den 2023’e: Akademisyen Milletvekilleri Üzerine Bir İnceleme 1920 to 2023: A Study on Academic Members of Parliament Erhan Ezici 198 Bürokrasi ile Üniversite Arasında Bir İdari Reform Kurumu: Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (1953-1980) Vefa Can Kaya1 Özet Bu çalışma, İkinci Dünya Savaşı sonrası gündeme gelen idari reform tasarılarının bir sonucu olarak Türk hükümeti ile Birleşmiş Milletler arasında bir yardım anlaşması mucibince kurulan Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’nün (TODAİE) idari reform dönemindeki etkinliğini ele almaktadır. TODAİE’nin kuruluşunda ikili bir misyon göze çarpmaktadır: bürokrasi ile ilişkisi bağlamında memurların çağdaş kamu yönetimi eğitimi doğrultusunda yetiştirilmesi ile orta ve üst düzeyde kamu yöneticilerinin yetiştirilmesine imkân sağlaması; üniversite ile ilişkisi bağlamında ise idarenin ve genel olarak ülkenin pratik ihtiyaçlarını önceleyen bir araştırma kültürünün yaygınlaştırılması. Bu ikili misyon birlikte düşünüldüğünde TODAİE’nin kuruluşundaki temel gayenin, idari reform ortamının oluşmasına zemin hazırlayarak bu doğrultuda üniversite ile bürokrasi arasında köprü vazifesi ifa etmek olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Çalışmanın amacı, TODAİE’nin kuruluş misyonu doğrultusunda idari reform sürecindeki etkinliğini tartışmaktır. Bu bağlamda çalışmada nesnel dönüşümlere odaklanan tarihsel yöntemle birlikte TODAİE’nin öncülüğünde hazırlanan ve idari reform sürecinin çıktılarını oluşturan rapor ve doküman analizinin yanı sıra, kurum içi geliştirilen stratejilerin değişen koşullara TODAİE’yi nasıl uyarladığını anlayabilmek için Enstitü tarihinde etkili olmuş kişilerin anıları, anekdotlar ve dijital sözlü tarih görüşmeleri veri olarak kullanılmıştır. Çalışmada öncelikle İkinci Dünya Savaşı sonrası Türk idari gündemi bağlamında idari reform süreci ele alınmaktadır. Daha sonra idari reform çabalarının ardında nasıl bir zihniyetin olduğu ve bürokrasinin yeniden yapılandırılmasında ilgili zihniyetin rolü tartışılmaktadır. Bu bağlamda TODAİE’nin ilgili dönemde idari reformun hem öznesi hem de nesnesi olarak nasıl bir konumda yer aldığı ele alınmaktadır. TODAİE’nin idari reformun yürütüldüğü ve tartışıldığı bir merkez olmasına karşın bürokrasinin yeniden yapılandırıldığı 1960’lı yıllarda talep ettiği statüye ve konuma kavuşamadığı görülmektedir. Çalışmada TODAİE’nin kendi misyonunu niçin gerçekleştiremediği akademik, hukuki ve örgütsel yönden, aynı zamanda siyaset-bürokrasi ilişkileri açısından tartışılmaktadır. Nihayetinde ülkenin siyasi, sosyal ve ekonomik olarak krize girdiği 1970’li yılların kaotik atmosferinde idari reform tasarılarının gündemden düşmesi, TODAİE’nin kuruluş misyonundan uzaklaşarak akademik bir kuruma dönüşmesine zemin hazırlamıştır. Bu çalışmanın, TODAİE’nin dönüşüm dinamiklerini anlamaya ve açıklamaya çalışarak Türk kamu yönetimi tarihine ilişkin eleştirel bir sorgulamayı mümkün kılmayı hedeflediği söylenebilir. Anahtar Kelimeler: idari reform, todaie, türk bürokrasisi, türk kamu yönetimi tarihi. 1 Dr. Öğr. Üyesi, Vefa Can Kaya, Samsun Üniversitesi, vefa.kaya@samsun.edu.tr 199 An Administrative Reform Institution Between Bureaucracy and University: Public Administration Institute for Turkey and the Middle East (1953-1980) Vefa Can Kaya1 Abstract This study examines the effectiveness of the Public Administration Institute for Turkey and the Middle East (TODAIE), which was established under an aid agreement between the Turkish government and the United Nations as a result of the administrative reform proposals following the Second World War, during the administrative reform period. A dual mission draws attention in the establishment of TODAIE: to train civil servants in line with contemporary public administration education in the context of its relationship with bureaucracy and to enable the training middle and senior level public managers; and, in the context of its relationship with the university, the dissemination of a research culture that prioritizes the practical needs of the administration and the country in general. When this dual mission is considered together, it becomes clear that the main purpose of the establishment of TODAIE is to prepare the ground for the formation of an administrative reform environment and, accordingly, to serve as a bridge between the university and the bureaucracy. The aim of the study is to discuss the effectiveness of TODAIE in the administrative reform process in line with its founding mission. In this context, the historical method focusing on objective transformations is used in the study, as well as report and document analysis prepared under the leadership of TODAIE and constituting the outputs of the administrative reform process. In addition, in order to understand how the strategies developed in-house adapted TODAIE to changing conditions, memories, anecdotes and digital oral history interviews of influential people in the history of the Institute were used as data. This study primarily discusses the administrative reform process in the context of the Turkish administrative agenda after the Second World War. Then, the mentality behind the administrative reform efforts and the role of the relevant mentality in the restructuring of the bureaucracy are discussed. In this context, the position of TODAIE as both the subject and object of administrative reform in the relevant period is discussed. Although TODAIE was a center where administrative reform was carried out and discussed, it is seen that it could not achieve the status and position it demanded in the 1960s, when the bureaucracy was restructured. In the study, it is discussed why TODAIE could not achieve its mission in terms of academic, legal and organizational aspects, as well as in terms of politics-bureaucracy relations. Ultimately, in the chaotic atmosphere of the 1970s, when the country entered a sociopolitical and economic crisis, administrative reform plans fell off the agenda, paving the way for TODAIE to move away from its founding mission and turn into an academic institution. It can be said that this study aims to enable a critical inquiry into the history of Turkish public administration by trying to understand and explain the transformation dynamics of TODAIE. Keywords: administrative reform, todaie, turkish bureaucracy, turkish public administration history. 1 Assist. Prof. Dr., Vefa Can Kaya, Samsun University, vefa.kaya@samsun.edu.tr 200 Türkiye’de Bilimsel ve Teknik Konularda İdari Karar Süreçlerinde Yaşanan Zayıflama: TÜBİTAK Örneği D. Çiğdem Sever1 Özet Türkiye’de önce 2011 teşkilat reformlarıyla, sonra 2017 Anayasa değişikliklerinin ardından çok sayıda cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle (CBK) idare yeniden yapılandırılmıştır. Yürütmenin güçlendirilmesi eğilimi olarak ifade edilen bu süreçte bir yandan teşkilat yapısı, bir yandan da karar alma süreçlerinde önemli değişimler yaşanmıştır. Bu değişimlerin önemli bir aracı yasamayı etkisizleştiren CBK’ler ve cumhurbaşkanının pek çok konuda tek karar makamı haline gelmesi olmuştur. Yürütmenin bu şekilde güçlenmesine ve idarenin kolluk yetkilerinde merkezi otoritenin genişlemesine karşılık, bir yandan da idarede özellikle teknik ve uzmanlık gerektiren konularda önemli bir zayıflama yaşandığı görülür. İlk bakışta güvenlikçi politikalar ve olağanüstü rejimin olağanlaşması karşısında idarenin güçlendiği gibi bir izlenim doğsa da aslında güçlenen idare değil, eski anlamını yitiren ve dönüşen yürütme olmuştur. İdare aygıtı esas olarak kamu hizmeti sunma ve toplumsal ihtiyaçları karşılama işleviyle, siyasal işlevden ayrışan ve bir idare tekniği, hatta pek çok zaman bilimsel ve teknik konularla ilgili karar alma süreçlerini de içeren bir yapıdır. 2017 sonrasında cumhurbaşkanı tek başına başka bir makama gerek olmaksızın karar alan bir makam haline getirilirken, ilgili normlarda alabileceği kararlar bakımından güçlü kriterler geliştirilmemiş ve bu şekilde takdir yetkisinin sınırları da belirsizleşmiştir. Sistem değişikliği doğrultusunda mevzuatta Bakanlar Kurulu’nun alacağı kararların neredeyse tamamının Cumhurbaşkanı tarafından alınmasıyla kolektif işlem türünün azalması beklenen bir etkidir. Ancak durum bunu aşan bir niteliktedir. Başbakanın hatta bakanın alacağı kararlar dahi bu kapsamda görülmüş, ama daha önemlisi özellikle teknik konularda gündeme gelen karma işlem usulünden vazgeçilmiştir. Karma işlemler, birden çok makamın belli bir sırayla iradelerini aynı yönde açıklamaları yoluyla alınırlar. Bir makamın teklifi, uygun görüşü, onayı, aday belirleme, işlem taslağı hazırlama gibi bir irade açıklamasının ardından kararın başka bir makam tarafından alınmasını ifade eder. 700 sayılı KHK ile sadece Bakanlar Kurulu/başbakan ifadeleri değiştirilmekle kalmamış; 220’e yakın karma işlem örneği cumhurbaşkanınca kurulan basit işleme dönüştürülmüştür. Karma işlemler ortadan kalkarken bir yandan da liyakat koşulları ortadan kaldırılmıştır. Teknik bir alan olan afet yönetiminden bir örnek vermek gerekirse, AFAD Başkan ve daire başkanları için “görev alanıyla ilgili en az beş yıllık iş tecrübesine sahip olma” koşulu varken 2018 yılı itibariyle dört yıllık lisans programından mezun olmak dışında hiçbir koşul kalmamıştır. Maddedeki daire başkanı statüsüne karşılık gelen Afetlere Müdahale Genel Müdürü’nün ilahiyat mezunu olması ve bu makama doğrudan Diyanet İşleri Başkanlığı 1 Doç. Dr., D. Çiğdem Sever, Atılım Üniversitesi, cigdemsvr@gmail.com 201 kadrosundan atanabilmesi bu değişikliğin bir sonucudur. Buna benzer örnekleri rektörler ve TÜBİTAK yönetimi gibi bilimsel konularda da görmek mümkündür. Bilimsel ve teknik alanlardaki zayıflama, katılımcı ve çoğulcu yapıların yerini merkeziyetçi yapılara bırakmasında da görülür. Sadece merkezi idarede değil, kurumların kendi içinde de merkeziyetçi yapılar yaygınlaşmıştır. Örneğin AFAD ilk kurulduğunda yer alan Yüksek Kurul ile Koordinasyon Kurulu 2018’de kaldırılmış, Danışma Kurulu başta korunmuş, 2020 yılında o da kaldırılmıştır. Tübitak örneğinde Bilim Kurulu baskınken günümüzde yerini başkancı yapıya bırakmış, üniversitelerde de tek başına cumhurbaşkanınca atanan rektör baskın hale gelmiştir. Benzer şekilde meslek odaları teknik pek çok konuda karar alma süreçlerinden dışlanmıştır. Oysa teknik uzmanlık gerektiren alanlarda idarenin hem kendi içerisinde farklı uzmanların/makamların, hem de başta kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları ve üniversiteler gibi paydaşların dahil edilmeleri, yani karar alma süreçlerinin katılımcılık ve çoğulculuk yoluyla güçlendirilmesi bilimsel standartlar ve idare tekniği açısından daha etkili ve verimli olunmasını sağlayabilecektir. Bu nedenle çalışmada, başta özerk ve demokratik niteliğiyle ön plana çıkan TÜBİTAK örneği üzerinden yaşanan bu tahribat incelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Merkezileşme, karar alma süreçleri, liyakat, katılımcılık, çoğulculuk 202 Administrative Decision Making Processes in Scientific and Technical Issues in Turkey: The Case of TÜBİTAK D. Çiğdem Sever1 Abstract It is possible to refer to a tendency towards centralisation and empowerment of the executive in the administrative structure in Turkey, which started during the 12 September period and became more pronounced with the 2017 constitutional amendments. In recent years, the erosion of the principle of legality, both in terms of the basis and the quality of law, especially with the 2011 organisational reform and the 2017 constitutional amendments, has had an impact on many institutions. Today, a significant part of the administrative organisation is regulated by presidential decrees; since the norm density of these regulations is low, merit conditions are not determined, the mixed procedure method is not preferred, and the central administration (mainly the president) is granted broad powers and especially indefinite discretionary power. In this organisational structure, not only a democratic regression in terms of local governments, but also public institutions are transformed in the administrative structure. It is possible to see traces of this trend in an institution such as TÜBİTAK, which has policy-making and decision-making functions in scientific fields. Founded in 1963 as a unique model, TÜBİTAK's legislation has undergone significant changes in terms of organisation. Established in 1963 as an autonomous organisation with an elected decisionmaking body, merit conditions, and limited powers of the central administration, TÜBİTAK's structure was changed first in 1987, then in 1993, 2003, 2005, 2008, 2011 and finally in 2018. As a result of these amendments, although the legislation states that the Institution is autonomous, there are no mechanisms to ensure autonomy, there are no norms on merit conditions, and it has become a centralised, non-participatory and non-pluralistic structure. All these changes correspond to a periodic transformation in the administration. This transformation shows that the decline in democracy in Turkey should also be read in relation to a weakening in the administration while the political pillar of the executive is strengthening. Keywords: centralisation, freedom of science, competence, participation, pluralism 1 Assoc. Prof. Dr., D. Çiğdem Sever, Atılım University, cigdemsvr@gmail.com 203 Yükseköğretimde Fiili Kısmi Özerklikten Hiyerarşik Bürokrasiye: Türkiye’de “Girişimci Üniversite” Modelinin Uygulanabilirliği Eren Delice1 Özet Bu çalışma girişimci üniversite pratiklerinin uygulanabilirliğini Türkiye’de üniversite özerkliği üzerinden değerlendirmeyi amaçlamıştır. Çalışmada öncelikle girişimci üniversitenin literatüre girişi, gelişimi ve uygulama pratikleri anlatılmıştır. Sonraki bölüm özerklik kavramını tanımlamış ve özerkliği politik, yapısal, yönetsel ve mali olmak üzere dört farklı boyutta ele almıştır. Dört farklı boyutta ele alınan özerklik kavramı, bu boyutlar arasındaki ilişkiye göre teoride kalmakta veya pratiğe geçmektedir. Girişimci üniversite için tespit edilen 20 farklı uygulama, dört farklı özerklik boyutuna göre gruplandırılmıştır. Çalışmanın son bölümünde, dört farklı özerklik grubuna ayrılan 20 farklı uygulama Türkiye’deki üniversiteler üzerinden değerlendirilmiştir. Üniversitelerin girişimci pratikleri uygulamak için sahip olduğu yetkilere öncelikle mevzuat üzerinden teorik özerklik bağlamında bakılmıştır. Türkiye’de üniversitelerin mevzuatsal olarak girişimci pratikleri uygulamaya doğrudan yetkilerinin olmadığı tespit edilmiştir. Üniversiteler bu yetkileri büyük oranda Yükseköğretim Kurulu (YÖK)’ün onayıyla kullanabilmektedir. Ayrıca üniversitelerin kamu kaynaklarına olan bağlılığı ve kalem bütçe uygulaması üniversitelerin mali özerkliğini büyük ölçüde sınırlandırmaktadır. Nihai olarak üniversitelerin girişimci uygulamaları tek başlarına bağımsız olarak hayata geçirebilecek yetkilerinin büyük ölçüde olmadığını söyleyebiliriz. Kısıtlı sayıda var olan yetkilerin kullanımında da önemli mali kısıtlamalar olduğunu belirtebiliriz. Türkiye’de son dönemde yapılan, rektörlerin doğrudan cumhurbaşkanınca atanması gibi, düzenlemelerin üniversiteleri tamamen merkezden yönetilen kurumlar haline getirdiğinin tespitini yapabiliriz. Belirtmemiz gereken bu çalışmada tek tek üniversite pratiklerine bakılmadığı, kamu üniversitelerinin teorik, mevzuatsal, düzeyde sahip oldukları özerklik düzeylerinin değerlendirildiği belirtilmelidir. Muhakkak her üniversitenin kendi fiili özerklik durumu farklılaşabilmektedir. Bunun tespiti farklı bir çalışmanın konusudur. Nihai olarak çalışmanın ilk bölümünde teorik olarak ortaya koyduğumuz girişimci üniversitenin oluşmasına ortam hazırlayan özerklik durumunun Türkiye’de olmadığının tespitini yapabiliriz. Anahtar Kelimeler: girişimci üniversite, özerklik, yükseköğretim 1 Doktora Öğrencisi, Eren Delice, Ankara Üniversitesi, deliceeren@gmail.com 204 From De facto Partial Autonomy to Hierarchical Bureaucracy in Higher Education: Applicability of the “Entrepreneurial University” Model in Turkey Eren Delice1 Abstract This study aimed to evaluate the applicability of entrepreneurial university practices through university autonomy in Turkey. In the study, first of all, the introduction of the entrepreneurial university to the literature, its development and application practices are explained. The next section defined the concept of autonomy and discussed it in four different dimensions: political, structural, administrative and financial. The concept of autonomy, which is handled in four different dimensions, remains in theory or goes into practice according to the relationship between these dimensions. 20 different applications identified for the entrepreneurial university are grouped according to four different autonomy dimensions. In the last part of the study, 20 different applications divided into four different autonomy groups were evaluated through universities in Turkey. The powers of universities to implement entrepreneurial practices were first looked at in the context of theoretical autonomy through legislation. It has been determined that universities in Turkey do not have direct legal authority to implement entrepreneurial practices. Universities can use these powers mostly with the approval of Council of Higher Education (YÖK). In addition, the dependence of universities on public resources and the implementation of the item budget greatly restrict the financial autonomy of universities. Finally, we can say that universities do not have the authority to implement entrepreneurial practices independently. We can also state that there are significant financial constraints in the use of the limited number of powers. We can determine that universities completely centrally managed institutions by the recent regulations in Turkey, such as the direct appointment of rectors by the president. It should be noted that in this study, university practices were not examined one by one. The autonomy of public universities at the theoretical, legislative level have been evaluated. Undoubtedly, the actual autonomy situation of each university may differ. The determination of this is the subject of a different study. Finally, we can determine that the autonomy situation that we put forward theoretically in the first part of the study, which prepares the environment for the formation of the entrepreneurial university, is not in Turkey. Keywords: entrepreneurial university, autonomy, higher education. 1 PhD Student, Eren Delice, Ankara Üniversitesi, deliceeren@gmail.com 205 1920’DEN 2023’E: Akademisyen Milletvekilleri Üzerine Bir İnceleme Erhan Ezici1 Özet Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun mağlubiyeti ve ülkenin işgale uğraması sonrasında Anadolu’da başlayan Milli Mücadelenin en önemli aşamalarından birisinin 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) açılması olduğu bilinmektedir. Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Anadolu’nun temsilcileri, Ankara’da açılan yeni mecliste toplanmış ve sonraki süreçte Milli Mücadele başarı ile sonuçlanmıştır. TBMM’nin açıldığı günden günümüze, Mecliste birçok meslekten binlerce milletvekili görev yapmıştır. Görev yapan milletvekillerinin profilleri incelendiğinde bazı mesleklerin genellikle ön planda olduğu görülmektedir. Özellikle son dönemlerde hukuk işleri ile uğraşan avukat, savcı ve hâkim gibi hukukçular, tıp doktorları ve akademisyenler, TBMM’ye seçilen milletvekilleri içindeki en kalabalık mesleki grupları oluşturmuşlardır. Bu kapsamda TBMM’de birçok akademisyen milletvekilinin yanı sıra hükümetlerde de akademisyenlerin bakan ve başbakan olarak sıklıkla görev aldıkları görülmektedir. Cumhuriyetin 100 yıllık gelişiminde akademisyenlerin sayısının artışı doğal olarak üniversite sayılarındaki artışla doğrudan ilişkilidir. Yine akademisyenlerin uzmanlık alanlarına göre toplumda fikirleri alınan bir meslek grubu olması, bu meslek grubuna toplum içinde önemli bir prestij kazandırmıştır. Toplumun uzman kesimini oluşturan bu meslek grubunun siyasete de ilgi duyması sürpriz olmasa gerektir. Bu kapsamda aktif siyaset içinde yer akademisyenlere ek olarak danışmanlık yapanlar, proje ve rapor hazırlayanlar vb. de bulunmaktadır. İletişim imkânlarının arttığı günümüzde televizyon ve gazetelere ek olarak internetin sunduğu imkânlardan yararlanan akademisyenler, görüşlerini milyonlarca kişiye ulaştırabilmektedir. Toplumsal problemler hakkında görüş ve çözüm önerilerini, sosyal medya araçları üzerinde yazıları ve videolarıyla halka daha rahat ulaştırabilen akademisyenler, toplumda belirli bir güvenilirlik ve tanınırlık seviyesine de ulaşmaktadırlar. Örneğin Twitter üzerinden birçok akademisyen siyaset, ekonomi, dış politika, tarih, deprem ve afetler gibi örnekleri artırılabilecek birçok konuda görüşlerini belirtmektedir. Bu duruma siyaset arenasında da örnekler vermek mümkündür. Bu kapsamda birçok akademisyen aktif siyaset yaşamı içinde milletvekili ve bakan olarak yer almaktadırlar. Konunun kapsamının genişliği nedeniyle, inceleme alanı yalnızca akademisyen milletvekilleri ile sınırlandırılmıştır. Bu çalışmada Cumhuriyetin 100 yıllık tarihi içinde TBMM’de görev yapmış akademisyen milletvekilleri incelenecektir. 100 yıllık süreçte akademisyenlerin milletvekilliğine seçilmeleri, seçildikleri siyasal parti, çalıştıkları bilim alanları, unvan, seçildikleri il ve yıllar içinde akademisyen milletvekilleri sayısındaki değişim gibi kriteler üzerinden, akademisyen milletvekillerinin genel bir incelemesi ele alınacaktır. 103 yıllık sürecin tek aşamada incelenmesi yerine Milli Mücadele dönemi, 19231946 arası dönem, 1946-1960 arası dönem, 1960-1980 arası dönem, 1980-2002 arası dönem ve 1 Arş. Gör. Dr., Erhan Ezici, Uşak Üniversitesi, erhan.ezici@usak.edu.tr 206 2002-2023 arası dönem şeklinde ayrımlar yapılarak, Türk siyasal hayatı anlatımlarında sıkça kullanılan dönemlendirmeler üzerinden incelenecektir. Böylece ilgili dönemlerin kendi içinde incelenmesine ek olarak dönemler arası karşılaştırmalar yapılarak, Cumhuriyetin 100 yıllık sürecindeki akademisyen milletvekilleri ile ilgili bazı sonuçların elde edilmesi amaçlanmaktadır. Anahtar Kelimeler: akademisyen, üniversite, siyasal parti, siyasal katılım. 207 1920 to 2023: A Study on Academic Members of Parliament Erhan Ezici1 Abstract It is known that one of the most important stages of the National Struggle, that started in Anatolia after the defeat of the Ottoman Empire and the occupation of the country after the First World War, was the opening of the Grand National Assembly of Turkey (TBMM) on 23 April 1920. Under the leadership of Mustafa Kemal Atatürk, the representatives of Anatolia gathered in the new parliament opened in Ankara and the National Struggle was successfully concluded in the following process. Since the opening of the Turkish Grand National Assembly, thousands of deputies from many professions have served in the Parliament. When the profiles of the deputies are analysed, it is seen that some professions are generally at the forefront. Especially in recent years, lawyers, prosecutors, judges, medical doctors and academics have constituted the most populous professional groups among the deputies elected to the TBMM. In this context, it is observed that in addition to many academic deputies in the TBMM, academics frequently serve as ministers and prime ministers in governments. In the 100-year development of the Republic, the increase in the number of academics is naturally directly related to the increase in the number of universities. Again, the fact that academics are a professional group whose opinions are taken into consideration in the society according to their areas of expertise has given this professional group an important prestige in the society. It should not be surprising that this professional group, which constitutes the expert segment of the society, is also interested in politics. In this context, in addition to academics who are actively involved in politics, there are also those who provide consultancy, prepare projects and reports, etc. In today's world where communication opportunities have increased, academics who benefit from the opportunities offered by the internet in addition to television and newspapers can convey their views to millions of people. Academics, who can convey their opinions and solution suggestions about social problems to the public more easily with their articles and videos on social media tools, also reach a certain level of credibility and recognition in society. For example, many academics express their opinions on many topics such as politics, economy, foreign policy, history, earthquakes and disasters on Twitter. It is also possible to give examples of this situation in the political arena. In this context, many academics take part in active political life as MPs and ministers. Due to the breadth of the scope of the subject, the area of examination is limited only to academic MPs. In this study, academic deputies who served in the Grand National Assembly of Turkey during the 100-year history of the Republic will be analysed. In the 100-year period, a general analysis of academic deputies will be discussed through criteria such as the election of academicians to parliament, the political party they were elected, 1 Res. Assist. Dr., Erhan Ezici, Uşak University, erhan.ezici@usak.edu.tr 208 the fields of science they work in, title, the province where they were elected and the change in the number of academic deputies over the years.Instead of analysing the 103year period in a single stage, the period of National Struggle, the period between 19231946, the period between 1946-1960, the period between 1960-1980, the period between 1980-2002 and the period between 2002-2023 will be examined through the periodisations frequently used in the narratives of Turkish political life. Thus, in addition to examining the relevant periods within themselves, it is aimed to obtain some results about the academic deputies in the 100-year period of the Republic by making comparisons between the periods. Keywords: academician, university, political party, political participation. 209 İKİNCİ GÜN: İKİNCİ OTURUM 27.10.2023 11:00-12:15 Yalıncak Salonu Hukuk ve Demokrasi Oturum Başkanı: Meral Sağır Öztoprak Anayasa Değişikliği Referandumlarında %50+1 Yeterli Midir?: İstatistiksel Bir Analiz Is 50% + 1 Sufficient in Constitutional Amendment Referendums?: A Statistical Analysis Gökhan Dönmez, Mehmet Vedat Pazarlıoğlu Anayasa Mahkemesinin Tarihine ve İşlevine Dair Post-Post Kemalist Bir Okuma Denemesi A Post-Post-Kemalist Reading Attempt on the History and Function of the Constitutional Court Berke Özenç Çevre Protestolarını Parti Siyasetinin Üstünde Tutma Mücadelesi: Cerattepe Örneği A Struggle to Keep Environmental Protests Above Party Politics: The Cerattepe Case Mesut Karakoç, Büşra Söylemez-Karakoç Sendika Özgürlüğü Güvencesinin Geliştirilmesi Üzerine Öneriler: 6356 Sayılı Kanun’un 25. Maddesinin Yeniden Değerlendirilmesi Suggestions on Improving the Security of Trade Union Freedom: Re-evaluation of Article 25 of Law No. 6356 Naim Göktaş, Orhan Ertuğrul Onur 210 Anayasa Değişikliği Referandumlarında %50+1 Yeterli midir?: İstatistiksel Bir Analiz* Gökhan Dönmez1 Mehmet Vedat Pazarlıoğlu2 Özet Türkiye’de, tarihsel süreç içinde, 1961 Anayasası’ndan bugüne kadar anayasa kabulü ve değişiklikleri ile ilgili toplamda yedi adet referandum yapılmıştır. İlk olarak 1961 Anayasası’nın kabulü referandumu, takip eden referandum ise 1982 Anayasası’nın kabulü referandumudur. Daha sonra yapılan referandumlar ise anayasa değişiklikleri ile ilgilidir. Bunlar sırasıyla, 1982 Anayasası'nın geçici 4. maddesi ile getirilen “siyasal yasakların kaldırılması” hususuyla ilgili olarak düzenlenen 1987 Türkiye anayasa değişikliği referandumu, 1982 Anayasası’nın 127. maddesindeki yerel seçimlerin 1 yıl erkene alınması için düzenlenen 1988 Türkiye anayasa değişikliği referandumu, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi başta olmak üzere birtakım anayasa değişikliklerinin yapılması ve geçici 18 ve 19. maddelerinin eklenmesi için düzenlenen 2007 Türkiye anayasa değişikliği referandumu, Anayasa Mahkemesi’nin yapısı, görevleri ve Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının sağlanması ile ilgili olarak düzenlenen 2010 Türkiye anayasa değişikliği referandumu ve son olarak da temelde parlamenter/yarı parlamenter hükümet sisteminin terkedilerek, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişi sağlayan 2017 Türkiye anayasa değişikliği referandumudur. 1982 Anayasası’nın 175. maddesine göre anayasayı değiştirmek için üye tamsayısının en az üçte biri (200 mv) tarafından yazılı teklif verilmesi, yine Meclis üye tam sayısının 3/5 (360 mv), 2/3(400 mv) ve üzeri bir sayıda nitelikli çoğunluk gerekmektedir. Diğer taraftan 27. dönem milletvekillerinin eğitim düzeyine ilişkin bilgiler incelendiğinde 8 mv.’nin (%1) ilköğretim, 38 mv.’nin(%6) ortaöğretim, 313 mv.’nin (%54) lisans, 154 mv.’nin (%27) yüksek lisans, 63 mv.’nin (%11) ise doktora mezunu olduğu görülmektedir. Milletvekillerinin meslek gruplarına ilişkin bilgiler incelendiğinde ise 44 akademisyen, 3 asker, 30 bürokrat/yönetici, 5 diş hekimi, 33 eğitimci, 25 ekonomist, 17 gazeteci/yazar, 127 hukukçu, 14 eczacı, 5 din görevlisi, 106 iş insanı,15 mali müşavir, 74 mimar/mühendis, 26 siyasetçi, 43 tıp doktoru, 4 sporcu ve 13 diğer meslek gruplarından olduğu görülmektedir. Meclis’i oluşturan milletvekillerinin eğitim seviyelerinin çok büyük oranda yüksek olduğu ve iyi meslek gruplarına dâhil oldukları yadsınamaz bir gerçektir. Bu seviyedeki bir grubun anayasayı değiştirmek için tabi tutuldukları oran yukarıda da belirtildiği üzere nitelikli çoğunluktur. Diğer bir ifadeyle anayasa koyucu bu kadar eğitimli bir grubun anayasayı Bu çalışmanın analizleri Prof. Dr. Mehmet Vedat Pazarlıoğlu tarafından yapılmıştır. Doç. Dr, Gökhan Dönmez, Bitlis Eren Üniversitesi, gokhan.donmez@yahoo.com 2 Prof. Dr. (E), Mehmet Vedat Pazarlıoğlu, Dokuz Eylül Üniversitesi, mvpazarlioglu@gmail.com * 1 211 değiştirmesi için 3/5 ve 2/3 gibi nitelikli çoğunluk kuralını getirmiştir. Ancak, anayasa değişikliği halkoylamasına götürüldüğünde ise durum değişmektedir. Halkoylamasında geçerli oyların yarısının bir fazlası elde edildiği durumda anayasa değiştirilebilmektedir. TBMM’de anayasa değişikliği için nitelikli çoğunluk aranırken halkoylamasındaki %50+1 oranı anayasanın değiştirilebilmesi için gerçekten yeterli midir sorusuna bu çalışmada cevap aranacaktır. Bir başka ifade ile yüz kişinin oy kullandığı bir yerde, elli bir kişinin kararına mı uymanın ne derece daha adil ve doğru olduğu sorusu istatistiki analiz ile değerlendirilecektir. Bu amaçla 1987 itibaren yapılmış olan beş adet halk oylaması sonuçlarına üzerine önerilen nitelikli çoğunluk oranları kullanılarak sonuçlar arasında istatistiki olarak anlamlı bir fark olup olmadığı ortaya konulacaktır. Anahtar Kelimeler: referandum, nitelikli çoğunluk, anlamlılık testleri 212 Is 50% + 1 Sufficient in Constitutional Amendment Referendums?: A Statistical Analysis* Gökhan Dönmez1 Mehmet Vedat Pazarlıoğlu2 Abstract In Turkey, there have been a total of seven referendums on the adoption and amendment of constitutions in the historical process since the 1961 Constitution. The first referendum was the referendum on the adoption of the 1961 Constitution, followed by the referendum on the adoption of the 1982 Constitution. These were, respectively, the 1987 Turkish constitutional amendment referendum on the "lifting of political bans" introduced by Provisional Article 4 of the 1982 Constitution, The 1988 referendum on constitutional amendments in Turkey, which was organized to bring forward the local elections by one year under Article 127 of the 1982 Constitution; the 2007 referendum on constitutional amendments in Turkey, which was organized to make a number of constitutional amendments, including the election of the President by the people and the addition of provisional Articles 18 and 19; the 2010 referendum on constitutional amendments in Turkey, which was organized on the structure and duties of the Constitutional Court and the provision of the right of individual application to the Constitutional Court; and finally the 2017 referendum on constitutional amendments in Turkey, which basically abolished the parliamentary/semi-parliamentary system of government and introduced the presidential system of government. According to Article 175 of the 1982 Constitution, a written proposal by at least one third of the total number of members (200 MPs) and a qualified majority of 3/5 (360 MPs), 2/3 (400 MPs) and above are required to amend the constitution. On the other hand, when the educational level of the 27th term MPs is analyzed, it is seen that 8 MPs (1%) have primary education, 38 MPs (6%) have secondary education, 313 MPs (54%) have bachelor's degree, 154 MPs (27%) have master's degree and 63 MPs (11%) have doctorate degree. When the information on the occupational groups of the MPs is analyzed, it is seen that there are 44 academicians, 3 soldiers, 30 bureaucrats/administrators, 5 dentists, 33 educators, 25 economists, 17 journalists/writers, 127 lawyers, 14 pharmacists, 5 religious officials, 106 business people, 15 financial advisors, 74 architects/engineers, 26 politicians, 43 medical doctors, 4 athletes and 13 from other occupational groups. It is an undeniable fact that the members of parliament have a very high level of education and belong to good professional groups. As mentioned above, the ratio to which a group at this level is subjected in order to amend the constitution is the qualified majority. In other words, the constitution-maker has introduced the qualified majority rule of 3/5 and The analysis of this study was conducted by Prof. Dr. Mehmet Vedat Pazarlıoğlu. Assoc. Prof. Dr., Gökhan Dönmez, Bitlis Eren University, gokhan.donmez@yahoo.com 2 Prof. Dr. (E), Mehmet Vedat Pazarlıoğlu, Dokuz Eylül University, mvpazarlioglu@gmail.com. * 1 213 2/3 for such an educated group to amend the constitution. However, the situation changes when the constitutional amendment is put to a referendum. In a referendum, the constitution can be amended if more than half of the valid votes are obtained. While a qualified majority is required for constitutional amendments in the Turkish Grand National Assembly, this study will seek an answer to the question of whether the 50%+1 ratio in the referendum is really sufficient to amend the constitution. In other words, the question of to what extent it is more fair and correct to follow the decision of fifty-one people where one hundred people voted will be evaluated through statistical analysis. For this purpose, the results of five referendums held since the 1987 will be analyzed to determine whether there is a statistically significant difference between the results by using the proposed qualified majority ratios. Keywords: referendum, qualified majority, significance tests 214 Anayasa Mahkemesinin Tarihine ve İşlevine dair Post-Post Kemalist Bir Okuma Denemesi Berke Özenç 1 Özet 1961 Anayasası’yla birlikte Türkiye’de siyasi rejimin temel kurumlarından biri haline gelen Anayasa Mahkemesi, kuruluşundan bu güne siyasi ve hukuki tartışmaların odağında yer alıyor. Bu tartışmalarda, özellikle 1990’lı yıllardan itibaren güçlenen ve literatürde postKemalizm olarak adlandırılan yaklaşımın, Anayasa Mahkemesini demokratikleşmenin önündeki engellerden biri olarak nitelendirdiği göze çarpar. Bir dönem siyaset bilimcilerin yanı sıra kamu hukukçuları arasında da önemli bir ağırlık kazanan post-Kemalist yaklaşıma göre Anayasa Mahkemesi, Türkiye’nin modernleşme sürecinde otoriter merkezin çevre üzerindeki baskısını kurumsallaştıran bir vesayet organı olarak, Kemalist hegemonyanın korunması için tasarlanmış ve süreç içinde tam da bu amaca uygun olarak işlevini yerine getirmiştir. Bu sunumda, post-Kemalist yaklaşımın, Anayasa Mahkemesinin inşa süreci ve faaliyetlerini indirgemeci bir bakış açısıyla ele almasının sorunlu yanları ve olumsuz sonuçları tartışmaya açılacaktır. Bu çerçevede ilk olarak anayasa yargısının kurumsallaşmasına yönelik arayışların 1960 darbesinin çok daha öncesinde kamu hukuku doktrininde, yargısal içtihatlarda ve siyasi parti programlarında görünür olduğu ortaya konacak, ardından Mahkemenin kurumsal yapısına ve işlevine dair 1961 Anayasası’nın hazırlık çalışmaları sırasında yürütülen tartışmalar ele alınacaktır. Her iki olgu aracılığıyla, Anayasa Mahkemesinin inşa sürecinin yegâne dinamiğinin otoriter vesayetçi kaygılar olmadığı, bu süreçte, 1924 Anayasası’nda yansımasını bulan çoğunlukçu demokrasi anlayışının yarattığı sorunlara yönelik çözüm arayışının önemli bir rol oynadığı açıklanmaya çalışılacaktır. Post-Kemalist yaklaşımın eleştirisinin diğer bir dayanağı, Anayasa Mahkemesinin bir yandan siyasi parti kapatma davaları aracılığıyla laiklik ve milliyetçilik ilkelerinin siyasi koruyuculuğu rolünü üstlendiği, diğer yandan temel hak ve özgürlükleri baskılamak amacıyla hukuki denetimin sınırlarını aşarak yargısal aktivizme kaydığıdır. Bu iddiaları sınamak adına ikinci bölümünde Anayasa Mahkemesinin 1961 ve 1982 Anayasası döneminde geliştirdiği içtihadının ana hatları incelenecektir. Bu bölümde ileri sürülecek iddia, Anayasa Mahkemesinin üyelerinin oy tercihlerinin ve içtihadının bütünlüklü bir okumasının, Mahkemeyi basitçe Kemalist bir vesayet kurumu olarak nitelendirmenin hatalı olduğunu kanıtladığıdır. Kuşkusuz Anayasa Mahkemesinin hukuki argümanlarının zayıflığı ya da temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan yorum tercihleri nedeniyle eleştiriye açık kararları bulunmaktadır. Buna karşın Mahkemenin özgürlüklere alan açan ve siyasi iktidarın keyfiliğini önleyen içtihadi bir birikime sahip olduğu da inkâr edilemez. Fakat Türkiye’nin siyasi yaşamını merkez-çevre paradigması ışığında okumanın bir yansıması olarak, gerek Mahkemenin kuruluş sürecindeki farklı dinamikler, gerekse içtihadi birikimindeki çeşitlilik 1 Doç. Dr., Berke Özenç, Türk-Alman Üniversitesi, ozenc@tau.edu.tr 215 yok sayılmış, bunun sonucunda Anayasa Mahkemesinin içtihadının eleştirisinin yerini, anayasa yargısının gayri meşruluğuna dair iddia almıştır. Bu yaklaşım, siyasi iktidarın sınırlandırılması açısından önem taşıyan bu kurumun, merkezin parçası olduğu gerekçesiyle işlevsizleştirilmesinde ve çevreyi temsil ettiği için demokrasinin katalizörü olduğu varsayılan siyasi iktidar bloğunun denetlenemez hale gelmesinde dikkate değer bir etki yaratmıştır. Sunumun son bölümünde, Anayasa Mahkemesinin işlevinin, hukuk ve siyaset ilişkisini dikkate alan bir bakış açısıyla yeniden değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülecektir. Basitleştirilmiş bir merkez-çevre paradigması uyarınca merkezde konumlandırılan Anayasa Mahkemesinin de dâhil olduğu kurumların vesayetle özdeşleştirilmesi, kurumsal özerkliğin değersizleştirilmesi sonucunu doğurmuştur. Oysa kurumsal yapılar bir yandan süreç içinde oluşturdukları birikim aracılığıyla belirli düzeyde bir özerkliğe kavuşabilir, diğer yandan bu özerklik sayesinde siyasi ve toplumsal mücadelelerin etkileri kurumların karar ve işlemlerine yansıyabilir. Kuşkusuz kurumsal özerklik, toplumsal mücadelelerin özgürlük taleplerinin kamu idaresine yansımasını mutlak olarak sağlamaz, fakat bunu olanaklı kılar. 1970’li yıllardan itibaren, toplumsal taleplerin ve iktidar bloğu içindeki çatışmaların yarattığı konjonktürün, Anayasa Mahkemesi kararlarının özgürlükçü bir yöne evrilmesinde oynadığı rol, bu olanağın bir sonucu olarak değerlendirilebilir. 1980 Darbesinin ardından yürürlüğe giren pek çok kanununun Anayasanın geçici 15. maddesi aracılığıyla anayasal denetimden masun kılınması ve 1982 Anayasası’nda Anayasa Mahkemesinin yetkilerinin kısıtlanması da benzer bir şekilde, kurumsal özerkliğin olanakları karşısında dönemin iktidar bloğu tarafından alınmış bir tedbir olarak nitelendirilebilir. Fakat bu dönüşümler açısından esas kırılmaya yol açan, 2010 yılından itibaren yapısal ve anlık siyasi müdahaleler aracılığıyla kurumsal özerkliği zayıflayan Anayasa Mahkemesinin siyasi iktidarı sınırlandırma işlevini büyük ölçüde yitirmesi olmuştur. Kamu idaresinde kurumların önemini gösteren bu gelişmeler, Türkiye’nin anayasal bir demokrasiye geçiş sürecinde akılda tutulması gereken önemli dersler barındırır. Anahtar Kelimeler: Post Kemalizm, Anayasa Mahkemesi, otoriterleşme, kurumlar, hukuk-siyaset ilişkisi 216 A Post-Post-Kemalist Reading Attempt on the History and Function of the Constitutional Court Berke Özenç1 Abstract With the 1961 Constitution, the Constitutional Court became one of the fundamental institutions of the political regime in Turkey and has been at the centre of political and legal debates since its establishment. In these debates, it is noteworthy that the approach called post-Kemalism in the literature, which has gained strength especially since the 1990s, characterises the Constitutional Court as one of the obstacles to democratisation. According to the post-Kemalist approach, which gained significant weight among political scientists as well as public lawyers, the Constitutional Court, as a tutelary organ that institutionalises the pressure of the authoritarian centre on the periphery in Turkey's modernisation process, was designed for the protection of Kemalist hegemony and fulfilled its function in accordance with this purpose in the ongoing period. In this presentation, the problematic aspects and negative consequences of the postKemalist approach's reductionist approach to the establishment process and activities of the Constitutional Court will be discussed. In this framework, firstly, it will be demonstrated that the quest for the institutionalisation of the constitutional review was visible in public law doctrine, judicial jurisprudence and political party programmes long before the 1960 coup d'état, and secondly, the discussions on the institutional structure and function of the Court during the drafting process of the 1961 Constitution will be examined. Through both phenomena, it will be tried to demonstrate that authoritarian tutelary concerns were not the sole dynamics of the construction process of the Constitutional Court, but rather the search for solutions to the problems created by the majoritarian understanding of democracy reflected in the 1924 Constitution played an important role in this process. Another criticism against the Constitutional Court by the post-Kemalist approach is that, on the one hand, the Court has assumed the role of political guardian of the principles of secularism and nationalism through political party closure cases, and on the other hand, it has shifted to judicial activism by exceeding the limits of constitutional review in order to suppress fundamental rights and freedoms. In order to test these claims, the second part of this chapter will analyse the main lines of the jurisprudence developed by the Constitutional Court during the 1961 and 1982 Constitutional periods. The claim to be put forward in this section is that a holistic reading of the voting preferences of the members of the Constitutional Court and its jurisprudence proves the inadequacy of characterising the Court solely as a Kemalist tutelage institution. Without doubt, Constitutional Court has decisions that are open to criticism due to the weakness of its legal arguments or its interpretation methods that restrict fundamental rights and freedoms. In spite of this, it 1 Assoc. Prof. Dr., Berke Özenç, Türk-Alman University, ozenc@tau.edu.tr 217 cannot be denied that the Court has a jurisprudential accumulation that gives room for freedoms and prevents the arbitrariness of the political power. However, as a reflection of reading Turkey's political life in the light of the centre-periphery paradigm, both the different dynamics in the establishment process of the Court and the diversity in its caselaw have been ignored, and as a result, the criticism of the jurisprudence of the Constitutional Court has been replaced by claims about the illegitimacy of the constitutional review. In assertion of the political power bloc as being a representative of the periphery and the catalyst of democracy, this paradigm has led to the dysfunctionalisation of the Constitutional Court, which has been a crucial apparatus in limiting political power, and thereby has had a remarkable effect in rendering the political power bloc unaccountable. In the final part of the presentation, it will be argued that the function of the Constitutional Court should be re-evaluated from a perspective that takes into account the relationship between law and politics. The identification of institutions, including the Constitutional Court, which is positioned at the centre according to a simplified centre-periphery paradigm, with tutelage has resulted in the devaluation of institutional autonomy. However, institutional structures, on the one hand can attain a certain level of autonomy through the accumulation of expertise in the process, and on the other hand, thanks to this autonomy, the effects of political and social struggles can be reflected in the decisions and actions of institutions. Undoubtedly, institutional autonomy does not necessarily ensure the reflection of the freedom demands of social struggles on public administration, but it does make this possible. The role played by the conjuncture created by social demands and conflicts within the ruling bloc in the evolution of the Constitutional Court's decisions in a libertarian direction since 1970s can be considered as a consequence of this possibility. Following the 1980 coup d'état, many of the enacted laws were rendered exempt from constitutional review through the provisional Article 15 of the Constitution and the powers of the Constitutional Court were restricted in the 1982 Constitution, which can similarly be characterised as a measure taken by the ruling bloc in the face of the possibilities of institutional autonomy. However, the weakening of the Constitutional Court's institutional autonomy through structural and ad hoc political interventions since 2010 has created the main rupture in this process and caused the Court losing its function of limiting political power to a great extent. These developments, which demonstrate the importance of institutions in public administration, hold important lessons that should be kept in mind in Turkey's transition to a constitutional democracy. Keywords: Post Kemalism, Constitutional Court, authoritarianisation, institutions, hhe relationship between law and politics 218 Çevre Protestolarını Parti Siyasetinin Üstünde Tutma Mücadelesi: Cerattepe Örneği Mesut Karakoç1 Büşra Söylemez-Karakoç2 Özet Artvin ilinde altın ve bakır çıkarılmasına yönelik Cerattepe maden projesi 1980'lerin ortalarından beri ihtilaflı olmuştur. Blokajlar, oturma eylemleri, sosyal medya protestoları, davalar ve imzalı dilekçeler şeklinde gösterilen yerel direniş, 2015-2016 yıllarında zirve yaptı. Bu makale, Cerattepe maden projesine karşı yapılan protestoları motivasyonları, stratejileri, sınırları ve siyaset algıları açısından analiz etmektedir. Orijinal bir anket analizi (N=253) yaparak, yerel halkın maden projesine karşı çıkma konusunda meşru konumunu korumak için aktivizmlerini parti politikalarının üzerinde bir çerçeveye oturttuğunu bulduk. Ulusal düzeydeki siyasi partilerin protestoları siyasallaştırma girişimlerine rağmen bu strateji yıllarca bozulmadan kalmıştır. Bu stratejiyi, Türkiye’nin kendine özgü ekonomi politik bağlamı, yani güçlü ve merkezi devlet geleneği, ekonomik kalkınmaya olan aşırı ihtiyacı ve yüksek düzeyde siyasi kutuplaşma ile açıklıyoruz. Bu çalışma genel olarak, Türkiye'de çevre sorunları odaklı aktivizmin önündeki zorluklara dair bir kavrayış sunmakta ve yerel halkın çevreye zarar veren bir maden projesine direniş stratejilerini incelemektedir. Anahtar Kelimeler: Cerattepe maden projesi, çevre hareketleri, konu odaklı aktivizm, yerel protestolar, altın ve bakır çıkartma. A Struggle to Keep Environmental Protests Above Party Politics: The Cerattepe Case 1 Öğr. Göv. Dr., Mesut Karakoç, Adana Alparslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesi, mkarakoc@atu.edu.tr 2 Dr. Öğr. Üyesi, Büşra Söylemez-Karakoç, Northwestern Üniversitesi, busrasoylemezkarakoc@gmail.com 219 Mesut Karakoç1 Büşra Söylemez-Karakoç2 Abstract The Cerattepe mining project for the extraction of gold and copper in the city of Artvin has been controversial since the mid-1980s. Local resistance against the project peaked in 20152016 in the form of blockages, sit-ins, social media protests, litigations, and signed petitions. This paper analyzes protests against the Cerattepe mining project in terms of their motivations, strategies, limitations, and political perceptions. Through an original survey analysis (N=253) and interview data, we find that the locals frame their activism as above party politics to keep a legitimate position in resisting the mining project. This strategy has remained intact for several years despite the politicization attempts of resistance from national-level political parties. We explain this strategy with the national consensus on prioritizing economic growth over environmental issues, neoliberal developmentalism with strong state support for private companies, and high levels of political polarization in society. Overall, the study offers an understanding of the challenges in front of environmental issue-based activism in Turkey and reveals the strategies of locals in resisting an environmentally destructive mining project. Keywords: Cerattepe mining project, environmental movements, issue-based activism, local protests, gold and copper extraction 1 Lecturer Dr., Mesut Karakoç, Adana Alparslan Türkeş Science and Technologyy University, mkarakoc@atu.edu.tr 2Assist. Prof. Dr., Büşra Söylemez-Karakoç, Northwestern University, busrasoylemezkarakoc@gmail.com 220 Sendika Özgürlüğü Güvencesinin Geliştirilmesi Üzerine Öneriler: 6356 Sayılı Kanun’un 25. Maddesinin Yeniden Değerlendirilmesi Naim Göktaş1 Orhan Ertuğrul Onur2 Özet Neo-liberal paradigmanın hâkim olmasıyla birlikte sosyo-ekonomik alanda büyük dönüşümler yaşanmıştır. Bu paradigma, sıklıkla, devletlerin müdahaleci rolünün asgari düzeye çekilmesi ve bunun yerine piyasa mekanizmasının azami ölçüde işletilmesi bağlamında ifade edilmektedir. Fakat yaşanılan dönüşüm mercek altına alındığında, aslında devletlerin refah sağlayan niteliklerinin zayıfladığı ama buna karşılık pek çok alanda düzenleyici işlevlerinin sermaye yanlı olarak artan oranda devam ettiği görülmektedir. Bu çerçevede devletlerin, söz konusu işlevlerini yürütebilmek amacıyla öncelikle hukuku tanzim ettikleri bilinmektedir. Çalışma ilişkileri özelinde bakıldığında, yasaların büyük ölçüde işçi maliyetlerini düşürmek üzerinden şekillenen sermaye birikim stratejisine uygun olarak tasarlandığı anlaşılmaktadır. Bunun sonucunda ise hâlihazırda güvencesizliği bizzat deneyimleyenlerin yanı sıra güvencesizlik riskiyle her an karşı karşıya olan geniş bir işçi kitlesinin mevcut olduğu görülmektedir. Böylelikle, hukukun bir anlamda güvencesizliğin hukuku olarak yeniden inşa edilmesinin yansıması olarak akışkan bir güvencesizlik olgusu çalışma hayatında hüküm sürmektedir. Güvencesizliğin giderek artan düzeyde hissedilip yaşandığı çalışma hayatında, işverenler karşısında korumasız durumda bulunan işçiler için sendika üyesi olmak iş güvencesi de dâhil olmak üzere çeşitli kazanımlar sağlayan önemli bir haktır. Dahası sendikalaşma hakkı, uluslararası düzenlemelere konu olması sebebiyle evrensel nitelikte bir hak konumundadır. Nitekim ILO'nun 87 sayılı ve 98 sayılı sözleşmeleri başta olmak üzere temel hak ve özgürlükleri düzenleyen pek çok uluslararası belgede sendikal haklar güvence altına alınmıştır. Söz konusu uluslararası belgeler, Türkiye’nin de dâhil olduğu taraf devletlerin çalışma hayatına ilişkin iç hukuklarını belli bir düzeyde şekillendirmektedir. Buna rağmen ülkemizdeki ulusal mevzuat sendikal hakların kullanımına ilişkin birtakım eksiklikler barındırmaktadır. Hatta bireysel ve kolektif sendika özgürlüğünü olumsuz yönde etkileyecek düzenlemeler, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nda yer almaktadır. Ülkemizdeki sendikalı işçi ve toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçi oranlarının düşüklüğü ile mevcut yasal düzenlemeler arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Bu nedenle 6356 sayılı yasanın sendika özgürlüğünün güvencesi ile ilgili bölümünün analiz edilmesi gerekmektedir. 6356 sayılı yasanın 25. maddesi sendika özgürlüğünün güvencesini düzenlemiştir. Bu maddeye göre; işe alımda, iş ilişkisinin devamında ve işe son vermede işveren sendikal Arş. Gör., Naim Göktaş, İstanbul Gelişim Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi, ngoktas@gelisim.edu.tr Öğr. Gör., Orhan Ertuğrul Onur, Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu, orhannonurr@gmail.com 1 2 221 nedenlerle ayrımcılık yapamaz. İşverenin yasaya aykırı fiilleri gerçekleşirse, sendikal ayrımcılığa maruz kalan işçi en az bir yıllık ücreti tutarında sendikal tazminata hak kazanır. Ayrıca sözleşmesi sendikal nedenle feshedilen işçi, iş güvencesi hükümlerine göre işe iade talebiyle dava açabilir. Mahkemece sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiği kesinleşen işçi sendikal tazminatla birlikte işe başlama başvurusu yapmak şartıyla en çok dört aya kadar olan boşta geçen süre ücretine de hak kazanır. Sendikal tazminat için ise başvuru şartı aranmaz. Ancak işverenin işe başlatmadığı durumda, iş güvencesi tazminatına hükmedilemez. Bu maddedeki hükümler mutlak emredici olarak düzenlenmiş ve yasanın toplu iş sözleşmesi ya da iş sözleşmesi yoluyla değiştirilebilmesinin önüne geçilmiştir. Yasanın 25. maddesi, bireysel sendika özgürlüğünü güvence altına almaktan uzaktır. Sendikal nedenle işten çıkartılan ve mahkemece haklılığı kesinleşen işçi bu maddeye göre sadece tazminat alabilmekte ve işe yeniden başlayıp başlamaması işverenin inisiyatifine bırakılmaktadır. Ayrıca işverenin işe başlatmadığı durumda, işe başlatmama tazminatına da hükmedilemediğinden işveren için işçinin işe başlatılması ya da başlatılmaması arasında hiçbir farklılık bulunmamakta ve yaptığı fiilden dolayı işveren ek olarak bir yaptırıma maruz kalmamaktadır. Bu olgular, AİHM’nin Tek Gıda-İş Sendikası’nın başvurusu üzerine verdiği kararda da vurgulanmaktadır. Bu çalışmada, 6356 sayılı yasanın sendika özgürlüğünün güvencesini düzenleyen 25. maddesinin yetersizliğini ortaya koymak ve sendikal güvencenin geliştirilmesi için maddenin değiştirilmesine yönelik öneriler sunmak amaçlanmıştır. Yöntem olarak doküman analizinin benimsendiği çalışmada, ilgili yasanın söz konusu maddesinin sendika özgürlüğünün güvencesini kısıtlayıcı yönü açıklanmış ve bunu gidermek için aynı yasanın 24. maddesinde düzenlenen işyeri sendika temsilcisinin güvencesinin örnek alınarak değiştirilmesi önerilmiştir. Ayrıca iş sözleşmesi sendikal nedenle feshedilen işçiyi işverenin işe başlatmadığı durumda iş güvencesi tazminatı ödemesi gerekliliği de ikincil bir öneri olarak ifade edilmiştir. Son yıllarda sendikalar güç kaybederken ve işçiler daha fazla güvencesizlikle karşılaşırken bireysel sendika özgürlüğünü ve dolayısıyla kolektif sendika özgürlüğünü genişletmeye yönelik öneriler getirmesi, bu çalışmanın önemini göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Sendika özgürlüğünün güvencesi, bireysel sendika özgürlüğü, kolektif sendika özgürlüğü, iş güvencesi. 222 Suggestions on Improving the Security of Trade Union Freedom: Re-evaluation of Article 25 of Law No. 6356 Naim Göktaş1 Orhan Ertuğrul Onur2 Abstract With the dominance of the neo-liberal paradigm, great transformations have taken place in the socio-economic field. This paradigm is often expressed in terms of minimizing the interventionist role of the state and instead maximizing the operation of the market mechanism. However, when the transformation is scrutinized, it is seen that the welfareproviding qualities of states have weakened, while their regulatory functions in many areas have continued to increase in favor of capital. Within this framework, it is known that states primarily regulate the law in order to carry out these functions. In the case of labour relations, it is understood that the laws are largely designed in accordance with the capital accumulation strategy shaped by reducing labour costs. As a result, there is a large mass of workers who face the risk of precarity at any time, in addition to those who already experience precarity themselves. Thus, as a reflection of the reconstruction of law as the law of precariousness, a fluid phenomenon of precariousness prevails in working life. In working life, where precariousness is increasingly felt and experienced, being a union member is an important right that provides various gains, including job security, for workers who are vulnerable to employers. Moreover, trade union right is a universal right as it is subject to international regulations. Indeed, trade union rights are guaranteed in many international instruments regulating fundamental rights and freedoms, particularly ILO Conventions No. 87 and No. 98. These international instruments shape, to a certain extent, the domestic labour law of the state parties, including Turkey. Nevertheless, the national legislation in Turkey contains a number of deficiencies regarding the exercise of trade union rights. As a matter of fact, the Law No. 6356 on Trade Unions and Collective Bargaining Agreements includes regulations that will negatively affect individual and collective freedom of trade union. There is a direct relationship between the low rate of unionized workers and workers covered by collective labour agreements in Turkey and the existing legal regulations. Therefore, it is necessary to analyze the section of Law No. 6356 on the security of trade union freedom. Article 25 of Law No. 6356 regulates the security of freedom of trade union. According to this article; the employer cannot discriminate on trade union grounds in recruitment, continuation of the employment relationship and termination of employment. In case of unlawful acts of the employer, the employee who has been subjected to trade union discrimination is entitled to receive trade union compensation in the amount of at least one year's wage. In addition, the employee whose contract has been terminated for trade union reasons may file a lawsuit for 1 2 Res. Assist., Naim Göktaş, Istanbul Gelisim Unıversity Faculty of Applied Sciences, ngoktas@gelisim.edu.tr Lecturer, Orhan Ertuğrul Onur,Hitit University Vocational School of Social Sciences, orhannonurr@gmail.com 223 reinstatement in accordance with the provisions of job security. According to the court, the employee, whose contract is finalized to have been terminated on trade union grounds, is entitled to a maximum of four months of idle time wage, provided that applying for reemployment, together with the trade union compensation. No application is required for trade union compensation. However, in the event that the employer doesn’t approve to reinstate the employee, job security compensation cannot be awarded. The provisions in this article are regulated as absolute mandatory and prevent the law from being amended through collective bargaining agreements or labour contracts. Article 25 of the Law is far from guaranteeing individual freedom of trade union. According to this article, the employee who is dismissed for trade union reasons and whose rightful dismissal is confirmed by the court can only receive compensation and it is left to the employer's discretion whether or not to resume work. In addition, in the event that the employer does not start the employment, no compensation for non-employment cannot be awarded, so there is no difference for the employer between the employment or nonemployment of the employee and the employer is not subjected to any additional sanction due to his/her act. These facts are also emphasised in the ECHR's judgement on the application of Tek Gıda-İş Trade Union. In this study, it is aimed to reveal the inadequacy of Article 25 of Law No. 6356, which regulates the security of freedom of trade union, and to provide suggestions for the amendment of the article in order to improve trade union security. In this study, in which document analysis is adopted as the methodology, the restricting aspect of the said article of the relevant law on the security of freedom of trade union is explained and it is suggested that it should be amended by taking the guarantee of the workplace union representative regulated in Article 24 of the same law as an example. In addition, the requirement that the employer should pay a job security indemnity to an employee whose employment contract has been terminated on trade union grounds in the event that the employer does not reinstate the employee has been expressed as a secondary recommendation. The importance of this study lies in the fact that it proposes recommendations to expand individual trade union freedom, and thus collective trade union freedom, as trade unions have been losing power in recent years and workers have been facing greater precarity. Keywords: Security of trade union freedom, individual freedom of trade union, collective freedom of trade union, job security. 224 İKİNCİ GÜN: İKİNCİ OTURUM 27.10.2023 11:00-12:15 Koçumbeli Salonu Sosyal Politika Oturum Başkanı: Ezgi Seçkiner Bingöl Türkiye'de Engellilik Politikası Disability Policy in Turkey Adil Çamur Kamu Yararı Bağlamında Türkiye’de Sosyal Konut Politikaları ve Barınma Hakkı Social Housing Policies and the Rights to Housing in Turkey in the Context of Public Interest Canan Budak, Ceray Aldemir Türkiye’de Çocuk Yoksulluğu Kamu Politikalarının Çoklu Akış Yöntemi ile Analiz Edilmesi Analyzing Child Poverty Public Policies in Turkey with the Multi-Stream Method Yasemin Mamur Işıkçı, Esmeray Alacadağlı Kapsamlı Bir Sosyal Politika Aracı Olarak Temel Gelir Basic Income as an Extensive Social Policy Instrument Kenan Şahin 225 Türkiye’de Engellilik Politikası Adil Çamur1 Özet Kamu politikası, devletlerin bir toplumsal meseleye dair yaptıkları ve yapmadıkları olarak tanımlanmaktadır. Kamu politikaları, tüm yurttaşlar için gündelik yaşamda, toplumsal meselelerde ve siyasal tercihlerde etkiler yaratır. Her dönemde insan topluluklarının, toplumların ve devletlerin ilgilendiği bir mesele olan engellilik, son elli yıldır ayrı bir politika alanı haline gelmiştir. Eğitimden istihdama, özel gereksinimlerinden aile hayatlarına, kadar engelli bireylerin tüm yaşamları uygulanan kamu politikası tarafından belirlenmektedir. Engellilik politikası, en geniş tanımıyla engellilerin yaşamlarına etki eden her türlü mevzuat, kurumlar ve uygulamaları kapsamaktadır. Toplumsal bir sorun olarak ortaya çıkışından itibaren engelliliğin tanımı, engelliğe yaklaşım ve engellilik politikası hedefi değişim geçirmiştir. Geleneksel engellilik politikası, engel durumundan kaynaklanan ihtiyaçların giderilmesini hedeflemektedir. İstihdam kotası, fiziki erişilebilirlik düzenlemeleri, sosyal yardım, işaret dili tercümanı hizmeti, yardımcı teknolojilerin temini ve özel eğitim en bilinen engellilik hizmetlerindendir. Ancak son yıllarda engellilik politikasını dönüştüren gelişmeler yaşanmaktadır. Hak temelli yaklaşım olarak adlandırılan yeni politika, hizmetlerin planlanmasında ve sunumunda dönüşüm hedeflemektedir. Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme’nin (BMEHS) 2006’da imzaya açılması ve ardından çok sayıda ülke tarafından yürürlüğe konulmasıyla birlikte hak temelli yaklaşım yaygın politika hedefi haline gelmiştir. Hizmetlerin engellilerin bağımsız yaşamını destekleyici nitelikte planlanması öngörülmektedir. Bu çalışma, engellilik politikasını şekillendiren faktörleri ortaya çıkarmayı, hukuki süreçleri ve nedenlerini öğrenmeyi ve aktörleri etkileriyle birlikte anlamayı ve açıklamayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda tarihsel izleğe sahip olan çalışmada Türkiye’nin engellilik politikası geçmişinin üç döneme ayrıldığı kabul edilmektedir. Bunlardan ilki engelliliğin ayrı bir politika alanı olmadığı, engelliğin sağlık, eğitim, istihdam gibi muhtelif politika alanlarının altında yer aldığı dönemdir. Özürlüler İaresi Başkanlığı’nın (ÖZİDA) kurulmasına (1997) kadar geçen süreyi kapsamaktadır. ÖZİDA’nın kuruluşundan Engelliler Hakkında Kanun’un (EHK) kabulüne (2005) kadar geçen süre ise eski engellilik politikası dönemi olarak adlandırılmaktadır. EHK’den sonrası ile mevcut engellilik politikası dönemidir. Böylece, 100. Yılında Türkiye’nin engellilik politikasının izlediği yolun açıklanmaktadır. Çalışma, engelliliğin bir politika alanı olarak tanımlanarak farklı tarihsel ve yönetsel bağlamlarda araştırma konusu haline getirilmesi bağlamında önemlidir. Çünkü incelenen 100 yıllık süreçte engelliliğin ayrı bir politika alanı olarak ayrışması incelenmektedir. Diğer 1 Arş. Gör. Dr., Adil Çamur, Dokuz Eylül Üniversitesi, adil.camur@deu.edu.tr 226 yandan, sağlık, rehabilitasyon, eğitim, istihdam ve erişilebilirlik gibi hizmet alanları odaklı çalışmalardan farklı olarak engellilik kamu yönetimi alanı için araştırma konusu haline getirilmiştir. Merkezi idarenin engellilik politikasına odaklanan ve yerel yönetimlerin, sivil toplum kuruluşlarının ve uluslararası kurumların planlarının/faaliyetlerinin kapsam dışı kabul edildiği çalışma, doküman incelemesi, yarı yapılandırılmış görüşme ve gözlemlerden elde edilen nitel verilere dayanmaktadır. Doküman incelemesine dâhil edilen politika belgelerinden bazıları şunlardır: Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) belgeleri (genel kurul tutanakları vb.), Hükümet Programları, Avrupa Birliği (AB) Raporları ve Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Komitesi (BMEHK) raporları. Yazılı basın yansımaları diğer doküman grubunu oluşturmaktadır. Engellilik politikasının izlediği seyri tespit etmek için medya taraması yapılmıştır. Araştırma kapsamında aktivist, araştırmacı, gazeteci, siyasetçi ve bürokratlar ile yüz yüze ve uzaktan yarı yapılandırılmış görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Araştırma, gözlemle de desteklenmiştir. Bu kapsamda yaklaşık yedi yıldır sürdürülen Fakülte Engelli Öğrenci Akademik Danışmanlığı öğretici olmuştur. Bu sayede engellilik politikasının parçası olan yükseköğretim hizmetlerine dair derinlemesine gözlem yapılmış ve bilgi edinilmiştir. Araştırmanın sonucunda, engelliliğin tanımında, engelliliğe yaklaşımda ve engellilik politikası hedefinde izlenen dönüşümün Türkiye’de politika hedefi açısından karşılık bulduğu tespit edilmektedir. Engelliliğin, 90’lardan itibaren ayrı bir politika alanı haline geldiği ve hak temellilik politika hedefinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Anahtar Kelimeler: engellilik, engellilik politikası, hak temelli yaklaşım, kamu politikası. Disability Policy in Turkey 227 Adil Çamur1 Abstract Public policy is defined as what states do and do not do regarding a societal issue. Public policies have an impact on the daily lives, societal issues, and political preferences of all citizens. Disability, which has always been a matter of concern for human communities, societies, and states, has become a separate policy area in the last fifty years. From education to employment, from special needs to family life, the entire lives of disabled individuals are determined by the implemented public policy. In the broadest sense, disability policy encompasses all legislation, institutions, and practices that affect the lives of disabled individuals. Since its emergence as a societal issue, the definition of disability, the approach to disability, and the goals of disability policy have undergone changes. Traditional disability policy aims to meet the needs arising from disability. Employment quotas, physical accessibility regulations, social assistance, sign language interpreter services, the provision of assistive technologies, and special education are among the most well-known disability services. However, recent developments are transforming disability policy. The new policy, known as a rights-based approach, aims to transform the planning and delivery of services. With the signing of the United Nations Convention on the Rights of Persons with Disabilities (CRPD) in 2006 and its subsequent implementation by many countries, a rightsbased approach has become a common policy goal. It is envisaged that services should be planned to support the independent living of disabled individuals. This study aims to uncover the factors shaping disability policy, learn about the legal processes and reasons, understand and explain the actors along with their influences. In this context, the study acknowledges that Turkey's disability policy history can be divided into three periods. The first period is when disability was not a separate policy area, and disability was placed under various policy areas such as health, education, and employment. This period covers the period until the establishment of the Presidency of Administration of Turkey on Disabled People (ÖZIDA) (1997). The second one is the period from the establishment of ÖZİDA until the adoption of the Law on Disabled Persons (EHK) in 2005, and it is referred to as the former disability policy era. The last one encompasses the current disability policy era, which covers the period after EHK. Thus, the path followed by Turkey's disability policy in its 100th anniversary is explained. The study is important in the context of defining disability as a policy area and making it a subject of research in different historical and managerial contexts. It examines the separation of disability as a separate policy area over the course of 100 years, distinct from studies focusing on service areas such as health, rehabilitation, education, employment, and accessibility. The study focuses on central government disability policy and excludes plans/activities of local governments, civil society organizations, and international institutions. It is based on qualitative data obtained through document analysis, semistructured interviews, and observations. Some of the policy documents included in the 1 Res. Assist. Dr., Adil Çamur, Dokuz Eylül University, adil.camur@deu.edu.tr. 228 document analysis are: Turkish Grand National Assembly (TBMM) documents (general assembly records, etc.), Government Programs, European Union (EU) Reports, and United Nations Committee on the Rights of Persons with Disabilities (CRPD) reports. Written press reflections constitute another group of documents. Media scanning was conducted to determine the course of disability policy. In the scope of the research, semi-structured interviews were conducted face-to-face and remotely with activists, researchers, journalists, politicians, and bureaucrats. The research is supported by observation to understand the field of disability. In this context, my experience in the Faculty Disability Student Academic Advisory Service, which has been ongoing for approximately seven years, has been instructive. As a result of the research, it is determined that the transformation in the definition of disability, the approach to disability and the target of disability policy finds a response in terms of policy target in Turkey. It is understood that disability has become a separate policy area since the 90s and the right-based policy goal has been adopted. Keywords: disability, disability policy, rights-based approach, public policy. 229 Kamu Yararı Bağlamında Türkiye’de Sosyal Konut Politikaları ve Barınma Hakkı Canan Budak1 Ceray Aldemir2 Özet Kamu yararı, örgütlü toplumsal yaşayışa dair önemli anlamlara referans veren olgusal bir kavramdır. Kanunların üretilmesi ve yürütülmesi, kamu hizmeti ya da kamu politikası gibi bütün devlet pratikleri, kamu gücü ayrıcalığıyla mümkün olurken; kamu yararı bu ayrıcalığın temelini, amacını ve sınırını belirlemektedir. Kamu politikası açısından, politika döngüsünün tüm aşamalarında kamu yararıyla açıklanacak nedenler söz konusudur. Bunun spesifik örneklerinden birisi konut politikasıdır. Konut, insanların içinde barındıkları bir alandır. Ancak barınma ihtiyacının fizyolojik, psikolojik ve toplumsal boyutları nedeniyle ‘yeterli bir konut’ ile ‘evde olmak’ arasında birçok fark bulunmaktadır. Bu farklılık, barınma ihtiyacı ve konutun, devletin sorumluluğuna doğru evrildiği uzun bir geçmişe dayanmaktadır. İnsanlar tarihin ilk çağlarında barınma ihtiyaçlarını ağaç kovukları ve mağaralar gibi korunaklı doğal alanlarda gidermiştir. Tarım devriminden sonra ilkel malzemelerle toplumsal anlamdaki konut üretimi başlamış; zamanla ilerleyen mühendislik teknolojileri gelişmiş konutları ortaya çıkarmıştır. İkinci Dünya Savaşının ardından, insan hakları alanında devletlere pozitif yükümlükler getiren gelişmeler, barınmayı bir insan hakkına dönüştürmüştür. Dolayısıyla barınma ve konut konusunda devletin sorumluluğu artmıştır. Öte yandan konut, mülkiyete konu bir eşya niteliğindedir. Bu anlamıyla liberal devlet politikaları açısından konut, serbest piyasa koşullarında değişim değerine sahip bir eşyadır. Mülkiyet, medeni ve ekonomik haklardan biridir ancak bu hakkın içeriği devletlerin sosyoekonomik politikalarıyla doğrudan ilişkilidir. Barınma ise temel bir insan hakkı olması bakımından sosyal devlet anlayışının misyonudur. Sosyal konut politikası, liberal piyasa ekonomisi koşullarında barınacak bir konutun fiyatını karşılayacak ödeme gücü olmayan dezavantajlı grupların barınma hakkının gözetilmesidir. Sosyal konut politikası uygulama, kapsam ve hedef kitle açısından döneme, ülkeye ve hükümet programına göre değişiklik göstermektedir ancak temel amaç daima kamu yararı yaratmaktır. Türkiye’de sanayileşme ve buna bağlı hızlı kentleşme hareketleri, Batı Avrupa ülkelerine kıyasla daha geç yaşanmıştır. Cumhuriyetin ilanı ile yeni başkent olan Ankara yoğun göç almış ve özellikle devlet memurları barınma sıkıntısı çekmiştir. Bu nedenle cumhuriyetin ilk yıllarında, memurlara yönelik sosyal konut politikaları üretilmiştir. İkinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra sanayileşme ve ekonomik büyüme hızlanmıştır. 1948 yılında ise Marshall Yardım Planının uygulanmaya başlanmasıyla ülkeye önemli bir yabancı sermaye girişi olmuş, ayrıca traktör sayısındaki dramatik artışla tarımda makineleşme sürecine geçilmiştir. Bu gelişmeler kentlerin çekici faktörleri ile kırsal kesimlerin itici faktörlerini birleştirmiş ve kırdan 1 2 Doktor Adayı, Canan BUDAK, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, cananulku@posta.mu.edu.tr Doç. Dr., Ceray ALDEMİR, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, cerayaldemir@mu.edu.tr 230 kente doğru büyük bir göç hareketi başlamıştır. Plansız gerçekleşen bu göç hareketi nedeniyle başta İstanbul olmak üzere birçok kentte ani nüfus yoğunlaşmaları yaşanmış ve kentlerin mevcut olanakları, nüfusun ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalmıştır. Bu durum, barınma ihtiyacını karşılayamayan insanların yasal olmayan yollarla ve mühendislik hizmeti almadan, kendi imkanlarıyla konut üretmesine neden olmuş ve gecekondulaşma sistematik bir soruna dönüşmüştür. Böylece 1960’lı yıllardan itibaren sosyal konut politikaları da daha sistemli şekilde formüle edilmeye başlanmıştır. Sosyal konut politikalarına ilişkin literatür hukuk, iktisat, siyaset, kamu yönetimi, sosyoloji ve antropoloji gibi birçok disiplin tarafından ele alındığı için zengindir. Ancak derinlemesine bir arşiv incelemesi yoluyla politika formülasyonu sürecinde kamu yararının etkisine odaklanan araştırmalar bakımından eksiklik vardır. Bu bağlamda çalışmanın üst amacı, söz konusu eksikliğe dikkat çekecek bir politika analizi yapmaktır. Çalışmanın üst amacı doğrultusunda, Türkiye’de sosyal konut politikaları analiz edilmiş, 1923-2023 yılları arası süreçte yaşanan dönüşüm açığa çıkarılmıştır. Söz konusu dönüşümün, kamu yararı kavramının pratiğe yansıyan yorumlarında yaşanan değişim ile birlikte ele alınması bu çalışmanın temel farkını ve önemini oluşturmaktadır. Çalışmanın veri toplama aşamasında birincil veri kaynağı olarak kabul edilen 100 yıllık Resmî Gazete arşivi nitel araştırma yöntemlerinden biri olan içerik analizi aracılığıyla iki tekrarlı şekilde çözümlenip politika sürecine ilişkin bir çerçeve oluşturulmuştur. Bu şekilde ortaya çıkarılan mânâlı kesitlerin politika analizinde ise politika ağları yaklaşımı kullanılmıştır. Ulaşılan bulgular, Türkiye’de 1923-2023 yılları arasında izlenen sosyal konut politikalarını anlamlı bir şekilde yorumlamayı mümkün kılarken; barınma hakkının gelecek yüz yılına dair bir projeksiyon oluşturulmuş ve kamu yararı yaratacak politika önerileri geliştirilmiştir. Anahtar kelimeler: barınma hakkı, kamu yararı, kamu politikası, sosyal konut politikası. Social Housing Policies and the Rights to Housing in Turkey in the Context of Public Interest 231 Canan Budak1 Ceray Aldemir2 Abstract Public interest is a factual concept that refers to important meanings of organized social life. While all state practices such as the production and execution of laws, public service or public policy are made possible by the privilege of public power, the public interest determines the basis, purpose, and limits of this privilege. In terms of public policy, there are public interest reasons at all stages of the policy cycle. One specific example is housing policy. Housing is a space in which people take shelter. However, there are many differences between 'adequate housing' and 'being at home' due to the physiological, psychological, and social dimensions of the need for shelter. This difference goes back a long history in which the need for shelter and housing evolved into the responsibility of the state. In the early ages of history, people met their housing needs in sheltered natural areas such as tree hollows and caves. After the agricultural revolution, social housing production started with primitive materials, and over time, improving engineering technologies led to the development of advanced housing. After the Second World War, developments in the field of human rights, which imposed positive obligations on states, transformed housing into a human right. Therefore, the state's responsibility for housing and shelter has increased. On the other hand, housing is a property subject to ownership. In this sense, for liberal state policies, housing is a commodity that has an exchange value under free market conditions. Property is one of the civil and economic rights, but the content of this right is directly related to the socio-economic policies of states. As housing is a fundamental human right, it is the mission of the social state. Social housing policy is the protection of the right to housing of disadvantaged groups who cannot afford to pay the price of a dwelling under the conditions of a liberal market economy. Social housing policy varies in terms of implementation, scope and target group depending on the period, country, and government program, but the main objective is always to create public benefit. In Turkey, industrialization and related rapid urbanization movements took place later than in Western European countries. With the proclamation of the Republic, Ankara, the new capital city, received heavy immigration and especially civil servants faced housing shortages. For this reason, social housing policies were developed for civil servants in the early years of the republic. After the end of the Second World War, industrialization and economic growth accelerated. In 1948, with the implementation of the Marshall Aid Plan, there was a significant inflow of foreign capital into the country, and a dramatic increase in the number of tractors led to a process of mechanization in agriculture. These developments combined the attractive factors of the cities with the repulsive factors of the 1 2 PhD Candidate, Canan BUDAK, Mugla Sitki Kocman University, cananulku@posta.mu.edu.tr Assoc. Prof. Dr., Ceray ALDEMİR, Mugla Sitki Kocman University, cerayaldemir@mu.edu.tr 232 rural areas and a great migration movement started from rural to urban areas. Due to this unplanned migration movement, many cities, especially Istanbul, experienced sudden population concentrations and the existing facilities of the cities were insufficient to meet the needs of the population. This situation caused people who could not meet their housing needs to produce housing illegally and without engineering services, with their own means, and squatting turned into a systematic problem. Thus, social housing policies began to be formulated more systematically in the 1960s. The literature on social housing policies is rich, as it covers a wide range of disciplines such as law, economics, politics, public administration, sociology, and anthropology. However, there is a lack of research that focuses on the impact of the public interest in the policy formulation process through in-depth archival research. In this context, the overarching aim of this study is to conduct a policy analysis that will draw attention to this gap. In line with the upper aim of the study, social housing policies in Turkey were analysed and the transformation that took place between 1923 and 2023 was revealed. The main difference and importance of this study is that the transformation in question is addressed together with the change in the interpretation of the concept of public interest in practice. In the data collection phase of the study, the 100-year archive of the Official Gazette, which is accepted as the primary data source, was analysed in two iterations through content analysis, one of the qualitative research methods, and a framework for the policy process was created. In the policy analysis of the meaningful cross-sections revealed in this way, the policy networks approach was used. The findings made it possible to interpret the social housing policies pursued in Turkey between 1923 and 2023 in a meaningful way; a projection was created for the next hundred years of the right to housing and policy recommendations were developed to create public benefit. Keywords: right to housing, public interest, public policy, social housing policy. 233 Türkiye’de Çocuk Yoksulluğu Kamu Politikalarının Çoklu Akış Yöntemi ile Analiz Edilmesi Yasemin Mamur Işıkçı1 Esmeray Alacadağlı2 Özet Çocuk yoksulluğu, çocukların haklarını kısıtlayan, onları fiziksel, zihinsel ve duygusal sağlık açısından olumsuz yönde etkilediği kadar eğitimlerinden uzak kalmalarına da neden olan bir durumdur. Çocuk yoksulluğu, çocukluk döneminde yoksulluk yaşayan bireylerin gelecekte de yoksullukla karşılaşma olasılıklarını artırması bakımından da önem taşımaktadır. Her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de çocuk yoksulluğunu azaltmak için kimi politika ve süreçler uygulanmaktadır. Bu araştırmanın amacı da Türkiye'deki çocuk yoksulluğu politikalarının nasıl geliştiğini ve çözümlerin nasıl tanımlandığını incelemektir. Araştırmanın yöntemi olarak Kingdon'un kamu politikalarının problemler, politikalar ve siyasaların birleşimi ile oluştuğunu varsayan Çoklu Akış Modeli kullanılmaktadır. Anahtar Kelimeler: afet, kamulaştırma, acele kamulaştırma, devletleştirme, kamu yararı. 1 2 Doç. Dr., Yasemin Mamur Işıkçı, Giresun Üniversitesi, yasemin.mamur@giresun.edu.tr Doç. Dr., Esmeray Alacadağlı, Bayburt Üniversitesi, esmaray.alacadagli@bayburt.edu.tr 234 Analyzing Child Poverty Public Policies in Turkey with the Multi-Stream Method Yasemin Mamur Işıkçı1 Esmeray Alacadağlı2 Abstract Child poverty is a situation that restricts children's rights and negatively affects their physical, mental and emotional health, as well as keeping them away from education. Child poverty is also important in that individuals who experience poverty during childhood increase their likelihood of encountering poverty in the future. As in every country, some policies and processes are implemented to reduce child poverty in Turkey. The aim of this research is to examine how child poverty policies in Turkey develop and how solutions are defined. Kingdon's Multiple Flow Model, which assumes that public policies are formed by a combination of problems, policies and policies, is used as the method of the research. Keywords: public policy analysis, Multiple Streams Method, child poverty. 1 2 Assoc. Prof. Dr., Yasemin Mamur Işıkçı, Giresun University, yasemin.mamur@giresun.edu.tr Assoc. Prof. Dr., Esmeray Alacadağlı, Bayburt Üniversitesi, esmeray.alacadagli@bayburt.edu.tr 235 Kapsamlı Bir Sosyal Politika Aracı Olarak Temel Gelir Kenan Şahin1 Özet İnsanlık, geçmişten bugüne gelişme ve ilerlemenin bir eseri olarak tarihin en konforlu dönemini yaşamaktadır. Güvenli evler, çalışma alanları, ulaşım araçları, çeşitlendirilmiş ve zenginleştirilmiş gıda seçenekleri, teknolojik gelişmeler ve bilimsel araştırmalar paralelinde gelişen sağlık hizmetleri gibi tüm dünyada hayatın her alanında bu konforlu yaşam hissedilmektedir. Ancak tüm bu gelişme ve ilerlemeye rağmen dünyanın bazı bölgelerinde en temel insan ihtiyaçlarını dahi karşılamayanların varlığı ve sayısının her geçen gün artması önlenememektedir. Kuş Gribi, Ebola, Covid-19 gibi küresel salgın hastalıklar, ekonomik krizler, iklim değişikliği ve çevre felaketlerinin neden olduğu kitlesel göç hareketleri, sel, tsunami ve deprem gibi doğal afetler bu sayıyı artırmaktadır. Ayrıca teknolojik gelişmelere bağlı olarak üretimde insan gücüne duyulan ihtiyacın azalması işsiz toplum kesiminin artmasına neden olacağı öngörülmektedir. İnsanların kendilerinden ve kendileri dışındaki sebeplerden kaynaklanan tüm bu tehditler gelir dağılımı adaletsizliği, işsizlik, güvencesizlik ve yoksulluk gibi sorunları daha görünür hale getirmektedir. Bu sorunların giderilmesine ya da etkilerin hafifletilmesinde tüm dünyada çeşitli sosyal politika araçları aktif bir şekilde uygulanmaktadır. Ayni ve nakdi sosyal yardımlar ise sosyal politika araçları arasında en çok tercih edilenler olmaktadır. Birçok farklı sosyal politika aracı ve sosyal yardım hizmeti sunulmasına rağmen ilgili toplum kitlesinde beklenilen başarı sağlanamamaktadır. Özellikle yoksulluk başta olmak üzere ekonomik yetersizlik nedeniyle insan onur ve haysiyetine yaraşır bir yaşamdan uzak toplum kitlelerin varlığı ve sayısındaki artış mevcut sosyal politikaların etkinliğini sorgulamaya neden olmaktadır. Bu durum ise mevcut sosyal politikalara alternatif veya destek uygulamaları arayışını hızlandırmaktadır. Bireylere koşulsuz, şartsız, geri ödeme beklenmeksizin düzenli ve sürekli bir ödeme olarak tanımlanan temel gelir bu arayışların bir neticesi olarak günümüzde daha çok tartışılmaktadır. Yoksullukla mücadele başta olmak üzere gelirin yeniden dağıtımında, hak temelli bir sosyal politikanın inşasında, bireylerin kendi kendine yeniden bir yaşam kurmasında temel gelir uygulaması diğer sosyal politika araçlarına göre daha geniş kapsamlı çözümler önermektedir. Kadın, çocuk, engelli, yaşlı vb. dezavantajlı grupların toplumsal yaşama katılımından bireylerin daha iyi bir yaşam için gereksinim duydukları gıda, eğitim, sağlık gibi hizmetlere erişimine kadar birçok farklı iyileştirici sonuçlar vadetmektedir. Bütüncül bir yaklaşımla sosyal destek öngören temel gelir fikri, bireylerin sorunlarına kısa süreli ve küçük çaplı çözümler yerine uzun süreli, kapsamlı ve güvenceli bir dayanak temin etmeyi hedeflemektedir. Henüz bir ülke genelinde uygulamaya geçmese de yerel ve bölgesel uygulamalar mevcut sosyal 1 Sosyal Çalışmacı, Yüksek Lisans Öğrencisi, Kenan ŞAHİN, Samsun Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, shukenansahin@gmail.com 236 yardım ve hizmetlere daha başarılı sonuçlar elde edildiğini göstermektedir. Bu yönü ile uygulanmakta olan sosyal politikalara göre önemli değişiklikler göstermektedir. Öte yandan vakıf, dernek gibi sivil toplum kuruluşlarının sınırlı ve çoğu zaman yetersiz, hayırseverlerin insafına terk edilmiş bir lütuf yerine devlet güvencesi altında bir vatandaşlık hakkı olarak temel gelir özgürlükçü ve insani bir yaşama atıf yapmaktadır. Bu bağlamda dünyadaki uygulamalarda öne çıkan sonuçlar, Türkiye’de uygulanmakta olan sosyal politika araçlarının etkinliği ile temel gelir düşüncesinin sunduğu yenilikler ortaya koyulmaya çalışılmaktadır. Aynı zamanda temel gelire yönelik olumlu ve olumsuz eleştiriler, ekonomik ve sosyal çıktıları ile bireylerin yaşamına doğrudan ve dolaylı etkileri çalışma boyunca irdelenmektedir. Çalışmada “Temel gelir ile daha kapsamlı ve etkin bir sosyal politika inşa etmek mümkün müdür?” sorusuna cevap aranmaktadır. Bu soru etrafında sosyal politika araçları ve müdahale yöntemleri, mevcut sosyal yardım ve hizmetler ile temel gelir fikrinin farklılıkları açıklanmaya çalışılacaktır. Cevaba ulaşmada literatür değerlendirilmesi yönteminden yararlanılmıştır. Bu doğrultuda akademik yayınlar, kurum ve kuruluşların yayınları, istatistikler, politika belgeleri ve mevzuat incelenerek yazın oluşturulmuştur. Anahtar Kelimeler: temel gelir, sosyal politika, sosyal yardım, yoksulluk 237 Basic Income as an Extensive Social Policy Instrument Kenan Şahin 1 Abstract Humanity lives the most comfortable period of history as a result of development and progress from pastto present. This comfortable life is felt in every aspect of life all over the world, such as safe homes, working areas, means of transport, diversified and enriched food options, technological developments and health services developed in parallel with scientific research. However, despite all this development and progress, it cannot be prevented increasing day by day of the existence and number of those who cannot even meet the most basic human needs in some parts of the world. Global epidemics such as Avian Flu, Ebola, Covid-19, economic crises, mass migration movements caused by climate change and environmental disasters, natural disasters such as floods, tsunamis and earthquakes increase this number. In addition, it is predicted that the decrease in the need for manpower in production due to technological developments will lead to an increase in the unemployed segment of society. All these threats arising from people themselves and from reasons outside themselves make problems such as income inequality, unemployment, insecurity and poverty more visible. Various social policy instruments are actively implemented all over the world to eliminate these problems or to mitigate their effects. In-kind and cash social assistance are the most preferred social policy instruments. Although many different social policy instruments and social assistance services are provided, the expected success cannot be achieved in the relevant social mass. The existence and increase in the number of the masses of society who are far from a life worthy of human honor and dignity due to economic inadequacy, especially poverty, causes to be questioned the effectiveness of existing social policies. This situation accelerates the search for alternative or support applications to existing social policies. Basic income, which is defined as a regular and continuous payment to individuals unconditionally and without expectation of repayment, is discussed more and more today as a result of these searches. Basic income offers more comprehensive solutions than other social policy instruments in the redistribution of income, especially in the struggle against poverty, in the construction of a rights-based social policy, and in the re-establishment of life for individuals. It promises a wide range of remedial results from the participation of disadvantaged groups such as women, children, disabled, elderly, etc. in social life to the access of individuals to services such as food, education, or health that they need for a better life. The idea of basic income, which envisages social support with a holistic approach, aims to provide a longterm, comprehensive, and secure basis instead of short-term and small-scale solutions to individuals' problems. 1 Social Worker, Master Student, Kenan ŞAHİN, Samsun Mental Health and Diseases Hospital, Ondokuz Mayıs University, shukenansahin@gmail.com 238 Although it has not yet been implemented throughout a country, local and regional practices show that more successful results are achieved in existing social assistance and services. In this aspect, it shows significant changes according to the social policies being implemented. On the other hand, instead of a grace left to the mercy of benefactors limited and often inadequate assistance provided by non-governmental organisations such as foundations and associations, refers to a libertarian and humanitarian life with basic income as a citizenship right under the guarantee of the state. In this context, the prominent results of the practices in the world, the effectiveness of the social policy instruments implemented in Turkey and the innovations offered by the idea of basic income are tried to be revealed. At the same time, positive and negative criticisms of basic income, its economic and social outputs, and its direct and indirect effects on the lives of individuals are examined throughout the study. The study seeks to answer the question "Is it possible to build a more comprehensive and effective social policy with basic income?". Around this question, the differences between social policy instruments and intervention methods, existing social assistance and services and the idea of basic income will be tried to be explained. In reaching the answer, the method of literature evaluation was applied. In this direction, academic publications, publications of institutions and organisations, statistics, policy documents and legislation have been examined and the literature has been formed. Keywords: basic income, social policy, social assistance, poverty. 239 İKİNCİ GÜN: İKİNCİ OTURUM 27.10.2023 11:00-12:15 Eymir Salonu Kamu İşletmeleri (2) Oturum Başkanı: Barış Övgün Türkiye’de Liberal Hegemonyanın Kökenleri Demokrat Parti’nin Kamu İşletmelerine Yaklaşımı The Origins of Liberal Hegemony in Turkey: The Democratic Party's Approach to Public Enterprises Berkay Yalçınkaya ‘Kuşaklar Boyu Halk Katkısı’ Ya Da ‘Devletin Sırtındaki Kambur’: Türkiye’nin Özelleştirme Gündemi (1987-1993) 'Generations of Public Contribution' or 'The Hump on the State's Back': Turkey's Privatization Agenda (1987-1993) Serhat Saatci “Duman Edilen” Kamu Varlıkları: 2003-2007 Yıllarında Türkiye’de Özelleştirme Süreçleri “Hammered” State-Owned Enterprises: Privatisation Processes in Turkey Between 2003-2007 Ezgi Kaya Hayatsever Türkiye'de Posta Politikalarının Dönüşümü: Üç Dönem Analizi Transformation of Postal Policies in Turkey: Three Period Analysis Kaan Akman 240 Türkiye’de Liberal Hegemonyanın Kökenleri: Demokrat Parti’nin Kamu İşletmelerine Yaklaşımı Berkay Yalçınkaya1 Özet Demokrat Parti dönemi her ne kadar liberal ideolojiyle özdeşleştirilse de döneme ilişkin yekpare bir kavrayış geliştirmek mümkün değildir. DP tek parti döneminin devletçilik anlayışına keskin bir eleştiriyle iktidara gelse de zaman içerisinde devletçilik ve liberalizm arasında gidip gelen karmaşık bir politik miras bırakmıştır. Bunun çok sayıda nedeni olsa da en önemlisi DP’nin ekonomiyi uluslararası sermayeye açma girişimlerinde yaşanan dalgalanmalardır. İktidarını ABD’nin liberal hegemonyasına dahil olarak güçlendirmeye çalışan DP, Türkiye’nin özgül koşulları nedeniyle çelişkili bir dizi politikayı hayata geçirmiştir. 1950’ler devletçiliğe yönelik sessiz eleştirilerin DP aracılığıyla devletçilik karşıtı bir söyleme dönüştüğü yıllardır. Devletçiliğin Tek Parti iktidarının otoriter yönetim anlayışı olarak görülmesinden dolayı, DP siyasi mücadelesini “liberal demokrat” bir çizgide yürütmeyi hedeflemiştir. Adnan Menderes ve Celal Bayar’ın demeçlerinde ABD’nin liberal ekonomik anlayışının model olarak alındığı sıkça yer almaktadır. Bayar’ın “30 yıl sonra Küçük Amerika olacağız.” söyleminde de açığa çıkan liberal rota, 1950’li yılların ikinci yarısından sonra iç dinamiklerin etkisiyle değişime uğramıştır. Serbest piyasa ekonomisine dayanan yönetim anlayışı çıkış noktası olarak hükümet programlarına yansısa da DP zaman içerisinde liberal söylemle çelişen uygulamaları hayata geçirmiştir. Bu çalışmada 1950’li yılları kapsayan veriler ışığında DP’nin kamu işletmelerine yönelik yaklaşımı ortaya koyulacaktır. Literatür taraması ve içerik analizine dayanan çalışmada TBMM Tutanakları, Cumhuriyet Arşivi ve Cumhuriyet Gazetesi taranmıştır. Elde edilen veriler iki temel gruba ayrılmıştır; Birincisinde DP’nin kamu işletmelerine yönelik eleştirel söylemi incelenmiştir. İkincisinde ise kamu işletmelerinin DP iktidarının sürekliliği için gördüğü işlev ortaya konulmuştur. Anahtar Kelimeler: kamu işletmeleri, Demokrat Parti, liberalleşme 1 Arş. Gör., Berkay Yalçınkaya, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, yalcinkayabe@gmail.com 241 The Origins of Liberal Hegemony in Turkey: The Democratic Party's Approach to Public Enterprises Berkay Yalçınkaya1 Abstract Although the Democratic Party period is identified with liberal ideology, it is not possible to develop a monolithic understanding of the period. Although DP came to power with a sharp criticism of the statism approach of the single-party period, it left a complex political legacy that oscillated between statism and liberalism over time. Although there are many reasons for this, the most important one is the fluctuations in DP's attempts to open the economy to international capital. Trying to strengthen its power by being included in the liberal hegemony of the USA, DP has implemented a series of contradictory policies due to Turkey's specific conditions. The 1950s were the years when silent criticism of statism turned into an anti-statism discourse through the DP. Since statism was seen as the authoritarian management approach of the Single Party government, DP aimed to carry out its political struggle in a "liberal democratic" line. In the statements of Adnan Menderes and Celal Bayar, it is frequently mentioned that the liberal economic understanding of the USA is taken as a model. Bayar: "We will be Little America after 30 years." The liberal route, which was also revealed in the discourse, changed under the influence of internal dynamics after the second half of the 1950s. Although the management approach based on free market economy is reflected in government programs as a starting point, DP has implemented practices that contradict the liberal discourse over time. In this study, DP's approach towards public enterprises will be revealed in the light of data covering the 1950s. In the study based on literature review and content analysis, GNAT Minutes, Cumhuriyet Archive and Cumhuriyet Newspaper were scanned. The data obtained is divided into two basic groups; In the first one, DP's critical discourse towards public enterprises was examined. In the second part, the function of public enterprises for the continuity of the DP government is revealed. Keywords: public enterprises, Democratic Party, liberalization 1 Res. Assist., Berkay Yalçınkaya, Ondokuz Mayıs University, yalcinkayabe@gmail.com 242 Kuşaklar Boyu Halk Katkısı’ ya da ‘Devletin Sırtındaki Kambur’: Türkiye’nin Özelleştirme Gündemi (1987-1993) Serhat Saatci1 Özet Bu çalışma, 1986 Özelleştirme Kanunu’ndan 1994 Özelleştirme Programı’na uzanan ara dönemde, Türkiye’nin özelleştirme gündemini konu almaktadır. İlgili zaman aralığında, KİT’lerin kuruluş yıllarından itibaren sahip oldukları kalkınmacı ve üretici misyonları zamanla terk edilerek, bu dönüşüme uygun yasal ve idari düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Kamu kuruluşu olma yönleri giderek zayıflatılan KİT’ler tıpkı birer özel kuruluş gibi faaliyet göstermeye zorlanmıştır. Bu dönemde 1) Kalkınma planları, 2) Siyasal aktörlerin özelleştirme söylemi, 3) Hükümet programları, 4) TBMM Görüşmeleri, 5) TBMM KİT Raporları, 6) TÜSİAD ve DB Raporları ve 7) Cumhuriyet Gazetesi incelenmiştir. Bu kaynaklar kamu iktisadi teşebbüsleri ve özelleştirme politikası ekseninde detaylı bir şekilde zamandizinsel olarak taranmış, excelde oluşturulan bir veri tabanında derlenmiştir. Çalışma, bu veri tabanının değerlendirilmesine dayanmaktadır. Çalışmanın önemi, tarihsel birikimleri ile önemli görevler üstlenmiş olan KİT’lerin, ilk somut özelleştirme politikalarının ortaya koyulmasıdır. Böylece, bugün ve gelecekteki KİT politikalarının belirlenmesinde, geçmiş dönem uygulamalarının, karar alıcılar tarafından değerlendirilmesine ve yol gösterici olmasına, bir yönüyle de olsa katkı sunabilmek amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler: KİT, özelleştirme, özerkleştirme, yapısal uyum 1 Öğr. Göv., Serhat Saatçi, Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu, serhatsaatci@hitit.edu.tr 243 'Generations of Public Contribution' or 'The Hump on the State's Back': Turkey's Privatization Agenda (1987-1993) Serhat Saatci1 Abstract This study focuses on Turkey's privatization agenda in the interim period from the 1986 Privatization Law to the 1994 Privatization Program. During this period, the developmental and productive missions of SOE’s since their establishment were gradually abandoned and legal and administrative arrangements were made in line with this transformation. SOE’s, which were gradually weakened in terms of being public institutions, were forced to operate just like private enterprises. During this period 1) Development plans, 2) The privatization discourse of political actors, 3) Government programs, 4) Parliamentary debates, 5) TBMM SEE Reports, 6) TUSIAD and WB Reports and 7) Cumhuriyet Newspaper was analyzed. These sources were scanned in a detailed timeline in the axis of state economic enterprises and privatization policy and compiled in a database created in excel. The study is based on the evaluation of this database. The importance of the study is that it presents the first concrete privatization policies of SOE’s, which have undertaken important tasks with their historical accumulation. Thus, it is aimed to contribute to the evaluation of past practices by decision makers and to provide guidance in the determination of current and future SOE policies. Keywords: SOE, privatization, autonomization, structural adjustment. 1 Lecturer, Serhat Saatçi, Hitit University Vocational School of Social Sciences, serhatsaatci@hitit.edu.tr 244 “Duman Edilen” Kamu Varlıkları: 2003-2007 Yıllarında Türkiye’de Özelleştirme Süreçleri Ezgi Kaya Hayatsever1 Özet Bu bildiri, Türkiye’de kamu işletmelerine dair yönetsel yaklaşımın ve özelleştirme stratejilerinin 2003-2007 yılları arasındaki izleğini konu almaktadır. Bildirinin dayandığı çalışma, neoliberalizmin Türkiye’de yerleşik siyasal ve ekonomik yönelim haline getirildiği 2000’li yıllarda kamu işletmelerinin aşındırılma ve yok edilme süreçlerini sergilemeyi amaçlamaktadır. Bu bildiride ise Türkiye’nin sonraki yirmi yılının başat siyasal aktörü olan AKP’nin iktidara geldiği ve yönetsel anlayışının ilk örneklerinin sergilendiği 2003-2007 yıllarına odaklanılmıştır. Bildiri, bu yıllarda AKP’nin iktidarını tesis etme sürecinde kamu işletmelerine nasıl bir işlev yüklendiğini irdeleyerek özelleştirme stratejileri ile iktidarı tesis etme stratejileri arasındaki ilişkiyi serimlemeyi hedeflemektedir. Bildirinin temel savı, AKP iktidarının bu yıllarda, kamu işletmelerinin özelleştirilmesini bir taraftan kendi ekonomik programı için kaynak yaratma, diğer taraftan da iktidarının sonraki yıllarına rengini veren sınıfsal ittifakları sağlamlaştırma amaçlı kullandığıdır. Çalışmanın bulgularına göre AKP, 2003-2007 yıllarında yürüttüğü çok tartışmalı özelleştirme süreçleri aracılığıyla hem sermaye sınıfını kendi siyasal amaçlarıyla bütünleşecek şekilde karakterize etmeye çaba göstermiş, hem de özelleştirmeleri kendi siyasal tabanını konsolide edebilecek yatırımlar için dolaylı birer kaynak olarak kullanmayı hedeflemiştir. Bu hedefler AKP’nin ilk yıllarında tesis etmeye çabaladığı hegemonik düzenin köşe taşlarını oluşturmanın yanı sıra, bu dönemde Türkiye’nin uluslararası neoliberal düzene eklemlenme sürecinin de derinleştiğine işaret etmektedir. Bu sava temel oluşturan veriler, dönemin kamu işletmelerine dair yönetimsel karar ve tartışmalarının taranmasıyla derlenmiştir. Veriler, açıklamalı zamandizin yöntemine başvurularak düzenlenmiş ve analiz edilmiştir. Çalışmaya konu olan yıllara ait Resmi Gazete sayıları, TBMM Tutanakları ile Cumhuriyet Gazetesi arşivinden kamu işletmeleri ve özelleştirme süreçlerine dair haberler çevrimiçi ortamda taranmış; yapılandırılmış bir anahtar sözcük listesi aracılığıyla seçilen olaylar zamandizin tablosuna işlenmiş ve veri havuzu olayla ilgili açıklamaların eklenmesiyle genişletilmiştir. Resmi Gazete’de yayımlanan yasal değişiklikler, Özelleştirme Yüksek Kurulu ve Rekabet Kurulu kararları dönemin özelleştirme stratejisini resmederken, Meclis tutanakları ve gazete haberleri ise bu stratejinin siyasal ve toplumsal alanda yarattığı gerilimleri ve tartışmaları yansıtmaktadır. Bulgular 2003-2007 yılları arasındaki SEKA, Türk Telekom, TEKEL, TÜPRAŞ ihaleleri gibi örnekler üzerinden serimlenecektir. Bu örnekler, bu dönemde farklı sektörlerdeki özelleştirme süreçlerinin ortaklaşan niteliklerini belirlemek ve aktarmakta kullanılacaktır. Bu ortak niteliklerin tespiti ve tartışılması, AKP’nin özelleştirme konusundaki ısrarlı tavrının 1 Araş. Gör., Ezgi Kaya Hayatsever, Ankara Üniversitesi, ezgi.ky@gmail.com 245 arkasındaki siyasal ve yönetsel stratejiye dair ipuçları sağlayacak, bu yıllardaki hegemonya tesisi sürecinin ekonomik kaynaklarına dair bir tartışmaya katkıda bulunacaktır. Anahtar Kelimeler: Kamu işletmeleri, özelleştirmeler, açıklamalı zamandizin, hegemonya, neoliberalizm. 246 “Hammered” State-Owned Enterprises: Privatisation Processes in Turkey Between 2003-2007 Ezgi Kaya Hayatsever1 Abstract This paper focuses on the administrative approach to state-owned enterprises and privatisation strategies between 2003-2007 in Turkey. The research that informs this paper aims at revealing the process of erosion and destruction directed at state-owned enterprises in 2000s, during which neoliberalism became the mainstream political and economic trend. The timescale of this paper is between 2003-2007, which is the period Justice and Development Party (AKP), who was the main political actor for the following twenty years first came to power and displayed the initial examples of its administrative mentality. The paper aims at laying out the relation between privatisation strategies of the period and AKP’s strategies for consolidating political power through an analysis of the function assigned by AKP to the privatisation of state-owned enterprises in these years. The main argument of the paper is that AKP used the privatisation of state-owned enterprises as a source of funding for the execution of its own economic programme, while simultaneously employing these same funds to bolster the class-based alliances that would later shape its power. According to the findings of the study, through the controversial privatisation processes between 2003-2007, AKP endeavoured to redesign the capitalist class in a way that would endorse its political agenda, as well as using the proceeds from privatisations as a source for investments that would aid to consolidate its own political base. The findings indicate that this endeavour laid the cornerstone of AKP’s hegemonic order in the following years of its power, as well as deepening Turkey’s engagement with international neoliberal order during this period. The data that supports the main argument is derived through a review of the administrative decisions and discussions surrounding state-owned enterprises during this period. The data is organised and analysed through the method of explanatory chronology. The data is collected through a set of keywords from the issues of the Official Gazette, the minutes of parliamentary sessions and archives of Cumhuriyet Daily, which are then organised into a chronological table and enhanced through relevant explanations. The legal framework published in the Official Gazette demonstrates the privatisation strategy of the period, while parliamentary minutes and newspaper articles reflect the controversy and tension created by this strategy in political and social sphere. The findings are illustrated through examples of privatisations such as SEKA, Türk Telekom, TEKEL, TÜPRAŞ. These examples help to identify and relay the common characteristics of the privatisation processes across different sectors. The identification and discussion of these common characteristics add to the understanding of the administrative and political strategy behind AKP’s persistence in privatisation policies and contribute to the debate on the political-economic aspect of hegemony formation during this period. 1 Res. Assist., Ezgi Kaya Hayatsever, Ankara University, ezgi.ky@gmail.com 247 Keywords: State-owned neoliberalism. enterprises, privatisation, 248 explanatory chronology, hegemony, Türkiye’de Posta Politikalarının Dönüşümü: Üç Dönem Analizi Kaan Akman1 Özet Türkiye’de posta hizmeti ulusal güvenliğin, haberleşme hakkının ve ülke kalkınmasının sağlanmasında uzun yıllar boyunca önemini korumuştur. Günümüzde ise posta, devlet tekelinin devam ettiği kısıtlı kamu hizmetlerinden biridir. Bir teşkilat yapısı içerisinde posta hizmetinin sunulması 1840 yılında başlamış; bu hizmetin nasıl bir kamu örgütlenmesine sahip olacağına yönelik politikalar yıllar içerisinde değişkenlik göstermiştir. Bildiride Türkiye’de posta politikalarının bu değişken yapısı üç dönemde incelenmiş; yeniden yapılanma sürecinin genel özelliklerini tespit etmek ve bu dönüşümün sonucunda posta politikaların mevcut durumunu değerlendirmek amaçlanmıştır. Çalışmada posta politikalarındaki dönüşümün ilk döneminin Posta Telgraf ve Telefon Genel Müdürlüğünün (PTT) 1954 yılında kamu iktisadi teşebbüsü statüsüne geçirilmesi ile başladığı kabul edilmiştir. Bu dönemde yeniden yapılanmanın temel özelliği hizmetin emekyoğun niteliğini değiştirmek yoluyla hizmet sunumunu hızlandırmak ve iyileştirmektir. Nitekim ilk üç kalkınma planında posta hizmetinin altyapısında otomasyonun tamamlanması hedeflenmiş ve posta trafiklerinin artışı vurgulanmıştır. Bu dönem, 1995 yılında PTT ve Türk Telekom AŞ olarak kurumun ikiye ayrılması ile sonlanmış, posta ve telefon hizmetinin aynı örgütlenme yapısı içerisinde sunulması yönteminden vazgeçmiştir. Bu değişiklikte telekomünikasyon hizmetlerinin özelleştirme sürecine girmesi etkili olmuştur. Sektördeki ikinci yeniden yapılanma süreci posta tekeli uygulamasının kaldırılması hazırlıklarını ve serbestleşmeye yönelik reformların gerçekleştirilmesini kapsamaktadır. Bu dönemdeki reformların hazırlayıcı belgesi 1997 yılında yayımlanan Avrupa Birliği Posta Direktifi olmuştur. Direktif, kamu mülkiyetinde bulunan posta teşkilatlarının verimsiz çalıştığı ve tekel uygulamalarının özelleştirme politikalarına ters olduğu düşüncesi üzerinde yükselmiştir. Türkiye’de bu direktif 6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanunu ile karşılık bulmuş; PTT, 2013 yılında anonim şirket olarak yeniden yapılandırılmıştır. Bu dönemde uygulamada karşılık bulmayan PTT’nin devlet tekeli hakkı, Avrupa Birliği gibi uluslararası kurumlar ve ülke içindeki benzer hizmeti sunan firmalar tarafından daha yoğun eleştirilmiş fakat posta tekeli kanuni düzeyde varlığını sürdürmüştür. Ayrıca kanun ile birlikte posta sektörü, enerji, bankacılık gibi sektörlerde olduğu gibi regülasyon uygulamalarına dahil edilmiştir. Böylece Türkiye’de bir önceki yeniden yapılanma döneminde ayrışan telekomünikasyon ve posta hizmeti, bu dönemde bir üst kurul çatısı altında yeniden birlikte düzenlenmiştir. Üçüncü yeniden yapılanma dönemine 2019 yılında başlayan Covid 19 pandemisi ile girilmiş, e-ticaretin gelişimi hızlanmış ve kargo sektöründe işlem hacmi genişlemiştir. İletişim araçlarının çeşitlenmesi sonucunda düşen mektup gönderileri nedeniyle posta sektörünün 1 Doktora Öğrencisi, Kaan Akman, Ankara Üniversitesi, kakman94@ankara.edu.tr 249 yaşadığı daralma, pandemi ile farklı bir aşamaya evrilmiştir. Pandemi döneminde sosyal mesafe kuralları ve sokağa çıkma yasakları nedeniyle e-ticaretin yaygınlaşması ile posta sektörü büyümenin yeni yollarını bulma fırsatı elde etmiştir. Ayrıca posta idareleri sahip olduğu geniş ağın sağladığı fırsat sayesinde pandemi ile mücadelede önemli bir aktör olmuştur. Örneğin aşıların taşınması, maske dağıtımı, sosyal yardım ödemeleri gibi toplumun birçok kesimini yakından etkileyen hizmetler posta idareleri aracılığıyla sunulmuştur. Pandemi döneminde posta örgütlerinin gösterdiği bu çalışmalar devlet hiyerarşisi içerisinde bir posta örgütüne olan ihtiyacı belirginleştirmiştir. Çalışmada üç dönemdeki dönüşümün analiz edilmesinin ardından posta politikaları alanındaki kararların belirsizlik ve değişkenlik gösterdiği sonucuna ulaşılmıştır. Posta hizmet alanının serbestleştiği, evrensel hizmet anlayışının kabul edildiği, tekel alanının daraldığı, sektörü düzenleme ve denetleme sorununun belirginleştiği çalışmanın sonuçları arasında yer almaktadır. Ayrıca haberleşme alanında posta tekelinin bulunmasının kamu güvenliği için gerekliği olduğu; pandemi, doğal afet ve ekonomik kriz gibi olağanüstü dönemlerde posta örgütünün önemli işlevler üstlendiği anlaşılmıştır. Böylece posta teşkilatının tamamen özelleştirilmesi süreci beklemeye alınmış; PTT, rekabetçi bir sektör yapısı içerisinde kamu şirketi olarak posta ve kargo hizmetlerini sunmaya devam etmiştir. Bildiride tüm bu dönüşüm sürecinin posta hizmetinin kamusal niteliğine ve yurttaşların haberleşme hakkına etkisi değerlendirilmiştir. Anahtar Kelimeler: haberleşme hakkı, posta, evrensel hizmet, tekel, serbestleşme 250 Transformation of Postal Policies in Turkey: Three Period Analysis Kaan Akman1 Abstract Postal service in Turkey has maintained its significance for many years in provide national security, the right to communication and the development of the country. Today, postal is one of the limited public services where the state monopoly continues. Providing postal service within an organizational structure started in 1840; policies regarding what kind of public organization this service will have have varied over the years. In the paper, this variable structure of postal policies in Turkey was examined in three periods; it is aimed to detecting the general features of the restructuring process and to assess the current situation of postal policies as a result of this transformation. In the study, it is accepted that the first period of the transformation in postal policies began with the transfer of the General Directorate of Post Telegraph and Telephone (PTT) to public economic enterprise status in 1954. The main feature of restructuring in this period is to accelerate and improve service delivery by changing the labor-intensive nature of the service. As a matter of fact in the first three development plans, it was aimed to complete the automation in the infrastructure of the postal service and the increase in postal traffic was emphasized. This period ended with the separation of the institution into two as PTT and Türk Telekom AŞ in 1995 and the method of providing postal and telephone services within the same organizational structure was abandoned. The privatization process of telecommunication services was effective in this change. The second restructuring process in the sector includes preparations for the abolition of the postal monopoly and the implementation of liberalization reforms. The preparatory document for the reforms in this period was the European Union Postal Directive published in 1997. The directive was based on the idea that publicly owned postal organizations operate inefficiently and that monopoly practices are contrary to privatization policies. In Turkey, this directive was responded to by the Postal Services Law No. 6475; PTT was restructured as a joint stock company in 2013. During this period, PTT’s state monopoly right, which did not find any response in practice, was criticized more intensely by international institutions such as the European Union and companies providing similar services within the country, but the postal monopoly continued to exist at the legal level. In addition, with the law, it has been included in regulatory practices such as the postal sector, energy and banking. Thus, the telecommunication and postal services which were separated in the previous restructuring period in Turkey, were reorganized together under the umbrella of a supreme council in this period. The third restructuring period was entered with the Covid 19 pandemic that started in 2019, the development of e-commerce accelerated and the transaction volume in the cargo sector expanded. The contraction experienced by the postal sector due to the decrease in letter 1 PhD Student, Kaan Akman, Ankara University, kakman94@ankara.edu.tr 251 shipments as a result of the diversification of communication tools has evolved to a different stage with the pandemic. With the spread of e-commerce due to social distance rules and curfews during the pandemic period the postal sector has had the opportunity to find new ways to grow. In addition, postal administrations have become an important actor in the fight against the pandemic, thanks to the opportunity provided by their wide network. For example, services that closely affect many segments of society, such as the transportation of vaccines, mask distribution, and social assistance payments, have been provided through postal administrations. These efforts made by postal organizations during the pandemic period have clarified the need for a postal organization within the state hierarchy. After analyzing the transformation in three periods in the study, it was concluded that the decisions in the field of postal policies showed uncertainty and variability. Among the results of the study are the liberalization of the postal service area, the acceptance of the universal service concept, the narrowing of the monopoly area and the problem of regulating and supervising the sector becoming more evident. In addition, it is necessary for public security to have a postal monopoly in the field of communication; it has been understood that the postal organization undertakes important functions in extraordinary periods such as pandemics, natural disasters and economic crises. Thus, the process of complete privatization of the postal service was put on hold; PTT continued to offer postal and cargo services as a public company within a competitive sector structure. In the study, the impact of this entire transformation process on the public nature of the postal service and the citizens right to communicate was evaluated. Keywords: right to communication, postal, universal service, monopoly, liberalization 252 İKİNCİ GÜN: ÜÇÜNCÜ OTURUM 27.10.2023 13:30-15:00 Yalıncak Salonu Kriz ve Afet Yönetimi Oturum Başkanı: Aslı Yönten Balaban Afet Durumunda Kamulaştırma ve Devletleştirmenin İşlevi The Function of Expropriation and Nationalization in Case of Disaster Ali Somel İnsani Kriz ve Göç: Karmaşıklık Ontolojisi Üzerine Bir Deneme Humanitarian Crisis and Migration: An Essay on the Ontology of Complexity Hülya Özçağlar Eroğlu Türkiye’de Afet Yönetimi: 2021 Manavgat Orman Yangını Örneği Disaster Management in Turkey: Example of 2021 Manavgat Forest Fire Şahide Nur Ocaklı Göç Politikaları ve Yerel Yönetimlerin Rolü: Suriyeli Göçmenler Örneği Migration Policies and the Role of Local Governments: The Case of Syrian Migrants Cansu Nur Demirbaş 253 Afet Durumunda Kamulaştırma ve Devletleştirmenin İşlevi Ali Somel1 Özet Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından itibaren afet görmüş veya afet riski taşıyan yapı ve alanlara dönük kamu yararı gerekçesiyle kamulaştırma, yasal düzenlemelere ve siyasal tartışmalara konu olmuştur. Kamulaştırma aracının uygulamasında piyasanın ihtiyaçları ile afetten etkilenen toplumsal kesimlerin kamusal ihtiyaçları çelişmektedir. Kamusal ihtiyaçlar, afet riski taşıyan veya afet görmüş yapı ve alanlarda özellikle temel kamu hizmetlerinin devlet tarafından karşılanmasıyla ilgilidir. Piyasanın ihtiyaçları ise afet riskinin ve afet sonrası yıkımın sermayeye yaratacağı kâr ve rant olanaklarıyla ilgilidir. Öte yandan kamu hizmeti niteliği taşıyan alanlarda devletleştirme aracı, Türkiye’de farklı nedenlerle dönemsel olarak başvurulan ve kısmi uygulamaların ötesine geçmemiş bir araçtır. Bu çalışma, Cumhuriyet tarihinde bu araçlara ilişkin mevzuat ve kamu politikasındaki değişimden yola çıkarak Kahramanmaraş merkezli deprem örneğinde afet durumunda bu araçların ne şekilde kullanılabileceğini tartışmayı amaçlamaktadır. Cumhuriyet’in kuruluşunda temel çerçevesini benimsediği 1878 İstimlak Kararnamesi’nin hükümleri 1956 Kamulaştırma Kanunu’na kadar geçerliliğini korumuş, bu çerçevede örneğin 1943 tarihli Taşkın Sulara ve Su Baskınlarına Karşı Koruma Kanunu çıkarılmıştır. Öte yandan 1930’lu ve 1940’lu yıllarda devletleştirmeler, faaliyetleri aksayan bazı kamu hizmetlerinin imtiyaz sahiplerinden devralınmasında sınırlı olarak başvurulan bir araç olarak kalmıştır. 1959 yılında Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’a göre devlet aksayan kamu hizmetlerini gerçekleştirmek üzere taşınmazlara dönük geniş ölçekte kamulaştırma değil ama geçici süreli işgal yetkisi kendisine tanımaktadır. 1960’lı ve 1970’li yıllara gelindiğinde, kamu hizmetlerinin piyasa ihtiyaçları ile kamusal ihtiyaçlar arasındaki çelişkiden kaynaklı aksamasına ilişkin devletleştirme aracı yeniden gündeme gelmektedir. Buna karşılık sermaye birikim alanlarının çeşitlenmesi sonucu kamu yararı kararıyla uygulanan kamulaştırmaların özel sektör lehine gerçekleştiği örnekler yaygınlaşmaktadır. Buradaki çelişkinin kırılma noktası, kamu yönetiminin kapsamlı bir şekilde piyasacı politikalar ekseninde yeniden yapılandırıldığı 1980 yılıdır. Cumhuriyet tarihinde devlet mülkiyetinin tasfiyesi veya kamu hizmetlerinin piyasalaştırılması bir kamu politikasına dönüştükten sonra kamulaştırma ve devletleştirme araçlarının işlevi kamu hizmetlerinin sağlanmasından piyasanın düzenlenmesine doğru kaymaktadır. Tarihsel olarak piyasacı kamu politikasının yerleşmesinde kamu hizmetlerinin devlet tarafından teminini çok istisnai koşullara bağlayan 1984 tarihli Kamu Yararının Zorunlu Kıldığı Hallerde Kamu Hizmeti Niteliği Taşıyan Özel Teşebbüslerin Devletleştirilebilmesi Usul ve Esasları Hakkında Kanun 1 Doç. Dr., Ali Somel, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, asomel@gmail.com 254 (Devletleştirme Kanunu) ve Anayasa’nın 47. Maddesindeki devletleştirme maddesine özelleştirme hükmünün eklenmesinin önemli bir yeri vardır. Kamulaştırma mevzuatı kapsamında ise piyasayı düzenlemeye dönük acele kamulaştırma işlemi özel sektör lehine uygulamalarıyla zamanla öne çıkmıştır. 1956 yılındaki Kamulaştırma Kanunu’nda yer alan ve 1983 yılında güncellenen Kamulaştırma Kanunu’da varlığını koruyan istisnai bir işlem olan acele kamulaştırma, 2000’li yıllara kadar neredeyse hiç uygulanmamışken özelleştirmelerin yoğunlaşmasına paralel olarak dramatik bir biçimde yaygınlaşmıştır. Acele kamulaştırmayı uygulayan kurumlar ve uygulandığı alanlara bakıldığında kentsel dönüşüm gerekçeli ve piyasa ihtiyaçlarını gözeten vakalar dikkat çekmektedir. Bu çerçevede 2012 tarihli 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanları Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’la afet riski taşıyan alanları tanımlama ve dönüşüm projelerini gerçekleştirme yetkisi merkezileştirilmiş, belediyelerin yetki alanında bakanlık acele kamulaştırmalara hız vermiştir. Kahramanmaraş merkezli depremin yol açtığı yıkım sonrası Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın acele kamulaştırmaya başvurması, Cumhuriyet’in başlangıcından beri söz konusu olan piyasa kuralları ve kamusal ihtiyaçlar arasındaki çelişkiyi yeni bir düzleme taşımaktadır. Yıkımın gerçekleştiği ölçekte kamusal ihtiyaçlara yanıt verilmezken piyasa ihtiyaçlarına göre alınan acele kamulaştırma kararı kamulaştırmanın işlevini bir kere daha sorgulatmakta, bunun karşısında kamu yararı doğrultusunda Devletleştirme Kanunu’nun gündeme getirmektedir. Depremle birlikte ülkenin önemli bir bölümünü ilgilendiren bir ölçekte kamu hizmetlerinin aksaması, bu hizmetleri başka yollardan sağlama imkânı bulunmaması ve bunun sonucunda kamunun büyük zarar görmesi şartları ortaya çıkmıştır. Çalışma, Cumhuriyet’in 100. Yılında piyasa ihtiyaçları için acele kamulaştırma uygulaması karşısında kamusal ihtiyaçlar için “acele devletleştirme” uygulamasına başvurulabileceği yönünde özgün bir iddia taşımaktadır. Kahramanmaraş depremi ile derinleşen piyasa ile kamusal ihtiyaçlar çelişkisinin aşılmasında Cumhuriyet’in kamulaştırma ve devletleştirme alanındaki birikimini bu uygulamayla ilerletmenin katkıda bulunabileceğini savunmaktadır. Çalışmada, Cumhuriyet tarihinde afetlere ilişkin kamulaştırma mevzuatı incelenerek bugüne kadarki kamu politikasını tersine çevirecek bir araç olarak devletleştirme tartışılmaktadır. Anahtar Kelimeler: afet, kamulaştırma, acele kamulaştırma, devletleştirme, kamu yararı. 255 The Function of Expropriation and Nationalization in Case of Disaster Ali Somel1 Abstract Since the founding of the Republic, expropriation of buildings and areas that have experienced disasters or are at risk of disaster on the grounds of public interest has been the subject of legal regulations and political debates. In the implementation of the expropriation tool, the needs of the market are in conflict with the public needs of the social segments affected by the disaster. Public needs are related to the provision of basic public services by the state, especially in structures and areas that are at risk of disaster or have experienced disasters. The needs of the market are related to the profit and rent opportunities that disaster risks and post-disaster destruction will create for capital. On the other hand, in areas of public service, the nationalization tool is a tool that has been used in different cases in Turkey and has not gone beyond partial applications. This study aims to discuss how these tools can be used in case of disaster, such as the Kahramanmaraş-centered earthquake, based on the changes in legislation and public policy regarding these tools in the history of the Republic. The provisions of the 1878 Expropriation Decree, whose basic framework was adopted at the foundation of the Republic, remained valid until the 1956 Expropriation Law, and within this framework, for example, the 1943 Protection Against Flood Waters and Floods Law was enacted. On the other hand, in the 1930s and 1940s, nationalization remained a limited means of taking over some public services whose activities were disrupted from concessionaires. According to the Law on Measures and Assistance to be Provided Due to Disasters Affecting Public Life in 1959, the state grants itself the authority to temporarily occupy, but not to expropriate, real estate on a large scale in order to perform disrupted public services. The breaking point of the contradiction between market and public needs was 1980, when the public administration was comprehensively restructured around market policies. After the liquidation of state ownership and the privatization of public services became a public policy, the function of expropriation and nationalization tools shifted from the provision of public services to the regulation of the market. The 1984 Law on the Procedures and Principles of Nationalization of Private Enterprises Having the Qualification of Public Service in Cases Required by the Public Interest (Nationalization Law), which has historically tied the provision of public services by the state to very exceptional conditions in the establishment of market-oriented public policy, and the addition of the privatization provision to the nationalization article in Article 47 of the Constitution. Within the scope of expropriation legislation, the urgent expropriation process aimed at regulating the market has come to the fore over time with its practices in favor of the private sector. Urgent expropriation, which is an exceptional procedure included in the Expropriation Law of 1956 and preserved in the Expropriation Law updated in 1983, was almost never implemented until the 2000s, but it has become widespread dramatically in parallel with the intensification of 1 Assoc. Prof. Dr., Ali Somel, Ondokuz Mayıs University, asomel@gmail.com 256 privatizations. When we look at the institutions that implement urgent expropriation and the areas where it is implemented, cases with urban transformation reasons and market needs attract attention. In this context, with the Law on Transformation of Areas at Disaster Risk No. 6306 dated 2012, the authority to define areas at risk of disaster and to carry out transformation projects was centralized, and the ministry accelerated urgent expropriations within the jurisdiction of municipalities. The Ministry of Environment, Urbanization and Climate Change's resort to urgent expropriation after the destruction caused by the Kahramanmaraş-centered earthquake brings the contradiction between market rules and public needs, which has been in question since the beginning of the Republic, to a new level. While public needs are not met at the scale of the destruction, the hasty expropriation decision taken according to market needs once again questions the function of expropriation and brings the Nationalization Law to the agenda in line with the public interest. With the earthquake, public services were disrupted on a scale that concerned a significant part of the country, there was no possibility of providing these services through other means, and as a result, the public suffered great damage. This study carries an original claim that in the 100th year of the Republic, the practice of "urgent nationalization" can be applied for public needs as opposed to the practice of urgent expropriation for market needs. The Republic's use of expropriation and nationalization in overcoming the contradiction between the market and public needs, which deepened with the Kahramanmaraş earthquake. Keywords: disaster, expropriation, urgent expropriation, nationalization, public interest. 257 İnsani Kriz ve Göç: Karmaşıklık Ontolojisi Üzerine Bir Deneme Hülya Özçağlar Eroğlu 1 Özet Karmaşıklık ontolojisi, karmaşıklığın sadece söylem/anlatı/metafor aygıtı olarak kullanılmasını aşmakta; karmaşıklığın doğadaki gerçekliğine odaklanmaktadır. Bu odaklanışta karmaşıklık kuramının temel kavramlarından (belirsizlik, kendi kendine örgütlenme, başlangıç noktasına hassas bağlılık, doğrusal olmayan ilişkiler, garip çekiciler, birlikte evrim, uyarlanabilirlik ve ajan temelli olma gibi) yararlanır. Karmaşıklığın ilk safhasını belirim oluşturur. Ajanlar garip çekicilere doğru çekilerek bir örüntü oluşturur ve bu örüntünün oluşmasına ise belirim denir. Bir gerçekliğin belirmesi/ortaya çıkması ve bunun başlangıç koşullarına hassas bağlı olması paradoksal olarak belirsizliği beraberinde getirir. Bunun nedeni garip çekicilerin varlığı ve ajanların değişen koşullara sürekli uyum sağlayabilme yeteneğidir. Dahası karmaşıklık ontolojisi parça bütün ilişkisini indirgemecilikten ziyade bütüncüllük üzerinden kurar. Bunu yaparken ajan temelli bir bakış açısına ihtiyaç duyar çünkü karmaşıklık ontolojisinde bütün, parçaların basit bir toplamı değildir. Karmaşıklık ontolojisinin özü bütünden parçaya doğru giderken kaybolan anlamda gizlidir. Anlamın kaybolması birbiriyle doğrusal olmayan ilişkiler vasıtasıyla etkileşime girmiş ve birlikte evrilmiş ajanların bütünden kopuk bir parça haline gelmesinden ve manasız birer özneye dönüşmesinden kaynaklanır. İnsani kriz ve göç olguları karmaşıklık ontolojisi ile açıklanabilen karmaşık kavramlardır. Her iki kavramın doğasında belirsizlik, kendi kendine örgütlenme, başlangıç noktasına hassas bağlılık, doğrusal olmayan ilişkiler, garip çekiciler, birlikte evrim, uyarlanabilir olma gibi karmaşıklık ontolojisinde var olan özellikler mevcuttur. Örneğin insani krizler alanyazında çok farklı şekillerde sınıflandırılabilirler (ani başlangıçlı, yavaş başlangıçlı, doğal afetlerden kaynaklanan ya da insanların hatalarından veya bilinçli tercihlerinden kaynaklanan vb.). Her ne şekilde sınıflandırılırsa sınıflandırılsın insani krizler yapıları gereği belirsizdirler. Özellikle insani krizlerin ilk safhası genelde kaotiktir. Müdahale mekanizması devreye girdiğinde ya da kendi kendine örgütlenme pratikleriyle kaotik durumdan kısmen düzene geçiş sağlanabilir. Bunun yanı sıra göç olgusunun karmaşıklık analizi belirsizlik ve ajan kavramı üzerinden başlatılabilir. Göçe dair belirsizlik (göçe karar verme, göç etme süreçleri, göç edilen ülkeye dair belirsizlikler gibi) birden fazla alanda kendini göstermektedir. Ayrıca göçe ajan temelli bir açıdan baktığımızda göç olgusunun ajanlarının göçmenler olduğu söylenebilir. Göçmenler garip çekiciler (uygun şartlar, tanıdıkların hedef ya da transit ülkede bulunması gibi) vasıtasıyla bir odağa doğru çekilirler. Dahası göçmenler kendi aralarında örgütlenme pratiklerini inşa edebilirler. Bunun en güzel örneği Türkiye’de Suriyeliler tarafından kurulan Suriyeli dayanışma ağlarıdır. Göçün bir başka karmaşıklık özelliği ise başlangıç koşullarına oldukça hassas Öğr. Gör. Dr., Hülya hulyaozcaglar@karabuk.edu.tr 1 Özçağlar Eroğlu, Karabük Üniversitesi Adalet 258 Meslek Yüksekokulu, olabilme durumudur. Suriye savaşını örnek olarak ele aldığımızda, savaşın değişen koşulları ve hatta insani yardımların BMGK kararıyla (Rusya’nın olası vetosu sonucunda) geciktirilmesi gibi durumlarla zorunlu göç arasında yakın bir ilişki kurmak mümkündür. Bu çalışmanın amacı yukarıda belirtilen tüm nedenler çerçevesinde insani kriz ve göç kavramlarına karmaşıklık ontolojisi açısından bakmaktır. Alanyazında insani kriz ve göç kavramlarıyla ilgili pek çok çalışma olmasına karşın her iki kavramın karmaşıklık kuramı açısından ele alınışı özellikle Türkçe alanyazında mevcut değildir. Bu çalışma Suriye Savaşı’nın Türkiye üzerindeki etkilerini insani kriz ve göç üzerinden karmaşıklık ontolojisi ekseninde açıklama gayreti nedeniyle önemlidir. Çalışmanın yöntemi karmaşıklık ontolojisine dayanmaktadır. Ayrıca çalışmada birincil ve ikincil kaynaklardan veri toplama tekniği kullanılmaktadır. Anahtar Kelimeler: insani kriz, göç, karmaşıklık kuramı ve ontolojisi 259 Humanitarian Crisis and Migration: An Essay on the Ontology of Complexity Hülya Özçağlar Eroğlu 1 Abstract Complexity ontology goes beyond the use of complexity as a mere discourse/narrative/metaphor device; it focuses on the reality of complexity in nature. In this focus, it draws on key concepts of complexity theory (such as uncertainty, selforganization, butterfly effect, non-linear relationships, strange attractors, co-evolution, adaptability and agent-basedness). The first phase of complexity is uncertainty. Agents are attracted to strange attractors to form a pattern, and the formation of this pattern is called emergence. The emergence of reality and its sensitive dependence on initial conditions paradoxically leads to uncertainty. This is due to the presence of strange attractors and the ability of agents to constantly adapt to changing conditions. Moreover, complexity ontology establishes the part-whole relationship through holism rather than reductionism. In doing so, it needs an agent-based perspective because in complexity ontology, the whole is not a simple sum of its parts. The essence of complexity ontology lies in the meaning that is lost on the way from the whole to the part. The loss of meaning is due to the fact that agents that have interacted and co-evolved with each other through non-linear relations become parts disconnected from the whole and become meaningless subjects. Humanitarian crisis and migration are complex concepts that can be explained through the ontology of complexity. Both concepts have inherent characteristics of complexity ontology such as uncertainty, self-organization, fragile adherence to a starting point, non-linear relationships, strange attractors, co-evolution, and adaptability. For example, humanitarian crises can be classified in the literature in many different ways (sudden onset, slow onset, caused by natural disasters, or caused by human errors or conscious choices, etc.). However they are categorized, humanitarian crises are inherently uncertain. In particular, the initial phase of humanitarian crises is often chaotic. Once the intervention mechanism is in place or through self-organization practices, a partial transition from chaotic to orderly can be achieved. In addition, the complexity analysis of the phenomenon of migration can be initiated through the concept of uncertainty and agency. Uncertainty regarding migration (such as decision-making on migration, migration processes, uncertainties regarding the country of migration) manifests itself in more than one field. Moreover, when we look at migration from an agent-based perspective, it can be said that migrants are the agents of the migration phenomenon. Migrants are drawn towards a focus through strange attractors (such as favorable conditions, presence of acquaintances in the destination or transit country). Moreover, migrants can build organizing practices among themselves. The best example of this is the Syrian solidarity networks established by Syrians in Turkey. Another complexity of migration is that it can be highly sensitive to initial conditions. Taking the Syrian war as an example, it is possible to establish a close Lecturer Dr., Hülya Özçağlar hulyaozcaglar@karabuk.edu.tr 1 Eroğlu, Karabük 260 University Vocational School of Justice, relationship between the changing conditions of the war and even the delay of humanitarian aid by the UNSC resolution (as a result of Russia's possible veto) and forced migration. The aim of this study is to look at the concepts of humanitarian crisis and migration in terms of complexity ontology within the framework of all the reasons mentioned above. Although there are many studies on the concepts of humanitarian crisis and migration in the literature, the treatment of both concepts in terms of complexity theory is particularly absent in the Turkish literature. This study is important because it attempts to explain the effects of the Syrian War on Turkey through humanitarian crisis and migration in terms of complexity ontology. The methodology of the study is based on complexity ontology. In addition, the study utilizes data collection techniques from primary and secondary sources. Keywords: humanitarian crisis, migration, complexity theory and ontology 261 Türkiye’de Afet Yönetimi: 2021 Manavgat Orman Yangını Örneği Şahide Nur Ocaklı1 Özet Ormanlar ekolojik sistemin sürdürülebilirliği açısından önemli bir yere sahiptir. Karbon yutağı olmaları, su rejimini etkilemeleri, toprak stabilizasyonu gibi durumlar ormanların ekolojik sistem içinde ne kadar önemli olduğuna dair sadece birkaç örnektir. Ormanlar, yüzyıllardır hem kesim yoluyla hem de tarım ve yerleşim alanlarına dönüştürülerek yok edilmektedir. Ormanların tahribi ve yok oluşu küresel ölçekte farklı siyasi ve toplumsal gelişmeler ile sanayileşmenin örtük bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm bunların yanı sıra, iklim krizi sonucunda sıcaklıkların artışı, nüfus artışıyla birlikte kentsel yayılmanın orman alanlarına kadar ulaşması ve bu yayılma sebebiyle orman alanlarında görülen kirlilik gibi süreçler son yıllarda orman yangınlarındaki artışın önemli nedenleri olarak görülmektedir. Orman yangınları genellikle büyüklük ve şiddetiyle doğru orantılı olarak tanımlansalar da sosyal, ekonomik, ekolojik, kültürel ve sağlık açısından etkileri çok daha önemlidir. Bir afet olarak orman yangınlarında da afet yönetim sisteminin zarar azaltma, hazırlık, müdahale ve iyileştirme gibi tüm aşamaları uygulanmalıdır. Afet yönetim sisteminin bu aşamaları için gerekli yasal mevzuat ve kurumsal yapılanma bulunsa da uygulamada birtakım sorunlar çıkabilmektedir. Afet yönetim sistemi siyasi, idari, ekonomik, sosyal ve fiziksel gibi çok boyutlu olmakla beraber Türkiye’de daha çok fiziksel boyutu üzerinde durulmaktadır. Bu durum da konunun daha çok teknik açıdan ele alınmasına neden olmaktadır. Geçmişten günümüze Türkiye’de afet yönetim sistemine dair yasal ve kurumsal düzenlemeler, yaşanan afet deneyimleriyle şekillenmiştir. Özellikle, 1999 yılında yaşanan deprem ile afet yönetim sisteminde radikal bir değişimin gerektiği anlaşılmıştır. Bu süreçte hem kurumsal hem de yasal düzlemde yerelleşmeye yönelik adımlar atılsa da uygulamada ne kadar etkili olduğu tartışılmaktadır. Türkiye’deki merkeziyetçi yapı afet yönetiminin siyasi bir boyut kazanmasına neden olmaktadır. Yerel yönetimlerin yakınlık açısından afet yönetiminin tüm aşamalarında en etkili merci olması beklenmektedir. Ancak yerel yönetimler sistem içinde sınırlı ve ikinci planda kalmakta, afetle ilgili yasal sorumluluklarını dahi yerine getirmekte zorlanmaktadırlar. Aynı zamanda yerel yönetimlerin afet konusunda riskleri ortadan kaldırma, halkı bilinçlendirme ve zarar azaltma gibi birçok görev ve sorumlulukları bulunsa da bunları gerçekleştirebilecek kaynak ve kapasiteye genellikle sahip değillerdir. Buna ek olarak merkezi ve yerel yönetimler arasında koordinasyon sorunları da görülmektedir. 2023 Şubat ayında yaşanan deprem felaketinde de benzer şekilde merkezi yönetim birimleri ve yerel yönetimler arasında koordinasyona dair önemli aksaklıkların yaşandığı ve büyük ölçüde zafiyete neden olduğu görülmüştür. 1 Doktora Öğrencisi, Şahide Nur Ocaklı, Akdeniz Üniversitesi, nur_ocakli@hotmail.com 262 Türkiye’de ormanlık alanların yaklaşık yüzde 60’ı yangına hassas bölgelerde yer almakta özellikle Akdeniz ikliminin olduğu bölgelerde iklim krizinin de etkisiyle orman yangınlarında artış yaşanacağı beklenmektedir. 28 Temmuz 2021 yılında Manavgat ilçesi Kalemler ile Yeniköy mahalleleri arasında başlayan orman yangını, kısa sürede büyüyerek 206.903 hektar orman alanının zarar görmesine neden olmuştur. Bu yangın, Orman Genel Müdürlüğünün verilerine göre 1970’lerden beri Türkiye’de yaşanan en büyük orman yangını olarak kayıtlara geçmiştir. Manavgat’ta ortaya çıkan yangını Gündoğmuş, Akseki ve Alanya orman yangınları izlemiştir. Ortaya çıkan büyük yangın, ilk günden itibaren kontrol edilemez bir hal almış, yerleşim yerlerini tehdit eder hale gelmiş, hatta bazı mahallelerde zarar ve kayıplara neden olmuştur. 2021 Temmuz ayı içinde yaşanan büyük orman yangınlarında merkezi ve yerel yönetimlerin yetki ve görevleri konusunda çatışmaların yaşandığı ve birtakım zafiyetlerin oluştuğu gözlemlenmiştir. Bu nedenle afet yönetim sisteminin tekrar ele alınması gerektiği anlaşılmıştır. Çalışmada Türkiye’deki afet yönetim sistemi, merkezi ve yerel yönetimler açısından incelenerek Manavgat orman yangını özelinde bir değerlendirme yapılmaya çalışılacaktır. Çalışma nitel araştırma yöntemi, durum çalışması desenine göre yürütülecektir. Nitel veri toplama tekniği olarak güncel mevzuat, kurum ve kuruluşların raporları, internet siteleri ve diğer ikincil belgeler üzerinden doküman analizi yapılacaktır. Anahtar Kelimeler: afet yönetimi, orman yangınları, merkezi yönetim, yerel yönetim 263 Disaster Management in Turkey: Example of 2021 Manavgat Forest Fire Şahide Nur Ocaklı1 Abstract Forests have an important place in terms of the sustainability of the ecological system. Being a carbon sink, affecting the water regime, and soil stabilization show the importance of forests in the ecological system. Forests have been destroyed for centuries, both through cutting and conversion into agricultural and residential areas. The destruction of forests appears as an implicit consequence of different political and social developments and industrialization on a global scale. Increase in temperatures as a result of the climate crisis, urban expansion reaching forest areas and therefore pollution in forest areas are seen as important reasons for the increase in forest fires in recent years. Although forest fires are generally evaluated by their size and severity, their social, economic, ecological, cultural and health effects are much more important. In forest fires, all stages of the disaster management system such as mitigation, preparation, response and recovery should be applied. Although there is the necessary legal legislation and institutional structuring for these stages of the disaster management system, some problems may arise in practice. Although the disaster management system is multidimensional such as political, administrative, economic, social and physical, in Turkey, more emphasis is placed on its physical dimension. This situation causes the issue to be handled more technically. Legal and institutional arrangements regarding disaster management system in Turkey have been shaped by experienced disasters. Especially with the earthquake in 1999, a radical change was required in the disaster management system. Although steps have been taken towards localization in both institutional and legal levels, it is discussed how effective it is in practice. The centralist structure in Turkey causes disaster management to gain a political dimension. Local governments are expected to be the most effective authority in all stages of disaster management in terms of proximity. However, local governments remain limited within the system, and have difficulty even fulfilling their responsibilities. Although local governments have many duties and responsibilities such as eliminating disaster risks, raising public awareness and reducing damage, they generally don’t have the resources and capacity. In addition, there are coordination problems between central and local governments. Similarly, in the earthquake disaster in February 2023, it was observed that there were significant disruptions in coordination between central and local governments and caused a great deal of weakness. Approximately 60 percent of forests in Turkey are located in fire-sensitive areas, and it is expected that there will be an increase in forest fires, especially in Mediterranean climate regions, due to the climate crisis. Kalemler and Yeniköy forest fires of Manavgat on July 28, 2021, grew in a short time and caused damage to 206,903 hectares of forests. According 1 PhD Student, Şahide Nur Ocaklı, Akdeniz University, nur_ocakli@hotmail.com 264 to the General Directorate of Forestry, this fire was recorded as the biggest forest fire in Turkey since the 1970s. The Manavgat forest fire was followed by Gündoğmuş, Akseki and Alanya forest fires. The fire became uncontrollable and threatening settlements and even causing damage and losses. In the forest fires in July 2021, there were conflicts about the powers and duties of the central and local governments and some weaknesses were observed. For this reason, the disaster management system should be reconsidered. In this study, the disaster management system in Turkey will be examined in terms of central and local governments and an evaluation will be made specifically for the Manavgat forest fire. The study will be carried out according to the qualitative research method, case study pattern. As a qualitative data collection technique, document analysis will be conducted on current legislation, reports of institutions and organizations, websites and other secondary documents. Keywords: disaster management, forest fires, central government, local government 265 Göç Politikaları ve Yerel Yönetimlerin Rolü: Suriyeli Göçmenler Örneği Cansu Nur Demirbaş1 Özet Göç, birçok farklı nedenle gerçekleşebildiği gibi oldukça farklı sonuçları da beraberinde getirmektedir. Önemli ve kapsamlı bir konu olan göç; ekonomik, siyasal, sosyal vb. birçok çıktıya sahiptir. Bu çıktılar yönetimin direkt olarak kapsamına girmektedir. Suriye Krizi ardından en çok göç alan ülkemiz, göç çıktıları dahilinde ekonomi, eğitim ve sağlık gibi konularda etkili yönetim ve politikalar geliştirerek uygulamaya koymuştur. Türkiye ve Dünya ülkelerinde farklı göç yönetimi politikalarının oluşturulduğu görülmektedir. Göç yönetimi sürecinde yerel yönetimlerin etki alanları merkezi yönetime kıyasla amaca ve bölgeye yönelik olarak gerçekleştiğinden halka ulaşım, hizmet yürütmek ve hizmet geliştirmek açısından daha etkili bir konumdadır. Fakat yetki ve sorumlulukları bakımından önünün kapandığı görülmektedir. Ayrıca dil ve kültürel faktörler de belediyelerin göç yönetiminde yaşadığı sorunlar arasında yerini almaktadır. Dünya ve Türkiye’de Suriye vatandaşı göçü, son yıllarda önemli gündem maddeleri arasında yer almaktadır. 2011 yılından sonra Suriye’de yaşanan iç savaş kitlesel bir göçe dönüşmüştür. Uygulanan “açık kapı” politikasıyla ülkemize binlerce Suriye vatandaşı giriş yapmıştır. En çok Suriye vatandaşına ev sahipliği yapan ülke Türkiye olmuştur. Kurulan kent ve çadır kamplarında misafir edilen Suriye vatandaşları zaman içerisinde ülke içindeki illere dağılmışlardır. Bu da bütünüyle şehirleri etkileyen bir sorun haline gelmiştir. Ayrıca sığınmacıların ekonomik, sosyal vb. şartlar için daha iyi koşullara ulaşmak amacıyla ülke içi göçlerle beraber ülke dışı göçlerde gerçekleştiği görülmüştür. Yaşanan göçle beraber ülkemizde yeni politikalar uygulanarak süreç yönetilmeye çalışılmıştır. Suriye vatandaşlarının barınma, sağlık gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması ve entegrasyon süreci zamanla merkezi yönetimin haricinde yerel yönetimleri ilgilendiren bir hale gelmiştir. Bu süreçte yetki ve bütçe sıkıntısı nedeniyle belediyeler tarafından hizmet ve ihtiyaçların karşılanması konusunda zorlukların yaşandığı görülmektedir. Ülkemize yaşanan bu kitlesel göç durumu için politik, yasal ve kurumsal planlar ve düzenlemeler mevcut olmadığından zaman içerisinde göç politikaları gelişerek duruma göre şekil almıştır. Göç politikaları yerel halk ve göçmenler için oldukça önemlidir. Sürecin doğru ve sağlıklı bir şekilde yönetilmesi ekonomi, sağlık ve ülke içi güvenlik vb. alanlarda olumlu ya da olumsuz gelişmeleri beraberinde getirmektedir. Çok boyutlu olan bu göç yönetimi konusu bölgesel olarak yaşanan sorunların ve çözümlerinin farklılık gösterebileceği için belediyelerin kapsamında tespit edilmesi daha etkili ve uzun vadeli çözümlerin yolunu açabilmektedir. 1 Yüksek Lisans Öğrencisi, Cansu Nur Demirbaş, cansudem2014@gmail.com 266 Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Kentler bütünüyle belediyelerin sorumlulukları kapsamındadır. Kentlerde barınma, altyapı, içme suyu gibi temel müşterek ihtiyaçlar belediyelerin hizmetiyle yerine getirilmektedir. Belediye mevzuatında da belirtildiği gibi yabancı ülke vatandaşlarının belediye hizmeti kapsamına girdiği görülmektedir. Bu kapsamda göçmenlere hizmet sunulması konusunda en başta dil probleminin yaşandığı ve bu sorunu sağlıkla eğitimin takip ettiği görülmektedir. Yapısal ve yönetsel olarak da hukuki zemindeki yetersizliklerle çeşitli sorunların zincirleme olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Bu yazıda belediyelerin yaşadığı sorunlara ve yönetim sürecine yer verilmiştir. Çalışmanın amacı belediyelerin yapısal ve yönetsel açılardan yaşadığı sorunları ortaya koymaktır. Bu çalışmada öncelikle kavramsal bir çerçeve çizilerek göç ve koruma statülerinden bahsedilmiştir. Ülkemizde yabancılara yönelik belirlenen koruma statülerine bakılmış, “Yabancılar ve Uluslararası Korum Kanunu” incelenmiştir. Göç konusunda belediyelerin yetki ve sorumluluklarını net bir şekilde görebilmek amacıyla “Belediye Kanunu” ve “Hemşehri Hukuku” incelenerek göçmenlere yönelik yetkiler ele alınmaya çalışılmıştır. Ülkemizdeki Suriyeli vatandaşlarının yönetim sürecinde belediyelerin hizmet kapsamındaki konumu incelenmiştir. Literatürde ortaya konan çalışmalarda belediyelerin yaşadığı genel sorunlar el alınarak eksik olan yönler ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu çalışmada örneklem Suriyeli Mülteciler kapsamında oluşturulmuş, doküman analizi yöntemi kullanılarak çalışma hazırlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Türkiye, Suriyeli sığınmacılar, geçici koruma statüsü, göç mevzuatı, belediye mevzuatı, göç yönetimi 267 Migration Policies and the Role of Local Governments: The Case of Syrian Migrants Cansu Nur Demirbaş1 Abstract Migration can occur for many different reasons and brings along quite different results. Migration, which is an important and comprehensive issue; It has many economic, political, social etc. outputs. These outputs are directly within the scope of management. Our country, which received the most immigrants after the Syrian Crisis, has developed and implemented effective management and policies on issues such as economy, education and health within the scope of migration outputs. It is seen that different migration management policies have been created in Turkey and in the countries of the world. Migration of Syrian citizens in the world and Turkey has been among the important agenda items in recent years. In the migration management process, since the areas of influence of local governments are realized in terms of purpose and region compored to thecentral execution and sevice development to the public. However, it is seen that it is blocked in terms of its powers and responsibilities. In addition, language and cultural factors are among the problems experienced by municipalities in migration management. After 2011, the civil war in Syria has turned into a mass migration. With its "open door" policy, thousands of Syrian citizens have entered our country. The country hosting the most Syrian citizens was Turkey. Syrian citizens who were hosted in the established cities and tent camps were scattered in the provinces within the country over time. This has become a problem that affects cities as a whole. In addition, it has been observed that in order to reach better conditions for the economic, social etc. conditions of the asylum seekers, there are also out-of-country migrations along with internal migrations. With the migration experienced, new policies have been implemented in our country and the process has been tried to be managed. Meeting the basic needs of Syrian citizens such as shelter and health and the integration process have become a concern for local governments other than the central government over time. In this process, it is seen that there are difficulties in meeting the services and needs of the municipalities due to the shortage of authority and budget. Since there is no political, legal and institutional plans and regulations for this mass migration situation our country, migration policies have developed over time after migration has taken place and have been shaped according to the situation. Migration policies are very important for local people and immigrants. Correct and healthy management of the process brings about positive or negative developments in areas such as economy, health and domestic security, etc. This multidimensional migration issue is a matter of regional problems and since tehe solutions may differ, the determination of the 1 Master Student, Cansu Nur Demirbaş, Zonguldak Bülent Ecevit University, cansudem2014@gmail.com 268 municipalities within the scope of the municipalities can pave the way form more effective and long-term solutions. The aim of this study is to reveal the structural and adminşstrative problems of municipalities. Cities are entirely within the scope of the responsibilities of municipalities. Basic common needs such as housing, infrastructure and drinking water in cities are fulfilled by the service of municipalities. As stated in the municipal legislation, it is seen that foreign citizens are included in the scope of municipal service. In this context, it is seen that there is a language problem in the first place in the provision of services to immigrants and this problem is followed by health and education. Structurally and administratively, it is seen that various problems arise in a chain with the inadequacies in the legal ground. In this study, the problems experienced by municipalities and the management process are included. In this study, first of all, a conceptual framework was drawn and migration and protection statuses were mentioned. The protection statuses determined for foreigners in our country were examined and the "Law on Foreigners and International Protection" was examined. In order to clearly see the powers and responsibilities of municipalities on migration, the "Municipal Law" and the "Citizen Law" were examined and the powers for immigrants were tried to be addressed. In the management process of Syrian citizens in our country, the position of municipalities within the scope of service was examined. In the studies put forward in the literature, the general problems experienced by the municipalities were taken into consideration and the missing aspects were tried to be revealed. In this study, the sample was formed within the scope of Syrian Refugees and Syrian population. The study was prepared using the document analysis method. Keywords: temporary protection status, Turkey, municipal legislation, Syrian asylum seekers, migration management. 269 İKİNCİ GÜN: ÜÇÜNCÜ OTURUM 27.10.2023 13:30-15:00 Koçumbeli Salonu Teknoloji ve Yönetim Oturum Başkanı: Mete Yıldız Yapay Zekanın Katılımcılık Süreçlerinde Uygulanabilirliği Üzerine Bir Değerlendirme An Analysis About the Applicability of Artificial Intelligence in Participation Processes Fatih Tolga Türk Kamu Yönetiminde Açık Devlet Verisi Uygulamaları: Büyükşehir Belediye Portalları Üzerine Bir İnceleme Open Government Data Applications in Turkish Public Administration: A Study on Metropolitan Municipality Portals Yaşar Samed Gündoğan, Ezgi Seçkiner Bingöl Avrupa Güvenli E-Kimlik Deneyimi Işığında Türkiye İçin Dersler Lessons For Türkiye In The Light of the European Secure E-Id Experience Nur Şat Kamu Yönetiminde Dijital Dönüşüm ve Dijital Çağ Yönetişimi’nin Siber Güvenlik Ekseninde Değerlendirilmesi Evaluation of Digital Transformation and Digital Age Governance in Public Administration on the Axis of Cyber Security Sevda Nur Çevik, Osman Tekelioğlu Şirketleşen Yerel Yönetimler ve Blockchain Corporated Local Governments And Blockchain Nur Banu Çağatay, Ahmet Güven 270 Yapay Zekanın Katılımcılık Süreçlerinde Uygulanabilirliği Üzerine Bir Değerlendirme Fatih Tolga1 Özet Kamu yönetimi işleyişi içerisinde katılımcılık devlet-vatandaş, devlet-sivil toplum ilişkilerini demokratik bir zemin çerçevesine yerleştirir. Vatandaşların ve sivil toplum örgütlerinin yönetim ve karar alma ile ilgili süreçlere etkide bulunması, biryandan kamu politikası uygulamalarının meşruiyetini sağlarken diğer yandan katılımcı yönetim anlayışının pekişmesine katkıda bulunur. Yerelden merkeze kamusal hizmetlere ilişkin fikirlerin, görüşlerin, taleplerin, sitemlerin iletilmesi; kamu politikalarına ilişkin hesap verebilirliğin sağlanması; vatandaşın yönetimin pasif bir aktörü olarak değil aktif bir üyesi olarak değerlendirilmesi; sivil toplum yapılarının örgütsel düzeyde yönetişim mantığına dayalı olarak kamusal alanda etkinliğinin artması katılımcılığın toplumsal ve siyasal sistem içerisindeki göstergelerinden bazılarıdır. Türk kamu yönetimi sistemi çerçevesinde son otuz yılda ortaya konulan reform çabaları hem yerelde hem de merkezde katılımcılığa dayalı birçok yeni uygulamalar ve örgütlenmeler ortaya çıkarmıştır. Yerelde kent konseyleri, gönüllü katılım, katılımcı bütçeleme gibi araçlarla; ulusal ölçekte ise 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu, CİMER (Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi), Kamu Denetçiliği Kurumu gibi uygulamalar katılımcılığa dayalı yönetim yapısının biçimlenmesine katkıda bulunmuştur. İster normatif olsun ister biçimsel olsun katılımcılığın temel dayanakları hesap verebilirlik, şeffaflık, ortak karar alma gibi bir takım temel yönetişim değerleriyle ilişkilidir. Bu ilişki ise günümüzde iletişim teknolojilerindeki ve bilgiye erişim olanaklarındaki araçlar sayesinde yoğunluk ve esneklik kazanmaktadır. Yapay zeka uygulamaları söz konusu yoğunluğun ve esnekliğin belirleyicisi olarak ulusal programlarda stratejik bir alan olarak değerlendirilmektedir. Bu doğrultuda Dijital Dönüşüm Ofisi tarafından Ulusal Yapay Zeka Stratejisi 2021-2025 belgesi hazırlanarak, bu alanda atılacak adımları gösteren çerçeve bir program oluşturulmuştur. Bu durum bize artık yapay zeka uygulamalarının bir kamu politikası olarak değerlendirildiğini göstermektedir. Çağımızda iletişim teknolojilerinde dijitalleşmeye dayalı gelişmeler katılımcılık olgusunu yönetim süreçlerinde yeniden değerlendirmemize olanak sağlayan birçok yeni kavramı ortaya çıkarmaktadır. Bunlardan birisi dijital yönetişim kavramı ekseninde anlam kazanmış olan ve vatandaşların kamu hizmetlerine katılımını kolaylaştıran E-katılım kavramıdır. Bu katılım yönteminde katılan özne yani eylemde bulunan vatandaştır. Araç ise E-katılımın gerçekleştirildiği ortama karşılık gelir. Söz konusu ortam E-Devlet uygulamaları ve internet kullanımının yaygınlaşması, kitle iletişim araçlarının çeşitlenmesiyle ilişkili olarak bireysel ve örgütsel düzeyde yönetim süreçlerinde katılımcılığı teşvik edici özelliğe sahiptir. Ancak son dönemde yapay zeka alanındaki baş döndürücü yenilikler, katılan özne vatandaşla 1 Öğr. Gör., Fatih Tolga, Hitit Üniversitesi, fatihtolga@hitit.edu.tr 271 birlikte ikinci bir özne oluşturma potansiyeline sahiptir. Bu anlamda gelecekte yapay zekanın katılımcılık anlayışını nasıl ve ne şekilde etkileyeceği merak konusu olmaktadır. Toplumsal, ekonomik, akademik alanlarda karar verme ve bilimsel bilgiye ulaşma noktasında yapay zekanın önümüzdeki dönemlerde daha çok incelemeye ve tartışmaya konu olacağı beklenmektedir. Ulusal akademik yazında ve kamu yönetimi alanında da hatırı sayılır çalışmaların varlığı yapay zeka kavramının bütün boyutlarıyla incelenmesi gerekliliğini bize göstermektedir. İnsana özgü bilişsel kabiliyete sahip yapay zeka araçlarının küresel veri analizleri ile mantıksal karar verme kapasitesini güçlendirmesi adeta katılımcılığın vatandaş odaklı doğasını tartışmalı hale getirmektedir. Nitekim Suudi Arabistan’da “Sophia” adındaki yapay zeka robotuna vatandaşlık verilmesi, kişiler hukuku alanında yoğun bir şekilde tartışılsa da gözden kaçırılan bir nokta olarak yönetime katılma açısından nasıl bir işleve sahip olacağı belirsizliğini korumaktadır. Romanya’da Başbakan Ciuca’nın “Ion” adlı yapay zeka robotunu hükümet danışmanı olarak ataması son gelinen noktada katılımcılığa yeni bir boyuttan değerlendirmemizi gerektirecek kuramsal çalışmaların önemini ortaya koymaktadır. Bu çalışmada yapay zeka alanında ortaya çıkan gelişmelerin yönetim süreçlerinde katılımcılığı nasıl etkileyeceği; katılımcı aktörlerin bu süreç içerisinde nerede konumlandırıldıkları; gelecekte merkezi ve yerel ölçekte kamu politikalarının oluşturulmasında yapay zekanın katılımcılık açısından ne gibi fırsatlar ve tehditler ortaya koyacağı tartışılmaya çalışılacaktır. Bu doğrultuda çalışma, yapay zeka pratiklerini katılımcılık boyutuyla incelemeyi hedeflemektedir. Anahtar Kelimeler: katılımcılık, yapay zeka, E-katılım. 272 An Analysis About the Applicability of Artificial Intelligence in Participation Processes Fatih Tolga 1 Abstract Participation in the functioning of public administration places state-citizen and state-civil society relations within a democratic framework. The influence of citizens and civil society organizations on the processes of governance and decision-making not only ensures the legitimacy of public policy practices, but also contributes to the consolidation of participatory governance. Conveying ideas, opinions, demands and systems regarding public services from the local to the central level; ensuring accountability for public policies; considering citizens as active members of the administration rather than passive actors; and increasing the effectiveness of civil society structures in the public sphere based on the governance logic at the organizational level are some of the indicators of participation in the social and political system. The reform efforts in the last thirty years within the framework of the Turkish public administration system have led to many new practices and organizations based on participation both at the local level and at the center. At the local level, tools such as city councils, voluntary participation, and participatory budgeting, and at the national level, practices such as the Law No. 4982 on the Right to Information, CİMER (Presidential Communication Center), and the Ombudsman's Office have contributed to the shaping of a governance structure based on participation. Whether normative or formal, the basic foundations of participation are related to a number of fundamental governance values such as accountability, transparency and shared decision-making. Today, this relationship gains intensity and flexibility thanks to the tools in communication technologies and access to information. Artificial intelligence applications are considered as a strategic area in national programs as a determinant of this intensity and flexibility. In this direction, the National Artificial Intelligence Strategy 2021-2025 document was prepared by the Digital Transformation Office and a framework program showing the steps to be taken in this field was created. This shows us that artificial intelligence applications are now considered as a public policy. In our age, developments in communication technologies based on digitalization reveal many new concepts that allow us to re-evaluate the phenomenon of participation in governance processes. One of these is the concept of E-participation, which has gained meaning around the concept of digital governance and facilitates citizens' participation in public services. In this participation method, the participant is the subject, i.e. the citizen who takes action. The tool corresponds to the environment in which E-participation is realized. The environment in question has the feature of encouraging participation in management processes at the individual and organizational level in relation to EGovernment applications and the widespread use of the internet and the diversification of 1 Lecturer, Fatih Tolga, Hitit University, fatihtolga@hitit.edu.tr 273 mass media. However, the recent dizzying innovations in the field of artificial intelligence have the potential to create a second subject along with the participating subject citizen. In this sense, it is a matter of curiosity how and in what way artificial intelligence will affect the understanding of participation in the future. It is expected that artificial intelligence will be subject to more scrutiny and discussion in the coming periods at the point of making decisions in social, economic and academic fields and accessing scientific knowledge. The existence of considerable studies in the national academic literature and in the field of public administration shows us that the concept of artificial intelligence should be examined in all its dimensions. The fact that artificial intelligence tools with human-specific cognitive abilities strengthen the capacity of logical decision-making through global data analysis makes the citizen-oriented nature of participation controversial. As a matter of fact, although the granting of citizenship to the artificial intelligence robot named "Sophia" in Saudi Arabia has been intensively discussed in the field of personal law, it remains unclear how it will function in terms of participation in governance. In Romania, Prime Minister Ciuca's appointment of an artificial intelligence robot named "Ion" as a government advisor reveals the importance of theoretical studies that will require us to evaluate participation from a new dimension. This study will try to discuss how the developments in the field of artificial intelligence will affect participation in governance processes; where participatory actors are positioned in this process; and what opportunities and threats artificial intelligence will present in terms of participation in the formulation of public policies at the central and local level in the future. In this direction, the study aims to examine artificial intelligence practices from the perspective of participation. Keywords: participation, artificial intelligence, e-participation 274 Türk Kamu Yönetiminde Açık Devlet Verisi Uygulamaları: Büyükşehir Belediye Portalları Üzerine Bir İnceleme* Yaşar Samed Gündoğan1 Ezgi Seçkiner Bingöl 2 Özet Bu çalışma açık devlet verisi teknolojisini kamu yönetimi perspektifinden irdelemekte ve Türk kamu yönetimi örneğinde açık devlet verisi uygulamalarını incelemektedir. Açık devlet verisi, kamu kurum ve kuruluşlarının toplumla paylaştığı verilerin açık, erişilebilir ve yeniden kullanılabilir olmasını ifade etmektedir. Kamu sektörü, yönetim anlayışında klasik kamu yönetiminden yönetişime uzanan süreçteki değişimlerle ve teknolojinin gelişmesi ile önemli dönüşümlere sahne olmuştur. Bu süreçte birçok ülkede devlet verilerine yönelik gizlilik, kapalılık, katılık gibi tutumlar yerini açıklık, şeffaflık, esneklik gibi ilkelere bırakmıştır. Yöneten ve yönetilen arasındaki ilişkilerin açıklık üzerine temellenmesi gelişmiş toplumlarda temel gerekliliklerden biridir. Günümüzde kamu bürokrasileri yönetimde açıklık, şeffaflık, hesap verebilirlik gibi ilkeleri önemsemektedir. Son yıllarda gelişmiş ülkeler açık veri teknolojisine önemli yatırımlar yapmaktadır. Açık veri teknolojileri örgütlere, bürokratik maliyetlerin azaltılması, katılımcılık, katma değer, ekonomik büyüme, yeni istihdam olanakları ve enerji tasarrufu gibi birçok fayda sağlamaktadır. Çalışmamızda ilk olarak Türkiye’de merkezi yönetim düzeyinde bazı kurum ve kuruluşların, yerel yönetim düzeyinde ise belediyelerin açık devlet verisi çalışmaları ortaya konmuştur. İstanbul, İzmir ve Bursa Büyükşehir Belediyeleri olmak üzere üç belediyenin açık veri portalları ise mercek altına alınmış ve bu belediyelerin açık veri çalışmalarına ilişkin bir analiz sunulmuştur. Merkezi yönetim düzeyinde veri açma çalışmaları geçmişten bugüne kronolojik olarak yasal ve kurumsal olarak ortaya konmuştur. İlgili büyükşehir belediyelerinin sahip oldukları açık veri setleri ayrıntılı bir biçimde incelenmiş veriler; konu, kategori, içerik, sayı yönlerinden analiz edilmiştir. Belediyelerin açık veri setleri; veri seti sayıları, en çok kullanılan veri setleri, kategori türleri ve sayıları, kategorilerin barındırmış olduğu veri seti sayısı, popüler veri setleri tablo edilerek karşılaştırılmıştır. Portaldaki verilerin etkililiğine ilişkin bir tartışma da sunulmuştur. Birincil veri toplama yöntemi olarak literatür analizi yöntemi benimsenmiştir. Bu doğrultuda yararlanılan kaynaklar; belediye faaliyet raporları, belediye stratejik planları, belediyelerin resmi internet siteleri, portalı kuran bilgi işlem dairesi başkanlıkları ve belediyenin haber kaynaklarıdır. İkinci olarak belediyelerin açık veri setlerinin incelenmesi için resmi internet sayfalarından yararlanılmıştır. Son olarak ilgili belediyelerin portalları * Bu çalışma Doç. Dr. Ezgi Seçkiner Bingöl danışmanlığında Yaşar Samed Gündoğan tarafından Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde tamamlanan “Türk Kamu Yönetiminde Açık Veri Uygulamaları ve Yerel Yönetimlerin Açık Veri Portallarının İncelenmesi” (2022) başlıklı yüksek lisans tezinden yararlanılarak hazırlanmıştır. 1 Kamu yönetimi bilim uzmanı, Yaşar Samed Gündoğan, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, y.samedgundogan@gmail.com 2 Doç. Dr., Ezgi Seçkiner Bingöl, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, eseckinerbingol@ohu.edu.tr 275 üzerine bir analiz sunulmuş, değerlendirme bölümünde bu analizden elde edilen veriler değerlendirilmiştir. Çalışma sonucunda ülkemizde merkezi yönetim ve yerel yönetim düzeylerinde açık veri uygulamalarının kapsamının dar ve ilerlemesinin yavaş olduğu görülmüştür. Açık veri portallarının henüz yeni kurulmuş olması, kurumlarda kapalılık, katılık, kuralcılık gibi tutumların devam ediyor olması, teknik ekip ve eleman eksiklikleri, yerel yöneticilerin zaman ve maliyet gibi nedenlerden ötürü konuya mesafeli yaklaşması gibi sebepler açık devlet verisi teknolojisinin ilerlemesinin önündeki engeller olarak not edilmiştir. İncelenen belediyeler özelinde varılan sonuçlara ek olarak, Türk kamu yönetiminde açık devlet verisine ilişkin kapsamlı bir mevzuat çalışmasına ihtiyaç olduğu, yönetimde açıklığa erişmenin bir anlayış ve yönetim kültürü değişimi gerektirdiği, girişimcilerin, üniversitelerin, sivil toplumun açık devlet verisi kullanımı konusunda desteklenmesi gerektiği, yerel yöneticilerin açık veri konusunda bilgilendirilmesi; belediyelerde açık verinin üst yönetim tarafından benimsenmesi, alt-yapı ve entegrasyon çalışmalarının gerçekleştirilmesi gibi öneriler geliştirilmiştir. Bu çalışma Türkiye’de yerel yönetimlerin açık devlet verisi çalışmalarını inceleyen ilk araştırmalardan biridir. Gün geçtikçe açık devlet verisi çalışmaları gelişmektedir. Bu çalışma açık devlet verisi çalışan diğer araştırmacılar için yol gösterici olabilir. Anahtar Kelimeler: Açık devlet verisi, açık veri, Türk kamu yönetiminde açık devlet verisi, Belediyelerde açık veri. 276 Open Government Data Applications in Turkish Public Administration: A Study on Metropolitan Municipality Portals* Yaşar Samed Gündoğan1 Ezgi Seçkiner Bingöl2 Abstract This study examines open government data technology in terms of public administration and analyzes open government data applications in the Turkish public administration. Open government data refers to the open, accessible and reusable data that public institutions and organizations share with the public. The public sector has undergone significant transformations with the changes in the management approach from classical public administration to governance and with the development of technology. In this process, in many countries, attitudes such as secrecy, closeness and rigidity towards state data have been replaced by principles such as openness, transparency and flexibility. It is essential for democratic societies that the relations between the ruler and the governed are based on the principle of openness. Today, public bureaucracies attach importance to principles such as openness, transparency and accountability. In recent years, developed countries have made significant investments in open data technology. Open data technologies provide many benefits to organizations such as reducing bureaucratic costs, participation, effectiveness, economic growth, new employment opportunities and energy savings. In our study, firstly, the open government data works of some institutions and organizations at the central government level and municipalities at the local government level in Turkey are presented. The open data portals of three municipalities, namely Istanbul, Izmir and Bursa Metropolitan Municipalities, are examined and an analysis of their open data efforts is presented. Data opening activities at the central government level are presented chronologically from past to present in legal and institutional terms. The open data sets of the relevant metropolitan municipalities were examined in detail and the data were analyzed in terms of subject, category, content and number. The open data sets of the municipalities were compared by classifying the number of data sets, the most used data sets, the types and number of categories, the number of data sets contained in the categories, and popular data sets. A discussion on the effectiveness of the data on the portal is also presented. Literature analysis was adopted as the primary data collection method. The sources utilized in this direction are municipal activity reports, municipal strategic plans, official websites of municipalities, IT departments that set up the portal, and municipal news sources. Secondly, the official * This study is based on the master's thesis entitled "Open Data Applications in Turkish Public Administration and Examination of Open Data Portals of Local Governments" (2022), completed by Yaşar Samed Gündoğan at Niğde Ömer Halisdemir University, Department of Public Administration under the supervision of Assoc. Prof. Dr. Ezgi Seçkiner Bingöl. 1 Graduate master student, Yaşar Samed Gündoğan, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, y.samedgundogan@gmail.com 2 Assoc. Prof. Dr., Ezgi Seçkiner Bingöl, Niğde Ömer Halisdemir University, eseckinerbingol@ohu.edu.tr 277 websites of the municipalities were utilized to examine their open data sets. The open data sets of the relevant metropolitan municipalities were examined in detail and the data were analyzed in terms of subject, category, content and number. Finally, an analysis of the portals of the relevant municipalities is presented and the data obtained from this analysis is evaluated in the evaluation section. As a result of the study, it was seen that the scope of open data applications at the central and local government levels in our country is narrow and progress is slow. Reasons such as the fact that open data portals have only recently been established, the persistence of attitudes such as closeness, rigidity and normativity in institutions, lack of technical teams and personnel, and local administrators’ distant approach to the subject due to reasons such as time and cost, have been noted as obstacles to the advancement of open government data technology. In addition to the conclusions reached specifically for the municipalities examined, it is stated that there is a need for a comprehensive legislative study on open government data in Turkish public administration, that achieving openness in management requires a change of understanding and management culture, that entrepreneurs, universities, and civil society should be supported in the use of open government data, and that local administrators should be open to open government data. being informed about the data; Recommendations have been developed such as the adoption of open data by the senior management in municipalities and the realization of infrastructure and integration studies.s. This study is one of the first studies to examine the open government data efforts of local governments in Turkey. Open government data studies are developing day by day. This study can be a guide for other researchers working on open government data. Keywords: open data, open government data, open government data in Turkish public administration, open data in municipalities Avrupa Güvenli E-Kimlik Deneyimi Işığında Türkiye İçin Dersler 278 Nur Şat 1 Özet Bu çalışmanın konusu elektronik kimlik (e-kimlik)tir. Bilgi toplumunun kamu yönetim modeli olan elektronik devlet olgunluğunun mayası elektronik veriye dayalı tanımlama ve doğrulamanın araç seti olan e-kimliğin işlerliğinde saklıdır. Kişisel veriye duyarlı kamu hizmeti sunumunu gerçek veya tüzel kişiye bağlayabilme süreci kimlik bilgilerinin güvenilirliğini bilgi temelli toplumu yaşatmak için gerekli kılmıştır. Kimliğin elektronik formda tanımlaması ve doğrulaması artık kamu idaresi için bir yükümlülüktür. Uygarlığın bu aşamasında, neo-liberal ekonomi-politik ortamdan, iklim değişikliğine bir dizi olgunun şekillendirdiği sınır ötesi hareketlilik de dâhil, her düzeyde e-kimliğin etkin ve hukuki şekilde kullanılması gerekmektedir. Bilhassa hukuki belgeleriyle Avrupa Birliği (AB), sınırları içinde birbirlerinden farklı ulusal kimlik tanımlama ve doğrulama araçlarıyla birlikte çalışabilirlik için işlevsel bir uygulama çerçevesi oluşturmuştur; bilgi ekonomisi stratejilerini, kamu hizmetlerine çevrim içi erişimde yüksek bir güvence düzeyine karşılık gelen e-kimlikle kurgulayarak doğal bir liderlik sağlamıştır. Üye ülkeleri strateji belgelerinde e-kimlikten nadiren bahsederken ve üyeler arasında ekimliğin çevrim içi kamu hizmetlerinin kolaylaştırıcısı olduğu konusunda bir mutabakat bile bulunmazken Birlik, paydaşlarına e-kimliğin sosyal, ekonomik ve hukuki bir iklim oluşturma yeteneğini ispatlamak istemiştir. Bu nedenle AB, Avrupa Komisyonu eliyle “eKimlik Birlikte Çalışabilirlik Platformu” oluşturarak kısaca STORK olarak anılan “Sınır Ötesi Kimlik Doğrulama Entegrasyonu” projelerini desteklemiştir. 2008-2015 yılları arasında uygulanan her iki proje, üye devletler arasında kişisel verinin elektronik alışverişi için bir çerçeve oluşturmayı amaçlamıştır. Projeler, vatandaşların, işletmelerin ve kamu yetkililerinin sınırlar ötesinde güvenli işlemler gerçekleştirmesini sağlamak için e-kimlik sistemlerine teknik standartlar, yasal çerçeveler ve işlemler izleği oluşturmuştur. STORK projeleri; teknik altyapı, birlikte çalışabilirlik sorunları, veri koruma endişeleri, bazı üye devletlerin direnci gibi zorluklara rağmen, sınırlar ötesi veri aktarımında e-kimlik hizmetini benzersiz ve yüksek kapasitede sınayabilmiş ve siyasi destek, güçlü teknik uzmanlık, yeni yasal çerçeveler oluşturulabilmek gibi belirli başarılara ulaşmıştır. Bu deneyimin Türkiye'de e-kimliğin uygulanma süreci açısından dersler içerdiği değerlendirilmektedir. 1970’li yıllardan beri teknik, idari ve hukuki bir birikim sağlayan merkezi nüfus sistemi altyapısıyla birlikte Türkiye’de 2009’da başlanan kamu hizmetlerinin dijitalleşme süreci e-kimlik hizmetinin uygulanmasıyla devam etmektedir. Yasal ve teknik altyapılarla 2016 yılında finans, sağlık, tapu kaydı, sosyal sigorta gibi çeşitli kamu hizmetleriyle bütünleştirilen e-kimlik sistemi başlatılmıştır. Bu çalışmanın kapsamı, AB’de sınır ötesi kullanım amaçlı e-kimlik düzenlemeleri ve uygulamaları ışığında Türkiye’deki e-kimliğin geleceği için çıkarımda bulunulmasıdır. 1 Doç. Dr., Nur Şat, Hitit Üniversitesi, nursat@hitit.edu.tr 279 Bu bildirinin amacı, AB’nin STORK deneyimini çıkarılabilecek dersleri Türkiye'de e-kimliğin uygulanmasına yönelik olarak keşfetmek Türkçe bilim yazınına kazandırmaktır. Bulgularına dayanarak, söz konusu deneyimin Türkiye'de e-kimliğin başarısı için değer taşıdığı sonucu, çalışmanın önemini göstermektedir. STORK projelerinin performansındaki temel faktörleri ve uygulama sırasında ortaya çıkan zorlukları araştırmak için bu çalışmada nitel yöntem benimsenmektedir. Çalışma, örnek olay deseniyle örülüdür. Desenleme stratejisi, amaçlı örneklem için nitel veri kullanmaktır. Bildiri için araştırmanın veri toplama araçları; projelerin resmî belgeleri üzerinde kapsamlı doküman incelemesi, STORK’ların tasarımı ve uygulamasında çalışmış olan uzmanlarla mülâkat, e-kimlik konusunda sistematik olmayan bir literatür taramasıdır. Toplanan veri, betimsel ve içerik analiziyle çözümlenmiştir. Araştırmada güvenirlilik ve geçerlilik veri üçgenlemesi, yansıtıcı düşünce, uzman görüşüyle sağlanmaktadır. Bildiri, Projelerin teknik detaylarını sadece asgari açıklamalarla sınırlandırmış ve daha çok kamu yönetimi için alınacak derslerine odaklanmıştır. Anahtar Kelimeler: elektronik kimlik (e-kimlik), kamu hizmeti, kamu yönetiminde dijitalleşme, Avrupa Birliği, STORK projeleri Lessons For Türkiye In The Light of the European Secure E-Id Experience 280 Nur Şat 1 Abstract The subject of this study is "electronic identity (e-ID)". The yeast of electronic government maturity, the public administration model of the information society, lies in the functionality of e-ID, an identification and verification toolkit linked to electronic data. The process of linking the provision of personal datasensitive public services to a natural or legal identity has made the reliability of identity information essential to the maintenance of a knowledge-based society. Identification and verification of identity in electronic form is now an obligation of public administration. At this stage of civilisation, e-ID must be used effectively and legally at all levels, including cross-border mobility, which is shaped by a range of phenomena from neoliberal political economy to climate change. The European Union (EU) has based its knowledge economy strategies on e-ID, which corresponds to a high level of security for online access to public services. In particular, through its legal instruments, the EU has established a functional implementation framework for interoperability with national identification and verification tools that differ across its borders. To demonstrate the benefits of e-ID with cross-border data flows, Europe has sought to enable commercial, legal, and social relationships based on electronic data on this scale. This has given it a natural leadership role. While its member states rarely mentioned e-ID in their strategy documents and there was not even a consensus among the members that e-ID was a facilitator for online public services, the Union bodies wanted to prove to its stakeholders the ability of e e-ID to create a socio-economic and legal climate. For this reason, the EU supported the "Secure idenTity acrOss boRders linKed" projects, called STORK and STORK 2.0, through the basic creation of an " e-ID Interoperability Platform" by the European Commission (EC). The projects, which ran from 2008 to 2015, aimed to establish a framework for the electronic exchange of personal data between Member States. The projects set technical standards, legal frameworks, and a process track for e-ID systems to enable citizens, businesses, and public administrations to conduct secure transactions across borders. Although the STORKs faced several challenges, including technical infrastructure, interoperability issues, data protection concerns, legal issues and resistance from some Member States, the experience provides a unique and powerful example of the e-ID service, cross-border data transfer, along with certain success factors such as political support, strong technical expertise, and a new legal framework. These experiences are lessons to be learnt for the implementation of e-ID in Türkiye: The process of digitalisation of public services in Türkiye, which started in 2009, continues the implementation of e-ID services with the infrastructure of the Central Population System, which has been providing technical, administrative, and legal records since the late 1970s. With the legal and technical infrastructure in place, the e-ID system was launched in 2016, 1 Assoc. Prof. Dr., Nur ŞAT, Hitit University, nursat@hitit.edu.tr 281 and integrated into various public services such as finance, health, land registry and social security. The scope of this study is to envision the future of e-ID in Türkiye in the light of e-ID regulations and practices of the EU’s experience. This paper aims to explore the lessons that could be learnt from the EU’s STORK Projects for better implementation of e-ID in Türkiye and provide this example to the Turkish scientific literature. Based on its findings, the study concludes that this experience is valuable for the e-ID’s success in Türkiye. The qualitative method is used to explore the key factors in the performance of STORK Projects and the challenges that arose during implementation. The study is based on a case study design. The design strategy is to use qualitative data for purposive sampling. The data collection tools of the research for the paper are a comprehensive document review of the official documents of the projects, in-depth interviews with experts involved in the design and implementation of STORKs, and a literature review on e-ID. The collected data was analysed using descriptive and content analysis. Reliability and validity are ensured through data triangulation, reflection, and expert opinion. The paper minimises the technical details of the projects and focuses more on lessons for public administration. Keywords: electronic identity (e-ID), public service, digitalization in public administration, European Union, STORK Projects 282 Kamu Yönetiminde Dijital Dönüşüm ve Dijital Çağ Yönetişimi’nin Siber Güvenlik Ekseninde Değerlendirilmesi Sevda Nur Çevik1 Osman Tekelioğlu2 Özet Kamu yönetimi disiplininde 1980’li yıllarla birlikte Yeni kamu Yönetimi (YKY) anlayışı gündeme gelmiş ve klasik yönetim anlayışının çıkmazlarına bir alternatif olarak sunulmuştur. Özel sektör yönetim anlayışının ilkelerini kamu sektöründe uygulayarak verimliliği ve etkinliği artırmaya çalışan YKY anlayışı 2000’li yıllarla birlikte zirveye ulaşmıştır. YKY anlayışının ortaya çıkan çıkmazlar karşısında cevap verememeye başlamasıyla alternatif anlayışlar gündeme gelmiştir. Kimi zaman YKY’nin devamı kimi zamansa ayrı bir paradigma olarak ele alınan Dijital Çağ Yönetişimi (DÇY) de bunlardan birisidir. Bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelerle beraber kamu yönetiminde teknoloji kullanımı da yaygınlaşmıştır. Devletin hızla dijitalleşmesi, vatandaşlar, işletmeler sivil toplum örgütleri arasındaki etkileşim elektronik ortamda artarak gelişmiştir. Bu gelişmeler e-devlet, e- yönetişim, e-demokrasi gibi kavramların doğmasını sağlamıştır. Bu kavramlar DÇY yaklaşımının birer alt unsuru olup onunla ilişkili olarak ele alınmaktadır. Dijital çağın yönetişim stratejisi teknolojik imkanlar ve gelişmeler tarafından şekillenmektedir. Yaklaşımda dijitalleşmenin avantajlarından faydalanmak amacıyla merkezileştirme ve uzmanlaşmaya öncelik tanınmakta, dijitalleşme vasıtasıyla verimliliği artırmak hedeflenmektedir. DÇY, kamu sektörünün çok daha geniş bir perspektifte örgütlenmesini sağlamaktadır. Kamu sektörü dijitalleşme çabası içinde karşılıklı olarak tanımlanmış ortak hedeflere ulaşmak amacıyla vatandaşlarla işbirliği yapmakta ve katılımcı bir yaklaşım sergilemektedir. Kamu yönetiminde yaşanan dijitalleşme kamu sektörü ve bu sektöründe etki alanında önemli somut dönüşümleri beraberinde getirmiştir. E-devlet uygulamaları gibi elektronik hizmetlerin kamu sektöründe yaygınlaşması ve kamu hizmetlerine dahil edilen otomasyon süreçleri dijitalleşmenin yarattığı en başat aktörler olarak karşımıza çıkmaktadır. Kamu yönetiminde dijitalleşme süreci yaşanan somut değişimlerle beraber alan yazınında da bazı yeni tartışmalara meydana getirmiş nitekim önemli sonuçlar da doğurmuştur. Kamu yönetiminde dijitalleşme uygulamaları gerek topluma bu aktörlerin aktarılması gerek dijitalleşme ile yaşanan olumlu gelişmeler gerekse sonuçları itibariyle farklı çerçevelerden tartışma imkânı sunmaktadır. E- devlet gibi uygulamaların açıklık, şeffaflık, hesap verebilirlik gibi ilkeleri bilgi edinme imkanını artırması yoluyla etkinliği artırması vatandaşlara olumlu dönütler sağlamaktadır. Zamandan ve veriden tasarruf sağlanırken, bilgi edinme yoluyla yolsuzluk gibi faaliyetlerin önlenmesi de kolaylaşmaktadır. Ancak dijitalleşme iki yönlü olarak ele alınması gereken bir konudur. Kişisel verilerin korunması, siber saldırılar, mahremiyet, etik bağlamında 1 2 Doktor Adayı, Sevda Nur Çevik, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, cevikksevdanurr@gmail.com Öğr. Gör., Osman Tekelioğlu, Muş Alpaslan Üniversitesi, tekelioglu_osman@hotmail.com 283 değerlendirildiğinde başka boyutlar meydana gelmektedir. Dijitalleşme sürecinin hem kuramsal hem de uygulama düzeyinde yarattığı sonuçlar incelendiğinde kamu sektörünün kökten bir değişiklikle karşı karşıya olduğu söylenebilir. Bu değişiklik kamu sektörünün ihtiyaçlarını da büyük oranda şekillendirmektedir. 2000’li yıllarda bilim ve teknoloji alanında yaşanan hızlı dönüşüm bilgi ve iletişim teknolojilerini toplum ve ekonominin vazgeçilmez bileşeni haline getirmiştir. Hem kamu kurumları hem de özel sektörde sağlık, ulaşım ve haberleşme gibi birçok hizmetin yerine getirilmesi için bilgi ve iletişim teknolojileri hayati önem taşımaktadır. Yaşanan bu dönüşüm ve özellikle de internet kullanımının yaygınlaşması olanak sağladığı olumlu sonuçların yanı sıra ciddi güvenlik risklerini de beraberinde getirmiştir. Bu riskler kamu sektöründe siber güvenlik ihtiyacını doğurmaktadır. Bu açıdan çalışmanın amacı kamu yönetiminde dijitalleşme sürecini olumlu ve olumsuz yanlarıyla ele alarak ortaya çıkan siber güvenlik ihtiyacını incelemektir. Nitel araştırma yöntemleri kullanılan bu çalışmada kamu yönetiminde dijitalleşme, dijital çağ yönetişimi, siber güvenlik kavramları genel kapsamla ele alınarak kamu yönetiminde yaşanan dijital dönüşümün boyutları neden-sonuç ilişkisi içerisinde değerlendirilecektir. Çalışma bilgi ve teknoloji toplumuna geçişle birlikte kamu yönetiminde dijitalleşmenin bir gereklilik olduğu iddiasından hareketle ortaya çıkan yeni durumda dijital dönüşümü hem etkinlik ve verimliliği sağlamada olumlu bir araç hem de kişisel verilerin korunması, mahremiyet, siber güvenlik ilişkisi içerisinde olumsuz sonuçlarını önlemek amacıyla nelerin yapılması gerektiği konusunda bir değerlendirme sunmayı hedeflemektedir. Anahtar Kelimeler: dijitalleşme, siber güvenlik, dijital çağ yönetişimi, kamu yönetimi, yeni kamu yönetimi 284 Evaluation of Digital Transformation and Digital Age Governance in Public Administration on the Axis of Cyber Security Sevda Nur Çevik 1 Osman Tekelioğlu2 Abstract In the public administration discipline, the New Public Administration (NPM) approach came to the fore in the 1980s and was presented as an alternative to the deadlocks of the classical management approach. The NPM approach, which tries to increase efficiency and effectiveness by applying the principles of the private sector management approach in the public sector, reached its peak in the 2000s. Alternative understandings have come to the fore as the NPM understanding began to be unable to respond to the emerging dilemmas. Digital Age Governance (DÇY), which is sometimes considered as a continuation of NPM and sometimes as a separate paradigm, is one of them. With the developments in information and communication technologies, the use of technology in public administration has also become widespread. The rapid digitalization of the state, the interaction between citizens, businesses and non-governmental organizations has increasingly developed in the electronic environment. These developments have led to the emergence of concepts such as e-government, e-governance, and e-democracy. These concepts are sub-elements of the VRM approach and are discussed in relation to it. The governance strategy of the digital age is shaped by technological opportunities and developments. In the approach, priority is given to centralization and specialization in order to benefit from the advantages of digitalization, and it is aimed to increase efficiency through digitalization. DÇY provides the organization of the public sector in a much broader perspective. The public sector cooperates with citizens and exhibits a participatory approach in order to achieve mutually defined common goals in the digitalization effort. The digitalization in public administration has brought with it significant concrete transformations in the public sector and its sphere of influence. The spread of electronic services such as e-government applications in the public sector and the automation processes included in public services are the main actors created by digitalization. The digitalization process in public administration has brought about some new discussions in the literature along with the concrete changes experienced, as well as important results. Digitalization practices in public administration offer the opportunity to discuss these actors from different perspectives in terms of both the transfer of these actors to the society, the positive developments experienced with digitalization and their results. The fact that applications such as e-government increase efficiency by increasing the opportunity to obtain information on principles such as openness, transparency and accountability provides positive feedback to citizens. While saving time and data, it is also easier to prevent activities such as corruption by obtaining information. However, digitalization is 1 2 PhD Candidate, Sevda Nur Çevik, Ankara Hacı Bayram Veli University, cevikksevdanurr@gmail.com Lecturer, Osman Tekelioğlu, Muş Alpaslan University, tekelioglu_osman@hotmail.com 285 an issue that needs to be addressed in two ways. When the protection of personal data is evaluated in the context of cyber attacks, privacy and ethics, other dimensions arise. When the results of the digitalization process at both the theoretical and practical level are examined, it can be said that the public sector is facing a radical change. This change also largely shapes the needs of the public sector. The rapid transformation experienced in the field of science and technology in the 2000s has made information and communication technologies an indispensable component of society and economy. Information and communication technologies are of vital importance for the fulfillment of many services such as health, transportation and communication in both public institutions and private sectors. This transformation, and especially the widespread use of the internet, has brought along serious security risks as well as the positive results it has provided. These risks create the need for cyber security in the public sector. In this respect, the aim of the study is to examine the emerging cyber security need by considering the digitalization process in public administration with its positive and negative aspects. In this study, in which qualitative research methods are used, the concepts of digitalization in public administration, digital age governance, cyber security will be discussed in general and the dimensions of digital transformation in public administration will be evaluated in a causeeffect relationship. In the new situation, which emerged from the claim that digitalization is a necessity in public administration with the transition to the work, information and technology society, digital transformation is both a positive tool in providing efficiency and productivity, and a discussion on what should be done in order to prevent its negative consequences in the relationship of protection of personal data, privacy and cyber security. It aims to provide an assessment. Keywords: digitalization, cyber security, digital age governance, public administration, new public administration 286 Şirketleşen Yerel Yönetimler ve Blockchain Nur Banu Çağatay1 Ahmet Güven2 Özet Bu makalede gözetim kapitalizminin yarattığı dönüşümlerin, devlet ve yönetim yapısına nasıl etki ettiğini incelenmiştir. Gözetim kapitalizmi, veri toplama ve manipülasyonu üzerinden vatandaşları birbirine bağlayan merkezler oluşturmaktadır. Bu merkezlerin sermayesi, veri ve data üzerine kuruludur. Gözetim kapitalizmi, piyasa kapitalizminden farklı olarak insanların organik bir topluluğunu parçalayarak ve veri aracılığıyla birbirlerinden ayrıştırır. Bu süreçte devletler de şirketleşme eğilimindedir. Veri ve data ile otoritelerini güçlendirerek, vatandaşları ‘datadaş’lara dönüştürmektedir. Ancak, bu şirketleşme ve veri toplama süreci, vatandaşları savunmasız bırakabilir. Bu nedenle vatandaşlar, yönetimin işleyişine dair saydamlık, hesap verebilirlik, katılımcılık, verimlilik, etik ve dürüstlük gibi temel ilkeleri talep etmektedir. Bu noktada blockchain teknolojisi devreye girebilir. Blockchain teknolojisi, verilerin merkezi olmayan bir şekilde saklanmasını ve güvenli bir şekilde paylaşılmasını sağlar. Bu, vatandaşların verilerini kontrol etmelerine ve yönetimin daha şeffaf ve hesap verebilir olmasına yardımcı olabilir. Ayrıca, vatandaşlar verilerini merkeze değil, kendi kontrolündeki blockchain’lerde saklayabilirler. Ancak blockchain uygulamasının da vatandaşları birer veri ağı ile birbirine bağlamada kullanılabilecek bir araç olma ihtimali de bulunmaktadır. Anahtar kelimeler: gözetim, yerel yönetimler, şirketleşme, blockchain 1 2 Doktora Öğrencisi, Nur Banu Çağatay, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, nurbanucagatay@gmail.com. Doç. Dr., Ahmet Güven, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, ahmetguven@gmail.com 287 Corporated Local Governments And Blockchain Nur Banu Çağatay 1 Ahmet Güven2 Abstract In this article, we examined how surveillance capitalism has influenced the state and governance structure. Surveillance capitalism creates centers that connect citizens to each other through data collection and manipulation, with the primary capital being data and information. Unlike traditional market capitalism, surveillance capitalism aims to fragment organic communities of individuals and disconnect them through data. In this process, states are also inclined towards corporatization by strengthening their authority with data, they transform citizens into ‘dataship’. However, this corporatization and data collection process can leave citizens vulnerable. Therefore, citizens demand fundamental principles such as transparency, accountability, participation, efficiency, ethics, and honesty in the functioning of governance. This is where blockchain technology can come into play. Blockchain technology enables data to be stored in a decentralized manner and securely shared. This can help citizens take control of their data and make governance more transparent and accountable. Additionally, citizens can store their data in their own blockchain, rather than relying on centralized authorities. However, it’s worth noting that blockchain implementation also has the potential to connect citizens into a network of data, serving as a tool for surveillance. Keywords: surveillance, local governance, corporatization, blockchain. 1 2 PhD Candidate, Nur Banu Çağatay, Tokat Gaziosmanpaşa University, nurbanucagatay@gmail.com. Assoc. Prof. Dr., Ahmet Güven, Tokat Gaziosmanpaşa University, ahmetguven@gmail.com 288 İKİNCİ GÜN: ÜÇÜNCÜ OTURUM 27.10.20203 13:30-15:00 Eymir Salonu Yerel Yönetimler Oturum Başkanı: Uğur Ömürgönülşen Kentsel Politika Yapımı ve Uygulamada Kent Konseylerinin Rolü: Selçuklu ve Nilüfer Belediyeleri Üzerinden Karşılaştırmalı Bir Analiz The Role of City Councils in Urban Policy Making and Implementation: A Comparative Analysis through Selçuklu and Nilüfer Municipalities İsmail Sevinç, Ayhan Gürbüzer, Rıdvan Işık 6360 Sayılı Kanun Çerçevesinde Yapılan Değişikliklerin Kentsel Hizmetlerin Kırsal Kesime Sunumu Üzerindeki Etkileri Effects of the Amendments Made Under the Law No. 6360 on the Provision of Urban Services to Rural Areas Nilüfer Ergin Türkiye’de Kentsel Dönüşüm Politikalarının Kalkınma Planları Çerçevesinde İncelenmesi ve Afet Yönetimine Etkisinin Değerlendirilmesi Examining Urban Transformation Policies in Turkey within the Framework of Development Plans and Evaluating Their Impact on Disaster Management Burcu Al, İnci Ay Kılıçarslan Hak Arama Hürriyeti Kapsamında Adli Yardım Sistemine Belediyeler ve İl Özel İdarelerinin Nasıl Bir Katkısı Olabilir? What Kind of Contribution Can Municipalities and Special Provincial Administrations Make to the Legal Aid System within the Scope of the Freedom to Seek Rights? Nihal Gündoğdu Saatci Kocaeli İlçe Belediyeleri Web Sayfaları Üzerinden Türkiye’de Bilgi Edinme Hakkı İncelemesi Examination of the Right to Obtain Information in Turkey through the Web Pages of Kocaeli District Municipalities Zümrüt Tuğba Kahyaoğlu 289 Kentsel Politika Yapımı ve Uygulamada Kent Konseylerinin Rolü: Selçuklu ve Nilüfer Belediyeleri Üzerinden Karşılaştırmalı Bir Analiz İsmail Sevinç1 Ayhan Gürbüzer2 Rıdvan Işık3 Özet Mahalli müşterek nitelikteki kamu hizmetlerinin fayda-maliyet dengesiyle sunulması ve beklenen memnuniyeti oluşturması; hizmet ihtiyacının doğru tespiti, önceliklendirilmesi, bu ihtiyaçların karşılanmasında ortaya çıkan sorunların tespiti ve bunların çözümlerine ilişkin önerilerin yerel yönetişim yaklaşımıyla ele alınmasına bağlıdır. Yerel kalkınma stratejilerini de içeren kentsel politikaların kentin her yönden gelişimine olan (olası) etkileri; siyasal, sosyoekonomik ve sosyokültürel boyutlarıyla kentte yaşayan herkesi doğrudan veya dolaylı olarak etkilemektedir. Küreselleşmenin etkisinin de hissedildiği bu yeni kentsel politikalar kentin geleceğini şekillendirirken, sonuçlarından doğrudan veya dolaylı etkilenecek olan kentlinin yönetime katıl(a)maması var olan sorunların çözümünü zorlaştırmakta, sağlıklı ve sürdürülebilir kentleşmeyi de olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Yönetişim kavramı; merkezi ve yerel yönetim birimleri, ulusal ve uluslararası kuruluşlar, iş dünyası, bilimsel-akademik çevre ve sivil toplum kuruluşlarının farklı alanlarda ortak hedefler doğrultusunda uygun yöntemler ile karar alma, uygulama, izleme ve denetleme süreçlerinde iş birliği ve etkileşim halinde olmasını ifade etmektedir. Katılım ise demokrasi kavramının uygulamadaki yansımasıdır. Yerelde katılım konusu 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda; hemşehri hukuku, belediye hizmetlerine gönüllü katılım, kent konseyi ve stratejik plan hazırlanma süreci şeklinde yer almaktadır. Kent Konseyi’nin temeli, 1992 yılında Rio de Janeiro’da düzenlenen “Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda imzalanan, “Gündem 21” Eylem Programıdır. Yerel Gündem 21 "toplumsal uzlaşma olmadan sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşılamaz" görüşünü vurgulamaktadır. Yerel Gündem 21 ile başlayan süreçte ülkemizde de kent konseyi olarak şekillenen yönetişim modeliyle kent yönetimine doğrudan katılma ve kararlarda söz sahibi olma imkânı sağlanmıştır. Kent konseyinin kuruluşu, yapısı ve işleyişine ilişkin hususlar 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 76. Maddesi ve Kent Konseyi Yönetmeliği ile belirlenmiştir. Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları, farklı gelişmişlik seviyesindeki ülkeler için geçerli 17 evrensel hedeften oluşan bir eylem çağrısıdır ve Birleşmiş Milletler’e üye ülkeler tarafından Eylül 2015 tarihinde BM Genel Kurulu’nda kabul edilerek 2016 yılı Ocak ayında yürürlüğe girmiştir. Dünyayı korumak, tüm insanların barış ve refah içinde yaşamasını sağlamak, yoksulluğu ortadan kaldırmak üzere küresel ve yerel sürdürülebilir kalkınma 1 Prof. Dr., İsmail Sevinç, Necmettin Erbakan Üniversitesi, isevinc@erbakan.edu.tr 2 Doktora Öğrencisi, Ayhan Gürbüzer, Necmettin Erbakan Üniversitesi, 18810401029@ogr.erbakan.edu.tr 3 Doktora Öğrencisi, Rıdvan Işık, Necmettin Erbakan Üniversitesi, ridvan@erbakan.edu.tr 290 uygulamalarına bir çerçeve oluşturmak amacıyla 2030 yılında tamamlanacak bir yol haritası ortaya koymaktadır. Yeni Kentsel Gündem, 2016 yılında Ekvator’un Kito şehrinde gerçekleştirilen HABITAT III konferansında kabul edilmiştir. Yerel yönetimler Yeni Kentsel Gündem’in uygulanmasında ve sürdürülebilir kentleşmenin sağlanmasında ana aktörlerdendir. Yeni Kentsel Gündem, 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarının bütünleşik olarak uygulanmasına, yerelleştirilmesine ve gerçekleştirilmesine katkı sunmaktadır. “Belediye ve Bağlı Kuruluşları ile Mahalli İdare Birlikleri Norm Kadro İlke ve Standartlarına Dair Yönetmelik”te belediye ve bağlı kuruluşları ile mahalli idare birlikleri, hukuki durumları ve hizmet özelliklerine göre altı ana gruba ayrılmıştır. Büyükşehir ilçe belediyeleri (C) grubunda yer almaktadır. İlçe merkezi, sanayi veya ticaret ve turizm nitelikleri bakımından benzer olan Selçuklu Belediyesi (Konya) C-18 ve Nilüfer Belediyesi (Bursa) C-17 grubunda yer almaktadır. Selçuklu ve Nilüfer Kent Konseylerinin karşılaştırmalı olarak ele alındığı bu çalışma ile kamu yönetimi literatürüne bir katkı sağlamak amaçlanmıştır. Çalışma, literatür incelemesi ve kurumsal verilere dayalı tarama yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. Çalışma kapsamında; Mart 2019 yerel seçimlerinden sonraki dönemde Selçuklu ve Nilüfer kent konseylerinde oluşturulan meclis ve çalışma gruplarında alınan kararların belediye meclisinde görüşülmesi ve hayata geçirilmesinde kent konseyinin etkisi, halkın belediyenin yönetim dönemini kapsayan planlama, bütçeleme ve uygulama süreçlerine ne oranda katılım sağladığı, belirlenen kentsel politikaların sürdürülebilir kalkınma amaçları ve yeni kentsel gündemle uyumu, uygulama araçları ve faaliyetler incelenerek tespit edilen hususlara ilişkin öneriler geliştirilmiştir. Anahtar Kelimeler: kent konseyi, kentsel politika, katılımcı bütçeleme, yerel katılım, Yerel Gündem 21, sürdürülebilir kalkınma, yeni kentsel gündem, 291 The Role of City Councils in Urban Policy Making and Implementation: A Comparative Analysis through Selçuklu and Nilüfer Municipalities İsmail Sevinç1 Ayhan Gürbüzer2 Rıdvan Işık3 Abstract Ensuring local public services with a benefit-cost balance and the creation of expected satisfaction depends on correctly determining the needed services, prioritizing them, identifying the problems caused while meeting these needs, and the approach of local governance to proposals for their solutions. The potential impacts of urban policies which also include local development strategies on the overall development of the city; Everyone who lives in the city is affected directly or indirectly by political, socioeconomic, and sociocultural aspects. While these new urban policies, with the influence of globalization, shape the future of the city, the inability of the local population, who will be affected directly or indirectly by the results, to participate in local management makes it difficult to find solutions to existing problems, also has negative impacts on healthy, and sustainable urbanization. The concept of governance refers to the collaboration and interaction in the decisionmaking, implementation, monitoring, and oversight processes in various fields, with a focus on common goals and appropriate methods among central and local management units, national and international organizations, the business world, the scientific-academic community, and civil society organizations whereas participation is the reflection of the concept of democracy in practice. The issue of local participation is stated in Municipal Law No. 5393 as fellow townsman rights, voluntary participation in municipal services, city councils, and the process of preparing a strategic plan. The foundation of the City Council is the “Agenda 21” action program, which was signed at the “United Nations Environment and Development Conference” in 1992 in Rio de Janeiro. Local Agenda 21 emphasizes that “sustainable development cannot be achieved without social consensus”. The processes initiated by the Local Agenda 21 have also shaped the governance model as the city council in our country, providing the opportunity to participate directly in urban governance and have a say in decisions. The establishment, structure, and operation of the city council are determined by Article 76 of Law No. 5393 on Municipalities and the City Council Regulation. The Sustainable Development Goals are a call to action consisting of 17 universal objectives that are applicable to countries at different levels of development. They were accepted by the United Nations member countries in September 2015 at the United Nations General Assembly and came into effect in January 2016. The purpose is to provide a map, to be 1 Prof. Dr., İsmail Sevinç, Necmettin Erbakan University, isevinc@erbakan.edu.tr 2 PhD Student, Ayhan Gürbüzer, Necmettin Erbakan University, 18810401029@ogr.erbakan.edu.tr 3 PhD Student, Rıdvan Işık, Necmettin Erbakan University, ridvan@erbakan.edu.tr 292 completed by the year 2030, for global and local sustainable development initiatives aimed at preserving the world, ensuring peace and welfare for all, and eradicating poverty. The New Urban Agenda was adopted at the HABITAT III conference in 2016 in Kito the city of Ecuador. Local governments are the key actors in the implementation of the New Urban Agenda and the provision of sustainable urbanization. The New Urban Agenda contributes to the implementation, localization, and realization of the 2030 Sustainable Development Goals. In the "Regulation on Norm Staff Principles and Standards for Municipalities and Affiliated Institutions, and Union of Local Authorities," municipalities, affiliated organizations, and local government unions are categorized into six main groups based on their legal status and service characteristics. Large city district municipalities fall under group (C). The Selçuklu Municipality (Konya) and the Nilüfer Municipality (Bursa), which share similarities in terms of the district center and their characteristics related to industry, trade, and tourism, are categorized under groups C-18 and C-17, respectively. This study, which comparatively examines the Selçuklu and Nilüfer City Councils, aims to contribute to the public administration literature. The study was conducted through a method involving a review of the literature and an examination based on institutional data. In the scope of this study, the influence of the city council on the implementation and deliberation of the decisions made by the assembly and the task groups established within the Selçuklu and Nilüfer City Councils during the period following the local elections in March 2019, the ratio of public participation in the planning, budgeting, and application processes during the municipality's governance period, whether or not the determined urban policies are compatible with sustainable development goals and the new urban agenda. Furthermore, recommendations were formulated based on the findings related to the alignment of identified subjects and the examination of implementation tools and activities. Keywords: city council, urban policy, participatory budgeting, local participation, Local Agenda 21, sustainable development, new urban agenda. 293 6360 Sayılı Kanun Çerçevesinde Yapılan Değişikliklerin Kentsel Hizmetlerin Kırsal Kesime Sunumu Üzerindeki Etkileri Nilüfer Ergin1 Özet 30 Mart 2012 tarihli ve 6360 sayılı “On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile kırsal alanların yapısını ve kırsal kesimin gündelik yaşam pratiklerini değiştirecek düzenlemeler getirilmiştir. Kanun, pek çok yerel kamusal hizmetin sunumunu büyükşehir belediyelerine bırakmış, belediyenin sınırlarını il mülki sınırları olarak belirleyerek bütünşehir yönetimine geçmiş ve köy tüzel kişiliklerini kaldırıp köyleri mahalleye dönüştürerek büyükşehir belediyelerinin yetki alanını genişletmiştir. Ayrıca Kanun çerçevesinde büyükşehir ilan edilen yerlerde daha önce kırsal alanlara hizmet götüren il özel idarelerinin de varlığına son verilmiştir. Çalışmanın amacı, 6360 sayılı Kanun ile sayıları 34.283’ten 18.333’e düşen köylerin tüzel kişiliklerinin kaldırılmasının ve yönetsel anlamda kentsel mekâna dönüştürülmesinin kırsal kesime hizmet sunumunu teorik olarak nasıl etkilediğini ortaya koymaktır. Bu doğrultuda, Tanzimat Dönemi ile başlayan ve Cumhuriyetin ilanıyla birlikte hızlanan kırsal alan yönetimi mevzuatı ve kırsal alan yönetimine ilişkin girişimler incelenmiş, Cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya koyulan kırsal alan yaklaşımı ile günümüz kırsal alan yönetiminin farkı açıklanmaya çalışılmış, 442 sayılı Köy Kanunu’na tabi alanlar ile tüzel kişiliği kaldırılarak 6360 sayılı Kanun çerçevesinde mahalle statüsü kazanan yerlere sunulan yerel hizmetlerde ne gibi farkların ortaya çıkabileceği ifade edilmiştir. 6360 sayılı Kanun ile, tüzel kişiliği sona eren ve köy statüsü kaldırılarak mahalleye dönüştürülen köylerin, Kanun’dan önce il özel idareleri aracılığıyla devlet ile iş birliği halinde karşılanan mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak ve kırsal alanlara yerel hizmet sunumunu sağlamak Kanun ile birlikte bağlı oldukları ilçe belediyelerinin ve büyükşehir belediyelerinin yetki alanı içerisine alınmıştır. Böylece kırsal alanlar yönetsel anlamda kentsel alana dönüştürülmüş ve Türkiye’nin kentsel nüfusunun genel nüfus içerisindeki payı %94’e yükselmiştir. Kentin tarihi incelendiğinde, bir mekânın kırdan kente dönüşmesinin bir süreç gerektirdiği ve belirli şartların gerçekleşmesine bağlı olduğu görülmektedir. Kent tanımı çerçevesinde de üzerinde tarım yapılan bir mekânı kent olarak kabul etmek doğru değildir. Türkiye özelinde kırsal alan statüsü kaldırılıp kentsel alana çevrilen alanlar, böyle bir süreç geçirmediği için toplumsal, ekonomik ve kültürel anlamda kırsal olma özelliklerini korumaktadır. Köylerin ihtiyaç duyduğu düşünülen yerel hizmetler ile kentlerin ihtiyaç duyduğu düşünülen yerel hizmetlerin farkı, mevzuat düzeyinde kent yönetimine ilişkin 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu ve 5393 sayılı Belediye Kanunu ile günümüzde köy tüzel 1 Arş. Gör., Nilüfer Ergin, Hacettepe Üniversitesi, nilufer.ergin@hacettepe.edu.tr 294 kişiliği kaldırılmayan yerlerde yürürlükte olan 442 sayılı Köy Kanunu karşılaştırıldığında ortaya çıkmaktadır. 6360 ile, kırsal kesimin ihtiyaçlarının bir anda dönüştüğü, kırsal alanlara sunulması gereken hizmetlerin neredeyse tamamen değiştiği ve artık tarım ve hayvancılığa dayalı, köy ve köylü sağlığını korumaya, güvenliği sağlamaya yönelik hizmetler yerine, park ve bahçeler yapmak, kentin ulaşım sistemini düzenlemek, zabıta hizmetlerini yerine getirmek, otopark yapmak, yaptırmak, işletmek, işlettirmek ve ruhsat vermek, kütüphane, müze, eğlence mekânları yapmak gibi daha uzmanlaşmış hizmetlere ihtiyaç duyulduğu kabul edilmiştir. Bu sebeple de kırsal alanların kentsel alan olarak kabulünün, uzun vadede kırdaki gündelik yaşam pratikleri üzerinde, köyün sosyal ve ekonomik hayatında büyük değişiklikler meydana getirmesi beklenmektedir. Çalışma çerçevesinde 6360 Sayılı Kanun ile birlikte “bir gecede” köy niteliğini kaybeden ve kentsel mekân içine alınan yerler için kır- kent çelişkisinin doğduğunu, bu çelişkinin de hem yerel yönetimlerin hizmet sunumu noktasında, hem de yerel halkın hizmetlerden faydalanma noktasında ekonomik, toplumsal ve kültürel sorunları beraberinde getirdiği, kirliliği önleme ve kirlilikle mücadeleye yönelik hizmetler (içme suyu temini ve su kirliliğiyle mücadele, katı atık yönetimi, kanalizasyon, gürültü kirliliği), itfaiye ve zabıta hizmeti, ekonomik hizmetler, ulaştırma hizmeti, sosyal- kültürel hizmetler, rekreasyon hizmeti, köyün mevcut dokusunu koruma hizmeti ve eğitim hizmeti başlıkları altında açıklanmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: 6360 sayılı Kanun, yerel hizmet, kır-kent, kırsal alan 295 Effects of the Amendments Made Under the Law No. 6360 on the Provision of Urban Services to Rural Areas Nilüfer Ergin1 Abstract The Law No. 6360 dated 30 March 2012, titled 'Law on the Establishment of a Metropolitan Municipality in Fourteen Provinces and Twenty-Seven Districts and Amendments to Certain Laws and Decree Laws,' introduced regulations that would change the structure of rural areas and the daily life practices of the rural sector. The Law has delegated the provision of many local public services to metropolitan municipalities, defined the boundaries of the municipality as provincial administrative boundaries, transitioned to a whole-city management approach, and abolished village legal entities, converting villages into neighborhoods, thereby expanding the jurisdiction of metropolitan municipalities. Additionally, within the framework of the Law, the existence of provincial special administrations, which previously provided services to rural areas in places declared as metropolitan, has been terminated. The study aims to reveal how the abolition of the legal entities of villages, whose numbers decreased from 34,283 to 18,333 due to the Law No. 6360, and their administrative transformation into urban spaces, theoretically affected the provision of services to the rural sector. In this context, the rural area management legislation and initiatives related to rural area management, which began in the Tanzimat Era and accelerated with the proclamation of the Republic, have been examined. The difference between the rural area approach presented in the early years of the Republic and today's rural area management has been tried to be explained. It has been explained what kinds of differences might arise between the local services provided to areas subject to Law No. 442 and places that lost their legal entity and gained neighborhood status within the framework of Law No. 6360. Under Law No. 6360, villages, which lost their legal entities and were transformed from village status to neighborhoods, previously addressed their local common needs in cooperation with the state through provincial special administrations. However, with the new law, this responsibility was transferred to the jurisdiction of the district municipalities and metropolitan municipalities to which they belong. Thus, rural areas have been administratively transformed into urban areas, and the proportion of Turkey's urban population within the overall population has risen to 94%. When examining the history of cities, it's evident that the transformation of a place from rural to urban requires a process and depends on certain conditions being met. Within the definition of a city, it would be correct to consider a place where agriculture is practiced as urban. In the specific example of Türkiye, areas that have had their rural status removed and converted to urban areas 1 Res. Assist., Nilüfer Ergin, Hacettepe University, nilufer.ergin@hacettepe.edu.tr 296 haven't undergone such a process, so they retain their rural characteristics in social, economic, and cultural terms. The difference between local services believed to be needed by villages and those believed to be needed by cities becomes evident when comparing the Law No. 442 on Villages, which is still in effect in places where village legal entities have not been abolished, with Law No. 5393 on Municipalities and Law No. 5216 on Metropolitan Municipalities, which relates to urban management. With Law No. 6360, it's acknowledged that the needs of the rural sector have transformed overnight, the services required to be provided to rural areas have almost entirely changed, and instead of services focused on agriculture and livestock, protecting the health of villages and villagers, and ensuring security, there is now a need for more specialized services such as building parks and gardens, regulating the city's transportation system, fulfilling municipal police duties, constructing, commissioning, operating, and licensing parking lots, and building libraries, museums, and entertainment venues. Therefore, recognizing rural areas as urban areas is expected to bring about significant changes in the daily life practices in the countryside and in the social and economic life of the village in the long term. Due to the enactment of Law No. 6360, places that lost their village characteristics "overnight" and were incorporated into urban spaces have given rise to a rural-urban dichotomy, which in turn has introduced economic, social, and cultural challenges both for local governments in service provision and for the local populace in benefiting from these services. Within the study's framework, these challenges will be elaborated upon under the categories of services for pollution prevention and combating pollution (including drinking water supply and combating water pollution), solid waste management, sewage, noise pollution, fire brigade and municipal police services, economic services, transportation, socio-cultural services, recreational services, preserving the village's existing texture, and educational services. Keywords: Law No. 6360, Local service, Rural-urban, rural area 297 Türkiye’de Kentsel Dönüşüm Politikalarının Kalkınma Planları Çerçevesinde İncelenmesi ve Afet Yönetimine Etkisinin Değerlendirilmesi Burcu Al1 İnci Ay Kılıçarslan2 Özet Kentsel dönüşüm politikaları sağlıklı ve riski en aza indirgenmiş bir yaşam alanı oluşturmada önemli bir rol üstelenmektedir. Tarihsel süreç içerinde yaşanan farklı dinamikler neticesinde kentsel alandaki yapılanma hataları toplumsal açıdan yaşamın her alanını büyük ölçüde olumsuz yönde etkilemeyi sürdürmüştür. Bundan dolayı refah içinde bir yaşam adına kent içerisinde risk faktörlerini olumsuz etkilerini en aza indirmek veyahut ortadan kaldırmak yaşanılabilir bir çevre için gerekli bir durumdur. Önem arz eden bu anlayış, her ülke ve toplum için benimsenmesi gereken zorunluluk haline gelmiştir. Türkiye’de kalkınma planları çerçevesinde, kentsel dönüşüm ve afet yönetimi günümüzde bir gelişme sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun en büyük sebeplerinden biri politika süreçlerinde ve planlamalardaki eksiklikleri ve uygulamadaki aksaklıklar olarak açıklanabilir. Kentsel dönüşüm politikalarının uygulanabilirliği, sosyo-ekonomik dinamikler ile doğrudan bağlantılıdır. Ekonomik olarak ömrünü doldurmuş, sağlıksız, denetimsiz bir şekilde oluşturulmuş yapılanmalar, doğal afetler sonucunda makro düzeyde sorunlar teşkil etmektedir. Bu bağlamda kentsel dönüşüm politikaları olası felaketler sonucunda oluşabilecek riski en aza indirgemek amacıyla önemli bir hal arz etmektedir. Türkiye’de kentsel dönüşüm için oluşturulmuş politikaları kalkınma planları kapsamında incelediğimizde, tüm kalkınma planlarında kentsel dönüşümün, farklı ihtiyaçları karşılamak amacıyla değişimler gösterdiğini söyleyebiliriz. Bu açıdan kentsel dönüşüm politikalarının zaman içerisindeki bu değişiminin sebeplerinin, tarihsel kırılma noktalarından ve toplumsal yapılanmalardan kaynaklanan değişikliklerden meydana geldiğini söylemek mümkündür. Çalışmanın amacı 1960’lı yıllardan itibaren günümüze değin kalkınma planları bünyesinde oluşturulmuş olan kentsel dönüşüm politikalarının ve afet yönetimi politikalarının tarihsel süreç içerisindeki değişimlerini birlikte ele almaktır. Her iki politikanın kalkınma planları ışında incelenmesi çalışmanın önemini, alan yazına katkısını ortaya koymaktadır. Bu politikaların başarısı hakkında bir değerlendirmesi ile gelecek planlamalarda da politikaların etkin için çalışmalar yürütülebilecek çalışmalar hakkında öneriler sunulmuştur. 1 Yüksek Lisans Öğrencisi, Burcu Al, Hitit Üniversitesi, alburcuu.5@gmail.com 2 Yüksek Lisans Öğrencisi, İnci Ay Kılıçarslan, Hitit Üniversitesi, inciay09@gmail.com 298 Bu çalışma kapsamında öncelikle Türkiye’de planlı döneme ait kalkınma planları içerisinde kentsel dönüşüm politikaları ve afet yönetimi politikaları arasındaki ilişki incelenmiştir. Çalışmanın evreni Türkiye’deki planlı dönem kalkınma planlarıdır. Bu doğrultuda kalkınma planlarında ifade bulan kentsel dönüşüm politikaları ve afet yönetimi politikaları da örneklemi oluşturmaktadır. Alanyazın taraması yapıldığında hem kentsel dönüşümün hem afet yönetiminin ağırlıklı olarak kavramsallık, etkinlik ve uygulanabilirlik açısından ele alındığını görmekteyiz. Bu açıdan kentsel dönüşüm ve etki alanına giren afet yönetiminin, alanyazında kalkınma planları üzerinden, birlikte bir politika analizi yapılmadığı tespit edilmiştir. Alandaki bu eksikliği gidermek için katkıda bulunmak amacıyla bu çalışma önemlilik arz etmektedir. İncelenecek konu kapsamının yorumsamacı özelliğinden dolayı nitel araştırma yöntemi benimsenmiştir. Bu doğrultuda konuya uygunluğu bakımından belirli bir olay, durum, ortam, sistem veya örgütün ayrıntılı ve derinlemesine betimleme yapılabilmesi amacıyla durum (örnek olay) incelemesi deseni kullanılmıştır. Araştırma verileri önce betimsel analiz ile daha sonra anlamlandırma örgüsü elde etmek için içerik analizi yöntemine göre analizi yapılmış; son olarak bulgular sunulmuş neden sonuç ilişkileri üzerine bir yorumlama ile bazı sonuçlara ulaşılmıştır. Çalışmada içerisinde, “kalkınma planları çerçevesinde kentsel dönüşüm politikalarının süreç içerindeki değişimi nasıldır, kentsel dönüşüm politikaları ile afet yönetimi politikalarının ilişkisi nedir, bunların birbirine etki alanları nelerdir?” sorularına yanıt aranmıştır. Değerlendirmede esas alınan kaynaklar ilgili kalkınma planları afet yönetimi ve kentsel dönüşüm politikaları hakkında akademik kaynaklar olmakla birlikte, araştırmada veri toplama tekniği olarak; kalkınma planları, hükümet programları, arşiv kayıtları üzerinden yapılan bir doküman incelemesi ve sınırlı sayıda akademisyenle yapılan, konu ile ilgili görüşme (mülakat) tekniği tercih edilmiştir. Anahtar Kelimeler: kalkınma, kalkınma planları, kentsel dönüşüm, afet yönetimi 299 Examining Urban Transformation Policies in Turkey within the Framework of Development Plans and Evaluating Their Impact on Disaster Management Burcu Al 1 İnci Ay Kılıçarslan 2 Abstract Urban transformation policies play an important role in creating a healthy and riskminimized living space. As a result of different dynamics experienced throughout the historical process, structuring errors in the urban area have continued to negatively affect all areas of social life. Therefore, for a prosperous life, minimizing or eliminating the negative effects of risk factors in the city is a necessary condition for a livable environment. This important understanding has become an obligation to be adopted by every country and society. Within the framework of development plans in Turkey, urban transformation and disaster management emerge as a development problem today. One of the biggest reasons for this can be explained as deficiencies in policy processes and planning and disruptions in implementation. The applicability of urban transformation policies is directly linked to socio-economic dynamics. Structures that are economically obsolete, unhealthy and uncontrolled, pose problems at the macro level as a result of natural disasters. In this context, urban transformation policies are important in order to minimize the risks that may arise as a result of possible disasters. When we examine the policies created for urban transformation in Turkey within the scope of development plans, we can say that urban transformation changes in all development plans to meet different needs. In this respect, urban transformation policies it is possible to say that the reasons for this change over time are the changes resulting from historical breaking points and social structures. The aim of the study is to examine together the changes in the historical process of urban transformation policies and disaster management policies that have been created within the development plans since the 1960s until today. Examining both policies in the light of development plans reveals the importance of the study and its contribution to the literature. An evaluation of the success of these policies and suggestions on studies that can be carried out to make the policies effective in future planning are presented. Within the scope of this study, first of all, the relationship between urban transformation policies and disaster management policies in the development plans of the planned period in Turkey was examined. The universe of the study is the planned period development 1 Master Student, Burcu Al, Hitit University, alburcuu.5@gmail.com, 2 Master Student, İnci Ay Kılıçarslan, Hitit University, inciay09@gmail.com 300 plans in Turkey. In this regard, urban transformation policies and disaster management policies expressed in development plans also constitute the sample. When the literature is reviewed, we see that both urban transformation and disaster management are discussed mainly in terms of conceptuality, effectiveness and applicability. In this respect, it has been determined that urban transformation and disaster management, which fall under its influence, have not been analyzed together in the literature through development plans. This study is important in order to contribute to filling this gap in the field. Qualitative research method was adopted due to the hermeneutical nature of the scope of the subject to be examined. In this regard, the case study design was used in order to provide a detailed and in-depth description of a specific event, situation, environment, system or organization in terms of its suitability to the subject. The research data was analyzed first by descriptive analysis and then by content analysis method to obtain a meaning structure; Finally, the findings were presented and some conclusions were reached with an interpretation of cause and effect relationships. In the study, "how is the change of urban transformation policies within the framework of development plans, what is the relationship between urban transformation policies and disaster management policies, what are their areas of impact on each other?" Answers to these questions were sought. Although the sources taken as basis in the evaluation are academic sources about relevant development plans, disaster management and urban transformation policies, as a data collection technique in the research; A document review based on development plans, government programs, archive records and an interview technique with a limited number of academics were preferred. Keywords: development, development plans, urban transformation, disaster management 301 Hak Arama Hürriyeti Kapsamında Adli Yardım Sistemine Belediyeler ve İl Özel İdarelerinin Nasıl Bir Katkısı Olabilir? Nihal Gündoğdu Saatci1 Özet Devletlerin anayasalarında ve pek çok uluslararası antlaşmada "kişilerin hak arama hürriyeti" bir insan hakkı olarak düzenlenmiştir. Buna göre devletler, maddi anlamda güç durumda olan veya maddi durumu yargılama giderlerini karşılamaya elverişli olmayan kimseler için hak arama yolundaki her türlü engeli kaldırmaktadır. Türk hukuk sisteminde bu durum adli yardım yoluyla karşılanmaktadır. Adli yardımın iki boyutu vardır. İlki yargılama giderlerinden muafiyet sağlanması, ikincisi ise ilgili kişilerin yargılamada temsilini sağlayacak avukat görevlendirilmesidir. Adli yardım, mevzuatımızda temel olarak Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Avukatlık Kanunu ve Türkiye Barolar Birliği Adli Yardım Yönetmeliğinde düzenlenmiştir. Bu çalışma, adli yardımın ikinci boyutu olan avukat görevlendirilmesi ile ilgilidir. Uygulamada her baro bünyesinde bir adli yardım bürosu bulunmakta ve görevlendirme bu büro aracılığıyla yapılmaktadır. Görevlendirilen avukatların ücretleri Baroların adli yardım bütçesinden karşılanmaktadır. Adli Yardım Bürosunun gelirlerinin neler olduğu ise Türkiye Barolar Birliği Adli Yardım Yönetmeliği'nin sekizinci maddesinde yer almaktadır. "Kamu ve özel kurum ve kuruluşlarından, il veya belediye bütçelerinden baroya yapılan yardımlar" da adli yardım bürosunun gelirleri arasında sayılmıştır. Çalışma kapsamında mevzuat taraması yapılmış ve Türkiye Barolar Birliği Adli Yardım Komisyonu kararları incelenmiştir. Buna göre adli yardıma talep yoğunluğundan dolayı pek çok baronun maddi anlamda yetersiz kaldığı, böylece etkin bir adli yardım sisteminin uygulanmasında belediyeler ve il özel idaresi başta olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarının yardımlarına gereksinim duyulduğu sonucuna varılmıştır. Bu çalışma, Türkiye Barolar Birliği Adli Yardım Yönetmeliği'nin 8/1-b maddesi uyarınca, belediyelerin ve il özel idarelerinin doğrudan olmasa da yapacakları yardımlarla, hak arama hürriyetine katkı sunabilecek önemli kurumlar olduğunu vurgulamaktadır. Çalışma, belediyeler ve il özel idarelerince Adli Yardım Bürolarına yapılacak olan yardımların yasal bir şart olarak belirlenmesini, bunun için de söz konusu yerel yönetim kuruluşlarının kendi kanunlarına madde eklenerek bu uygulamanın sürdürülmesini önermektedir. Anahtar Kelimeler: hak arama hürriyeti, belediye, il özel idaresi, adli yardım. 1 Avukat, Nihal Gündoğdu Saatci, Sinop Barosu, nihal.gündodgu@hotmail.com 302 What Kind of Contribution Can Municipalities and Special Provincial Administrations Make to the Legal Aid System within the Scope of the Freedom to Seek Rights? Nihal Gündoğdu Saatci 1 Abstract In the constitution of states and in many international treaties, the "freedom of the individual to seek justice" is regulated as a human right. Accordingly, states remove all obstacles in the way of seeking rights for those who are in a financially difficult situation or whose financial situation is not suit able to meet the costs of the proceedings. in the Turkish legal system, this situation is met through legal aid. Legal aid has two dimensions. The first is the exemption from the costs of the proceedings, and the second is the appointment of a lawyer to represent the persons concerned in the proceedings. Legal aid is mainly regulated in the Code of Civil Procedure, the Law on Attorneys and the Regulation on Legal Aid of the Union of Turkish Bar Associations. This study is about these codimension of legal aid, which is the appointment of a lawyer. In practice, there is a legal aid office within each bar association and the assignment is made through this office. The fees of the assigned lawyers are covered from the legal aid budget of the Bar Associations. Article 8 of the Regulation on Legal Aid of the Union of Turkish Bar Associations states that the revenues of the Legal Aid Office are as follows "Aids made to the bar association from public and private institutions and organizations, provincial or municipal budgets" are also listed among the revenues of the legal aid office. Within the scope of the study, the legislation was reviewed and the decisions of the Legal Aid Commission of the Union of Turkish Bar Associations were analyzed. Accordingly, it has been concluded that many bar associations are financially insufficient due to the high demand for legal aid, and thus, the assistance of public institutions and organizations, especially municipalities and special provincial administrations, is needed to implement an effective legal aid system. This study emphasizes that, pursuant to Article 8/1-b of the Legal Aid Regulation of the Union of Turkish Bar Associations, municipalities and special provincial administrations are important institutions that can contribute to the freedom to seek rights through their assistance, even if not directly. The study recommends that the assistance to be provided by municipalities and special provincial administrations to Legal Aid Offices should be determined as a legal requirement and that this practices should be continued by adding an article to the laws of these local government institutions. Keywords: Freedom of Right, Municipality, Special Provincial Administration, Legal Aid. 1 Lawyer, Nihal Gündoğdu Saatci, Sinop Bar, nihal.gündodgu@hotmail.com 303 Kocaeli İlçe Belediyeleri Web Sayfaları Üzerinden Türkiye’de Bilgi Edinme Hakkı İncelemesi Zümrüt Tuğba Kahyaoğlu1 Özet Küreselleşen dünyada hızla gelişen teknoloji, bilgiye erişimi ve bilginin dolaşımını kolaylaştırmış, hayatın her alanına bilgi hakim olmuştur. Bilginin sınır tanımadan ve kolayca yayılması, sanayileşme sonrası ortaya çıkan toplumu, yani “bilgi toplumu” nu ortaya çıkarmıştır. Bu toplumda önemli olan iki unsur vardır: İnsan ve bilgi. Tüm yatırımlar bu unsurlara yapılmaktadır. Bu toplumsal dönüşümle birlikte bireyler pasif formlarından sıyrılmaya başlamış, demokratik ve katılımcı formlara bürünmek adına daha fazla bilgiye erişmek istemişlerdir. Bu istekler doğrultusunda “bilgi edinme hakkı” kavramı ortaya çıkmıştır. Bilgi edinme hakkı kamusal faaliyetlerin topluma açık bir şekilde yürütülmesini ve faaliyetlerinde vatandaşlara bilgi verilmesini ifade eder. Temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alınmasının ve ifade özgürlüğünün bir uzantısı olarak demokratik, çağdaş, katılımcı bir kamu yönetiminin temel ilkelerinden biridir. Bu ilkeler göz önünde bulundurularak gelişmiş demokrasilerde kamu yönetimi bazı reform süreçlerinden geçmiş, kamu yönetimi anlayışında bazı değişimler yaşanmıştır. 20. yüzyılın sonlarından bugüne, kamu yönetimi anlayışındaki değişimler “iyi yönetişim” anlayışını ortaya çıkarmış, bu anlayış ise bilgi edinme hakkının kullanımındaki değişimleri de beraberinde getirmiştir. Bilgi edinme hakkı kanunlaşmış, 4982 sayılı “Bilgi Edinme Kanunu” çıkarılmıştır. Bu kanunla birlikte bilgi edinme hakkı artık kamu yönetiminin bir ödevi, yönetilenlerin ise bir hak arama yolu haline gelerek kamu yönetiminin vatandaşları anlama ve kendini vatandaşlara anlatma yolundaki temel halkla ilişkiler aracı olmuştur. Bilgi edinme kanunuyla idarenin hukuk dışılığa kayması engellenerek kamu yönetimi denetimi yapmak hedeflenmiş; Türkiye’de gizlilik, kapalılık üzerine kurulu olan klasik kamu yönetimi işleyişinden şeffaf, katılımcı, hesap verilebilir, paylaşımcı, yönetilenlerle diyalogdan kaçınmayan, faaliyetlerini herkesin gözü önünde icra eden, hem sunulan hizmetlerde hem de yönetsel süreçlerde vatandaş odaklı bir kamu yönetimi işleyişine geçilmesi amaçlanmıştır. Bu hakkın daha etkin kullanılmasını sağlamak adına kamu yönetiminde ilgili kanun ve mevzuatlar çerçevesinde bilgi edinme birimleri oluşturularak yönetenleryönetilenler arasındaki ilişkilerin çerçevesini değiştirmek amaçlanmıştır. Giderek yaygınlaşan internet kullanımı, bilgi toplumuna geçiş ve köklü kamu yönetimi reformuyla birlikte bilgiye erişim kolaylaşmış, bilgi alma talebi özgürleşmiş, bu da idarenin bilgi verme yükümlülüğünü artırmıştır. Bu yükümlülüğün yerine getirilmesi adına zaman ve mekana bağımlı olmayan web sayfaları oldukça önem arz etmeye başlamış, kamusal hizmetlerin sunulmasında kamu kurumlarının kurumsal web sayfalarının önemini ortaya koymuştur. Vatandaşa en yakın kamu yönetim birimi olan belediyeler de vatandaşların bilgi edinme özgürlüğünü göz ününde bulundurarak kurumsal web sayfalarını etkin bir biçimde kullanmak ve gerekli bilgi-belgeleri vatandaşlara doğru, hızlı ve detaylı bir biçimde aktarımını sağlamakla yükümlüdür. 1 Zümrüt Tuğba Kahyaoğlu, İzmit Belediyesi, z.t.kahyaoglu41@gmail.com 304 Bu çalışmanın konusu, idarenin bilgi verme yükümlülüğünün Kocaeli ’deki 12 ilçe belediyesi web sayfalarında yapılan bir inceleme üzerinden ortaya konmasıdır. Çalışma, Türk kamu yönetiminde bilgi edinme hakkının gelişimini, değişimini, kullanılmasını ve geldiği son durumu yasal ve yönetsel açıdan değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Çalışmanın ilk kısmında literatür taraması yapılarak bilgi edinme hakkının tanımına, dünya üzerinde ve Türkiye’de nasıl gelişim ve değişim gösterdiğine, bilgi edinme hakkının işleyişinde idarenin sorumluluklarının neler olduğuna dair bilgi verilmiştir. Çalışmanın ikinci kısmında 2023 yılı Mart-Ağustos ayları arasında 12 ilçe belediyesi web sayfası üzerinden inceleme yapılarak “Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik” hükümleri çerçevesinde ortaya çıkan bilgilerin değerlendirmeleri form üzerinde işaretleme yapılarak tablo haline getirilmiştir. Bu tablodan elde edilen sonuçlar, bilgi edinme hakkına yönelik düzenlemelerin ilçe belediyelerinde uygulanmasında bazı sorunlar ve eksiklikler olduğunu ortaya koymaktadır. Kanun ve yönetmelik maddeleri gereğince kamuoyuyla paylaşılması, web sayfalarında yayımlanması gereken bilgibelgelerin çoğu belediyelerce göz ardı edilmiştir. Bu durum hesap verebilir, demokratik, şeffaf ve katılımcı bir kamu yönetimi anlayışıyla bağdaşmamakta ve Kocaeli ilçe belediyelerinde idarelerin bilgi verme ödevini tam anlamıyla yerine getirmediğini ortaya koymaktadır. Daha demokratik, şeffaf ve katılımcı bir kamu yönetimi anlayışı için bilgi edinme hakkı kullanımının önündeki engeller kaldırılmalı, kanun ve yönetmeliklerde var olan hükümlerin uygulamaya yansıtılması sağlanarak denetimi gerçekleştirilmelidir. Anahtar Kelimeler: bilgi edinme hakkı, kamu yönetimi, demokrasi, katılım, şeffaflık Examination of the Right to Obtain Information in Turkey through the Web Pages of Kocaeli District Municipalities 305 Zümrüt Tuğba Kahyaoğlu1 Abstract Rapidly developing technology in a globalizing world has facilitated access to information and the circulation of information, and information has dominated every aspect of life. The spread of information without borders and easily has revealed the society that emerged after industrialization, that is, the “information society”. There are two elements that are important in this society: People and knowledge. All investments are made in these elements. With this social transformation, individuals began to get rid of their passive forms and wanted to access more information in order to take on democratic and participatory forms. In line with these requests, the concept of “right to information” has emerged. The right to information refers to the open conduct of public activities to society and the provision of information to citizens in their activities. It is one of the basic principles of a democratic, contemporary, participatory public administration as an extension of the guarantee of fundamental rights and freedoms and freedom of expression. Taking these principles into account, public administration in developed democracies has undergone some reform processes, and there have been some changes in the understanding of public administration. 20. since the end of the century, the changes in the understanding of public administration have revealed the understanding of “good governance”, and this understanding has also brought about changes in the use of the right to information. The right to obtain information has been legislated, and the “Information Acquisition Law” numbered 4982 has been enacted. Together with this law, the right to information has now become an obligation of public administration and a way for the governed to seek rights, becoming the main public relations tool for public administration to Decipher citizens and explain itself to citizens. With the information acquisition law, it is aimed to audit public administration by preventing the administration from slipping into illegality; It is aimed to switch from the classical public administration functioning based on secrecy, closeness in Turkey to a transparent, participatory, accountable, sharing, not avoiding dialogue with the governed, performing its activities in front of everyone, both in the services provided and in the administrative processes, citizen-oriented public administration functioning. In order to ensure the more effective use of this right, it is aimed to change the framework of relations between managers and managers by creating information acquisition units in public administration within the framework of relevant laws and Decrees. With the increasingly widespread use of the Internet, the transition to the information society and the radical public administration reform, access to information has become easier, the demand for information has been liberated, which has increased the obligation of the administration to provide information. In order to fulfill this obligation, websites that are not dependent on time and space have started to be very important and have revealed the importance of corporate websites of public institutions in the provision of public services. Municipalities, which are the closest public administration unit to the citizen, are also obliged to use corporate websites effectively and ensure the accurate, fast and detailed 1 Zümrüt Tuğba Kahyaoğlu, İzmit Municipality, z.t.kahyaoglu41@gmail.com 306 transfer of the necessary information and documents to citizens, taking into account the freedom of information acquisition of citizens. The subject of this study is that the obligation of the administration to provide information is revealed through an examination conducted on the web pages of the 12 district municipalities in Kocaeli. The study aims to evaluate the development, change, use of the right to information in Turkish public administration and the latest situation from a legal and managerial point of view. .In the first part of the study, a literature review was conducted and information was provided on the definition of the right to information, how it has developed and changed in the world and in Turkey, and what are the responsibilities of the administration in the functioning of the right to information. In the second part of the study, the evaluations of the information obtained within the framework of the provisions of the “Regulation on the Principles and Procedures Related to the Implementation of the Right to Information Law” were made by conducting an examination on the website of 12 district municipalities in March 2023 and tabulated by marking on the form. The results obtained from this table reveal that there are some problems and shortcomings in the implementation of the regulations on the right to information in district municipalities. According to the articles of the law and Decrees, most of the information-documents that should be shared with the public and published on web pages have been ignored by the municipalities. This situation is incompatible with an accountable, democratic, transparent and participatory understanding of public administration and reveals that the administrations in Kocaeli district municipalities have not fully fulfilled their duty to provide information. For a more democratic, transparent and participatory understanding of public administration, obstacles to the use of the right to information should be removed, and the provisions existing in laws and regulations should be reflected in practice and audited. Keywords: right to obtain information, public administration, democracy, participation, transparency. 307 İKİNCİ GÜN: DÖRDÜNCÜ OTURUM 27.10.2023 15:15-16:30 Yalıncak Salonu Kamu Hizmeti Oturum Başkanı: Ali Somel Türkiye’de Kamu Hizmeti Kavramının Tarihsel Dönüşümü: Kamu Yönetiminden-Yeni Kamu Yönetimi Anlayışına, 1923-2023 Dönemi Değerlendirmesi Historical Transformation of the Concept of Public Service in Turkey: From Public Administration to the New Public Administration Concept, 1923-2023 Period Evaluation Şerife Gökçen Yanık, Cennet Arman Zengi Türk Kamu Yönetiminde Bürokrasi Kavramının Gelişimi: Dönemsel Bir İnceleme Development of the Concept of Bureaucracy in Turkish Public Administration: A Periodic Review Gamze Sinem Özer, Serkan Doru Deprem Sonrası Enkaz Kaldırma Faaliyetlerinde Ortaya Çıkan Asbest ve İdarenin Sorumluluğu Asbestos Emerging During Debris Removal Activities After the Earthquake and the Responsibility of the Administration Hilal Albal Ulaş Çoklu Krizlerde Lgbti+ Bireylerin Kamu Hizmetlerine Erişimi LGBTI+ People’s Access To Public Service In Multiple Crises İlda Su Sevinç, Canan Sözüer 308 Türkiye’de Kamu Hizmeti Kavramının Tarihsel Dönüşümü: Kamu YönetimindenYeni Kamu Yönetimi Anlayışına, 1923-2023 Dönemi Değerlendirmesi Şerife Gökçen Yanık1 Cennet Arman Zengi2 Özet Kamu hizmeti kavramsal olarak pek çok disiplin içinde araştırma konusu olmuştur. Toplum içinde devlet faaliyeti olarak kabul gören kamu hizmeti içindeki ‘kamu’ teriminin ne kadarının devletle ilintili olduğu ve ‘hizmet’ kavramının devletle ilintisinin ne olduğu hep araştırılmıştır. Klasik kamu hizmeti anlayışı, devletin toplumun genel çıkarlarını korumak, kamu düzenini sağlamak ve kamu hizmetlerini yürütmek için görevlendirildiği bir anlayıştır. Bu anlayışta devlet, toplumun refahını ve güvenliğini sağlamak için kamu hizmetlerinin sunumundan sorumludur. Vatandaşların ihtiyaçlarını karşılamak için mümkün olan en iyi hizmeti sunmak için çalışmaktadır. Klasik kamu hizmeti anlayışı, hizmet sunumunda profesyonellik, tarafsızlık, etkililik ve verimlilik gibi temel ilkeleri vurgulamaktadır. Kamu kaynaklarının kullanımında hesap verebilirlik ilkesini benimsemektedir. Klasik kamu hizmeti anlayışı siyasi, ekonomik ve sosyal değişimlerden etkilenmiştir. Bunun neticesinde kamu hizmeti kavramı dönüşüme uğramıştır. Klasik kamu hizmeti kavramının üç temel şartı olan maddi, şekli ve organik şartlar zaman içerisinde çözülmüştür. Bunun sonucunda ise, modern anlamda bugün kabul edilen yeni kamu hizmeti kavramı klasik kamu hizmeti kavramının yerini almıştır. Tüm dünya ülkeleri bu yeni kamu hizmeti anlayışını kabul ederek kamu hizmetlerinin sunumunu değiştirme ve dönüştürme sürecine girmiştir. Ancak her ülke bu değişim sürecini kendi ülke şartlarına göre değerlendirmektedir. 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla birlikte, kamu hizmeti kavramı da modernleşme sürecinin bir parçası olarak yeniden yapılandırılmıştır. Devletin görevleri arasında, toplumsal kalkınmayı sağlamak, sosyal refahı artırmak ve hizmetlerin vatandaşlara ulaşmasını sağlamak gibi yeni hedefler belirlenmiştir. Bu dönemde, özellikle sağlık, eğitim ve ulaşım alanlarında önemli adımlar atılmıştır.1940'lardan itibaren, Türkiye'nin siyasi yapısındaki değişimler, kamu hizmeti kavramını da etkilemeye başlamıştır. Bu dönemde, devletin işlevleri arasında milliyetçilik, askeri güçlenme ve kalkınma gibi hedefler öne çıkmıştır. Bu süreçte, özellikle bürokrasi ve devlet yönetimi alanında yapısal değişimler yaşanmıştır.1960'lı yıllara gelindiğinde ise, Türkiye'de kamu hizmeti, devletin ekonomik kalkınma ve sosyal refah için temel hizmetleri sunmaya odaklanmıştır. Eğitim, sağlık, adalet, güvenlik ve altyapı hizmetlerine yatırım yapılmış ve yeni kanunlar çıkarılmıştır. Yerel yönetimlerin rolü zaman içerisinde artarken siyasi istikrarsızlık ve ekonomik sorunlar verimli kamu hizmeti sunumunu giderek zorlaştırmıştır. 1980'lerde ise Türkiye'de liberal ekonomi politikalarının uygulanmasıyla birlikte, kamu hizmeti kavramı da yeniden yapılandırılmıştır. Devletin 1 Öğr. Gör., Şerife Gökçen Yanık, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, gokcen.yanik@adu.edu.tr 2 Öğr. Gör. Dr.,Cennet Arman Zengi, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, cennetarman@adu.edu.tr 309 ekonomiye müdahalesi azaltılmış, özelleştirme, dışa açılma ve rekabetin teşviki gibi politikalar uygulanmıştır. Bu dönemde, özellikle ekonomik alanda verimlilik, etkinlik ve mali disiplin gibi kavramlar ön plana çıkmıştır. 2000'li yıllara gelindiğinde ise, Türkiye'de kamu hizmeti, dijitalleşme ve teknolojik yeniliklerle birlikte vatandaş odaklı ve verimli bir yapıya doğru evrilmiş ve E-devlet uygulamaları yaygınlaşmış, kamu kurumları daha şeffaf ve hesap verebilir hale gelmiştir. Günümüzde ise Türkiye'de kamu hizmeti kavramı, demokratikleşme ve sivil toplumun güçlenmesi gibi süreçlerle birlikte yeniden yapılandırılmaktadır. Bu süreçte, devletin görevleri arasında insan haklarına saygı, eşitlik, adalet ve sürdürülebilirlik gibi hedefler öne çıkmaktadır. Ayrıca, dijitalleşme ve teknolojik gelişmeler de kamu hizmetlerinin sunumunda önemli bir rol oynamaktadır. Türkiye'deki kamu hizmeti kavramının tarihsel süreç içindeki dönüşümü, devletin siyasi ve toplumsal yapısındaki değişimlerle yakından ilişkilidir. Modernleşme, milliyetçilik, liberal ekonomi politikaları gibi farklı dönemlerde öne çıkan hedefler, kamu hizmeti kavramının yeniden yapılandırılmasına neden olmuştur. Bugün ise Türkiye'de, demokratikleşme, sivil toplumun güçlenmesi ve teknolojik gelişmelerin etkisiyle, insan odaklı, etik ve sürdürülebilir bir kamu hizmeti anlayışı oluşmaya başlamıştır. Bu çalışmada 1923-2023 yılları arasında Türkiye’de Kamu hizmetlerinde yaşanan değişim ve dönüşümü değerlendirilerek literatüre katkı sağlaması amaçlanmaktadır. Anahtar Kelimeler: kamu hizmeti, yeni kamu hizmeti, kamu yönetimi, klasik kamu hizmeti 310 Historical Transformation of the Concept of Public Service in Turkey: From Public Administration to the New Public Administration Concept, 1923-2023 Period Evaluation Şerife Gökçen Yanık1 Cennet Arman Zengi2 Abstract Public service has conceptually been the subject of research in many disciplines. The extent to which the term 'public' in public service, which is accepted as a state activity in society, is related to the state and what is the relationship between the concept of 'service' and the state has always been investigated. The classical understanding of public service is one in which the state is tasked with protecting the general interests of society, ensuring public order and carrying out public services. In this understanding, the state is responsible for the provision of public services to ensure the welfare and security of society. It strives to provide the best possible service to meet the needs of citizens. The classical public service approach emphasizes basic principles such as professionalism, impartiality, effectiveness and efficiency in service delivery. It adopts the principle of accountability in the use of public resources. The classical understanding of public service has been affected by political, economic and social changes. As a result, the concept of public service has been transformed. The three basic conditions of the classical concept of public service, namely material, formal and organic conditions, have dissolved over time. As a result, the new concept of public service, which is accepted today in the modern sense, has replaced the classical concept of public service. All countries of the world have accepted this new concept of public service and entered into the process of changing and transforming the provision of public services. However, each country evaluates this change process according to its own country conditions. With the establishment of the Republic of Turkey in 1923, the concept of public service was restructured as part of the modernization process. Among the duties of the state, new objectives such as ensuring social development, increasing social welfare and ensuring that services reach citizens were identified. In this period, important steps were taken especially in the fields of health, education and transportation. From the 1940s onwards, changes in Turkey's political structure began to affect the concept of public service. In this period, nationalism, military strengthening and development became prominent among the functions of the state. By the 1960s, public service in Turkey focused on the state's provision of basic services for economic development and social welfare. New laws were enacted and investments were made in education, health, justice, security and infrastructure services. While the role of local governments increased over time, political instability and economic problems made efficient public service delivery increasingly difficult. In the 1980s, with the implementation of liberal economic policies in Turkey, the concept of public service was restructured. State intervention in the economy was reduced and policies such as 1 Lecturer, Şerife Gökçen Yanık, Aydın Adnan Menderes University, gokcen.yanik@adu.edu.tr 2 Lecturer Dr., Cennet Arman Zengi, Aydın Adnan Menderes University, cennetarman@adu.edu.tr 311 privatization, opening up and promotion of competition were implemented. In this period, concepts such as efficiency, effectiveness and fiscal discipline came to the fore, especially in the economic field. In the 2000s, public service in Turkey evolved towards a citizenoriented and efficient structure with digitalization and technological innovations, and Egovernment applications became widespread, and public institutions became more transparent and accountable. Today, the concept of public service in Turkey is being restructured in line with processes such as democratization and the strengthening of civil society. In this process, goals such as respect for human rights, equality, justice and sustainability have come to the fore among the duties of the state. In addition, digitalization and technological developments also play an important role in the provision of public services. The historical transformation of the concept of public service in Turkey is closely related to the changes in the political and social structure of the state. The goals of modernization, nationalism and liberal economic policies have led to the restructuring of the concept of public service. Today, with the impact of democratization, strengthening of civil society and technological developments, a people-oriented, ethical and sustainable understanding of public service has started to emerge in Turkey. This study aims to contribute to the literature by evaluating the changes and transformations in public services in Turkey between 1923 and 2023. Keywords: public service, new public service, public administration, classical public service 312 Türk Kamu Yönetiminde Bürokrasi Kavramının Gelişimi: Dönemsel Bir İnceleme Gamze Sinem Özer 1 Serkan Doru2 Özet Max Weber’in geliştirdiği ve kuramsal temellerini attığı bürokrasi kavramı, Latince “Bureau (devlet işlerinin görüldüğü ofisler)” sözcüğü ile Yunanca “cratie (iktidar, hakimiyet)” sözcüğünün bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Bugünkü anlamına yakın olarak ilk kez on sekizinci yüzyılda Vincent de Gournay tarafından “bürolarda çalışanların siyasal güce sahip olmaları” şeklinde tanımlanan bürokrasi kavramı, Türk kamu yönetiminde de yüz yıldan fazla bir süredir kullanılmaktadır. Bu süre içerisinde kavram bazı dönemlerde kırtasiyecilik, verimsizlik, işlerin hantallaşması gibi olumsuz anlamlara karşılık gelecek şekilde kullanılırken bazı dönemlerde ise en iyi yönetim şekli gibi olumlu anlamlarda kullanılmıştır. Günümüzde ise bürokrasi kavramının bu eğilimlerden hangisine daha yakın olduğu sorusu, bu çalışmanın araştırma sorusunu oluşturmaktadır. Çalışma sonucunda bu soruya verilecek yanıtlar ise daha sonraki bürokrasi kavramı çalışmalarına yol göstermesi açısından önemli görülmektedir. Bu bağlamda bürokrasi kavramının güncel eğilimini tespit etmek amacıyla gerçekleştirilen bu çalışmada ilk olarak bürokrasi kavramının Türk kamu yönetimindeki gelişimi dönemler halinde irdelenecektir. Bu dönemler genel olarak siyasi yapı ile bürokratik yapı arasındaki ilişkiler üzerinden değerlendirilerek bürokrasi ile ilgili dönemsel tutumlar tespit edilmeye çalışılacaktır. Çalışma sonucunda elde edilen bulgular doğrultusunda bürokrasi kavramına yönelik tutumun, günümüzde olumlu mu yoksa olumsuz bir yönde mi olduğu tespit edilerek, güncel eğilim hakkında çıkarımlarda ve değerlendirilmelerde bulunularak ilgili yazına katkı sağlanması amaçlanmaktadır. Anahtar Kelimeler: bürokrasi, Türk bürokrasisi, siyasi yapı, bürokratik yapı 1 Doktora Öğrencisi, Gamze Sinem Özer, Akdeniz Üniversitesi, gamze.s.ozer@hotmail.com 2 Dr. Öğr. Üyesi, Serkan Doru, Akdeniz Üniversitesi, serkandoru@akdeniz.edu.tr 313 Development of the Concept of Bureaucracy in Turkish Public Administration: A Periodic Review Gamze Sinem Özer 1 Serkan Doru2 Abstract Today, the changes that come with long-lasting financial and economic crises, inequality in income distribution, deepening poverty, migration movements, environmental risks, increasing uncertainties in the world, and the development of artificial intelligence increase and diversify social needs. Furthermore, authoritarianism is increasing in the world, the practices of the state of exception are becoming the norm and the rule of law is eroding. As the world moves towards a new social structure with all these developments, on which principles will public administration be built and operated? The Congress aims to open to discussion the scientific research that answers the question of “what kind of public administration” with the effect of new trends that will shape our future, based on 100 years of Republican experience. Keywords: bureaucracy, Turkish bureaucracy, political structure, bureaucratic structure 1 PhD Student, Gamze Sinem Özer, Akdeniz Üniversitesi, gamze.s.ozer@hotmail.com 2 Assist. Prof. Dr., Serkan Doru, Akdeniz Üniversitesi, serkandoru@akdeniz.edu.tr 314 Deprem Sonrası Enkaz Kaldırma Faaliyetlerinde Ortaya Çıkan Asbest ve İdarenin Sorumluluğu Hilal Albal Ulaş1 Özet Asbest, jeolojik olarak lifsi kristal yapısına sahip silikat (magnezyum silikat, kalsiyummagnezyum silikat, demir-magnezyum silikat) bileşimindeki ateşe, asitlere ve darbeye dayanıklı, iletkenlik özelliği olmayan, esnek, uzun ince lifler ve lif demetleri şeklini alan bir grup mineralin ortak adıdır. Bu özelliklerinden dolayı asbest, inşaat, gemi, otomotiv, tekstil ve diğer sanayi alanlarında oldukça yaygın kullanılır. Fren ve debriyaj balatası, ev yalıtımı, boru, levha, marley gibi kullanım alanları mevcuttur. Asbeste gerek mesleki olarak gerekse asbestin kullanıldığı alanları kullanarak toplu halde maruz kalınması durumunda uzun vadede öksürük, nefes darlığı, aşırı yorgunluk, göğüs ve omuz ağrısı gibi sağlık problemleri söz konusu olabilir. Ayrıca uzun yıllar asbest soluyan kişilerin akciğer kanserine yakalanma riskleri oldukça fazladır. Asbest, özellikle 20. yüzyılın ortalarına kadar inşaat malzemelerinin birincil bileşenlerinden biri olarak kullanılmıştır. Ancak, daha sonra asbestin sağlık açısından tehlikeli olduğu anlaşılmış ve kullanımı dünya çapında sınırlanmıştır. Ülkemizde 2013 yılında çıkarılan Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik ile asbestin her türünün çıkarılması, işlenmesi, satılması ve ithalatı, asbest içeren her türlü ürünün ithalatı ve satılması, asbest ürünlerinin veya asbest ilave edilmiş ürünlerin üretimi ve işlenmesi yasaklanmıştır. Asbest mevzuat öncesi dönemdeki binalarda büyük oranda kullanılmıştır. Yeni binalarda ise izolasyon malzemeleri, yalıtım malzemeleri, kiremitler gibi asbest içeren malzemeler bulunmaktadır. Yine Türkiye Asbest Yatakları Haritasına göre, 6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen ve 11 ili kapsayan depremin meydana geldiği bölge, ülkemizde çevresel asbestin yoğun olarak bulunduğu alanlardır. Bu nedenle gerek enkaz kaldırma faaliyetlerinde çalışan kişilerin gerekse çevrede bulunanların asbeste maruz kalma riskleri oldukça fazladır. Binaların yıkılması sırasında ortama yoğun toz ve gaz halinde insan sağlığına zararlı kimyasallar yayılmaktadır. Özellikle enkaz kaldırılması ve hafriyat aşamasında çalışanların asbest maruz kalım riskinin çok yüksek olduğu bilinmektedir. Bu nedenle deprem bölgesinde yıkılan binaların arama kurtarma, enkaz kaldırma ve hafriyat çalışmaları sırasında, asbest maruz kalımı göz önünde bulundurularak çalışılmalıdır. Bu nedenle ağır hasarlı olup yıkılacak binalarda asbest bulunup bulunmadığı önceden analiz edilmelidir. Asbestin bulunduğu binaların yıkımı veya yenilenmesi sırasında, idarelerin özel bir dikkat göstermeleri gerekmektedir. Enkaz kaldırma faaliyetlerinde görev alanlar bu konuda eğitilmeli, güvenli ekipman ve koruyucu giysilerle donatılmalıdırlar. Bu süreçler sırasında, asbestin havaya salınması önlenmeli ve çevreye zarar vermeden güvenli bir şekilde bertaraf edilmelidir. Binaların kontrolsüz ve plansız yıkımı ile ortaya çıkacak asbest maruziyeti idarenin sorumluluğunu doğurur. İdarelerin enkaz ve hafriyat kaldırma görevini özel şirketlere devrettiği bilinmektedir. Bu devir sırasında yapılan ihalelerde enkaz kaldıracak olan şirket çalışanlarının eğitimi, güvenliği, enkazın doğru şekilde kaldırılması konusunda idarenin denetim yetkisi ve sorumluluğu devam etmektedir. 1 Arş. Gör., Hilal Albal Ulaş, İnönü Üniversitesi, hilal.albal@gmail.com 315 Bunun yanında idarenin binalardaki asbest kullanımı konusunda mevzuata uygun davranılıp davranılmadığını denetleme yetkisi ve görevi bulunmaktadır. Bu denetim görevinin gereğince yerine getirilmemesi hizmet kusuru teşkil eder. Zira idare her zaman fiili bir hareketle kusura ve zarara sebebiyet vermez kimi zaman ihmali davranışla da zarar ortaya çıkabilir. Asbestin insan sağlığına zararlı olduğu gerçeği, idarelerin asbestle ilgili konulara özel bir dikkat göstermelerini gerektirir. İdareler, asbestin çıkarılması ve bertaraf edilmesi ile ilgili uygun düzenlemeler yaparak, insanların sağlıklarını korumaya yönelik bir sorumluluk üstlenmelidir. Bu konu Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, AFAD ve Belediyeler gibi çeşitli idarelerin sorumluluk alanına girmesi ve güncel bir nitelik taşıması açısından önemlidir. Konu anlatılırken her bir idarenin sorumluluğu ayrı ayrı ele alınacak ve yargı kararları ile konu desteklenecektir. Ülkemiz ile benzer idari rejime sahip olan ülkelerde bu konudaki düzenlemeler taranacak ve bu şekilde bir karşılaştırma sağlanacaktır. Anahtar Kelimeler: idarenin sorumluluğu, asbest, hizmet kusuru, deprem. 316 Asbestos Emerging During Debris Removal Activities After the Earthquake and the Responsibility of the Administration Hilal Albal Ulaş 1 Abstract Asbestos is the common name of a group of minerals that are geologically composed of silicate (magnesium silicate, calcium-magnesium silicate, iron-magnesium silicate) with a fibrous crystal structure, resistant to fire, acids and impact, non-conductive, flexible, taking the form of long thin fibers and fiber bundles. Due to these properties, asbestos is widely used in construction, shipbuilding, automotive, textile and other industrial areas. There are areas of use such as brake and clutch linings, home insulation, pipes, sheets and marley. In case of mass exposure to asbestos, either occupationally or by using areas where asbestos is used, long-term health problems such as cough, shortness of breath, extreme fatigue, chest and shoulder pain may occur. In addition, people who breathe asbestos for many years have a very high risk of developing lung cancer. Asbestos was used as one of the primary components of construction materials, especially until the mid-20th century. However, it was later realized that asbestos was dangerous to health and its use was limited worldwide. With the Regulation on Health and Safety Precautions in Working with Asbestos, issued in 2013 in our country, the extraction, processing, sale and import of all types of asbestos, the import and sale of all kinds of products containing asbestos, the production and processing of asbestos products or products with added asbestos are prohibited. Asbestos was largely used in pre-legislation buildings. In new buildings, there are asbestos-containing materials such as insulation materials, insulation materials and tiles. Again, according to the Turkey Asbestos Beds Map, the region where the earthquake occurred on February 6, 2023, covering 11 provinces, is the area where environmental asbestos is concentrated in our country. For this reason, the risk of exposure to asbestos for both people working in debris removal activities and those in the environment is quite high. During the collapse of buildings, chemicals harmful to human health are released into the environment in the form of intense dust and gas. It is known that the risk of asbestos exposure is very high, especially for those working in the debris removal and excavation phase. For this reason, asbestos exposure should be taken into consideration during search and rescue, debris removal and excavation works of collapsed buildings in the earthquake zone. For this reason, buildings that are heavily damaged and will be demolished should be analyzed in advance to see if there is asbestos. Administrations must pay special attention during the demolition or renovation of buildings containing asbestos. Those involved in debris removal activities should be trained on this subject and equipped with safe equipment and protective clothing. During these processes, asbestos must be prevented from being released into the air and must be disposed of safely without harming the environment. Asbestos exposure resulting from the uncontrolled and unplanned demolition of buildings will result in the responsibility of the administration. It is known that administrations delegate the task of removing debris and excavation to private companies. The administration's supervision authority and responsibility for the training and safety of company employees who will remove debris in the tenders held during this 1 Res. Assist., Hilal Albal Ulaş, İnönü Üniversitesi, hilal.albal@gmail.com 317 transfer, and for the correct removal of debris continue. In addition, the administration has the authority and duty to inspect whether the legislation is complied with regarding the use of asbestos in buildings. Failure to fulfill this inspection duty properly constitutes a service defect. Because the administration does not always cause fault and damage with an actual action, sometimes damage can occur with negligent behavior. The fact that asbestos is harmful to human health requires administrations to pay special attention to asbestos-related issues. Administrations must assume a responsibility to protect people's health by making appropriate regulations regarding the removal and disposal of asbestos. This issue is important in that it falls under the responsibility of various administrations such as the Ministry of Environment, Urbanization and Climate Change, the Ministry of Health, Afad and Municipalities and has an up-to-date quality. While explaining the subject, the responsibilities of each administration will be discussed separately and the subject will be supported by judicial decisions. In countries with similar administrative regimes to our country, regulations on this subject will be scanned and a comparison will be made. Keywords: responsibility of the administration, asbestos, service defect, earthquake. 318 Çoklu Krizlerde Lgbti+ Bireylerin Kamu Hizmetlerine Erişimi İlda Su Sevinç1 Canan Sözüer2 Özet Bu bildiri çoklu kriz dönemlerinde LGBTİ+ bireyler ile kamu yönetimi arasındaki ilişkiyi ve bu bireylerin kamu hizmetlerine erişiminin ne ölçüde sağlandığını tartışmaktadır. Kriz anlarında kamusal kaynaklara erişim ve yönetime eşit katılım konusunda bazı temel aksaklıkların, özellikle halihazırda kamu alanında dezavantajlı konumda yer alan grupların aleyhinde, yaşandığı gözlemlenmiştir. Yaşanan bu aksaklıklarla birlikte bireylerin maruz bırakıldığı ayrımcılık, eşitsizlik ve dışlanma daha da keskinleşmektedir. 2020’de yaşanan pandemi ve 2023 yılında yaşanan Kahramanmaraş̧̧ depreminde bu aksaklıkların varlığı somut bir şekilde görülmüştür. Bireyler kamusal hizmetlere erişim ve yönetime katılımda eşit haklara sahiptir. Bu durumun aksi, eşitsizlik ve ayrımcılık, temel insan hakkı ihlali olup adalet ve hukuk mekanizmalarının zedelenmesine yol açmaktadır. Bu bağlamda şu sorunun sorulması kaçınılmazdır: pandemi ve afet gibi kriz anlarında LGBTİ+ bireyler kamusal hizmetlerden ne kadar yararlanabilmektedir ve kamusal alanda ne ölçüde temsil edilebilmektedir? Queer teori kamu yönetim çalışma alanlarına girmiş̧̧ olmakla beraber çoklu krizler ekseninde LGBTİ+ bireylerin kamu kaynaklarına erişim sıkıntısı literatür konusunda zenginleşme imkânı bulamamıştır. Literatür queer teori alanında daha çok LGBTİ+ bireylerin kamu yönetimine dahil olması üzerine eğilmiş̧̧ durumdadır. Halihazırda bu bildiri “kamu kaynaklarına erişim” alanına katkı sağlamayı da kendine ek bir hedef olarak belirler. Bildiriye temel hazırlayan araştırma boyunca benimsenen metot sorunsalın ihtiyaçları göz önünde bulundurularak belirlenmiştir. Bu bağlamda araştırmanın iki ayrı beslenme kaynağı vardır: alanda çalışma yapan ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarının yayınladığı raporlar örneğin Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği’nin hazırlamış̧ olduğu Pandemi Surecinde LGBTİ+’ların Sosyal Hizmetlere Erişimi Araştırma Raporu ve literatür taraması üzerinden alanda yapılmış̧̧ çalışmalar ve bunların bulguları. Bahsedilen kaynaklar çalışmanın saha ve literatür çalışmasını oluşturmakla beraber sentez sureci boyunca sorunsalın yanıtlanması için nicel verilerden faydalanılacaktır. Bildirinin sorunsalı öz bakımından adalet ve eşitlik alt perspektifinden incelenecektir. Sorunsalı incelemek için kullanılan deprem ve pandemi gibi kriz koşullarının kendilerine içkin ihtiyaç̧̧ ve özelliklerini ayrı ayrı değerlendirmek gerekir. Bu bağlamda sorunsala yeterli bir cevap üretebilme amacını taşıyarak iki ana alt başlıkta inceleme yapılacaktır. Bu ana başlıklar kamu hizmetine erişimde eşitlik ve kamusal yönetime dahil olmada eşitlik olarak gruplandırılır. Kamu hizmetine erişim başlığının ise birçok farklı alt inceleme alanı bulunmaktadır. Bunlar başlıca beslenme, barınma, hijyen, sağlık, giyim, psiko-sosyal destek, 1 2 İlda Su Sevinç, Galatasaray Üniversitesi, ildasu20@gmail.com Canan Sözüer, Galatasaray Üniversitesi, szrrcanan@gmail.com 319 istihdam ve entegrasyondur. Bildiri kapsamında elde edilen veriler üzerinden bu alt başlıklar değerlendirilmektedir. Eleştirel devlet teorisinin de işaret ettiği üzere devlet seçici bir aygıttır. Öte yandan demokratik sistemlerde kamu hizmetinin konusu nüfusun bütünüdür ve prosedürel bir niteliğe sahip olması beklenir. Bu bağlamda bir toplumdaki ayrıcalıklı durumda olan ve belirli bir ırka, sınıfa, cinsiyete sahip bireyler “kamu hizmetinin ulaştırılması bakımından devletin birincil tercih ettiği grup” olduğuna dair genel bir kabul karşımıza çıkar. Böylesi bir tercih idarenin yapısından doğar. Heteronormativite, toplumsal sınıflar, ırkçılık, kadın düşmanlığı, yabancı düşmanlığı kategorileri üzerinden ölçeklenip değerlendirilebilir. Bu bildiri kapsamında, yukarıda bahsi geçen alanda yer alan kamu yönetimi pratiklerini değerlendirmek amacıyla LGBTİ+ bireyler merceğe alınır. Tüm bu olgular somut olaylara uygulandığında hak ihlaline maruz kalmış̧ LGBTİ+’lar arasında farklı kategoriler oluşturmanın mümkün olduğu görülmektedir. LGBTİ+ bireyler söz konusu olduğunda bu tür hak ihlalleri farklı kesişimsellik kategorileri üzerinden de ortaya çıkmaktadır. Bununla beraber kriz anlarının ve şokların doğalarına, yapılarına ve kendilerine özgü karakteristik özelliklerine göre bireylerin ihtiyaçları ve yaşanan sorunlar farklılık göstermektedir. Pandemi gibi uzun erimli krizler bireyleri ekonomik alanda daha çok etkilerken deprem gibi kısa şoklu krizler beraberinde barınma gibi aksiyon süresi kısa olması gereken ihtiyaçlar meydana getirir. Bu durum bu sunuşu şu sonuca ulaştırmaktadır: LGBTİ+ bireylerin dahil olduğu kategori veya kriz anının doğası ne olursa olsun, idare tarafından yerine getirilmeyen kamu hizmeti sonucu yaşanan mağduriyet değişmez. Anahtar Kelimeler: eşitlik, adalet, demokrasi, toplumsal eşitlik, kamu hizmeti. 320 LGBTI+ People’s Access To Public Service In Multiple Crises İlda Su Sevinç1 Canan Sözüer 2 Abstract This paper discusses the relationship between LGBTI+ individuals and public administration in times of multiple crises and the extent to which their access to public services is ensured. It has been observed that in times of crisis, there are some fundamental setbacks in access to public resources and equal participation in governance, especially to the detriment of groups that are already disadvantaged in the public sphere. These setbacks exacerbate the discrimination, inequality and exclusion to which individuals are subjected. The pandemic in 2020 and the Kahramanmaraş earthquake in 2023 concretely demonstrated the existence of these disruptions. Individuals have equal rights to access public services and participate in governance. The opposite of this situation, inequality and discrimination, is a violation of fundamental human rights and leads to the damage of justice and legal mechanisms. In this context, it is inevitable to ask the following question: to what extent can LGBTI+ individuals benefit from public services in times of crisis such as pandemics and disasters and to what extent can they be represented in the public sphere? Although queer theory has entered the fields of public administration studies, the problem of LGBTI+ individuals' access to public resources in the axis of multiple crises has not found the opportunity to enrich the literature. The literature in the field of queer theory is mostly focused on the inclusion of LGBTI+ individuals in public administration. Currently, this paper sets itself the additional goal of contributing to the field of "access to public resources". The methodology adopted throughout the research that forms the basis of this paper has been determined with the needs of the problematic in mind. In this context, the research has two separate sources of nutrition: reports published by national and international nongovernmental organizations working in the field, for example, the Research Report on LGBTI+'s Access to Social Services in the Pandemic Process prepared by the Association for Social Policy, Gender Identity and Sexual Orientation Studies, and studies conducted in the field through literature review and their findings. While the aforementioned sources constitute the field and literature study of the study, quantitative data will be used to answer the problematic throughout the synthesis process. The problematic of the paper will be examined from the sub-perspective of justice and equality in terms of essence. It is necessary to evaluate the inherent needs and characteristics of crisis conditions such as earthquakes and pandemics used to examine the problematic separately. In this context, in order to produce an adequate answer to the 1 2 İlda Su Sevinç, Galatasaray University, ildasu20@gmail.com Canan Sözüer, Galatasaray University, szrrcanan@gmail.com 321 problematic, an examination will be made under two main sub-headings. These main headings are grouped as equality in access to public service and equality in participation in public administration. Access to public services has many different sub-areas. These are mainly nutrition, shelter, hygiene, health, clothing, psycho-social support, employment and integration. These sub-headings are evaluated through the data obtained within the scope of the paper. As the critical state theory points out, the state is a selective apparatus. On the other hand, in democratic systems, the subject of public service is the whole population and it is expected to have a procedural character. In this context, there is a general assumption that individuals who are privileged in a society and who belong to a certain race, class or gender are "the group of primary preference of the state in terms of public service delivery". Such a preference arises from the structure of the administration. Heteronormativity can be scaled and evaluated through the categories of social classes, racism, misogyny, xenophobia. Within the scope of this paper, LGBTI+ individuals are scrutinized in order to evaluate public administration practices in the aforementioned field. When all these facts are applied to concrete cases, it is seen that it is possible to create different categories among LGBTI+ persons who have been subjected to rights violations. In the case of LGBTI+ individuals, such rights violations also emerge through different categories of intersectionality. However, the needs of individuals and the problems experienced differ according to the nature, structure and unique characteristics of crisis moments and shocks. Long-term crises such as pandemics affect individuals more in the economic sphere, while short-shock crises such as earthquakes create needs such as shelter, which should have a short duration of action. This leads this presentation to the following conclusion: Regardless of the category in which LGBTI+ individuals are included or the nature of the crisis moment, the victimization experienced as a result of the public service not fulfilled by the administration does not change. Keywords: equality, justice, democracy, social equality, public service 322 İKİNCİ GÜN: DÖRDÜNCÜ OTURUM 27.10.2023 15:15-16:30 Koçumbeli Salonu Kamu Politikası Oturum Başkanı: Fulya Akyıldız Kamusal Sorumluluktan Hızlı Tüketime Sporun Ticarileşmesi, Neoliberalizm ve Kamu Yönetimi The Commercialization of Sports: From Public Responsibility to Fast Consumption under Neoliberalism Yavuz Yıldırım Türkiye’de Kamu İsraf Politikalarının Analizi An Analysis of Waste Policies in Türkiye Mücahid Aykut Türkiye’de Hayvanların Korunması Politikasının 100 Yılı 100 Years of Animal Protection Policy in Turkey Hürol Çankaya-Nur Şahin-Cengiz Ekiz Belediye Personeli Bakımından Türkiye ve Fransa Karşılaştırması Comparison of Türkiye and France in terms of Municipal Personnel Sezai Öztop, Cuma Bolat 323 Kamusal Sorumluluktan Hızlı Tüketime Sporun Ticarileşmesi, Neoliberalizm ve Kamu Yönetimi Yavuz Yıldırım1 Özet Bu bildiride, spor konusu üzerinden kamu yönetimi örgütlenmesinde neoliberalizmin bireyselleştirici etkisi incelenecektir. Toplumsal bir olgu olan sporun bireysel ve kar-zarar denklemi üzerinden anlaşılması, ülkede kapitalizmin gelişiminden kurumsal bağlamların dönüşümüne kadar pek çok örnek içerir. Bu açıdan Cumhuriyet’in 100. Yılında kamu yönetimi alanındaki dönüşümlerin izlerini sürebileceğimiz alanlardan biri de spor politikaları ve buna bağlı gelişen siyaset-spor ilişkisidir. Ülkenin ana spor branşı futbolda, profesyonel aşamaya geçilen 1959 sonrasında başkentinden şampiyon çıkaramayan, uluslararası başarıları farklı branşlarda olsa bile kaynakların dağılımında futbola adaletsiz biçimde fazla kaynak ayrılan Türkiye’de ticari elitlerin dönüşümü ile sporun dönüşümü arasında doğrudan bir ilişki vardır. Futbol başta olmak üzere hızlı ticarileşme, yoğun bir tüketiciliği beraberinde getirmiştir. Oysa ki Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında nüfusun sağlıklı ve disiplinli bir hal alması için kurumlar eliyle sporun yönlendirilmesi ve yönetilmesi süreci, kamu yönetimi örgütlenmesinin temel unsurlarından biri olmuştur. Bu durum, çeşitli kaynaklarda İkinci Dünya Savaşı ve ona bağlı olarak faşizmin etkisi altında yorumlansa da spor alanında toplumsal etkileşimin bu siyasi vizyondan daha fazlasıyla ilişkili olduğu görülebilir. Günümüzde sıradışı kabul edilen çeşitli branşlarda, 1940’lar boyunca spor faaliyetleri sürdüren kamusal kurumlar, neoliberalizmin getirdiği kamu işletmeciliğine geçişle beraber bu misyonlarından uzaklaşmıştır. Bisiklet, tenis, yüzme, su topu gibi branşlarda 1960’lara kadar devam eden çabalar, zamanla azalmış ve devletin bıraktığı rolü devralan özel şirketler ya da kulüpler ise futbol dışı branşlara gereken önemi vermemiştir. TFF’nin kent takımları kurulması isteğiyle kurum takımlarını birleştirerek hayata genç spor kulüpleri, zamanla futbol kulüplerine dönüşmüştür. Kar etmediği gerekçesiyle terk edilen, amatörlükprofesyonellik ikilemine sıkışan pek çok branş, lise ve dengi düzeylerden itibaren eğitimin de dönüşümüne bağlı olarak sporcu yetiştirmekte zorlanmış ve böylece spor alanı ticaretin denklemlerine sıkışıp kalmıştır. Böyle olunca da uluslararası anlamda başarılı sporcuların yetişmesi, ya kendi kişisel yetenekleri ya da çeşitli girişimlerin sıradışı ve kısa vadeli adımlarına terk edilmiştir. Yakın zamanda örnekleri görülen, voleybol başta olmak üzere çeşitli spor dallarında kimi özel kurumların çabaları, kamusal bir alan olarak görülmesi gereken spor disiplininde kısmi bir alanı kaplar. Yine bocce, çim hokeyi gibi branşlarda kişisel çabalarla süren çeşitli girişimlerle yenilenmeye açık hale gelse de bir kamu yönetimi Doç. Dr., Yavuz Yıldırım, yavuz.yildirim@ohu.edu.tr 1 Niğde Ömer 324 Halisdemir Üniversitesi, yavuzy82@gmail.com, alanı olarak sporun, büyük oranda neoliberal yetenek avcılarının kaderine terk edildiği ve ticarileştiği söylenebilir. Nüfusuna göre lisanslı sporcu seviyesi görece düşük, pek çok alanda uluslararası standartlarda sporcu yetiştirmekte zorlanan, olimpik dalların pek çoğuna katılamayan, yüzme ve kayak gibi doğal imkanların bulunduğu alanlarda bile başarı gösteremeyen Türkiye’nin ekonomik büyümesinden sporun yeteri kadar yararlanamadığı görülebileceği gibi, bahsedilen ekonomik büyüme ve serbestleşmenin de toplumsal ilişkilere temasındaki eksikliğin spor üzerinden bir analizi yapılabilir. Cumhuriyet’in geçen 100 yılında sporda ileri gittiğimizi söylemek kolay değildir. Bir değişimin olduğu kesindir ancak bu değişimin beklenen sonuçları verdiği söylenemez. Halen anayasal bir zorunluluk olmasına rağmen devletin özerkleşme adına kontrolü bıraktığı spor yönetimi büyük oranda yerel yöneticiler, kişisel inisiyatifler, sponsor destekleri üzerinden “işletilmektedir”. Anahtar Kelimeler: spor yönetimi, ekonomik değişim, neoliberalizm, kamusallık. 325 The Commercialization of Sports: From Public Responsibility to Fast Consumption under Neoliberalism Yavuz Yıldırım 1 Abstract This paper examines the impact of neoliberalism on the organization of public administration through the area of sports. The individualization and profit-loss analysis of sports, which actuall is a social phenomenon, has many examples, from the development of capitalism in the country to the transformation of institutional contexts. One of the areas where we can trace the transformations in the field of public administration in the centennial of the Republic is sports policies and the relationship between politics and sports that develops accordingly. The transformation of sports in Turkey is directly related to the transformation of the commercial elite. After the transition to professional football in 1959, the country's main sport branch, football, could not win a champion from its capital. Even though international successes were in different branches, too many resources were allocated to football in the distribution of resources. The rapid commercialization of football has led to intense consumerism. In the early years of the Republic, the process of directing and managing sports by institutions was one of the basic elements of public administration organization. This was done in order for the population to become healthy and disciplined. Although this situation is interpreted under the influence of the Second World War and fascism in various sources, it can be seen that social interaction in the field of sports is related to more than this political vision. Public institutions that continued sports activities throughout the 1940s in various branches that are considered unusual today, moved away from this mission with the transition to public management brought by neoliberalism. The efforts that continued until the 1960s in branches such as cycling, tennis, swimming, and water polo decreased over time. Private companies or clubs that took over the role left by the state did not give due importance to branches other than football. With the desire of the Turkish Football Federation (TFF) to establish city teams, young sports clubs have turned into football clubs by combining corporate teams. Many branches, which were abandoned on the grounds of not being profitable and stuck in the dilemma of amateurism-professionalism, had difficulties raising athletes from high school and equivalent levels due to the transformation of education. Thus, the management of sports has been stuck in the equations of trade. The training of internationally successful athletes has been left to the extraordinary and short-term steps of either their own personal talents or various initiatives. The efforts of some private institutions in various sports branches, especially volleyball, of which examples have been seen recently, occupy a partial area in the sports discipline, which Assoc. Prof. Dr., Yavuz Yıldırım, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, yavuzy82@gmail.com, yavuz.yildirim@ohu.edu.tr 1 326 should be seen as a public space. Again, although it has become open to renewal with various initiatives carried out with personal efforts in branches such as bocce and field hockey, it can be said that sports as a public administration field have been largely left to the fate of neoliberal talent hunters and commercialized. As a result Turkey hasn't been able to utilize its full athletic potential in the centinental period. Sports administration is now mostly managed by local officials, individual efforts, and sponsor assistance instead of the state. There has been a lack of coordination and planning, which has complicated the creation of a comprehensive sports policy. The state must become more involved in sports administration to make things better. This entails increasing money and support for sports development as well as adopting a more strategic approach. Keywords: sports management, economic growth, neoliberalism, publicity. 327 Türkiye’de Kamu İsraf Politikalarının Analizi Mücahid Aykut 1 Özet Kamu yönetiminin amaç ve işlevleri giderek artmaktadır. Kamu kesiminin ve vatandaşların kamu hizmeti taleplerinin kapsamı artarken, devletin bu hizmetleri finanse etmek için kamu gelirlerini artırma kapasitesi ise sınırlıdır. Kamu yönetiminin temel amaçlarından biri, toplumun ihtiyaçlarını karşılarken kıt kaynaklarla toplumsal refahı artırmaktır. Bu nedenle kıt kamu kaynaklarının verimli, etkin ve ekonomik olarak kullanılması büyük önem taşımaktadır. Ancak bunun önündeki en önemli engellerden biri de kamu yönetimindeki büyük israftır. İsrafın genel kabul görmüş bir akademik ve yasal tanımı yoktur. Bu da bilimsel çalışmalarda kavramsal çerçevenin çizilmesini zorlaştırmaktadır. En genel anlamıyla israf, kaynakların verimsiz kullanılmasıdır. Dolayısıyla israf, gıdadan doğal kaynaklara, enerjiye, zamandan emeğe (insan kaynaklarına) kadar her türlü değerde gereksiz savurganlık olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla herhangi bir kamu kaynağının verimsiz kullanılması, kamu yönetiminde israf anlamına gelmektedir. Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerde kamu yönetiminde israfı önleme politikaları çok önemlidir. Türkiye’de israf tartışmaları, devlet yönetimini miras aldığı Osmanlı Devleti’nin çöküş dönemine kadar götürülebilse de özellikle 1970’lerden sonra verilen bütçe açıklarıyla artmaya başlamıştır. 2001 Ekonomik Krizi yakın geçmişteki en önemli kırılmayı yansıtırken, Suriye Göçmen Krizi ve COVID-19 Pandemisin getirdiği ekonomik tahribat tartışmaları yoğunlaştırmış. Türkiye İsrafı Önleme Vakfı (TİSVA)’nın 2022 İsraf Raporuna göre Türkiye milli gelirinin yaklaşık %15’ine denk gelen 1 trilyon 81 milyar liralık kaynağı israf etmektedir. Son yıllarda artan israf tartışmalarına, özellikle de 2019 İstanbul Yerel Seçimleriyle gündemi oldukça meşgul etmesine rağmen, kamu yönetimi alanında akademik olarak yeterince çalışılmamıştır. Aslında israf, tasarrufla ilişkilendirilir ve ekonomi ve kamu maliyesi altında incelenir. Ancak, bir yönetim sorunu olduğu kadar yönetici sorunu olarak da değerlendirilebilir. Bu çalışmada, 2000 yılından itibaren Türkiye'nin israf politikasına yönelik çabaları incelenirken kamu yönetimi alan anlayışındaki değişimler üzerinde durulmuştur. Her ne kadar israf tartışması çok eski tarihlerden başlanabilecekse de veri kısıtları nedeniyle bu çalışma 2000'li yıllardan itibaren özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi dönemine odaklanmıştır. Bu dönem, gerek 2001 Ekonomik Krizi, 2003’ten itibaren AK Parti hükümetleri, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş gibi iç dinamikler, gerekse AB uyum süreci ve klasik kamu yönetiminden yeni kamu yönetimine geçiş gibi dış dinamikler açısından Türkiye’de kamu yönetimi reformunun tarihsel bir dönüm noktası olarak da değerlendirilmektedir. Günümüze doğru geldikçe ise 2015 Birleşmiş Milletler 1 Arş. Gör., Mücahid Aykut, Altınbaş Üniversitesi, mucahid.aykut@altinbas.edu.tr 328 Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları içerisindeki 17 maddeden 4 tanesi (7. Erişilebilir ve Temiz Enerji, 8. İnsana Yakışır İş ve Ekonomik Büyüme, 11 Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar, 12 Sorumlu Üretim ve Tüketim) dolaylı olarak israfın önlemesini içerir. Bu çalışma, Türkiye'de israfla ilgili politikalarının kamu yönetimi açısından incelenmesiyle önemli bir katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Bu amaçla Kamu Politikası Süreç Analizi yöntemi tercih edilmiştir. Kamu Politikası Süreç Analizi, kamu politikası sürecini aşamalara ayırır ve daha anlaşılır hale getirmek için her aşamayı ayrıntılı olarak analiz eder. Politika Süreci Analizi, bir politikanın gündeme gelmesinden uygulanmasına kadar her aşamasının sistematik olarak incelenmesidir. Politikaların etkinliğinin maliyet-fayda analizini yapmak için politika sorununu, bu sorunu çözebilecek alternatif politika seçeneklerini, sorunu çözecek politikanın belirlenmesini, uygulama sonuçlarını ve aktörler üzerindeki etkilerini inceler. Bu aşamalardaki aktörlerin faaliyetlerini inceler ve sonuçlarını değerlendirir. Bunu yaparken de politikaların, çıktılarının ve hedef gruplar üzerindeki beklenen ve beklenmeyen etkilerinin izlenmesi ve politika sürecinin temel aşamalarında veri bazında değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Ayrıca olumlu ve olumsuz dışsallıkları da inceler. Gerektiğinde politikalarda iyileştirme ve değişiklik önerilerinde bulunulabilir. Kamu Politikası Süreç Analizinde her aşamayı ayrıntılı olarak incelemek zordur. Bunun yerine araştırmacılar, seçilen aşamalardaki eksiklikleri vurgulamak için belirli aşamalara odaklanırlar. Bu çalışma, öncelikle Türkiye’de israf tartışmalarının hızlı bir tarihsel arka planı üzerinden “Problemin Saptanması ve Gündem Belirlenmesi” aşamasıyla başlamıştır. “Politika Önerilerinin Biçimlendirilmesi” ve “Politikanın Kabul Edilmesi” aşamalarına odaklanarak 2000’li yıllardan itibaren 5 Yıllık Kalkınma Planları, Başbakanlık Tasarruf Genelgeleri üzerinden tasarruf tedbirleri paketleri ve son yıllardaki Stratejik Planlar üzerinden incelemiştir. Bu aşamalarda israfın kamu politikası olarak çerçevesi çizilmiş kapsamlı bir kanunlaşma eksikliği olduğunu göstermiştir. “Politikaların Uygulanması” ve “Politikaların İzlenmesi ve Değerlendirilmesi” süreçlerindeki mekanizmaların eksikliklerine vurgu yapmıştır. Anahtar Kelimeler: israf, kamu politikası süreç analizi, Türkiye’de kamu yönetimi. 329 An Analysis of Waste Policies in Türkiye Mücahid Aykut1 Abstract The aims and functions of public administration has been increasing. While the scope of public sector and citizens demands for public service are increasing, the capacity of government to increase public revenues to finance these services is limited. The one of the main purposes of public administration is to meet social needs by increasing social welfare with scarce resources. For this reason, it is crucial to use scarce public resources efficiently, effectively, and economically. However, one of the most important obstacles to this is the large amount of waste in public administration. There is no universally accepted academic and legal definition of waste. This makes it difficult to draw the conceptual framework in scientific studies. In the most general sense, waste is the inefficient use of resources. Therefore, waste can be defined as unnecessary extravagance in all kinds of values from food to natural resources, energy, time and labor (human resources). Therefore, inefficient use of any public resource means waste in public administration. For this reason, policies to prevent waste in public administration are very important in developing countries. Although the debates on waste in Türkiye can be traced back to the decline of the Ottoman Empire, from which Türkiye inherited state administration, it has started to increase with budget deficits, especially after the 1970s. While the 2001 Economic Crisis reflects the most important breakpoint in the recent past, the Syrian Migrant Crisis and the economic devastation caused by the COVID-19 Pandemic intensified the discussions. According to the 2022 Waste Report of the Turkish Foundation for the Prevention of Waste (TISVA), Türkiye wastes 1.081 billion liras of resources, equivalent to approximately 15% of its national income. Despite the increasing debate on waste in recent years, especially with the 2019 Istanbul Municipal Local Elections, it has not been studied academically enough in the field of public administration. In fact, waste is associated with saving and is studied under economics and public finance. However, it can be considered as a management problem as well as a managerial problem. This study analyzes Turkey's efforts towards wasta policy since 2000 while emphasizing the changes in the understanding of the field of public administration. Although the waste debate can be started from the establishment of the republic, due to data limitations, this study focuses on the Justice and Development Party period since 2000s. This period is also considered as a historical turning point of public administration reform in Turkey in terms of both internal dynamics such as the 2001 Economic Crisis, the AK Party governments since 2003, the transition to the Presidential Government System, and external dynamics such as the EU harmonization process and the transition from classical public 1 Res. Assist., Mücahid Aykut, Altınbaş University, mucahid.aykut@altinbas.edu.tr 330 administration to new public administration. As we move towards the present day, 4 of the 17 items in the 2015 United Nations Sustainable Development Goals (7. Affordable and Clean Energy, 8. Decent Work and Economic Growth, 11 Sustainable Cities and Communities, 12 Responsible Production and Consumption) indirectly include the prevention of waste. This study aims to make an important contribution by analyzing the policies on waste in Türkiye from the perspective of public administration. For this purpose, the Public Policy Process Analysis method was preferred. Public Policy Process Analysis divides the public policy process into stages and analyzes each stage in detail to make it more understandable. Policy Process Analysis is the systematic examination of each stage of a policy from its introduction to its implementation. In order to conduct a cost-benefit analysis of the effectiveness of policies, it examines the policy problem, alternative policy options that can solve this problem, the determination of the policy that will solve the problem, the implementation results and the effects on actors. It examines the activities of actors at these stages and evaluates their results. In doing so, it is aimed to monitor the expected and unexpected effects of policies, their outputs and expected and unexpected effects on target groups and to evaluate them on a data basis at key stages of the policy process. It also examines positive and negative externalities. If necessary, recommendations for improvements and changes in policies can be made. It is difficult to examine each stage in Public Policy Process Analysis in detail. Instead, researchers focus on specific stages to highlight the shortcomings in the selected stages. This study starts with the "Problem Identification and Agenda Setting" stage through a quick historical background of the wasting debates in Turkey. Focusing on the "Policy Formulation" and "Policy Implementation" stages, it examines the 5-Year Development Plans from the 2000s onwards, austerity packages through the Prime Ministry Savings Circulars, and Strategic Plans in recent years. It has shown that there is a lack of comprehensive codification of waste as public policy at these stages. It emphasized the shortcomings of mechanisms in the "Implementation " and "Monitoring and Evaluation" processes. Keywords: waste, public policy process analysis, public administration in Türkiye. 331 Türkiye’de Hayvanların Korunması Politikasının 100 Yılı Hürol Çankaya1 Nur Şahin2 Cengiz Ekiz3 Özet Hayvanların korunması ile ilgili literatürü incelediğimizde Türkiye’de bu alandaki tartışmaların kökeninin 19. yüzyıla uzandığı görülmektedir. Modernleşme süreci, hayvanların korunması sürecini kırılganlaştırmaya başlamış ve dönemin kamu otoritesi, nefret dili kullanarak hayvanlara yönelik şiddetin meşrulaştırılmasına neden olmuştur. 1980’li yıllardan itibaren etkisiz yasal düzenlemeler ile sorun derinleşmiş ve 2004 yılında 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanununun yürürlüğe girmesiyle de bu süreç yeni bir evreye girmiştir. Türkiye’de hayvanlara yönelik geliştirilen kamu politikaları hak ekseninden uzaktır. Türkiye’deki mevzuat, hayvanları “eşya” ya da “meta” kategorisi üzerinden tanımlamaktadır. Hayvan hakları konusunda kamu otoritesi, düzenleme ve karar düzeyinde hiçbir politika inşa etmemiştir. Üstelik, kurumsal yapıdaki yetki ve görev karmaşası, hayvanların korunması sürecini doğrudan etkilemektedir. Türkiye’de hayvanların korunmasına ilişkin yasal tedbirlerin etkisizliği hem merkezi yönetimin hem de yerel yönetimlerin teşkilat yapısına da yansımıştır. Bu yapının yerel düzeydeki koordinasyonunu İl Hayvanları Koruma Kurulu yürütmektedir. Kurulun yetki ve işlevindeki dağınıklık, hayvan hakları konusunda somut düzenlemelerin yapılmasını ve tedbirlerin alınmasını zorlaştırmaktadır. Bildiri üç bölümden oluşmaktadır. İlk kısım, hayvan haklarının Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerini kapsayan yüz yıllık tarihçesini içermektedir. İkinci kısım, yasal işleyişin dayanaklarını oluşturan idari ve hukuksal yapıyı tartışmaktadır. Üçüncü kısım ise Türkiye’de hayvan hakları politikasının çerçevesini kapsamaktadır. Anahtar Kelimeler: hayvanların korunması politikası, yönetsel örgütlenme, yasal düzenlemeler, Türkiye’de Hayvanların korunmasının tarihi Dr. Öğr. Üyesi, Hürol Çankaya, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, hcankaya@hotmail.com Doktora Öğrencisi, Nur Şahin, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, sahinn.nur@hotmail.com 3 Doç. Dr., Cengiz Ekiz, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, ekiz.cengiz@gmail.com 1 2 332 100 Years of Animal Protection Policy in Turkey Hürol Çankaya1 Nur Şahin2 Cengiz Ekiz3 Abstract Given the literature on the protection of animals, we find that the beginnings of discussions in this field in Turkey date back to the 19th century. The modernization process began to make the mechanism of protection of animals vulnerable, and the then public authorities legitimized violence against animals by using hate speech. Since the 1980s, ineffective legislation has exacerbated the problem, and this process entered a new phase with the passage of the Animal Protection Law (Law 5199, 2004). The public policy developed for animals in Turkey is far from the legal axis. In Turkish legislation, animals are defined as “property” or “commodity” The public authority has not developed policies for animal rights at the level of regulations and decisions. Moreover, the confusion of powers and duties in the institutional structure directly affects the process of the protection of animals. The ineffectiveness of legal measures for the protection of animals in Turkey is reflected in the organizational structure of both central and local authorities. The coordination of this structure at the local level is carried out by the Provincial Animal Protection Committee. The inadequate organization of the committee’s powers and functions makes it difficult to enact specific regulations and take action to protect animals. The paper consists of three parts. The first part deals with the one-hundred-year history of the development of animal protection in the Ottoman and Republican periods. The second part discusses the administrative and legal structure underlying the legal functioning. The third part analyzes the model of animal protection policy in Turkey. Keywords: animal protection policy, administrative organization, legal regulations, history of animal protection in Turkey Assist. Prof. Dr., Hürol Çankaya, Bolu Abant İzzet Baysal University, hcankaya@hotmail.com PhD Student, Nur Şahin, Bolu Abant İzzet Baysal University, sahinn.nur@hotmail.com 3 Assoc. Prof. Dr., Cengiz Ekiz, Associate Professor, Bolu Abant İzzet Baysal University, ekiz.cengiz@gmail.com 1 2 333 Belediye Personeli Bakımından Türkiye ve Fransa Karşılaştırması Sezai Öztop1 Cuma Bolat2 Özet Belediyeler, anayasal bir kuruluş olarak ulusal sınırlar içinde yerel ve müşterek nitelikteki hizmetleri karşılamak amacıyla kurulan yerel yönetim organlarıdır. Yerelleşme akımıyla birlikte yerel yönetimlerin önemi ve işlevi giderek artmaktadır. Türkler tarih boyunca devlet geleneği açısından en köklü milletlerdendir. Dünya genelinde olduğu gibi, devletin ilk zamanlarında merkezi devletin rolü ön planda olmuştur. Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin deneyimleri üzerine bina edilen Türkiye’de, yerel yönetimlerin en kuvvetli ayağını oluşturan belediyelerin önemi giderek artmış ve yerelleşme akımının da etkisiyle “demokrasinin okulu” haline gelmişlerdir. Türkiye ve Fransa üniter devlet geleneği dışında da birçok benzerlik sergilemektedir. Fransa, 1789 yılında gerçekleşen ve dalga dalga tüm dünyayı etkileyen Fransız İhtilali sonrasında tüm devlet yapısını yeniden kurgulamıştır. Köklü bir devlet geleneğine sahip üniter bir devlet olarak Fransa, kamu yönetimi gelenekleri arasında özel bir yere sahiptir. Fransa’da, 1982’deki 5. Cumhuriyet Dönemi ile başlayan yerelleşme reformları 1985 yılındaki Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile hız kazanmıştır. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, merkeziyetçi devlet geleneğine sahip birçok devlette önemli reformlar doğurmuştur. Merkezi yönetimlerin birçok yetkisi yerel yönetimlere devredilmiştir. Avrupa Konseyi üyesi devletler olarak Türkiye ve Fransa da bazı çekincelere rağmen Avrupa Yerel Yönetimler Özerklikler Şartı’nı onaylayarak uygulamaya koymuşlardır. Türkiye’de yerel yönetimler birimleri; belediyeler, (büyükşehir harici illerde) il özel idareleri ve köyler olarak sınıflandırılmaktadır. Ancak sorumluluk alanına giren nüfus itibariyle en önemli yerel yönetim birimi belediyelerdir. 1984 itibariyle bazı belediyelerde nüfus büyüklüğü nedeniyle artan ve çeşitlenen yerel hizmetleri karşılayabilmek için yeniden teşkilatlanma gereğinin ortaya çıkmasıyla büyükşehir belediyeleri kurulmuştur. Büyükşehir belediyelerinin sayısı bugün otuza ulaşmıştır. Bu çalışmanın amacı, Türkiye ve Fransa’daki belediyelerin personel yapısı bakımından karşılaştırılmasıdır. Bu amaca uygun olarak, Fransız ve Türk belediyelerine ilişkin literatür ve mevzuat taranmıştır. Dolayısıyla bu çalışma içerik analizi yöntemiyle biçimlendirilmiştir. Çalışmanın başlangıcında yerel yönetimler ve belediyelere ilişkin kavramsal çerçeve özetlenmiş ve çalışmanın odak noktasını oluşturan, Türkiye ve Fransa’daki belediye personeline ilişkin hususlara yer verilmiştir. Türkiye ve Fransa'nın belediyelerinin organları, bu organların yetkileri, görevleri, imtiyazları ve personel yapılarına dair bilgiler verilerek iki ülkenin belediye personeline yönelik hususlar karşılaştırılmıştır. 1 2 Doç. Dr., Sezai Öztop, İstanbul Medeniyet Üniversitesi, sezai.oztop@medeniyet.edu.tr Doktora Öğrencisi, Cuma Bolat, İstanbul Medeniyet Üniversitesi, orontes1976@gmail.com 334 Çalışmada, iki ülkenin personel politikasındaki farklar, istihdam türleri, belediye oluşumları ve sayılarındaki farklar, birleşmeler ve desantralizasyon uygulamaları bakımından önemli farklılıklar gözlenmiştir. Fransa’da nüfusuna bakılmaksızın en küçük yerleşim biriminde belediye kurulmakta iken Türkiye’de belediye kurma kriteri nüfus ve mesafe ile çizilmiş olup 5.000‘in üzerinde nüfusa sahip ve merkeze 5.000 metre mesafede yerleşim yerlerinde belediye kurulması hükmü getirilmiştir. Türkiye'de toplam kamu personelinin %4,9’u yerel yönetimlerde görev yaparken, Fransa’da tüm kamu personelinin %34,5'i yerel yönetimlerde görev yapmaktadır. Fransa'da belediye personel kadrolarının ihdası ve iptali, meclise bırakılmış görevlerdir. Türkiye'de ise 2005 yılından itibaren belediye kadrolarının yetkisi, merkezi hükümet tarafından belirlenen standartlar çerçevesinde belediye meclislerine verilmiştir. Türkiye'de yerel yönetim personeli; kamu görevlileri, sözleşmeli personel ve işçi olarak istihdam edilmektedir. Belediyelere personel alımlarının %73’ü Belediye İktisadi Teşekkülü (BİT) olarak adlandırılan Belediye Şirketlerinden yapılmaktadır. BİT’ler den alınan personelin terfi koşulları belirlenmemiş olup, kamu personeli ise merkezi yönetim tarafından düzenlenen görevde yükselme sınavları ile terfi alabilmektedir. Fransa'da yerel yönetim personelin nitelikleri şu şekildedir; kamu görevlileri (corps), yetkili pozisyon (genel sekreter ve genel sekreter yardımcıları), yarı zamanlı personel, geçici personel. Corps, yerel yönetim çalışanlarına yer değişikliği olanağı sağlasa da tek bir kariyer imkânı vermiştir. Merkezî yönetim, bazı durumlarda yetkili bir pozisyondaki yerel yönetim çalışanının yetkilerini elinden alabilmektedir. Çalışmanın bulguları, Türkiye ile Fransa’nın belediye personel yapısında bazı benzerlikler bulunmasına rağmen farklılıkların daha fazla olduğunu göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Kamu Yönetimi, Yerel Yönetimler, Belediye, Kamu Personeli, Fransa, Türkiye 335 Comparison of Türkiye and France in terms of Municipal Personnel Sezai Öztop1 Cuma Bolat2 Abstract Municipalities, as a constitutional organization, are local government bodies established to provide local and common services within national borders. The importance and function of local governments are increasing with the localization trend. Turks are one of the most rooted nations in terms of state tradition throughout history. As is the case worldwide, the effectiveness of the central state was considered important in the early days. Building on the experiences of the Seljuk and Ottoman states, the importance of municipalities in Türkiye has gradually increased and they have become the "school of democracy" with the effect of the localization trend. Türkiye and France, which have a unitary state tradition, also share many similarities. France reorganized its entire state structure after the French Revolution in 1789, which affected the whole world in waves. As a unitary state with a deep-rooted state tradition, France has a special place among public administration traditions. In France, the localization efforts that started with the 5th Republic Period in 1982 gradually increased with the “European Charter of Local Self-Government” in 1985. The “European Charter of Local Self-Government” has led to significant reforms in many states with centralized state structures in order to improve local governments and local democracy. Many powers of the central government have been transferred to local governments. As member states of the “Council of Europe”, Türkiye and France have ratified and implemented the “European Charter of Local Self-Government” despite some reservations. Local government units in Türkiye are classified as municipalities, special provincial administrations (in non-metropolitan provinces) and villages. However, municipalities are the most important local government units in terms of the population under their responsibility. As of 1984, metropolitan municipalities were established for metropolitan cities and today their numbers have reached 30. The aim of this study is to compare the personnel structure of municipalities in Türkiye and France. In line with this purpose, the legislation and literature on the personnel structure of French and Turkish municipalities were reviewed. Therefore, this study is shaped by content analysis method. At the beginning of the study, the conceptual framework on local governments and municipalities is summarized and the issues related to municipal personnel in Türkiye and France, which constitute the focus of the study, are presented. By providing information about the organs of the municipalities which their powers, duties, 1 2 Assoc. Prof. Dr., Sezai Öztop, İstanbul Medeniyet University, sezai.oztop@medeniyet.edu.tr PhD Student, Cuma Bolat, İstanbul Medeniyet University, orontes1976@gmail.com 336 privileges and personnel structures; developments regarding the personnel policies at the local governments in both countries have been compared. Significant differences were observed between the two countries in terms of different preferences in personnel policy, types of employment, differences in the formation and number of municipalities, mergers and the results of decentralization practices. In France, a municipality is established in the smallest settlement regardless of its population, whereas in Türkiye, the criteria for establishing a municipality are based on population and distance and municipalities are established in settlements with a population over 5,000 and within 5,000 meters of the center. While 4.9% of the total public personnel work in local governments in Turkey, in France 34.5% of all public personnel work in local governments. In France, the creation and cancellation of municipal staff positions is a task left to the parliament. In Türkiye, since 2005, the authority over municipal staffing has been delegated to municipal councils within the framework of standards set by the central government. Local government personnel in Türkiye are employed as civil servants, contracted personnel and laborers. Municipalities recruit 73% of their staff from municipal companies called Municipal Economic Enterprises (MIEs). The promotion conditions for personnel recruited from ICTs are not specified, while public employees can be promoted through promotion exams organized by the central government. The qualifications of local government staff in France are as follows: civil servants (corps), authorized position (general secretary and deputy general secretaries), part-time staff, and temporary staff. The corps provided local government employees with a single career, although it allowed for relocation. In some cases, the central government can take away the powers of a local government employee in an authorized position. The findings of the study show that although there are some similarities in the municipal personnel structure of Türkiye and France, there are more differences. Keywords: Public Administration, Local Governments, Municipality, Public Personnel, France, Türkiye 337 CUMHURİYET’İN 100. NASIL BİR KAMU YÖNETİMİ? Araştırma ve Eğitim Teknoloji ve Yönetim Yönetim bilimi Kamu yönetiminde demokratik bir yapı Bakım hizmetlerinin geliştirilmesi Algoritmalar eleştiriden muaf mı? Sahipsiz hayvanlar ve yönetim Kamu hizmetlerinin geliştirilmesi Kadınlarla birlikte yönetmek Kamu yönetimi ve vatandaşlık Eğitim hizmetinin geleceği Alternatif yönetim pratikleri İnsani krizler ve kamu yönetimi Temel gelir uygulaması Çocukların korunması Yukseköğretim sistemi Kamu hizmetlerinin finansmanı Butçe hakkıKamu yönetimi eğitimiBüyük veri Kamu yönetimi kuramı Kamu yönetiminde katılım Kamu yönetimi ve halk sağlığı Kamu-özel ortaklığı modeli Kamu yararı ve ustun kamu yararı Doğayla uyumun gözetilmesi Kapasite geliştirme Adalet ve eşitlik Kır ve kent bağlantıları Merkezileşme Guvenilir gıdaya erişim Kamu ihale sistemi Veri madenciliğiKamu yönetimi araştırmaları Ekonomi yönetimi Endustri 4.0 ve kamu yönetimi Barınma hakkı ve konuta erişim Kamu personeli seçme sınavları Kamu yönetimi ve ahlak felsefesi Denetim işlevinin etkinleştirilmesi Kamu işletmelerinin geliştirilmesi Özelleştirme politikası ve sonuçları Merkezi yönetim-yerel yönetim ilişkileri Uzaktan çalışma ve yeni istihdam rejimleri Kurumlararası koordinasyonun sağlanması Merkezi yönetimin dönuşumu ve yeniden yapılandırılması Kamu Hizmeti ve Politikalar Cumhuriyetin 100. Yılında Nasıl Bir Kamu Yönetimi? Hak ve özgurluklerin geliştirilmesi-korunması Yeni medya araçları ve kamu yönetimi Karar surecinde gelecek nesillerin gözetilmesi Teknolojik gelişmeler ve kamu yönetimi Kamu personelinin eğitimi ve yetiştirilmesi Hukuk ve Demokrasi Kamu Personeli Üst duzey yöneticilerin yetiştirilmesi Kooperatifler, kolektifler, muşterekler Yönetim yapay zekadan etkilenir mi? Göç hareketleri ve demografik değişim Kamu yönetiminde halkla ilişkiler Araştırma yöntemleri Yaşam kalitesinin yukseltilmesi Yapı ve İşleyiş Sağlık hizmetlerinin geleceği Kamu personelinin özellikleri Tarım sektörunun yönetimi Kamu politikası tasarımı Kamu varlıklarının satışı Mulki idare sistemi Yurttaşlık eğitimi ULUSLARARASI KAMU YÖNETİMİ KONGRESİ 26-27 EKİM 2023, ANKARA Kalkınma politikaları ve kamu yönetimi Kamu Yönetimi Kongresi