CUMHURİYET’İN
100.
NASIL BİR KAMU YÖNETİMİ?
KONGRE BİLDİRİ ÖZETLERİ E-KİTABI
ULUSLARARASI
KAMU YÖNETİMİ KONGRESİ
26-27 EKİM 2023, ANKARA
CUMHURİYET’İN
100.
NASIL BİR KAMU YÖNETİMİ?
PUBLIC ADMINISTRATION IN THE WAKE OF THE
100th ANNIVERSARY OF THE TURKISH REPUBLIC
ULUSLARARASI
KAMU YÖNETİMİ KONGRESİ
26-27 EKİM 2023, ANKARA
INTERNATIONAL
PUBLIC ADMINISTRATION CONGRESS
OCTOBER 26-27 2023, ANKARA
KONGRE BİLDİRİ ÖZETLERİ E-KİTABI
BOOK OF ABSTRACTS
Public Administration Association
Uluslararası Kamu Yönetimi Kongresi
International Public Administration Congress
Kongre Bildiri Özetleri Kitabı
Book of Abstracts
26-27 Ekim 2023, Kamu Yönetimi Derneği - Ankara
October 26-27 2023, Public Administration Association – Ankara
Yayına Hazırlayan/Prepared by
Meryem Çakır Kantarcıoğlu, Cuma Yıldırım, Recep Aydın, Fatma Eda Çelik
Tasarım/Designed by
Berkay Yalçınkaya, Kubilay Tuğlu
Kongre Sekreteryası/Congress Secretariat
Berkay Yalçınkaya, Kaan Akman, Serhat Saatçi
Kamu Yönetimi Derneği Yayınları
Kızılay Mah. Menekşe 2. Cadde, No: 35, Daire 30
Kuloğlu İşhanı, Çankaya/Ankara
Basım Tarihi: Ekim 2023
kongre@kamuyonetimi.org.tr
kamuyonetimidernegi
@ky_dernegi
e-ISBN: 978-625-98890-0-9
Bu kitabın her hakkı saklıdır. Bu yayının tümü veya bir bölümü izin alınmaksızın çoğaltılamaz, basılıp
yayınlanamaz, kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz.
Bu kitapta yer alan yazılarda öne sürülen görüşler yazarların kişisel görüşleridir; yazılar ile ilgili her türlü
sorumluluk yazarlara aittir.
KAMU YÖNETİMİ KONGRESİNE ÇAĞRI
“Cumhuriyet’in 100. Yılında Nasıl Bir Kamu Yönetimi?”
26-27 Ekim 2023, Ankara
Kamu Yönetimi Derneği’nin ilk kongresi “Cumhuriyet’in 100. Yılında Nasıl Bir Kamu
Yönetimi?” temasıyla 26-27 Ekim 2023 tarihinde Ankara’da düzenleniyor. Kongre,
Cumhuriyet’in 100 yıllık yönetsel geçmişini değerlendirmeyi ve gelecek için bu birikim
üzerinden öngörülerde bulunmayı amaçlıyor.
Tüm ülkelerde hükümetin temelini oluşturan kamu yönetimi, toplumun refah ve
mutluluğunu, düzenini ve ilerlemesini sağlamak için vardır. Ülkelerin kamu yönetimi
sistemlerinin bu amaç çerçevesinde politika geliştirmesi, topluma hizmet sunması,
ekonomik ve sosyal gelişmenin bir aracı olarak işlev görmesi beklenir. Yirminci yüzyılda
yaşanan olaylar, toplumların refah ve mutluluğunun demokrasiye göbekten bağlı
olduğunu kanıtlamıştır. Demokratik bir toplumun inşası ise kamu yönetimine sıkı sıkıya
bağlıdır.
Günümüzde kapitalizmin esnek istihdam politikalarıyla meydana getirdiği yeni nüfus ve
sürekli işsizlik olgusu, gelir dağılımındaki eşitsizlikle birlikte yoksulluğun giderek
derinleşmesi, kamu hizmetlerinin piyasaya terk edilmesiyle beraber fırsat eşitliğinin yok
olması, güvenli bir yaşam umuduyla ülkelerini terk etmek zorunda kalanların göç
hareketleri, Covid 19’la birlikte dünyada belirsizliklerin artması, iklim değişikliğinin
tetiklediği çevresel riskler ve gıda krizi, yapay zekanın gelişmesi ile birlikte gelen
toplumsal değişimler, iktisadi krizler tüm ülkelerde kamu yönetimini etkilemekte,
toplumsal ihtiyaçları artırmakta ve çeşitlendirmektedir. Öte yandan dünyada
otoriterleşme eğilimi giderek yükselirken, olağanüstü hâl uygulamaları olağanlaşmakta
ve hukuk devleti aşınmaktadır.
Tüm bu gelişmelerle dünya yeni bir toplum yapısına doğru ilerlerken kamu yönetimi
hangi ilkeler temelinde inşa edilecek ve işleyecektir? Kongre, 100 yıllık Cumhuriyet
birikimini temel alan ve geleceğimizi şekillendirecek yeni eğilimlerin etkisiyle birlikte
“nasıl bir kamu yönetimi” sorusuna yanıt üreten bilimsel araştırmaları tartışmaya açmayı
amaçlamaktadır.
Bu kapsamda Kamu Yönetimi Kongresi’nde sunulacak bildirilerin çağrı metninde
belirtilen temalarla ilişkili olması beklenmektedir.
PUBLIC ADMINISTRATION CONGRESS
Call For Papers
“Public Administration in the Wake of the 100th Anniversary of the
Turkish Republic”
October 26-27 2023, Ankara
The Public Administration Association, which was founded in 2022 by scholars working
in the field of public administration in Turkey, will evaluate the 100-year administrative
history of the Republic and make predictions for the future at the Public Administration
Congress planned in Ankara on October 26-27, 2023.
Public administration, which forms the basis of government in all countries, exists to
ensure the welfare and happiness, solid organisation and development of society. The
public administration systems of countries are expected to develop policies, provide
services to society and function as an instrument of economic and social development
within the framework of this purpose. The events of the twentieth century have proved
that the welfare and happiness of societies are intrinsically linked to democracy. The
construction of a democratic society is closely tied to public administration.
Today, the changes that come with long-lasting financial and economic crises, inequality
in income distribution, deepening poverty, migration movements, environmental risks,
increasing uncertainties in the world, and the development of artificial intelligence
augment and diversify social needs. Furthermore, authoritarianism is increasing in the
world, the practices of the state of exception are becoming the norm and the rule of law is
eroding. As the world moves towards a new social structure with all these developments,
on which principles will public administration be built and operated? The Congress aims
to open to discussion the scientific research that answers the question of “what kind of
public administration” with the effect of new trends that will shape our future, based on
100 years of Republican experience.
In this context, the papers to be presented at the Public Administration Congress are
expected to be related to the themes specified in the call for papers.
KAMU YÖNETİMİ KONGRESİNE ÇAĞRI
“Cumhuriyet’in 100. Yılında Nasıl Bir Kamu Yönetimi?”
ANA BAŞLIK
HUKUK VE
DEMOKRASİ
ALT BAŞLIKLAR/TEMA
#ANAHTAR KELİME
Hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi-korunması
Kamu yönetimi ve vatandaşlık
Bütçe hakkı
Adalet ve eşitlik
Kamu yararı ve üstün kamu yararı
Kamu yönetiminde halkla ilişkiler
Yeni medya araçları ve kamu yönetimi
Kamu yönetiminde katılım
Kamu yönetiminde demokratik bir yapı ve
işleyişin olanak ve sınırlılıkları
#demokrasi
#demokrasi #vatandaşlık
#demokrasi #bütçe
#demokrasi #eşitlik
#demokrasi #kamuyararı
#demokrasi #halk
#demokrasi
#demokrasi #katılım
Kamu politikası tasarımı
Kalkınma politikaları ve kamu yönetimi
İnsani krizler ve kamu yönetimi
Ekonomi yönetimi
Kamu hizmetlerinin geliştirilmesi
Kamu hizmetlerinin finansmanı
Eğitim hizmetinin geleceği
Sağlık hizmetlerinin geleceği
Kamu yönetimi ve halk sağlığı
Yükseköğretim sistemi
Kamu işletmelerinin geliştirilmesi
Tarım sektörünün yönetimi
Özelleştirme politikası ve sonuçları
Kamu varlıklarının satışı
Kamu-özel ortaklığı modeli
Yaşam kalitesinin yükseltilmesi
Temel gelir uygulaması
Çocukların korunması
Göç hareketleri ve demografik değişim
Kır ve kent bağlantıları
Güvenilir gıdaya erişim
Doğayla uyumun gözetilmesi
Karar sürecinde gelecek nesillerin gözetilmesi
Bakım hizmetlerinin geliştirilmesi
Barınma hakkı ve konuta erişim
Sahipsiz hayvanlar ve yönetim
#politikatasarımı
#kalkınma
#insanikriz
#ekonomi
#kamu hizmeti #eşitlik
#bütçe
#eğitim
#sağlık
#halksağlığı
#üniversite
#KİT
#tarım
#özelleştirme
#kamuvarlıkları
#özelleştirme
#yaşamkalitesi
#temelgelir
#çocuk
#göç
#kırkent
#gıda
#doğa
#geleceknesiller
#bakımhizmetleri
#barınma
#sokakhayvanı
#demokrasi #kadın
Kadınlarla birlikte yönetmek: Kadınların
#toplumsalcinsiyeteşitliği
yönetime katılımı, kadınların kamu hizmetinden
faydalanması ve kadın yöneticiler
KAMU HİZMETİ VE
POLİTİKALAR
KAMU YÖNETİMİ KONGRESİNE ÇAĞRI
“Cumhuriyet’in 100. Yılında Nasıl Bir Kamu Yönetimi?”
ANA BAŞLIK
YAPI VE İŞLEYİŞ
ALT BAŞLIKLAR/TEMA
#ANAHTAR KELİME
Merkezileşme
Merkezi yönetimin dönüşümü ve yeniden
yapılandırılması
Mülki idare sistemi
Merkezi yönetim-yerel yönetim ilişkileri
Kurumlararası koordinasyonun sağlanması
Denetim işlevinin etkinleştirilmesi
Kapasite geliştirme (kurumsal, sektörel, risk
yönetimi, vb.)
Kamu ihale sistemi
Alternatif yönetim pratikleri: Kooperatifler,
kolektifler, müşterekler
#merkezileşme
Kamu personeli seçme sınavları
Kamu personelinin özellikleri
Kamu personelinin eğitimi ve yetiştirilmesi
Üst düzey yöneticilerin yetiştirilmesi
#kamupersoneli
#kamupersoneli
#kamupersoneli
#yöneticilik
Teknolojik gelişmeler ve kamu yönetimi
“Bizi yönetmeye talip algoritmalar eleştiriden
muaf mı?”
Endüstri 4.0 ve kamu yönetimi
"Yönetim yapay zekadan etkilenir mi?"
Veri madenciliği
Uzaktan çalışma ve yeni istihdam rejimleri
#teknoloji
Kamu yönetimi kuramı
Yönetim bilimi
Kamu yönetimi ve ahlak felsefesi
Kamu yönetimi araştırmaları
Araştırma yöntemleri
Kamu yönetimi eğitimi
Yurttaşlık eğitimi
#kuram
#disiplin
#etik
#araştırma
#yöntem
#eğitim
#yurttaşlık
#merkez
#mülkiidare
#merkezyerel
#koordinasyon
#denetim
#kapasite
#ihale
#alternatifyönetim
KAMU PERSONELİ
TEKNOLOJİ VE
YÖNETİM
#teknoloji
#endüstri4.0
#yapayzeka
#verimadenciliği
#istihdam
ARAŞTIRMA VE
EĞİTİM
PUBLIC ADMINISTRATION CONGRESS – CALL FOR PAPERS
“Public Administration in the Wake of the 100th Anniversary of the Turkish Republic”
MAIN TOPIC
SUBTOPICS /THEMES
#KEYWORDS
LAW & DEMOCRACY
Promoting and protecting rights and freedoms
#democracy
Public administration and citizenship
#democracy #citizenship
Budget right
#democracy #budget
Justice and equality
#democracy #equality
Public interest
#democracy #publicinterest
Public relations in public administration
#democracy #people
New media tools and public administration
#democracy
Participation in public administration
#democracy #participation
The possibilities and limitations of a democratic
structure and functioning in public
administration
Governing and administrating with women:
Women's participation in government and
administration, women's access to public
services, and women administrators
#democracy #women
#genderequity
Public policy design
#policydesign
PUBLIC SERVICE &
POLICIES
Development policies and public administration #development
#humanitariancrises
Humanitarian crises and public administration
Economic administration
#economy
Improvement of public services
#publicservice #equality
Financing of public services
#budget
The future of education services
#education
The future of health services
#health
Public administration and public health
#publichealth
Higher education system
#university
Improvement of public enterprises
#publicenterprises
Administration of the agricultural sector
#agriculture
Privatization policy and its outcomes
#privatization
Sale of public assets
#publicassets
Public-private partnership model
#privatization
Enhancing quality of life
#qualityoflife
Basic income implementation
#basicincome
Protection of children
#children
Migration movements and demographic
changes
#migration
Rural and urban connections
#ruralurban
Access to safe food
#food
Preserving harmony with nature
#nature
Considering future generations in decisionmaking
#futuregenerations
PUBLIC ADMINISTRATION CONGRESS – CALL FOR PAPERS
“Public Administration in the Wake of the 100th Anniversary of the Turkish Republic”
MAIN TOPIC
SUBTOPICS /THEMES
#KEYWORDS
Improvement of care services
#careservices
Right to housing and access to housing
#housing
Centralization
#centralization
Transformation and restructuring of central
government
#central
Provincial administrative system
#provincialadministration
Central-local government relations
#centrallocal
Ensuring inter-agency coordination
#coordination
Activation of audit function
#audit
Capacity development (institutional, sectoral,
risk management, etc.)
#capacity
Public procurement system
#procurement
Alternative administration practices:
Cooperatives, collectives, commons
#alternativeadministration
Public personnel selection exams
#publicpersonnel
Characteristics of public personnel
#publicpersonnel
Training and development of public personnel
#publicpersonnel
Training of senior administrators
#administration
Technological developments and public
administration
#technology
"Are algorithms aspiring to govern us exempt
from criticism?"
#technology
Industry 4.0 and public administration
#industry4.0
"Does administration get influenced by artificial
intelligence?"
#artificialintelligence
Data mining
#datamining
Remote work and new employment regimes
#employment
Public administration theory
#theory
Discipline of public administration
#discipline
Public administration and philosophy of ethics
#ethics
Public administration research
#research
Research methods
#methods
Public administration education
#education
Citizenship education
#citizenship
STRUCTURE &
FUNCTIONING
PUBLIC PERSONNEL
TECHNOLOGY &
ADMINISTRATION
RESEARCH &
EDUCATION
BİLİM KURULU*
Prof. Dr. Muhittin Acar, Hacettepe Üniversitesi
Prof. Dr. Argun Akdoğan, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi
Prof. Dr. Rıdvan Akın, Galatasaray Üniversitesi
Doç. Dr. Fulya Akyıldız, Uşak Üniversitesi
Doç. Dr. Servet Akyol, Akdeniz Üniversitesi
Doç. Dr. Ceray Aldemir, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
Prof. Dr. Onur Ender Aslan, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi
Doç. Dr. Mustafa Kemal Bayırbağ, Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Prof. Dr. Günseli Bayraktutan, Giresun Üniversitesi
Prof. Dr. Richard Common, Nottingham University, Birleşik Krallık
Prof. Dr. Melih Çelik, Bath University, Birleşik Krallık
Prof. Dr. Can Umut Çiner, Ankara Üniversitesi
Prof. Dr. Ahmet Alpay Dikmen, Ufuk Üniversitesi
Doç. Dr. Cengiz Ekiz, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Prof. Dr. Çiğdem Erdem, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi
Prof. Dr. Hacer Tuğba Eroğlu, Selçuk Üniversitesi
Doç. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu, İstanbul Üniversitesi
Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, Ankara Üniversitesi
Prof. Dr. Onur Karahanoğulları, Ankara Üniversitesi
Prof. Dr. Koray Karasu, Ankara Üniversitesi
Doç. Dr. Şükrü Mert Karcı, Manisa Celâl Bayar Üniversitesi
Prof. Dr. Naci Karkın, Pamukkale Üniversitesi
Prof. Dr. Mustafa Koç, Toronto Metropolitan University, Kanada
Prof. Dr. Ahmet Mutlu, Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Prof. Dr. Gökhan Orhan, Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi
Prof. Dr. Uğur Ömürgönülşen, Hacettepe Üniversitesi
Dr. Melek Mutioğlu Özkesen, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
Prof. Dr. Meral Sağır Öztoprak, Yeditepe Üniversitesi
Prof. Dr. Barış Övgün, Ankara Üniversitesi
Prof. Dr. Jos Raadschelders, The Ohio State University, Amerika Birleşik Devletleri
Doç. Dr. Uğur Sadioğlu, Hacettepe Üniversitesi
Prof. Dr. Seriye Sezen, Ankara Üniversitesi
Prof. Dr. Hasan Engin Şener, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
Doç. Dr. Aslı Yılmaz Uçar, Altınbaş Üniversitesi
Doç. Dr. Yılmaz Üstüner, Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Doç. Dr. Nilay Yavuz, Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Prof. Dr. Arif Kutsal Yeşilkağıt, Leiden University, Hollanda
Prof. Dr. Mete Yıldız, Hacettepe Üniversitesi
Dr. Cemil Yıldızcan, Galatasaray Üniversitesi
Doç. Dr. Ozan Zengin, Ankara Üniversitesi
*
Bilim Kurulu, soyadına göre alfabetik olarak sıralanmıştır.
SCIENTIFIC COMMITTEE*
Prof. Muhittin Acar, Hacettepe University
Prof. Argun Akdoğan, Ankara Social Sciences University
Prof. Rıdvan Akın, Galatasaray University
Assoc. Prof. Fulya Akyıldız, Uşak University
Assoc. Prof. Servet Akyol, Akdeniz University
Assoc. Prof. Ceray Aldemir, Muğla Sıtkı Koçman University
Prof. Onur Ender Aslan, Ankara Social Sciences University
Assoc. Prof. Mustafa Kemal Bayırbağ, Middle East Technical University
Prof. Günseli Bayraktutan, Giresun University
Prof. Richard Common, Nottingham University, United Kingdom
Prof. Melih Çelik, Bath University, United Kingdom
Prof. Can Umut Çiner, Ankara University
Prof. Ahmet Alpay Dikmen, Ufuk University
Assoc. Prof. Cengiz Ekiz, Bolu Abant İzzet Baysal University
Prof. Çiğdem Erdem, Ankara Hacı Bayram Veli University
Prof. Hacer Tuğba Eroğlu, Selçuk University
Assoc. Prof. Pelin Pınar Giritlioğlu, Istanbul University
Prof. Birgül Ayman Güler, Ankara University
Prof. Onur Karahanoğulları, Ankara University
Prof. Koray Karasu, Ankara University
Assoc. Prof. Şükrü Mert Karcı, Manisa Celâl Bayar University
Prof. Naci Karkın, Pamukkale University
Prof. Mustafa Koç, Toronto Metropolitan University, Canada
Prof. Ahmet Mutlu, Ondokuz Mayıs University
Prof. Gökhan Orhan, Bandırma Onyedi Eylül University
Prof. Uğur Ömürgönülşen, Hacettepe University
Assist. Prof. Melek Mutioğlu Özkesen, Ankara Yıldırım Beyazıt University
Prof. Meral Sagir Oztoprak, Yeditepe University
Prof. Barış Övgün, Ankara University
Prof. Jos Raadschelders, The Ohio State University, United States of America
Prof. Uğur Sadioğlu, Hacettepe University
Prof. Seriye Sezen, Ankara University
Prof. Hasan Engin Şener, Ankara Yıldırım Beyazıt University
Assoc. Prof. Aslı Yılmaz Uçar, Altınbaş University
Assoc. Prof. Yılmaz Üstüner, Middle East Technical University
Assoc. Prof. Nilay Yavuz, Middle East Technical University
Prof. Arif Kutsal Yeşilkağıt, Leiden University, Netherlands
Prof. Mete Yıldız, Hacettepe University
Assist. Prof. Cemil Yıldızcan, Galatasaray University
Assoc. Prof. Dr. Ozan Zengin, Ankara University
*
The Scientific Committee is listed alphabetically by last name.
KONGRE TARİHİ ve YERİ
26-27 Ekim 2023
ODTÜ Mezunları Derneği Vişnelik Tesisi, Ankara
BİLDİRİLERİN YAYIMLANMASI
•
•
Kongre programında, özeti kabul edilen ve 15 Eylül 2023 tarihine kadar tam metni
gönderilen bildirilere yer verilecektir.
Programda yer alan bildirilerin özetleri etkinlik tarihinde Kamu Yönetimi Derneği’nin
web sitesine e-kitap olarak yüklenecektir.
CONGRESS DATE and PLACE
26-27 October 2023
METU Alumni Association Visnelik Facility, Ankara
PUBLICATIONS OF PAPERS
•
•
The congress program will include papers whose abstracts are accepted and full text is
sent until September 15, 2023
The abstracts of the papers in the program will be uploaded as an e-book to the website of
the Public Administration Association on the date of the event.
DÜZENLEME KURULU
Nuray Ertürk Keskin, Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Sonay Bayramoğlu Özuğurlu, Ankara Üniversitesi
Fatma Eda Çelik, EPHE - PSL Université
Nur Şat, Hitit Üniversitesi
Ezgi Seçkiner Bingöl, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi
Sevinç Soyocak Özalp, Hitit Üniversitesi
Recep Aydın, Hitit Üniversitesi
Cuma Yıldırım, Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Meryem Çakır Kantarcıoğlu, Dicle Üniversitesi
Serhat Saatçi, Hitit Üniversitesi
Berkay Yalçınkaya, Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Kaan Akman, Ankara Üniversitesi
Kubilay Tuğlu, Ankara Üniversitesi
ORGANIZING COMMITEE
Nuray Ertürk Keskin, Ondokuz Mayıs University
Sonay Bayramoğlu Özuğurlu, Ankara University
Fatma Eda Çelik, EPHE - PSL University
Nur Şat, Hitit University
Ezgi Seçkiner Bingöl, Niğde Ömer Halisdemir University
Sevinç Soyocak Özalp, Hitit University
Recep Aydın, Hitit University
Cuma Yıldırım, Ondokuz Mayıs University
Meryem Çakır Kantarcıoğlu, Dicle University
Serhat Saatçi, Hitit University
Berkay Yalçınkaya, Ondokuz Mayıs University
Kaan Akman, Ankara University
Kubilay Tuğlu, Ankara University
Açılış Konuşması
Kongre Düzenleme Kurulu Adına Nuray Ertürk Keskin
Kamu Yönetimi Kongresine hoş geldiniz.
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Kendi adıma ve kongremizin düzenleme kurulu üyeleri adına bugün burada bizimle
birlikte olan herkese, her birinize ayrı ayrı teşekkür ederim.
Kamu Yönetimi Derneği, 2022 yılının başında kuruldu. Kamu yönetimi alanında
eğitim ve araştırma ile ilgili etkinlikler düzenlemek, kamu yönetimi araştırmacıları
arasında mesleki dayanışma ve iş birlikleri geliştirmek amacıyla yola çıktık. Sonay
Bayramoğlu ile sohbet ederken beliren bir fikirdi, bu fikri yakın çevremizle paylaşıp
üzerine birlikte düşününce hepimizin böyle bir birlikteliğe, ortak harekete ihtiyacının
olduğunu gördük. Sonra adım adım dernekleşmeyi öğrendik, birbirimizi tanıdık,
gönüllü çalışmayı deneyimledik, planlar yaptık. Nitelikli, kalıcı etkisi olan, iyi işler
yapmayı-yapabilmeyi hedefliyoruz.
Derneğimizin ilk etkinliği birkaç ay önce Haziran’da gerçekleştirildi. Hitit
Üniversitesi’nden Nur Şat hocamızın yürütücülüğünü üstlendiği TÜBİTAK destekli
bir eğitim düzenledik: “Kamu Yönetiminde Nitel Araştırma Eğitimi.”
Kamu Yönetimi Kongresi, ikinci etkinliğimiz. Bir yıl önce bu kongre için yola
çıktığımızda ilk adımlarımızdan biri Kongremizin Bilim Kurulunu oluşturmaktı.
Bilim Kuruluna davetimizi destekleyici mesajlarla kabul eden değerli hocalarımıza
teşekkür ediyor, saygılarımızı sunuyoruz. Onların samimi geri bildirimleri diğer
adımları atmamız için bize güç verdi, cesaret verdi. Bilim Kurulunu oluşturduktan
sonra çağrı metnimizi ve temalarımızı ilan ederek Kongremizi duyurmaya başladık.
Çağrımıza kulak veren, ilgi gösteren, karşılıksız bırakmayan herkese, hepinize
teşekkür borçluyuz.
Türkiye’nin bugünkü ekonomik koşullarında böyle büyük ölçekli bir organizasyon
yapmak, üstelik bu organizasyonu hiçbir kurumdan, kuruluştan destek almadan
yapmak kolay değil. Ancak biz kongre için yola çıkarken bağımsız kalabilmeye ve tüm
süreci kendi istediğimiz biçimde yönetmeye-yönlendirmeye karar verdik. Bu kararı
iki destekle uygulayabildik, dernek üyelerimizin 2023 yılı aidatları ve kongre
katılımcılarının bildiri tam metinleriyle birlikte gönderdikleri dayanışma katkıları.
Üyelerimize ve tüm katılımcılara sağladıkları mali kaynak için müteşekkiriz.
Kamu Yönetimi Kongresini hayal eden, tasarlayan, adım adım inşa eden düzenleme
kurulundaki sevgili arkadaşlarıma çok teşekkür ederim. Bu süreci onlarla birlikte
yönetmek büyük bir zevkti.
Bizi bugün Ankara’da bir araya getiren iki konu var; Cumhuriyet ve kamu yönetimi.
Ben bu iki konuyu yan yana düşündüğümde aklımda beliren ilk şey “daha iyi bir
yaşam umudu” oluyor.
Cumhuriyet’i daha iyi bir yaşam umudu fikrine bağlıyor olmam kuşkusuz Türkiye’de
cumhuriyetin kuruluş süreciyle ilgili. Bu süreci düşününce bilimle, eğitimle, sanatla
ve çağdaş bir uygarlık tasarımıyla herkes için daha iyi bir yaşam inşa etme fikri hep
öne çıkıyor zihnimde. Ayrıcalıkları kaldıran, kimsesizlerin kimsesi olan bir
cumhuriyet. Bu nedenle cumhuriyeti eşitlik fikriyle, ortak yarar fikriyle, özgürlük
fikriyle beraber düşünebiliyorum. Bugün Cumhuriyet tarihi boyunca yapılanları,
yapılamayanları, eksik kalanları değerlendirebilmek ve daha ileriye taşıyabilmek
olanağına sahibiz.
Kamu yönetimini de bu bağlamda hem toplumun yönetimi olarak tüm unsurlarıyla
birlikte hem de bilimsel bir araştırma alanı olarak düşündüğümde yine “iyi bir yaşam
umudu”ndan ayıramıyorum. Çünkü hepimiz daha iyi bir yaşam istiyoruz, kendimiz
için, çocuklarımız için, bu çağı paylaştığımız tüm diğer insanlar için, gelecek nesiller
için, bir parçası olduğumuz doğa için. Ayrıcalıklar olmadan, eşit, ortak iyiliğimizi
gözeterek işleyen bir sistemin inşasında ve sürdürülebilmesinde kamu yönetiminin
kritik öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Anayasanın “İnsanın maddi ve manevi
varlığının gelişmesi için gerekli şartların hazırlanması” biçiminde tarif ettiği dünyanın
kurulması için kamu yönetimi önemli. Çocuklarımızın düşüncelerinin, emeklerinin,
rüyalarının uzak geleceklere taşınması için kamu yönetimi önemli. Kamu yönetimi
toplumun geleceği için önemli.
Kongremizin teması bu iki kavramı yan yana getiriyor: “Cumhuriyet’in 100. Yılında
Nasıl Bir Kamu Yönetimi?” İki gün boyunca 21 oturumda sunulacak bildiriler hem 100
yılı değerlendirmemize hem bugünü anlamamıza hem de geleceğe dair
beklentilerimiz üzerine birlikte düşünmemize olanak sağlayacak. Kapanış
Forumu’nda da “Cumhuriyet’in 100. Yılında Nasıl Bir Kamu Yönetimi” sorusunu
sunulan bildiriler ışığında tartışma olanağımız olacak.
Kongremize bildiri göndererek birlikte öğrenmemize ve birlikte düşünebilmemize
imkân sunan tüm katılımcılara, oturumları yönetmeyi üstlenen değerli hocalarımıza,
bugün aramızda dinleyici olarak bulunan değerli misafirlerimize içtenlikle teşekkür
ediyoruz.
Sağ olun, var olun.
İÇİNDEKİLER / CONTENTS
Açılış Bildirisi / Keynote Speech
The Opening of the Keynote Speech by Jos C. N. Raadschelders: Talking Points……………………………………………….................7
Açılış Oturumu: Kuram ve Uygulama / Opening Session: Theory and Practice
Kamu Yönetiminin Ekonomi Politiği: Kuramsal Bir Çıkış? ....................................................................................................................... 10
The Political Economy of Public Administration: A Theoretical Exit ....................................................................................................... 12
Afet ve Acil Durum Yönetiminde Mülki İdare ................................................................................................................................................ 14
Territorial Administration in Disaster and Emergency Management ...................................................................................................... 16
Birinci Oturum: Hükümet Sistemi / Session 1: Government System
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Kamu Yönetimi............................................................................................................................... 19
Government System Change and Public Administration in Turkey ........................................................................................................ 20
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde Merkezileşmenin İki Boyutu: Kişiselleşme ve Çok Parçalılık .................................................... 21
Two Aspects of Centralization in the Presidential Government System of Turkey: Personalization and Fragmentation ......... 23
657 Öldü, Çok Yaşa 703 sayılı KHK: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Yeni İstihdam Türleri ........................................................ 25
657 is dead, long live Decree Law No. 703: New Public Employment Types for the Turkish Presidential Government Regime ....... 26
Başkanlık Sistemlerinde Bürokrasinin Siyasi Denetimi: Türkiye Örneği ....................................................................................................... 27
Political Control Of Bureaucracy In Presidential Systems: The Case Of Turkey...................................................................................... 29
İkinci Oturum: Mülki ve Yerel Yönetim / Session 2: Provincial and Local Government
Sürdürülebilir Kalkınmada Belediyelerin Rolü: İstanbul’da Bir İlçe Belediyesi Örneği ................................................................................ 32
Municipal Policy (In)Capacity in Istanbul for Sustainable Development................................................................................................. 33
İklim Değişikliği Karşısında Yerel Yönetimlerin Rolü Türkiye’deki Büyükşehir Belediyeleri Üzerinden Bir Değerlendirme ....... 34
An Assessment of the Role of Local Governments in the Face of Climate Change through Metropolitan Municipalities in
Turkey .......................................................................................................................................................................................................... 35
Marmara Havzasındaki Büyükşehir Belediyelerinin Su Yönetim Stratejileri ................................................................................................ 36
Water Management Strategies of Metropolitan Municipalities in the Marmara Basin ........................................................................... 38
Kayyım Atanan Belediyelerin İdari Teşkilattaki Yeri ...................................................................................................................................... 40
The Place of Trustee-Appointed Municipalities in the Administrative Organization ..................................................................... 42
Mülki İdare Birimlerinin Artması ile Popülist Siyaset Arasındaki İlişki: ANAP Örneği (1983-1991) ........................................................... 44
The Relationship Between the Increase in Civil Administrative Units and Populist Politics: The Case of ANAP (1983-1991) ............ 46
Üçüncü Oturum: Kamu Personeli / Session 3: Public Personnel
Kamu Personelinin Güvence Arayışı Neden Bitmiyor?: 1911 Yılından Bir Belge .................................................................................. 49
Why Does The Search For Security By Public Personnel Never End? A Document From 1911 .................................................... 51
Stratejik Yönetim Açısından Üst Düzey Kamu Yöneticilerin Yetiştirilmesi Uygulamaları ile Nasıl Bir Kamu Yöneticisi Eğitim ve
Yetiştirme Sistemi Oluşturulabileceğinin Örneklerle Değerlendirilmesi .................................................................................................... 53
Evaluation with Examples of How a Public Administrator Education And Training System can be Formed with The Practices of
Training Senior Public Administrators in Terms of Strategic Management ......................................................................................... 55
Danıştay Birinci Daire Kararları Doğrultusunda Yükseköğretim Üst Kuruluşları ile Yükseköğretim Kurumları Yöneticileri ve
Personeli Ceza Soruşturma Usulü ................................................................................................................................................................... 57
Criminal Investigation Procedure for Higher Education Superior Institutions and Higher Education Institutions Administrators
and Personnel in Accordance with the Decisions of the First Chamber of the Council of State ......................................................... 59
Kamu Yönetiminde Hizmet Sunumunun Temel İlkeler Çerçevesinde Değerlendirilmesi ................................................................... 61
Evaluation of Presentation of Service in Public Administration Within the Context of Basic Principles ..................................... 63
1
Dördüncü Oturum: Kamu İşletmeleri (1) / Session 4: Public Enterprises (1)
Türkiye Cumhuriyeti’nin İnşasında ‘Buğday Siyaseti’ Ulusun Ekmek Üzerinden Fethi (mi?) ................................................................ 66
'Wheat Politics' in the Construction of the Republic of Türkiye Conquest of the Nation through Bread (?) .......................................... 68
Pamuk Ektik, Pamuklu Dokuduk Bir Tarım Ürününün Türkiye’de Sanayileşme ve Emek Sürecine Katkıları ..................................... 70
We Planted Cotton, We Weaved Cotton Contributions of an Agricultural Product to Industrialization and Labor Process in Turkey
....................................................................................................................................................................................................................... 71
Cumhuriyet’in Şekeri: “Pancar Olmasa İdi, İcadı Gerekirdi...................................................................................................................... 72
Sugar of The Republic: “If not for the sugar beet, it would have had to be invented” .................................................................... 73
Cumhuriyet’in Yüzyıllık Hikâyesinde Demir-Çelik: “Aydınlık” ve “Karanlık” Yüzü.......................................................................... 74
Iron-Steel in the 100-Year History of the Republic: “Bright” and “Dark” Sides ....................................................................................... 75
Kamu Müdaheleleri Üzerinden Dönüşen Bir Ürünün (Kömür) Öyküsü ................................................................................................ 76
The Story of a Product Transformed by Public Policies: Coal ............................................................................................................. 77
Beşinci Oturum: Yurttaşlık / Session 5: Citizenship
Modern Devlet-Yurttaş İlişkisinin Gelişimi Bağlamında Cumhuriyet’in Kuruluş Döneminde Kamu Hizmetine Girme Hakkı ... 79
The Right to Enter Public Service in the Foundation Period of the Republic in the Context of the Development of Modern StateCitizen Relationship ................................................................................................................................................................................... 81
Eşitsizlikleri Kamu Politikaları Kapsamında Düşünmek: Yurttaşlık Üzerine Bir Değerlendirme ...................................................... 83
Thinking Inequalities in the Context of Public Policies: An Evaluation on Citizenship .................................................................. 85
Sanata Devlet Desteği: Erken Cumhuriyet Döneminde Vergi Düzenlemeleri ........................................................................................... 87
State Support for Art: Tax Regulations in the Early Republic Period .................................................................................................... 88
Türkiye`de Neoliberalizm Bağlamında Askerlik Hizmetinin Metalaşma Eğilimi ................................................................................. 89
The Tendency Towards Commodification of Military Service in the Context of Neoliberalism in Turkey ................................. 90
Kamu Görevine Atanmada Sadakat mi? Liyakat mi? ................................................................................................................................. 91
Loyalty or Merit in Public Appointments ............................................................................................................................................... 93
Altıncı Oturum: Afet ve Göç Yönetimi / Session 6: Disaster and Migration Administration
Cumhuriyetin İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye’de Göç, Değişen Demografi ve Göç Yönetimi ........................................................... 96
Migration, Changing Demography and Migration Management in Türkiye While Enter the Second Century of the Republic ... 98
Afet ve Göç Yönetimi Perspektifinden Gaziantep ve Hatay Büyükşehir Belediyelerinin Stratejik Plan ve Faaliyet Raporlarına Bakış
........................................................................................................................................................................................................................... 100
An Overview of the Strategic Plans and Annual Reports of the Metropolitan Municipalities of Gaziantep and Hatay from the
Perspective of Disaster and Migration Management ............................................................................................................................ 101
Hayvan Hakları Çerçevesinde Türkiye’de Afet Yönetim Sisteminin Değerlendirilmesi .................................................................... 102
Evaluation of the Disaster Management System in Turkey within the Framework of Animal Rights ....................................... 104
Merkezi Yönetim- Yerel Yönetim İlişkileri Bağlamında Afet Yönetimi: Mersin Büyükşehir Belediye Örneği..................................... 106
Disaster Management in the Context of Central Government-Local Government Relationship: The Case of Mersin Metropolitan
Municipality ............................................................................................................................................................................................... 108
2
Yedinci Oturum: Kurumsal Dönüşüm / Session 7: Institutional Transformation
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Merkezileşme Süreçlerinde Müftülük Kurumu ve Taşra Müftüleri .............................................................. 111
The Mufti Institution and Provincial Muftis in the Centralization Processes from the Ottoman Empire to the Republic .................. 113
Diyanet’in Sosyal İçerikli Din Hizmetleri Perspektifi Üzerine Değerlendirmeler.................................................................................... 115
Some Considerations on Diyanet's Socially-Oriented Religious Service Perspective .................................................................... 117
Kamu Varlıklarının Özel Mülke Dönüşümünde Vakıflar .......................................................................................................................... 119
The Waqfs in the Transformation of Public Assets into Private Property ........................................................................................... 121
Sınıfı Örtme(Me)k: Kamu Yönetiminde Esnaf Meslek Kuruluşlarını Anlarken Yeni Bir Paradigma Mümkün Mü?.......................... 123
(Un)Covering The Class: Is A New Paradigm Possible In Understanding The Professional Organization of Small Tradesmen In
Public Administration? ............................................................................................................................................................................. 124
Neoliberal Politikaların Gölgesinde Türkiye’de Eğitimin Dönüşümü: Anadolu Liseleri “Bir İhtimaldi, Çok da Güzeldi” .............. 125
Transformation of Education in Turkey under the Shadow of Neoliberal Policies: Anatolian High Schools 'It Was a Possibility,
and It Was Quite Beautiful' ..................................................................................................................................................................... 126
Sekizinci Oturum: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği / Session 8: Gender Equality
Cumhuriyetin İkinci Yüzyılının “İkinci Cinsiyeti” ...................................................................................................................................... 128
The “Second Sex” of the Second Century of the Republic .................................................................................................................... 130
Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Yönelik Kamu Politikaları: Avrupa Komisyonu Türkiye Raporları Üzerinden Bir
İnceleme............................................................................................................................................................................................................ 132
Public Policies Towards Women's Rights and Gender Equality: A Review Based on the European Commission Turkey Reports
..................................................................................................................................................................................................................... 133
Toplumsal Cinsiyetin Yerel ve Ulusal Düzeyde Kadın Temsilci Oranına Etkileri................................................................................... 134
The Effects of Gender on the Ratio of Female Representatives at Local and National Levels .......................................................... 136
0-3 Yaş Çocuğu Olan Kadınların Sosyalleşme Deneyimleri: Annelik ve Kadınlık Arasında Kalmak .............................................. 138
Socialization Experiences of Women with 0-3 Years Old Children: Cast between Motherhood and Women (Hood)............. 140
Davranışsal Kamu Yönetimi Merceği ile Bilim ve Sanat Merkezi Öğrencilerinin Matematiksel Kaygı Düzeyleri ile Cinsiyetleri
Arasındaki İlişki............................................................................................................................................................................................... 142
The Relationship Between the Level of Mathematical Anxiety and Gender among Students from the Centers for Science and Art
within the Behavioral Public Administration Lens................................................................................................................................ 144
Dokuzuncu Oturum: Yönetime Katılma / Session 9: Participation in Governance
Kamu Yönetiminde Yönetişim ve Uygulama Örnekleri ............................................................................................................................. 147
Examples Of Governance and Practice In Public Administration ....................................................................................................... 148
Hayata Geçirilemeyen Bir Hayal Eskimeyen Bir Kavram Olarak “Katılma” ........................................................................................... 151
"Participation" As A Never Aging Concept, A Dream That Cannot Be Realized ...............................................................................153
Kamu Yönetiminde Demokratik Bir Yapı ve İşleyişin Olanak ve Sınırları............................................................................................ 155
Democratic Structure in Public Administration and Functioning Possibilities and Limits .......................................................... 156
Kent Yönetimine Katılımda Alternatif Yollar: Gültepe Deneyimine İlişkin Gözlemler ...................................................................... 157
Alternative Ways to Participate in City Administration: Observations on the Gültepe Experience ........................................... 159
Deniz Yönetişimi ve Türk Kamu Yönetimindeki Yeri................................................................................................................................. 161
Marine Governance in Turkish Public Administration ......................................................................................................................... 163
3
Onuncu Oturum: Tarım Sektörünün Yönetimi / Session 10: Administration of the Agricultural Sector
Türkiye’de Tersine Göç Eğilimi ve Alternatif Yerleşim Politikaları Geliştirme Zorunluluğu ................................................................ 166
Reverse Migration Trend in Turkey and the Necessity of Developing Alternative Settlement Policies.......................................... 168
Kır ve Kent Bağının Yeniden Sağlanması: MoniBostan Ekoloji Kampüsü................................................................................................ 169
Restoring the Link Between Rural and Urban: MoniBostan Ecological Campus............................................................................... 171
Rusya-Ukrayna Savaşıyla Birlikte Tahıl Yönetiminde Yeni Düzen Tartışmaları ................................................................................. 173
New Order Discussions in Grain Administration Under the Conditions of the Russo-Ukrainian War ..................................... 175
Tarımın Metalaştırılmasında Devletin Rolü: Türkiye Tarımı .................................................................................................................. 177
The Role of the State in the Commodification of Agriculture: Turkish Agriculture ...................................................................... 179
Türkiye ile Sudan Arasında İkili Tarımsal İşbirliği ve Ortaklığına İlişkin Anlaşma’nın Politika Başarısı Kapsamında
Değerlendirilmesi ........................................................................................................................................................................................... 181
Evaluating the Bilateral Agricultural Cooperation and Partnership Agreement between Turkey and Sudan in the Framework
of Policy Success ....................................................................................................................................................................................... 182
On Birinci Oturum: Yönetim Bilimi / Session 11: Administrative Science
“Yönetim”in “Anlam”ı ................................................................................................................................................................................... 184
“Meaning” of “Administration” .............................................................................................................................................................. 185
Yönetim Bilimi Ne Anlama Gelmektedir ve Niçin Yönetim Bilimi Öğrenimi Görülür? Alman Yönetim Bilimi Geleneğinde Ayrıksı Bir
Akademisyen: Walter Carl Norden ............................................................................................................................................................... 187
What Does Public Administration Mean and Why is Public Administration Studied? A Distinctive Scholar in the Tradition of
German Administrative Science: Walter Carl Norden .......................................................................................................................... 189
Bürokraside Devlet Yönetimi Bilgisi Üreten Araştırmacı Kurullar: Tetkik Heyetleri.............................................................................. 191
Research Committees Generating State Administration Knowledge in Bureaucracy: Inspection Committees ............................. 193
1999’dan 2023’e; Depreme Müdahalede Yönetişimsizlik Boyutunu Koordinasyon Ekseninde Tartışmak .......................................... 195
Discussing the Dimension of Governance in Earthquake Response from 1999 to 2023 in terms of Coordination ......................... 197
On İkinci Oturum: Eğitim ve Araştırma / Session 12: Education and Research
Bürokrasi ile Üniversite Arasında Bir İdari Reform Kurumu: Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (1953-1980) ............. 199
An Administrative Reform Institution Between Bureaucracy and University: Public Administration Institute for Turkey and the
Middle East (1953-1980) ............................................................................................................................................................................ 200
Türkiye’de Bilimsel ve Teknik Konularda İdari Karar Süreçlerinde Yaşanan Zayıflama: TÜBİTAK Örneği ....................................... 201
Administrative Decision Making Processes in Scientific and Technical Issues in Turkey: The Case of TÜBİTAK ............................. 203
Yükseköğretimde Fiili Kısmi Özerklikten Hiyerarşik Bürokrasiye: Türkiye’de “Girişimci Üniversite” Modelinin Uygulanabilirliği
........................................................................................................................................................................................................................... 204
From De facto Partial Autonomy to Hierarchical Bureaucracy in Higher Education: Applicability of the “Entrepreneurial
University” Model in Turkey.................................................................................................................................................................. 205
1920’den 2023’e: Akademisyen Milletvekilleri Üzerine Bir İnceleme ........................................................................................................ 206
1920 to 2023: A Study on Academic Members of Parliament ............................................................................................................ 208
On Üçüncü Oturum: Hukuk ve Demokrasi / Session 13: Law and Democracy
Anayasa Değişikliği Referandumlarında %50+1 Yeterli midir?: İstatistiksel Bir Analiz * ........................................................................ 211
Is 50% + 1 Sufficient in Constitutional Amendment Referendums?: A Statistical Analysis .............................................................. 213
Anayasa Mahkemesinin Tarihine ve İşlevine dair Post-Post Kemalist Bir Okuma Denemesi ............................................................... 215
A Post-Post-Kemalist Reading Attempt on the History and Function of the Constitutional Court ............................................ 217
Çevre Protestolarını Parti Siyasetinin Üstünde Tutma Mücadelesi: Cerattepe Örneği ....................................................................... 219
A Struggle to Keep Environmental Protests Above Party Politics: The Cerattepe Case ............................................................... 219
Sendika Özgürlüğü Güvencesinin Geliştirilmesi Üzerine Öneriler: 6356 Sayılı Kanun’un 25. Maddesinin Yeniden Değerlendirilmesi
........................................................................................................................................................................................................................... 221
Suggestions on Improving the Security of Trade Union Freedom: Re-evaluation of Article 25 of Law No. 6356 .......................... 223
4
On Dördüncü Oturum: Sosyal Politika / Session 14: Social Policy
Türkiye’de Engellilik Politikası .................................................................................................................................................................... 226
Disability Policy in Turkey ...................................................................................................................................................................... 227
Kamu Yararı Bağlamında Türkiye’de Sosyal Konut Politikaları ve Barınma Hakkı ............................................................................... 230
Social Housing Policies and the Rights to Housing in Turkey in the Context of Public Interest ...................................................... 231
Türkiye’de Çocuk Yoksulluğu Kamu Politikalarının Çoklu Akış Yöntemi ile Analiz Edilmesi ........................................................ 234
Analyzing Child Poverty Public Policies in Turkey with the Multi-Stream Method......................................................................... 235
Kapsamlı Bir Sosyal Politika Aracı Olarak Temel Gelir............................................................................................................................ 236
Basic Income as an Extensive Social Policy Instrument ...................................................................................................................... 238
On Beşinci Oturum: Kamu İşletmeleri (2) / Session 15: Public Enterprises (2)
Türkiye’de Liberal Hegemonyanın Kökenleri: Demokrat Parti’nin Kamu İşletmelerine Yaklaşımı ..................................................... 241
The Origins of Liberal Hegemony in Turkey: The Democratic Party's Approach to Public Enterprises......................................... 242
Kuşaklar Boyu Halk Katkısı’ ya da ‘Devletin Sırtındaki Kambur’: Türkiye’nin Özelleştirme Gündemi (1987-1993) .................... 243
'Generations of Public Contribution' or 'The Hump on the State's Back': Turkey's Privatization Agenda (1987-1993)............ 244
“Duman Edilen” Kamu Varlıkları: 2003-2007 Yıllarında Türkiye’de Özelleştirme Süreçleri ................................................................. 245
“Hammered” State-Owned Enterprises: Privatisation Processes in Turkey Between 2003-2007 ..................................................... 247
Türkiye’de Posta Politikalarının Dönüşümü: Üç Dönem Analizi .............................................................................................................. 249
Transformation of Postal Policies in Turkey: Three Period Analysis .................................................................................................. 251
On Altıncı Oturum: Kriz ve Afet Yönetimi / Session 16: Crisis and Disaster Administration
Afet Durumunda Kamulaştırma ve Devletleştirmenin İşlevi.................................................................................................................. 254
The Function of Expropriation and Nationalization in Case of Disaster ......................................................................................... 256
İnsani Kriz ve Göç: Karmaşıklık Ontolojisi Üzerine Bir Deneme............................................................................................................... 258
Humanitarian Crisis and Migration: An Essay on the Ontology of Complexity ............................................................................ 260
Türkiye’de Afet Yönetimi: 2021 Manavgat Orman Yangını Örneği ....................................................................................................... 262
Disaster Management in Turkey: Example of 2021 Manavgat Forest Fire ...................................................................................... 264
Göç Politikaları ve Yerel Yönetimlerin Rolü: Suriyeli Göçmenler Örneği ............................................................................................. 266
Migration Policies and the Role of Local Governments: The Case of Syrian Migrants ................................................................. 268
On Yedinci Oturum: Teknoloji ve Yönetim / Session 17: Technology and Administration
Yapay Zekanın Katılımcılık Süreçlerinde Uygulanabilirliği Üzerine Bir Değerlendirme ....................................................................... 271
An Analysis About the Applicability of Artificial Intelligence in Participation Processes ................................................................ 273
Türk Kamu Yönetiminde Açık Devlet Verisi Uygulamaları: Büyükşehir Belediye Portalları Üzerine Bir İnceleme* ......................... 275
Open Government Data Applications in Turkish Public Administration: A Study on Metropolitan Municipality Portals*........ 277
Avrupa Güvenli E-Kimlik Deneyimi Işığında Türkiye İçin Dersler .......................................................................................................... 278
Lessons For Türkiye In The Light of the European Secure E-Id Experience ................................................................................... 280
Kamu Yönetiminde Dijital Dönüşüm ve Dijital Çağ Yönetişimi’nin Siber Güvenlik Ekseninde Değerlendirilmesi ........................... 283
Evaluation of Digital Transformation and Digital Age Governance in Public Administration on the Axis of Cyber Security .... 285
Şirketleşen Yerel Yönetimler ve Blockchain ................................................................................................................................................. 287
Corporated Local Governments And Blockchain .................................................................................................................................. 288
5
On Sekizinci Oturum: Yerel Yönetimler / Session 18: Local Governments
Kentsel Politika Yapımı ve Uygulamada Kent Konseylerinin Rolü: Selçuklu ve Nilüfer Belediyeleri Üzerinden Karşılaştırmalı Bir
Analiz ............................................................................................................................................................................................................... 290
The Role of City Councils in Urban Policy Making and Implementation: A Comparative Analysis through Selçuklu and Nilüfer
Municipalities ............................................................................................................................................................................................ 292
6360 Sayılı Kanun Çerçevesinde Yapılan Değişikliklerin Kentsel Hizmetlerin Kırsal Kesime Sunumu Üzerindeki Etkileri........ 294
Effects of the Amendments Made Under the Law No. 6360 on the Provision of Urban Services to Rural Areas ..................... 296
Türkiye’de Kentsel Dönüşüm Politikalarının Kalkınma Planları Çerçevesinde İncelenmesi ve Afet Yönetimine Etkisinin
Değerlendirilmesi ........................................................................................................................................................................................... 298
Examining Urban Transformation Policies in Turkey within the Framework of Development Plans and Evaluating Their
Impact on Disaster Management............................................................................................................................................................ 300
Hak Arama Hürriyeti Kapsamında Adli Yardım Sistemine Belediyeler ve İl Özel İdarelerinin Nasıl Bir Katkısı Olabilir? ......... 302
What Kind of Contribution Can Municipalities and Special Provincial Administrations Make to the Legal Aid System within
the Scope of the Freedom to Seek Rights?............................................................................................................................................. 303
Kocaeli İlçe Belediyeleri Web Sayfaları Üzerinden Türkiye’de Bilgi Edinme Hakkı İncelemesi ............................................................ 304
Examination of the Right to Obtain Information in Turkey through the Web Pages of Kocaeli District Municipalities ............... 305
On Dokuzuncu Oturum: Kamu Hizmeti / Session 19: Public Service
Türkiye’de Kamu Hizmeti Kavramının Tarihsel Dönüşümü: Kamu Yönetiminden-Yeni Kamu Yönetimi Anlayışına, 1923-2023
Dönemi Değerlendirmesi .............................................................................................................................................................................. 309
Historical Transformation of the Concept of Public Service in Turkey: From Public Administration to the New Public
Administration Concept, 1923-2023 Period Evaluation ...................................................................................................................... 311
Türk Kamu Yönetiminde Bürokrasi Kavramının Gelişimi: Dönemsel Bir İnceleme ........................................................................... 313
Development of the Concept of Bureaucracy in Turkish Public Administration: A Periodic Review ........................................ 314
Deprem Sonrası Enkaz Kaldırma Faaliyetlerinde Ortaya Çıkan Asbest ve İdarenin Sorumluluğu .................................................. 315
Asbestos Emerging During Debris Removal Activities After the Earthquake and the Responsibility of the Administration 317
Çoklu Krizlerde Lgbti+ Bireylerin Kamu Hizmetlerine Erişimi ................................................................................................................. 319
LGBTI+ People’s Access To Public Service In Multiple Crises ............................................................................................................. 321
Yirminci Oturum: Kamu Politikası / Session 20: Public Policy
Kamusal Sorumluluktan Hızlı Tüketime Sporun Ticarileşmesi, Neoliberalizm ve Kamu Yönetimi..................................................... 324
The Commercialization of Sports: From Public Responsibility to Fast Consumption under Neoliberalism ............................. 326
Türkiye’de Kamu İsraf Politikalarının Analizi ........................................................................................................................................... 328
An Analysis of Waste Policies in Türkiye ............................................................................................................................................. 330
Türkiye’de Hayvanların Korunması Politikasının 100 Yılı ...................................................................................................................... 332
100 Years of Animal Protection Policy in Turkey.................................................................................................................................. 333
Belediye Personeli Bakımından Türkiye ve Fransa Karşılaştırması........................................................................................................... 334
Comparison of Türkiye and France in terms of Municipal Personnel................................................................................................. 336
6
AÇILIŞ BİLDİRİSİ / KEYNOTE SPEECH
The Opening of the Keynote Speech by Jos C. N. Raadschelders: Talking Points1
Dear Distinguished Participants,
I would like to extend a warm welcome to all of you on behalf of the Public Administration Association,
which was founded in 2022 in Turkey to promote the principles of justice, equality, and public interest
in public administration through organizing academic activities, developing projects, and publishing
scientific works.
The first international scientific activity of the Association, International Congress on Public
Administration will be held at the end of this month in Ankara. In honor of the 100th Anniversary of
the Republic, the theme of the Congress was chosen as “What kind of a Public Administration in the
100th Anniversary of the Turkish Republic”. In the panels that will take place over the two days, the
practice and theory of public administration in Turkey will be discussed together with the projections
for its future.
As you might know, this webinar is organized as a part of the International Congress on Public
Administration. We would like to thank Prof Jos Raadschelders once again for kindly accepting the
invitation to deliver the keynote speech at the Congress. Due to the time difference between Turkey and
the USA, however, the Organizing Committee chose to hold this keynote speech as a separate online
session prior to the Congress. Let me note that, with Professor Jos’s permission, this online session will
be recorded and broadcast during the opening of the Congress.
I would like to provide you with a brief bio of Prof Jos Raadschelders. Dr. Jos does research about public
administration theories, the history of government, comparative government, and civil service systems,
and offers courses on these subjects as well.
He currently serves as the associate dean for faculty development of the John Glenn College of Public
Affairs at the Ohio State University and has been a faculty member since 2011. Previously he served as
assistant and associate professor of public administration at the University of Leiden (1983-1998) and as
associate and full professor of public administration at the University of Oklahoma. He served as coeditor in chief (2024-2026) and managing editor of Public Administration Review (2006-2011) and is a
fellow of the National Academy of Public Administration (NAPA).
Prof Jos is well-known among Turkish scholars that his books are often used as textbooks for public
administration courses. Let me give you a brief list of the books he authored:
Jos C. N. Raadschelders'ın açılış bildirisi, Türkiye ile ABD arasındaki saat farkı nedeniyle Kongre
tarihinden bir hafta önce düzenlenen webinarla kayda alınmıştır. Webinar, Doç. Dr. Aslı Yılmaz Uçar
tarafından yönetilmiştir. / Jos C. N. Raadschelders' keynote speech was recorded in a webinar organised
one week before the Congress due to the time difference between Turkey and the USA. The webinar
was moderated by Assoc. Prof. Dr. Aslı Yılmaz Uçar.
1
7
•
•
•
•
•
•
“Introduction to Governance, Government and Public Administration” (2023) with Aimee L.
Franklin.
“Mastering Public Administration: From Max Weber to Dwight Waldo” (2023, 4th Ed) with
Brian Fry.
“The Three Ages of Government, From the Person to the Group to the World” (2020)
“Foundations of Public Administration” (2017) (with Richard J. Stillman) (eds)
“Government: A Public Administration Perspective” (2003)
“Handbook of Administrative History” (1998)
He is a public administration researcher who believes that public administration is an interdisciplinary
field, and he is looking for traditions, principles, and approaches that go beyond national boundaries
and beyond the time that we live in. That is why the Public Administration Association invited Prof Jos
Raadschelders for a keynote address. I am quite sure that we will draw many conclusions about public
administration and its future in Turkey from Jos’s address.
I know everyone is eagerly anticipating his address. I will leave the floor to Jos for his talk immediately;
we will then have a Question-and-Answer session that lasts at least 15 minutes. Now, I would like to
invite Jos to deliver his address on “The Future of Government and its Study of Public Administration:
Accountability for Democracy.”
Thank you.
Aslı Yılmaz Uçar
8
AÇILIŞ OTURUMU
26.10.2023 11:00-12:00 Vişnelik Salonu
Kuram ve Uygulama
Oturum Başkanı: Koray Karasu
Kamu Yönetiminin Ekonomi Politiği: Kuramsal Bir Çıkış?
The Political Economy of Public Administration: A Theoretical Exit
Argun Akdoğan
Afet ve Acil Durum Yönetiminde Mülki İdare
Territorial Administration in Disaster and Emergency Management
Selim Çapar
9
Kamu Yönetiminin Ekonomi Politiği: Kuramsal Bir Çıkış?
Akif Argun Akdoğan1
Özet
Kamu yönetiminin bir disiplin olarak doğuşundan günümüze kadar yaşadığı kimlik krizi
dünyadaki birçok ülkeyi etkileyen neoliberalizm ile birlikte devletin müdahale alanının
daralması ile birlikte daha da ağırlaşmıştır. Türkiye’de bu sorunun yanı sıra akademik
özgürlüklerde yaşanan gerileme devletin örgütlenmesini ve işleyişini amaç edinen kamu
yönetimi disiplinin bilgiye erişimini sınırlamakta, görgül çalışma yapmayı zorlaştırmakta
ve olumsuz sonuçlar doğurabileceği endişesiyle eleştirel nitelikte eser üretimini ve
yayınlanmasını kısıtlamaktadır. Bu kısıtlılıklar, Türkiye’de kamu yönetimi yazınında
betimsel çalışmaların artmasına, yeni kamu işletmeciliği gibi kuramların özellikle son
yıllarda idari gerçekliği açıklamakta son derece yetersiz kalmasına rağmen kullanılmaya
devam edilmesiyle kendisini göstermektedir. Siyaset bilimi ve iktisat gibi alanlarda bu
değişim rekabete, seçime dayalı otoriteryanizm ya da delege edilmiş, liberal olmayan
demokrasi gibi kavramlarla açıklanmaya çalışırken idarede yaşanan dönüşüm Türk kamu
yönetiminde henüz bir karşılık bulamamıştır. Sosyoekonomik ve kültürel bağlamından
koparılan Türk kamu yönetimi yazını bu çerçevede merkez-çevre ayrımının sürekliliği ya
da “idari sorunlara reçete yazma” kıskacında yeniden üretilmektedir. Sosyoekonomik
koşulların değişmesi ile birlikte reçeteler istenilen sonuçları doğurmamakta kamu
yönetimi alanında çalışanların dünya görüşüne göre “daha doğru”, “daha etkin”, “daha
kamucu”, “daha devletçi”, vb. yeniden yapılanması taleplerine aynı döngü içerisinde
kalınarak yeni çözümler aranmaktadır. Bu çalışmada,
“bürokratik
dolayımlama”
kavramına atıfla toplum, siyaset, kültür ve ekonomi boyutlarının tarihsel gelişimi dikkate
alan ekonomik politik bir yaklaşımın Türk kamu yönetimi yazının tıkanmışlığını aşmakta
ne ölçüde katkı sağlayabileceği tartışılmaktadır. Bu yaklaşım, toplum, siyaset, kültür ve
ekonomik ilişkiler ile idari örgütlenme ve işleyiş arasındaki etkileşime tarihsel bir süreçte
bakmaktadır. Çalışmada ekonomi politik analizin dört boyutu tartışıldıktan sonra yalnızca
toplum boyutu üzerinden Romanya, Vietnam ve Hindistan örnekleri üzerinde toplum ve
idare arasında geçmişte yaşanan etkileşimin günümüzde idari sisteme olan yansımalarına
örnekler verilmektedir. Bu tür analizlerin özellikle tarihçiler arasında yaygın olduğu
vurgulanarak Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde sınıf çıkarları
doğrultusunda bürokrasinin kıyı kentlerinde, iç ve sınır bölgelerinden nasıl şekillendiği ile
ilgili bir çalışmanın yöntem ve bulguları incelenmektedir. Makalenin sonuç bölümünde
ekonomi politik yaklaşımın Türk kamu yönetiminde özellikle 1970’li yıllarda gündeme
getirildiği ancak uzun dönemde etkili olamadığı vurgulanmaktadır. Tarihin günümüze
1
Prof. Dr., A. Argun Akdoğan, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi, argun.akdogan@asbu.edu.tr
10
olan etkisini incelerken yol bağımlılığına yapılan vurgu vakalar üzerinden yapılan bir
analizin nasıl genellenebileceği ve uzun erimli tarihsel bir eğilimin nasıl değiştirilebileceği
gibi iki temel kuramsal eleştiri ele alınmakta ve Türkiye’de bu yaklaşımı uygularken ortaya
çıkabilecek bazı sorunlar tartışılmaktadır. Ekonomi politik yaklaşımın karşılaştırmalı
analize olanak vermesi, idari sistemin etkileyen olduğu kadar etkilenen olduğunun kabul
edilmesi ve kuramsal modelleri test etme olanağı sağlamasının günümüzde Türk kamu
yönetiminde yaşanan tıkanıklığı aşmada yardımcı olabileceği ileri sürülmektedir.
Anahtar Kelimeler: ekonomi politik, kamu yönetimi, kimlik krizi, bürokratik dolayımlama, tarih
11
The Political Economy of Public Administration: A Theoretical Exit
Akif Argun Akdoğan 1
Abstract
The identity crisis that public administration has been experiencing since its birth as a
discipline has been further intensified by narrowing down of state’s domain of
intervention as result of neoliberalism that has influenced many countries around the
world. In addition to this problem, the decline in academic freedoms in Turkey limits
access to information in the discipline of public administration, which directly studies the
organization and functioning of the state, creating difficulties in conducting empirical
studies, and restricting the production and publication of critical studies. These limitations
are reflected in the increase of descriptive studies in the public administration literature in
Turkey, and the continued use of theories such as new public management, even though
they are extremely inadequate in explaining administrative reality, especially in recent
years. While disciplines such as political science and economics try to explain this change
with concepts such as competitive or electoral authoritarianism and delegated or illiberal
democracy, the transformation in administration has not yet found a reflection in Turkish
public administration literature resulting its detachment from its socioeconomic and
cultural context. The discipline is reproduced in line with the center-periphery divide or
writing “prescriptions for administrative problems”. With the change in socioeconomic
conditions, the prescriptions do not produce the desired results, and new solutions are
sought within the same cycle demanding for “more correct”, “more effective”, “more
public”, “more statist”, etc. administrative restructuring. With reference to the concept of
"bureaucratic entanglement", this study discusses whether the political economy approach
that considers the historical development of the society, politics, culture, and economy can
contribute to overcome the deadlock in the Turkish public administration literature. This
approach examines the interaction between society, politics, culture and economy and
administrative organization and functioning from a historical perspective. After discussing
the four dimensions of political economy analysis, the paper uses the examples of Romania,
Vietnam, and India to illustrate how the interaction between society and administration in
the past is reflected in the administrative system today. Emphasizing that such analyses
are common especially among historians, the methodology and findings of a study on how
the bureaucracy was shaped in Ottoman coastal cities, inland and border regions in line
with class interests are examined. In the concluding part of the article, it is emphasized that
the political economy approach was brought to the agenda in Turkish public
administration, especially in the 1970s, but was not effective in the long run. The emphasis
on path dependency in examining the impact of history on the present is discussed in terms
of two main theoretical criticisms: how a case-based analysis can be generalized and how
a long-term historical trend can be changed, and some of the problems that may arise when
1
Prof. Dr., A. Argun Akdoğan, Social Sciences University of Ankara, argun.akdogan@asbu.edu.tr
12
applying this approach in Turkey. It is argued that the political economy approach, which
allows for comparative analysis, recognizes that the administrative system is affected as
well as affecting by other dimensions, and provides the opportunity to test theoretical
models, can help overcoming the current bottleneck in Turkish public administration.
Keywords: political economy, public administration, identity crisis, bureaucratic entanglement,
history.
13
Afet ve Acil Durum Yönetiminde Mülki İdare
Selim Çapar1
Özet
Kamu yönetiminde yönetimden işletmeciliğe yönelen değişim ve gelişim süreci, 1970’li
yıllarda yaşanan petrol krizinin ardından gelişmekte olan ülkeleri dış borç yükü altına sokan
olaylar dizisi ile başlamış, borç krizine sürüklenen ülkeler, politika belirleme süreçlerinde ise
uluslararası etkilere daha açık bir hale gelmişlerdir. Bu kapsamda 1980’li yıllardan itibaren
devletin rolü, müdahaleci devletten, düzenleyici devlete doğru evrilmeye başlamış ve bu
dönemde, ekonomik ve sosyal alanlar başta olmak üzere devletin ve kamunun etkinlik
alanının daraltılması görüşü ön plana çıkmaya başlamıştır.
Bununla birlikte deprem, sel, toprak, kayması, salgın hastalıklar gibi doğa kaynaklı
felaketlerin yanı sıra insan faaliyetlerine bağlı kitlesel göç, terör olayları, şiddet hareketleri,
siber saldırılar veya diğer asimetrik ve hibrit tehditler günümüz dünyasında ülkelerin karşı
karşıya oldukları temel meydan okumaları oluşturmuş ve bu durumlar ortaya çıktığında ise
olası sonuçları planlı bir şekilde yönetmek kamu yönetimlerine düşmüş ve bunun
neticesinde de yönetişimi de içene alan daha etkin bir kamu yönetiminin zorunluluğu ortaya
çıkmıştır.
Günümüz dünyasında kamu yönetimlerinin temel özelliklerinden bir tanesi ve belki de en
önemlisi çıkması olası sorun alanlarını önceden öngörmek, engellemek ve bu sorunları kriz
veya acil durumlara dönüşmeden önlemek oluşturmaktadır. Bu durumlar ortaya çıktığında
ise planlı biçimde yönetmek kamu yönetimlerinin öncelikli görevleri arasında olmaktadır.
Bu noktadan hareketle Türkiye'de hem kamu düzeninin ve güvenliğinin sağlanmasından
hem de afet yönetiminden ülke genelinde İçişleri Bakanlığı, ülke topraklarının yönetiminin
dayandığı mülki idare sistemi içindeki il ve ilçelerde ise merkezi idarenin temsilcisi sıfatıyla
görev yapan mülki idare amirleri sorumlu ve yetkilidir.
Ülkemizde geçmişten gelen bir anlayışa dayanan mülki idare sistemi, çeşitli aşamalardan ve
düzenlemelerden geçerek son şeklini 1949 yılında yürürlüğe giren 5442 sayılı Kanun ile
almıştır. Mülki idare sisteminin ortaya çıkışı ve gelişiminde ekonomik, toplumsal, siyasal ve
teknolojik birçok farklı unsurun yön verici etkisi her zaman olmuştur. Devletin taşra
yönetiminin temelini oluşturan mülki idare sistemi, tarihsel süreçte gelişerek ve dönüşerek
günümüzdeki halini almıştır.
Olağanüstü durumlarda “cankurtaran” fonksiyonu üstlenen mülki idare amirleri, diğer
meslek gruplarından farklı olarak, kendilerine bağlı birimler ile buralarda görev alan
personel üzerinde önderlik kabiliyetlerinin etkin olarak yerine getirilmesine dayanan bir
meslek grubudur. Aynı zamanda mülki idare amirleri sivil toplum, özel sektör gibi, diğer
aktörlerle etkin, dinamik ve devam edegelen bir eşgüdümü gerektiren, yapılması gereken
faaliyetlerin her daim belirli olmadığı ve genellikle ortaya çıkan durumlarla ilgili zaman,
1
Doç. Dr., Selim ÇAPAR, İçişleri Bakanlığı, caparselim@gmail.com
14
olanak ve enformasyonun eksik olduğu durumlarda öngörü içinde ve zamanında etkin,
etkili ve verimli kararlar alınması gereken önemli görevleri yerine getirmekle yükümlüdür.
Türkiye, bulunduğu coğrafi konum, jeolojik yapı, yerleşim yerlerinin özellikleri, mevcut yapı
stokunun elverişsizliği gibi farklı etkenlerden ötürü sıkça afet ve acil durumlar ile karşı
karşıya kalmaktadır. Türkiye’de afetsellik ve güvenlikle ilgili tehditler var olduğu sürece;
kriz ve acil durumların yönetiminde, mülki idare amirlerinin idarecilik bilgi ve becerilerine
daha fazla ihtiyaç duyulduğu gerçeği göz önüne alınmalıdır. Bu çalışmada Türkiye’de afet
ve kriz/acil durumların yönetiminde mülki idare amirlerinin; yetki, sorumluluk ve görevleri
ile afet ve kriz/acil durumları yönetme kapasitesi ortaya konulmaya çalışılmaktadır.
Bu çalışmada öncelikle güvenlik, kriz, afet ve acil durum kavramlarına ilişkin kavramsal
daha sonra bu bağlamda Türkiye’deki mülki idare sistemine ilişkin hukuksal bir çerçeve
çizildikten sonra, ülke mevzuatında kriz ve acil durumlarında mülki idare amirlerine verilen
görev ve yetkiler ele alınacaktır. Çalışmanın bulguları sonuç bölümünde paylaşılacak olup,
çalışmada literatür taramasına dayalı nitel bir araştırma yöntemi takip edilecektir.
Anahtar Kelimeler: kriz, afet, acil durum, mülki idare,
15
Territorial Administration in Disaster and Emergency Management
Selim Çapar1
Abstract
The process of change and development in public administration, from management to
business administration, started with the series of events that put developing countries
under the burden of external debt after the oil crisis in the 1970s, and countries dragged
into debt crisis became more open to international influences in their policy-making
processes. In this context, since the 1980s, the role of the state began to evolve from an
interventionist state to a regulatory state, and in this period, the view of narrowing the
field of activity of the state and the public, especially in economic and social areas, began
to come to the fore.
However, natural disasters such as earthquakes, floods, landslides, epidemics, as well as
mass migration due to human activities, terrorist incidents, violent movements, cyber
attacks or other asymmetric and hybrid threats have constituted the main challenges faced
by countries in today's world. When situations arise, it is up to public administrations to
manage the possible consequences in a planned manner, and as a result, the necessity of a
more effective public administration that includes governance has emerged.
One of the basic features of public administrations in today's world, and perhaps the most
important one, is to foresee possible problem areas, prevent them and solve these problems
before they turn into crises or emergencies. When these situations arise, managing them in
a planned manner is among the primary duties of public administrations. Starting from
this point, in Turkey, the Ministry of Interior is responsible and authorized for both
ensuring public order and security and disaster management throughout the country, and
territorial administrators who serve as representatives of the central administration in the
provinces and districts within the territorial administration system on which the
management of the country's territory is based.
The territorial administration system, which is based on an understanding from the past in
the country, went through various stages and regulations and took its final form with Law
No. 5442, which came into force in 1949. Many different economic, social, political and
technological elements have always had a guiding influence on the emergence and
development of the territorial administration system. The territorial administration
system, which forms the basis of the provincial administration of the state, developed and
transformed throughout the historical process and took its current form.
Provincial administrators, who undertake the "lifesaver" function in extraordinary
situations, are a professional group that, unlike other professional groups, is based on the
effective exercise of leadership abilities on the units under them and the personnel working
Assoc. Prof. Dr., Ministry of Interior, caparselim@gmail.com
1
16
there. At the same time, provincial administrators can act proactively and on time in
situations that require effective, dynamic and ongoing coordination with other actors, such
as civil society and the private sector, where the activities to be carried out are not always
clear and where time, opportunity and information are often lacking regarding the
emerging situations. They are responsible for performing important duties that require
effective and efficient decisions.
Türkiye frequently faces disasters and emergencies due to different factors such as its
geographical location, geological structure, characteristics of the settlements, and the
unsuitability of the existing building stock. As long as there are disaster and securityrelated threats in Türkiye; The fact that administrative knowledge and skills of provincial
administrators are needed more in the management of crises and emergencies should be
taken into consideration. In this study, provincial administrators in the management of
disasters and crisis/emergency situations in Türkiye; It is tried to reveal the authorities,
responsibilities and duties and the capacity to manage disasters and crisis/emergency
situations.
In this study, firstly, the conceptual concepts of crisis, disaster and emergency, and then,
in this context, after drawing a legal framework for the provincial administration system
in Türkiye, the duties and powers given to provincial administrators in crisis and
emergency situations in the country's legislation will be discussed. The findings of the
study will be shared in the conclusion section, and a qualitative research method based on
literature review is followed in the study.
Keywords: crisis, disaster, emergency, civil administration
17
BİRİNCİ GÜN: BİRİNCİ OTURUM
26.10.2023 13:00-14:15 Yalıncak Salonu
Hükümet Sistemi
Oturum Başkanı: Fatma Eda Çelik
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Kamu Yönetimi
Government System Change and Public Administration in Turkey
Aslı Yılmaz Uçar
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde Merkezileşmenin İki Boyutu: Kişiselleşme ve Çok
Parçalılık
Two Aspects of Centralization in the Presidential Government System of Turkey: Personalization
and Fragmentation
Recep Aydın
657 Öldü, Çok Yaşa 703 Sayılı KHK: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Yeni İstihdam
Türleri
657 is dead, long live Decree Law No. 703: New Public Employment Types for the Turkish
Presidential Government Regime
Levent Demirelli
Başkanlık Sistemlerinde Bürokrasinin Siyasi Denetimi: Türkiye Örneği
Political Control Of Bureaucracy In Presidential Systems: The Case Of Turkey
Aslı Kan
18
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Kamu Yönetimi
Aslı Yılmaz Uçar1
Özet
Hükümet sistemleri, modern devletlerin temel işlevleri olarak kabul edilen yasama, yürütme
ve yargı erkleri ve organları (ve aslında temsil ettiği toplumsallık / kamusallık) arasındaki
ilişki ve denge/denetleme mekanizmalarına göre kategorize edilir. Söz konusu indirgemeci
yaklaşım bilimsel anlamda elverişli olsa da gerçekliğin açıklanmasını zorlaştırır. Oysa klasik
eserlerde egemenlik birdir, bütündür ve kısaca kamusal işlerin örgütlenmesi sorunudur;
yasama, yürütme ve yargı kamusal işlerin örgütlenmesinin kurumsallaşmasını gösterir
ancak kamusal işlerin örgütlenmesi, yasama – yürütme – yargı arasındaki ilişkiler kadar,
siyasal rejim, siyasal sistem ve kamu yönetimi örgütlenmesini de kapsayacak şekilde
tartışılmalıdır. Son dönem rejim-sistem dönüşümü tartışmalarının düğüm noktasını da
“yürütmenin güçlenmesi” oluşturmaya başlamıştır.
Türkiye’de 2017 yılında kabul edilen Anayasa değişikliği ile hükümet sistemi
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne dönüştürülmüştür. Anayasa hukukçuları, sistem
değişikliğini yasama ve yürütme ve yargı erkleri arasındaki denge/denetleme
mekanizmalarının eleştirisi üzerinden yürütmekte; siyaset bilimciler devlet, seçim sistemleri,
popülizm, temel hak ve özgürlüklerin aşındırılması gibi “demokratik gerileme”, “neoliberal
otoriteryanizm”, “seçimli otoriteryanizm” tartışmalarına odaklanmaktadır. Ancak
Türkiye’de hükümet sistemi değişikliği, bu çalışmada iddia edileceği gibi yasama ile
yürütme arasındaki denge-denetleme mekanizmalarının yeniden karılması kadar/dan öte
yürütmenin kendi iç örgütlenmesi ile yürütme – kamu yönetimi arasındaki ilişkilerin
yeniden düzenlenmesini gerektirir.
Bu çalışmanın amacı, hükümet sistemi ile kamu yönetimi arasındaki diyalektik belirlenim
ilişkisine dikkat çekmektir. Bu amaçla, hükümet sistemi ile kamu yönetimi arasındaki
‘hayati’ ilişki, AKP iktidarları döneminde kullanılan ve hükümet sistemi değişikliğinin resmi
gerekçesini oluşturan “bürokratik vesayet” söylemi ve yine aynı dönemde kamu
yönetiminin yeniden yapılandırılması süreci, siyasal boyutuyla ve tarihsel süreci içerisinde
incelenerek, hükümet sistemindeki değişikliğin kamu yönetimi paradigmasındaki dönüşüm
aracılığıyla başarıldığı ve bu nedenle kamu yönetimindeki paradigmatik dönüşümün
çalışılması gerektiği iddia edilmiştir.
Anahtar Sözcükler: cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, başkanlık sistemi, kamu yönetimi,
bürokratik vesayet
1
Doç. Dr., Aslı Yılmaz Uçar, Altınbaş Üniversitesi, asli.ucar@altinbas.edu.tr
19
Government System Change and Public Administration in Turkey
Aslı Yılmaz Uçar1
Abstract
Government systems are categorized according to the relationship and check/balance
mechanisms between the legislative, executive, and judicial powers and bodies (and in fact
the sociality/publicity they represent), which are considered the basic functions of modern
states. Although this reductionist approach is scientifically convenient, it makes it difficult to
explain reality. However, in classical works, sovereignty is one, a whole, and in short, it is
the problem of organizing public affairs; legislative, executive, and judiciary represent the
institutionalization of the organization of public affairs, but the ‘organization of public
affairs’ should be discussed in a way that includes the political regime, political system, and
also public administration, as well as the relations between the legislature - executive judiciary. "Strengthening the executive branch" has begun to form the crux of the recent
regime-system transformation discussions.
With the Constitutional amendment adopted in Turkey in 2017, the government system was
transformed into the Presidential Government System. Constitutional law literature focuses
on the criticism of the check/balance mechanisms between the legislative, executive, and
judicial powers; whereas political scientists focus on discussions of "democratic backsliding",
"neoliberal authoritarianism", "elective authoritarianism" such as the state, electoral systems,
populism, and the erosion of fundamental rights and freedoms. However, the change of
government system in Turkey requires not only the reshuffling of the check-balance
mechanisms between the legislature and the executive, as will be claimed in this study, but
also the reorganization of the internal organization of the executive and the relations between
the executive and public administration.
The aim of this study is to draw attention to the dialectical relationship between the
government system and public administration. For this purpose, the 'vital' relationship
between the government system and public administration, the "bureaucratic tutelage"
discourse used during the AKP governments and constituting the official justification for the
change of the government system, and the process of restructuring the public administration
in the same period, are examined in their political dimension and historical process, and the
changes in the government system are examined. It has been claimed that the change was
achieved through the transformation in the public administration paradigm and therefore
the paradigmatic transformation in public administration should be studied.
Keywords: presidential government system, presidential system, public administration in Turkey,
bureaucratic tutelage
1
Assoc. Prof. Dr., Aslı Yılmaz Uçar, Altınbaş University, asli.ucar@altinbas.edu.tr
20
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde Merkezileşmenin İki Boyutu:
Kişiselleşme ve Çok Parçalılık
Recep Aydın1
Özet
2018’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi ile, 2017 yılında başlayan süreç tamamlandı ve
Türkiye’de başkanlık sistemine geçilmiş oldu. Yeni sistemde iki kanatlı yürütme yapısı
değişti, yürütmeyi oluşturan Cumhurbaşkanlığı ve Bakanlar Kurulu yerine
cumhurbaşkanının, bizatihi yürütmenin başı olduğu bir sistem yaratıldı. Bu süreçte hızlıca
yayımlanan ‘geçiş kararnameleri’ni, yeni sistemin önemli yönetsel araçlarından olan
cumhurbaşkanlığı kararnameleri (CBK) takip etti. Yeni sistem kurulur kurulmaz pek çok
kurum bu yeni araçla baştan tasarlandı.
Başkanlık sistemine geçiş sürecinde yeni idari yapının nasıl örgütleneceğine dair
tartışmalar yeni bir merkezileşmeden söz etmekteydi. Bu merkezileşme, yürütmenin
merkezinde cumhurbaşkanının yer aldığı, geleneksel olarak en güçlü idari ve siyasa
geliştirici aktörlerden olan bakanlıklara ilaveten yeni tarz idari birimlerin yaratıldığı bir
mekanizmayla inşa edildi. Kimi yönetsel avantajlarına rağmen cumhurbaşkanının idari
mesaisinin arttığı, TBMM’nin yönetsel açıdan görece edilgen kaldığı, bakanlıkların da
yetkilerini başka birimlerle paylaştığı bu süreç sıklıkla tartışma konusu oldu. Türk idari
yapısına dair farklı dönemlerde gündeme getirilen ‘merkezileşme’ eğilimi yeni bir formda
hayat buldu. Merkezileşme eğiliminin 1980’li yıllardan bu yana süren bir eğilim olduğu
söylenebilse de yeni hükümet sistemi merkezileşme açısından niteliksel bir kopuş
anlamına gelmekte. Merkezileşme, yönetsel ilişkilerin kişisel ilişkilerle iç içe geçtiği, pek
çok farklı aktörün politika yapım sürecinde rolünün bulunduğu bir biçimde ortaya çıktı.
Cumhurbaşkanı bir siyasal parti lideri sıfatını da taşıyarak idari yapıyı neredeyse tek
imzayla değiştirebilir, üst kademe yöneticileri tek imzayla atayabilir ve görevden alabilir,
bütçeyi kendi ‘şahsi’ politikalarına göre belirleyebilir bir özne oldu. Gerek politika yapım
sürecinin gerekse idari yapının daha önce görülmemiş bir biçimde, kişiselleşerek ve çok
parçalı hale getirilerek merkezileştirildiği açık.
Buradaki kişiselleşme, karar alma ve icra etme süreçlerinin kurumlar yerine, elbette
kurumların da katkısı olacak şekilde, tek kişi elinde toplanmasıdır. Bütçeden planlamaya
pek çok alan cumhurbaşkanı tarafından belirlenmekte, sağlıkla, gıdayla, imarla vb. ile ilgili
kararlar cumhurbaşkanı imzasıyla hayata geçmekte, kamuoyuna duyurulmakta ve bazen
cumhurbaşkanının bazense siyasal partilerin faaliyetleri olarak aktarılmakta. Bu anlamda
siyasal parti liderliği, yürütmenin başı, devletin başı olma gibi sıfatlar iç içe. Bu durum
şüphesiz idari yapıya, bürokratların yönetsel ve siyasal pozisyonlarına da yansımakta.
1
Dr. Öğr. Üyesi, Recep Aydın, Hitit Üniversitesi, recepaydin@hitit.edu.tr
21
Buradan hareketle bürokratların kişisel ve siyasal olarak cumhurbaşkanına bağlı oldukları
ve bu durumun karar alırlarken etkili olduğu iddia edilebilir.
Çok parçalılık ise aynı alanda politika oluşturacak pek çok birimin bulunması, bunlar
arasındaki ilişkilerin açıkça düzenlenmemesi, hatta belki merkezileşmeyi de güçlendirmek
üzere bu tarz bir örgütlenmenin tercih edilmesi anlamına gelmekte. Bakıldığında personel
yönetimi, ticaret politikaları, bankacılık, teknoloji gibi pek çok alanda birden fazla yetkili
kurum söz konusu. Bakanlıklar, Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığına bağlı genel
müdürlükler, politika kurulları ve Cumhurbaşkanlığı Ofis Başkanlıklarının yetkili olduğu
alanlar birbiriyle örtüşmekte, iç içe geçmekte.
Bu merkezileşme ve onun kurumsallaşmasını ayrı kılan yanlarını takip ederken iki
eksenin, kişiselleşme ve çok parçalılığın, izini sürmek yol gösterici olacaktır. Çalışmanın
amacı bu iki eksenin mevzuata nasıl yansıdığı takip ederek yeni merkezileşme sürecinin
özelliklerini belirlemektir. Böylelikle, yeni sistemin, daha önceki merkezileşme
süreçlerinden ayrılan yanlarının tespit edilmesi mümkün olacaktır. Çalışmanın,
deneyimlenen yeni tip merkezileşmeyi karşılamak üzere yeni kavram setleri ve inceleme
araçları yaratacağı kanısındayız.
Çalışmada, yeni merkezileşmenin bu iki ekseni kurumsal yapılar ve cumhurbaşkanının
şahsen kullandığı yetkiler üzerinden takip edilecektir. Bu kapsamda, başta 1 numaralı CBK
olmak üzere CBK’lerde yer alan hükümler incelenerek doğrudan cumhurbaşkanına
verilen görevler ve yapılan atıflar ele alınacak, bu yolla idaredeki kişiselleşme analiz
edilecektir. Çok parçalılık açısından farklı kurumlara verilen benzer yetkiler mevzuat
üzerinden incelenecek, cumhurbaşkanı’nın merkezinde bulunduğu yönetsel yapının farklı
unsurları karşılaştırılacak ve benzer görev üstlenen birimler ele alınacaktır. Bu kapsamda
tüm birimlerden ziyade finans ve personel yönetimi açısından kurumsal görev çakışmaları
incelenecek, çalışma bu kapsamla sınırlandırılacaktır. Finans politikaları açısından Hazine
ve Maliye Bakanlığı, Finans Ofisi, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu ve
Ekonomi Politikaları Kurulu; personel politikası açısından Strateji ve Bütçe Başkanlığı,
İnsan Kaynakları Ofisi ve Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü esas alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, merkezileşme, çok parçalılık, Türk kamu
yönetimi, idari yapı.
22
Two Aspects of Centralization in the Presidential Government System of Turkey:
Personalization and Fragmentation
Recep Aydın1
Abstract
With the presidential elections held in 2018, the process started in 2017 was completed and
Turkey switched to a presidential system. Under the new system, the bipartite executive
structure changed, and instead of the Presidency and the Council of Ministers forming the
executive, the President of the Republic became the head of the executive. In this process,
'transitional decrees' were quickly issued, followed by Presidential Decrees (CBK), one of
the most important administrative tools of the new system. As soon as the new system was
established, many institutions were redesigned with this new tool.
During the transition to the presidential system, discussions on how the new
administrative structure would be organized involved a new centralization. This
centralization was built through a mechanism in which the President of the Republic was
placed at the center of the executive and new types of administrative units were created in
addition to ministries, traditionally the most potent administrative and policy-making
actors. Despite some advantages, this process, in which the President's administrative
workload increased, the Parliament remained relatively passive in administrative terms,
and ministries shared their powers with other units, has been the subject of much debate.
The tendency towards 'centralization' in the Turkish administrative structure, which was
brought to the agenda in different periods, took on a new form. Although centralization
has been an ongoing trend since the 1980s, the new government system represents a
fundamental shift in terms of centralization. Centralization has emerged in a form where
administrative relations are closely intertwined with personal relations and many different
actors have a role in the policy-making process. The President of the Republic, who is also
the leader of a political party, has become a subject who can change the administrative
structure almost with a single signature, appoint and dismiss senior executives with a
single signature, and determine the budget according to his 'personal' policies. Both the
policy-making process and the administrative structure have been centralized in a way
that is personalized and fragmented in an unprecedented way.
The personalization here is the concentration of decision-making and execution processes
in the hands of a single person instead of institutions, with the latter of course contributing
to the process. Many areas from budgeting to planning are determined by the President,
decisions on health, food, zoning, etc. are implemented with the President's signature and
are sometimes presented to the public as the activities of the President and sometimes as
the activities of political parties. In this sense, the titles of political party leader, head of the
executive and head of the state are intertwined. This situation is undoubtedly reflected in
1
Assist. Prof. Dr., Recep Aydın, Hitit University, recepaydin@hitit.edu.tr
23
the administrative structure and the managerial and political positions of bureaucrats.
From this point of view, it can be argued that bureaucrats are personally and politically
subordinate to the President and this has an impact on their decision-making.
Fragmentation, on the other hand, means that there are many policy-making units in the
same field, the relations between them are not clearly regulated, and such an organization
is preferred, perhaps even to strengthen centralization. There are multiple authorities in
many areas such as personnel management, trade policies, banking, and technology. The
areas of authority of ministries, general directorates under the Presidential Office of
Administrative Affairs, policy boards, and Presidential Office Directorates overlap and
duplicate with one another.
In tracing the distinctive aspects of the centralization and its institutionalization, it will be
instructive to trace two axes, personalization and fragmentation. The aim of the study is to
identify the characteristics of the new centralization process by tracing how these two axes
are reflected in legislation. In this way, it will be possible to identify the aspects of the new
system that differ from previous centralization processes. We believe that the study will
create new sets of concepts and tools of analysis to meet the new type of centralization
being experienced.
This study will follow these two axes of the new centralization through institutional
structures and the powers personally exercised by the President. In this context, the
presidential decrees, particularly the first decree, will be examined and the duties and
references made directly to the President will be discussed, thereby analyzing the
personalization of the administration. In terms of fragmentation, similar duties given to
different institutions will be analyzed through the legislation, different elements of the
administrative structure with the President at the center will be compared and units with
similar duties will be analyzed. In this context, rather than all departments, institutional
overlaps in terms of finance and personnel management will be analyzed and the study
will be limited to this scope. The Ministry of Treasury and Finance, the Finance Office, the
Banking Regulation and Supervision Agency, the Banking Regulation and Supervision
Agency, and the Economic Policy Council will be taken as the basis for financial policies,
while the Presidency of Strategy and Budget, the Human Resources Office and the General
Directorate of Personnel and Principles will be taken as the basis for personnel policies.
Keywords: presidential government system, centralization, fragmentation, Turkish public
administration, administrative structure.
24
657 Öldü, Çok Yaşa 703 sayılı KHK: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Yeni
İstihdam Türleri
Levent Demirelli1
Özet
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın on sekiz maddesi üzerinde değişiklik ön gören anayasa
değişikliği paketi, 2017 yılında halk oylamasına sunulmuştur. Nisan 2017’de gerçekleştirilen
halk oylaması sonucunda, geçerli oyların yüzde 51’inin ‘evet’ oyuyla anayasa değişikliği
önerisi kabul edilmiş, bu değişikliklerle birlikte Türkiye’de yeni bir hükümet rejimine
geçilmiştir. Anayasa değişikliği sonrasında çıkarılan kanun, kanun hükmünde kararname ve
cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle birlikte, başkanlık rejimi temeli üzerinde yükselen yeni
hükümet rejimine geçiş süreci tamamlanmıştır. Kendine özgü birtakım özellikleriyle
sözgelimi Amerika Birleşik Devletleri’nde uygulanan başkanlık rejiminden farklılaşan ve bu
nedenle Türk tipi başkanlık rejimi veya Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak
adlandırılan yeni hükümet rejimi, idare, maliye, personel gibi farklı konularda kamu
yönetimi örgütlenmesi üzerindeki değişimi de beraberinde getirmiştir. Bu çalışma,
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş sürecinde/sonrasında yürürlüğe konulan
hukuki değişikliklerin kamu personel istihdam rejiminde yarattığı değişimi gözler önüne
sermeyi amaçlamaktadır. Çalışma sonucunda, yeni hükümet sistemine geçişi düzenleyen
703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle altı yeni istihdam türü oluşturulduğu tespit
edilmiştir. Çalışmanın savı, Yeni Kamu İşletmeciliği akımına uygun biçimde sözleşmeli ve
esnek istihdam ilkeleri üzerinde yükselen söz konusu altı yeni istihdam türüyle, 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu’nun dördüncü maddesinde düzenlenen istihdam türlerinin
işlevsiz hâle getirildiği, dolayısıyla istihdam türleri bakımından 657 sayılı kanunun yerini
703 sayılı KHK’nin aldığı ve bu nedenle kamu personel rejimi bakımından yeni bir aşamaya
geçildiğidir.
Anahtar Kelimeler: başkanlık rejimi, esneklik, kamu personeli istihdamı, kamu personel rejimi,
sözleşmeli personel.
1
Dr. Öğr. Üyesi, Levent Demirelli, İstanbul Beykent Üniversitesi, leventdemirelli@beykent.edu.tr
25
657 is dead, long live Decree Law No. 703: New Public Employment Types for the Turkish
Presidential Government Regime
Levent Demirelli 1
Abstract
The constitutional amendment package, which aimed to change eighteen articles of the
Constitution of the Republic of Turkey, was submitted to a referendum in 2017. As a result
of the referendum held in April 2017, the proposed constitutional amendments were
approved with 51 percent of the valid votes, and with these amendments, a new
government regime was introduced in Turkey. By means of the laws, decrees and
presidential decrees issued after the constitutional amendment, the transition to a new
government regime based on a presidential regime has been completed. The new
government regime, which differs from, for example, the presidential regime implemented
in the United States of America with some of its unique features and is therefore called the
Turkish-type presidential regime or the Presidential Government System, has also brought
about changes in the organization of public administration in different areas such as
administration, finance and personnel. This study aims to reveal the changes in the public
personnel employment regime caused by the legal amendments enacted during/after the
transition to the Presidential Government System. As a result of the study, it was
determined that six new types of employment were created with the Decree Law No. 703
regulating the transition to the new government system. The argument of the study is that
with these six new types of employment, which are based on the principles of contractual
and flexible employment in line with the New Public Management movement, the types
of employment regulated in the fourth article of the Civil Servants Law No. 657 have been
rendered dysfunctional; therefore, the Decree Law No. 703 has replaced the Law No. 657
in terms of types of employment, and thus, a new phase has begun in the public personnel
regime.
Keywords: presidential regime, flexibility, public personnel employment, public personnel regime,
contracted personnel.
1
Assist. Prof. Dr., Levent Demirelli, Istanbul Beykent University, leventdemirelli@beykent.edu.tr
26
Başkanlık Sistemlerinde Bürokrasinin Siyasi Denetimi: Türkiye Örneği
Aslı Kan1
Özet
Bürokrasinin kaynağını deneyiminden ve bilgisinden aldığı kamu gücünün demokratik
sınırlarının ne olması gerektiği, nasıl hesap ve cevap verebilir hale getirilebileceği soruları
siyaset bilimi ve kamu yönetiminin ortak keseni olarak karşımıza çıkar. Bu tartışmada, devlet
erkleri (yasama, yürütme ve yargı) arasındaki ilişkileri belirleyen yönetim sistemleri de
erklerin görev ve yetkileriyle birbirlerine karşı sınırlılıklarını belirlediğinden, bürokrasinin
hangi seçilmiş organlar tarafından nasıl denetleneceğini şekillendirmektedir. Dolayısıyla,
hükümetin parlamentodan çıktığı parlamenter sistemle, yasama ve yürütmenin ayrı
seçimlerle belirlendiği başkanlık sistemlerinde bürokrasinin siyasi denetimi farklılıklar
gösterir. Ülkemizde de 2017 yılındaki anayasa referandumuyla kabul edilen ve 9 Temmuz
2018 tarihinden itibaren uygulanmaya konulan bir başkanlık sistemi örneği olarak
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) bürokrasinin denetlenmesinde birtakım
değişiklikler getirmiştir.
Bu çalışmada başkanlık sisteminde bürokrasinin siyasi denetiminin nasıl yürütüldüğü, en
etkili erkin kim olduğu, bu erkin hangi aracı/araçları kullandığı değerlendirilip başkanlık
sistemi örneklerinden sayılan CHS’de anılan denetimin en etkili aktörünün kim olduğu, nasıl
uygulandığı sorularına yanıt aranması amaçlanmaktadır.
Güçler ayrılığı prensibine dayalı, yasama ve yürütmenin birbirinden bağımsız oluştuğu
başkanlık sistemindeki 1940’lara kadar hâkim olan ve Wilson tarafından ortaya konmuş
siyaset-yönetim ikiliğinde, bürokrasiden seçilmişlerin astı olarak yalnızca seçilmişler
tarafından belirlenmiş politikaları uygulamaları, bu sayede de bürokrasinin denetlenmiş,
kontrol altında tutulmuş olması beklenmekteydi. Ancak, bürokrasinin soyut normları somut
olaylara uygulamadaki deneyimi ve uzmanlığı neticesinde gelişen takdir yetkisiyle politika
yapım ve uygulama süreçlerine, bu sayede de daha iyi bir toplum inşası anlamında siyasete
dahil olduğunun görülmesiyle bu ayrımın yetersizliğinin anlaşıldı.
1950’lerden itibaren ise asil-vekil teorisi çerçevesinde başkanlık sistemlerinde bürokrasinin
denetlenmesi konusunun kurumlar temel alınarak irdelendiği görülmektedir. Bürokrasinin
denetlenmesinin olanaksız veya zor olduğu, bürokratların kendi çıkarlarını öncelediği,
atanmış ve seçilmişler arasında bilgi asimetrisinin bulunduğu varsayımlarına dayanan bu
teoride, yasamanın bütçeyi onaylama, mevzuat düzenlemeleri ve raporlama, soru sorma vb.
araçlarıyla bürokrasiyi ön (ex-ante) denetim altında tuttuğu kabul edilir. Yasama, çıkar
gruplarının geri bildirimleri ve bürokrasiye yüklediği raporlama sorumluluğu sayesinde
bilgi asimetrisi sorununu aşıp bürokrasiyi denetler. Diğer yandan, yasamanın birbirinden
farklı çıkar ve amaçlara sahip üye ve gruplardan oluşması nedeniyle ulusal çıkarın ikinci
plana düşmesi, yasama süreçlerinin uzunluğu ve karmaşıklığı, denetimin etkili olmasını
1
Yüksek Lisans Öğrencisi, Aslı Kan, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, aslikan82@gmail.com
27
kısıtlar. Ayrıca, teori, başkanlık sistemlerinde başkanın bürokrasiye doğrudan etki eden
yetkilerini göz ardı ettiğinden bürokrasinin siyasi denetimini açıklamada yetersiz
kalmaktadır.
Bu gelişmeler üzerine, yine asil-vekil teorileri çerçevesinde başkanın üst kademe kamu
yöneticilerini atama, bütçe hazırlama, kurum kurma veya kaldırma gibi bürokrasi üzerinde
oldukça geniş yetkilerinin bürokrasinin denetimindeki rolü gündeme gelmiştir. Özellikle
başkanın üst kademe kamu yöneticilerini atama ve görevden alma yetkisi bu kişilerin
başkanın politika önceliklerini kurumlara doğrudan taşımaları, kurumlardaki yetkilerini
başkanın siyasi tercihleri doğrultusunda kullanmaları, atanmalarının ve görevden
alınmalarının daha az maliyetli bir denetim aracı sunması nedenleriyle bürokrasinin
denetimi üzerinde doğrudan ve diğer yetkilerinden daha fazla etki yaratmaktadır.
Bu çerçevede, CHS’de üst kademe kamu yöneticilerinin atanması ve görevden alınmalarına
Anayasada yer verilmiş, sisteme geçilen ilk birkaç gün içerisinde yürürlüğe konan ayrı bir
mevzuatla düzenlenmiş, cumhurbaşkanına orta kademe yöneticileri belirlemede söz sahibi
olma hakkı verilmiş, her kademedeki yöneticilerin kurumlardaki personel politikasına da
etki edebilmeleri sayesinde pek çok başkanlık sistemi örneğindekinden de geniş yetkiler
tanımıştır. Bu çalışma, başkanlık sistemlerinde bürokrasinin siyasi denetimi teorileri
çerçevesinde CHS ile cumhurbaşkanına verilen atama ve görevden alma yetkileri ve
bürokrasi üzerindeki etkili tek denetimin cumhurbaşkanınca yapılmasıyla bürokrasinin her
kademesinin fazlasıyla siyasileştiğini tartışmayı hedeflemektedir.
Anahtar Kelimeler: bürokrasi, siyasi denetim, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, üst kademe kamu
yöneticisi, atama.
28
Political Control Of Bureaucracy In Presidential Systems: The Case Of Turkey
Aslı Kan1
Abstract
The questions of what the democratic limits of public power, which the bureaucracy
derives from its experience and knowledge, should be, and how the bureaucracy can be
accounted for, emerge as a common intersection of political science and public
administration. In this discussion, the systems of government that determine the relations
between state powers (legislative, executive, and judicial) also shape how the bureaucracy
is to be controlled by elected bodies since it determines the duties and powers of the organs
and their limitations vis-à-vis each other. Thus, in a parliamentary system in which the
government is elected by parliament, and in presidential systems in which the legislative
and executive are determined by separate elections, political control of the bureaucracy
differs. In our country, the presidential system of government (PSG), as an example of a
presidential system adopted by the constitutional referendum in 2017 and put into practice
as of July 9, 2018, has brought some significant changes in the control of bureaucracy.
This study aims to evaluate how the political control of the bureaucracy is carried out in
the presidential system, who is the most effective power, which tool(s) this power uses,
and to seek answers to the questions of who the most effective actor of the control is in the
PSG, and how the control is applied.
In the presidential system, which is based on the principle of separation of powers,
independence of the legislative and executive from each other, the political-administrative
dichotomy that prevailed until the 1940s and was put forward by Wilson, elected officials
expected from the bureaucracy as subordinates to implement the policies determined by
the elected, thus bureaucracy would be controlled. However, the inadequacy of this
dichotomy was understood when it was seen that the bureaucracy was involved in the
policymaking and implementation processes with the discretion developed as a result of
its experience and expertise in applying abstract norms to concrete events, and thus in
politics in the sense of building a better society.
Since the 1950s, it has been seen that the issue of controlling the bureaucracy in presidential
systems has been examined on the basis of institutions within the framework of the
principal-agent theory. In this theory, which is based on the assumptions that it is
impossible or difficult to control the bureaucracy, that bureaucrats prioritize their own
interests, and that there is an information asymmetry between the appointed and the
elected, it is accepted that the legislature keeps the bureaucracy under ex-ante control by
means of approving the budget, legislative arrangements and reporting, asking questions,
etc. The legislature, thanks to the feedback of interest groups and the reporting
responsibility it imposes on the bureaucracy, overcomes the problem of information
asymmetry and performs control. On the other hand, since the legislature is made up of
1
Master Student, Aslı Kan, Middle East Technical University, aslikan82@gmail.com
29
members and groups with different interests and goals, the subordination of the national
interest and the length and complexity of its processes limit the effectiveness of the control.
Furthermore, the theory is seen as inadequate in presidential systems because it ignores
the powers of the president that have a direct impact on the bureaucracy.
Upon these developments, again within the framework of the principle-agent theories, the
role of the president's very broad powers over the bureaucracy such as appointing senior
public administrators, preparing budgets, and establishing or abolishing institutions for
the control of the bureaucracy has been raised. In particular, the president's power to
appoint and dismiss senior public administrators has a direct and greater impact on the
control of the bureaucracy than his other powers, as the appointed directly conveys the
president's policy priorities to the institutions, use their powers in the institutions in
accordance with the president's political preferences, and this power pf appointment and
dismissal provides less costly means of control.
In this context, the power to appoint and dismiss senior public administrators in the PSG
was included in the Constitution, regulated by separate legislation enacted within the first
few days of the transition to the system, the president was given the right to have a say in
the determination of middle level administrators, and thanks to the fact that administrators
at all levels could also influence the personnel policy in the institutions, it granted broader
powers than in many examples of the presidential system. This study aims to argue that
within the framework of the theories of political control of the bureaucracy in presidential
systems, in the PSG the powers of appointment and dismissal given to the president and
carrying out the sole control over the bureaucracy, highly politicize the bureaucracy at all
levels.
Keywords: bureaucracy, political control, presidential system of government, senior public
administrator, appointment.
30
BİRİNCİ GÜN: BİRİNCİ OTURUM
26.10.2023 13:00-14:15 Koçumbeli Salonu
Mülki ve Yerel Yönetim
Oturum Başkanı: Uğur Sadioğlu
Sürdürülebilir Kalkınmada Belediyelerin Rolü: İstanbul’da Bir İlçe Belediyesi Örneği
Municipal Policy (In)Capacity in Istanbul for Sustainable Development
Ebru Ertugal, Faik Gür, İnan Sevinç
İklim Değişikliği Karşısında Yerel Yönetimlerin Rolü: Türkiye’deki Büyükşehir Belediyeleri
Üzerinden Bir Değerlendirme
An Assessment of the Role of Local Governments in the Face of Climate Change through
Metropolitan Municipalities in Turkey
Sezgin Sezgin
Marmara Havzasındaki Büyükşehir Belediyelerinin Su Yönetim Stratejileri
Water Management Strategies of Metropolitan Municipalities in the Marmara Basin
Müslüm Yıldız, Hamza Ateş
Kayyım Atanan Belediyelerin İdari Teşkilattaki Yeri
The Place of Trustee-Appointed Municipalities in the Administrative Organization
Cengiz Ergün
Mülki İdare Birimlerinin Artması ile Popülist Siyaset Arasındaki İlişki: Anap Örneği (1983-1991)
The Relationship Between the Increase in Civil Administrative Units and Populist Politics: The Case
of ANAP (1983-1991)
Çağrı Çolak
31
Sürdürülebilir Kalkınmada Belediyelerin Rolü: İstanbul’da Bir İlçe Belediyesi
Örneği*
Ebru Ertugal1
Faik Gür2
İnan Sevinç3
Özet
Bu çalışma küresel politika gündeminde önemli yer kaplayan Birleşmiş Milletler (BM)
Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarının (SKA’lar) yerel düzeyde nasıl karşılandığı, statüsü,
yerindeliği ve geçerliliğini kamu politikaları literatürünün iki kavramıyla anlamayı ve
açıklamayı amaçlar. İstanbul ilinin bir ilçe belediyesine dayanan vaka analizi yöntemiyle
belediyenin politika kapasitesinin nasıl ve hangi yollarla SKA’ların belediye politika ve
uygulamalarına entegre edilme derecesini etkilediğini ortaya koyar. Bulgulara dayanarak üç
tür sonuca varılmıştır. Birincisi, literatürde politika kapasitesi kavramının alt unsurlarını
teşkil eden yeterlilikler arasındaki ilişkileri ilgilendirir. Buna göre, toplam politika
kapasitesini siyasi yeterliliklerin, operasyonel ve analitik yeterliliklerden göreceli olarak
daha çok belirlediği ortaya çıkmıştır. İkincisi, kamu politikaları literatüründe ihmal edilmiş
bazı kurumsal/kültürel faktörlerin politika kapasitesinin alt unsurlarını teşkil etmesi
gerektiği sonucudur. Bunlar arasında özellikle kimlik, kamu vatandaşlığı ve beklentiler öne
çıkmaktadır. Üçüncüsü, politika entegrasyonunun itici güçleri ile ilişkilidir. Özellikle liderlik
ve öğrenmenin politika kapasitesi ile etkileşerek politika entegrasyon derecesini etkilediği
sonucuna varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: belediye, İstanbul, politika kapasitesi, politika entegrasyonu, sürdürülebilir kalkınma
amaçları, Türkiye
* Bu çalışma, Doç. Dr. Ebru Ertugal’ın TÜBİTAK için hazırladığı 66 sayfalık rapordan elde edilmiştir.
Raporda etraflıca işlenen kimi konular bu konferansa sunulacak “tam metin kelime sınırı” nedeniyle ya
çıkarılmış ya da kısaltılmıştır. Örneğin, literatür değerlendirmesinin önemli bir kısmı ve alan
araştırmasına ışık tutan ekler çıkarılmıştır.
1 Doç. Dr., Ebru Ertugal (Proje Yürütücüsü), Özyeğin Üniversitesi, ebru.ertugal@ozyegin.edu.tr
2 Doç. Dr., Faik Gür (Araştırmacı), Özyeğin Üniversitesi, faik.gur@ozyegin.edu.tr
3 Dr., İnan Sevinç (Araştırmacı), Esenyurt Belediyesi
32
Municipal Policy (In)Capacity in Istanbul for Sustainable Development
Ebru Ertugal1
Faik Gür2
İnan Sevinç3
Abstract
This study seeks to understand and explain how the global policy agenda of the United
Nations’ (UN) Sustainable Development Goals (SDGs) is received at the local level, its local
status, relevance, and validity using two concepts in public policy literature, namely policy
capacity and policy integration. Based on a case study of a district municipality in the
province of Istanbul, the study examines the ways in which and the degree to which
municipality’s policy capacity affects policy integration of SDGs into municipal
policymaking and implementation. Findings of the study point to three conclusions. The
first concerns the relationship between the three types of capabilities that together
underpin the concept of policy capacity as defined in the literature. Accordingly, political
capabilities exert a disproportionately high impact on overall policy capacity compared to
analytical and operational capabilities. Second, some of the institutional/cultural factors
that have hitherto received limited attention in public policy literature appear to be
important components of the concept of policy capacity. These are identity, public
citizenship, and expectations. The third concerns the driving forces of policy integration.
In particular, leadership and learning interact with components of policy capacity to shape
the degree of policy integration.
Keywords: Istanbul, Municipality, policy capacity, policy integration, sustainable development
goals, Turkey
Assoc. Prof. Dr., Ebru Ertugal (Project Supervisor), Özyeğin University, ebru.ertugal@ozyegin.edu.tr
Assoc. Prof. Dr., Faik Gür (Project Researcher), Özyeğin University, faik.gur@ozyegin.edu.tr
3 Dr., İnan Sevinç (Project Researcher), Esenyurt Municipality
1
2
33
İklim Değişikliği Karşısında Yerel Yönetimlerin Rolü Türkiye’deki Büyükşehir
Belediyeleri Üzerinden Bir Değerlendirme
Sezgin Sezgin1
Özet
Dünya üzerinde yaşanan çevre sorunlarının kökeninin insanlık tarihi kadar eski olduğunu
söylemek mümkündür. Sanayi Devrimi’ne kadar gelinen süreçte, insanlığın doğa
üzerindeki tahakkümü görece daha sınırlı olduğundan yaşanan çevre sorunları doğanın
kendisini onarabilme kapasitesinin altında kalmıştır. Sanayi Devrimi ile fosil yakıtların ve
kimyasalların üretim ve ulaşım gibi başat birçok alanda kullanımının yaygınlaşmasıyla
insanın doğa üzerinde kurduğu tahakküm, çevre açısından geri dönülemez boyutlara
ulaşmıştır. Kentleşmenin de bu dönemden itibaren hızla artmasıyla sera etkisi görülmeye
başlanmış ve dünyada yüzey sıcaklıkları insan kaynaklı bir biçimde yükselmiştir. Küresel
ısınma olarak karşımıza çıkan ve tüm dünyayı farklı şekillerde etkilemesi beklenen bir
iklim krizi ile insanlık karşı karşıyadır. Birleşmiş Milletler tarafından yapılan iklim
değişikliğinin günümüzdeki ve yakın gelecekteki olası etkileri projeksiyonlarında; sel
baskınları, orman yangınları ve fırtınaların sayısının ve şiddetinin artması, iklimlerin sahip
oldukları yağış düzenlerinin bozulması ve sonuçta kimi bölgelerde aşırı yağışlara kimi
bölgelerde ise kuraklığa neden olması, aşırı sıcakların etkisiyle yeni istilacı türlerin ortaya
çıkması, belirli bölgelerde ortaya çıkan salgın hastalıkların dünya geneline yayılması, iklim
mülteciliği gibi sonuçlar beklenmektedir. Türkiye’nin de iklim değişikliğinden çeşitli
açılardan etkilenmesi beklenmektedir. Küresel ısınmanın azaltılamaması halinde;
Türkiye’nin batısında sıcaklıkların 5-6 derece, Orta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
bölgelerinde 3-4 derece artması beklenmektedir. Ülke genelinde kış aylarında sıcaklıkların
2-3 derece yükselmesi yine beklenen olumsuz sonuçlardan biridir. Karadeniz Bölgesi’nde
mevsim yağışlarının ortalama %10-20 arası artması beklenirken güney bölgelerde ise
yaklaşık %30 azalması beklenmektedir. Yani ülkenin kuzeyinin aşırı yağışlarla, güneyinin
ise aşırı kuraklıkla karşı karşıya kalması muhtemeldir. Bu minvalde Türkiye’deki kentlerin
iklim değişikliğine organizasyonel ve planlama açısından ne kadar hazır olduğunun
incelenmesi önem arz etmektedir. Bu çalışmanın amacı; Türkiye’deki 30 büyükşehir
belediyesinin iklim değişikliği ile mücadele konusunda sahip oldukları organizasyon
yapısı ve -varsa- eylem planlarının incelenerek sahip olunan avantaj ve eksikliklerin ortaya
konmasıdır. Türkiye nüfusunun yaklaşık %80’inin büyükşehirlerde yaşaması nedeniyle
yalnızca büyükşehir olan iller çalışma kapsamına dahil edilmiş ve çalışma bu açıdan
sınırlandırılmıştır. Çalışma nitel araştırma yöntemi kullanılarak hazırlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: yerel yönetimler, iklim değişikliği, küresel ısınma, iklim değişikliği eylem
planları
1
Dr. Öğr. Üyesi, Sezgin Sezgin, Kırklareli Üniversitesi, sezgin_sezqin@hotmail.com
34
An Assessment of the Role of Local Governments in the Face of Climate Change through
Metropolitan Municipalities in Turkey
Sezgin Sezgin1
Abstract
It is possible to say that the origin of environmental problems experienced on Earth is as
old as human history. In the period up to the Industrial Revolution, humanity's domination
over nature has been relatively limited, and the environmental problems experienced have
remained below the capacity of nature to repair itself. With the spread of the use of fossil
fuels and chemicals in many major areas such as production and transportation with the
Industrial Revolution, the domination established by man over nature has reached
irrevocable dimensions in terms of the environment. With the rapid increase of
urbanization since this period, the greenhouse effect has started to be observed and surface
temperatures in the world have increased due to human causes. Humanity is facing a
climate crisis that comes across as global warming and is expected to affect the whole world
in different ways. In the projections of the possible effects of climate change in the present
and near future made by the United Nations; it is expected that the number and severity
of floods, forest fires and storms will increase, the precipitation patterns of climates will
deteriorate and eventually cause excessive precipitation in some regions and drought in
some regions, new invasive species will appear under the influence of extreme
temperatures, epidemics occurring in certain regions will spread worldwide, climate
refugees. It is expected that Turkey will also be affected by climate change in various ways.
If global warming cannot be reduced; Temperatures are expected to increase by 5-6 degrees
in the west of Turkey and 3-4 degrees in the Central, Eastern and Southeastern Anatolia
regions. An increase in temperatures by 2-3 degrees during the winter months across the
country is again one of the expected negative consequences. Seasonal precipitation is
expected to increase by an average of 10-20% in the Black Sea Region, while it is expected
to Decelerate by about 30% in the southern regions. In other words, it is likely that the
north of the country will face excessive rains and the south will face extreme drought. In
this context, it is important to examine how ready cities in Turkey are for climate change
in terms of organizational and planning. The aim of this study is to examine the
organizational structure and - if any- action plans of 30 metropolitan municipalities in
Turkey to combat climate change and to reveal the advantages and disadvantages they
have. Due to the fact that about 80% of the population of Turkey lives in metropolitan cities,
only metropolitan provinces were included in the scope of the study and the study was
limited in this respect. The study was prepared using the qualitative research method.
Keywords: local governments, climate change, global warming, climate change action plans.
1
Assist. Prof. Dr., Sezgin Sezgin, Kırklareli Üniversitesi, sezgin_sezqin@hotmail.com
35
Marmara Havzasındaki Büyükşehir Belediyelerinin Su Yönetim Stratejileri
Müslüm Yıldız1
Hamza Ateş2
Özet
Yaşamın vazgeçilmez bir unsuru olarak su, yokluğu veya azlığı durumunda halk
sağlığından gıda krizlerine kadar pek çok alanı etkileyebilmektedir. Özellikle nüfusun
artmasıyla birlikte gerek evsel gerek sanayi gerekse tarımsal amaçlı su kullanımı gittikçe
artmaktadır. Bu durum su kaynakları üzerindeki baskıyı artırarak birçok zorluğu
beraberinde getirmektedir. Bu nedenle mevcut su kaynaklarının belirli bir plan dâhilinde
kullanıma sunulması ve bu kapsamda yönetilmesi büyük bir önem taşımaktadır. Su,
dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de havza temelli bir yaklaşımla
yönetilmektedir. Bununla ilgili olarak Türkiye 25 hidrolojik havzaya ayrılmıştır. Bunların bir
kısmı açık, bir kısmı kapalı, bir kısmı ise sınır aşan havza özelliği taşımaktadır. Ancak
özellikle Marmara Havzası, toplam nüfus ve toplam akış açısından diğer havzalardan
farklılaşmaktadır. Marmara Havzası toplam ülke nüfusunun yaklaşık %28’ine ev sahipliği
yaparken ülkedeki toplam akışın yalnızca yaklaşık olarak %4’ü burada gerçekleşmektedir.
Marmara Havzası’nda bulunan iller, ilin havza sınırları içerisinde kalan nüfusunun havza
nüfusuna oranı açısından sırayla İstanbul, Kocaeli, Çanakkale, Bursa, Tekirdağ, Yalova,
Balıkesir, Kırklareli ve Edirne’dir. İstanbul, Kocaeli ve Yalova illerinin tüm nüfusu Marmara
Havzası içerisinde yaşamaktadır. Marmara Havzası’nın su açısından kritik durumu
buradaki belediye yönetimlerini ön plana çıkarmaktadır.
Büyükşehir belediyeleri ile il belediyelerinin su konusundaki görev, yetki ve sorumlulukları
farklılık göstermektedir. Büyükşehir belediyeleri su kaynaklarının korunması, planlama,
izin denetim ve yaptırım, izleme, su kaynaklarının tahsisi gibi alanlarda yetkiliyken il
belediyeleri yalnızca izleme konusunda yetkili kılınmıştır. Nitekim 5216 sayılı Büyükşehir
Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesinde “sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak
çevrenin, tarım alanlarının ve su havzalarının korunmasını sağlamak” ve “su ve
kanalizasyon hizmetlerini yürütmek, bunun için gerekli baraj ve diğer tesisleri kurmak,
kurdurmak ve işletmek; derelerin ıslahını yapmak; kaynak suyu veya arıtma sonunda
üretilen suları pazarlamak” büyükşehir belediyelerinin görev ve sorumlulukları arasında
sayılmıştır. Diğer yandan 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda ise belediyelerin görev ve
sorumlulukları arasında suyla ilgili olarak yalnızca “… su ve kanalizasyon … hizmetlerini
yapar veya yaptırır” ibaresi yer almaktadır. Belediyelerin su ve kanalizasyon hizmetlerine
ilişkin en ayrıntılı kanun ise 23.11.1981 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
giren 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri
Hakkında Kanun’dur. Söz konusu Kanun ilk başta İstanbul özelinde uygulanmaya
koyulmuşsa da 1986 yılında eklenen bir madde ile Kanun’un diğer büyükşehir
1
2
Doktor Adayı, Müslüm Yıldız, İstanbul Medeniyet Üniversitesi, yildizmuslum@outlook.com
Prof. Dr., Hamza Ateş, İstanbul Medeniyet Üniversitesi, hamza.ates@medeniyet.edu.tr
36
belediyelerinde de uygulanması hükme bağlanmıştır. Mevcut durumda 2560 sayılı Kanun’a
dayanılarak büyükşehir belediyesi sınırları içerisindeki su ve kanalizasyon hizmetleri,
büyükşehir belediyelerine bağlı, ayrı bir bütçeye sahip ve tüzel kişiliği haiz su ve
kanalizasyon idareleri tarafından yürütülmektedir.
Bu çalışma, Marmara Havzası’nda bulunan büyükşehir belediyelerinin su ve kanalizasyon
idarelerince hazırlanan stratejik planlar arasında bir ilişki olup olmadığını ve bir ilişki söz
konusuysa bu ilişkinin boyutlarını ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Çalışma kapsamında
“söz konusu kurumlar birbirinden tamamen bağımsız mı çalışmaktadır yoksa aynı
hidrolojik havza üzerinde olmaları nedeniyle stratejilerinde belirgin bir uyum bulunmakta
mıdır?” sorusuna yanıt aranmaktadır. Bu kapsamda İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi
Genel Müdürlüğü (İSKİ), Kocaeli Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (İSU), Bursa
Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (BUSKİ) ve Tekirdağ Su ve Kanalizasyon
İdaresi Genel Müdürlüğü (TESKİ) tarafından hazırlanmış olan stratejik planların doküman
analizi kullanılarak birbirleriyle benzerlikleri ve farklılıkları ortaya konmakta, söz konusu
kuruluşların aynı havzada bulunmasının hazırlanan stratejik planlarda nasıl bir karşılığı
olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Buradan hareketle belediyelerin su yönetimi alanında nasıl
bir iş birliği geliştirebileceği tartışılmaktadır. Elde edilen sonuçlar diğer hidrolojik
havzalarda bulunan belediyeler için de örneklik teşkil edebilecek veya örnekleme dahil
edilen belediyeler arasında yeni uyum stratejilerinin belirlenmesine katkı sağlayabilecek
niteliktedir.
Anahtar Kelimeler: su yönetimi, Marmara Havzası, su ve kanalizasyon idareleri
37
Water Management Strategies of Metropolitan Municipalities in the Marmara Basin
Muslum Yildiz1
Hamza Ates2
Abstract
As an indispensable element of life, water can affect many areas, from public health to food
crises, in case of its absence or scarcity. Especially with the increase in population, water use
for both domestic, industrial, and agricultural purposes is increasing. This situation increases
the pressure on water resources and brings with it many difficulties. For this reason, it is of
great importance that existing water resources are made available for use within a specific
plan and managed within this scope. Water is managed with a basin-based approach in
Turkey, as in many countries of the world. Regarding this, Türkiye is divided into 25
hydrological basins. Some of them are open, some are closed, and some have transboundary
basin characteristics. However, especially the Marmara Basin differs from other basins in
terms of total population and total flow. While the Marmara Basin hosts approximately 28%
of the total country's population, only approximately 4% of the total flow in the country
occurs here. The provinces in the Marmara Basin are Istanbul, Kocaeli, Çanakkale, Bursa,
Tekirdağ, Yalova, Balıkesir, Kırklareli and Edirne, in order of the ratio of the population of
the province within the basin borders to the basin population. The entire population of
Istanbul, Kocaeli and Yalova provinces lives within the Marmara Basin. The critical water
situation of the Marmara Basin brings the municipal governments here to the fore.
The duties, powers and responsibilities of metropolitan municipalities and provincial
municipalities regarding water differ. While metropolitan municipalities are authorized in
areas such as protection of water resources, planning, permit inspection and sanction,
monitoring, and allocation of water resources, provincial municipalities are authorized only
for monitoring. Article 7 of the Metropolitan Municipality Law No. 5216 states "to ensure the
protection of the environment, agricultural areas and water basins by the principle of
sustainable development" and "to carry out water and sewage services, to establish, have
established and operated the necessary dams and other facilities for this purpose; to
rehabilitate streams; "Marketing spring water or water produced after treatment" is
considered among the duties and responsibilities of metropolitan municipalities. On the
other hand, in Municipality Law No. 5393, among the duties and responsibilities of
municipalities, only the phrase "... provides or procures water and sewerage... services"
regarding water is included. The most detailed law regarding the water and sewage services
of municipalities is Law No. 2560 on the Establishment and Duties of the General Directorate
of Istanbul Water and Sewerage Administration, which came into force after being published
in the Official Gazette dated 23.11.1981. Although the Law in question was initially
implemented in Istanbul, an article added in 1986 made it possible for the Law to be
1
2
PhD Candidate, Muslum Yildiz, Istanbul Medeniyet University, yildizmuslum@outlook.com
Prof. Dr., Hamza Ates, Istanbul Medeniyet University, hamza.ates@medeniyet.edu.tr
38
implemented in other metropolitan municipalities as well. Based on Law No. 2560, water,
and sewerage services within the borders of the metropolitan municipality are carried out by
water and sewerage administrations affiliated with the metropolitan municipalities, which
have a separate budget and legal entity.
This study aims to reveal whether there is a relationship between the strategic plans prepared
by the water and sewerage administrations of the metropolitan municipalities in the
Marmara Basin and, if there is a relationship, the dimensions of this relationship. Within the
scope of the study, "Do the institutions in question work completely independently of each
other, or is there a clear harmony in their strategies since they are on the same hydrological
basin?" The answer to the question is sought. In this context, the strategic plans prepared by
Istanbul Water and Sewerage Administration General Directorate (ISKİ), Kocaeli Water and
Sewerage Administration General Directorate (ISU), Bursa Water and Sewerage
Administration General Directorate (BUSKİ), and Tekirdağ Water and Sewerage
Administration General Directorate (TESKİ) By using document analysis, their similarities
and differences are revealed, and it is concluded that the presence of the organizations in
question in the same basin has a counterpart in the prepared strategic plans. Based on this, it
is discussed how municipalities can develop cooperation in the field of water management.
The results obtained can serve as an example for municipalities in other hydrological basins
or contribute to the determination of new adaptation strategies among the municipalities
included in the sample.
Keywords: water management, Marmara Basin, water and sewerage administrations
39
Kayyım Atanan Belediyelerin İdari Teşkilattaki Yeri
Cengiz Ergün1
Özet
Bir kişiliğin idare olduğunu söylemek ve idari teşkilattaki yerini anlamak için ilk önce
kamu tüzel kişiliği araştırması yapılır. Tüzel kişilik yönünden yapılacak saptamanın, söz
konusu idarenin teşkilattaki yerini gösterdiği kabul edilir. Devlet tüzel kişiliği içinde yer
alanlar merkezden yönetim; kendi kamu tüzel kişiliğine sahip olanlar ise yerinden yönetim
başlığı altında sıralanır. Dolayısıyla teşkilat şeması ile kastedilen, çeşitli kamu tüzel
kişiliklerinin tek bakışta gösterildiği bir resimden ibarettir ve gruplandırmada merkezden
yönetim ve yerinden yönetim yerine “devlet tüzel kişiliği” ve “diğer kamu tüzel kişileri”
başlıkları kullanılsa, şemada hiçbir değişiklik olmaz gibi görünmektedir.
Diğer taraftan hem kendi tüzel kişiliği olan hem de merkezi unsurlar içinde düzenlenen
idarelerin (bunun en bilindik örneği Cumhurbaşkanlığı Ofisleridir) tüzel kişiliğine yapılan
atıf, bu idarelerin şemadaki pozisyonunu belirlemede yetersiz kalmaktadır. Bunun sebebi,
vesayet kavramının ancak iki farklı tüzel kişilik arasında ve hiyerarşi kavramının ise ancak
aynı tüzel kişilik içinde mümkün olabilmesidir. Dolayısıyla bu durumu sağlayan şey,
devlet tüzel kişiliği ile diğer kamu tüzel kişileri arasındaki ilişkide hiçbir şekilde hiyerarşik
denetim ve yetkilerin yeri olmadığına yönelik ön kabuldür. Öyleyse şemanın tüzel kişilik
üzerinden kurulması fikrinden vazgeçilerek, yukarıdaki karmaşayı besleyen “devlet tüzel
kişiliğinin hiyerarşisine tâbi olma” ve “vesayet altında olma” durumlarının bu defa,
idarelerin idari teşkilattaki yerini belirlemek için kullanılacak birer kriter olarak
değerlendirilmesi önerilebilir. Önerinin temel ilkesi “tâbi olan”ı kesinlikle merkezden
yönetim altına yazmak, “vesayet altında olan”ı da merkezi idare sütunundan dışlayarak
yerinden yönetim başlığının altına taşımaktır. Yine de geleneksel şema büyük ölçüde
değişmez. Çünkü merkezi idare dışında kalan idarelerin büyük çoğunluğu zaten aynı
zamanda vesayete tâbi makamlardır. Yani tüzel kişiliği olanlarla vesayete tâbi olma
niteliğini koruyanlar şemadaki yerlerinde kalırlar. Tüzel kişilikten vazgeçip tabiiyet ilişkisi
temel alındığında ise Cumhurbaşkanlığı Ofisleri gibi hem tüzel kişi olup hem de hiyerarşi
görünümünde bir denetime tâbi olanlar için merkezden yönetim sütunu dışında bir
konum aramamıza gerek kalmaz.
Böylece idari teşkilatta yerinden yönetim başlığı altında gösterilen belediyelerin konumu
da artık tartışılabilir hale gelir. 6758 sayılı yasa ile aynen kabul edilen, 2016 tarihli, 674 sayılı
OHAL KHK’sinin 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 45 ve 57. maddelerine getirdiği ek
fıkralar; terör veya şiddet olaylarının varlığı ile terör örgütlerine yardım ve yataklık
hallerinde, içişleri bakanı ve valilere belediyelerin organlarının teşkili ile belediye
hizmetlerinin görülme usulleri konularında geniş yetkiler vermiştir. Bu düzenlemeler göz
önüne alındığında bazı belediyelere kayyım olarak atanan vali ve kaymakamlar, bir
1
Arş Gör., Cengiz Ergün, Ankara Üniversitesi, cengizergun@gmail.com
40
mahalli idare olan belediye hizmetlerini organize ederken yetkilerinin ne kadarını bir
mahalli idare yöneticisi olarak, ne kadarını da merkezi idarenin taşra teşkilatının bir üyesi
olarak kullanmaktadır? Kayyım olarak atananlar kendilerini hangi makama karşı sorumlu
görmektedirler? Bu durumda eğer il-ilçe idaresiyle mahalli idarenin iç içe geçtiği tespit
edilecek olursa, idari teşkilatta yerinden yönetim kısmı altına yazılacağından hiç şüphe
duymadığımız belediyelerden, kayyım usulüyle yönetilenlerin yerinden yönetim
ilkelerinden uzaklaştıkça artık merkezden yönetim başlığı altına yazılması önerilebilir.
Anahtar Kelimeler: idari teşkilat, kamu tüzel kişiliği, devlet tüzel kişiliği, kayyım, hiyerarşi,
vesayet, belediye
41
The Place of Trustee-Appointed Municipalities in the Administrative Organization
Cengiz Ergün1
Abstract
To assert the status of an entity as an administration and comprehend its position within
the administrative organisation, a scrutiny of the entity as a public legal entity is initially
undertaken. The determination of a legal entity is commonly acknowledged as a means to
ascertain the position of the administration within the organisation. Those within the state
legal entity are listed under the heading of central administration, while those with their
own public legal entity are listed under the heading of decentralized administration.
Therefore, what is meant by the organizational framework is merely a picture showing
various public legal entities at a glance, and if the titles "state legal entity" and "other public
legal entities" were used in the grouping instead of central administration and
decentralization, it seems that there would be no change in the framework.
However, the mention of the legal entity of administrations, which possess their own legal
entity and operate within central entities (such as the Presidential Offices, which serve as
a prominent example), does not provide adequate information to ascertain the role of these
administrations within the framework. The reason for this is that the notion of tutelage can
only be established between distinct legal entities, while the notion of hierarchy can only
be established inside a single legal entity. Hence, it is assumed that there is no place for
hierarchical control and authority in the interaction between the state legal entity and other
public legal entities. Therefore, it is advisable to propose the abandonment of the notion of
constructing the framework solely on the foundation of legal personality, and instead,
consider the criteria of "being subject to the hierarchy of state legal personality" and "being
under tutelage" as determinants for situating administrations within the administrative
organisation. This shift in perspective aims to address the aforementioned confusion. The
basic principle of the idea entails the strict placement of "subject to" within the purview of
central administration, while relocating "under tutelage" from the central administration
category to the realm of decentralisation. Yet the traditional framework remains largely
unchanged. This is because the vast majority of the administrations outside the central
administration are already under tutelage at the same time. In other words, those with
legal entity and those that remain under tutelage remain in their places in the framework.
When the concept of legal entity is disregarded and the principle of subordination is used
as a foundation, there is no necessity to seek an alternative place beyond the central
administration pillar for entities like the Presidential Offices, which possess legal status
and are subject to hierarchical authority.
Thus, the position of municipalities, which are listed under the heading of decentralization
in the administrative organization, becomes questionable. The additional paragraphs
1
Res. Assist., Cengiz Ergün, Ankara University, cengizergun@gmail.com.
42
introduced to Articles 45 and 57 of the Law No. 5393 on Municipalities by the State of
Emergency Decree Law No. 674 of 2016, adopted verbatim by Law No. 6758, gave the
Minister of Interior and the governors broad powers over the composition of the organs of
municipalities and the procedures for the provision of municipal services in cases of
terrorism or violence, or aiding and abetting terrorist organizations. Considering these
regulations, to what extent do the governors and district governors appointed as trustees
to some municipalities exercise their powers as a local administration administrator and to
what extent as a member of the provincial organization of the central administration while
organizing municipal services? To which authority do those appointed as trustees consider
themselves responsible? In this case, if it is determined that provincial-district
administration and local administration are intertwined, it may be suggested that
municipalities, which we have no doubt will be written under the decentralization section
of the administrative organization, should be written under the heading of centralized
administration as they move away from the principles of decentralization.
Keywords: administrative organization, public legal entity, state legal entity, trustee, hierarchy,
tutelage, municipality.
43
Mülki İdare Birimlerinin Artması ile Popülist Siyaset Arasındaki İlişki:
ANAP Örneği (1983-1991)
Çağrı Çolak 1
Özet
Tarihte siyasi iktidarı elde etme veya koruma amacıyla siyasi parti ve aktörlerin; tarımdan
ticarete, ekonomiden sosyal politikalara kadar birçok farklı alanda popülist bir siyaset
tarzına başvurduğuna tanıklık edilmiştir. Başlangıçta toplumun “halk” ve “seçkin zümre”
olarak iki temel cepheye ayrılması ve halkın iradesinin seçkinlerinkine karşıt bir şekilde
siyasete yansımasını ifade eden popülizm kavramı, zamanla sıradan insanların rasyonel
veya irrasyonel her türlü taleplerine duyarlı olmak suretiyle halkın desteğini almaya yönelik
rekabetçi bir siyaset tarzının etiketi hâline gelmiştir. Kaldı ki son yüzyılda popülizm, pejoratif
anlamda, halkın duygularına hitap eden ve onları ilgi ve bilgi yoksunu oldukları hassas
konularda bile kendi tarafına çeken politikacıların davranışlarını belirtmek için başvurulan
bir terim olarak siyaset bilimi literatüründeki yerini almıştır. İktidar olabilme hırsı,
seçilebilme telaşı ve oy alabilme yarışı; iktidar ve muhalefet partilerini diğer birçok alanda
olduğu gibi kamu yönetimi açısından da verimsiz ve gereksiz politika vaatlerine itmiş ve
çoğu zaman bu vaatler gerçekleştirilmiştir. Türkiye’de popülist siyaset tarzının kamu
yönetimi alanındaki yansımaları, genellikle mülki ve mahallî idare birimlerinin
standartlardan yoksun ve keyfî bir biçimde artmasında belirgin bir şekilde hissedilmektedir.
Buradan hareketle, Türkiye’de mülki idare birimlerinin artması ile popülist siyaset
arasındaki ilişkinin Anavatan Partisi (ANAP) dönemindeki mülki idare düzenlemeleri
üzerinden incelenmesi çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Çalışmada popülizmin
kavramsal çerçevesine yönelik bilgiler için literatür incelemesi, ANAP dönemindeki mülki
idare düzenlemelerine ilişkin veriler için ise doküman incelemesi yöntemleri tercih
edilmektedir. ANAP’ın 1983-1991 arasında sekiz yıl tek başına iktidar olduğu dönemin
araştırma nesnesi olarak tercih edilmesinde, cumhuriyet tarihinde en çok il ve ilçe kurulan
zaman aralığının söz konusu döneme tekabül etmesi belirleyici olmuştur. Turgut Özal 45. ve
46., Yıldırım Akbulut 47. ve Mesut Yılmaz 48. Hükümetleri; ANAP’ın sekiz yıllık tek başına
iktidar olduğu dönemde görev yapmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra kurulan 26 ilin 7’si
ve 640 ilçenin 255’i söz konusu hükümetler döneminde kurulmuştur. Diğer bir deyişle,
Türkiye’de 1923 yılından sonra kurulan illerin %27’si, ilçelerin ise %40’ı bu dönemde il veya
ilçe statüsü kazanmıştır. İlave olarak yıllık il ve ilçe kurma ortalamalarına bakıldığında da
ANAP döneminin zirvede olduğu görülmektedir. Bu dönemde yıl başına kurulan il sayısı
ortalaması “0,88”; ilçe sayısı ortalaması ise “31,88” olarak hesaplanmıştır. Dönemin mülki
idare düzenlemeleri açısından bolluk ve zenginliği, mülki idareye yönelik bu politikaların
arka planında popülist siyasetin belirleyici olup olmadığını merak konusu kılmaktadır. Söz
konusu amaç, yöntem ve veriler çerçevesinde kurgulanan bu çalışmanın ilk bölümünde
popülizm, popülist siyaset ve rekabetçi popülizm olguları kavramsal çerçevede ele
alınacaktır. İkinci bölümde Türkiye’deki popülist siyasetin temellerine ve özel olarak ANAP
1
Doç. Dr., Çağrı Çolak, Trabzon Üniversitesi, cagricolak@trabzon.edu.tr
44
popülizmine değinilecektir. Son bölümde ise ANAP döneminde mülki idare sayısının
artmasına aracılık eden hukuki düzenlemelere (3306, 3391, 3392, 3398, 3399, 3508, 3578, 3644,
3647 ve 3760 Sayılı Kanunlar) yer verilecek ve bu çerçevede kanun metinleri, meclis
komisyonu raporları ve kanun tekliflerindeki gerekçeler incelenecektir. Ayrıca ilgili kısımda
ANAP döneminde kurulan 255 ilçeye ilişkin demografik ve sosyoekonomik göstergelere
referansta bulunularak, söz konusu ilçelerin kurulmasında etkili olan gerekçelerin
rasyonelliği ve gerçekçiliği ortaya koyulacak; diğer bir deyişle, mülki idare birimlerinin
artması ile popülist siyaset arasındaki ilişkiye yönelik argümanlar test edilecektir.
Anahtar Kelimeler: Popülizm, mülki idare, il, ilçe, ANAP.
45
The Relationship Between the Increase in Civil Administrative Units and Populist Politics:
The Case of ANAP (1983-1991)
Çağrı Çolak 1
Abstract
Political parties and actors for the purpose of gaining or maintaining political power in
history; it is attested that it referred to a populist style of politics in many different areas
from agriculture to trade, from economics to social policy. The term populism, which
originally expressed the division of society into two basic fronts such as “the people” and
the “elite class” and the reflection of the will of the people in politics as opposed to that of
the elites, over time became a label for a competitive style of politics designed to win
popular support by catering to all kinds of rational or irrational demands of ordinary
people. Moreover, in the last century, populism has taken its place in political science
literature as a pejorative term used to describe the behaviour of politicians who appeal to
the feelings of the people and win them over to their side, even on sensitive issues in which
they lack interest and knowledge. The ambition to be in power, the rush to get elected, and
the race for votes drove the ruling and opposition parties to make inefficient and
unnecessary political promises in public administration, as in many other areas, and these
promises were often implemented. The impact of populist political style on the field of
public administration in Türkiye is clearly felt in the arbitrary and inconsistent growth of
civil and local administrative units. From this point of view, the aim of this study is to
examine the relationship between the increase of civil administrative units and populist
politics in Türkiye by looking at the civil administrative arrangements during the period
of the Motherland Party (ANAP). In the study, the literature analysis is preferred to obtain
information about the conceptual framework of populism, and the methods of document
analysis to obtain data about the civil administrative arrangements in the ANAP period.
Since most of the newly established provinces and sub-provinces in the history of the
republic were established during the ANAP period, the object of research is the period in
which the ANAP alone was in power for eight years between 1983and 1991. The Turgut
Özal (45th and 46th), Yıldırım Akbulut (47th) and Mesut Yılmaz (48th) governments that held
office during the ANAP’s eight years of sole rule. After the proclamation of the Republic,
7 of the 26 newly created provinces and 255 of the 640 sub-provinces were established
during these governments. In other words, 27% of the provinces and 40% of the subprovinces created after 1923 received the status of province or sub-province during this
period. Furthermore, if we look at the annual averages for the creation of provinces and
sub-provinces, we find that the ANAP period reached its peak. During this period, the
average number of provinces established per year was “0.88”; the average number of subprovinces was calculated as “31.88”. Given the abundance and richness of the period in
terms of civil administrative arrangements, the question arises whether the populist
politics in the background of these policies were decisive for civil administration. In the
1
Assoc. Prof. Dr., Çağrı Çolak, Trabzon University, cagricolak@trabzon.edu.tr
46
first part of this study, built within the framework of the above purpose, method and data,
populism, populist politics and competitive populism are discussed in a conceptual
framework. In the second part, the foundations of populist politics in Türkiye and then
specifically the populism of ANAP is mentioned. In the last part, the legal arrangements
(Laws 3306, 3391, 3392, 3398, 3399, 3508, 3578, 3644, 3647, and 3760) that mediated the
increase in the number of civil administrations during the ANAP period are included;
within this framework, the legislative texts, the parliamentary commission reports, and the
justifications in the legislative proposals are examined. Moreover, in the relevant part, the
demographic and socioeconomic indicators of 255 sub-provinces established in the ANAP
period are referenced; in this way, the rationality and realism of the reasons that were
effective for the establishment are revealed. In other words, the arguments for the
relationship between the increase in civil administrative units and populist politics are
examined.
Keywords: Populism, civil administration, province, sub-province, ANAP.
47
BİRİNCİ GÜN: BİRİNCİ OTURUM
26.10.2023 13:00-14:15 Eymir Salonu
Kamu Personeli
Oturum Başkanı: Onur Ender Aslan
Kamu Personelinin Güvence Arayışı Neden Bitmiyor?: 1911 Yılından Bir Belge
Why Does The Search For Security By Public Personnel Never End? A Document From 1911
Selime Yıldırım
Stratejik Yönetim Açısından Üst Düzey Kamu Yöneticilerin Yetiştirilmesi Uygulamaları İle Nasıl
Bir Kamu Yöneticisi Eğitim ve Yetiştirme Sistemi Oluşturulabileceğinin Örneklerle
Değerlendirilmesi
Evaluation with Examples of How a Public Administrator Education And Training System can be
Formed with The Practices of Training Senior Public Administrators in Terms of Strategic
Management
M. Serdar Erbaş
Danıştay Birinci Daire Kararları Doğrultusunda Yükseköğretim Üst Kuruluşları ile
Yükseköğretim Kurumları Yöneticileri ve Personeli Ceza Soruşturma Usulü
Criminal Investigation Procedure for Higher Education Superior Institutions and Higher Education
Institutions Administrators and Personnel in Accordance with the Decisions of the First Chamber of
the Council of State
Rıdvan Işık, Ayhan Gürbüzer, İsmail Sevinç
Kamu Yönetiminde Hizmet Sunumunun Temel İlkeler Çerçevesinde Değerlendirilmesi
Evaluation of Presentation of Service in Public Administration Within the Context of Basic Principles
Vehbi Alpay Günal, Dilara Temizyürek, Esra Aksoy
48
Kamu Personelinin Güvence Arayışı Neden Bitmiyor?:
1911 Yılından Bir Belge
Selime Yıldırım 1
Özet
Kamu personeli, kamu yönetiminin önemli unsurlarındandır. Bu nedenle, kamu
yönetiminde yaşanan sorunlardan etkilenmesi de olağandır. Türkiye’de de bu durum
benzer şekilde ilerlemiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren insan kaynağına dönük
arayış ve eleştiriler ortaya çıkmıştır. Bu eleştirilerden en büyüğü ise memurlara ilişkindir.
Çalışmada, kamu personelinin önemli unsuru olan memurlar temelinde hareket edilse de
bu kümenin diğer elemanları da doğrudan ya da dolaylı olarak dikkate alınmıştır.
Memurların verimsiz çalışmaları ve bürokratik şişkinlik, öne çıkan başlıklardır. Diğer
yandan ise nicel olarak artan memurların pek çok sorunu da ortaya çıkmıştır. Bu
sorunlardan biri de Cumhuriyet öncesi dönemden taşınan memurların sosyal güvenliği
konusudur. Memurlar, geleceklerini güvence altına almak için çeşitli yöntemler
geliştirmiştir.
Osmanlı Devleti’nde ise durum daha çetrefildir. Memurların düzenli bir gelirlerinin
olmayışı, bu konudaki en büyük engeldir. Hazine’nin düzensiz gelir akışı, güvence
sisteminin oluşmasını geciktirmiştir. Osmanlı Devleti’nde ise yerel ihtiyaçların öncelikle
yerel halk ve örgütlenmeler eliyle karşılandığı bilinmektedir. Bu noktada, loncalar başta
olmak üzere örgütlü yapıların bulunduğu görülmektedir.
Bu örgütlerden, ilk ve en ilkel olanı ise sandıklardır. Sadece Osmanlı Devleti’nde değil;
tüm dünyada kullanılan sandık tipi örgütlenme, en basit ve pratik örgütlenme olmuştur.
Bu bağlamda, Osmanlı Devleti’ndeki çalışan kitlelerinin yararlanması olağandır. Öncelikle
gündelik ihtiyaç ve çıkarlar için kullanılan sandıklar, zaman içinde geleceğe dönük birikim
yapmanın bir aracı olmuştur.
Memurların sandıklarla örgütlenmeleri, düzenli gelir sahibi olmaları ile mümkün
olmuştur. Önce askerler sonrasında ise Mülkiye memurları ile birlikte tüm memurların
sandıklar etrafında örgütlendikleri görülmektedir. Sandık sayısının artması ise sorunları
beraberinde getirmiştir. 19. yüzyılın ortasından itibaren örgütlenen sandıkların, geniş
meslek kitlelerine yayılması uygulamada zorluklar doğurmuştur.
20. yüzyılın başında ise sandıklarda, reform arayışı gerçek şekilde ele alınmıştır.
Yayımlanan kanunlarla, emeklilik ve memurların sosyal güvenliği üzerine düzenlemeler
yapılmıştır. Askeri, mülki ve ilmiye memurlarının sandıklarına dönük bir çözüm aranmış
ve Cumhuriyet döneminde de sıkça göreceğimiz şekilde bir uzman raporu ile “reçete”
önerilmiştir.
1
Arş. Gör. Dr., Selime Yıldırım, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, selimeyildirim@kmu.edu.tr
49
Bu rapor, Fransız aktüer Mösyö Ultramar (Olter Emar) tarafından 1911 yılında yazılmıştır.
Raporda her üç sandık da ayrı ayrı incelenerek (askeri, mülki ve ilmiye) sorunlar tespit
edilmiş ve geleceğe dönük çözümler sunulmuştur. Belgenin arşivdeki tam adı “Mülkiye,
İlmiye ve Askeri Tekaüd sandıklarının düzenlenmesi için Mösyö Olter Emar tarafından
hazırlanan rapor” dur.
Bu rapora göre, sandıkların geliri ve sandıktan maaş alanların sayısı temel sorunları
oluşturmaktadır. Kurumsal olarak örgütlenmeleri ve tanınmaları yeni olmasına rağmen,
yaşanan aksaklıklar yapısal sorunlar olduğunu akla getirmektedir. Diğer yandan ise hem
rapor yazılmadan hem de yazıldıktan sonra yasal düzenlemeler yapılmaya devam
etmiştir. Diğer bir deyişle, alanı düzenleme çabası sürmüştür. Raporda, Almanya ve
Fransa ile karşılaştırma yapılarak sandıkların nasıl daha iyi yönetileceğine dair önerilerde
bulunulmuştur.
Bu çalışmada, söz konusu rapor bağlamında 20. yüzyılın başı itibariyle memur
sandıklarında ne gibi sorunlar yaşandığı ve daha geniş açıdan memurların sosyal güvenlik
sistemine dahil olma serüvenleri ele alınacaktır. Bu tartışma yürütülürken sadece
belgedeki bilgilerden hareket edilmeyecek; dönemin sosyo-ekonomik koşulları ile yönetim
yapısı irdelenecektir. Betimsel bir yöntem izlenerek genel görünüm sunulacaktır.
Çalışmada, birincil kaynaklardan yararlanarak memur sandıkları “reformu” tartışılacak ve
memurların günümüzdeki arayışının kaynağı gösterilecektir. Çalışmanın tezi ise yaşanan
sorunların yapısal olduğu ve reformdan daha geniş bir yaklaşımla çözülmesi gerektiğidir.
Bu anlayış, günümüzde benzer alanda yaşanan aksaklıkların çözümüne de katkı
sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: kamu personeli, sandık, reform, sosyal güvenlik, Türkiye.
50
Why Does The Search For Security By Public Personnel Never End?
A Document From 1911
Selime Yıldırım 1
Abstract
Public personnel are one of the most important elements of public
administration. Therefore, it is usual that they are affected by the problems of public
administration. The situation in Turkey has been similar. Since the early years of the
Republic, there has been a search for and criticism of human resources. The most important
of these criticisms relates to civil servants. Although the study is based on civil servants as
the most important element of public personnel, other elements of this cluster have also
been taken into account, directly or indirectly. The inefficiency of civil servants and
bureaucratic bloat are prominent themes. On the other hand, the increasing number of civil
servants has led to many problems. One of these problems is the issue of social security for
civil servants, which was inherited from the pre-republican period. Civil servants have
developed various methods to secure their future.
In the Ottoman Empire, the situation was more complicated. The lack of a regular income
for civil servants was the main obstacle. The irregular flow of revenue from the treasury
delayed the establishment of a security system. In the Ottoman Empire, it is known that
local needs were primarily met by local people and organisations. At this point we can see
that there were organised structures, especially guilds.
The first and most primitive of these organisations was fund. Used not only in the Ottoman
Empire but all over the world, this type of organisation was the simplest and most
practical. In this context, it is common for the masses of workers in the Ottoman Empire to
benefit from it. Initially used for daily needs and interests, pension funds became a means
of saving for the future.
The organisation of civil servants into funds was made possible by their regular income. It
can be seen that all civil servants, first soldiers and then civil servants, were organised
around pension funds. The increase in the number of funds brought with it problems. From
the middle of the 19th century, the spread of pension funds, which had been organised
since the mid-19th century, to a wide range of professions caused difficulties in practice.
At the beginning of the 20th century, the search for a reform of pension funds began in
earnest. Laws were passed to regulate the pensions and social security of civil servants. A
solution was sought for the pension funds of military, Mülkiye and İlmiye civil servants,
and a "prescription" was proposed in an expert report, as was often the case in the
Republican period.
1
Res. Assist. Dr., Selime Yıldırım, Karamanoğlu Mehmetbey University, selimeyildirim@kmu.edu.tr
51
This report was written in 1911 by the French actuary M. Ultramar (Olter Emar). The report
analyses each of the three treasuries separately, identifies problems and proposes solutions
for the future. The full title of the document in the archive is "Report prepared by Monsieur
Olter Emar for the organisation of the Mülkiye, İlmiye and Military Unified Pension
Funds".
In this report, the main problems were the funds' income and the number of pensioners.
Although their institutional organisation and recognition are new, the problems
encountered point to structural problems. On the other hand, legal arrangements have
continued to be made both before and after the report was written. In other words, efforts
to regulate the field have continued. The report draws comparisons with Germany and
France and makes recommendations on how to improve fund administration.
In the context of this report, this study will examine the problems faced by civil servants'
funds at the beginning of the 20th century and, more generally, the path taken by civil
servants towards inclusion in the social security system. This discussion will be based not
only on the information contained in the document, but also on the socio-economic
conditions and administrative structure of the period. A general outlook will be presented
using a descriptive method. Using primary sources, the study will discuss the "reform" of
the civil servants' funds and show the source of the current search for civil servants. The
thesis of the study is that the problems experienced are structural and should be solved
with a broader approach than reform. This understanding will also contribute to solving
problems in similar areas today.
Keywords: public personnel, fund, reform, social security, Turkey.
52
Stratejik Yönetim Açısından Üst Düzey Kamu Yöneticilerin Yetiştirilmesi
Uygulamaları ile Nasıl Bir Kamu Yöneticisi Eğitim ve Yetiştirme Sistemi
Oluşturulabileceğinin Örneklerle Değerlendirilmesi*
M. Serdar Erbaş1
Özet
Kamu yönetiminin çeşitlenen ve karmaşıklaşan görevlerini yerine getirerek kamu
hizmetlerini sunabilmesi, ancak kamu yönetiminin usta ellerde olmasına, kamunun yeterli
ve nitelikli yöneticiler tarafından yönetilmesine bağlıdır. Kamu yöneticisi, kamuda
yöneticilik pozisyonunu üstlenen, yönettiği kurumun görevlerini yerine getirme sürecini
yürüten, denetleyen ve kontrol eden kişidir. Üst düzey kamu yöneticisinin ise karar verme
yetkisi vardır, uygulayanları yönlendiren ve aralarında gerekli uyumu sağlayan yönü ön
plandadır. Liyakat kavramı, bir işi bir görevi başarılı bir şekilde yapabilme güç ve kudreti
olarak tanımlanmakta olup kamu yöneticilerinin atanmasında özellikle dikkate alınması
gereken temel ilkedir. Yöneticilerin ve özellikle de üst yöneticilerin eğitimi, özellikle stratejik
yönetim bağlamında belirlenen amaç ve hedeflere ulaşılması açısından önemlidir.
Yöneticilerin görev ve sorumlulukları özel olarak eğitilmelerini ve yetiştirilmelerini zorunlu
hale getirmektedir. Her ülkenin ayrı bir yönetim geleneği olduğundan yöneticilerin
yetiştirilmesi sistemi de ülkenin ihtiyaçları kapsamında oluşturulmalıdır. Kamu
çalışanlarının ve yöneticilerinin yetiştirilmesi (formation) kavramı, belirli kademelerdeki,
belirli işleri yapabilmek için gerekli olan bilgi, yetenek ve davranışların kazandırılması
olarak tanımlanabilmektedir. Türk kamu yönetiminde kamu yöneticilerinin
yetiştirilmelerinde Enderun Okulu, Mekteb-i Mülkiye, TODAİE gibi kurumlar önemli
katkılar yapmışlardır. Türkiye’de kamu yönetiminde hizmet öncesi eğitimi yani göreve
alınmadan önceki yetiştirme görevini üniversiteler ve genel öğretim kurumları özellikle
kamu yönetimi ve diğer iktisadi idari bilim dallarında lisans ve lisan üstü düzeydeki eğitimi
yürütmektedirler. Kamu kurumları da hizmet içi eğitim ile kamu yöneticilerine eğitim
sağlamaktadırlar. 10 Temmuz 2018 tarihinde 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile
İnsan Kaynakları Ofisi kurulmuştur. Türk kamu yönetiminde TODAİE ve Devlet Personel
Başkanlığının olmadığı dikkate alındığında sadece kamu yöneticilerinin yetiştirilmesi
sürecini yürütmek ya da düzenlemekle doğrudan görevli özel bir kamu kurumu
bulunmamaktadır. Bu durum Türk kamu yönetiminde kamu yöneticilerinin
yetiştirilmesinde nasıl bir yöntem uygulanmalıdır sorusunu ortaya çıkarmaktadır. Bu
nedenle çalışmada kamu yöneticilerinin yetiştirilmesinin Türkiye’de ve diğer ülkelerde nasıl
yapıldığının ortaya konması ve bu şekilde gelecekte Türk kamu yönetiminde kamu yönetici
yetiştirilmesi sürecine katkı sağlanması amaçlanmıştır. Çalışmada literatür taraması ve
* Bildiri metninin hazırlanmasında, Dr. M. Serdar Erbaş’ın yayım süreci devam eden “Stratejik Yönetim
Açısından Üst Düzey Kamu Yöneticisi Eğitim ve Yetiştirme Sisteminin Örneklerle Değerlendirilmesi” adlı kitap
bölümü çalışmasından yararlanılmıştır.
1
Başmüfettiş, Dr., Muhammet Serdar Erbaş, Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı,
mserdar.erbas@saglik.gov.tr
53
derleme yöntemi kullanılmıştır. Dünyada kamu yöneticilerinin eğitimi ve yetiştirilmesine
ilişkin Fransa’daki ENA Okulu ve diğer bazı örnekler çalışmada değerlendirilmiştir. Stratejik
yönetim kurumun stratejik amaç ve hedeflerine ulaşması odaklı olduğundan kamu
kurumlarının amaç ve hedeflerine ulaşabilmesinin ancak bunu yapabilecek yeterlik ve
niteliğe sahip kamu yöneticilerinin görev başında olması ile mümkün olduğu, stratejik
yönetimin başarısı için kamu yöneticilerinin ve özellikle de üst düzey yöneticilerin yetenekli
olmaları ile beraber bu yeteneklerini nasıl kullanabilecekleri konusunda eğitilmeleri ve
yetiştirilmeleri gerektiği, liyakat ilkesinin kamu yöneticilerinin atanmasında özellikle
dikkate alınması gereken temel ilke olduğu, liyakat ilkesine göre belirlenen kamu
yöneticilerinin özel olarak eğitilmelerini ve yetiştirilmelerinin önemli olduğu, bu noktada,
Türkiye’de üst düzey kamu yöneticileri, nitelikli yöneticilerin yetiştirilebilmesi için “Kamu
Yönetimi Geliştirme ve Kamu Yöneticileri Yetiştirme Programı” oluşturulması, eğitim ve
yetiştirme boyutu olan bu programın hem akademik bilgileri ve çalışma disiplinini hem de
tecrübi bilgilerin aktarılması ve deneyim kazanılmasını içermesinin önemli olduğu, yine
Başkan ile birlikte değişen ABD kamu yönetimi üst düzey kamu yöneticilerinde liyakat
ilkesinin uygulanması için oluşturulan “Liyakat Koruma Kurumu” benzeri bir yapının Türk
kamu yönetiminde oluşturulması ve faaliyete geçmesinin Türk kamu yönetimi açısından
önemli bir gelişme olacağı, kamu yöneticilerinin kamu kaynaklarını etkin kullanımı önem
taşıdığından üst düzey kamu yöneticilerinde yönetsel etiğin yani kamu çıkarı ile bireysel
çıkarı arasında kaldığı zaman hangisini tercih edeceği sorunu ile ilgili standartların
oluşturulması, yönetsel etiğin lisans ve lisans üstü düzey kamu yönetimi eğitimi ve kamu
yöneticisi yetiştirme programları içerisinde yer almasının uygun olacağı, üniversitelerin
kamu yönetimi bölümlerinin kuruluş ve bilimsel çalışmaları ile lisans ve lisansüstü düzeyde
eğitime yönelik ilke ve standartları belirlemek üzere ABD’deki NASPAA (Global Standart in
Public Service Education) ve Avrupa’daki EGPA (European Group for Public
Administration) ile EAPAA (European Association for Public Administration) benzeri bir
kamu otoritesi oluşturularak gerektiğinde kamu yönetimi eğitiminde akreditasyonun
sağlanmasının önem taşıdığı sonucuna ulaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler: stratejik yönetim, üst düzey kamu yöneticilerinin yetiştirilmesi, kamu yönetimi
geliştirme ve kamu yöneticisi yetiştirme programı.
54
Evaluation with Examples of How a Public Administrator Education And Training System
can be Formed with The Practices of Training Senior Public Administrators in Terms of
Strategic Management
M. Serdar Erbaş1
Abstract
The ability of the public administration to provide public services by fulfilling its diversified
and complex duties depends on the fact that the public administration is in skillful hands
and that the public is managed by competent and qualified administrators. A public
administrator is a person who assumes a managerial position in the public sector and carries
out, supervises and controls the process of fulfilling the duties of the institution he manages.
The senior public administrator, on the other hand, has decision-making authority, the
direction that directs the implementers and ensures the necessary harmony between them is
at the forefront. The concept of merit is defined as the power and ability to perform a task
successfully and is the basic principle that should be taken into account in the appointment
of public administrators. The training of managers and especially top managers is important
in terms of achieving the goals and objectives set in the context of strategic management. The
duties and responsibilities of managers make it compulsory to be specially trained. Since
each country has a separate management tradition, the system of training managers should
be established within the scope of the country's needs. The concept of educating public
employees and managers (formation) can be defined as acquiring the knowledge, skills and
behaviors required to do certain jobs at certain levels. Institutions such as Enderun School,
Mekteb-i Mülkiye and TODAIE have made significant contributions to the training of public
administrators in Turkish public administration. Universities and general education
institutions carry out undergraduate and postgraduate education, especially in public
administration and other economic and administrative disciplines, in public administration
in Turkey. Public institutions also provide training to public administrators through inservice training. The Human Resources Office was established with the Presidential Decree
No. 1 on 10 July 2018. Considering that there is no TODAIE and State Personnel Presidency
in Turkish public administration anymore, there is no private public institution directly
responsible for executing or regulating the training process of public administrators. This
situation raises the question of what method should be applied in the training of public
administrators in Turkish public administration. For this reason, in this study, it is aimed to
reveal how the training of public administrators is done in Turkey and in other countries,
and in this way, to contribute to the process of training public administrators in Turkish
public administration in the future. Literature review and compilation method were used in
the study. Many different practices related to the education and training of public
administrators in the World like ENA School in France were evaluated in the study. Since
strategic management is focused on reaching the strategic goals and objectives of the
Chief Inspector, Dr., Muhammet Serdar Erbaş, Ministry of Health Inspection Board Presidency,
mserdar.erbas@saglik.gov.tr
1
55
institution, it is only possible for public institutions to reach their goals and objectives only if
the public administrators with the competence and qualifications are on duty, and for the
success of strategic management, public administrators and especially senior executives
must be talented and use their skills. At this point, senior public administrators in Turkey
need to be trained and trained on how to use them, that the principle of merit is the basic
principle that should be taken into account in the appointment of public administrators, that
public administrators who are determined according to the principle of merit are specially
trained. It was concluded that the creation of the "Public Administration Development and
Public Administrators Training Program" aiming to transfer both academic knowledge and
study discipline as well as experiential knowledge of this program, which has an education
and training dimension will be crucial and it will be important that a structure similar to the
"Merit Protection Institution", which was created to implement the principle of merit in the
senior public administrators of the US public administration, which changed with the
President, will be an important development in terms of Turkish public administration and
it is important for managers to use public resources effectively, it is appropriate to establish
standards regarding the problem of managerial ethics, that is, which one will prefer when
they are between public interest and individual interest, and to include managerial ethics in
undergraduate and graduate level public administration education and public administrator
training programs and it is vital to establish a public authority similar to NASPAA (Global
Standard in Public Service Education) in the USA and EGPA (European Group for Public
Administration) and EAPAA (European Association for Public Administration) to determine
the principles and standards for the establishment and scientific studies of the public
administration departments of universities and for undergraduate and graduate education
and to provide accreditation in public administration education when necessary.
Keywords: strategic management, training of senior public administrator, public administration
development and public administrator training program.
56
Danıştay Birinci Daire Kararları Doğrultusunda Yükseköğretim Üst Kuruluşları
ile Yükseköğretim Kurumları Yöneticileri ve Personeli Ceza Soruşturma Usulü
Rıdvan Işık1
Ayhan Gürbüzer2
Prof. Dr. İsmail Sevinç3
Özet
Kamu hizmetini yerine getiren memur ve diğer kamu görevlileri, görevleri ile ilgili işledikleri
öne sürülen suçlardan ötürü yargılanmadan önce yetkili makamlarca özel soruşturma
usulüne tabidir. Anayasa ve personel kanunlarında yer alan özel soruşturma usulü, kamu
personelinin haksız suç isnadı ile karşılaşmasını önler ve hiçbir tesir altında kalmadan güven
içinde görevini yapmasını sağlar.
Memur ve diğer kamu görevlilerine yönelik soruşturma usulü 4483 sayılı Memurlar ve Diğer
Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’da belirlenmiştir. Kamu personelinin
suç işlemesi halinde, Cumhuriyet Başsavcılığı görev yaptığı kurumundan soruşturma izni
ister. Soruşturmaya yetkili merci yargılama izni verilip verilmemesine karar verir. Yargılama
izni verilmesi üzerine yapılacak ön inceleme ve hazırlık soruşturmasından sonra açılan dava
ile yargılama süreci başlar.
Yükseköğretim üst kuruluşları ile yükseköğretim kurumları yöneticilerinin, kadrolu ve
sözleşmeli öğretim elemanlarının, bu kuruluş ve kurumların 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu’na tabi memurların, görevleri dolayısıyla ya da görevlerini yaptıkları sırada
işledikleri ileri sürülen suçların, ceza soruşturması ve yargılaması aşaması 4483 sayılı
Kanun’dan farklıdır. Yükseköğretim kurum ve kuruluşlarında görev yapan personel için
şüpheli sıfatı ile özel soruşturma usulü 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nda
düzenlenmiştir. 2547 sayılı Kanun uyarınca Cumhuriyet Başsavcılığı doğrudan ceza
soruşturması başlatamaz. Cumhuriyet Başsavcılığı görevsizlik kararı vererek, hakkında
şikâyet yapılan yönetici ya da personelin görev yaptığı yükseköğretim üst kuruluşu veya
kurumuna şikâyet dosyasını gönderir. Yükseköğretim personelinin görevleri dolayısıyla ya
da görevleri sırasında işlemiş olduğu iddia edilen suçlarda, 2547 sayılı Kanun’un 53’üncü
maddesinin (c) bendinin 8 alt bendinde yer alan özel soruşturma usulü uygulanır.
2547 sayılı Kanun kapsamında başlatılan ceza soruşturması, Danıştay Birinci Dairenin
incelemesi neticesinde tamamlanır. Danıştay Birinci Dairenin incelediği ceza
soruşturmalarında eksik ya da hataların bulunması halinde, dosya ilgili kuruma iade
edilerek bunların düzeltilmesi için yeniden soruşturma yapılır. İdare tarafından yapılan
soruşturmalarda görevlendirilen kişiler, soruşturmayı yürütecek kadar yeterli düzeyde bilgi
Doktora Öğrencisi, Rıdvan Işık, Necmettin Erbakan Üniversitesi, ridvan@erbakan.edu.tr
Doktora Öğrencisi, Ayhan Gürbüzer, Necmettin Erbakan Üniversitesi, ayhan.gurbuzer@ogr.erbakan.edu.tr
3 Prof. Dr., İsmail Sevinç, Necmettin Erbakan Üniversitesi, isevinc@erbakan.edu.tr
1
2
57
sahibi olmayabilirler. Bu nedenle soruşturmanın yeterli düzeyde bilgi sahibi kişilerce
yürütülmesi önemlidir. Danıştay Birinci Dairenin kararları, ceza soruşturmalarının tam ve
hızlı olarak tamamlanmasında, usul yönünden yapılan hata nedeniyle zaman kaybının
önlenmesinde, gereksiz soruşturmaların açılmasında, ceza soruşturmalarının nasıl
yapılacağı ya da görev ile ilgisi olmayan suçların doğrudan Cumhuriyet Başsavcılığınca
soruşturmanın yürütülmesinin tespit edilmesinde önemli bir kaynaktır.
Başta yükseköğretim üst kuruluşları olmak üzere Yükseköğretim Kurulu, Üniversitelerarası
Kurul, Yükseköğretim Denetleme Kurulu ve 208 üniversitede (Devlet ve vakıf üniversiteleri)
yürütülen ceza kovuşturmaları, Danıştay Birinci Dairenin incelemesine tabidir.
Yükseköğretim kurum ve kuruluşlarındaki personel hakkında, gereksiz yere soruşturma
açılmasının önüne geçilerek yargı yükünün hafifletilmesi, personelin gereksiz yere açılan
soruşturmalarla yıpratılmasının önlenmesi, soruşturma sürecinde tebligatın eksik yapılması,
bilirkişi görevlendirilmemesi vb. nedenlerden dolayı usulden kaynaklı hataları önlemek için
Danıştay Birinci Daire içtihatlarına yer verilerek açılan ceza soruşturmalarının doğru ve hızlı
bir şekilde yürütülmesi amaçlanmaktadır. Soruşturmanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi,
suç isnadının araştırılması ve değerlendirilmesi ile soruşturmanın aydınlatılmasında önceki
uygulama örnekleri ve Danıştay Birinci Daire kararları çok önemlidir. Zira, yetkili
makamların başlatmış olduğu her soruşturmanın Danıştay Birinci Dairenin incelemesine
tabi olması nedeniyle verilen yargı kararları ceza soruşturmasının yürütülmesi yönünde
rehber olarak ortaya çıkmaktadır.
Cumhuriyet Başsavcılığına iletilen ihbar ve şikâyetler, görevsizlik kararı verilerek ya da
doğrudan yetkili makamlar tarafından başlatılan ceza soruşturması ile yürütülmektedir.
Ceza soruşturmasında 2547 sayılı Kanun’da yer almayan hallerde, 4483 sayılı Kanun
geçerlidir. 4483 sayılı Kanun’da yer almayan durumlarda ise 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu uygulanır. Bunun uygulanması bazı durumlarda çeşitli aksamalara neden
olduğundan 2547 sayılı Kanun’da gerekli düzenlemeler yapılmasının yararlı olacağı
düşünülmektedir.
Bu çalışmanın amacı, yükseköğretim personeli hakkında yürütülen ceza soruşturması
kapsamında soruşturmanın tam ve eksiksiz tamamlanması amacıyla Danıştay Birinci
Dairenin kararları doğrultusunda ceza soruşturmasının nasıl olması gerektiğine yönelik
görüş ve öneriler sunmaktır.
Anahtar Kelimeler: Yükseköğretim personeli, ceza soruşturması, 2547 sayılı Kanun, 5271 sayılı
Kanun, Danıştay Birinci Daire.
58
Criminal Investigation Procedure for Higher Education Superior Institutions and Higher
Education Institutions Administrators and Personnel in Accordance with the Decisions of the
First Chamber of the Council of State
Rıdvan Işık1
Ayhan Gürbüzer2
Prof. Dr. İsmail Sevinç3
Abstract
Civil servants and other public officials performing public service are subject to a special
investigation procedure by the competent authorities before being tried for crimes alleged
to have been committed in connection with their duties. The special investigation
procedure, enshrined in the Constitution and personnel laws, prevents public servants
from facing unjustified accusations of criminal offenses and ensures that they perform their
duties in confidence and without any influence.
The investigation procedure for civil servants and other public officials is set out in Law
No. 4483 on the Prosecution of Civil Servants and Other Public Officials. In the event that
a public employee commits a crime, the Chief Public Prosecutor's Office requests an
investigation permit from the institution where he/she works. The authority authorized to
investigate decides whether or not to grant permission to prosecute. The trial process starts
with the lawsuit filed after the preliminary examination and preliminary investigation to
be carried out upon the granting of permission to prosecute.
The stage of criminal investigation and trial of the crimes alleged to have been committed
by the administrators of higher education supreme organizations and higher education
institutions, permanent and contracted academic staff, civil servants subject to the Civil
Servants Law No. 657 of these organizations and institutions, due to their duties or during
the performance of their duties, is different from the Law No. 4483. For the personnel
working in higher education institutions and organizations, the special investigation
procedure with the title of suspect is regulated in the Higher Education Law No. 2547.
Pursuant to Law No. 2547, the Chief Public Prosecutor's Office cannot directly initiate a
criminal investigation. The Chief Public Prosecutor's Office decides on the lack of
jurisdiction and sends the complaint file to the higher education supreme organization or
institution where the administrator or personnel against whom the complaint is made is
employed. For crimes alleged to have been committed by higher education personnel due
to or during their duties, the special investigation procedure set out in subparagraph 8 of
paragraph (c) of Article 53 of Law No. 2547 shall be applied.
PhD Student, Rıdvan Işık, Necmettin Erbakan University, ridvan@erbakan.edu.tr
Phd Student, Ayhan Gürbüzer, Necmettin Erbakan University, ayhan.gurbuzer@ogr.erbakan.edu.tr
3 Prof. Dr., İsmail Sevinç, Necmettin Erbakan University, isevinc@erbakan.edu.tr
1
2
59
The criminal investigation initiated under Law No. 2547 is completed as a result of the
review of the First Chamber of the Council of State. If there are deficiencies or errors in the
criminal investigations examined by the First Chamber of the Council of State, the file is
returned to the relevant institution and a new investigation is conducted to correct them.
Persons assigned to investigations conducted by the administration may not have
sufficient knowledge to conduct the investigation. Therefore, it is important that the
investigation is conducted by persons with sufficient knowledge. The decisions of the First
Chamber of the Council of State are an important source in completing criminal
investigations fully and quickly, preventing loss of time due to procedural errors, opening
unnecessary investigations, determining how to conduct criminal investigations, or
determining whether the Chief Public Prosecutor's Office should directly carry out the
investigation of crimes that are not related to the duty.
Criminal prosecutions of higher education supreme institutions, the Council of Higher
Education, the Interuniversity Council, the Higher Education Supervisory Board and 208
universities (state and foundation universities) are subject to the review of the First
Chamber of the Council of State. In order to prevent unnecessary investigations against the
personnel of higher education institutions and organizations, to lighten the judicial burden
by preventing unnecessary investigations, to prevent the personnel from being worn out
by unnecessary investigations, to prevent procedural errors due to reasons such as
incomplete notification during the investigation process, failure to appoint an expert, it is
aimed to carry out the criminal investigations opened by including the jurisprudence of
the First Chamber of the Council of State in a correct and fast manner. Previous practice
examples and the decisions of the First Chamber of the Council of State are very important
for the healthy conduct of the investigation, the investigation and evaluation of the
criminal allegation and the clarification of the investigation. Since every investigation
initiated by the competent authorities is subject to the review of the First Chamber of the
Council of State, the judicial decisions are a guide for the conduct of criminal
investigations.
Notifications and complaints submitted to the Chief Public Prosecutor's Office are carried
out through criminal investigations initiated by the competent authorities, either by
issuing a decision of non-jurisdiction or directly by the competent authorities. In cases not
covered in Law No. 2547, Law No. 4483 applies in criminal investigations. In cases not
covered in Law No. 4483, the Criminal Procedure Law No. 5271 applies. Since the
application of this law causes various disruptions in some cases, it is considered that it
would be beneficial to make necessary arrangements in Law No. 2547.
The purpose of this study is to provide opinions and suggestions on how the criminal
investigation should be conducted in line with the decisions of the First Chamber of the
Council of State in order to complete the investigation fully and completely within the
scope of the criminal investigation conducted against higher education personnel.
Keywords: Higher education personnel, criminal investigation, Law No. 2547, Law No. 5271, First
Chamber of the Council of State.
60
Kamu Yönetiminde Hizmet Sunumunun Temel İlkeler Çerçevesinde
Değerlendirilmesi
Vehbi Alpay Günal1
Dilara Temizyürek2
Esra Aksoy3
Özet
Devlet ve diğer kamu tüzel kişilerince veya bunların yakın kontrolleri altında özel sektör
ve sivil toplum tarafından toplumun kolektif ihtiyacını karşılamaya ve kamu yararını
sağlamaya yönelik üretilen hizmetler olarak tanımlanan kamu hizmetleri, sunuluş şekli
itibariyle ülkelerin başta yönetim gelenekleri, siyasi kültürleri ve baskın ideolojileri gibi
birçok unsurdan etkilenir. Söz konusu unsurlara kamu yönetimine hakim olan geleneksel
ilkelerin yanı sıra, günümüzde küreselleşmenin etkisiyle şekillenen; şeffaflık, hesap
verebilirlik, katılımcılık, etkinlik gibi popüler/neo-liberal ilkeler de eklenmektedir. Söz
konusu ilkelerin kamusal hizmet sunumunda gözetilmesi, gerek devletin devamlılığının
gerekse hizmetlerin bütünlüğünün sağlanması bakımından önemlidir.
Klasik yönetim anlayışında devlet, kamu kurumları aracılığıyla hizmetleri doğrudan
kendisinin sunduğu ve kontrolün kendisinde olduğu bir konumda yer alırken, 20.yy.’ın
son çeyreğiyle birlikte klasik yönetim anlayışı eleştirilerek, kamu yönetiminde yeni bir
paradigma arayışına gidilmiştir. Bu arayışla ülkemizde de Türk yönetim geleneğindeki
merkeziyetçi anlayışın aksine, yerelleşme-sivilleşme-özelleştirme politikalarıyla kamu
hizmeti sunumu devletin faaliyet alanından sivil topluma ve özel sektöre açılmaya
başlamıştır.
Devletin geleneksel olarak vatandaş nazarında ‘baba’ kabul edildiği ülkemizde kamu
hizmetinin devletin varlık nedeni olarak görülmesi, toplumun hizmet sunumunda
devletten beklentisini artıran bir unsurdur. Ülkemizde son yaşanan orman yangını,
deprem ve sel felaketleri gibi sosyal yardım gerektiren durumlarda halkın taleplerinin
karşılanamaması, devletin hizmet sunumu anlayışının gözden geçirilmesi gerekliliğini
gündeme getirmiştir. Kamu kurumlarının hizmet sunumunda, vatandaş odaklılıktan çok
siyasal çıkarlar üzerinde durduğu, sorunu kimin çözeceği, hangi birimin hizmet sunacağı
noktasında siyaset-yönetim arasında dengenin kurulamaması gibi tartışmalar hizmetin
temel ilkeler çerçevesinde uygulanabilirlik potansiyelini geri plana atmaktadır. Bu
soru(n)lara çözüm olarak özellikle hizmeti vatandaşa veya mekana ulaştırma noktasında
kamu kurumlarının sivil toplum kuruluşları ile işbirliğine yöneldiği veya kamu
kurumlarının yetersiz kaldığı alanlarda sivil toplum kuruluşlarının devreye girdiği
görülmektedir.
1
2
3
Dr. Öğr. Üyesi, Vehbi Alpay Günal, Akdeniz Üniversitesi, alpaygunal@yahoo.com
Doktora Öğrencisi, Dilara Temizyürek, Akdeniz Üniversitesi, dilaratemizyurek@hotmail.com
Doktora Öğrencisi, Esra Aksoy, Akdeniz Üniversitesi, aksoyess@gmail.com
61
Bu çalışmanın amacı kamu yönetiminde gerçekleşen dönüşümü açıklayarak Türkiye’de
yaşanan son gelişmelerle tekrar tartışma konusu haline gelen kamu hizmeti sunumunda
devletin rolünün ne olması gerektiği ve hizmet sunumunda belirlenen temel ilkelerin ne
derece uygulandığını ele almaktır. Sivil toplumun hizmet üstlenirken popüler/neo-liberal
ilkeler ve yaklaşımla mı davrandığı, yoksa kamusal ve toplumcu bir rol mü üstlendiği –
öncelikle AHBAP ve Kızılay örnekleriyle Şubat 2023 depremleri özelinde- tartışılacaktır.
Bu bağlamda pratikteki sorunlara dikkat çekilerek, kamu hizmetlerinin daha etkin
sunulabilmesinde alternatif öneriler sunulmaya çalışılmaktadır. Çalışma doküman analizi
yöntemine göre planlanmış olup, konuyla ilgili birincil kaynaklar, bilimsel makaleler ve
dijital medya dokümanlarından nitel analiz öngörülmektedir.
Anahtar Kelimeler: kamu hizmeti, sivil toplum, noe-liberal ilkeler, AHBAP, Kızılay.
62
Evaluation of Presentation of Service in Public Administration Within the Context of Basic
Principles
Vehbi Alpay Günal1
Dilara Temizyürek2
Esra Aksoy3
Abstract
Public services, defined as services produced by the state or other public legal entities or
by private sector and non-governmental organizations under their close control, to meet
the collective needs of the society and ensure public benefit, are affected by many factors,
such as the management traditions, political cultures and dominant ideologies of the
countries, in terms of the way they are presented. In addition to the traditional principles
that dominate the public administration, these elements are shaped by the impact of global
developments today; Popular/neo-liberal principles such as transparency, accountability,
participation and effectiveness are also added. The observance of these principles in the
provision of public services is important in terms of ensuring both the continuity of the
state and the integrity of the services.
In the classical management approach, while the state is in a position where it directly
provides services and is under control through public institutions, with the last quarter of
the 20th century, a new paradigm in public administration has been sought by criticizing
the classical management approach. Contrary to the centralist approach in the Turkish
administrative tradition in our country, with this search, public service provision has
started to open up to the private sector and civil society from the field of activity of the
state, with the policies of decentralization-civilization-privatization.
In our country, where the state is traditionally considered the 'father' in the eyes of the
citizens, the fact that public service is seen as the reason for the existence of the state is a
factor that increases the society’s expectations from the state in service. The fact that the
public’s demands cannot be met in situations requiring social assistance such as the recent
forest fire, earthquake and flood disasters in our country has brought to the agenda the
need to review the state’s service delivery approach. Discussions such as public institutions
focusing on political interests rather than citizen orientation in service delivery, and the
failure to establish a balance between politics and administration in terms of who will solve
the problem and which unit will provide the service, also put the applicability potential of
the service in the background within the framework of basic principles. As a solution to
these question(s), it is seen that public institutions tend to cooperate with nongovernmental organizations, especially in terms of delivering the service to the citizen or
1
2
3
Assist. Prof. Dr., Vehbi Alpay Günal, Akdeniz University, alpaygunal@yahoo.com
PhD Student, Dilara Temizyürek, Akdeniz University, dilaratemizyurek@hotmail.com
PhD Student, Esra Aksoy, Akdeniz University, aksoyess@gmail.com
63
place, or non-governmental organizations step in areas where public institutions are
inadequate.
The aim of this study is to explain the transformation that took place in public
administration and to discuss what the role of the state should be in service delivery, which
has become the subject of discussion again with the latest developments in Turkey, and to
what extent the basic principles determined in service delivery are applied. It will be
discussed whether the civil society acts with popular/neo-liberal principles and approach
while undertaking services, or whether it assumes a public and socialist role – first of all,
with the examples of AHBAP and Kızılay, in particular for the February 2023 earthquakes.
In this context, by drawing attention to the problems in practice, alternative suggestions
are tried to be presented in order to provide public services more effectively. The study
was planned according to the document analysis method, and qualitative analysis is
foreseen from the primary sources, scientific articles and digital media documents related
to the subject.
Keywords: public service, civil society, neo-liberal principles, AHBAP, Kızılay.
64
BİRİNCİ GÜN: İKİNCİ OTURUM
26.10.2023 14:30-16:00 Yalıncak Salonu
Kamu İşletmeleri (1)
Oturum Başkanı: Fuat Ercan
Türkiye Cumhuriyeti’nin İnşasında ‘Buğday Siyaseti’ Ulusun Ekmek Üzerinden Fethi (mi?)
'Wheat Politics' in the Construction of the Republic of Türkiye Conquest of the Nation through Bread
(?)
Fuat Ercan
Pamuk Ektik, Pamuklu Dokuduk Bir Tarım Ürününün Türkiye’de Sanayileşme ve Emek Sürecine
Katkıları
We Planted Cotton, We Weaved Cotton Contributions of an Agricultural Product to Industrialization
and Labor Process in Turkey
Çağın Erbek
Cumhuriyetin Şekeri: "Pancar Olmasa İdi, İcadı Gerekirdi"
Sugar of The Republic: “If not for the sugar beet, it would have had to be invented”
Fatma Genç
Cumhuriyet’in Yüzyıllık Hikâyesinde Demir-Çelik: “Aydınlık” ve “Karanlık” Yüzü
Iron-Steel in the 100-Year History of the Republic: “Bright” and “Dark” Sides
N. Berna Güler
Kamu Müdahaleleri Üzerinden Dönüşen Bir Ürünün (Kömür) Öyküsü
The Story of a Product Transformed by Public Policies: Coal
Hasan Ateş
65
Türkiye Cumhuriyeti’nin İnşasında ‘Buğday Siyaseti’ Ulusun Ekmek Üzerinden
Fethi (mi?)
Fuat Ercan1
Özet
Cumhuriyet’in ilanını izleyen günlerde “Yeni Türkiye” için bir yol haritası açıklanıyor; “üç
beyaz (un, pamuk, şeker) ve üç kara (kömür, demir-çelik ve petrol)” Ulus-devletin inşasının
100.yılında yaşanan süreci bu ürünler üzerinden analiz edebilir miyiz? Cumhuriyetin ilk işi
bu ürünlere yönelik kamu politikaları geliştirmek olmuştur. Uygulanan kamu müdahaleleri
Yeni Türkiye’nin karşılaştığı zorlukları da açığa çıkarıyor. Üç beyaz ve kara üzerinden
uygulanan kamu politikalarına baktığımızda üç önemli değişimi içerdiğini görüyoruz;
siyasal iktidarın yapısı olarak Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopuşu, tarım temelli toplumsal
yeniden üretimden sanayi temelli bir toplumsal üretime geçiş ve son olarak dünya ölçeğinde
yoğunluğu artan sermaye birikimi ve yeni siyasal oluşumlara karşı ayakta kalabilmek.
Üç beyaz, üç karaya yönelik kamu uygulamalarına baktığımızda ortak unsurun yeni ulusdevletin sanayileşme ile dünya ölçeğinde yaşanan sermaye birikim sürecine dahil olma
amacına yönelik olduğunu görüyoruz. Tarımsal alanda ürün örüntüsünün endüstriyel girdi
ürünlere yöneltme yönündeki kamu müdahaleleri (pamuk ve şeker) ve sanayileşme için
gerekli olan enerjinin (kömür ve petrol) sağlanması, ileri bağlama etkisi yüksek olan (forward
linkage effects) stratejik ürün olarak demir-çelikin teşvik edildiğini görüyoruz. Diğer yandan
sloganın diğer bileşeni olan “un” un diğer ürünlerle paylaştığı değişim sürecinde önemli bir
farklılığı içinde taşıdığını görüyoruz; kitlelerin en temel ihtiyacı olan ekmeğin tedariki. Bu
yönü ile bir sürekliliği içinde taşıyan bir ürün analiz konumuz. Buğday ve ekmek kadim
zamanlardan günümüze yaşamla birlikte düşünülen ve hatta özgürleşme mücadelesi
birlikte ele alınıyor. Bizans’tan, Osmanlı’ya ve ele aldığımız Yeni Türkiye’nin halkın en temel
gıdasının tedarik etme zorunluluğu. Yeni Türkiye’nin ve dolayısıyla oluşum halindeki siyasi
iktidarın “ekmeği fethetmesi” gerekiyor.
Ekmeğin nihai ürün olduğunu düşündüğümüzde sırası ile “un” ve “buğday”la bağlantılı
olduğu ölçüde kamu politikaları ekmeğin fethi için fırıncılar, değirmenciler ve nihai olarak
buğday üreticilerine yönelik kamu politikaları uygulamak zorundalar. Ekmeğin fethi ile
sanayileşme amacı arasında gerilimli süreçler yaşanıyor. Tarıma dayalı imparatorluğun
çöküşü ile yeni kurulan ulus-devlet destekli endüstriye dayalı sermaye birikimi arasında
çelişkili bir süreç yaşanıyor. Ekmeğin fethi için uygulanan kamu politikalarının izini
sürdürdüğümüzde yapısal dönüşüme (İmparatorluktan ulus-devlete ve tarımdan sanayiye)
ait uygulamaları ürün üzerinden öğrenebileceğiz. Diğer yandan zamanla değişen kamu
idaresi ve politikaları ile siyasal yapılanmaya bağlı olarak sanayi ve sermaye birikimindeki
yapı-içi dönüşümleri gözlemlene bilecek.
1
Prof. Dr., Fuat Ercan, Mimar Sinan Üniversitesi, ercanfu@yahoo.com
66
İnşa süreci içindeki geç ulus-devletin ekmeğin fethi için yaptığı müdahale bu çalışmanın
temel konusu olacak. Endüstri ve sermayenin inşası ile devletin ulusu inşa sürecinde
ekmeğin fethine yönelik kamu müdahaleleri üzerinde yoğunlaşarak buğday, un ve ekmeğin
kamusal dönüşümünü tartışmaya açmayı amaçlıyorum
Anahtar Kelimeler: un/ekmek/buğday, ekmeğin fethi, buğday politikaları, yapısal dönüşüm – yapı
içi dönüşüm, kamu politikaları, ulus-devletin inşası
67
'Wheat Politics' in the Construction of the Republic of Türkiye Conquest of the Nation
through Bread (?)
Fuat Ercan1
Abstract
In the days following the proclamation of the Republic, a road map for "New Turkey" was
announced: “three white (flour, cotton, sugar) and three black (coal, iron-steel and oil)”. Can
we analyze the processes that take place in the 100th anniversary of the construction of the
nation-state through these products? The first job of the Republic was to develop public
policies concerning these products. The government interventions also reveal the difficulties
faced by the New Turkey. When we look at the public policies for the three whites and blacks,
we see that they include three important changes; the break with the Ottoman Empire as the
structure of political power, the transition from agricultural-based social reproduction to an
industrial-based social production, and finally, surviving in the face of the increasing capital
accumulation and new political formations on a world scale.
When we look at the public practices for the three whites and the three blacks, we see that
the common element is the aim of the new nation-state to be involved in the process of
industrialization and capital accumulation on a world scale. We see that public interventions
in the agricultural field, to direct the product pattern towards industrial input products
(cotton and sugar) and the provision of the energy required for industrialization (coal and
oil), encourage iron and steel as a strategic product with high forward linkage effects. On the
other hand, we see that the other component of the slogan, "flour", carries a significant
difference in the process of change it shares with other products; Providing bread, which is
the basic need of the masses. In this respect, our subject of analysis is a product that carries a
continuity. Wheat and bread have been identified with life from ancient times to the present
day, and even the struggle for liberation is discussed in line with this product. We are
discussing the necessity of supplying the most basic food of the people from Byzantium to
the Ottoman Empire and the New Turkey. The New Turkey, and therefore the political
power in the making, needs to "conquer bread".
When we consider that bread is the final product, public policies have to address bakers,
millers and ultimately wheat producers to the extent that they are linked to "flour" and
"wheat", respectively, for the conquest of bread. There are tense processes between the
conquest of bread and the aim of industrialization. A contradictory process is taking place
between the collapse of the agriculture-based empire and the newly established nation-statesupported industry-based capital accumulation. When we continue to trace the public
policies implemented for the conquest of bread, we will be able to learn the practices of
structural transformation (from Empire to nation-state and from agriculture to industry)
through the product. On the other hand, intra-structural transformations in industry and
1
Prof. Dr., Fuat Ercan, Mimar Sinan University, ercanfu@yahoo.com
68
capital accumulation can be observed depending on public administration and policies and
political structuring that change over time.
The intervention of the late nation-state in the process of construction, to conquer bread is
the main subject of this study. I aim to discuss the public transformation of wheat, flour and
bread by focusing on the construction of industry and capital and the state's public
interventions towards the conquest of bread in the nation-building process.
Keywords: conquest of bread, wheat politics, structural change, change within the structure, public
administration, building nation state.
69
Pamuk Ektik, Pamuklu Dokuduk Bir Tarım Ürününün Türkiye’de Sanayileşme ve
Emek Sürecine Katkıları
Çağın Erbek1
Özet
Kapitalizmin yarattığı sembolik anlamların ötesinde genç bir ulus devletin sanayileşme
gayesini temsil eden “üç beyazlar” ve “üç karalar”, dünle bugünün bağını kuracak işleve
sahip tarihsel bir okumayı mümkün kılmaktadır. Cumhuriyet tarihinde emeğin emek
gücüne dönüşümü, devlet eliyle sanayileşme, tarımdan sanayiye geçiş gibi çok temel
tartışmaların izlerini yakalayabileceğimiz ürünlerin ve metaların sermaye birikimine katkısı,
yüzyılın sonunda sanayileşme sürecinde bir hayli yol almış Türkiye örneğinde ilgi çekici
durmaktadır.
Bir tarım ürünü olarak tarlada ve tekstil sektörünün girdisi olarak fabrikada üretim sürecine
katılan pamuk, Osmanlı’dan devralınan mirasla beraber Cumhuriyetin ilk yıllarından
itibaren Türkiye için önemli tarımsal ürünlerin başında gelmektedir. Ham pamuk üretimi,
iplik üretimi, pamuklu dokuma kumaş üretimi, konfeksiyon üretimi gibi çeşitlenen ve
sermaye birikiminin dönemsel ihtiyaçları uyarınca devlet tarafından üretimi desteklenen
pamuğun, içsel sermaye birikiminin yaratılmasına olanak tanıyan ve uluslararası kapitalist
üretimle eklemlenmeyi sağlayan bir yerde durduğu söylenebilir. Çukurova’nın, tarladaki
pamuk toplayıcılarının, fabrikadaki pamuklu üreticilerinin, ilk bez fabrikalarının
Cumhuriyet tarihinde kazandığı anlamı, sermaye birikim süreciyle birlikte düşünmek,
devletin bu noktada kurucu işleviyle başlayan ve değişen rollerini de tartışmaya açacaktır.
Çalışma, tarımsal bir ürün olarak pamuk üzerinden Türkiye’nin ilk sanayileşme hamleleri
ile günümüzün uluslararası rekabet koşullarında değişen birikim dinamikleri arasında bir
ilişki kurmayı amaçlamaktadır. Kurulacak bu ilişkinin kapitalizmin genel eğilimleri ile ne
ölçüde uyumlu olduğu, bu noktada pamuğun yüzyıl içinde değişen konumu tartışılmaya
çalışılacaktır. Pamuktaki bu değişimi takip edebilmek, aynı zamanda tarımın ve tekstilin
Türkiye ekonomisindeki bugünkü yerine ilişkin de çıkarımlarda bulunabilmemizi
sağlayacaktır. Cumhuriyetin ilk yıllarına ait sanayileşme gayesi ile günümüz sanayi
odaklarını karşılaştırmak, Türkiye’de sermaye birikiminin gelişimini ve devletin farklılaşan
rolünü anlamamız açısından önemli olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Sanayileşme, tarım, emek süreci, pamuk üretimi
1
Dr. Öğr. Üyesi, Çağın Erbek, Haliç Üniversitesi, caginerbek@halic.edu.tr
70
We Planted Cotton, We Weaved Cotton Contributions of an Agricultural Product to
Industrialization and Labor Process in Turkey
Çağın Erbek1
Abstract
Beyond the symbolic meanings created by capitalism, the "three whites" and "three blacks",
which represent the industrialization goal of a young nation-state, enable a historical reading
that has the function of establishing the link between yesterday and today. The contribution
of products and commodities to capital accumulation, in which we can catch the traces of
very basic debates such as the transformation of labor into labor power, industrialization by
the state, and the transition from agriculture to industry in the history of the Republic, looks
interesting in the example of Turkey, which has come a long way in the industrialization
process at the end of the century.
Cotton, which participates in the production process in the field as an agricultural product
and in the factory as an input for the textile industry, has been one of the most important
agricultural products for Turkey since the first years of the Republic, with the legacy
inherited from the Ottoman Empire. It can be said that cotton, which diversifies such as raw
cotton production, yarn production, cotton woven fabric production, and garment
production, and whose production is supported by the state in line with the periodic needs
of capital accumulation, stands in a place that allows the creation of internal capital
accumulation and provides articulation with international capitalist production.
Considering the meaning of Çukurova, the cotton pickers in the field, the cotton producers
in the factory, and the first cloth factories in the history of the Republic, together with the
capital accumulation process, will also open up for discussion the changing roles of the state,
which started with its founding function at this point.
The study aims to establish a relationship between Turkey's first industrialization moves
through cotton as an agricultural product and the changing accumulation dynamics in
today's international competitive conditions. At this point, the changing position of cotton
over the century will be discussed to what extent this relationship is compatible with the
general tendencies of capitalism. Being able to follow this change in cotton will also enable
us to make inferences about the current place of agriculture and textiles in the Turkish
economy. Comparing the industrialization aim of the first years of the Republic with today's
industrial focuses will be important in understanding the development of capital
accumulation in Turkey and the changing role of the state.
Keywords: Industrialisation, agriculture, labor process, cotton production
1
Assist. Prof. Dr., Çağın Erbek, Haliç University, caginerbek@halic.edu.tr
71
Cumhuriyet’in Şekeri: “Pancar Olmasa İdi, İcadı Gerekirdi
Fatma Genç1
Özet
Türkiye’de sermaye birikiminin yaratılmasının ön koşulu olarak tarımın ticarileşmesi
hedefiyle erken Cumhuriyet döneminde kalkınmanın sanayisini yaratacak tarımsal
ürünlerden birisi de şekerdir, “memleketin mühim hedefi” olarak şeker “üç beyazlar” ve
“üç karalar” sloganı etrafında öncelikler arasına alınır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kalkınma
seyrinin ana aktörlerinden birisi olarak yer alan “üç beyazlar”dan şeker, Osmanlı’dan
devralınan mirasla kapitalizmin 100 yıllık seyrinin önemli bağlantılarını ortaya
koymaktadır. Devletin sanayileşme yönündeki çabasının bir ürünü olarak “Bir Ziraat
Memleketi Kuruluyor” şiarının karşılık bulduğu şeker, tarımdan sanayiye, pazardan
piyasaya, maldan metaya, köylüden proletaryaya geçişin ön koşullarının yaratılmasında
baş aktörlerden birisi olarak yerini alır. Aynı zamanda devletin değişen işlevlerine ilişkin
süreci de izlemeye olanak sağlamaktadır. Bu çalışmada şeker ürününün hikâyesi
üzerinden kamunun farklılaşan konumu analiz edilecektir.
Anahtar Kelimeler: şeker, sermaye birikim süreci, endüstri, metalaşma, kalkınma.
1
Doktora Öğrencisi, Fatma Genç, Ordu Üniversitesi, fatmagen@gmail.com
72
Sugar of The Republic: “If not for the sugar beet, it would have had to be invented”
Fatma Genç1
Abstract
In the early Republican period, with the goal of commercialization of agriculture as a
precondition for the creation of capital accumulation in Turkey, sugar was one of the
agricultural products that would create the industry for development. Sugar was
prioritized as "the country's most important target" under the slogan of "three whites" and
"three blacks". Sugar, one of the "three whites" and one of the main actors in the
development course of the Republic of Turkey, reveals important connections between the
legacy inherited from the Ottoman Empire and the 100-year course of capitalism. As a
product of the state's efforts towards industrialization, sugar, which corresponds to the
slogan "Establishing an Agricultural Country", takes its place as one of the main actors in
creating the preconditions for the transition from agriculture to industry, from market to
market, from commodity to commodity, from peasant to proletariat. At the same time, it
also allows us to trace the process of the changing functions of the state. In this paper, the
differentiated position of the public sector will be analyzed through the story of the sugar
product.
Keywords: sugar, capital accumulation process, industry, commodification, development.
1
Phd Student, Fatma Genç, Ordu University, fatmagen@gmail.com
73
Cumhuriyet’in Yüzyıllık Hikâyesinde Demir-Çelik: “Aydınlık” ve “Karanlık”
Yüzü
N. Berna Güler1
Özet
Cumhuriyetin yüzyıllık tarihinde uluslaşma ve ulus-devlet inşa sürecinde kapitalistleşme
ve sanayileşmenin gelişim dinamiklerini, kamu yönetiminin değişim sürecini anlama
çabasının ürünler üzerinden bütünlüklü bir kavrayış, anlamlı olacaktır. Ulusun inşasında
kamu eliyle sanayileşmenin “üç beyazlar” (un, şeker, pamuk) ve “üç karalar” (demir-çelik,
kömür, petrol) tarımdan sanayiye, üründen metaya geçiş hikâyesinde öncelikli yer alırken,
sanayileşmenin ürünleri olarak gündelik yaşam deneyimlerimizi de belirlemektedir. Ürün
üzerinden okuma yapmanın tarihsel ve toplumsal ilişkilerin izi sürüldüğünde ürünlerin bir
yandan metalaşma sürecine çekilme hikâyesi izlenebilirken, diğer yandan kamu yönetiminin
nasıl ve ne şekilde değiştiğine de tanıklık etmemize yardımcı olacaktır. “Üç karalar”dan biri
olan demir-çelik, geç-ulus devlet ve sanayileşme sürecinde endüstrinin stratejik ürünü olup
teşvik edilmiştir. Çünkü demir-çelik yüksek ileri bağlantıları kurmasıyla; demiryolundan
inşaata, vinçlerden otomobile, elektrikli ev aletlerinden beyaz eşyaya, madeni eşyadan
ambalaja, petrol-gaz taşıma/koruma için tüplere, borulara vs. vazgeçilmez ürünü olmuştur. Bu
çerçevede çalışmamızda eleştirel diyalektik yöntemle “üç karalar”dan biri olan demir-çeliğin,
insan-doğa ve insan-insan ilişkilerinin izi sürülmeye çalışılacaktır. Cumhuriyet’in yüzyıllık
tarihinde demirin; doğanın bir parçası olma halinden cevher olmaya, cevherden çeliğe
yolculuk hikâyesinde toplumsal ilişkilere yansıyışı, kamu yönetiminin farklılaşan rolü ve
toplumsal değişim dinamikleri ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: demir/çelik, üç karalar, sanayileşme, metalaşma, toplumsal değişim
1
Doç. Dr., N. Berna Güler, Marmara Üniversitesi, bernag@marmara.edu.tr
74
Iron-Steel in the 100-Year History of the Republic: “Bright” and “Dark” Sides
N. Berna Güler 1
Abstract
A comprehensive understanding of the development dynamics of capitalization and
industrialization in the nation-building and nation-state construction process, as well as
the transformation of public administration, can be achieved by examining the products
involved. In the construction of the nation, industrialization through state intervention
played a significant role in the transition from agriculture to industry and from raw
materials to commodities, with a focus on the "three whites" (flour, sugar, cotton) and the
"three blacks" (iron/steel, coal, oil). These industrial products not only influenced economic
development but also shaped our everyday experiences. Examining the historical and
social relationships through the lens of products reveals the story of their commodification
and provides insights into the transformation of public administration. Among the "three
blacks," iron/steel, as a strategic product of the late nation-state and industrialization
process, was actively promoted. Iron/steel became indispensable due to its extensive
connections, ranging from railways to construction, cranes to automobiles, electric
appliances to household goods, metalware to packaging, and tubes and pipes for the
transportation and storage of oil and gas. Within this framework, this study employs a
critical dialectical approach to trace the impact of iron/steel, one of the "three blacks," on
human-nature and human-human relationships. It seeks to uncover how iron, throughout
the 100-year history of the Republic, transitioned from being part of nature to becoming
ore and ultimately steel, reflecting societal relationships, the evolving role of public
administration, and the dynamics of social change.
Keywords: iron/steel, three blacks, industrialization, commodities, social change
1
Assoc. Prof. Dr.., N.Berna Güler, Marmara University, bernag@marmara.edu.tr
75
Kamu Müdaheleleri Üzerinden Dönüşen Bir Ürünün (Kömür) Öyküsü
Hasan Ateş1
Özet
Cumhuriyet’in 100 yıllık tarihinde geç ulus devletin inşa sürecinde sanayileşme çabalarını
anlamak için dünle bugünün bağını kuracak bir okuma ile “üç beyazlar (un, şeker,
pamuk)” ve “üç karalar (demir, kömür, petrol)” ile ifade edilen sloganın işaret ettiği
ürünlerin gelişimine ve zaman içinde değişimine bakmak anlamlı olacaktır.
Bu çalışma geç kapitalistleşme sürecinin örneği olarak Osmanlı-Cumhuriyet tarihinde
enerji ihtiyacına dönük politikaları kömür üzerinden incelemeyi amaçlamaktadır.
Sanayileşme sürecinin gereksinim duyduğu enerjinin Zonguldak/ Ereğli kömür
havzasındaki sürecini kamu politikaları/yönetimi ile devlet, sermaye, kapitalistleşme ve
emek süreci arasındaki dinamik ve değişen ilişkileri incelemeyi hedeflemektedir.
Anahtar Kelimeler: kömür, sermaye birikim süreci, kapitalistleşme, ulus devlet, sanayileşme,
metalaşma, emek.
1
Bağımsız Araştırmacı, Hasan Ateş, hates.yazici@gmail.com
76
The Story of a Product Transformed by Public Policies: Coal
Hasan Ateş1
Abstract
In order to understand the industrialization efforts in the construction process of the late
nation state in the 100-year history of the Republic, it would be meaningful to look at the
development of the products signified by the slogan "three whites (flour, sugar, cotton)"
and "three blacks (iron, coal, petroleum)" and their changes over time, with a reading that
will connect the past with the present.
This study aims to examine the policies towards energy needs in the Ottoman-Republican
history through coal as an example of the late capitalistization process. It aims to examine
the dynamic and changing relations between public policies/management of the energy
needed by the industrialization process in Zonguldak/Eregli coal basin and the state,
capital, capitalization and labor process.
Keywords: coal, capital accumulation process, capitalization, nation state, industrialization,
commodification, labor.
1
Independent Researcher, Hasan Ateş, hates.yazici@gmail.com
77
BİRİNCİ GÜN: İKİNCİ OTURUM
26.10.2023 14:30-16:00 Koçumbeli Salonu
Yurttaşlık
Oturum Başkanı: Argun Akdoğan
Modern Devlet-Yurttaş İlişkisinin Gelişimi Bağlamında Cumhuriyet’in Kuruluş Döneminde
Kamu Hizmetine Girme Hakkı
Modern Devlet-Yurttaş İlişkisinin Gelişimi Bağlamında Cumhuriyet’in Kuruluş Döneminde Kamu
Hizmetine Girme Hakkı
İmren Pınar Dülgar
Eşitsizlikleri Kamu Politikaları Kapsamında Düşünmek: Yurttaşlık Üzerine Bir Değerlendirme
Thinking Inequalities in the Context of Public Policies: An Evaluation on Citizenship
Sevcan Karcı, Oytun Meçik
Sanata Devlet Desteği: Erken Cumhuriyet Döneminde Vergi Düzenlemeleri
State Support for Art: Tax Regulations in the Early Republic Period
Duru Çiğdem Şimşek
Türkiye`de Neoliberalizm Bağlamında Askerlik Hizmetinin Metalaşma Eğilimi
The Tendency Towards Commodification of Military Service in the Context of Neoliberalism in
Turkey
Ekin Cansun Çılga Koç
Kamu Görevine Atanmada Sadakat Mi? Liyakat Mi?
Loyalty or Merit in Public Appointments
Gülçin Kürekçi
78
Modern Devlet-Yurttaş İlişkisinin Gelişimi Bağlamında Cumhuriyet’in Kuruluş
Döneminde Kamu Hizmetine Girme Hakkı
İmren Pınar Dülgar1
Özet
Modern kamu personel sistemleri temelinde hizmete girme, Batı’da toplumsal ve siyasal
nitelikli bir dönüşüm sürecinin ürünüdür. Bu süreçte, Avrupa’da soyluluğun yönetimdeki
egemenliğini sürdürmesinin aracı ve Amerika’da siyasi gücün getirdiği ganimet olarak
görülen makam satışlarına karşı uzun soluklu mücadeleler verilmiştir. Nihayetinde kamu
hizmetine girmenin siyasal bir hak olarak tanındığı hukuki belgelerin kabulüyle hem
hizmete alımda belirli bir zümreyle kısıtlılık durumu sona ermiş hem de kişilere mahsus
farklılıklar dışarıda tutulmuştur. Hukuki düzlemde bu, tüm ayrıcalık ve ayrımcılıkları
hizmet ekseninde bir potada eriterek sonlandırmak anlamını taşır. Anayasaların ve
bildirgelerin konu hakkındaki temel hükmü, kamu hizmetine girmenin tüm yurttaşlara
açıklığı ve onların yalnızca hizmetin gerektirdiği niteliklere sahip olması üzerinedir. Süreç,
yaşandığı ülkeye özgün özellikler göstermekle birlikte genel bir sonuç olarak kayırmacılık
sisteminin yerine liyakat sisteminin kurucu adımlarıyla ilerlemiştir. Yeni sistem, yurttaş
olma önkoşuluyla hizmetin gereğini yerine getirebilme kapasitesinin ölçülerek hizmete
alım esasına dayanır. Hukuki düzlemde oluşturulan sistemin uygulamaya yerleşmesi,
yüzyılı aşan bir zamana yayılmış; sistem, tümüyle işlerlik kazanamamış, aksayan yönleri
ve birtakım sınırlılıkları içerisinde süregelmektedir. Hizmete alımda benimsenen bu
usulün normatif yönünün ötesinde sistemin olarak kuruluş özelliklerini anlamak için
bakışın tarihsel gelişim sürecine yöneltilmesi, bunun modern devletler için pratik
zorunluluklarla birlikte uygulamaya konulmaya başladığını gösterir. Modern devlet,
siyasal bir hak niteliğindeki kamu hizmetine girmeyi yurttaşı olan herkese tanımaktadır.
Bu bağlam, modern devlet ve yurttaş kavramları arasında var olan bütünleşik tarihsel
ilişkiyi kamu personeli, onun istihdamı ve başka bir ifadeyle kamu hizmetine girme için
de geçerli kılmaktadır. Söz edilen ilişkinin Türkiye özelindeki gelişimi, Osmanlı
Devleti’nin modernleşme süreciyle başlamış ve bu dönemde liyakat sistemini
yerleştirmeye dönük bazı düzenlemeler yapılmıştır. Modern unsurlarının Tanzimat’ın
hemen öncesinde yerleşmeye başladığı personel sisteminde fermanlarla devlet hizmeti
tüm tebaaya açılmıştır. 19. Yüzyılın ikinci yarısı, bu düzenlemelerle birlikte devlet
hizmetine girmede monarşinin egemenliğinin sürdüğü bir görünüm sergilemekteydi. 1876
Anayasası, hizmete girme hakkını umum tebaaya tanımış ve Osmanlı uyruğundaki
herkesin ehliyet ve kabiliyete göre istihdam edileceği düzenlenmiştir. Hukuki belgelerde
eşitlik ve liyakat esaslı hizmete alım, Batı’yla eş zamanlı olduğu söylenebilecek tarihlerde
yer almıştır. Bununla birlikte eşitlik talebinin yükseldiği kesim gerekse mahiyeti
Batı’dakindekinden farklıdır. Yapılan düzenlemelerin uzun yıllar Anayasa’nın askıda
kalması sonrasında yeniden meşrutiyet yönetimi dönemi istihdamı azaltma (tenkisat)
politikaları süresince uygulamadaki çelişkileriyle yeni devlete miras bırakılmıştır.
Devralınan bu tarihsel zemin üzerine Cumhuriyet, yapılan düzenlemeyle yurttaşlık bağını
örerek kamu hizmetine girmeyi modern devletin tanıdığı bir siyasal hak kategorisine
almıştır. 1924 Anayasası her vatandaşın kamu hizmetine girme hakkının tanındığını ve bu
1
Dr. Öğr. Üyesi, İmren Pınar Dülgar, Gümüşhane Üniversitesi, pinardulgar@gumushane.edu.tr
79
hakkın kullanımında yetenek ve yeterliliğin esas alındığını hükme bağlamıştır. 1926
yılında çıkarılan Memurin Kanunu da bu düzenlemelerin uygulanmasına yönelik
hükümlere yer vermiştir. Cumhuriyet’in kuruluş dönemi, liyakat sistemini yerleştirme
amacına yönelik düzenlemeleri yürürlüğe koyması bakımından Osmanlı Devleti’nin
modernleşme dönemi düzenlemeleriyle bütünlük arz etmektedir. Ancak söz edilen
yurttaşlık bağının oluşturduğu kırılma nasıl açıklanabilir? Çalışmada kuruluş döneminin
devlet-yurttaş ilişkisi bağlamında oluşturulan liyakat sistemi, tarihsel süreç ve hukuki
metinler üzerinden inceleme konusu yapılmaktadır. Bu temel ilişkinin bir sonucu olarak
kamu hizmeti ve yurttaş arasındaki ilişkinin niteliği sorunsallaştırılmaktadır.
Cumhuriyet’e aktarımdaki süreklilik ve kırılma anlaşılmak istenmektedir. Bununla birlikte
hukuki metinlere yansı(ma)yan siyaset-bürokrasi ve toplumsal ilişkiler, kamu hizmetine
girme hakkının tarihsel gelişimini izlemede çalışmanın arka planını oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: modern devlet, kamu hizmetine girme, yurttaşlık.
80
The Right to Enter Public Service in the Foundation Period of the Republic in the Context of
the Development of Modern State- Citizen Relationship
İmren Pınar Dülgar1
Abstract
Entering service on the basis of modern public personnel systems is the result of a social
and political transformation process in the West. During this process, long-term struggles
were waged against the sale of office, which was seen as a means for the nobility to
maintain its dominance in power in Europe and as the spoils of political power in America.
Ultimately, with the adoption of legal documents in which entering the public service was
recognized as a political right, the restriction to a certain group in employment ended and
individual differences were excluded. On a legal level, this means ending all privileges and
discriminations by melting them in a melting pot around service. The basic provision of
constitutions and declarations on the subject is that entry into the public service is open to
all citizens and that they only have the qualifications required for the service. Although the
process has characteristics specific to the country in which it occurs, as a general result, it
has progressed with the founding steps of the merit system instead of the nepotism system.
The new system is based on the principle of recruitment to service by measuring the
capacity to fulfill the requirements of the service, with the prerequisite of being a citizen.
The implementation of the system created on a legal level took more than a century, the
system is not fully functional and continues to have its flaws and some limitations. Beyond
the normative aspect of this procedure adopted in commissioning, directing the gaze to the
historical development process in order to understand the establishment features of the
system shows that it has begun to be put into practice with practical necessities for modern
states. The modern state grants everyone who is a citizen to enter public service, which is
a political right. This context makes the integrated historical relationship between the
concepts of modern state and citizen valid for public personnel, their employment and, in
other words, entering the public service. The development of the mentioned relationship
in Turkey started with the modernization process of the Ottoman Empire, and some
regulations were made to establish the merit system during this period. In the personnel
system, in which modern elements began to be established just before the Tanzimat, civil
service was opened to all subjects through edicts. With these regulations, the second half
of the 19th century showed that the monarchy continued to dominate the civil service. The
1876 Constitution granted the right to enter service to all citizens and it was regulated that
all Ottoman citizens would be employed according to their qualifications and abilities. In
legal documents, recruitment based on equality and merit took place at a time that can be
said to be concurrent with the West. However, both the segment and the nature of the
demand for equality are different from those in the West. After the Constitution remained
suspended for many years, the regulations were left a legacy to the new state with its
contradictions in practice during the employment reduction policies of the constitutional
monarchy period. On this inherited historical basis, the Republic, with the regulation
made, knitted the bond of citizenship and included entering the public service as a political
right recognized by the modern state. The 1924 Constitution stipulated that every citizen
1
Assist. Prof. Dr., İmren Pınar Dülgar, Gumushane University, pinardulgar@gumushane.edu.tr
81
has the right to enter public service and that ability and competence are taken as basis in
the exercise of this right. The Civil Servants Law, enacted in 1926, also included provisions
for the implementation of these regulations. The founding period of the Republic has
integrity with the regulations of the modernization period of the Ottoman Empire in terms
of enacting regulations aimed at establishing the merit system. However, how can the
rupture in the mentioned citizenship bond be explained? In the study, the merit system
created in the context of state-citizen relations of the founding period is examined through
historical process and legal texts. As a result of this fundamental relationship, the nature
of the relationship between the public service and the citizen is problematized. It is desired
to understand the continuity and break in the transfer to the Republic. However, politicsbureaucracy and social relations, which are (not) reflected in legal texts, constitute the
background of the study in tracing the historical development of the right to enter public
service.
Keywords: modern state, entering public service, citizenship.
82
Eşitsizlikleri Kamu Politikaları Kapsamında Düşünmek:
Yurttaşlık Üzerine Bir Değerlendirme
Sevcan Karcı1
Oytun Meçik2
Özet
Bu çalışma günümüzde parçalanan küreselleşmenin yarattığı karmaşık dünya düzeni
içinde gittikçe yaygınlaşan otoriter popülist rejimlerin ortaya çıkardığı yatay ve dikey
eşitsizlikleri tartışmaya açmayı amaçlamaktadır. Küreselleşmenin ulusları birbirine
yaklaştırma iddiası, ulus-devletin kamucu politikalarını aşındırmış ve otoriter popülist
rejimler yaygınlaşmıştır. Kapitalizm, neoliberalizm ve demokrasi arasındaki bağlantı,
umulanın aksine aktif yurttaşlığı yıpratmıştır. Ontolojik olarak yan yana durması mümkün
gözükmeyen çeşitli bileşenleri aynı yapı içerisinde eritme kabiliyeti, popülizmi günümüz
siyasal hayatındaki girift ilişkileri anlamak için anahtar haline getirmiştir. Otoriter popülist
rejimler, demokrasinin vazgeçilmez değerlerini anlamlandırma ve yorumlama becerisiyle
günümüz demokrasisinin krizini de üretmektedir. Dünyanın pek çok farklı
coğrafyasındaki popülist rejimlerin muğlak hali, ayrıştırıcı kimlik politikalarıyla farklı
eğilimleri düşmanlaştırmıştır. Düşmanın icadı farklı biçimlerde fakat büyük benzerlikler
taşıyan küresel bir fenomen halini almıştır. Popülizmin kamu tanımı kuşatıcı ve kapsayıcı
olmanın aksine dışlayıcıdır. Oysa demokratik bir toplumun inşası ancak eşitsizlikleri
azaltan çok bileşenli kapsayıcı kamu politikalarıyla yakından ilişkilidir.
Popülizmin ne olduğu üstüne farklı sonuçlara ulaşmış birçok tartışma içinde Isaiah
Berlin'in popülizm açıklaması kapsayıcı tek bir formül arayışının dışlayıcı yönüne dikkat
çekmesi açısından değerlidir. Berlin'e göre popülizmi ne kadar tek bir formül altında
anlamaya çalışırsak, dışladıklarımız da bir o kadar artacaktır. Popülizm açıklamaya
çalıştıkça hesaba katamadıkları da aynı ölçüde genişleyen ve kayganlaşan bir
yapıdadır. Sosyal bilimciler için tam “anladım ve açıklayacağım” derken elinden uçup
giden ama peşinden koşmaktan da asla vazgeçilmemesi gereken bir inşa sürecidir bahsi
geçen. Bu noktadan hareketle, bu çalışma popülist söylemlerin kayganlığı arasında
sıkışmış demokratik siyasetin dışladığı sıradan insanların gündelik hayatını tartışmaya
açacaktır.
Çalışmanın ana argümanı otoriter popülist rejimlerin görmezden geldiği sıradan
insanların kamucu politikalarla güçlendirildiği ölçüde demokrasinin köklü bir hal
alacağıdır. Çünkü bu şekilde popülizmin meşrulaştırdığı, dikey ve yatay eşitsizlikler
eritilerek toplumsal bütünleşme düşüncesine ulaşılabilir. Söz konusu olan eşitsizlikler
çerçevesinde adaletsizliğin ortaya çıkardığı sosyal gerginlik, düşük ekonomik büyümenin
ve gelir dağılımı bozukluğunun yarattığı yoksulluk, hukukun üstünlüğünün zayıflaması
ve insan hakları ihlallerinin toplumsal yaşam üzerindeki toksik etkilerinin arındırılması
adına kamu yönetimi politikalarının ekonomik, sosyal ve kültürel eşitsizlikleri ortadan
kaldıracak sistemler oluşturması gerekmektedir. Dolayısıyla bu kapsamda tasarlanan
1
Arş. Gör. Dr., Sevcan Karcı, Uşak Üniversitesi, sevcan.karci@usak.edu.tr
2
Prof. Dr., Oytun Meçik, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, oytunm@ogu.edu.tr
83
politikaların sistemlerin sürdürülebilirliğini esas alarak eşitsizliklerin her türünü ortadan
kaldırmanın yanında eşitsizlik oluşumuna imkân vermeyen bir yapı ortaya çıkarması
mümkün olabilecektir. Beklenin aksine kesişimsel eşitsizliklerin yarattığı güvencesizlik ve
toplumsal hoşnutsuzluk toplumsal hayatı dönüştürücü bir potansiyel oluşturmak yerine
bölünmüş, ayrışmış bir yapı ortaya çıkarmıştır. Kamu kavramını insana ait olan her şeyi
kapsayan bir içerik olarak ele almak toplumun sağaltılması adına önemlidir. Bu noktada,
Hobsbawn'ın ulusların yukarıdan inşa edilmiş olsa da “aşağıdan bakılmadıkça
anlaşılmayacağı” saptaması kamu yönetimi alanında gözden kaçan bireysel olanın kolektif
olanla ilişkiselliğini kurmak için uygun bir zemin sunar. Bu bağlamda, bireysel olanla
kolektif olanın temas ettiği kamusal alanda sıradan insanların gündelik hayatlarına
bakarak makro-politikaların, kamu yönetimi sisteminin, popülist söylemlerin, kimlik
siyasetinin kesişimsel eşitsizlikleri nasıl ürettiği bireysel deneyimlerden hareketle
tartışmaya açılacaktır.
Anahtar Kelimeler: küreselleşme, kamu politikaları, otoriter popülizm, katılımcı demokrasi,
kesişimsel eşitsizlikler.
84
Thinking Inequalities in the Context of Public Policies:
An Evaluation on Citizenship
Sevcan Karcı1
Oytun Meçik2
Abstract
This study aims to discuss the horizontal and vertical inequalities caused by authoritarian
populist regimes that have become increasingly widespread in the complex world order
created by today's fragmenting globalization. Globalization's claim to bring nations closer
together has eroded the publicist policies of the nation-state and authoritarian populist
regimes have become widespread. Contrary to expectations, the link between capitalism,
neoliberalism and democracy has eroded active citizenship. The ability to fuse various
components that seem ontologically impossible to stand side by side within the same
structure has made populism the key to understanding the intricate relations in
contemporary political life. Authoritarian populist regimes also produce the crisis of
today's democracy through their ability to make sense of and interpret the indispensable
values of democracy. The ambiguous state of populist regimes in many different
geographies of the world has antagonized different tendencies through divisive identity
politics. The invention of the enemy has become a global phenomenon with different forms
but great similarities. Populism's definition of the public is exclusionary as opposed to
inclusive and inclusive. However, the construction of a democratic society is closely linked
to multi-component inclusive public policies that reduce inequalities.
Among the many debates that have reached different conclusions on what populism is,
Isaiah Berlin's explanation of populism is valuable in that it draws attention to the
exclusionary aspect of the search for a single inclusive formula. According to Berlin, the
more we try to understand populism under a single formula, the more we will exclude.
The more we try to explain populism, the more it expands and becomes slippery in terms
of what it cannot take into account. For social scientists, it is a process of construction that
flies out of their hands just as they say, "I understand and explain", but one should never
stop chasing after it. From this point of view, this study will open up for discussion the
everyday life of ordinary people who are excluded from democratic politics caught
between the slipperiness of populist discourses.
The main argument of the study is that democracy will become deeply rooted to the extent
that ordinary people, who are ignored by authoritarian populist regimes, are empowered
by publicist policies. Because in this way, the idea of social integration can be achieved by
dissolving the vertical and horizontal inequalities that populism legitimizes. Within the
framework of the inequalities in question, public administration policies need to create
systems to eliminate economic, social, and cultural inequalities in order to purify the toxic
effects of social tension caused by injustice, poverty caused by low economic growth and
income inequality, weakening of the rule of law and human rights violations on social life.
1
Assist. Prof. Dr., Sevcan Karcı, Uşak University, sevcan.karci@usak.edu.tr
2
Prof. Dr., Oytun Meçik, Eskişehir Osmangazi University, oytunm@ogu.edu.tr
85
Therefore, it will be possible for the policies designed in this context to create a structure
that does not allow the formation of inequalities as well as eliminating all types of
inequalities based on the sustainability of the systems. Contrary to expectations, the
precariousness and social discontent caused by intersectional inequalities have created a
divided and segregated structure instead of creating a potential to transform social life.
It is important to consider the concept of the public as a content that encompasses
everything that belongs to human beings in order to heal society. At this point,
Hobsbawm’s observation that although nations are constructed from above, "they cannot
be understood unless they are looked at from below" is applicable to establish the
relationality of the individual with the collective, which is overlooked in the field of public
administration.
Keywords: globalization, public policies, authoritarian populism, participatory democracy,
intersectional inequalities.
86
Sanata Devlet Desteği: Erken Cumhuriyet Döneminde Vergi Düzenlemeleri
Duru Çiğdem Şimşek1
Özet
Sanat, tarih boyunca, yönetimlerin toplumu dönüştürme veya yönlendirme konusunda
başvurdukları önemli alanlardan biri olmuştur. Bu kapsamda, bir devletin toplumla
kurduğu ilişkiyi, o devletin sanat alanında ürettiği politikalar üzerinden izlemek
mümkündür.
Türkiye özelinde değerlendirildiğinde, devlet-toplum ilişkisini sanat temelinde incelemeye
en elverişli dönemin, Erken Cumhuriyet Dönemi olduğu görülmektedir. Bu dönem, sanatın
toplumu dönüştürmede devlet tarafından bir araç olarak kullanılmasının en belirgin
örneğini teşkil etmektedir. İtici gücünü toplumu, çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştırma
hedefinden alan bu dönüşümde sanat, eğitim, ekonomi gibi çok temel politika alanlarıyla
yan yana yürütülmüştür. Atatürk’ün daha Cumhuriyet kurulmadan önce, Meclis’te yaptığı
bir konuşmada konservatuvar, müze ve güzel sanatlar sergilerine, “pratik ve her konuyu
kapsayan bir eğitim” için “bir an önce kurulması gereken” şeyler arasında değinmesi, bunun
en önemli göstergelerinden biridir. Bununla birlikte Osmanlı’dan devralınan ve savaş
koşulları sebebiyle atıl kalmış sanat kuruluşlarının yeniden canlandırılması, Cumhuriyet
Hükümeti’nin ilk icraatlarından biri olarak göze çarpmaktadır. Dönemin iktisadi koşulları
göz önünde tutulduğunda sanata, kaynak aktarılacak öncelikli alanlar arasında yer verilmesi
de sanatın devlet tarafından temel bir politika alanı olarak kabul edilişinin önemli bir
yansımasıdır.
Bu çalışmada sanat, devlet-toplum ilişkisinin incelenmesinde bir araç olarak kullanılmıştır.
Araştırma, Erken Cumhuriyet Dönemi’ne odaklanmaktadır. Bu kapsamda araştırmanın
inceleme dönemi Cumhuriyet’in kuruluşundan çok partili hayata geçiş arasındaki dönemle
sınırlandırılmıştır. Devletin sanat alanındaki politikaları ise “vergiler” temelinde bir
sınırlandırmaya tabi tutulmuştur. Çalışmada Erken Cumhuriyet Dönemi’nde devletin
toplumla ilişkisinin, sanat alanında ortaya konulan vergi politikalarına bağlı olarak
incelenmesi amaçlanmaktadır. Bu noktada çalışmanın verileri Türkiye Büyük Millet Meclisi
görüşmelerinden elde edilecektir. Araştırmanın zamansal sınırlaması dahilinde incelenecek
Meclis tutanakları aracılığıyla, vergi türleri bazında bir bölümlemeye gidilmesi
planlanmaktadır. Buna bağlı olarak da sanat alanında gündeme getirilen her bir vergi
türünün altında devletin sanat ve toplumla kurduğu ilişkinin izleri sürülecektir.
Anahtar Kelimeler: devlet ve toplum, devlet ve sanat, sanat politikaları, Erken Cumhuriyet Dönemi
1
Arş. Gör., Duru Çiğdem Şimşek, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, cigdem.simsek@omu.edu.tr
87
State Support for Art: Tax Regulations in the Early Republic Period
Duru Çiğdem Şimşek1
Abstract
Throughout history, art has been one of the important areas that governments have used to
transform or direct society. In this context, it is possible to monitor the relationship a state
establishes with society through the policies produced by that state in the field of art.
When evaluated specifically in Turkey, it seems that the most appropriate period to examine
the state-society relationship on the basis of art is the Early Republican Period. This period
constitutes the most prominent example of the use of art as a tool by the state in transforming
society. This transformation, which draws its driving force from the goal of bringing society
to the level of contemporary civilizations, has been carried out side by side with very basic
policy areas such as art, education and economy. One of the most important indicators of this
is that Atatürk, in a speech he made in the Parliament even before the establishment of the
Republic, mentioned conservatories, museums and fine arts exhibitions as among the things
that "must be established as soon as possible" for "a practical and all-subject education". In
addition, the revival of art institutions taken over from the Ottoman Empire and left idle due
to war conditions stands out as one of the first actions of the Republican Government.
Considering the economic conditions of the period, including art among the priority areas to
which resources will be allocated is an important reflection of the acceptance of art as a basic
policy area by the state.
In this study, art was used as a tool in examining the state-society relationship. The research
focuses on the Early Republic Period. In this context, the examination period of the research
is limited to the period between the establishment of the Republic and the transition to multiparty life. The state's policies in the field of art are subject to limitations on the basis of "taxes".
The aim of the study is to examine the relationship of the state with society in the Early
Republican Period, depending on the tax policies put forward in the field of art. At this point,
the data of the study will be obtained from the discussions of the Turkish Grand National
Assembly. It is planned to make a segmentation on the basis of tax types through the
Parliament minutes that will be examined within the time limit of the research. Accordingly,
under each type of tax brought to the agenda in the field of art, the signs of the relationship
established by the state with art and society will be established.
Keywords: state and society, state and art, art policies, Early Republican Period
1
Res. Assist., Duru Çiğdem Şimşek, Ondokuz Mayıs University, cigdem.simsek@omu.edu.tr
88
Türkiye`de Neoliberalizm Bağlamında Askerlik Hizmetinin Metalaşma Eğilimi*
Ekin Cansun Çılga Koç 1
Özet
1980 sonrası Türkiye`de de dünya çapında yaygınlık kazanan neoliberal dönem ile birlikte
kamu hizmetleri metalaşmaya başlamıştır. Askerlik hizmetinin metalaşması da hakim bir
eğilim olarak, Uzman Erbaş Kanunun yürürlüğe girdiği tarih olan 1986`da itibaren
başlamıştır. 2001 yılında yürürlüğe giren Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek
Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kanun ile bu eğilim güçlenmiştir. TSK`daki
profesyonel asker sayısı giderek artmaktadır. Böylece neoliberal dönüşümle uyumlu
olarak ordunun toplum ile bağlantısı koparılmaktadır. Bedelli askerlik ise askerlik
hizmetinin metalaşmasının bir başka ifadesidir. Bedel karşılığında, yurttaşlık hizmeti olan
askerlik hizmetinden kaçınma imkanı aynı zamanda yurttaşlık eğilimini zayıflatmaktadır
çünkü söz konusu imkan yurttaşlar arasında farklılık yaratmaktadır. Bu bağlamda askerlik
hizmetinin metalaşmasıyla beraber yurttaşlık bilinci de giderek zayıflamaktadır. Bu
bildirinin amacı askerlik hizmetinin nasıl metalaştığını açıklamak ve söz konusu kamu
hizmetine yurttaşların nasıl katılacağını tartışmak oalcaktır
Anahtar Kelimeler: neoliberalizm, metalaşma, askerlik, TSK
* Bu çalışma 2021 tarihli Hacettepe Üniversitesi Kamu Hukuku Bölümünde oybirliğiyle kabul almış “Türkiye`de
Askerlik Hizmetinin Düzenlenmesi” başlıklı yüksek lisans tezimden alınmış ve düzenlenmiştir.
Arş. Gör., Ekin Cansun Çılga Koç, Trabzon Üniversitesi, e.cilgakoc@trabzon.edu.tr
1
89
The Tendency Towards Commodification of Military Service in the Context of Neoliberalism
in Turkey
Ekin Cansun Çılga Koç 1
Abstract
With the neoliberal period that became widespread in Turkey and around the world after
1980, public services began to be commoditized. The commodification of military service,
as a dominant trend, started in 1986, the date when the Specialist Private Law came into
force. This trend was strengthened with the Law on Contracted Officers and Petty Officers
to be Employed in the Turkish Armed Forces, which came into force in 2001. The number
of professional soldiers in the Turkish Armed Forces is increasing. Thus, in line with the
neoliberal transformation, the army's connection with society is severed. Paid military
service is another expression of the commodification of military service. The possibility of
avoiding military service, which is a civic service, in exchange for a fee, also weakens the
citizenship tendency because this opportunity creates differences among citizens. In this
context, with the commodification of military service, civic awareness is gradually
weakening. The purpose of this paper will be to explain how military service has become
commoditized and to discuss how citizens can participate in this public service.
Keywords: neoliberalism, commodification, military service, Turkish Armed Forces
1
Res. Assist., Ekin Cansun Çılga Koç, Trabzon University
90
Kamu Görevine Atanmada Sadakat mi? Liyakat mi?
Gülçin Kürekçi 1
Özet
Kamu hizmeti, kamuya (topluma) yarar sağlayan tüm işler ve kamusal kaynaklar
kullanılarak yerine getirilen faaliyetler bütünüdür. Bu sebeple kamu hizmetini yürütecek
olan kişilerin, bir başka deyişle kamu personelinin kamu yararını ve milli çıkarları göz
önünde bulundurarak görevini yerine getirmesi için söz konusu personelin seçimi önem
arz etmektedir. Türkiye’de kamu hizmetine girişte temel ilkeleri belirleyen düzenleme,
1982 Anayasası’dır. Anayasa’da kamu hizmetine girme hakkı siyasal bir hak ve ödev
olarak tanımlanmıştır. Anayasa’nın 70. maddesine göre “Her Türk kamu hizmetine girme
hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayrım
gözetilemez.” Anayasa, bu madde ile kamu hizmetine girişte eşitlik ve görevin gerektirdiği
niteliklerden başka herhangi bir ölçüt aranmayacağını vurgulamıştır. Görevin gerektirdiği
niteliklerden başka ölçütün aranmayacağına ilişkin ifade, 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu’nda (DMK) yer alan liyakat ilkesi ile örtüşmektedir. Bu Kanunun temel ilkeler
başlıklı 3. maddesinde liyakat ilkesine “Devlet, kamu hizmetleri görevine girmeyi, sınıflar
içinde ilerleme ve yükselmeyi, görevin sona erdirilmesini liyakat sistemine dayandırmak
ve bu sistemin eşit imkanlarla uygulanmasında Devlet memurlarını güvenliğe sahip
kılmakla görevlidir” ifadeleri ile yer verilmiştir. Görüldüğü gibi Türkiye’de anayasal ve
yasal olarak liyakat ilkesine dair düzenlemeler mevcuttur. Ancak uygulamada durumun
mevzuatta belirtilen şekilde tezahür etmediği görülmektedir. Kamu personeli seçiminde
ve yükseltilmesinde kayırmacı uygulamalar olduğu bilinen bir gerçektir. Kayırmacılık,
eşitsizlik ve ayrımcılık üreten ve toplum tarafından içselleştirilmiş bir kültürel örüntüdür.
Akrabalık, arkadaş, eş-dost çevresi, okul arkadaşlığı, asker arkadaşlığı, meslektaşlık, aynı
mezhepten olma ve hemşehrilik gibi durumların kişinin gündelik hayatında, iktisadi ve
politik ilişkilerinde, bürokratik yapılar içerisindeki ilişkilerinde kayırmacı tutum ve
davranışlara destek sağladığı görülmektedir. Toplumsal kültürümüzde kayırmacılığın
varlığı benimsenerek olağanmış gibi kabul edilmektedir. Hukuki olarak liyakat ilkesinin
uygulanması gerekirken fiilen kayırmacılığın uygulandığı ara sistemler saf kayırmacı
sistemlerden daha tehlikeli hale gelmektedir. Bu sebeple liyakat ilkesi giderek önem
kazanmaktadır. Liyakat ilkesinin gereği olarak, bilgi ve deneyim sahibi, işin gereklerini
yerine getirebilecek yeterlikte olan bireylerin göreve getirilmesi gerekmektedir. Selçuk
Şirin’e göre “Hayatın her alanında teşvik edilen davranış gelişir”. Bu sebeple liyakat
ilkesini toplumsal her alanda geçerli kılacak adımlar atılmalı ve mevzuatta var olan liyakat
ilkesini yaşamın her alanında uygulamak gerekmektedir. Kısacası rekabet ettiğimiz
dünyanın şartlarına ayak uyduracak bir sistem oluşturulmalıdır. Bu çalışmanın temel
vurgusu kamu hizmetine girişte ve yükselmelerde liyakat ilkesinin gerekliliği üzerinedir.
Araştırma konusu, tarihsel bütünlüğü içinde ele alınmıştır. Bir bütün olarak analiz
yapılabilmesi için, araştırma konusunun içinde yer aldığı sosyo-ekonomik ve siyasal
bütünle olan ilişkisinin incelenmesi gerektiği ilkesinden yola çıkılmıştır. Birgül Ayman
Güler’in belirttiği gibi “Kamu yönetiminin personeli ancak tarihsel-toplumsal bütün
içindeki bağlantılarıyla ele alındığında anlaşılabilir”. Bu sebeple liyakat kavramının Türk
1
Uzman, Gülçin Kürekçi, İller Bankası A.Ş., gkucuk@ilbank.gov.tr
91
toplumundaki yeri ve Türk kültürü ile bağı ele alınmıştır. Bu kültürel bağın daha iyi
anlaşılabilmesi adına, tarihin belirli bir dönemine ait toplumsal analiz yapan romanlar
incelerek, analize tabi tutulacaktır. “Müessesemize tam referansı olmayan, iyi
tanımadığımız kimse giremez. Bunun için de prensibimiz gayet sağlam. Memurlarımızın
yarısı, kendi akraba ve yakınlarımız olacak. Yarısı da dışarıdan güvendiğimiz yüksek
insanların tavsiyelileri.” Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanda yer alan bu ifadeler
kayırmacılığın geçerli olduğu bir sistemi net bir şekilde anlatmaktadır. Bu kapsamda
Ahmet Hamdi TANPINAR’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Peyami SAFA’nın Mahşer ve
Mithat Cemal KUNTAY’ın Üç İstanbul adlı romanlarına yer verilecektir. Bilimsel veriler
eşliğinde elde edilen bilgiler nitel analize tabi tutulacaktır.
Anahtar Kelimeler: kamu yönetimi, kamu personel yönetimi, liyakat, kayırmacılık, sadakat.
92
Loyalty or Merit in Public Appointments
Gülçin Kürekçi1
Abstract
Public service is the whole of all works that benefit the public (society) and activities carried
out by using public resources. For this reason, the selection of the persons who will carry
out the public service, in other words, the public personnel, is important in order for them
to fulfill their duties by taking into account the public interest and national interests. In
Turkey, the 1982 Constitution sets out the basic principles for entry into the public service.
The Constitution defines the right to enter public service as a political right and duty.
According to Article 70 of the Constitution, "Every Turk has the right to enter the public
service. In recruitment to public service, no distinction shall be made other than the
qualifications required for the position." With this article, the Constitution emphasizes that
no criteria other than equality and the qualifications required by the duty shall be sought
in the recruitment to the public service. The statement that no criteria other than the
qualifications required by the position shall be sought coincides with the principle of merit
enshrined in the Civil Servants Law No. 657 (Civil Servants Law). Article 3 of this Law,
entitled "Basic Principles", includes the principle of merit as follows: "The State has the
duty to base the entry into the public service, advancement and promotion within classes,
and termination of employment on the merit system and to ensure that civil servants have
security in the implementation of this system with equal opportunities". As can be seen,
there are constitutional and legal provisions on the principle of merit in Turkey. However,
in practice, it is seen that the situation is not manifested as specified in the legislation. It is
a known fact that there are favoritism practices in the selection and promotion of public
personnel. Favoritism is a cultural pattern that produces inequality and discrimination and
is internalized by the society. In our society, it is seen that situations such as kinship,
friendship, friendship of friends, school friendship, military friendship, colleagueship,
being from the same sect and fellow countrymen support favoritism attitudes and
behaviors in daily life, economic and political relations, and relations within bureaucratic
structures. In our social culture, the existence of favoritism is adopted and accepted as
normal. Intermediate systems in which the principle of merit should be legally applied, but
favoritism is actually practiced, become more dangerous than pure favoritism systems. For
this reason, the principle of merit is becoming increasingly important. As a requirement of
the principle of merit, individuals who have knowledge and experience and are capable of
fulfilling the requirements of the job should be appointed. According to Selçuk Şirin,
"Behavior encouraged in all areas of life develops". For this reason, steps should be taken
to make the principle of merit valid in all areas of society and the principle of merit in the
legislation should be applied in all areas of life. In short, a system that will keep pace with
the conditions of the world in which we compete must be created. The main emphasis of
this study is on the necessity of the principle of merit in public service entry and
promotions. The subject of the research has been handled within its historical integrity. In
order to analyze the subject as a whole, it is necessary to examine its relationship with the
socio-economic and political whole in which it is situated. As Birgül Ayman Güler states,
1
Expert, Gülçin Kürekçi, İlbank Inc., gkucuk@ilbank.gov.tr
93
"The personnel of the public administration can only be understood when it is handled
with its connections within the historical-social whole". For this reason, the place of the
concept of merit in Turkish society and its connection with Turkish culture are discussed.
In order to better understand this cultural connection, novels that make social analysis
from a certain period of history will be examined and analyzed. "No one who does not
have a complete reference and whom we do not know well can enter our institution. For
this, our principle is very strong. Half of our officers will be our own relatives and relatives.
The other half will be recommended by high people we trust from outside." These
statements in the novel Saatleri Ayarlama Enstitüsü clearly describe a system in which
favoritism prevails. In this context, Ahmet Hamdi TANPINAR's Saatleri Ayarlama
Enstitüsü, Peyami SAFA's Mahşer and Mithat Cemal KUNTAY's Üç İstanbul will be
included. The information obtained with scientific data will be subjected to qualitative
analysis.
Keywords: public administration, public personnel management, merit, nepotism, loyalty.
94
BİRİNCİ GÜN: İKİNCİ OTURUM
26.10.2023 14:30-16:00 Eymir Salonu
Afet ve Göç Yönetimi
Oturum Başkanı: Ali Çağlar
Cumhuriyetin İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye’de Göç, Değişen Demografi ve Göç Yönetimi
Migration, Changing Demography and Migration Management in Türkiye While Enter the Second
Century of the Republic
Şenol Uzun
Afet ve Göç Yönetimi Perspektifinden Gaziantep ve Hatay Büyükşehir Belediyelerinin Stratejik
Plan ve Faaliyet Raporlarına Bakış
An Overview of The Strategic Plans and Annual Reports of The Metropolitan Municipalities of
Gaziantep And Hatay From The Perspective of Disaster And Migration Management
Duygu Akyüz, İsa Uslu
Hayvan Hakları Çerçevesinde Türkiye’de Afet Yönetim Sisteminin Değerlendirilmesi
Evaluation of the Disaster Management System in Turkey within the Framework of Animal Rights
İnci Çoban İnce, Aslı Yönten Balaban
Merkezi Yönetim-Yerel Yönetim İlişkileri Bağlamında Afet Yönetimi: Mersin Büyükşehir Belediye
Örneği
Disaster Management in the Context of Central Government-Local Government Relationship: The
Case of Mersin Metropolitan Municipality
Vehbi Alpay Günal, Hüseyin Metin
95
Cumhuriyetin İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye’de Göç,
Değişen Demografi ve Göç Yönetimi
Şenol Uzun1
Özet
Göç, insanlık tarihin her döneminde etkili bir sosyal olgu olmuştur. Çünkü göç hareketleri,
yalnızca insanların bir yerden başka bir yere mekânsal hareketi olmayıp kültürlerin, üretici
ve tüketicilerin, maddi ve beşeri sermayenin hareketini ifade etmektedir. Göç, ayrıca,
demografide, sosyo-kültürel alanda, ekonomide, siyasette, kent ve ülke yönetiminde
meydana getirdiği sonuçlar itibariyle devlete etki eden, devleti dönüştüren de bir olgudur.
Bu bakımdan göç yönetimi basit şekliyle insanların mekânsal hareketliliğinin yönetimi
olmayıp toplumsal yapı, kamu hizmetleri, ulusal kimlik-yurttaşlık ve devlet tasavvuru gibi
hususları etkileyen hükümetlerin üzerinde önemle durması gereken bir kamu yönetimi
meselesidir. Bir devletin dışarıdan aldığı ve dışarıya verdiği göç, bunun başta sosyal, siyasal,
ekonomik olmak üzere çeşitli etkileri ve bu nüfus hareketliliklerine ilişkin politikalar
devletlerin bugününü ve yarınını şekillendirmektedir. Bu nedenle göç, ulus devletler
tarafından parsellenmiş olan modern dünyanın en önemli küresel gündem konularından
birisini oluşturmaktadır.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Türkiye’nin göç yönetimi ve politikaları ulus devleti inşa
sürecinin gereksinimlerine göre şekillenmiş ve buna bağlı olarak dönemin göç hareketleri
ulusal kimliğin pekiştirilmesinde önemli bir enstrüman vazifesi görmüştür. İkinci Dünya
Savaşının ardından misafir işçi programlarıyla Avrupa’nın yeniden inşa sürecinde rol
oynayan Türkiye’den emek göçü dönemin Türkiye ekonomisi için önemli bir girdi olmakla
birlikte bugün söz konusu ülkelerde bir Türk diasporası meydana getirmiştir. 1980’li
yıllardan itibaren ise ekonomide serbestleşme rüzgârları ve yakın coğrafyada meydana gelen
siyasi krizlere bağlı olarak Türkiye’ye yönelik göçler artmaya, göçmen profili ise
çeşitlenmeye başlamıştır. Bu dönem uluslararası konjontüre ve değişen göç eğilimlerine
bağlı olarak Türkiye’de soydaş göçüne dayalı göç yönetimi ve politikalarında bir değişimin
gerektiğinin işaretini vermiştir. Avrupa Birliğine üyelik müzakereleriyle paralel ilerleyen bu
süreç 2011 yılında Suriye’den gelen kitlesel akınla birlikte hızlanmış, 2014 yılında Yabancılar
ve Uluslararası Koruma Kanunun yürürlüğe girmesi ve Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün
kurulmasıyla birlikte Türkiye’nin göç yönetimi ve politikaları bakımından yeni bir dönem
başlamıştır. Son on yılda meydana gelen göç hareketlerinin bir neticesi olarak Türkiye, hem
dünya genelinde en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke haline gelmiş hem de
demografik yapı değişerek yabancı nüfusu ülke nüfusunun yaklaşık %6’sını oluşturur hale
gelmiştir. Bunun karşısında ise özellikle son yıllarda Türkiye ekonomisinde yaşanılan kriz
sonucunda Türkiye’nin genç ve eğitimli nüfusunun dışarıya göç ettiği görülmektedir. Yakın
coğrafyadan gelen düşük nitelikli ve niteliksiz göçe karşın dışarıya artan orandaki beyin
göçü Türkiye Cumhuriyeti için demografik açıdan riskler barındırmaktadır.
1
Dr., Şenol Uzun, Göç İdaresi Başkanlığı, senoluzun56@goc.gov.tr
96
Bu çalışmada, Türkiye Cumhuriyetinin ilk yüzyılındaki dış göç hareketleri kronolojik olarak
incelenerek dönemlere ayrılmakta ve her bir döneme egemen olan göç yönetimi ve
politikaları açıklanmaktadır. Bu bağlamda çalışmanın amacı cumhuriyetin ilk yüzyılında
edinilen tecrübeler ışığında “Cumhuriyetin İkinci Yüzyılında Nasıl Bir Göç Yönetimi?”
sorusunun cevabını aramaktır. Çalışma literatür araştırmasına dayanmakta olup birincil ve
ikincil kaynaklardan edinilen bulgular çerçevesinde betimleticiyi ve açıklayıcı bir yöntem
benimsenmiştir. Çalışma, göç hareketleri, göç yönetimi ve politikalarıyla bağlantılı olarak
Cumhuriyetin ilk yüzyılının bir muhasebesini çıkartması ve buradan edinilen deneyimler
ışında Cumhuriyetin ikinci yüzyılında göç yönetimi ve politikaları bağlamında bilimsel bir
değerlendirme ortaya koyması bakımından önem arz etmektedir. Çalışmada, Adalet ve
Kalkınma Partisi dönemindeki göç yönetimi ve politikalarının Cumhuriyetin kuruluş
dönemindeki göç yönetimi ve politikalarıyla benzerlik ve farklılıkları ortaya koyulmakta,
Cumhuriyetin kuruluş felsefesine ve çağın gereklerine uygunluk arz eden insancıl,
kapsayıcı, ulusal çıkarları ve birlikte yaşamın gereklerini gözeten bir göç yönetimi ve
politikası önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: yabancılar, göç, demografi, göç yönetimi, kamu yönetimi
97
Migration, Changing Demography and Migration Management in Türkiye
While Enter the Second Century of the Republic
Şenol Uzun1
Abstract
Migration has been an effective social phenomenon in every period of human history.
Because migration movements are not only the spatial movement of people from one place
to another, but also the movement of cultures, producers and consumers, material and
human capital. Migration is also a phenomenon that affects and transforms the state in terms
of its results in demography, socio-cultural field, economy, politics, urban and country
management. In this respect, migration management is not simply the management of
people's spatial mobility, but is a public administration issue that should be emphasized by
governments that affect issues such as social structure, public services, national identitycitizenship and state vision. Migration that a state receives from and gives out, its various
effects, especially social, political and economic, and policies regarding these population
movements shape the present and future of states. For this reason, migration constitutes one
of the most important global agenda topics of the modern world, which is parceled out by
nation states.
In the years when the Republic was founded, Türkiye's migration management and policies
were shaped according to the processes of the nation-state building process, and accordingly,
it was seen as an important instrument in reinforcing the national identity of periodic
migration movements. After the Second World War, labor migration from Türkiye, which
played a role in the rebuilding process of Europe with guest worker programs, was an
important input for the Turkish economy, together with a Turkish diaspora with such
frequency today. Since the 1980s, due to the winds of liberalization in the economy and the
political crises in the nearby geography, immigration to Türkiye began to increase and the
immigrant profile began to diversify. This period has signaled the need for a change in
migration management and policies based on kin migration in Türkiye, depending on the
international conjuncture and changing migration trends. This process, which proceeded in
parallel with the negotiations for membership in the European Union, accelerated with the
mass influx from Syria in 2011, and with the entry into force of the Law on Foreigners and
International Protection in 2014 and the establishment of the General Directorate of
Migration Management, a new era began in terms of Türkiye's migration management and
policies. As a result of the migration movements that took place in the last ten years, Türkiye
has become the country that hosts the highest number of refugees in the world, and the
demographic structure has changed and the foreign population has become about 6% of the
country's population. On the other hand, as a result of the crisis experienced in the Turkish
economy in recent years, it is seen that the young and educated population of Türkiye has
migrated abroad. Despite the low-qualified and unqualified migration from the nearby
1
Dr., Şenol Uzun, Presidency of Migration Management, senoluzun56@goc.gov.tr
98
geography, the increasing rate of brain drain has demographic risks for the Republic of
Türkiye.
In this study, the migration movements in the first century of the Republic of Türkiye are
analyzed chronologically and divided into periods and the migration management and
policies that dominate each period are explained. In this context, the aim of the study is “How
should be of migration management in the second century of the Republic?” in the light of
the experiences gained in the first century of the Republic is to seek the answer to the
question. The study is based on literature research and a descriptive and explanatory method
has been adopted within the framework of the findings obtained from primary and
secondary sources. The study is important in terms of making an accounting of the first
century of the Republic in connection with migration movements, migration management
and policies, and presenting a scientific evaluation in the context of migration management
and policies in the second century of the Republic in the light of the experiences gained from
it. In the study, the similarities and differences between the immigration management and
policies in the period of the Justice and Development Party and the immigration
management and policies in the founding period of the Republic are revealed, and a humane,
inclusive, national interest and migration policy that is in line with the founding philosophy
of the Republic and the requirements of the age is suggested.
Keywords: foreigners, immigration, demography, immigration management, public administration.
99
Afet ve Göç Yönetimi Perspektifinden Gaziantep ve Hatay Büyükşehir
Belediyelerinin Stratejik Plan ve Faaliyet Raporlarına Bakış
Duygu Akyüz 1
İsa Uslu2
Özet
Göç çok boyutlu ve dinamik bir olgudur. Afetler ise göç hareketlerine sebep olan
faktörlerden biri olarak öne çıkmaktadır. Çalışma kapsamında Gaziantep ve Hatay
büyükşehir belediyelerinin 2020-2024 stratejik planı ile 2020 ve 2021 yılında yayınlanan
faaliyet raporları afet ve göç yönetimi açısından analiz ederek ilgili dokümanlarda bu iki
konuya hangi düzeyde yer verilip verilmediği değerlendirilmiştir. Burada Gaziantep ve
Hatay’ın Suriye kökenli göç hareketinden en fazla etkilenen iki sınır kenti olmaları, bahsi
geçen bu kentler arasında kültürel yakınlık bulunması, 6 Şubat 2023 tarihli ve
Kahramanmaraş-Pazarcık merkezli 7,8 büyüklüğündeki depremden (Kahramanmaraş
haricinde) en çok etkilenen iki kent olmaları ve bu iki büyükşehir belediyesinin uzun
yıllardır, Türkiye’de siyasal yelpazenin farklı destinasyonlarında yer alan ve iki farklı siyasal
çizgiyi konsolide eden siyasal partiler tarafından yönetiliyor olmaları etkili olmuştur.
Anahtar Kelimeler: Afet yönetimi, göç yönetimi, Gaziantep, Hatay, stratejik plan.
Doktor Adayı, Duygu Akyüz, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, duyguakyuz@posta.mu.edu.tr
Doktor Adayı, İsa Uslu, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Bahçeşehir Üniversitesi Göç ve Kent Araştırmaları Merkezi
(BAUMUS) Doktora Araştırmacısı, isa.uslu20@gmail.com
1
2
100
An Overview of the Strategic Plans and Annual Reports of the Metropolitan Municipalities of
Gaziantep and Hatay from the Perspective of Disaster and Migration Management
Duygu Akyüz 1
İsa Uslu2
Abstract
Migration is a multidimensional and dynamic phenomenon. Disasters stand out as one of
the factors that cause migration movements. Within the scope of the study, the 2020-2024
strategic plans of Gaziantep and Hatay metropolitan municipalities and annual reports
published in 2020 and 2021 were analysed in terms of disaster and migration management,
and the extent to which these two issues are included in the relevant documents was
evaluated. The fact that Gaziantep and Hatay are the two border cities most affected by the
Syrian migration movement, that there is a cultural affinity between these cities, that they
were the two cities (apart from Kahramanmaraş) most affected by the 7.8 magnitude
earthquake of 6 February 2023, centred on Kahramanmaraş-Pazarcık, and that these two
metropolitan municipalities have been governed for many years by political parties located
at different ends of the political spectrum in Turkey, consolidating two different political
lines, has had an effect here.
Keywords: Disaster management, migration management, Gaziantep, Hatay, strategic
plan.
1
2
PhD Candidate, Duygu Akyüz, Muğla Sıtkı Koçman University, duyguakyuz@posta.mu.edu.tr
PhD Candidate, İsa Uslu, Muğla Sıtkı Koçman University, isa.uslu20@gmail.com
101
Hayvan Hakları Çerçevesinde Türkiye’de Afet Yönetim Sisteminin
Değerlendirilmesi
İnci Çoban İnce 1
Aslı Yönten Balaban2
Özet
Dünya genelinde deprem, sel, taşkın, orman yangınları, kuraklık başta olmak üzere
yaşanan doğa ve insan kaynaklı afetlerin etkileri sadece insanlarla sınırlı olmayıp, yaşanan
bu afetler hayvanlar için de önemli bir risk unsurudur. İnsanlar gibi hayvanlar da afetler
sonucunda hastalık, yaralanma, ölüm, stres gibi etkilere maruz kalmaktadır.
Günümüzün en önemli sorunlarından biri olan iklim değişikliği de afet sayısında ve
sıklığındaki artışa neden olarak, hayvan yaşamını olumsuz etkilemekte, biyolojik
çeşitliliğin azalmasına yol açmaktadır. Daha sık ve yoğun kuraklıklar, fırtınalar, sel ve
taşkınlar, orman yangınları hayvanlara doğrudan zarar vermektedir. Afet kaynaklı
ekosistemin yok olması, hayvanların yaşam alanının ve yaşamlarının yok olması demektir.
Bu durum sadece hayvanların yaşamlarını etkilememekte ayrıca insanların geçim
kaynaklarını, ortaya çıkabilecek salgın hastalıklar nedeniyle yaşamlarını, ruh sağlıklarını
da etkilemektedir. Diğer taraftan hayvan türünün yok olması, ekolojik dengenin
bozulması sebebiyle insan türüne zarar verecektir.
Günümüzde, hayvan etiği, hayvan hakları gibi konular ulusal afet planlarında ve
yatırımlarında genellikle ihmal edilmektedir. Bir başka deyişle, çoğu afet yönetimi
programının odak noktası, insan yaşamının korunmasıdır. Afet yönetimi planları ve
politikaları gerçekleştirilirken afetlerin hayvanların üzerindeki etkileri, insan-hayvan
ilişkileri, hayvan etiği, hayvan hakları gibi konular dikkate alınmalıdır. Afet yönetimi
sürecinde hayvanlara karşı insan sorumluluğunun olması gerekmektedir. Bu nedenle afet
yönetiminde uluslararası, ulusal, yerel politikalara, planlara ve uygulamalara hayvan
hakları konusunun dâhil edilmesi insan hakları açısından da önem taşımaktadır. Afet
öncesinde yapılan risk planlaması ve hazırlık çalışmaları kaybın boyutunu en aza
indirecektir. Afet öncesinde yapılacak çalışmalara, hayvanların güvenliği, refahı,
barınması gibi konuların dahil edilmesi önemlidir.
1978 yılında ilan edilen Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde hayvan haklarının da
insan hakları gibi bir yasa ile korunması gerektiği belirtilmektedir. Türkiye’de hayvanların
korunmasına yönelik çıkarılmış olan temel kanun 2004 tarihli 5199 sayılı Hayvanları
Koruma Kanunu’dur. Bu kanun “hayvanların rahat yaşamlarını ve hayvanlara iyi ve
uygun muamele edilmesini temin etmek, hayvanların acı, ıstırap ve eziyet çekmelerine
karşı en iyi şekilde korunmalarını, her türlü mağduriyetlerinin önlenmesini sağlamak”
1
Dr. Öğr. Üyesi, İnci Çoban İnce, Çankırı Karatekin Üniversitesi, inci.ince@karatekin.edu.tr.
2
Doç. Dr., Aslı Yönten Balaban, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, asli.yonten@omu.edu.tr.
102
amacı ile çıkarılmıştır. Ancak 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu afet durumunu
düzenlememiştir. Oysa ki afetlerde hayvanların özellikle barınma ve beslenme gibi
ihtiyaçları şüphesiz artmakta ve düzenlenmesi gereken bir alan olarak ortaya çıkmaktadır.
Afetlerde hayvanların korunmasına yönelik maddeler 5199 sayılı Kanun kapsamına
alınabileceği gibi, farklı özel kanunlarla da düzenlenebilir. Yapılacak yasal düzenlemeler
afetlerde hayvanların durumunu iyileştirici politikaların geliştirilmesinin de temelini
oluşturacaktır. Bu sayede ortaya çıkacak olan politikalar ile sorumluluklar da belirlenecek
ve hayvanların yaşam hakları korunmuş olacaktır. 5199 sayılı Kanun’un 4. maddesine göre
“Bütün hayvanlar eşit doğar ve bu Kanun hükümleri çerçevesinde yaşama hakkına
sahiptir”. Yaşam hakkı hepimiz için en önemli ve olmazsa olmaz bir haktır. Bu hakkın
korunamaması diğer bütün hakları boşa çıkarmak demektir. Bu nedenle hayvanların
yaşam hakkı üzerine odaklanmak insan hakları açısından önemlidir.
Çalışma, Türkiye’deki afet yönetim sistemini hayvan hakları açısından değerlendirmeyi
amaçlamaktadır. Bu kapsamda çalışmada afet yönetimi ve hayvan haklarına ilişkin
uluslararası politika belgeleri, yasal düzenlemeler, planlar, programlar ve uygulamalar
incelenecektir. Çalışmada, afet yönetim sisteminin sadece insan odaklı değil, hayvanlar da
dâhil tüm yaşam formlarının eşit derecede yaşama ve kendini gerçekleştirme hakkına
sahip olması gerektiğine vurgu yapılacaktır. Afet yönetim sürecine hayvan hakları
konusunun dâhil edilmesi, afet yönetim sürecinin başarısına katkı sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: afet, hayvan, hayvan hakkı
103
Evaluation of the Disaster Management System in Turkey within the Framework of Animal
Rights
İnci Çoban İnce 1
Aslı Yönten Balaban2
Abstract
The effects of natural and human related disasters, especially earthquakes, floods,
oweflows, forest fires, and droughts, are not only limited to humans, but these disasters
are also a prominent risk factor for animals. Like humans, animals are also exposed to
effects such as illness, injury, death, and stress as a result of disasters.
Climate change, one of the most critical problems of our age, adversely affects animal life
and reduces biological diversity by causing an increase in the frequency and density of
disasters. More frequent and intense droughts, storms, floods, and forest fires directly
harm animals. Disaster-induced destruction of the ecosystem means the destruction of the
habitat and lives of animals. This situation not only affects the lives of animals but also
affects people's livelihoods, their lives, and mental health due to epidemic diseases that
may arise. On the other hand, the extinction of animal species will harm the human species
due to the deterioration of the ecological balance.
Today, issues like animal ethics and rights are often neglected in national disaster plans
and investments. In other words, the focal point of most disaster management programs is
human life. While implementing disaster management plans and policies, issues such as
the effects of disasters on animals, human-animal relations, animal ethics, and animal
rights should be taken into consideration. In the disaster management process, it should
be considered that human beings have responsibilities towards animals. For this reason,
incorporating animal rights into international, national, and local policies, plans, and
practices in disaster management is also crucial in terms of human rights. Risk planning
and preparatory works done before disasters will minimize the extent of the loss. It is
important to include issues such as safety, welfare, and shelter of animals in the studies to
be carried out.
The Universal Declaration of Animal Rights proclaimed in 1978 states that animal rights
should be protected by a law like human rights. The fundamental law enacted for animals
in Turkey is the Animal Protection Bill Law No. 5199 in 2004. This law aims "to ensure that
animals are afforded a comfortable life and receive good and proper treatment, to protect
them in the best manner possible from the infliction of pain, suffering, and torture, and to
prevent all types of cruel treatment". However, Law No. 5199 on the Protection of Animals
does not include regulation regarding disaster situations. Whereas during disasters, the
1
Assist. Prof. Dr., İnci Çoban İnce, Çankırı Karatekin University, inci.ince@karatekin.edu.tr.
2
Assoc. Prof. Dr., Aslı Yönten Balaban, Ondokuz Mayıs University, asli.yonten@omu.edu.tr.
104
needs of animals, especially shelter and nutrition, undoubtedly increase and emerge as an
field that needs to be regulated. Articles regarding the protection of animals in disasters
may be included within the scope of Law No. 5199 or may be regulated by different special
laws. The legal arrangements to be made will also form the basis for the development of
policies that will improve the situation of animals in disasters. In this way, the policies and
responsibilities that will emerge will be determined and the rights of animals will be
protected. According to Article 4 of Law No. 5199, "all animals are born equal and have a
right to life within the framework of the provisions of this Law". The right to life is the most
important and indispensable right for all of us. Failure to protect this right will invalidate
all other rights. Therefore, focusing on the right to life of animals is important for human
rights.
The study aims to evaluate the disaster management system in Turkey in animal rights.
Within this context, the study will examine international policy documents, legal
regulations, plans, programs, and practices regarding disaster management and animal
rights. The study emphasizes that the disaster management system should not only be
human-focused but also that all life forms, including animals, should have equal rights to
life and self-realization. Including the issue of animal rights in the disaster management
process will contribute to the success of the disaster management process.
Keywords: disaster, animal, animal rights.
105
Merkezi Yönetim - Yerel Yönetim İlişkileri Bağlamında Afet Yönetimi:
Mersin Büyükşehir Belediye Örneği
V.Alpay Günal1
Hüseyin Metin 2
Özet
Merkezi yönetim- yerel yönetim ilişkileri, yapısal ve işlevsel anlamda yönetim tarihimizin
en sorunlu mekanizmalarından biridir. Tanzimat’tan günümüze uzanan süreçte hem
merkezi yönetim hem de yerel yönetim aktörleri durumdan şikayetçi olsa da pek çok reform
girişimine rağmen bir türlü istenilen sonuçlar alınamamıştır. Merkezi yönetim, yerel
yönetimleri verimsizlik, israf, kaynakların kötüye kullanımı hatta partizanlık gibi başlıklarda
eleştirirken çözüm hemen her zaman merkezileşme olmaktadır. Yerel yönetimler ise merkezi
yönetimi hantallık, işlevsizlik, partizanlık ve sahayı bilmemekle suçlarken çözüm olarak
yetki devrini/artırımını ve mali özerkliğin güçlendirilmesini, özünde çeşitli türleriyle
merkezsizleşmeyi talep etmeye devam ederler. Bu çalışma merkezi yönetim- yerel yönetim
ilişkilerine kamu yönetimi literatüründe sıkça karşılaşılan vesayet denetimi ve mali özerklik
ekseninde değil; kamu politikası penceresinden, birlikte politika yapma ve hiyerarşik olarak
birlikte çalışma zorunluluğu üzerinden yaklaşacaktır.
Gerek son yıllarda yaşanan büyük ölçekli orman yangınlarında gerekse Şubat 2023
depremlerinde, devletin merkezi afet yönetimi birimleri ve uygulamaları olumsuz/olumlu
eleştirilere konu olmuş; hem afet esnasında hem de afet sonrası restorasyon sürecinde
merkezi yönetim ve uzantıları ile yerel birimler ve sivil toplum arasındaki işbirliği
kamuoyunun gündeminde de geniş tartışmalara yol açmıştır.
Çalışma son depremlerin yıkıma yol açtığı OHAL kapsamına alınan 11 ilden biri olmamakla
birlikte, deprem bölgesine en yakın ve depremden en çok etkilenen illerden Mersin ve
büyükşehir belediyesi odaklı yürütülecektir. Deprem ve sonrasında, Mersin’de
depremzedelere sunulan kamu hizmetleri ve Büyükşehir Belediyesi’nin bu süreçteki rol,
görev ve sorumlulukları sosyo – ekonomik olarak ele alınacaktır. Mersin Büyükşehir
Belediyesi’nin bir kamu politikası aktörü olarak afet yönetimi bağlamında üstlendiği rolün
öncelikle yerel yönetimlerin bu bağlamdaki yerini ve potansiyelini ortaya koyması, ikincil
olarak da gerek hiyerarşik (afet esnasında) gerek ayrı birimler olarak merkezi yönetimle
ilişkilerini göstermesi amaçlanmaktadır.
Çalışmada, görevlendirilen personel, yapılan harcamalar, aktarılan kaynaklar ve verilen
görevler açısından AFAD, Mersin Valiliği ve Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin verilerine
dayanılacaktır. Elde edilen verilerin nitel analizi ile objektif ve kamu yararını önceleyen
1
2
Dr. Öğr. Üyesi, V. Alpay GÜNAL, Akdeniz Üniversitesi, alpaygunal@akdeniz.edu.tr
Doktora Öğrencisi, Hüseyin METİN, Akdeniz Üniversitesi, husmet@gmail.com
106
merkezi yönetim -yerel yönetim ilişkisinin, “doğru” yapısal ve işlevsel mekanizmalarla
sahip olduğu potansiyel açığa çıkarılmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: afet yönetimi, merkezi yönetim yerel yönetim ilişkisi, Mersin Büyükşehir
Belediyesi
107
Disaster Management in the Context of Central Government-Local Government Relationship:
The Case of Mersin Metropolitan Municipality
V.Alpay Günal1
Hüseyin Metin 2
Abstract
Central government-local government relations are structurally and functionally one of the
most problematic mechanisms of our administrative history. From the Tanzimat period to
the present day, both central and local government actors have complained about the
situation, but despite many reform attempts, the desired results have not been achieved.
While the central government criticizes local governments for inefficiency, waste, misuse of
resources and even partisanship, the solution is almost always centralization. While local
governments, on the other hand, accuse the central government of cumbersomeness,
dysfunctionality, partisanship and ignorance of the field, they continue to demand
devolution/increase in authority and strengthening financial autonomy, in essence
decentralization in its various forms. This study will approach central government-local
government relations not through the axis of tutelage control and fiscal autonomy, which are
frequently encountered in the public administration literature, but through the lens of public
policy and the necessity of making policies together and working together hierarchically.
Both in the recent large-scale forest fires and the February 2023 earthquakes, the state's central
disaster management units and their practices have been the subject of negative/positive
criticism; the cooperation between the central government and its extensions, local units and
civil society both during the disaster and in the post-disaster restoration process has led to
wide debates on the public agenda.
This study will focus on Mersin, one of the closest and most affected provinces to the
earthquake zone, and its metropolitan municipality, although it is not one of the 11 provinces
included in the State of Emergency that were devastated by the recent earthquakes. The
public services provided to earthquake victims in Mersin during and after the earthquake
and the role, duties and responsibilities of the Metropolitan Municipality in this process will
be analyzed from a socio-economic perspective. The role of Mersin Metropolitan
Municipality as a public policy actor in the context of disaster management is intended to
firstly reveal the place and potential of local governments in this context, and secondly to
show their relations with the central government, both hierarchically (during disasters) and
as separate units.
The study will rely on data from AFAD, Mersin Governorship and Mersin Metropolitan
Municipality in terms of personnel assigned, expenditures made, resources allocated and
tasks assigned. Through qualitative analysis of the data obtained, the potential of the central
1
2
Assist. Prof. Dr., V. Alpay GÜNAL, Akdeniz University, alpaygunal@akdeniz.edu.tr
PhD Student, Hüseyin METİN, Akdeniz University, husmet@gmail.com
108
government-local government relationship, which prioritizes objectivity and public interest,
with the right structural and functional mechanisms, will be revealed.
Keywords: disaster management, central government-local government relationship, Mersin
Metropolitan Municipality
109
BİRİNCİ GÜN: ÜÇÜNCÜ OTURUM
26.10.2023 16:15-17:45 Yalıncak Salonu
Kurumsal Dönüşüm
Oturum Başkanı: Ahmet Alpay Dikmen
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Merkezileşme Süreçlerinde Müftülük Kurumu ve Taşra Müftüleri
The Mufti Institution and Provincial Muftis in the Centralization Processes from the Ottoman Empire
to the Republic
Meryem Çakır Kantarcıoğlu
Diyanet’in Sosyal İçerikli Din Hizmetleri Perspektifi Üzerine Değerlendirmeler
Some Considerations on Diyanet's Socially-Oriented Religious Service Perspective
Feyza Kalav İdrisoğlu
Kamu Varlıklarının Özel Mülke Dönüşümünde Vakıflar
The Waqfs in the Transformation of Public Assets into Private Property
Şeyma Sağdıç Güven
Sınıfı Örtme(Me)K: Kamu Yönetiminde Esnaf Örgütlenmesini Anlarken Yeni Bir Paradigma
Mümkün Mü?
(Un)Covering The Class: Is A New Paradigm Possible In Understanding The Professional
Organization of Small Tradesmen In Public Administration?
Müge Neda Altınoklu
Neoliberal Politikaların Gölgesinde Türkiye’de Eğitimin Dönüşümü: Anadolu Liseleri “Bir
İhtimaldi, Çok Da Güzeldi”
Transformation of Education in Turkey under the Shadow of Neoliberal Policies: Anatolian High
Schools 'It Was a Possibility, and It Was Quite Beautiful'
Munise Nur Aktan
110
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Merkezileşme Süreçlerinde Müftülük Kurumu ve
Taşra Müftüleri
Meryem Çakır Kantarcıoğlu1
Özet
Din örgütlenmesinde çok eski dönemlerden beri varlığı devam eden taşradaki müftülük
kurumunun, Cumhuriyet döneminde ne ismi ne de gördüğü temel işlevi (fetva) değişikliğe
uğramıştır. Osmanlı’nın eski zamanlarından beri kenar müftüleri ya da taşra müftüleri
olarak adlandırılan müftüler, Cumhuriyet döneminde de aynı isimle anılmaya devam
etmişlerdir. Oysa aynı dönemde baş müftülük ya da merkez müftülüğü konumunda olan
Şeyhülislamlık birkaç yıl içinde nazırlığa, vekâlete sonrasında da Diyanet İşleri Başkanlığı
gibi kurumlara evrilmiştir. Fetva işlevi ile bütünleşik biçimde işleyen kadılık ise önce kadı
yetiştiren medreseleri kapatan Tevhidi Tedrisat Kanunu sonra da şer’i mahkemeleri kaldırarak
yargılamada tekliği getiren Mehakimi Şer’iyenin İlgasına ve Mehakim Teşkilâtına Ait Ahkâmı
Muaddil Kanun ile 1924 yılında tamamen kaldırılmıştır. Yine aynı kurumsal kökenden gelen
ve tedris işlevini yerine getiren müderrislik de bu dönemde kaldırılmıştır.
Taşra müftülüklerinin Osmanlı döneminden bu yana sürekli biçimde aynı isimle ve işlevle
mevcudiyetini koruması, Cumhuriyet’in kuruluş döneminde dahi müftülere ve müftülük
kurumuna ilişkin ayrıca bir düzenleme yapılmamış olması iki farklı sav ile açıklanabilir.
Bunlardan ilki, müftülüklerin ve müftülerin siyasal-yönetsel alandaki değişim ve
dönüşümlere etki etme, direnme ya da destekleme dereceleri ile bu değişim- dönüşümlere
karşı tepkileri önemsenecek düzeyde değildir. Kurumsal işlevi, herhangi bir değişikliğe
uğramadan siyasal-yönetsel değişimlere rağmen stabil kalabilir. Dolayısıyla savlardan ilki
müftülük kurumunun ve müftülerin din ve devlet arasındaki ilişkilerde yaşanan kırılma ya
da kopuş süreçlerinde herhangi bir etkisinin olmadığıdır. İkinci sav ise isim ve işlev
değişikliği olmadığı halde taşra müftülerinin eyleme biçimleri ile müftülük kurumunun,
siyasal-yönetsel ve iktisadi alandaki kırılma ve kopuş süreçlerinde, niteliksel olarak
değiştiğidir.
Milli Mücadele sürecinde oluşmakta olan merkez ile siyasal-yönetsel alandaki değişim ve
dönüşümlere karşı mücadele ve çatışma potansiyelleri barındıran müftülerin varlığı da
taşradaki iktidar ilişkilerinin farklı biçimlerde kurulduğuna işaret eder. Müftülerin aynı olay
karşısındaki direnç ya da destek, uzlaşı ya da çatışma şekillerindeki tepkileri, makro ölçekli
bir laikleşme projesi anlatısından farklı olarak, taşradaki iktidar ve bölüşüm ilişkilerini
ortaya çıkarmaya yönelik bir yönetim sosyolojisi çalışmasını gerekli kılar.
İmparatorluktan ulus devlete geçişte merkezileşme süreci bakımından dinin taşradaki
örgütlenmesi ve bu örgütlenme içerisinde görev alan müftülerin merkezileşme sürecine
etkisi henüz yeterince açıklığa kavuşturulmuş değildir. Bu çalışmada yukarıda belirtilen
ikinci sav odağa alınarak 19. yüzyıldan günümüze müftülerin faaliyetleri ve müftülük
kurumunun merkezileşme süreçlerindeki yeri tespit edilmeye çalışılacaktır. Böylece tümüyle
belirleyici bir merkezin laikleştirme projesi kapsamında din ve devlet ilişkilerini
1
Arş. Gör. Dr., Meryem Çakır Kantarcıoğlu, Dicle Üniversitesi, meryem.cakir@dicle.edu.tr
111
düzenlemesine, reçete haline sunulan aşama ve basamakların birer birer var olan tüm
geleneksel kurumları ortadan kaldırmaya yönelmesine dayalı anlatının alternatifi olarak
merkezileşme süreçlerinde müftülük örgütlenmesi ve müftüler özelinde taşradaki diniktidar-bölüşüm ilişkilerine odaklanılacaktır.
Çalışmada, müftülerin 19. yüzyıl ve Cumhuriyet dönemi merkezileşme süreçlerindeki
konumları, onların faaliyetleri ve taşradaki eyleme biçimleri ele alınacaktır. Bu kapsamda
müftülerin Tanzimat Döneminde kurulmaya başlanan yerel meclislerdeki faaliyetleri,
işbirlikleri, çatışmaları; bunların merkezileşme süreçlerine etki düzeyleri, diğer meclis
üyeleri ile ilişkileri ve sınıfsal konumlanışları arşiv belgeleri ve literatür taraması üzerinden
incelenecektir. Milli Mücadele ve kuruluş dönemindeki faaliyetleri ve bu dönemle birlikte
başlayan siyasi- yönetsel merkezileşme sürecine dahil olma biçimleri yine arşiv belgeleri,
Meclis Tutanakları, dönem gazeteleri ve literatür taraması yoluyla ortaya konulmaya
çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: müftü, müftülük, fetva, merkezileşme süreçleri, din hizmetleri.
112
The Mufti Institution and Provincial Muftis in the Centralization Processes from the Ottoman
Empire to the Republic
Meryem Çakır Kantarcıoğlu 1
Abstract
The institution of provincial muftis, which has existed since ancient times in the organization
of religion, underwent neither a change in name nor a fundamental alteration in its primary
function (issuing religious rulings) during the Republic period. Muftis, formerly known as
"kenar müftüleri" or provincial muftis since the days of the Ottoman Empire, continued to
be referred to by the same name during the Republic era. However, during the same period,
the central institution known as the Şeyhülislamlık, which was equivalent to the head mufti
or central mufti, evolved into various roles, first as a ministry, then as an agency, and
eventually into institutions like the Presidency of Religious Affairs (Diyanet İşleri Başkanlığı)
within a few years. The qadi system, which functioned in conjunction with issuing religious
rulings (fatwas), was abolished entirely in 1924 with the enactment of the "Laws Replacing
the Provisions of the Mehakimi Şer’iyen and the Organization of the Mehakim Courts" after
the Tevhidi Tedrisat Law, which closed down the religious schools that trained qadis and
judges, was passed. Similarly, the position of "müderrislik," which was responsible for
religious education, was also abolished during this period.
The continuous existence of provincial muftis and their institutions with the same name and
function since the Ottoman period can be explained by two different arguments. The first
argument suggests that provincial muftis and muftis, regardless of political-administrative
changes and transformations, did not have a significant impact on these changes, nor did
they resist or support them to a considerable extent. Their institutional function remained
stable despite political-administrative changes. Therefore, the first argument suggests that
the mufti institution and muftis had no influence on the ruptures or disconnections in the
relationship between religion and the state. The second argument, on the other hand,
suggests that despite the absence of name and function changes, the ways in which provincial
muftis acted and the qualitative aspects of the mufti institution changed in response to the
political-administrative and economic ruptures and disconnections.
The presence of muftis during the National Liberation War, which had the potential for
resistance and conflict against the emerging central government and political-administrative
changes, indicates that power relations in the provinces were established in different ways.
The responses of muftis to the same events, whether in terms of resistance or support,
compromise or conflict, require a governance sociology study aimed at revealing power and
distribution relationships in the provinces, rather than a macro-scale secularization project
narrative.
The impact of the organization of religion in the provinces and the role of muftis in the
centralization process in the transition from the Empire to the nation-state have not been
adequately clarified. This study focuses on the second argument mentioned above and
1
Dr. Res. Assist., Meryem Çakır Kantarcıoğlu, Dicle University, mcakirdicle@gmail.com
113
attempts to determine the activities of muftis and the role of the mufti institution in the
centralization processes from the 19th century to the present day. Thus, instead of a narrative
based entirely on a decisive center regulating the relationship between religion and the state
as part of a secularization project and gradually eliminating all existing traditional
institutions, the study will focus on the organization of muftis and the relationship between
religion, power, and distribution in the provinces during centralization processes.
In this study, the positions of muftis during the centralization processes of the 19th century
and the Republic era, their activities, and their modes of action in the provinces will be
examined. Within this framework, their activities, collaborations, conflicts in local councils
established during the Tanzimat period, their level of influence on centralization processes,
their relations with other council members, and their class positions will be analyzed through
archival documents and literature reviews. Their activities during the National Liberation
War and the founding period, as well as their participation in the political-administrative
centralization process that began during this period, will also be explored through archival
documents, parliamentary records, periodicals of the time, and literature reviews.
Keywords: mufti, mufti institution, fatwa, centralization processes, religious services.
114
Diyanet’in Sosyal İçerikli Din Hizmetleri Perspektifi Üzerine Değerlendirmeler1
Feyza Kalav İdrisoğlu2
Özet
2000’li yıllardan itibaren Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (Diyanet) kimi yayın ve toplantılarında
din hizmetlerinin sosyal boyutuna yapılan vurguda dikkat çekici bir artış söz konusudur. Bu
bildiride son yıllarda Diyanet tarafından sistematik bir biçimde uygulamaya konduğu
görülen “sosyal içerikli din hizmetleri” perspektifi tartışmaya açılacaktır. Bu perspektif
kapsamında Diyanet’in kadınlar, gençler, çocuklar, sığınmacılar ve mahkûmlar gibi
toplumun farklı kesimlerine etkili bir biçimde ulaşma gayretinde olduğu görülmektedir.
Sunuşta öncelikle sosyal içerikli din hizmetlerinin Diyanet’e kanunla verilen görevler
kapsamında nereye denk düştüğü tespit edilecek ve bu hizmetlerin içeriği ele alınacaktır.
Kısaca ifade etmek gerekirse Diyanet’in görevleri 1965 tarihinde çıkarılan 633 sayılı Diyanet
İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun’un 1. maddesinde belirtilmiştir.
Bu görevlerden en somut olanı ibadet yerlerinin yönetimidir. İbadet yerleri ifadesi cami ve
mescitlere karşılık gelir. Kurumun ikinci bir görevi ise “İslam Dininin inançları, ibadet ve
ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek” yani “sahih dini bilginin” ortaya konulmasıdır. Bu
görev Türk sekülerizminin popüler ve resmi İslam anlayışı diyebileceğimiz iki düzeyine
dayanır. Yani, Türkiye’nin 100 yıllık tarihi içerisinde içinden geçtiği farklı ideolojik süreçlere
ayak uyduran din istismarı ile mücadele amacı ve devletin bunlara karşı tek makbul
alternatif olarak sunduğu dini esasları oluşturması gerektiği bağlamında meşruluk kazanır.
Diyanet’in aynı kanunda altı çizilen bir diğer görevi ise “din konusunda toplumu
aydınlatmaktır”. Yani bu görev “sahih dini bilginin” topluma aktarılmasını içerir. Dini
konularda toplumu aydınlatma görevi ilk kez Diyanet’in ilk özel kanunu olan 2800 sayılı
Diyanet İşleri Reisliği Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun gereğince 1937 tarihinde
çıkarılan ve 7647 sayılı Diyanet İşleri Reisliği Teşkilatı'nın Vazifelerini Gösterir
Nizamnamede yer almıştır. Bu tarihten itibaren bir yandan kendisine yöneltilen sorulan
soruları yanıtlama, öte yandan da yayın faaliyetinde bulunma şeklinde yerine getirilmiştir
(Gözaydın, 2009: 113). O tarihlerden günümüze gelen süreçte, toplumu dini konularda
aydınlatma görevinin içeriği ve bu doğrultuda bu hizmetleri yerine getiren Diyanet birimleri
değişime uğramıştır. Bu değişimin en önemli halkalarından biri 2010 yılında yürürlüğe giren
ve 6002 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun olmuştur. Bu düzenleme ile beraber Din
Hizmetleri Genel Müdürlüğü kurulmuş ve onun bünyesinde sosyal içerikli din hizmetleri
ile ilişkili daire başkanlıkları oluşturulmuştur. Diğer bir deyişle, bu düzenleme ve sonrasında
Bu bildiri 2023 yılının Eylül ayında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
Bölümü’nde sunulan “Regulating Religion in Turkey and Greece: A Comparative Analysis through Established
Religious Organizations in Public Sphere” isimli doktora tez çalışmasından üretilmiştir. Tez, bu bildirinin
konusunu oluşturan “Diyanet’in sosyal içerikli din hizmetleri perspektifini” dini regülasyon politikaları
çerçevesinde incelemiştir. Bu bildiri ise, Türkiye’de din-devlet ilişkileri” tartışmasına girmeksizin sosyal içerikli
din hizmetlerini, kamusal nitelikli din hizmetinin dönüşümü bağlamında ele almakla yetinecektir.
2 Araş Gör., Feyza Kalav İdrisoğlu, Çankırı Karatekin Üniversitesi, kalavfeyza@gmail.com
1
115
yapılan revizyonlar ile dini konularda toplumu aydınlatma görevinin en yeni halkalarından
biri olan sosyal içerikli din hizmetlerinin mevcut örgütsel yapısı kurulmuştur. Bu tebliğde,
toplumu dini konularda aydınlatma görevinin geniş bir şekilde tanımlanmasıyla bu
hizmetlere nasıl meşru bir zemin kazandırıldığına işaret edilecektir.
Bu bildiri, söz konusu bu yeni perspektifin Türkiye’de Diyanet’in kuruluşuyla örgütlenmiş
olan kamusal nitelikteki din hizmeti anlayışında yarattığı kırılmayı üç aks üzerinden
açıklamayı amaçlıyor: (i) Bunlardan ilki hizmetlerin niteliğine ilişkindir. Bu yeni hizmet
anlayışı dinsel nitelikteki (ibadete ilişkin) toplumsal gereksinimlerin karşılanmasının ötesine
geçerek toplumsal ve bireysel sorunlara din perspektifinden çözümler üretmeyi
amaçlamaktadır. (ii) İkincisi hizmet alıcılarla ilişki kurma biçimine yöneliktir. Hedef kitlesine
ulaşmak için mekânsal sınırlarını zorlayarak, proaktif bir strateji izler. (iii) Üçüncüsü, hizmeti
sunanların nitelikleri ve eylem biçimlerine yöneliktir. Diyanet personelinin
profesyonelleşmesini zorunlu kılar. Bildirinin oluşturulmasında birincil ve ikincil
kaynakların yanı sıra, Diyanet bürokratları ile yapılan görüşmelerden de faydalanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Diyanet, sosyal içerikli din hizmeti, dini konularda toplumu aydınlatma,
profesyonelleşme
116
Some Considerations on Diyanet's Socially-Oriented Religious Service Perspective
Feyza Kalav İdrisoğlu1
Abstract
Since the 2000s, there has been a remarkable increase in emphasis on the social dimension
of religious services in some publications and meetings of the Presidency of Religious
Affairs (Diyanet). This paper discusses "socially-oriented religious service” perspective
which Diyanet has systematically implemented in recent years. Within this perspective,
Diyanet aims to effectively reach different segments of society, such as women, youth,
children, asylum seekers, and prisoners. The first part of the paper aims to explain the
scope of socially oriented religious services, as well as their relevance to the official duties
of the Diyanet. To put it briefly, the duties of the Diyanet are specified in Article 1 of Law
No. 633 on "the Establishment and Duties of the Presidency of Religious Affairs,” enacted
in 1965. One of these duties is the management of the places of worship. The term ‘places
of worship’ refers to mosques and masjids. A second duty of the institution is to "carry out
the affairs related to the beliefs, worship and moral principles of the Islamic religion"; in
other words, to provide "authentic religious knowledge." This duty points to two different
dimensions of Turkish secularism: the popular and official understanding of Islam. In other
words, on the one hand, this duty aims to combat the abuse of religion; on the other hand,
it refers to the presentation of religious principles that the state offers as the only acceptable
alternative to religious interpretations that have the potential to abuse religion. Another
duty of the Diyanet underlined in the same law is the" illumination of the society on
religion." In other words, this duty involves disseminating "authentic religious knowledge"
to society. The task of illumination of the society on religious issues was first included in
Law No. 7647 on the Duties of the Organisation of the Presidency of Religious Affairs
issued in 1937 in accordance with Law No. 2800 on the Organisation and Duties of the
Presidency of Religious Affairs, which was the first special law of the Diyanet. From this
date onwards, it has been fulfilled by answering the questions addressed to it on the one
hand and carrying out broadcasting activities on the other (Gözaydın, 2009: 113). Since
then, the duty to enlighten society on religious issues and the Diyanet units in charge of
fulfilling these duties have also undergone changes. One of the most important steps in
this change was Law No. 6002 on the Amendment of the Law on the Establishment and
Duties of the Presidency of Religious Affairs and Certain Laws, which entered into force
in 2010. This regulation established the General Directorate of Religious Services as well as
its sub-departments related to socially oriented religious services. In other words, with this
regulation and other revisions made afterward, the current organizational structure of
socially oriented religious services, which is one of the newest links of the duty of
enlightening society on religious matters, has been established. This paper highlights how
these services have been provided with a legitimate basis by broadly defining the duty of
illuminating society on religious matters.
1
Res. Assist., Feyza Kalav İdrisoğlu, Çankırı Karatekin Üniversitesi, kalavfeyza@gmail.com
117
This paper aims to explain the rupture that this new perspective has caused in
understanding Diyanet's religious services in Türkiye through three axes: (i) The first of
these is related to the nature of the services. This new understanding of service goes
beyond meeting social needs related to worship and aims to produce solutions to social
and individual problems from the perspective of religion. (ii) The second is related to the
way of establishing a relationship with service recipients. It follows a proactive strategy by
pushing its spatial boundaries to reach its target audience. (iii) The third is regarding the
service providers' qualifications and modes of action. It calls for the professionalization of
Diyanet personnel. In addition to primary and secondary sources, interviews with Diyanet
bureaucrats were also utilized to generate the paper.
Keywords: Diyanet, socially oriented religious service, illumination of society on religious issues,
professionalisation
118
Kamu Varlıklarının Özel Mülke Dönüşümünde Vakıflar
Şeyma Sağdıç Güven1
Özet
Uzun bir tarihsel geçmişe sahip olan vakıflar, ekonomik ve sosyal işlevlere sahip özel tüzel
kişileridir ve oldukça eski dönemlere tarihlense de güncel bir tartışmanın odağı yapılmaya
elverişlidirler. Zira bugün vakıf kurumunun tarihsel bir kurum olmanın ötesinde güncel
bir işlevi yerine getirdiğini görmek mümkündür. Söz konusu işlev ise kamu varlıklarının
özel mülke dönüşümünde birer “sihirli değnek” görevi üstlenmesidir. Bu çalışma
kapsamında Türkiye Maarif Vakfı başta olmak üzere, günümüzde çeşitli isimler altında
örgütlenen ve kamuya yararlı olarak nitelendirilen vakıflardan yola çıkarak, vakıfların
Osmanlı kapitalistleşme süreci içinde üstlendiği işleve dair bir analiz amaçlanmaktadır.
Bunu yaparken çalışmanın temel amacı doğrultusunda vakıf kurumunun bütün tarihsel
gelişimi değil, kapitalistleşme süreciyle birlikte kamu varlıklarının tasfiyesi ile sınırlı bir
süreç ele alınmaktadır.
Tarihsel gelişimi içerisinde vakıflar, oldukça geniş yelpazedeki menkul ve gayrimenkul
malların tasarrufuna sahip olarak önemli gelirler elde eden ve bu gelirler ile çeşitli sosyal
ve ekonomik işlevleri yerine getiren kurumlardır. Osmanlı toplumsal formasyonu içinde
de benzer bir işlev gören vakıfların, tarıma dayalı Osmanlı toplumsal formasyonunda en
önemli gelir kaynağını tarım toprakları oluşturur. Ancak burada ortaya çıkan sorun, bir
şeyin vakfedilmesi için o şeyin mülkiyetine sahip olma gerekliliği karşısında miri toprak
rejimi varlığının yarattığı çelişkidir. Zira miri toprak rejimi, toprak üzerinde özel mülkiyete
dayalı tasarrufu dışlayan bir sistem olarak kabul edildiğinden; vakıfların en önemli gelir
kaynağı olan toprakların nasıl vakıf konusu haline gelebildiği sorgulanmaya açıktır. Miri
toprakların vakıf konusu haline gelmesi temelde ıslah veya temlikname ile mümkündür.
Her iki yolla miri topraklar, vakıf mülkü haline getirilerek tasarruf edilebilmektedir ve
böylece vakıflar bir tür “çitleme” aracı olarak işlev görmektedir. Miri toprakların
vakfedilerek “ortak mülkiyet” niteliğinden çıkmasının yanı sıra bu topraklar üzerinden
elde edilen gelir de aktarılabildiğinden, vakıflar aracılığıyla sermaye birikimi de mümkün
kılınmıştır. Bu durum vakıfları kapitalist üretim ilişkilerinin ön koşullarını oluşturmada
ve kamu kaynaklarını özel mülkiyete dönüştürmede işlevsel kılmaktadır. Ancak söz
konusu işlev Osmanlı kapitalistleşmesiyle son bulmuş değildir. Vakıflar bugün de benzer
bir işlevi yerine getirmekte ve kamu varlıklarının özel mülkiyet lehine yok olmasında hala
aracı bir hukuk kurumu olarak konumlanmaktadır.
Türkiye Cumhuriyet’inde neo-liberal dönüşümün, kamu varlıklarının tasfiye süreciyle
ilerleyen seyri pek çok araştırmaya konu edildi. Ancak kamu varlıkları aleyhine ilerleyen
bu seyir, son yıllarda, vakıf kurumunun daha dikkatli incelenmesini gerektirecek bir yola
girdi. Güncel olarak Türkiye Maarif Vakfı’yla somutlaşan tartışmalar, özellikle bu tür
vakıfların hukuk öznesi konumlarına odaklanmaktadır. Buna karşılık hukuk öznesiyle
1
Arş. Gör. Dr., Şeyma Sağdıç Güven, İnönü Üniversitesi, sagdic.seyma@gmail.com
119
doğrudan ilişkili olmasına rağmen tartışmaların gösterdiği temel çelişki, vakıfların özel
hukuk tüzel kişisi olmasına rağmen vakfedilen kaynakların kamu varlıkları olmasıyla
ortaya çıkar. Böylece bu tür vakıfların hukuk tekniği açısından kamu tüzel kişiliği ile özel
hukuk tüzel kişiliği arasındaki belirsiz konumu, esas olarak vakıf kurumunun kamu
varlıklarını özel mülkiyete çevirmenin bir aracı olarak işlevine vurgu yapmayı gerektirir.
O halde vakıflar bugün de kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimindeki geçiş kurumu
niteliğine uygun bir işlev üstlenmekte ve Faulkner’ın “uyum göstermek hayatta kalmak
demektir” ifadesini örneklemektedir. Güncel tartışmaya konu olan bu tür vakıflar,
“değişen vakıf anlayışıyla” açıklanma eğiliminde olsa da kurumun tarihsel işlevine
bakıldığında durduğu yer ve kapladığı boşluk, tartışılan belirsizliğin ve çelişkili konumun
kuruma esneklik sağlayan içkin bir özellik olduğunu göstermektedir. Böylece vakıflar, prekapitalist toplumsal formasyonların bir ürünü olmakla birlikte “esnek ve uyumlu”
nitelikleriyle hem kapitalist ilişkilerin ön koşullarını oluşturabilmiştir hem de güncel neoliberal politikalara uyumlu bir dönüşüme aracılık edebilmektedir.
Anahtar Kelimeler: kamu varlıkları, vakıflar, kamu varlıklarının tasfiyesi, özel mülkiyet, kapitalist
gelişim, hukuk kurumları.
120
The Waqfs in the Transformation of Public Assets into Private Property
Şeyma Sağdıç Güven 1
Abstract
In their long historical background, the waqfs are legal entities that have social and economic
functions. Though they are dated in the old times they can have been argued as a current
issue. Especially today it is possible to see that these foundations are not just historical
institutions but also fulfill very current functions. This function is that they take on the
“magic wand” task in the transformation of public assets into private property. This study it
is aimed to analyze the functions of waqfs during the Ottoman capitalist development,
beginning from the waqfs which are defined as beneficial for the public and organized under
various names, especially Türkiye Maarif Vakfı. While doing this analysis, parallel with the
main argument of this study, it is discussed not foundations’ historical development on the
contrary, it is restrained by the process of dissolving public assets and capitalist
development.
In historical context, the waqfs are institutions which have income by having right of
disposition various movable and unmovable properties and thanks to these incomes have
some social and economic functions. These foundations have same functions in Ottoman
social formations and in this agriculture-base society their most important resources are
lands. However, the problem arises here because of the contradiction which is the necessity
of owning property in order to dedicate something as a waqfs property and the existence of
the miri land regime. Then it is questionable how the agricultural lands could become the
most important income sources of the Waqfs, given that the Miri land regime is accepted as
a system that excludes private ownership of lands. Generally, there are two ways to
transform agricultural lands in the Miri regime into the property of waqfs, which are
reclamation and assignment (berat). Both these ways could turn the Miri lands into Waqfs'
property and the waqfs’ function occurs as a tool of “enclosure”. Thus, making Miri lands
into Waqf's property both make these lands out of the common property and make possible
capital accumulation by conveying the incomes of these lands. It shows that the waqfs are
very functional institutions for preparing prior conditions of capitalism and the
transformation of public assets into private property. However, this function is not over with
Capitalist development in Ottoman. Today the waqfs fulfill the similar functions and they
are positioned as a legal institution that dissolve public assets for favor of private property.
In the Turkish Republic, neo-liberal change which is going through dissolving public assets
is discussed variously in many research. However, this process which is the public assets'
disadvantage recently took a new path, so requires to analyze carefully focusing on the
institution of waqfs. There are discussions that are related to Türkiye Maarif Vakfı currently
focusing on especially the legal entity matters of such institutions. Although this discussion
can be conducted by marking legal subject matters, it would not be enough. As is seen also
1
Res. Assist. Dr., Şeyma Sağdıç Güven, İnönü University, sagdic.seyma@gmail.com
121
in these discussions, the main contradiction about these institutions is although the waqfs are
private legal entities, the given sources to waqfs are public assets. Thus, in terms of legal
technique, the uncertain position of these kinds of waqfs between public entities and private
entities requires an emphasis on their functions as a means of transformation of public assets
into private property. So today the waqfs have still a role in capitalist relations of production
as a transitional institution and exemplify Faulkner’s phrase “to adapt was to survive”
(Faulkner, 2013, s. 83). In that case, these waqfs tend to be explained with the “changing
understanding of waqfs”, but when the historical function of these institutions is examined,
the position of this institution and the gap they occupy show that being discussed uncertainty
and contradictions are inner features and provide them flexibility. Eventually, although
waqfs are a product of pre-capitalist social formations, they can both create the preconditions of capitalist relations and mediate a transformation compatible with current neoliberal policies with their "flexible and adaptable" qualities.
Keywords: public assets, waqfs, dissolving public assets, private property, capitalist development,
legal instutions.
122
Sınıfı Örtme(Me)k: Kamu Yönetiminde Esnaf Meslek Kuruluşlarını Anlarken
Yeni Bir Paradigma Mümkün Mü?
Müge Neda Altınoklu1
Özet
Türkiye’de liberal burjuva kamu yönetim şeması içerisinde, “yerinden yönetim” altında yer
alan kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarından biri olarak esnaf örgütleri,
Türkiye’de sosyal bilimler literatüründe kuramsal olarak da merkezi otoritenin belirleyici
olduğu bir yapılanma çerçevesinde ele alınmıştır. Ancak, özellikle Weberci analizlerin
görünür kıldığı, devlet merkezli bakış açısını yeniden üreterek ve esnaf örgütlerini devlete
“bağımlı” bir çıkar grubuna yerleştirerek, sermaye birikiminin ve bu birikimin öznesi olan
esnafın sınıfsal çıkarlarının uzlaşma ve çatışma koşullarının analiz dışı kalmasına neden
olmakta, böylece esnaf-devlet ilişkisinde sınıfsal çıkarların hangi sermaye birikim
stratejileriyle ve hegemonya projeleriyle belirlendiği sorusu cevapsız kalmaktadır. Bu
açıdan, Türkiye’de bir sermaye bileşeni örgütü olarak esnafın örgütlerini analiz ederken
baskın olan devlet merkezli yaklaşıma alternatif olarak daha ilişkisel bir yaklaşım ihtiyacı
ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de esnafın sınıf ilişkileri içerisinde rolü ve konumu dikkate
alınarak, esnafın kamu yönetimini içerisinde örgütlenmesinin tarihine, onun biçimlerine ve
yapısına daha ilişkisel ve tarihsel bir perspektif üzerinden bakmak, Cumhuriyet’in 100.
yılında devlet-sermaye ilişkisini ve kamu yönetiminde aldığı biçimleri ve işleyişini anlamaya
çalışırken yöntemsel bir katkı olacaktır.
Anahtar Kelimeler: esnaf örgütleri, kamu kurumu, sivil toplum, devlet merkezli yaklaşım, sınıf ilişkileri
1
Dr. Öğr. Üyesi, Müge Neda Altınoklu, Maltepe Üniversitesi, nmugea@gmail.com
123
(Un)Covering The Class: Is A New Paradigm Possible In Understanding The Professional
Organization of Small Tradesmen In Public Administration?
Müge Neda Altınoklu1
Abstract
The professional organizations of small tradesmen, as one of the professional organizations in
the nature of a public institution under the "decentralized administration" within the liberal
bourgeois public administration scheme in Turkey, have been generally discussed within the
framework of a structuring in which the central authority is the determinant in the social
sciences literature in Turkey. However, this understanding, especially made visible by
Weberian analysis, by reproducing the state-centered perspective and reducing these
organizations to interest groups that are "dependent" on the state, has paved the way for an
underestimation of the conditions of reconciliation and conflict of the class interests of small
tradesmen. Thus, the question of which capital accumulation strategies and hegemony projects
are determined by the class interests in the small tradesmen-state relationship remains
unanswered. In this respect, the need for a more relational approach arises as an alternative to
the dominant state-centered approach. Considering the role and position of the small
tradesmen within the class relations in Turkey, it is necessary to look at the history, forms and
structure of these professional organizations within the public administration from a more
relational and historical perspective. This perspective will be a methodological contribution
while trying to understand the forms and functioning of public administration in the 100th
anniversary of the Turkish Republic.
Keywords: the organizations of small tradesmen, public institution, civil society, state-centered approach class
relations
1
Assist. Prof. Dr., Müge Neda Altınoklu, Maltepe University, nmugea@gmail.com
124
Neoliberal Politikaların Gölgesinde Türkiye’de Eğitimin Dönüşümü: Anadolu
Liseleri “Bir İhtimaldi, Çok da Güzeldi”
Munise Nur Aktan 1
Özet
Bu çalışmada, sosyal devlet-refah devleti anlayışının çözülmesi ardından neoliberal
politikaların güçlü bir şekilde uygulanmasının eğitim alanı üzerindeki etkileri
incelenecektir. İkinci Dünya Savaşı ertesinde Soğuk Savaş döneminde, kapitalist devletler
bir bakıma sosyalist devrim ihtimaline karşı bir sigorta olarak gördükleri sosyal devlet
anlayışında kamu harcamalarına ciddi bir pay ayırmaktadır; özellikle eğitim ve sağlık
alanına kamu kaynaklarının akışı sağlamakta ve daha adaletli bir vergi sistemi
gözetilmektedir. Kapitalist blok içerisinde yer alan ve genç bir cumhuriyet olan Türkiye de
yabancı dil bilen ve iyi eğitimli nesiller yetiştirmek adına eğitim politikalarına önemli
yatırımlar yapmıştır. 24 Ocak Kararları’nın yürürlüğe girmesiyle dünyada yaşanan
neoliberal gelişmeler Türkiye’de de kendisini güçlü bir şekilde hissettirecektir. Kademeli
olarak önemli değişimler gösteren Anadolu Liseleri’nin dönüşümünü kamu politikaları
bağlamında incelemek yaşanan değişimleri anlama adına da önemli bir rol onayacaktır.
Hem kamu politikalarının dönüşümünün eğitim alanı üzerindeki etkilerini anlamak hem
de bir devlet okulu olmasına rağmen Anadolu Liseleri’nin gerçekten bir fırsat eşitliği
yaratıp yaratmadığını Bourdieu’nün temel kavramları olan sermaye ve habitus ile
incelemek bu çalışmanın temel amaçlarını oluşturacaktır. Çalışmada farklı şehirlerde farklı
dönemlerde Anadolu Liseleri’nden mezun kişilerin deneyimlerine de yer verilecektir.
Anahtar Kelimeler: kamu politikaları, eğitim politikaları, neoliberalizm, Bourdieu, Anadolu
Lisesi, kültürel sermaye, habitus, ekonomik sermaye, sosyal devlet, kamu kaynakları.
1
Öğr. Gör. Dr., Munise Nur Aktan, İstanbul Esenyurt Üniversitesi, mnuraktan@gmail.com
125
Transformation of Education in Turkey under the Shadow of Neoliberal Policies: Anatolian
High Schools 'It Was a Possibility, and It Was Quite Beautiful'
Munise Nur Aktan 1
Abstract
In this study, the effects of the strong implementation of neoliberal policies on the
education will be examined following the dissolution of the social welfare state
understanding. In the post-World War II era during the Cold War period, capitalist states
allocated a significant portion of public expenditures to the understanding of the welfare
state, which they saw as a kind of insurance against the possibility of a socialist revolution;
particularly, ensuring the flow of public resources to the education and healthcare sectors
and aiming for a more just tax system. Turkey, as a young republic within the capitalist
bloc and proficient in foreign languages, has made significant investments in education
policies to raise well-educated generations. With the implementation of the January 24
Decisions, neoliberal developments experienced worldwide will strongly manifest
themselves in Turkey as well. In this context, examining the transformation of Anatolian
High Schools, which gradually showed significant changes, will be essential in
understanding the changes in the context of public administration. It will be essential to
both understand the effects of the transformation of public policies on the education sector
and to examine whether Anatolian High Schools, despite being state schools, truly create
equal opportunities by analyzing them through Pierre Bourdieu's fundamental concepts
of capital and habitus. The study will also include the experiences of individuals who
graduated from Anatolian High Schools in different cities and periods
Keywords: Public policies, education policies, neoliberalism, Bourdieu, Anatolian High School,
cultural capital, habitus, economic capital, welfare state, public resources.
1
Lecturer Dr., Munise Nur Aktan, İstanbul Esenyurt University, mnuraktan@gmail.com
126
BİRİNCİ GÜN: ÜÇÜNCÜ OTURUM
26.10.2023 16:15-17:45 Koçumbeli Salonu
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
Oturum Başkanı: Pınar Sarıgöl Gürkan
Cumhuriyetin İkinci Yüzyılının “İkinci Cinsiyeti”
The “Second Sex” of the Second Century of the Republic
Gülçin Özge Tan
Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Yönelik Kamu Politikaları: Avrupa Komisyonu
Türkiye Raporları Üzerinden Bir İnceleme
Public Policies Towards Women's Rights and Gender Equality: A Review Based on the European
Commission Turkey Reports
Hakan Akın, Duygu Öztürk
Toplumsal Cinsiyetin Yerel ve Ulusal Düzeyde Kadın Temsilci Oranına Etkileri
The Effects of Gender on the Ratio of Female Representatives at Local and National Levels
Saliha Mazlum, Emrah Firidin
0-3 Yaş Çocuğu Olan Kadınların Sosyalleşme Deneyimleri: Annelik ve Kadınlık Arasında Kalmak
Socialization Experiences of Women with 0-3 Years Old Children: Cast between Motherhood and
Women(Hood)
Tuğba Canbulut, Melek Rabia Kapıcı
Davranışsal Kamu Yönetimi Merceği ile Bilim ve Sanat Merkezi Öğrencilerinin Matematiksel
Kaygı Düzeyleri ile Cinsiyetleri Arasındaki İlişki
The Relationship Between the Level of Mathematical Anxiety and Gender among Students from the
Centers for Science and Art within the Behavioral Public Administration Lens
Dilek Dede, Dinçer Dede
127
Cumhuriyetin İkinci Yüzyılının “İkinci Cinsiyeti”
Gülçin Özge Tan1
Özet
Demokratik ve adil bir toplum yaratmanın temel koşulu, kuşkusuz ki hak, ödev, sorumluluk
ve özgürlüklerin anayasa ve yasalarca teminat altına alınmasıdır. Ancak bu ilk ve zorunlu
koşulun atılması, eşitlik bağlamında her zaman demokrasi adına bir ilerleme anlamı taşımaz.
Kadınların siyasi ve idari temsil konusunda yaşadıkları kriz, bunun en bariz örneğidir.
Türkiye’de erken sayılabilecek bir dönemde yerel ve ulusal siyasete katılım hakkını elde
eden kadınlar, bugün hala, pratikte, eşit temsil hakkını elde edebilmiş değildir.
Anadolu’daki birinci yüzyılını tamamlamak üzere olan cumhuriyetin kurucu ideallerinin
içinde yer alan eşitlik ilkesinin kadın yurttaşlığı namına işletilememesi, cumhuriyetin ikinci
yüzyılına sayılı günler kala hâlâ aşılamamıştır. Verdikleri mücadele sonucunda cumhuriyet
rejimi ile haklar elde eden kadınlar için, cumhuriyetin ilk yüzyılı, haklar bağlamında hem
“de jure” hem de “de facto” mücadelenin zorlu tarihi olmuştur. Koca bir yüzyıl içerisinde
kadınlar; özel alanın sınırlarında yaşamaya zorlanmış, kadınların kamusal alana girişleri de
facto olarak engellenmiştir. Cumhuriyet rejimi; tebaalığı bitirmiş, yurttaşlığa dayalı eşitlik ve
özgürlük anlayışını benimsetmiştir ancak kamu yararı ataerkil çıkarları temsil ettiği ölçüde
ideal cumhuriyet prensipleri kadınlar için geçerli olamamıştır. Yurttaşlar arası eşitlikte eşitler
arasında birinci kılınan erkek yurttaşlığı, kadınları bir kez daha “ikinci cinsiyet” haline
getirirken; farklı yapı, koşul ve rejim biçimi dahilinde her defasında yeniden üretilen ve
kadını ikinci cinsiyet haline getiren eşitsizlik; yeni biçimiyle artık kadını kamusaldan daha
fazla dışlayamayarak ama eşitliği de içselleştirmeyerek mevcudiyetini sürdürmektedir.
Özetle reel bir politik etkide bulunamadıkları sürece ulusal ve yerel mekanizmaların kurucu
öznesi haline gelemeyen kadınların, cumhuriyetin birinci yüzyılında elde ettiği kazanımlar,
kadınları kamusal ve politik arenaya soksa da onları bu kez de kamusal patriyarkanın
etkisine almıştır. Erkekliğin kamusal ve özel alanlarındaki hâkimiyeti, kadınlara var olma
imkânı tanısa ve bu imkanlılık, yerel ve genel düzlemde siyasete giriş oranlarına yansısa bile
kadınların gerçek anlamda temsili mümkün olamamıştır. Kendi politikalarını ve çıkarlarını
dile getiremediği ölçüde cumhuriyetçi rejimle erkeklerinki gibi düz bir ilişkiye sahip
olamayan kadınlar de jure kazanımlara rağmen pasif bir uysallığa itilmiştir. Bu da ikinci
cinsiyetin yurttaş olmak için verdiği çabanın rotasını, eşit yurttaş olabilme çabasına
çevirmiştir. Yönetici kadrolarda, politik mekanizmalarda, siyasi partilerde, meslek
gruplandırmalarının farklı yelpazelerinde kısacası “aktif” bir biçimde kamusal alanda
kendisine yer bulamayan “cumhuriyet kadını”, bütün yurttaşlık görevlerini yerine getirse de
yurttaşlık hakkına fiili olarak ulaşamamakta hatta bugün en önemli savaşını yaşam hakkını
müdafaa etmek için vermektedir.
Bu doğrultuda işbu bildiriyle öncelikli olarak cumhuriyet rejiminin doğrudan ve
kendiliğinden yurttaşlar arasında bir eşitlik sağlamayacağı, kadınların kamusal temsili
1
Arş. Gör., Gülçin Özge Tan, Ankara Üniversitesi, gulcinozgetan@gmail.com
128
üzerinden irdelenecektir. Akabinde kadınların cumhuriyetin ilk yüzyılı içerisinde kamusal
alana sınırlı ve denetimli dahil edilişi vurgulanarak eşit yurttaşlık için kadınların sadece
siyasal katılımını artırmasının da yeterli olmayacağı; kadınların aynı zamanda siyasal
partilerin il- ilçe yönetimlerinde, parti merkez yönetme/yürütme kurullarında, yerel
yönetimlerin karar organlarında, kamu kurumlarının üst düzey yönetici pozisyonlarında
yani siyasi ve idari karar alıcı mevkilerde bulunması gerekliliği ilgili pozisyonların mevcut
sayısal verileriyle tartışılacaktır. Buradan yola çıkılarak, kadınların siyasi ve kamusal
görünürlüğünün artırılmasının kadının eşit yurttaşlığı için elzem ve vazgeçilmez olmakla
birlikte toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında tek başına yeterli olmadığı; kadınların
kamu politikalarının üreticisi, yürütücüsü olmadığı ve yönetimde ortak katılım
gösteremediği durumların devamı halinde kadının ikinci cinsiyet pozisyonunun süreceği
iddia edilecektir.
Anahtar Kelimeler: kadın, toplumsal cinsiyet eşitliği, demokrasi, yurttaşlık.
129
The “Second Sex” of the Second Century of the Republic
Gülçin Özge Tan 1
Abstract
The fundamental prerequisite for establishing a democratic and just society undeniably
lies in the assurance of rights, duties, responsibilities, and freedoms through constitutional
and legal means. Nevertheless, the realization of this initial and imperative condition
doesn’t invariably translate into advancements in democracy within the context of
equality. An illustrative case of this dilemma emerges in the challenges confronted by
women concerning political and administrative representation. In Turkey, where women
were granted the right to participate in local and national politics early on, practical
achievement of equitable representation has remained elusive.
The failure to effectively operationalize the principle of equality, a cornerstone ideal of the
Republic of Turkey, which is on the cusp of commemorating its first century in Anatolia,
in the context of women's citizenship, remains unresolved as the nation approaches its
second century. For women who acquired their rights under the republican regime
through tenacious struggle, the inaugural century of the republic has been a tumultuous
chronicle marked by both 'de jure' and 'de facto' battles for rights. Over the span of a
century, women were constrained to inhabit the private sphere and were effectively barred
from entering the public arena. While the republican regime relinquished subjugation and
espoused a framework of equality and freedom founded upon citizenship, the ideal
republican principles faltered when confronted with patriarchal interests masquerading as
the public good. Consequently, male citizenship, which should have stood as the primus
inter pares in the realm of citizen equality, once again relegated women to the status of the
'second sex.' Inequality, perpetuated under varying structures, circumstances, and regime
paradigms, persistently transformed women into second-class citizens. Thus, women
ceased to be excluded from the public sphere but failed to internalize equality. In sum, the
achievements of women in the republic's inaugural century, although they permitted
women to enter the public and political sphere, subjected them to the dominance of public
patriarchy. Despite their legal gains, women, unable to articulate their own policies and
interests, found themselves in a state of passive acquiescence, unable to engage with the
republican regime in a manner comparable to men. This shift redirected the trajectory of
women's pursuit of citizenship from the endeavor to become citizens to the pursuit of equal
citizenship. The 'woman of the republic,' unable to secure a substantive foothold in
administrative roles, political mechanisms, political parties, various professional
associations, and, in brief, the public sphere in an 'active' capacity, cannot genuinely access
the right to citizenship, even if she fulfills all her civic obligations. Today, she is engaged
in a formidable struggle to safeguard her right to life.
1
Res. Assist., Gülçin Özge Tan, Ankara University, gulcinozgetan@gmail.com
130
In light of these circumstances, this paper first underscores the fact that the republican
regime will not inherently and automatically foster equality among citizens through the
public representation of women. Subsequently, it emphasizes the constrained and
regulated inclusion of women in the public sphere during the republic's initial century,
contending that for equal citizenship to materialize, women must extend their political
participation beyond mere numerical increases. Women must assume roles in provincial
and district administrative bodies of political parties, central executive committees of
parties, decision-making entities of local governments, high-ranking positions in public
institutions, essentially occupying political and administrative decision-making positions.
On this basis, the argument posits that while augmenting women's political and public
visibility is indispensable for the realization of women's equal citizenship, it alone is
insufficient to ensure gender equality. Women's secondary status will persist unless they
become active contributors and implementers of public policies, participating in the
administration.
Keywords: women, gender equality, democracy, citizenship.
131
Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Yönelik Kamu Politikaları:
Avrupa Komisyonu Türkiye Raporları Üzerinden Bir İnceleme
Hakan Akın1,
Duygu Öztürk2
Özet
Küreselleşme ile gelişmiş ülkeler ve diğerleri arasında kadın hakları ve toplumsal cinsiyet
eşitliğine yönelik farklılaşma giderek artmaktadır. Gelişmekte olan ülke görünümündeki
Türkiye'de kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik uygulamaların, uluslararası
alanda nasıl değerlendirildiği, incelenmesi gereken bir durumdur. Çalışmada Avrupa
Birliği'nin (AB) kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği alanındaki politika bildirimleri ve
politika getirileri, Türkiye’de oluşturulan yasal ve kurumsal mekanizmalarıyla birlikte
incelenmiştir. Araştırmada Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri ile AB Türkiye
Raporlarında yer alan veriler bir arada değerlendirilmiştir. Çalışmada konuya ilişkin
literatür taraması, kuramsal inceleme ve dokuman analizi yöntemi tercih edilmiştir.
Araştırmanın temel kaynağını AB Türkiye Raporları oluşturmaktadır. Türkiye İstatistik
Kurumu (TUİK) 2023 yılı verilerine göre nüfusun %49,9'unu kadınlar, %50,1'ini erkekler
oluşturmaktadır. Türkiye’de, en az bir eğitim düzeyini tamamlayan 25 ve daha yukarı
yaştaki kadınların oranı %87,3, erkeklerin oranı %97,1’dir. 2023 verilerine göre işgücüne
katılma oranı erkeklerde %70,3 iken; kadınlarda %32,8 olarak gerçekleşmiştir. İstihdam oranı
erkeklerde %62,8 iken, kadınlarda %28’dir. Eğitim düzeyi bakımından kadın ve erkek nüfus
arasındaki açıklık azalmasına rağmen, bu durum kadın istihdamı gibi kadına yönelik sosyal
politikalara yeterince yansımamaktadır. Cinsiyetler arasındaki sosyal ve ekonomik
eşitsizliklerin devam etmesi, üretim sürecinde enformelleşen kadın emeği ve sosyal
dışlanmaya maruz kalan kadına yönelik incelemeleri gerekli kılmaktadır. Çalışma
sonucunda AB ülke raporlarının, kadınların kamu hizmetindeki yönetici kadrolarında
temsili, parlamento ve yerel yönetimlerde kadınların temsil oranı, kadın ve kız çocuklarının
hakları, kadınların karar alma-politika ve istihdama katılım oranları başta olmak üzere
somut ölçütler üzerinden siyasa getirilerini izleyebilmeyi sağlaması bakımından
karşılaştırmalı analizlere imkân sağladığı düşünülmektedir. Araştırma kapsamında yapılan
tarihsel karşılaştırmalar sonucunda, kadının statüsü, hak ve özgürlükleri, istihdamı, siyasal
katılım düzeyleri ve toplumsal içerme gibi toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik alanlarda
somut kamu politikaları geliştirilmesi gerektiği kanısındayız.
Anahtar Kelimeler: toplumsal cinsiyet eşitliği, kadın, sosyal politika, dezavantajlı gruplar, siyasal
katılım, kamu politikası
1
2
Dr. Öğr. Üyesi, Hakan AKIN, Yüksek İhtisas Üniversitesi, hakanakin@yiu.edu.tr
Dr. Öğr. Üyesi, Duygu ÖZTÜRK, İstanbul Medipol, duyguozturk@medipol.edu.tr
132
Public Policies Towards Women's Rights and Gender Equality: A Review Based on the
European Commission Turkey Reports
Hakan Akın1
Duygu Öztürk2
Abstract
With globalization, the differentiation between developed countries and others regarding
women's rights and gender equality is increasing. How the practices regarding women's
rights and gender equality in Turkey, which is a developing country, are evaluated
internationally is a situation that needs to be examined. In the study, the policy declarations
and policy outcomes of the European Union (EU) in the field of women's rights and gender
equality were examined together with the legal and institutional mechanisms established in
Turkey. In the research, Turkish Statistical Institute (TUIK) data and data in the EU Turkey
Reports were evaluated together. In the study, literature review, theoretical review and
document analysis methods were preferred. The main source of the research is the EU
Turkey Reports. According to Turkish Statistical Institute (TUIK) 2023 data, 49.9% of the
population is women and 50.1% is men. In Turkey, the rate of women aged 25 and over who
have completed at least one level of education is 87.3% and the rate of men is 97.1%.
According to 2023 data, the labor force participation rate is 70.3% for men; It was 32.8% in
women. While the employment rate is 62.8% for men, it is 28% for women. Although the gap
between men and women in terms of education level has decreased, this situation is not
sufficiently reflected in social policies for women, such as women's employment. The
continuation of social and economic inequalities between genders necessitates investigations
into women's labor becoming informal in the production process and women exposed to
social exclusion. As a result of the study, EU country reports enable comparative analysis in
terms of monitoring policy outcomes through concrete criteria, especially the representation
of women in managerial positions in the public service, the representation rate of women in
parliament and local governments, the rights of women and girls, women's participation in
decision-making, politics and employment rates. It is thought to provide As a result of the
historical comparisons made within the scope of the research, we believe that concrete public
policies should be developed in areas related to gender equality such as women's status,
rights and freedoms, employment, political participation levels and social inclusion.
Keywords: gender equality, women, social policy, disadvantaged groups, political participation, public
policy
1
2
Assist. Prof. Dr., Hakan AKIN, Yüksek İhtisas University, hakanakin@yiu.edu.tr
Assist. Prof. Dr., Duygu ÖZTÜRK, İstanbul Medipol, duyguozturk@medipol.edu.tr
133
Toplumsal Cinsiyetin Yerel ve Ulusal Düzeyde Kadın Temsilci Oranına Etkileri
Saliha Mazlum1
Emrah Firidin2
Özet
Cinsiyet bireylerin biyolojik olarak ait oldukları, üreme yapılarına göre farklılık arz eden
durumlarına verilen isimdir. İnsanlar bu özelliklere doğuştan sahiptir. Toplumsal cinsiyet
ise toplumu oluşturan kadın ve erkeklere toplumdaki inanç, kültür, gelenek ve hatta yasal
sebeplerle yüklenilen görev ve sorumluluklardır. Toplumsal cinsiyet kavramı, toplumdan
topluma ve dönemden döneme değişen ve toplum tarafından bireylere cinsiyetlerinden
bağımsız olarak atfedilen görev ve değerleri anlatmak için kullanılan ifadedir. Toplumsal
cinsiyet ifadesi bağlamında, insanlık tarihi boyunca birçok dönemde kadınlar ezilmiş, birçok
haklardan mahrum kalmışlardır. Örneğin Atina’da kadınlar köleler ve hayvanlar arasında
bir konumda bulunmuşlar ve hayatlarını önce ailelerindeki erkeklere daha sonrasında da
kocalarına bağlı geçirmişlerdir. Helenistik dönemle birlikte ise bu durumun değişmeye
başladığı görülür. Bulundukları ortak çağ itibariyle İslamiyet’ten önce Türk kadınları Batı
toplumundaki kadınlara oranla daha fazla hakkın sahibi olmuşlar, gerektiğinde erkeklerle
savaşa katılmış ya da sefer zamanı kağanın yerine ülkeyi yönetmişlerdir. İslamiyet’le birlikte
Arap ve Fars geleneklerindeki kadın konumu Türkleri de etkilemeye başlamış, özellikle
Osmanlı Devleti’nin merkezileşmiş bir devlet halini alması ve bu merkezileşmiş devlet
yapısında erkeklerin egemen olmasıyla birlikte kadınların toplumsal ve siyasal hakları
gittikçe azalmış ve özgürlükleri kısıtlanmıştır. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında
kadınlar toplumsal ve siyasi hakları için dernekler kurmaya, dergiler çıkarmaya ve bu
konuda çalışmalar yapmaya başlamışlardır. Cumhuriyetle, kadınların haklarında önemli
oranda iyileşmeler olmuştur. Bu hakları Türk kadınlarının erken bir zamanda elde etmesine
rağmen, günümüze kadar kadınların temsilinde çok az ilerleme olmuştur. Bu durum,
kadınların ulusal ve yerel yönetimlerdeki temsilinin erkeklere kıyasla çok düşük oranda
olmasında kendisini göstermektedir. Çözüm içinse yerel yönetimlere çok fazla görev
düşmektedir. Halka yakınlıkları ve onların sorunlarını daha iyi anlayabilecek yapıda
olmaları sebebiyle yerel yönetimler, kadınların temsili konusunda önemli bir noktada
bulunmaktadır. Yerel yönetimler demokrasinin ve katılımın mutfağı konumundadır. Yerel
yönetimlerde yöneticiler ve halk arasındaki mesafenin az olması hem kararlara katılımı
etkileyecektir hem de halk arasında demokrasi kültürünün benimsenmesini sağlayacaktır.
Bu bakımdan, yerel yönetim birimlerinde kadınların sayılarının artması, yereldeki
kadınların sorun ve taleplerinin, dolayısıyla toplumun yarısının taleplerinin dikkate
alınması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla yerel yönetimlerdeki kadın ve erkek temsilci
sayıları arasındaki değişim, yerel ve ulusal düzeyde de kendini gösterebilecek, kadınların
yönetimde yer alma istemleri artacak ve daha da önemlisi bu durumun normalleşmesine
sebebiyet verecektir. Çünkü toplumsal cinsiyetin bazı toplumlarda kadınların temsil
1
2
Arş. Gör., Saliha Mazlum, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi, saliha.mazlum61.sm@gmail.com
Dr. Öğr. Üyesi, Emrah Firidin, Karadeniz Teknik Üniversitesi, efiridin@ktu.edu.tr
134
haklarını kısıtladığı bilinmektedir. Katılım olgusunun toplumun tamamını kapsayan
biçimde uygulanması, toplumsal cinsiyet algısından kaynaklı sorunların çözümünde
yardımcı bir uygulama olacaktır. Çalışmada, toplumsal cinsiyetin kadınların yerel
yönetimlerde yer almasına olan etkileri tarihsel bir değerlendirme çerçevesinde ele
alınacaktır. Sonrasında, kadınların hem yerel hem de ulusal çaptaki temsil oranları, yerel
yönetimlerde (Belediye başkanlıkları, il genel meclisi üyelikleri, belediye meclis üyelikleri ve
köy muhtarı, köy ihtiyar heyeti, mahalle muhtarı ve mahalle ihtiyar heyeti ) ve mecliste
TÜİK, TBMM vb. kurumlardan alınan verilerle sayısal olarak incelenecek ve erkeklerin
temsiliyle arasındaki oran farkı yine sayısal olarak gösterilecektir. Bu oranların farklı
ülkelerle karşılaştırmasına değinilerek mevcut durumun analizi ile birlikte katılım ilkesi
dahilinde çözüm önerileri sunulmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: toplumsal cinsiyet, yerel yönetimler, katılım.
135
The Effects of Gender on the Ratio of Female Representatives at Local and National Levels
Saliha Mazlum1
Emrah Firidin2
Abstract
Gender is the name given to the situations to which individuals belong biologically and
differ according to their reproductive structures. People are born with these traits. Gender,
on the other hand, is the duties and responsibilities imposed on women and men who
make up the society, due to beliefs, culture, traditions, and even legal reasons. The concept
of gender is an expression used to describe the duties and values that vary from society to
society and from period to period and are attributed to individuals by society regardless
of their gender. In the context of gender expression, women have been oppressed and
deprived of many rights in many periods throughout human history. For example, in
Athens, women were in a position between slaves and animals and spent their lives
dependent first on the men in their families and then on their husbands. It is seen that this
situation started to change with the Hellenistic period. Due to their common age, Turkish
women had more rights than women in Western society before Islam, they participated in
the war with men when necessary or ruled the country instead of the khan during a
campaign. With the advent of Islam, the position of women in the Arab and Persian
traditions began to affect the Turks, especially with the Ottoman Empire becoming a
centralized state and the dominance of men in this centralized state structure, the social
and political rights of women were gradually reduced, and their freedoms were restricted.
In the last days of the Ottoman Empire, women started to establish associations for their
social and political rights, to publish magazines and to work on this issue. With the
Republic, there have been significant improvements in women's rights. Despite the early
attainment of these rights by Turkish women, little progress has been made in women's
representation to date. Local governments have a lot of responsibilities for the solution.
Local governments are at an important point in the representation of women, as they are
close to the public and are in a structure to better understand their problems. Local
governments are the cuisine of democracy and participation. The lack of distance between
the administrators and the public in local governments will both affect participation in
decisions and ensure the adoption of a culture of democracy among the people. In this
respect, the increase in the number of women in local government units means that the
problems and demands of local women, and therefore the demands of half of the society,
are taken into consideration. Therefore, the change between the number of male and female
representatives in local governments will manifest itself at the local and national level, the
demand of women to take part in the administration will increase, and more importantly,
this will lead to the normalization of the situation. Because it is known that gender limits
the representation rights of women in some societies. The application of the phenomenon
1
2
Res. Assist., Saliha Mazlum, Zonguldak Bülent Ecevit University, saliha.mazlum61.sm@gmail.com
Assist. Prof. Dr., Emrah Firidin, Karadeniz Technical University, efiridin@ktu.edu.tr
136
of participation in a way that covers the whole society will be a helpful practice in solving
the problems arising from the perception of gender. In the study, the effects of gender on
women's participation in local governments will be discussed within the framework of a
historical evaluation. Afterwards, the representation rates of women both locally and
nationally, in local administrations (Municipalities, provincial council memberships,
municipal council memberships and village headman, village elder committee,
neighborhood headman and neighborhood council of elders) and in the parliament will be
analyzed numerically with the data received from the institutions such as Turkish Statistics
Organization and Turkish Grand National Assembly etc. and the difference in the ratio
between the representation of men will be shown numerically. By referring to the
comparison of these rates with different countries, together with the analysis of the current
situation, solution proposals will be tried to be presented within the scope of participation
principle.
Keywords: gender, local governments, participation.
137
0-3 Yaş Çocuğu Olan Kadınların Sosyalleşme Deneyimleri: Annelik ve
Kadınlık Arasında Kalmak
Tuğba Canbulut1
Melek Rabia Kapıcı2
Özet
Anneliğe yapılan övgüler, kadınların anne olduktan sonra yeniden kadın kimliğine
bürünmelerini zorlaştıran bir süreci doğurmaktadır. Bir sosyal bilim gözlüğüyle
bakıldığında anne-kadınların toplumsallaşma süreçlerini çocukları ile düzenlediklerirevize ettikleri görülebilmektedir. Bir diğer deyişle, çocukların toplumsallaşabilecekleri
etkinlik merkezleri, spor-yüzme-müzik kursları, parklar, oyun alanları gibi yerlerin annekadınların yeni toplumsallaşma alanları olduğu söylenebilir. Yani bir kadın anne
olduğunda kadın değil, anne kimliğiyle toplumsallaşmak durumunda kalmaktadır. Bu
araştırmanın amacı, 0-3 yaş aralığında çocuğu/çocukları olan anne-kadınların
toplumsallaşma pratiklerinde anne rolünün tartışmaya açılmasıdır. Şüphesiz araştırmanın
çıkış noktası bu yaş aralığının bakım veren sorumluluğunun annede/kadında olması
gerekliliği şeklindeki cinsiyet odaklı rolün benimsenmesi değildir. Aksine bu
sorumluluğun hangi toplumsal gerekçelerle kadınlara yüklendiği, erkeklerin baba olarak
nerede konumlandıkları, bu sorumluluk sebebiyle anne-kadın olmak arasında kalmanın
kadınlara ne şekilde yansıdığı, bu sorumlulukla baş edebilmeye dair stratejilerde
kadınların destek mekanizmalarına erişimi, çalışan-çalışmayan veya işi bırakmak/işe ara
vermek durumunda kalan kadınların çalışan anne olma deneyimleri, kamusal alanların
kapsayıcılığı gibi durumların sorgulanması söz konusudur. Bu bağlamda hedefler
kamusal alanların kapsayıcılığına dair kamu politikaları önermek, kadınların kendine
yardım grupları gibi formatlarla bir aradalıklarının ve kendilerince bulunmuş/bulunacak
çözüm önerilerinin artmasına katkı sağlamak şeklinde belirlenmiştir. Araştırma ile bakım
veren olarak anne rolleriyle kadınlara odaklanılmıştır. Araştırmanın temel sorusu, anne
rolünün kadınların kamusal alan deneyimlerini nasıl etkilediğidir. Alt sorular bağlamında
ise, mevcut kamusal alanların küçük (0-3) yaştaki çocukları kapsama durumuna, bu yaş
grubuna uygun çocuk dostu kamusal alanların niteliğine, bu yaş grubundaki çocuklarıyla
kamusal alanda kendilerine yer bulmaya çalışan kadınların ne gibi sorunlarla
karşılaştıklarına bakılmıştır. Araştırma niteliksel yöntemle tasarlanmıştır, nasıl
sorusundan beslenmektedir ve deneyim odaklıdır. 0-3 yaş aralığında çocuğu ve/ya
çocukları olan toplam 15 kadınla derinlemesine görüşmeler yapılarak veri toplanmıştır.
Veriler, kadınların uygun gördükleri zamanlarda çevrimiçi toplanmış, onayları dahilinde
ses kaydı alınmıştır. 15 görüşme ile araştırma doyuma ulaşmıştır. Kadınların 0-3 yaş
aralığında çocuklarının olması; çocuklarını, okul/kreş dışında çocuklar için etkinlikler
üreten çeşitli mekanlara götürmeleri çalışmaya dahil edilmede iki önemli kriter olarak
1
2
Arş. Gör. Dr., Tuğba Canbulut, İstanbul Üniversitesi, tugba.canbulut@iuc.edu.tr
Öğrenci, Melek Rabia Kapıcı, İstanbul Üniversitesi, melekrabiakapici2002@gmail.com
138
belirlenmiştir. Çalışmadaki görüşmeciler amaca yönelik örneklem belirleme ile seçilmiştir.
Araştırmanın analizi MaxQda Analiz Programı ile yapılmıştır. Analiz ses kaydına alınan
görüşmelerin yazıya dökümü ve ardından programda kodlanıp görselleştirilmesi ile
sürmüştür. Hiyerarşik kod haritası, matris, iki vaka modeli, birlikte oluşma sıklığı gibi
analizler yapılmıştır. Araştırmanın sonuçlarından bazılarına değinmek gerekirse, çocuk
öncesi ve sonrası kamusal alan kullanımında açığa çıkan, çocuklu hayatın çocuk odaklı
değişmesi vurgusudur. Kadınlar eğer çocukları ile kamusal alan kullanacaklarsa, kendi
hayatlarını çocuklarının hayatına uyumlu hale getirmek koşuluyla bunu yapabildiklerini
belirtmişlerdir. Bu minvaldeki bir diğer sonuç da çocukla birlikte ortak kullanabilecekleri
kamusal alanların eksikliği, tasarım hatalılığı vurgusudur. Hem kendileri hem çocukları
için ortak kullanılabilecek bir kamusal alanın neredeyse hiç olmadığına vurgu
yapmışlardır. Hal böyleyken kadınlar, çocuk dostu kamusal alanlarda (çocuk tiyatrosu,
çocuk parkı…) kendilerine anne rolleriyle yer arama çabasında olduklarını belirtmişlerdir.
Son olarak ortak kamusal alanların neleri içerebileceğine dair öneriler araştırma
kapsamında kamu politikası önerisine dönüştürülmek üzere paylaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler: kamusal alan, çocuk dostu kamusal alan, annelik rolü
139
Socialization Experiences of Women with 0-3 Years Old Children: Cast between
Motherhood and Women (Hood)
Tuğba Canbulut1
Melek Rabia Kapıcı2
Abstract
Praise for motherhood creates a process that makes it difficult for women to regain their
female identity after becoming mothers. When viewed through a social science lens, it can
be seen that women-mothers organize and revise their socialization processes with their
children. In other words, it can be said that places such as activity centers, sportsswimming-music courses, parks and playgrounds where children can socialize are new
socialization areas for mothers and women. In other words, when a woman becomes a
mother, she has to socialize with the identity of a mother, not a woman. The aim of this
research is to discuss the role of mothers in the socialization practices of women who have
children between the ages of 0-3. Undoubtedly, the starting point of the research is not the
adoption of the gender-oriented role that the caregiving responsibility of this age range
should belong to the mother/woman. On the contrary, on what social grounds this
responsibility is placed on women, where men are positioned as fathers, how being stuck
between being a mother and a woman due to this responsibility reflects on women,
women's access to support mechanisms in strategies to cope with this responsibility,
working or not working or quitting/taking a break from work. Situations such as the
experiences of women in this situation of being working mothers and the inclusiveness of
public spaces are questioned. In this context, the objectives have been determined as
proposing public policies regarding the inclusiveness of public spaces, contributing to the
increase of women's coexistence with formats such as self-help groups and the solutions
they have found or will find. The research focused on women in their roles as mothers and
caregivers. The main question of the research is how the mother role affects women's public
space experiences. In the context of sub-questions, the extent to which existing public
spaces accommodate young (0-3) age children, the nature of child-friendly public spaces
suitable for this age group, and what problems women face while trying to find a place for
themselves in public spaces with their children in this age group were examined. The
research was designed with a qualitative method, is informed by the question of how, and
is experience-oriented. Data was collected by conducting in-depth interviews with a total
of 15 women with children aged 0-3. Data were collected online at women's convenience
and voice recordings were made with their consent. The research reached saturation with
15 interviews. Women have children between the ages of 0-3; Taking their children to
various places that provide activities for children outside of school/nursery was
determined as two important criteria for inclusion in the study. Interviewers in the study
1
2
Res. Assist. Dr.., Tuğba Canbulut, İstanbul University, tugba.canbulut@iuc.edu.tr
Student, Melek Rabia Kapıcı, İstanbul University, melekrabiakapici2002@gmail.com
140
were selected by purposeful sampling. The analysis of the research was done with MaxQda
Analysis Program. The analysis continued by transcribing the audio-recorded interviews
and then coding and visualizing them in the program. Analyzes such as hierarchical code
map, matrix, two-case model, and frequency of co-occurrence were performed. To mention
some of the results of the research, what is revealed in the use of public space before and
after children is the emphasis on the child-oriented change of life with children. Women
stated that if they were to use public space with their children, they could do so provided
that their own lives were compatible with their children's lives. Another result in this
regard is the lack of public spaces that can be shared with the child and the emphasis on
design flaws. They emphasized that there is almost no public space that can be used jointly
by both themselves and their children. This being the case, women stated that they are
trying to find a place for themselves in the role of mothers in child-friendly public spaces
(children's theatre, children's park, etc.). Finally, suggestions about what common public
spaces could include were shared within the scope of the research to be transformed into
public policy recommendations.
Keywords: public space, child-friendly public space, motherhood role
141
Davranışsal Kamu Yönetimi Merceği ile Bilim ve Sanat Merkezi Öğrencilerinin
Matematiksel Kaygı Düzeyleri ile Cinsiyetleri Arasındaki İlişki
Dilek Dede1
Dinçer Dede2
Özet
Davranışsal kamu yönetimi, kamu yönetimi alanını psikoloji alanıyla birleştirerek, psikoloji
alanının araçlarıyla bireysel tutum ve davranışların mikro düzeyde analizine işaret eder.
Davranışsal kamu yönetiminin kökleri klasik kamu yönetimi metinlerine dayandırılmakla
birlikte psikoloji araçlarıyla yorumlama biçimi kamu yönetimi alanında görece yeni bir alan
olarak ortaya çıkmaktadır. Bilim ve Sanat Merkezleri (BİLSEM), Türkiye’de faaliyet gösteren
özel usullerle belirlenen özel yeteneklere sahip öğrencilerin mevcut eğitimlerinin yanında,
özel yeteneklerini geliştirmeleri için eğitim sunan Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) bağlı
kuruluşlardır.
Alan yazındaki çalışmalar, BİLSEM’ler üzerine yapılan çalışmaların sınırlı sayıda olduğunu
belirtmektedir. Bu kapsamda araştırma iki yeni araştırma konusunun kesiştirilerek ampirik
bir çerçevede analizi açısından önem taşımaktadır. Ayrıca, bağımsız örneklem t-testi
uygulama koşulu olarak basit rassal teknikle belirlenen 30 örneklem elemanı ve üzeri
üzerinde uygulanması koşulu yerine amaçsal örnekleme tekniği ile belirlenmiş, “bağımsız
örneklem t testi” uygulama için gerekli veri uygunluk koşullarını sağlayan 24 örneklem
elemanı üzerinde gerçekleştirilmiştir.
Çalışmada özel yetenekli öğrenciler arasından belirlenen bir öğrenci grubunun,
cinsiyetlerine göre matematik kaygısı düzeylerini araştırmaktadır. Bu yönüyle, kamu
yönetimi ve psikoloji alanlarının kesişim alanı olan davranışsal kamu yönetimi alanıyla
bağlantılı görünmektedir. Çalışma sonunda özel yetenekli, mikro bir öğrenci grubunun
cinsiyetlerine göre matematik dersine yönelik kaygı düzeyleri hakkında ön bilgi edinmek
amaçlanmaktadır.
Araştırma sorusu, Bilim ve sanat merkezlerinde öğrenim gören öğrencilerin matematiksel
kaygı düzeyleri ile cinsiyetleri arasındaki ilişki Davranışsal kamu yönetimi çerçevesinde
nasıl açıklanabilir?
Çalışmada Bağcılar BİLSEM tarafından 01.09.2022- 22.06.2023 tarihleri arasında yürütülen
“Matematiğin Yaşamımızdaki İzlerini Sorguluyoruz” projesi kapsamında, Matematiksel
kaygı ölçeği kullanılarak, Bağcılar BİLSEM öğrencilerinin cinsiyetlerine göre matematiksel
kaygı düzeyleri araştırılmıştır.
Yöntemsel olarak, tarama araştırması yapılmıştır. 20-26 Şubat 2023 tarihleri arasında Bağcılar
Bilim ve Sanat Merkezi tarafından belirlenen kriterlere göre örneklem seçimi yapılmıştır.
1 Dr. Öğr. Üyesi., Dilek DEDE, İstanbul Üniversitesi, dilekdede@istanbul.edu.tr
2 Okul Müdürü, Dinçer DEDE, Bağcılar Bilim ve Sanat Merkezi, Milli Eğitim Bakanlığı, dincerdede@meb.gov.tr
142
Örneklem seçimi yapılırken amaçsal örnekleme yöntemi ve gönüllülük esaslarına göre
cevaplayıcı belirlene ölçütleri dikkate alınmıştır. 6. Sınıf öğrencileri arasından seçilen (n:24:
12 kadın; 12 erkek öğrenci) öğrencinin kaygı düzeylerini belirlemek için Erktin, et al.,(2006)
“Matematik Kaygısı Ölçeği” uygulanmıştır. Söz konusu ölçek dört boyuttan oluşmaktadır:
1,“matematik kaygısının “sınav ve değerlendirilme korkusu”, 2.“matematik dersinden
çekinme”, 3.“günlük hayatla matematik kullanımı” 4. “kendini matematik konusunda
yeterli bulma”. Matematik kaygı ölçeği, 45 adet 5’li likert sorularından oluşmaktadır
Çalışmada; “matematik dersinden çekinme”, ve “günlük hayatla matematik kullanımı”
boyutlarına odaklanılmıştır. Bunun nedeni, söz konusu iki boyutun davranışsal kamu
yönetimi merceği ile yorumlanabilecek şekilde “matematik dersinden çekinme” boyutunun
öğrencinin dersle ilişkisi ve derse olan algısı hakkında bilgi vermesidir. “günlük yaşamda
matematik kullanımı” boyutunun ise eğitim alanı dışında sosyal yaşantı içinde matematikle
ilişkisi ve matematiğe dair algısı hakkında bilgi vermesidir. Elde edilen veriler IBM SPSS
view: version 25 programında betimleyici istatistik ile analiz edilmiş, cinsiyet farklılıklarını
belirlemek için bağımsız örneklem (t-testi) kullanılmıştır.
Çalışmanın sınırlılıkları; tek bir BİLSEM üzerine yapılan, mikro bir grup üzerinde yürütülen
kaygı düzeyi belirleme girişimi olmasıdır. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. İlk olarak
alan-yazında yer alan davranışsal kamu yönetimi üzerine yapılan çalışmalara yer verilmiştir.
İkinci bölümde Erktin et al., (2006) çalışmasında yer alan “Matematik Kaygı Ölçeği”
kapsamında cinsiyetlerine göre Bağcılar BİLSEM’de öğrenim gören öğrencilerin
cinsiyetlerine göre kaygı düzeyleri belirlenmiştir.
Çalışma sonunda özel yetenekli, mikro bir öğrenci grubunun cinsiyetlerine göre matematik
dersine yönelik kaygı düzeylerinin “matematik dersinden çekinme”, ve “günlük hayatla
matematik kullanımı” boyutları açısından anlamlı bir fark olduğu tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: davranışsal kamu yönetimi, mikro düzey analiz, cinsiyet, matematiksel kaygı
ölçeği, özel yetenekli öğrenciler.
143
The Relationship Between the Level of Mathematical Anxiety and Gender among Students
from the Centers for Science and Art within the Behavioral Public Administration Lens
Dilek Dede1
Dinçer Dede2
Abstract
Behavioral public administration is a discipline that aims to investigate individual attitudes
and behaviors at a micro-level by utilizing psychological methods and integrating public
administration and psychology. This field has its roots in classical texts in public
administration and has now emerged as a relatively new and speedly developing area of
study. The Science and Arts Centers (BILSEM) are educational institutions in Turkiye that
come under the supervision of the Ministry of National Education (MEB). These centers
provide specialized training to students with unique skills in addition to the regular
curriculum. They employ certain methods to provide a tailored and effective learning
experience for students.
Based on academic research, there seems to be a dearth of scholarly investigations on
BILSEMs. In the present study, conducting research assumes paramount importance as it
facilitates an examination of two novel study subjects while integrating them into an
empirical framework. Additionally, rather than employing independent sample t-test on a
sample size of 30 or more chosen through a simple random technique, the study utilized the
independent sample t-test on a purposive sample of 24 participants who satisfied particular
data compatibility prerequisites.
The primary objective of this research is to manifest preliminary insights into the
mathematical anxiety levels experienced by a select group of talented and gifted students in
Bağcılar BİLSEM, with a focus on gender-based differences.
The research question is as follows: To what extent can we explain the correlation between
the levels of mathematical anxiety and gender of students enrolled in science and art centers
within the behavioral public administration lens?
Bağcılar BİLSEM conducted "We are Inquiring the Traces of Mathematics in Our Lives"
between September 1, 2022, and June 22, 2023, the current study being a part of this project.
The study aimed to investigate the levels of mathematical anxiety experienced by students
regarding to their gender by employing Mathematical Anxiety Scale.
Bağcılar BİLSEM conducted the survey research from February 20th to 26th, 2023, to
determine the level of mathematical anxiety in 6th-grade students. A purposive sample
selection was used, consisting of 12 females and 12 males, with the criteria for selection
1 Assist. Prof. Dr., Dilek DEDE, İstanbul University, dilekdede@istanbul.edu.tr
2 Principal of Center for Science and Art, Dinçer DEDE, Bağcılar Science and Art Center, National Educational
Ministry, dincerdede@meb.gov.tr
144
determined by leader teachers and researchers. All participants voluntarily took part in the
survey. To measure four dimensions of mathematical anxiety, including test and evaluation
anxiety, apprehension of math lessons, the use of math in daily life, and lack of self-efficacy
for matheöatics, the Scale of Mathematical Anxiety, developed by Erktin et al. (2006) was
used. The questionnaire consisted of 45 questions and utilized a five-point Likert scale to
measure levels of mathematical anxiety.
The focus of study was on the apprehension of math lessons and the use of math in daily life.
This is due to the fact that the analysis of these dimensions suggests valuable insights for
using the lens of behavioral public administration. The collected data drew analysis using
descriptive statistics in IBM SPSS version 25, and independent sample t-test was conducted
to identify correlation between the these two dimensions and any potential gender
differences.
This study includes a certain limitation by analyzing anxiety levels in a certain group. This
study is organized into two sections. First, it comprises a literature review on behavioral
public management. Second, it determines anxiety levels among Bağcılar BİLSEM students
based on gender. To accomplish this, the "Mathematics Anxiety Scale" from Erktin et al.
(2006) is utilized.
The findings of this study indicate that gender plays a significant role in the anxiety levels
experienced by gifted students with regard to their “using mathematics in daily life”
dimension. However, apprehension of math lessons dimension does not suggest any
significant finding.
Keywords: behavioral public administration. micro-level analysis, gender, mathematical anxiety
scale, talented and gifted students
145
BİRİNCİ GÜN: ÜÇÜNCÜ OTURUM
26.10.2023 16:15-17:45 Eymir Salonu
Yönetime Katılma
Oturum Başkanı: Hacer Tuğba Eroğlu
Kamu Yönetiminde Yönetişim ve Uygulama Örnekleri
Examples Of Governance and Practice In Public Administration
Minure Sude Köse
Hayata Geçirilemeyen Bir Hayal Eskimeyen Bir Kavram Olarak “Katılma”
"Participation" As A Never Aging Concept, A Dream That Cannot Be Realized
Zübeyde Erdoğan Çelikkın
Kamu Yönetiminde Demokratik Bir Yapı ve İşleyişin Olanak ve Sınırları
Democratic Structure In Public Administration And Functioning Possibilities And Limits
Fehmi Başusta
Kent Yönetimine Katılımda Alternatif Yollar: Gültepe Deneyimine İlişkin Gözlemler
Alternative Ways to Participate in City Administration: Observations on the Gültepe Experience
Turgay Gülpınar
Deniz Yönetişimi ve Türk Kamu Yönetimindeki Yeri
Marine Governance in Turkish Public Administration
Aygün Karlı
146
Kamu Yönetiminde Yönetişim ve Uygulama Örnekleri*
Minure Sude Köse1
Özet
Yönetişim kavramı 20. yüzyılın sonlarına doğru iktidarın yeniden şekillendirilmesi amacıyla
ortaya çıkmıştır. İlk defa Dünya Bankası tarafından kullanılan yönetişim (governance)
kavramı “yönetim” veya “yönetmek” kavramından türetilmiştir. Yönetişim, tek karar alma
merci olan devlet tekelinin yanına özel sektör ve sivil toplumun da katıldığı yeni bir yönetim
tarzını ifade etmektedir. Katılımcı bir yönetim tarzını benimseyen yönetişim, zamanla
hegomonyal bir hale gelmiş ve yeni reformlara öncülük etmiştir.
Yönetişim kavramı, “yönetim” kavramının alternatifi olarak kullanılması ile hızla
gelişmiştir. Diğer taraftan uluslararası örgütlerin kavramı birçok açıdan kullanması,
devletlerin kavram ile bütünleşmesini sağlamıştır. Akademik yazında öngörülemeyecek
kadar anabilim dalı ile bütünleşmesi, çeşitli yönetişim türlerini ortaya çıkarmıştır. Bu
bağlamda bakıldığında yönetişim kavramının bilimsel düzeyi birkaç açıdan analiz edilebilir.
Bu çalışmada ise yönetişim kavramının özellikle kamu yönetimi alanında hangi boyutlarıyla
ele alındığı, yerel ve bölgesel açıdan yönetişim incelemeleri ve kuramsal açıdan ele alınışı ile
ortaya konacaktır. Çalışmanın amacı, yönetişim ekseninde yerel ve merkezi yönetimlerin
uygulama alanı bulduğu yerlerin tespitinin sağlanmasıdır. Çalışmanın amacına uygun
olarak konu ile ilgili kaynaklar incelenmiş ve tematik analiz kullanılarak değerlendirmeye
gidilmiştir.
1970’li yıllardan itibaren üzerinde en fazla durulan konular, verimlilik, etkinlik ve etkililik
ilkelerinden oluşmaktadır. Bu ilkeler kamu yönetimine bakıldığında birbirini tamamlar
niteliktedir. Geleneksel Kamu Yönetiminin, Yeni Kamu İşletmeciliğine evrilmesiyle beraber
yönetimin hem verimli hem de yaptığı işler bakımından etkili olması beklenmiştir. Böylelikle
yeni dönemde uygulanan eylem ve alınan kararları sorumlu hale getirecek bir mekanizmaya
ihtiyaç duyulmuştur. Gelişen yönetim anlayışında, temsili demokrasinin katılımcı ruhu
yeterliliğini kaybetmiş ve denetim mekanizmalarını güçlendirecek yeni bir yönetim
anlayışını beraberinde getirmiştir. Devlet ve toplum ilişkilerinde karşılıklı etkileşime
dayanan yeni yönetim anlayışı, katılımcı demokrasiye gerçek bir boyut kazandırmıştır.
Yönetişim, özel sektör ve sivil toplumu da aktör olarak içine alan kompleks bir sistem
kurmuştur. Burada merkezi yönetim ve yerel yönetimlerin yanı sıra kâr amacı gütmeyen
kuruluşlarında varlığı politika uygulamada saydam olunmasını sağlamıştır. Hiyerarşik
yapının yanı sıra iktidar dışı birimlerin de yönetimde söz sahibi olması heterarşik yapının
oluşumuna katkı sağlamıştır. Çok aktörlü yeni sistem özellikle gelişmekte olan ülkelerin
reform stratejisine dönüşmüştür. Yani yönetişim, Yeni Kamu İşletmeciliğinin, eksik yanlarını
* Bu çalışmada Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
Anabilim Dalında işlenmekte olan Kamu Yönetiminde Çağdaş Yaklaşımlar dersinin çalışmasından
yararlanılmıştır.
1 Minure Sude Köse, Bülent Ecevit Üniversitesi, mnrsdks67@gmail.com
147
telafi etmek ve gelişmekte olan ülkelere göre yönetimin yeniden şekillenmesini sağlamak
amacına öncülük etmiştir.
1992 yılında Rio de Janeiro’da yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı,
Gündem 21 Projesi, “yönetişim” kavramının genelden çok yerele indirgenmesini sağlamıştır.
Sürdürülebilir Kalkınma hedefini ortaya koyan proje de “küresel ortaklık ve iş birliği”
ibaresine yer verilerek yönetime çok aktörlü bir şekilde katılınması istenmiştir. Çünkü
siyasal ya da yönetsel katılım ile gerçekleştirilen çalışmaların daha etkin ve verimli sonuçlar
doğuracağı düşünülmektedir. Ülkemize bakıldığında özellikle stratejik planların ve
performans programlarının hazırlanmasında katılımcı anlayışla kamu politikası
oluşturulması, yönetişim ilkesinin gerekliliklerinin yerine getirildiğinin kanıtıdır. Yönetişim
kavramı devletin rolünün ve etkinliğinin değiştiği bir yapıyı da bize sunmaktadır. Yeni
kamu yönetimi incelendiğinde, yönetişim modeli ile oluşturulan politikaların piyasacı devlet
anlayışı ile şekillendiği görülmektedir. Ortaklık kavramının hayat bulduğu yönetişim
modelinde, politika yapıcılar hesap verebilir durumdadır.
Bu çalışmada öncelikle yönetişim kavramının kuramsal çerçevesi üzerinde durulacak
ardından Türkiye’de uygulama alanı bulduğu yerler hakkında bilgi verilecektir. Çalışmanın
sonunda, yönetişim modeli ile gerçekleştirilen kamu politikalarının fikir birliğine dayalı
olması sebebiyle önemi ortaya konulacaktır.
Anahtar Kelimeler: kamu yönetimi, neoliberalizm, heterarşik yapı, sivil toplum, piyasacı devlet
Examples Of Governance and Practice In Public Administration
148
Minure Sude Köse1
Abstract
The concept of governance emerged towards the end of the 20th century with the aim of
reshaping power. The concept of governance, first used by the World Bank, is derived from
the concept of "governance" or "managing." Governance refers to a new style of governance
in which the private sector and civil society participate alongside the state monopoly,
which is the only decision-making authority. Adopting a participatory management style,
governance has become hegemonic over time and has led to new reforms.
The concept of governance has developed rapidly with the use of the concept of
"management" as an alternative. On the other hand, the use of the concept by international
organizations in many ways has enabled states to integrate with the concept. Its
unpredictable integration with the department in the academic literature has given rise to
various types of governance. In this context, the scientific level of the concept of
governance can be analyzed from several angles. In this study, the dimensions of the
concept of governance, especially in the field of public administration, will be tried to be
revealed by examining governance from a local and regional perspective and to dealing
with it from a theoretical point of view.
The aim of the study is to determine the places where local and central governments find
application areas in the axis of governance. In accordance with the purpose of the study,
the relevant sources were examined and evaluated using thematic analysis.
Since the 1970s, the most emphasized issues consist of the principles of efficiency,
effectiveness and effectiveness. These principles complement each other when we look at
public administration. With the evolution of the Traditional Public Administration into the
New Public Administration, it was expected that the management would be both efficient
and effective in terms of the work it does. Thus, there was a need for a mechanism to make
the actions and decisions taken in the new period responsible. In the developing
management approach, the participatory spirit of representative democracy has lost its
sufficiency and a new administration that will strengthen the control mechanisms
understanding. The new management approach, which is based on mutual interaction in
state and society relations, has given a real dimension to participatory democracy.
Governance has established a complex system that includes the private sector and civil
society as actors. Here, the presence of central and local governments, as well as non-profit
organizations, has ensured transparency in policy implementation. In addition to the
hierarchical structure, the fact that non-ruling units also have a say in the management has
contributed to the formation of the heterarchical structure. The new multi-actor system
haturned into a reform strategy especially in developing countries. In other words,
governance has taken the lead in compensating for the shortcomings of the New Public
Enterprise and enabling the reshaping of governance according to developing countries.
1
Minure Sude Köse, Bülent Ecevit University, mnrsdks67@gmail.com
149
The Agenda 21 Project of the United Nations Conference on Environment and
Development, held in Rio de Janeiro in 1992, brought the concept of "governance" from the
general to the local. In the project that reveals the Sustainable Development Goal, the
phrase "global partnership and cooperation" was included and it was requested to
participate in the management in a multi-actor manner. Because it is thought that the
studies carried out with political or administrative participation will produce more
effective and efficient results. When we look at our country, especially in the preparation
of strategic plans and performance programs, the creation of public policy with a
participatory approach is proof that the requirements of the governance principle are
fulfilled. The concept of governance also presents us with a structure in which the role and
effectiveness of the state changes. When the new public administration is examined, it is
seen that the policies created with the governance model are shaped by the marketoriented state understanding. In the governance model where the concept of partnership
comes to life, policymakers are accountable.
In this study, first of all, the theoretical framework of the concept of governance will be
emphasized and then information will be given about the places where it finds
applicationin Turkey. At the end of the study, the importance of public policies realized
with the governance model will be revealed because they are consensus-based.
public administration, neoliberalism, heteroarchical structure, civil society, marketoriented state.
Keywords:
150
Hayata Geçirilemeyen Bir Hayal Eskimeyen Bir Kavram Olarak “Katılma”
Zübeyde Erdoğan Çelikkın1
Özet
Refah devleti döneminde “yönetime katılma” önemli bir tartışma konusuydu ve işçilerin
işyeri yönetimine katılması bazı uygulamalarla hayata geçirilmişti. Hatta Kurthan Fişek
“katılmalı yönetim” uygulamasını “bilimsel yönetim” ve “insan ilişkileri” kuramlarından
sonra geliştirilen üçüncü bir kuram, “yeni yönetsel mehdi” olarak tanımlamaktaydı.
Tartışma ekseni ise “yabancılaşma”nın önlenmesi veya “verimlilik” kaygısıydı. Kapitalist
üretimde meta ilişkisinin başat hale gelmesiyle insanın kendi faaliyeti ve emeğinin de
nesnel ve kendisinden bağımsız, kendine yabancı bir özerklik haline gelmesi önemli bir
sorunsaldı. İşte bu nedenle kimi düşünürler “yönetime katılma” uygulamalarını
demokratik bir hak ve “yabancılaşma”ya çözüm olarak önermekteydi. Aynı cepheden
bakan başka düşünürlere göre yönetime katılma “kapitalizmin incir yaprağı” olabilirdi;
yönetime katılma uygulamaları çalışanların bağımsızlığını ortadan kaldıran süreçlerdi;
çatışmacı süreçlerle elde edilemeyen hakların yönetime katılma ile elde edilmesi mümkün
değildi ve mülkiyetin yarattığı hiyerarşinin “katılma” yöntemi ile ortadan kalkması ancak
bir hayal olabilirdi. Yönetime katılma uygulamalarına “verimlilik” cephesinden
bakanların bir kısmı “çalışanların işini benimsemesi” sonucunda verimliliğin yükseleceği
ve sürekli hale geleceği düşüncesiyle taraftardı. Verimlilik cephesinden bakarak yönetime
katılma uygulamalarına karşı olanlar ise bu uygulamaların “mülkiyet hakkını sınırladığı”
ve “karar almanın bilgi ve deneyim gerektirdiği” ve işçilerin bundan yoksun olduğu
savlarını öne sürmekteydi. Yirminci yüzyıl sonlarına dek tartışmalar bu çerçevede
yürütülmekteyken neoliberal/postmodern dönemde “katılma” konusu yeniden gündeme
geldi. Postmodern/neoliberal yaklaşımın kamu yönetimindeki uzantıları olan “yeni kamu
işletmeciliği” ve “söylem kuramları” da “sivil toplum örgütleri” aracılığıyla katılma
tartışmalarını öne çıkarmaktadır. Söylem kuramlarına göre uygulamada daha çok karşılığı
olan yeni kamu işletmeciliği “yönetişim” çerçevesinde “katılma”yı savunmaktadır.
Böylece, kapitalizmin “artı değere ekonomik yollarla el koymasına” dayanan
ekonomi/siyaset ayrışması, yerini yeniden ekonomi/siyaset birliğine bırakmakta ve piyasa
aktörleri bağımsız idari otoriteler aracılığıyla devlet erkini kullanmaya ortak edilmektedir.
Postmodern yaklaşımdan esinlenen söylem kuramları “sivil toplum örgütleri”ni ve bu
örgütler aracılığıyla katılma uygulamalarını öne çıkarmaktadır. Sivil toplum örgütlerinin
sınırı ise belirsizdir. Bu bağlamda, sivil toplum örgütleri ile refah devleti döneminin
demokratik kitle örgütleri arasındaki farkın kritik olduğu düşünülmektedir. Kritik olan bir
başka husus sosyalist sistemin çöküşü ve kapitalizmin alternatifinin halihazırda tasfiye
edilmiş olmasıdır. Diğer taraftan, önceki tartışmalardan farklı olarak, bu yeni kuramlarda
“katılma” bir amaca ulaşmanın aracı olarak değil, başlı başına bir amaç ve değer olarak
öne sürülmektedir. Yeni dönemde dikkati çeken bir başka husus “yönetime katılma”
ifadesi yerini “katılma” sözcüğüne bırakmış ve “katılma” kavramının da sınırları/hedefi
1
Dr., Zübeyde Erdoğan Çelikkın, z.celikkin@gmail.com
151
belirsiz hale gelmiştir. “Yönetime katılma” tartışmalarında katılmanın konusu üretim
ilişkileri çerçevesinde işçi sınıfının üretim sürecinde söz sahibi olup olmamasıydı ve öznesi
işçi sınıfıydı; günümüzün “katılma” tartışmalarında katılmanın öznesi “sınıf” olmaktan
çok “tüketici”, “aktivist”, “vakıf/dernek”, “şirket” olabilmekte ve en genel anlamda
“paydaş” olarak tanımlanmaktadır. Çalışma, bu iki farklı zamanın ruhunu ve kaynaklarını
sonuçlarıyla ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Anahtar kelimeler: yönetime katılma, refah devleti, neoliberalizm, postmodernizm, yönetişim.
152
"Participation" As A Never Aging Concept, A Dream That Cannot Be Realized
Zübeyde Erdoğan Çelikkın1
Abstract
In the welfare state period, “participating in management” was an important topic of
discussion and the participation of workers in workplace management was implemented
trough some practices. Even Kurthan Fişek defined the practice of “participatory
management” as the “new administrative Mahdi”, a third theory developed after the
theories of “scientific management” and “human relations”. The axis of discussion was the
prevention of “alienation” or the concern of “efficiency”. It was an important problem that
as the contractual relations became dominant in capitalist production, one’s own activity and
labor became an objective, independent, alien autonomy. For this reason, some thinkers
suggested the practices of “participation in the administration” as a democratic right and a
solution to “alienation”. According to other thinkers on the same side, participation in
government could be the “fig leaf of capitalism”, practices of participation in management
were processes that undermined employee independence; the rights that could not be gained
via struggle could not be gained by participating in management, and the disappearance of
the hierarchy created by property through the “participation” method could only be a dream.
Some of those who viewed the practices of participation in management from the
“productivity” side were in favor of the idea that productivity would increase and become
permanent as a result of “employees owning their jobs”. On the other hand, those who were
against the practices of participation in management from the efficiency point of view argued
that these practices “limited the right to property” and “decision-making requires
knowledge and experience” and that workers lacked it. While discussions were carried out
within this framework until the end of the twentieth century, the issue of “participation”
came to the fore again in the neoliberal/postmodern era. “New public management” and
“discourse theories” which are the extensions of the postmodern/neoliberal approach in
public administration, also highlight the discussion of participation through “nongovernmental organizations”. According to discourse theories, the new public management,
which has more equivalent in practice, advocates “participation” within the framework of
“governance”. Thus, the economy politics split, which is based on capitalism’s “economic
appropriation of surplus value”, is replaced by the economy politics union again, and market
actors are parthered with the use of state power through independent administrative
authorities. Discours theories inspired by the postmodern approach highlight “nongovernmental organizations” and the practices of participation through these organizations.
The boundaries of non-governmental organizations, on the other hand, are uncertain. In this
context, it is throught that the difference between non-governmental organizations and
membership-driven/open and democratic organizations of the welfare state period is critical.
Another critical point is the collapse of the socialist system and the fact that the alternative to
capitalism has already been liquidated. On the other hand, unlike the previous discussions,
1
Dr., Zübeyde Erdoğan Çelikkın, z.celikkin@gmail.com
153
in these new theories, “participation” is put forward not as a means to reach a goal, but as an
end and value in itself. Another point that draws attention in the new period is that the
expression “participation in the management” has been replaced by the word “joining” and
the boundaries/target of the concept of “joining” has become unclear. The subject of
participation in “participation in management” discussions was whether the working class
has a say in the production process within the framework of production relations and its
subject was the working class; in today’s “joining” discussions, the subject of participation
can be “consumer”, “activist”, “foundation/association, “company” rather than “class” and
is defined as “stakeholder” in the most general sense. The study aims to reveal the spirit and
sources of these two different times with its results.
Keywords: participating in management, welfare state, neoliberalism, postmodernism, govarnance.
154
Kamu Yönetiminde Demokratik Bir Yapı ve İşleyişin Olanak ve Sınırları
Fehmi Başusta1
Özet
Günümüzde politikaların çoğunda demokratik yapı ve işleyişin önem kazandığını
görmekteyiz. Uluslararası, ulusal ve yerel politikaların belirlenmesinde çeşitlilik ve çok
seslilik önemli bir süreç izlenmektedir. Bu yüzden, yerel ve ulusal düzeyde demokratik
araçların geliştirilmesi kamunun dikkat etmesi gereken bir konudur. Kamu yönetimi tarihsel
süreçte toplumların değişim hızına paralel olarak ilerlemiştir. Üretim ve tüketim ilişkileri,
kamu yönetiminin değişiminde temel etkenlerdir. Endüstri ilişkileri ve küreselleşme, kamu
yönetiminin hem vatandaşların objektif ihtiyaçlarına hem de modern çağın etik ihtiyaçlarına
yanıt vermek için çeşitlilik içeren bir yaklaşım benimsemesine yol açmıştır.
Bilimsel, teknolojik, sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarda hızlı bir değişim yaşanmaktadır
ve bu değişim yeni yönetimsel eğilimleri getirmektedir. Temelde, politikaların belirlenmesi,
uygulanması ve denetlenmesinde vatandaşların ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağını
belirleyen eğilimlerdir. Kamu politikaları, bireysel, ekonomik ve sosyal yaşamı derinden
etkilemektedir. Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve kamusal sistem gibi çağın temel
ihtiyaçları, toplumun tamamı için kabul edilebilir bir yönetim modelini belirlemektedir. Çok
çeşitlilik ve çok seçenekli beklentiler, güçlü ve kapsayıcı medya yapısı, katılım, şeffaflık,
hesap verebilirlik ve denetlenebilirlik gibi çağın temel ihtiyaçları, ancak yeni bir demokrasi
anlayışıyla kamunun demokratikleşmesiyle mümkün olabilir. Kamu yönetiminde
demokratik bir yapı ve işleyiş, birden fazla modül ve etkenin sürdürülebilir bir etkileşim
içinde olmasıyla mümkün olabilir.
Bu yazıda, kamu yönetiminde demokratik bir yapı oluşturulmasında etkili olduğunu
düşündüğüm bazı modülleri paylaşmayı planlamaktayım. Çünkü demokratikleşme, birden
fazla etkenin bir arada bulunduğu bir olgudur. Bu nedenle, kamu yönetiminin tarihsel
geçmişini kısaca gözden geçirmenin faydalı olacağını düşünüyorum.
Anahtar Kelimeler: demokratik yapı, katılım, sürdürülebilirlik, şeffaflık.
1
Yüksek Lisans Öğrencisi, Fehmi Başusta, İstanbul Üniversitesi, Maltepe Belediyesi, fehmibasusta@gmail.com
155
Democratic Structure in Public Administration and Functioning Possibilities and Limits
Fehmi Başusta1
Abstract
Today, we see that democratic structure and functioning have gained importance in most
public policies. Diversity and polyphony are an important process in determining
international, national and local policies. For this reason, public administration needs to pay
attention to contribute to and develop democratic tools at local, national and international
levels.
Production and consumption relations force public administrations to change. Industrial
relations and globalization have been the fundamental elements in the change of public
administration. On the other hand, it has led to the adoption of an approach that facilitates
access to diversity in order to respond to the diversifying needs of citizens and the
communication and relations of the modern age. In addition, the change in production and
consumption relations directs public administrations to seek new understandings.
Public policies affect the entire society both qualitatively and quantitatively and direct the
society and the individual to change along with their economic and social life. The change
occurring in scientific, technological, social, political and economic fields offers new
managerial tendencies. These managerial changes are trends that reveal how to meet the
requirements in determining budget policies, auditing and performance. It is now a necessity
to determine the basic needs of the time, such as democracy, the rule of law, equality,
sustainable policies, a public system that can respond to needs, and a management model
that is acceptable for the whole society. The basic needs of the time, such as multi-choice
expectations, strong media structure, democratic values and inclusiveness, can only be met
with a new understanding of democracy and the democratization of the public.
In this article, I plan to share some modules of which I believe are effective in creating a
democratic structure in public administration. I discuss the effects of participation, the rule
of law, the effects of laws, codes and international instruments, the power of democratic
values, inclusiveness and sustainable public policies on democratic public administration,
and emphasize the role of institutionalization of democracy. Because democratization is a
phenomenon in which more than one factor coexists.
Keywords: democratic structure, participation, sustainability, transparency, inclusiveness.
1
Master Student, Fehmi Başusta, İstanbul University, Maltepe Municipality, fehmibasusta@gmail.com
156
Kent Yönetimine Katılımda Alternatif Yollar: Gültepe Deneyimine İlişkin
Gözlemler
Turgay Gülpınar 1
Özet
Bir iskân mekânı olarak gecekondunun ayırt edici özelliği, başkasının toprağında izinsiz
bir şekilde inşa edilmiş olmasının ötesinde, alışılmış kent dokusunun donmuş yapısının
aksine sonu gelmeyen bir sürecin içinde olup sürekli gelişmesi ve değişmesidir. Özellikle
köyden kente yeni gelmiş olanlar yardımlaşarak, komün hayatına benzer bir dayanışma
ağıyla gecekondularını inşa etmişlerdir. Dolayısıyla gecekondu, kendi ortak hayatını
yaratabilen bir yerleşim yeri olarak, alternatif bir yönetim ilkesi olan özerkliğin hayata
geçirilme zeminin sahibi durumundadır. Hayatın kolektif inşası, kendi sorunlarını kendisi
çözme ve suya vb. temel ihtiyaçlara ulaşmak için gecekondu sakinleri kendi aralarında
konuşmak, görüşmek, ortak plan yapmak ve karar almak durumundadırlar. Bu bakımdan
kente yeni katılanlar; bireysel ve ortak yaşam alanlarını yaratmak için çaba harcamak,
hareket etmek, politik talepler ortaya koymak zorundadırlar. Bu eğilim giderek bir
beceriye dönüşmüştür: Yerel özerklik. Yerel topluluk, yerel ihtiyaçlarını gidermek için
çaba sarf ettikçe inisiyatif üretmek durumunda kalmış, yani politika yapmaya başlamıştır.
Gecekondu sakinleri kente yerleşmelerine rağmen uzun bir süre kente ilişkin hizmetleri
alamamış, kent hayatının kurumlarından dışlanmışlardır. Barınma ihtiyacını diğer
kentlilerden farklı olarak sosyal ilişkileriyle, bir bakıma kendi başlarına giderirken, kent
hayatına kendilerine özgü ağlarla dahil olmuşlardır: Çevre belediyeleri ve sosyalist
dernekler. Bu örgütler, gecekondu sakini için kenti öğrenmek adına yeni iletişim kanalları
ve yardımlaşma ağları oluşmasına imkân vermiştir. Ek olarak sosyalist gruplar kentin
diğer kesimleriyle olan ilişkileri sınırlı olan ve kent yaşamının tiyatro gibi kültürel
kurumlarının pek çoğuyla teması bulunmayan gecekonduyu, kentin sosyal ve kültürel
yaşamından haberdar etmiş, kentin imkânlarından yararlanmasını sağlamıştır.
Gecekondulardan oluşan bir yerleşim olan Gültepe de 1950’lerle İzmir kent merkezinin
çeperinde ve kentin sanayi tesislerinin yakınında oluşan bir gecekondu yerleşimi olarak
kurulmuş olmasına rağmen zamanla dönüşüm yaşamış, önce bir köy sonrasında da
belediye olarak örgütlenerek İzmir kenti açısından önemli bir yerleşim haline gelmiştir.
Gültepe 1960’lardaki TİP destekli bağımsız belediye yönetiminin ardından 1973-1980
arasında toplumcu belediyecilik anlayışının önde gelen uygulama alanlarından biri
olmuştur. Bununla beraber çalışmada, Gültepe deneyiminin diğer toplumcu
belediyelerden ayrıldığı iddia edilecektir. Çalışmada bu ayırt edici boyut, Gültepe’de
belediyenin diğer toplumcu belediye deneyimlerinden çok daha belirgin şekilde yerel
1
Öğr. Gör. Dr., Turgay Gülpınar, Dokuz Eylül Üniversitesi İzmir Meslek Yüksekokulu,
turgay.gulpinar@deu.edu.tr
157
sosyalist dernekler ve yerel topluluklarla, yerel yönetim konusunda iş birliğine gittiği ve
bu yolla katılımcılığa imkân sağlamış olduğu iddiası temelinde tartışılacaktır.
Bu çalışma, 1950 sonrasının gecekondu yerleşimlerinin zeminini hazırladığı, katılımcılıkla
şekillenmiş alternatif yönetim deneyimlerinden biri olan Gültepe deneyimini yeniden
gündeme taşımayı amaçlamaktadır. Çalışma, Türkiye’nin yakın tarihinden önemli ve
yeterince tartışılmamış bir yerel yönetim deneyimini ele alması bakımından önem
taşımaktadır. Çalışmada nitel araştırma desenlerinden bir olan vaka analizi yöntemi
izlenecektir. Vakanın detaylı bir biçimde ele alınabilmesi için yerel basın arşivinin yanı
sıra, resmî belgelerden ve belediyeye ilişkin dokümanlardan yararlanılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Gültepe Belediyesi, toplumcu belediyecilik, gecekondu, dayanışma, özerklik.
158
Alternative Ways to Participate in City Administration: Observations on the Gültepe
Experience
Turgay Gülpınar 1
Abstract
The distinctive feature of a slum as a place to live is that, in addition to being built without
permission on someone else's land, it is in an endless process, constantly evolving and
changing, unlike the frozen structure of the usual urban fabric. Especially those who have
just come to the city from the village have helped each other and built their slums with a
network of solidarity similar to communal life. Therefore, the slum, as a settlement that
can create its own common life, has the basis to realise autonomy, which is an alternative
management principle. In order to build a common life, solve their own problems and get
water, slum dwellers need to talk to each other, meet, plan together and make decisions.
In this respect, the newcomers to the city have to make efforts, act and make political
demands in order to create individual and common living spaces. This tendency has
gradually become an ability: Local autonomy. As the local community made efforts to meet
their local needs, they had to take the initiative, i.e. they started to make policies.
Although slum dwellers settled in the city, for a long time they could not benefit from city
services and were excluded from the institutions of urban life. While they met their housing
needs through their social relations, in a sense on their own, unlike other urban dwellers,
they were involved in urban life through their own networks: Ecological communities and
socialist associations. These organisations enabled the creation of new channels of
communication and cooperation networks for slum dwellers to learn about the city. In
addition, the socialist groups informed the slums, whose relations with other parts of the
city were limited and who had no contact with many of the cultural institutions of urban
life, such as the theatre, about the social and cultural life of the city and enabled them to
benefit from the city's opportunities.
This study aims to put the Gültepe experience, one of the participatory alternative
governance experiences that laid the groundwork for the squatter settlements of the post1950s, back on the agenda. The study is important because it deals with an important and
under-discussed experience of local governance in recent Turkish history. The case
analysis method, one of the qualitative research designs, is used in the study. Official and
municipal documents as well as the local press archive will be used to discuss the case in
detail.
Although Gültepe, a slum settlement, was founded in the 1950s as a slum settlement on
the periphery of Izmir city centre and close to the city's industrial facilities, it has
transformed over time to become an important settlement of Izmir city by organising itself
first as a village and then as a municipality. After the independent municipal
1
Lecturer. Dr., Turgay Gülpınar, Dokuz Eylul University Izmir Vocational School, turgay.gulpinar@deu.edu.tr
159
administration supported by TİP in the 1960s, Gültepe became one of the leading areas of
socialist municipalism between 1973 and 1980. However, the study will argue that the
Gültepe experience is different from other socialist municipalities. This distinctive
dimension will be discussed in the study on the basis of the claim that the municipality in
Gültepe cooperates with local socialist associations and local communities in local
government much more clearly than other socialist municipal experiences, thus enabling
participation.
Keywords: Gültepe Municipality, municipal socialism, slum, solidarity, autonomy.
160
Deniz Yönetişimi ve Türk Kamu Yönetimindeki Yeri
Aygün Karlı1
Özet
Deniz yönetişimi (marine governance), geçtiğimiz on yılda tüm dünyada önemli bir kavram
haline gelmiştir. Denizel çevreyi içerisinde barındıran birimlerde tek bir otoritenin
bulunmayışı ve kamu politikaları ölçeğinde karar alma süreçlerinin karmaşıklığı ilgili
kavramın gelişimine etki etmiştir. Denizel çevreye ilişkin çevre sorunları ve denizin
kullanımına ilişkin çıkar çatışmaları denizel birimlere ilişkin yönetimi de
karmaşıklaştırmakta ve karasal birimlerin yönetiminden ayırmaktadır. Özellikle gemicilik,
kıyı turizmi, balıkçılık, su ürünleri yetiştiriciliği vb. birçok çatışmalı alanı içerisinde
barındıran denizel çevrenin yönetişimine ilişkin yasal çerçeve, dünyada ve Türkiye’de
Denize kıyısı olan ülkelerin, denizlerini yönetebilmek açısından karar alma ve ilgili kararları
uygulama süreçlerinde kamu yönetiminin, özel sektörün, sivil toplum kuruluşlarının,
üniversitelerin, düşünce kuruluşlarının ve vatandaşların aktif katılımının hedeflendiği bu
kavramın Türk kamu yönetimindeki yeri ise çalışmanın ana konusunu oluşturmaktadır.
Çalışmada, bu anlamda, deniz yönetişimi kavramını teorik bir zeminde inceleyecek ve bu
kavrama ait göstergeleri ortaya koyarak Türk kamu yönetiminde deniz yönetişiminin yasal
anlamda hangi açılardan kendisine yer bulabilme imkanının olacağını araştırılacaktır. Söz
konusu göstergeler bağlamında düşünüldüğünde sürdürülebilir mavi ekonomi ve iklim
değişikliği kavramlarının bu Türkiye’deki mevzuatı ne denli etkilediği ve deniz yönetişimini
ne denli mümkün kıldığı da çalışmanın bir diğer araştırma nesnesini oluşturmaktadır.
Türkiye’deki bakanlıkların ve bakanlıkların ilgili birimlerinin görev alanlarının deniz
yönetişimi kavramı çerçevesinde incelenmesi, ilgili bakanlıkların görev alanlarının kesiştiği
ve ayrıştığı yönlerin belirlenmesi ve görev paylaşımları ile hiçbir kamu kurum ve
kuruluşunun görev alanına girmeyen konuların belirlenmesi denizlerin yönetimi açısından
bütüncül bir değerlendirmeyi sağlayacaktır. Türkiye’deki mevzuat açısından
cumhurbaşkanlığı kararnameleri incelenerek deniz yönetişimi hususundaki var olan
süreçler ve yöntemler ortaya konarak ilgili konu çerçevesinde ortaya çıkmış olması
muhtemel sorunlara dair çözüm önerileri geliştirilmeye çalışılacaktır. Çalışma, Türkiye’de
deniz yönetişimi konusunda herhangi bir çalışma olmayışı açısından ve kavramın Türkiye
açısından henüz herhangi bir değerlendirmeye konu olmaması bağlamında değerlidir.
Kamu politikası yapımı ve uygulanması dikkate alındığında deniz yönetişimi kavramının
ulusal literatürde yer almıyor oluşu denizlere ilişkin politika oluşturma, karar alma ve
uygulama süreçlerindeki belirsizliği de beraberinde getirmektedir ve bu anlamda çalışma
önem kazanmaktadır. Ayrıca Türkiye’de denizlerin yönetimi ve bu anlamda deniz
ekosisteminin korunması ile iklim değişikliği ile mücadele bağlamında deniz yönetişimi
bazlı bir çözüm yöntemi geliştirebilmek adına ilgili kavramın Türkiye’deki yasal boyut
açısından incelenmesi bir hayli önem taşımaktadır. Çalışmanın ilgili sınırlılıklar çerçevesinde
1
Arş. Gör., Aygün Karlı, Atılım Üniversitesi, aygun.karli@atilim.edu.tr
161
incelenmesiyle birlikte küresel açıdan önemli bir kavram halini alan deniz yönetişimi
kavramı ulusal literatüre kazandırılacak ve Türkiye’deki sorunlar ve fırsatlar
değerlendirilerek denizel çevre ve iklim değişikliği açısından çözüm önerileri sunulacaktır.
Çalışmanın araştırma yöntemini nitel araştırma yöntemi oluşturmaktadır. Bu doğrultuda
çalışmada nitel araştırma yöntemi çerçevesinde; ikincil kaynaklar ve belge analizi araştırma
tekniklerini kullanılacaktır. Çalışmada, sonuç itibariyle, deniz yönetişimi kavramı
çerçevesinde ilgili kavramın Türkiye’deki yasal süreçler çerçevesindeki analizi yapılacak ve
kavramın göstergeleri çerçevesinde Türkiye’deki durum açısından bir inceleme
gerçekleştirilecektir. Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerin
öncülüğünde ortaya konan mavi ekonomi ve sürdürülebilir mavi ekonomi kavramlarının
odağında yer alan deniz yönetişimi kavramının Türkiye’deki izlerinin araştırılması denizel
çevrenin korunması ve iklim değişikliğiyle mücadele açısından da incelenecektir. Bu
bağlamda doğaya uyum hususunun önemi değerlendirildiğinde deniz yönetişimi
kavramının ulusal literatüre Türkiye’deki yasal süreçler çerçevesinde dahil edilmesi ve
gelecekte önemli boyutlarıyla kullanımı çalışmanın sonucunda ulaşılmak istenen önemli
hedeflerden birisidir.
Anahtar Kelimeler: denizel çevre politikası, iklim değişikliği, iklim krizi, deniz yönetişimi,
sürdürülebilir mavi ekonomi, sudaki yaşam, kamu politikası, çevre politikası, mavi ekonomi, mavi
büyüme, deniz politikası.
162
Marine Governance in Turkish Public Administration
Aygün Karlı 1
Abstract
Marine governance has become an important concept all over the world in the past decade.
The lack of a single authority in the units that contain the marine environment and the
complexity of decision-making processes at the scale of public policies have affected the
development of the related concept. Environmental problems related to the marine
environment and conflicts of interest regarding the use of the sea also complicate the
management of marine units and separate them from the management of terrestrial units.
In particular, the legal framework regarding the governance of the marine environment,
which includes many conflicting areas such as shipping, coastal tourism, fishing,
aquaculture, etc. The place of this concept in Turkish public administration, which aims
the active participation of non-governmental organizations, universities, think tanks and
citizens, is the main subject of the study. In this sense, the study will examine the concept
of marine governance on a theoretical basis and, by revealing the indicators of this concept,
will investigate in which aspects marine governance can find its place in the Turkish public
administration in the legal sense. Considering in the context of these indicators, how the
concepts of sustainable blue economy and climate change affect the legislation in Turkey
and how much marine governance is possible is another research object of the study.
Examining the mandates of the ministries and the relevant units of the ministries in Turkey
within the framework of the concept of marine governance, determining the areas where
the duties of the relevant ministries intersect and diverge, and determining the tasks that
are not within the scope of duty of any public institution and organization will provide a
holistic assessment in terms of the management of the seas. In terms of legislation in
Turkey, presidential decrees that constitute the subject of public policy will be examined,
and the existing processes and methods on maritime governance will be revealed and
solution proposals will be tried to be developed for possible problems that may have arisen
within the framework of the relevant subject. The study is valuable in that there is no study
on marine governance in Turkey and the concept is not yet the subject of any evaluation
for Turkey. Considering the making and implementation of public policy, the fact that the
concept of marine governance is not included in the national literature brings uncertainty
in policy making, decision-making and implementation processes related to the seas, and
in this sense, the study gains importance. In addition, it is especially important to examine
the related concept in terms of legal dimension in Turkey in order to develop a solution
method based on marine governance in the context of the management of the seas in
Turkey and in this sense, the protection of the marine ecosystem and the fight against
climate change. The concept of marine governance, which has become a globally important
concept with the examination of the study within the framework of the relevant limitations,
will be brought to the national literature and solutions will be presented in terms of the
1
Res. Assist., Aygün Karlı, Atılım University, aygun.karli@atilim.edu.tr
163
marine environment and climate change by evaluating the problems and opportunities in
Turkey. The research method of the study is the qualitative research method. In this
direction, within the framework of qualitative research method in the study; Secondary
sources and document analysis research techniques will be used. In the study, as a result,
within the framework of the concept of marine governance, the analysis of the related
concept within the framework of legal processes in Turkey will be made and an
examination will be carried out in terms of the situation in Turkey within the framework
of the indicators of the concept. Investigation of the traces of the concept of marine
governance in Turkey, which is at the center of the concepts of blue economy and
sustainable blue economy put forward by the leadership of countries such as the European
Union and the United States, will also be examined in terms of protecting the marine
environment and combating climate change. In this context, when the importance of
adaptation to nature is evaluated, the inclusion of the concept of marine governance in the
national literature within the framework of legal processes in Turkey and its use in the
future with important dimensions is one of the important goals to be achieved as a result
of the study.
Keywords: marine environmental policy, climate change, climate crisis, marine governance,
sustainable blue economy, life below water, public policy, environmental policy, blue economy, blue
growth, marine policy.
164
İKİNCİ GÜN: BİRİNCİ OTURUM
27.10.2023 9:30-10:45 Yalıncak Salonu
Tarım Sektörünün Yönetimi
Oturum Başkanı: Ahmet Mutlu
Türkiye’de Tersine Göç Eğilimi ve Alternatif Yerleşim Politikaları Geliştirme Zorunluluğu
Reverse Migration Trend in Turkey and the Necessity of Developing Alternative Settlement Policies
Ahmet Mutlu, Berkay Yalçınkaya
Kır ve Kent Bağlantısının Yeniden Sağlanması Monibostan Ekoloji Kampüsü
Restoring the Link Between Rural and Urban: MoniBostan Ecological Campus
Irmak Dalgıç
Rusya-Ukrayna Savaşıyla Birlikte Tahıl Yönetiminde Yeni Düzen Tartışmaları
New Order Discussions in Grain Administration Under the Conditions of the Russo-Ukrainian War
Güler Ünlü
Tarımın Metalaştırılmasında Devletin Rolü: Türkiye Tarımı
The Role of the State in the Commodification of Agriculture: Turkish Agriculture
Burhan Özalp
Türkiye ile Sudan Arasında İkili Tarımsal İşbirliği ve Ortaklığına İlişkin Anlaşma’nın Politika
Başarısı Kapsamında Değerlendirilmesi
Evaluating the Bilateral Agricultural Cooperation and Partnership Agreement between Turkey and
Sudan in the Framework of Policy Success
Cuma Yıldırım
165
Türkiye’de Tersine Göç Eğilimi ve Alternatif Yerleşim Politikaları Geliştirme
Zorunluluğu
Ahmet Mutlu1
Berkay Yalçınkaya2
Özet
Türkiye’de yerleşme politikalarının belirlenmesinde “göç” en önemli sebeplerden birisi
olmuştur. Osmanlı’nın son dönemlerinde kaybedilen topraklardan gelen Müslüman
ahalinin iskânı sorunu, Cumhuriyet döneminde mübadillerin gelişi ve 1950’lerden sonra
kırdan kente göç süreçleri, kırsal ve kentsel yerleşim politikalarının biçimlenmesine esas
oluşturmuşlardır.
Türkiye’de kentleşme sürecinin 1950’lerde başladığı, 1980’lerde hızlandığı ve 2000’lerin
başında da sönümlendiği bilinmektedir. 50 yıllık bir sürede hızlı ve yoğun biçimde
gerçekleşen bu kentleşme neticesinde nüfusun yaklaşık %70’i kentlerde, %30’u da kırda
yaşar hale gelmiştir. 2000’lere kadar kentleşmeyi yaratan göçlerin genel karakteri kırdan
kente doğrudur. Bu eğilim, özellikle metropol kentlerde yoğun nüfus birikimlerine yol açmış
ve buna bağlı olarak, konut, altyapı ve istihdam gibi çeşitli kentsel sorunlar ortaya çıkmıştır.
2000’lerden itibaren ise daha önce olmayan bir eğilim olarak –cılız da olsa- “tersine göç”
süreçleri görülmeye başlamıştır. Kentten kıra doğru göç etmeye dayalı bu eğilimin
başlangıçta temel nedenleri, kentin yukarıda değinilen başat sorunları olmuştur. Tersine göç
eğilimi, belli bir istikrarda seyrettikten sonra özellikle 2010’lu yıllardan itibaren çeşitli
nedenlerle artmaya başlamıştır. Bu zaman zarfında söz konusu eğilimi hızlandıran başlıca
faktörler; ekonomik kriz, Covid-19 Pandemisi ve depremdir. Ekonomik krizler, bir yandan
kentte barınma ve yaşam maliyetlerini artırırken bir yandan da istihdam olanaklarını
daraltmış ve ücret dengesini bozmuştur. Bu olumsuzluklar, diğer kentsel sorunlarla
birleştiğinde kırsal bölgelere dönmek önemli ve zorunlu bir seçenek halini almıştır. Keza
2020 yılında dünyanın yanısıra ülkemizde de yaygınlaşan Covid-19 pandemisi nedeniyle
getirilen sokağa çıkma kısıtlamaları, yiyecek-içecek tedarikindeki sorunlar, çalışma ve
istihdam dengelerinin bozulmasına dayalı ekonomik sorunların daha çok kentlilerin
yaşamını etkilemiş olması, kentte yaşayan insanların kırsal bölgelerde yaşayamaya olan
ilgisini artırmıştır. Öte yandan 1999’da Marmara Bölgesini etkileyen büyük deprem
sonrasında başta İstanbul olmak üzere bu bölgedeki kentlerde yaşayan insanların deprem
korkusu çekmeleri ve yine bu bölgede yaklaşan şiddetli bir İstanbul depreminin bekleniyor
oluşu da tersine göç eğilimini beslemiştir. Son olarak depreme bağlı tersine göç eğilimi, 6
Şubat 2023’te gerçekleşen ve 10 ili yıkan Kahramanmaraş Depremi ile hem bu bölge
kentlerinde yaşayan insanların hem de deprem kuşağında yer alan metropollerdeki
insanların tersine göç eğilimlerini artırmıştır. Bu faktörlerin yanısıra iklim değişikliği etkileri,
1
2
Prof. Dr., Ahmet Mutlu, Ondokuz Mayıs Üniversites, ahmet.mutlu@omu.edu.tr
Arş. Gör., Berkay Yalçınkaya, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, yalcinkayabe@gmail.com
166
su kıtlığı, gıda güvenliği ve krizi gibi küresel çevre sorunlarının da etkisiyle yakın gelecekte
ülkemizde tersine göç eğiliminin daha da artacağı öngörülebilir.
Ülkemizdeki tersine göç eğiliminin olası toplumsal sorun potansiyelinin ve buna yönelik
yerleşim politikaları üretilmesi gerekliliğinin farkında olunduğu söylenemez. Bu çalışmanın
amacı, ülkemizdeki tersine göç potansiyeline ve bu potansiyele karşılık alternatif yerleşim
politikaları üretilmesi gerekliliğine dikkat çekmektir. Çalışmada bu yeni yerleşim politikası
ihtiyacı “Yeni Köy Gündemi (YKG)” olarak ifade edilmektedir. Çalışmada YKG önerisi “bir
köy projesi/politikası önerisi” olmayıp, 2000’ler öncesinin kırsal kalkınma politikaları ya da
reform çabalarından farklı olarak, “kırsal alanda, boş arazide tek seferde köy yerleşmesi inşa
etme ve bu köyü ekonomik, toplumsal ve yönetsel nitelikli bir bütün olarak tasarlama
politikaları” yaratmayı hedefleyen bir gündemi ifade etmektedir. YKG neticesinde
oluşturulacak alternatif (köy) yerleşme politikaları, geçmişte Türkiye’de üretilmiş olan
“Numune Çiftlikler/Köyler”, “İdeal Cumhuriyet Köyü”, “Köykent” ve “Tarım Kenti” gibi
ideal köy düşüncelerinin bir devamı olarak düşünülebilir. Çalışmada YKG’ni zorunlu kılan
ulusal ve küresel faktörler ayrıntılı olarak irdelendikten sonra olası kamu politikaları için
YKG’nin kapsamı hakkında bilgiler verilecektir. Göçlere yönelik yerleşim politikalarının,
göçler henüz başlamadan ya da başlangıç aşamasında üretilmesi hem toplumsal hem ede
ekonomik sorunları azaltmak bakımından hayati önem taşır. Dolayısıyla ele alınan konu,
henüz başlamış olan tersine göç eğilimine yönelik alternatif yerleşim politikalarının erken
gündeme gelmesi bakımından önem taşımaktadır. Çalışma, literatür taramaya dayalı olarak
gerçekleştirilmiş ve bu çerçevede göçle ilgili kuramsal çalışmalar ile raporlar ve alan
araştırması sonuçlarından yararlanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: kentleşme, metropol kentler, tersine göç, yerleşme politikaları, yeni köy gündemi.
167
Reverse Migration Trend in Turkey and the Necessity of Developing Alternative Settlement
Policies
Ahmet Mutlu 1
Berkay Yalçınkaya2
Abstract
"Immigration" has been one of the most important reasons in determining settlement
policies in Turkey. The problem of settlement of Muslim people coming from the lost lands
in the last periods of the Ottoman Empire, the arrival of immigrants in the Republican
period and the migration processes from rural to urban areas after the 1950s formed the
basis for the formation of rural and urban settlement policies. It is known that the
urbanization process in Turkey started in the 1950s, accelerated in the 1980s and faded out
in the early 2000s. As a result of this rapid and intense urbanization over a period of 50
years, approximately 70% of the population lives in cities and 30% in rural areas. It cannot
be said that people are aware of the possible social problem potential of the reverse
migration trend in our country and the need to develop settlement policies accordingly.
The aim of this study is to draw attention to the reverse migration potential in our country
and the need to produce alternative settlement policies in response to this potential.
In the study, this need for a new settlement policy is expressed as the "New Village Agenda
(NVA)". In the study, the NVA proposal is not "a village project/policy proposal", but,
unlike the rural development policies or reform efforts of the pre-2000s, it aims to "build a
village settlement in the rural area, on empty land, at once, and turn this village into an
economic, social and administrative whole." It refers to an agenda that aims to create
"design policies". The alternative (village) settlement policies to be created as a result of
NVA can be considered as a continuation of ideal village ideas such as "Ideal Republican
Village", and "Agricultural City" that were produced in Turkey in the past. In the study,
after examining in detail the national and global factors that make NVA mandatory,
information about the scope of NVA will be given for possible public policies.
Keywords: urbanization, metropolitan cities, reverse migration, settlement policies
1
2
Prof. Dr., Ondokuz Mayıs University, meyreliahmet@gmail.com
Res. Assist., Ondokuz Mayıs University, yalcinkayabe@gmail.com
168
Kır ve Kent Bağının Yeniden Sağlanması: MoniBostan Ekoloji Kampüsü
Irmak Dalgıç1
Özet
Tarihte ilk yerleşim yerleri su kenarlarına ve verimli arazilere kurulmuş olsa da artık
yerleşmek kentsel alanlara yapılan bir eylemdir. Ancak kentsel nüfusun oldukça hızlı bir
şekilde arttığı günümüz dünyasında kırsal alanlara ihtiyaç da aynı hızla artmaktadır. Kent
sanayi, ticaret, hizmet sektörü gibi tarım ve hayvancılık dışında faaliyetlerin yürütüldüğü
teknolojik gelişmelerden doğrudan etkilenen bir alanken; kırsal alan tarım ve hayvancılık
gibi faaliyetlerin sürdürülmeye devam ettiği, üretim için nispeten ilkel yöntemlerin
kullanıldığı yerleşim yeridir. Ancak tarım dışı faaliyetler tek başına sürdürülebilir olmayınca
kentsel alanların kırsal alanlara ihtiyaç duyduğu, kır ve kent arasındaki organik bağın
korunması gerektiği anlaşılmıştır. Özellikle yakın zamanda yaşanan pandemi ve doğal
afetler gibi olağanüstü durumlarda kendi kendine yetmek ve yaşanabilir olmak için kentler
çözüm arayışına girmiştir. Kapitalizm ve neoliberalizm ile birlikte kentlerin dışa
bağımlılığının artmış olması, ulaşım ve erişimi engelleyen olağanüstü durumlarda
ihtiyaçların karşılanamamasına yol açmıştır. Kırdan uzaklaşmak gıdadan hammaddeye
kadar birçok alanda ihtiyaç duyulan malzemenin temin edilmesine engel olur. Böylece
kentte yürütülen ekonomik faaliyetlerin de yürütülmesi mümkün olmaz. Bu durumda
kentlerin sürdürülebilir alanlar olabilmesi için kırsal alanlara ihtiyaç duyulur. Kırsal
alanlardan uzaklaşmış olmanın sebep olduğu sorunlara kentsel çözümler aranmaya
başlanmıştır. Bu çözümlerden biri kentlerde kurulan doğa dostu üretim alanlarıdır. Ekolojik
köy şeklinde de adlandırılan bu alanlar hem sürdürülebilir kent ilkelerinden biri olan çevre
dostu yaşam alanlarını hem de Avrupa Kentsel Şartında sayılan kirletilmemiş sağlıklı bir
çevre ilkesini sağlamaya yönelik olarak çalışma yürütürler. Biyolojik tarımın geliştirilmesi,
ekolojik ürünler üretme, sanat ve zanaat faaliyetleri, yerel organik gıda üretimi, sıfır atık
yönetimi, katılımcı yönetim anlayışı, permakültür tasarım yöntemleri ve tohum paylaşımı
gibi amaçları olan ekolojik köyler; her ne kadar eski tip köylerdeki yapıyı sürdürmeye
çalışsalar da bu alanlardan ekolojik, kültürel, sosyal ve ekonomik açıdan birçok farka
sahiptir. Bu köylerden biri “Ankara’da Başka Bir Tarım Mümkün” sözüyle Ankara’nın
Gölbaşı ve Bala ilçelerinde kurulmuş olan MoniBostan’dır. Bu alan “ekoloji kampüsü”
şeklinde anılmakta ve kentsel yaşama katkısı hem kent merkezine yakınlığı hem de
çalışmalarının kentsel yaşamı destekliyor olması dolayısıyla önemlidir. Çocuklara ve
yetişkinlere ekoloji eğitimi verilen bu kampüs, kent sakinlerinin kırla ilişkisinin yeniden
sağlanması için çalışma yürütmektedir. Aynı zamanda topluluk destekli tarım çalışmasıyla
aracı olmadan tüketiciye ürün ulaştırabilmektedir.
Bu bağlamda çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Kavramsal çerçeve çizildikten sonra örnek
üzerinden ekolojik köylerin çalışmalarına ilişkin bilgi verilecektir. İlk bölüm kır ve kent
tanımlarının yapıldığı, kırdan kopuşu simgeleyen kentleşme hareketi anlatılmaktadır. İkinci
1
Doktora Öğrenci, Irmak Dalgıç, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, irmakdalgic1@gmail.com.
169
bölümde kır ve kent arasındaki bağlantının sağlanmasının gerekliliği açıklanacak, bunun bir
aracı olan ekolojik köylere ilişkin tarihsel bilgi verilecektir. Üçüncü bölümdeyse Ankara’nın
Gölbaşı ilçesinde kurulan MoniBostan adlı ekoloji kampüsünün çalışmaları incelenecektir.
MoniBostan’ın çalışmaları üzerinden ekolojik köylerin kentsel hayata katkısı ele alınacak, kır
ve kent bağlantısının sağlanmasına yönelik bir öneri sunulacaktır. Literatürde ekolojik
köylere ilişkin çalışmalar olsa da bu çalışma ekolojik köylerin eğitici ve topluluk destekli
tarımsal faaliyet yapıyor olmasına vurgu yaptığı için oldukça önemlidir.
Anahtar Kelimeler: kır ve kent bağlantısı, ekolojik köyler, sürdürülebilirlik, ekoloji eğitimi,
MoniBostan
170
Restoring the Link Between Rural and Urban: MoniBostan Ecological Campus
Irmak Dalgıç1
Abstract
Although the first settlements in history were established on waterfronts and productive
lands, today settling is an action performed in urban areas. However, in today's world where
the urban population is increasing rapidly, the need for rural areas is increasing at the same
rate. While the city is an area directly affected by technological developments where activities
other than agriculture and animal husbandry such as industry, trade and service sector are
carried out, rural areas are settlements where activities such as agriculture and animal
breeding continue to be carried out and relatively primitive methods are used for production.
However, when non-agricultural activities are not sustainable on their own, it has been
realised that urban areas need rural areas and that the organic bond between rural and urban
areas should be preserved. Especially cities are searching solutions to be self-sufficient and
livable in extraordinary situations such as the recent pandemic and natural disasters. With
capitalism and neoliberalism, the increased external depenced of cities has led to the inability
to meet the needs in extraordinary situations that prevent transport and access. Moving away
from the rural areas prevents the supply of materials needed in many areas from food to raw
materials. Thus, it is not possible to carry out economic activities in the city. In this case, rural
areas are needed for cities to be sustainable areas. Urban solutions have started to be sought
for the problems caused by being far from rural areas. One of these solutions is naturefriendly production areas established in cities. These areas, also called ecological villages,
work to provide both environmentally friendly living spaces, one of the principles of
sustainable cities, and the principle of an unpolluted healthy environment listed in the
European Urban Charter. Ecological villages with goals such as developing biological
agriculture, producing ecological products, arts and crafts activities, local organic food
production, zero waste management, participatory management approach, permaculture
design methods and seed sharing; Although they try to maintain the structure in old-type
villages, they have many ecological, cultural, social and economic differences from these
areas. One of these villages is MoniBostan, which was established in Gölbaşı and Bala
districts of Ankara with the promise of "Another Agriculture is Possible in Ankara". This area
is referred to as an "ecology campus" and its contribution to urban life is important both
because of its proximity to the city centre and because its work supports urban life. This
campus, where children and adults receive ecology education, tries to restore the relationship
of urban dwellers with the countryside. At the same time, it is able to deliver products to
consumers without intermediaries through community-supported agriculture.
In this context, the study consists of three parts. After the conceptual framework is drawn,
information on the work of ecological villages will be given through an example. In the first
part, the definitions of rural and urban are made and the urbanisation movement, which
symbolises the break from the countryside, is explained. In the second part, the necessity of
1
PhD Student, Irmak Dalgıç, University of Ankara Hacı Bayram Veli, irmakdalgic1@gmail.com
171
establishing the connection between the countryside and the city will be explained, and
historical information on ecological villages, which are a means of this, will be given. In the
third part, the activities of the ecological campus named MoniBostan, established in Gölbaşı
district of Ankara, will be analysed. Through the studies of MoniBostan, the contribution of
ecological villages to urban life will be discussed, and a proposal will be presented to ensure
the connection between rural and urban. Although there are studies on ecological villages in
the literature, this study is very important because it emphasises the fact that ecological
villages carry out educational and community-supported agricultural activities.
Keywords: rural and urban connection, ecologic villages, sustainability, ecology education,
MoniBostan
172
Rusya-Ukrayna Savaşıyla Birlikte Tahıl Yönetiminde Yeni Düzen Tartışmaları
Güler Ünlü 1
Özet
21. Yüzyıl gıda krizlerinin kronik hale geldiği bir dönemdir. İklim değişikliği beraberinde
gelen mevsimsel anomaliler, tarımsal üretimin de doğasını değiştirmeye başlamış,
dünyanın farklı yerlerinde anlık ve şiddetli görülen doğa olayları tarımsal üretimi giderek
öngörülebilir olmaktan uzaklaştırmış, bu belirsizlik tarım ve gıda politikalarında
değişikliği beraberinde getirmiştir. İklim değişikliğinin yanı sıra Covid-19 salgını tarım ve
gıda politikaları açısından önemli bir yol ayrımı teşkil etmiştir. Beklenmedik bir şekilde
dünya gündemine oturan salgın, başlangıcından bu yana etkisini hissettiren genel
ekonomik sonuçlarının yanı sıra tarım ve gıda özelinde tedarik düzeninde bir değişimi
beraberinde getirmiştir.
Tarım ve gıda kısa bir zaman zarfında bu ölçekte bir değişimden geçerken şüphesiz en şok
edici etki 2022 yılı Şubat ayı sonu itibariyle baş gösteren Rusya-Ukrayna savaşı ile
yaşanmıştır. Yeni bir kutuplaşma, yeni bir düzen, enerji ve tarım üzerinden yeniden
kurgulanmıştır. Bu sürecin öne çıkan pazarlık nesnesi tahıllar olmuştur. Bu nedenle tahılın
dünya ekonomisi ve politikasındaki konumunu yeniden değerlendirmek düzen
tartışmalarına katkı sağlamak açısından önemlidir.
Yerleşik yaşama geçişle özdeşleştirilen tahıllar, tarihsel olarak pek çok işe aracılık etmeleri
ile bilinen ilk besinlerdir. En önemli işlevi yaşamı idame ettirme yani beslenme olmuştur.
Yeterli beslenme ile nüfus artışı sağlanabilmiştir. Tahılın önemi toplumun her aşamasına
sirayet etmiş görünmektedir. Toplumsal yaşayış biçimlerinde, günlük ticaret ilişkilerinde,
sanatsal faaliyetlerde tahıllar karşımıza çıkmaktadır. İşbölümü ve mülkiyet ilişkilerini,
dolayısıyla ekonominin doğasını değiştiren gelişmelerin kaynağı olan tarımsal artık
temelde tahıl üretimine dayandırılmaktadır. Orduların beslenmesindeki en önemli besin
kaynağı da tahıl olmuştur. Tımar sistemi gibi devletin toprak üzerinde askeri ve mali
örgütlenmesinin temelini de yine tahıl toprakları olarak bilinmektedir.
Bugün gelinen noktada tahıllar tarihsel öneminden bir şey kaybetmemiştir. Dünya
tarımsal üretiminin %30-35 kadarını oluşturan tahıllar, ülkelere göre değişmekle birlikte
günlük beslenme rutinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Ekmek, un, makarna,
bisküvi, bulgur, irmik, hayvan yemi, bebek maması, kahvaltılık gevrek ve daha birçok akla
gelecek gıdanın hammaddesi niteliğindedir. Hatta kullanım alanları giderek çeşitlenmiş,
geleneksel beslenme rollerinden farklı olarak araçlar için yakıt ve finansal piyasalar için
kıymetli bir metaya dönüşmüştür.
Bu değişimi yönetsel bir perspektiften incelemek, üretimden tüketime uzanan bir tahıl
yönetim sistemini kavramsallaştırmayı mümkün kılmaktadır. Söz konusu sistemin
1
Dr., Güler Ünlü, gulerunlu81@gmail.com
173
küresel-ulusal ölçekte aktörleri ve ilişkiler ağı mevcuttur. Bu ağdaki aktörlerin
konumlanışı ve bu konumlarındaki değişim, yönetim sisteminin bütünü üzerinde etkili
olmaktadır. İkinci Dünya Savaşından bu yana yakın coğrafyamızda deneyimlediğimiz bu
ölçekte bir savaş durumu, hatta savaşın iki önemli tahıl ihracatçısı arasında gerçekleşmesi,
gerek küresel gerekse ulusal ölçekte tahıl yönetim sistemindeki ilişkileri de değiştirmiş
tahılı siyasal ve ekonomik pazarlık nesnesi ve milli güvenlik meselesi haline getirmiştir.
Şüphesiz Rusya-Ukrayna savaşı yeni tahıl yönetim düzeni için bir dönüm noktasıdır.
Karadeniz hinterlandının iki önemli tahıl ihracatçısı, Ortadoğu ve Kuzey Afrika başta
olmak üzere pek çok önemli ithalatçının tedarikçisi konumundadır. Bu bölgenin
ticaretindeki aksama tahılı bir kriz unsuru haline getirmiştir. Küresel ekonomik etkilerinin
ne kadar süreceği, geçici ya da kalıcı olup olmadığı belirsizliğini korumakta birlikte kısa
vadede değerlendirildiğinde yeni bir düzenin şekillendiği görülmektedir. Korumacılık
yaygınlaşmakta, serbest piyasa ekonomisi tartışmaya açılmaktadır. Öyle ki DTÖ ve IMF
başkanları, serbest ticarete zarar verilmemesi yönünde tavsiyelerde bulunmaktadır.
Ülkeler kendine yeterlilik politikalarına öncelik vermektedir. Küresel ölçekte yaşanan bu
rota değişikliği, ulusal ölçekte de yansımalarını bulmakta, devletin daha aktif olduğu bir
yapı talebi ön plana çıkmaktadır. Enflasyonla mücadele kapsamında belirli gıda
ürünlerinde aktif regülasyon politikaları gündeme gelmekte, kendine yeterlilik hedefi
gündemde yeniden yerini bulmaktadır.
Söz konusu gelişmeler ışığında, bu çalışmanın amacı, küreselleşmenin sorgulandığı bir
süreçte tahılın kullanışlı bir inceleme aracı olduğunu ortaya koymak ve bilhassa savaş
sonrası oluşan yeni düzende küresel politikalardaki değişimi tahıl üzerinden çok yönlü bir
tartışmaya açmaktır.
Anahtar Kelimeler: tahıl krizi, korumacılık, regülasyon, tahıl yönetimi, savaş ve tahıl
174
New Order Discussions in Grain Administration Under the Conditions of the
Russo-Ukrainian War
Güler Ünlü 1
Abstract
The 21st century is a period in which food crises have become chronic. Seasonal anomalies
that come with climate change have begun to change the nature of agricultural production,
and sudden and severe natural events in different parts of the world have made
agricultural production increasingly far from predictable, and this uncertainty has brought
about changes in agriculture and food policies. In addition to climate change, the Covid19 epidemic has constituted an important crossroads in terms of agriculture and food
policies. The epidemic, which unexpectedly hit the world agenda, brought along a change
in the supply order in agriculture and food, in addition to its general economic
consequences that have been felt since its beginning.
While agriculture and food underwent a change of this scale in a short period of time, the
most shocking effect was undoubtedly the Russia-Ukraine war that started as of the end of
February 2022. A new polarization and a new order has been reconstructed through energy
and agriculture. The negotiation object of this process was grains. For this reason, it is
important to reevaluate the position of grain in the world economy and politics in order to
contribute to the debate on order.
Grains, identified with the transition to settled life, are the first foods that historically
formed the basis of daily life. Its most important function is nutrition, which is necessary
to sustain life. Population growth was achieved with adequate nutrition. The importance
of grain seems to have spread to every stage of society. Grains appear in social life styles,
daily trade relations, and artistic activities. Agricultural surplus, which is the source of
developments that change the division of labor and property relations, and thus the nature
of the economy, is basically based on grain production. The most important food source in
the diet of the armies was grain. The basis of the military and financial organization of the
state on the land was also the lands cultivated with grain as it is observed in manorial
system.
Today, grains have not lost anything of their historical importance. Grains, which make up
30-35% of the world's agricultural production, form an important part of the daily nutrition
routine, although it varies according to the countries. It is the raw material of bread, flour,
pasta, biscuits, bulgur, semolina, animal feed, baby food, breakfast cereal and many other
foods that come to mind. In fact, its usage areas have gradually diversified, and unlike
traditional nutrition roles, it has turned into a precious commodity for fuel for vehicles and
financial markets.
1
Dr., Güler Ünlü, gulerunlu81@gmail.com
175
Examining this change from an administrative perspective makes it possible to
conceptualize a grain administration system, which includes all stages from production to
consumption. The system has actors and relations network on a global-national scale. The
position of the actors in this network and the change in these positions have an impact on
the entire system. A war situation that we have experienced in our close geography since
the Second World War, even the war between two important grain exporters, has changed
the relations in the grain administration system both on a global and national scale, and
made grain an object of political and economic negotiation and a matter of national
security.
Undoubtedly, the Russia-Ukraine war is a turning point for the new grain administration
order. These countries are the two important grain exporters of the Black Sea hinterland,
and they are also the suppliers of many important importers, especially in the Middle East
and North Africa. The disruption in the trade of this region has made grain an element of
crisis. It remains unclear how long the global economic effects will last, whether they are
temporary or permanent, but when evaluated in the short term, a new order is taking
shape. Protectionism is spreading and the free market economy is being discussed. The
WTO and IMF advise not to harm free trade. Countries give priority to self-sufficiency
policies. This change of course on a global scale finds its reflections on a national scale as
well, and the demand for a structure in which the state is more active comes to the fore.
Within the scope of combating inflation, active regulation policies in certain food products
are on the agenda, and the goal of self-sufficiency is rising again.
In the light of these developments, the aim of this study is to reveal that grain is a useful
research tool in a process where globalization is questioned, and to open the change in
global policies, especially in the new post-war order, to a multi-faceted discussion over
grain.
Keywords: grain crisis, protectionism, regulation, grain administration, war and grain
176
Tarımın Metalaştırılmasında Devletin Rolü: Türkiye Tarımı
Burhan Özalp1
Özet
Tarımsal üretimin doğaya bağlı yapısı, sermayenin devir zamanını belirsizleştirmekte,
tarımı sanayinin aksine belirlenemez-kontrol edilemez hale getirmekte ve dolayısıyla
tarımsal üretimi riskli kılmaktadır. Tarımın kendine özgü bu özelliği ve köylülerin
tamamının mülksüzleştirilmesiyle ortaya çıkabilecek sınıfsal tehlike, kapitalizmi daha
fazla köylünün mülksüzleştirilmesine izin vermek yerine, tarihsel süreçte köylülerin
sermaye ile ilişkilerini (meta ilişkileri, pazarlar) artırmaya yöneltmiştir. Kapitalizmde
köylülerin kapitalist üretim ilişkileri temelinde girdi ve çıktı piyasaları aracılığıyla sermaye
ve mübadele ilişkilerine dahil edilmesi köylüleri küçük meta üreticilerine dönüştürür ve
böylece köylüler kapitalist üretimin örgütlenmesinin genel koşullarına tabi olurlar.
Tarımsal ürünlerin metalaştırılması, alım satımının yapılabileceği piyasaların oluşmasını
gerektirir. Bu noktada, piyasaların gelişmesi ve büyümesi kaçınılmaz bir adımdır. Ancak,
piyasa gelişimi ve büyümesi zaman alabilir ve bazen yavaş ilerleyebilir. Bu aşamada devlet
müdahalesi devreye girebilir. Devlet, çeşitli politika araçları kullanarak tarım piyasalarını
düzenleyebilir ve şekillendirebilir. Bu da tarımda metalaşmada devletin rolünün
incelenmesini önemli bir konu haline getirir. Devletin tarımı metalaştırmada izlediği
politikalara dünyadan ve Türkiye’den birkaç örnek verilebilir. Örneğin, Meksika’da 1940
yılında üretilen tarımsal ürünün %53,6’sı piyasada satılırken, izlenen tarım politikaları ile
bu yüzde 1950 yılında %82,1'e yükselmiş ve 1960 yılında %82 olarak gerçekleşmiştir. ABD,
1929 Buhranı sonrası 1930'lu yıllarda tarım sektöründeki kriz ile mücadele etmek için tarım
politikalarını önemli ölçüde revize etmiştir. Bu süreçte, devlet destekli programların zaten
güçlü olduğu araştırma, yayım ve sulama alanlarına ek olarak, çiftçilere sübvansiyonlu
krediler sunan bir dizi finans kuruluşu oluşturmuş ve devlet tarafından yönetilen fiyat
istikrarı programlarını uygulamıştır. Bağımsızlık ve Yeşil Devrim arasında Hindistan
devleti, tüm büyük sulama projelerinin ve tarımsal üretimi ve dolayısıyla pazar için
mevcut malların miktarını artıracak orta ölçekli projelerin çoğunun finansmanına, inşasına
ve yönetimine doğrudan dahil olmuştur. Türkiye’de ise devlet cumhuriyetin
kuruluşundan itibaren tarımın metalaşmasını hızlandıracak politikalar izlemiş, bu
anlamda izlediği politika uygulamalarıyla birlikte tarımsal girdi ve çıktı piyasalarına
yönelik kamu iktisadi teşekkülleri oluşturmuştur. 1961 ile 1980 yılları arasında Türkiye'de
farklı siyasi eğilimlere sahip hükümetler iktidara gelmiş ve bu dönemde tarımsal girdiler
sübvanse edilerek birçok ürünün destekleme fiyatları yapay olarak artırılmıştır. Bu
kapsamda izlenen politikalarla, Türkiye’de 1951 yılında 31 bin 415 olan traktör sayısı 1980
yılında 953 bin 292’e, 2022 yılında ise 1 milyon 526 bin 769’a çıkmıştır. Ayrıca tarımda
makineleşmeyle birlikte işlenen tarım alanı da genişlemiştir. 1948 yılında 15 milyon 408
bin hektar olan tarım arazisi 1979 yılında 28 milyon 625 bin hektar ile en yüksek rakama
1
Arş. Gör. Dr., Burhan ÖZALP, Çukurova Üniversitesi, burhanzalp@gmail.com
177
ulaşmıştır. Çok düşük miktarlarda olan gübre tüketimi 1981 yılında yaklaşık 3 milyon 500
bin tona, 2020 yılında da yaklaşık 7 milyon tona çıkmıştır. 1960'lardan sonra Türkiye'de
pestisit kullanımı hızla artmış ve 1972 yılında 30 bin 971 ton iken, 2020 yılında bu rakam
53 bin 672 tona yükselmiştir. Ancak devletin piyasada kamu ağırlığı oluşturarak tarımsal
üretime ve piyasalara müdahale etmesinde 1980’de bir kırılma yaşanmıştır. Devlet tarımı
metalaştırırken kısa vadede küçük ve orta ölçekli çiftçilere yardım ediyormuş gibi
görünmüş, fakat uzun vadede sermayenin çıkarını gözetmiştir. Bu çalışmanın amacı,
tarımın metalaştırılmasında devletin üstlendiği rolü Türkiye özelinde ortaya koymaktır.
Bu kapsamda, tarımda devletin izlediği politika uygulamalarına dünyadan da örnekler
verilerek, Türkiye devletinin cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar izlediği tarım
politikaları ve bu politikaların, bilhassa 2000’li yıllarda uygulanan sert neoliberal
politikaların, yarattığı sonuçlar, Marksist politik ekonomi açısından ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: tarım, metalaşma, piyasa, devlet, Türkiye
178
The Role of the State in the Commodification of Agriculture: Turkish Agriculture
Burhan Özalp1
Abstract
The nature-dependent structure of agricultural production makes the turnover time of
capital uncertain, makes agriculture, unlike industry, indeterminable and uncontrollable,
and therefore makes agricultural production risky. This peculiar characteristic of
agriculture and the class danger that may arise with the dispossession of all peasants led
capitalism to increase the peasants' relations with capital (commodity relations, markets)
in the historical process instead of allowing the dispossession of more peasants. Under
capitalism, the incorporation of peasants into capital and exchange relations through input
and output markets on the basis of capitalist relations of production transforms peasants
into small commodity producers, thus subjecting them to the general conditions of the
organization of capitalist production. The commodification of agricultural products
requires the formation of markets where they can be bought and sold. At this point, the
development and growth of markets is an inevitable step. However, market development
and growth can take time and sometimes proceed slowly. This is where state intervention
can come into play. The state can regulate and shape agricultural markets by using various
policy instruments. This makes it important to examine the role of the state in the
commodification of agriculture. A few examples from the world and Turkey can be cited
to illustrate the state's policies in commodifying agriculture. For example, in Mexico, while
53.6% of the agricultural product produced in 1940 was sold in the market, this percentage
increased to 82.1% in 1950 and reached 82% in 1960 due to the agricultural policies
pursued. After the Depression of 1929, the US significantly revised its agricultural policies
in the 1930s to combat the crisis in the agricultural sector. In addition to research, extension
and irrigation, where state-sponsored programs were already strong, it created a series of
financial institutions offering subsidized loans to farmers and implemented stateadministered price stabilization programs. Between independence and the Green
Revolution, the Indian state was directly involved in the financing, construction and
management of all major irrigation projects and most of the medium-scale projects that
would increase agricultural production and thus the quantity of commodities available for
the market. In Turkey, on the other hand, the state has pursued policies to accelerate the
commodification of agriculture since the founding of the republic, and with its policy
implementations in this sense, it created state-owned enterprises for agricultural input and
output markets. Between 1961 and 1980, governments with different political tendencies
came to power in Turkey and during this period, agricultural inputs were subsidized and
support prices of many products were artificially increased. With the policies pursued in
this context, the number of tractors in Turkey increased from 31,415 in 1951 to 953,292 in
1980 and to 1,526,769 in 2022. In addition, with the mechanization in agriculture, the
1
Res. Assist. Dr., Burhan ÖZALP, Çukurova University, burhanzalp@gmail.com
179
cultivated agricultural area has also expanded. From 15,408,000 hectares in 1948,
agricultural land reached the highest figure of 28,625,000 hectares in 1979. Fertilizer
consumption, which was very low, increased to approximately 3,500,000 tons in 1981 and
to approximately 7,000,000 tons in 2020. After the 1960s, pesticide use in Turkey increased
rapidly, from 30,971 tons in 1972 to 53,672 tons in 2020. However, the state's intervention
in agricultural production and markets by creating a public weight in the market
experienced a break in 1980. While the state commoditized agriculture, it appeared to help
small and medium-scale farmers in the short term, but in the long term it pursued the
interests of capital. The aim of this study is to reveal the role the state plays in the
commodification of agriculture, with a focus on Turkey. In this context, the agricultural
policies pursued by the Turkish state from the founding of the republic to the present day,
along with examples from around the world, and the consequences of these policies,
particularly in the harsh neoliberal policies implemented in the 2000s, have been examined
from a Marxist political economy perspective.
Keywords: agriculture, commodification, market, state, Turkey
180
Türkiye ile Sudan Arasında İkili Tarımsal İşbirliği ve Ortaklığına İlişkin
Anlaşma’nın Politika Başarısı Kapsamında Değerlendirilmesi
Cuma Yıldırım1
Özet
Günümüzde birçok ülke, gıda güvencesini sağlamak için başka ülkelerin tarım arazilerini
arazi gaspı yoluyla kullanmaktadır. Bu yaklaşım, 2007-08 dünya gıda fiyatı krizinin
ardından büyük arazi parçalarının yerli ve ulusötesi şirketler, hükümetler ve bireyler
tarafından satın alınması veya kiralanması yoluyla büyük ölçekli arazi edinimini ifade
etmektedir. Bu kapsamda Türkiye, 2015 yılında Sudan ile tarımsal üretimi ve ticareti
artırmaya yönelik bir anlaşma imzalamıştır. Bu anlaşmayla TİGEM ve Sudan Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı ortaklığında bir şirket kurularak ortak şirket aracılığıyla Sudan'da
12.500 hektar alanda örnek bir çiftlik kurulması ve Türk özel sektör firmalarının Sudan'da
beş bölgede 780.500 hektar alanda tarımsal yatırım yapmalarının teşvik edilmesi
amaçlanmıştır.
Bu anlaşma uyarınca, yüzde 80'i TİGEM, yüzde 20'si Sudan'ın ortaklığıyla Türk Sudan
Uluslararası Tarım ve Hayvancılık Anonim Şirketi kurulmuştur. Bu bağlamda, Türkiye'de
tarım politikaları alanında yeni bir girişim olan bu anlaşmanın başarısının
değerlendirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Nitekim politika değerlendirmesi, politika
başarısına veya başarısızlığına yol açan nedenlerin bir değerlendirmesini sağlar ve politika
oluşturma, uygulama ve sonuçlar arasındaki bağlantıların nasıl iyileştirileceğine katkıda
bulunur. Bu kapsamda araştırma, Türkiye ile Sudan arasındaki Tarımsal İşbirliği ve
Ortaklık Anlaşması'nı Marsh ve McConnell'in politika başarısı çerçevesine göre analiz
etmeyi amaçlamaktadır. Araştırma sonuçlarına göre politika başarısı katılımın sınırlı
olmasından, hedeflere ulaşılmamasından ve hükümetin popülaritesini artırmamasından
dolayı olumsuz etkilenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Türkiye, Sudan, tarım, politika değerlendirmesi, politika başarısı
1
Dr. Öğr. Üyesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, cumayildirim@omu.edu.tr
181
Evaluating the Bilateral Agricultural Cooperation and Partnership Agreement between
Turkey and Sudan in the Framework of Policy Success
Cuma Yıldırım1
Abstract
Today, many countries use other nations' agricultural land through land grabbing to
ensure food security. This term refers to the large-scale land acquisition by purchasing or
leasing vast tracts of land by domestic and transnational companies, governments, and
individuals following the world food price crisis of 2007-08. In this regard, Turkey signed
an agreement with Sudan to increase agricultural production and trade in 2015. The
objectives of the agreement were to establish a partnership company between TIGEM and
the Ministry of Agriculture and Livestock of Sudan, to create a model farm on 12,500
hectares of land through a partner company in Sudan, and to encourage Turkish private
sector companies to invest in agriculture on 780,500 hectares of land in five regions of
Sudan.
As a result, TIGEM (80%) and Sudan (20%) founded the Turkish-Sudanese International
Agriculture and Livestock Joint Stock Company. In this context, there is a need to evaluate
the success of this agreement, which represents a new initiative in Turkish agricultural
policies. Indeed, policy evaluation assesses the reasons for policy success or failure and
helps to improve the links between policy formulation, implementation, and outcomes.
This paper analyzes the Agricultural Cooperation and Partnership Agreement between
Turkey and Sudan using Marsh and McConnell's framework for policy success. The
findings indicate that policy success was adversely affected by limited participation, failure
to meet objectives, and an inability to increase the government's popularity.
Keywords: Turkey, Sudan, agriculture, policy evaluation, policy success.
1
Assist. Prof. Dr., Ondokuz Mayıs University, cumayildirim@omu.edu.tr
182
İKİNCİ GÜN: BİRİNCİ OTURUM
27.10.2023 9:30-10:45 Koçumbeli Salonu
Yönetim Bilimi
Oturum Başkanı: Yılmaz Üstüner
“Yönetim”in “Anlam”ı
“Meaning” of “Administration”
Şulenur Özkan Erdoğan
Yönetim Bilimi Ne Anlama Gelmektedir ve Niçin Yönetim Bilimi Öğrenimi Görülür? Alman
Yönetim Bilimi Geleneğinde Ayrıksı Bir Akademisyen: Walter Carl Norden
What Does Public Administration Mean and Why is Public Administration Studied? A Distinctive
Scholar in the Tradition of German Administrative Science: Walter Carl Norden
İsmail Bahadır Turan
Bürokraside Devlet Yönetimi Bilgisi Üreten Araştırmacı Kurullar: Tetkik Heyetleri
Research Committees Generating State Administration Knowledge in Bureaucracy: Inspection
Committees
Şeyma Eşki Çaylak
1999’dan 2023’e; Depreme Müdahalede Yönetişimsizlik Boyutunu Koordinasyon Ekseninde
Tartışmak
Discussing the Dimension of Governance in Earthquake Response from 1999 to 2023 in terms of
Coordination
Asmin Kavas
183
“Yönetim”in “Anlam”ı
Şulenur Özkan Erdoğan1
Özet
Dil felsefesinin temel kavramlarından birini oluşturan “anlam”; tek başına kelimelerin, bir
bütün olarak cümlenin ve kelimelerin cümle içindeki hallerinin ne ifade ettiğine
odaklanılarak ele alınmaktadır. Temelde bu bakış açılarından türeyen anlam kuramları ise
anlamın ortaya çıkış biçimine getirdikleri iddialarla birbirlerinden ayrışmaktadırlar. Bunları
kabaca; anlamın zihinde oluştuğu görüşüne dayanan kuramlar, anlamın nesne ya da diğer
fiziksel varlıkların bir karşılığı olarak insan zihninin içinden değil dışından beri gelerek
oluştuğunu savunan kuramlar ve anlamın ancak belli bir ilişki içinde var olabileceği
görüşünü paylaşan diğer kuramlar olarak sınıflandırmak mümkündür. Çalışmanın ilk
bölümünde bu alanda sıklıkla kullanılan temel/referans, yan, mecaz ve terim anlam gibi
kavramlar ile göndergesel, çağrışımsal ve duygusal anlamlar gibi adlandırmalar
açıklanacaktır. Bahsedilen anlam kuramlarının iddiaları ve bu iddialara göre
sınıflandırılmaları yine ilk bölümde yer alacak ve çalışmanın ikinci kısmına zemin
hazırlayacaktır. Çalışmanın ikinci kısmında ise “yönetim”kelimesinin anlamı sorguya
açılacaktır. Böylece kelimenin, çeşitli açılardan idare veya işletim (management) gibi
kelimelerden farklı olduğu gösterilecektir. Sonuçta yönetim biliminde tanımı ve anlamı
üzerinde tam bir uzlaşı sağlanılamamış bu kavrama, dilin “anlam” tartışmaları içinden de
bakılabileceği gösterilmiş olunacaktır.
Anahtar Kelimeler: dil felsefesi, anlam, anlambilim, yönetim, yönetim bilimi
1
Doktora Öğrencisi, Ankara Üniversitesi, sulenurozkan@gmail.com
184
“Meaning” of “Administration”
Şulenur Özkan Erdoğan1
Abstract
Although the philosophy of language has a centuries-old history under this name and as a
separate field of study; it can be said that the origins of philosophical thought on language date
back to ancient times. Starting from the questioning of the language-world relationship,
philosophical thoughts have been expanded with views on the existence, use and structure of
language itself. "Meaning", which is the one of the basic concepts of the philosophy of language,
is discussed by focussing on what words alone, the sentence as a whole and the forms of words
in sentences mean. The theories of meaning, which basically derive from these perspectives,
differ from each other with the claims they bring to the way meaning emerges. It is possible to
roughly classify them as the theories based on the view that meaning is formed in the mind,
the theories that argue that meaning is formed not from within the human mind but from
outside it as a counterpart of objects or other physical entities, and other theories that share the
view that meaning can only exist in a certain relationship. Before categorising the theories of
meaning, some basic concepts related to meaning should be mentioned. Concepts such as
basic/referential, connotative, metaphorical and terminological meanings and names such as
referential, connotative and emotional meanings, which are frequently used in this field, will
be explained in the first part of the study, which will consist of two parts. The claims of the
mentioned theories of meaning and their classification according to these claims will also take
place in the first part and will prepare the ground for the second part of the study.
The second part of the study consists of an attempt to think the meaning of "administration"
based on the theories of meaning. Does the fact that "administration" is not the name of a species
in nature such as water, apple or mountain mean that it has no referential meaning? Or is it
necessary to pay attention to the context in which it is used rather than its singular meaning in
order to understand what "administration" means? Is the word "administration" (Tr. Yönetim),
which is used instead of the Arabic word "idare", exactly equivalent to this word in terms of its
meaning? In fact, from a similar point of view, can it be proved that the Turkish equivalent of
"management" is not "yönetim” on the grounds that these two words have different clusters in
terms of meaning?
When considering the meaning of "administration" through theories of meaning, one of the
most crucial points is the theories claiming that meaning is objective. The starting point of these
theories dates back to Plato's Problem of the Universals (Problem/Discussion). According to
Plato, the meaning of beauty can only be understood by looking at the common point of things
called beautiful. In other words, although each beautiful thing has its own subjective aspects,
there is definitely an idea/form common to all of them. Centuries later, the views on meaning
put forward by Gottlob Frege, who is regarded as the founder of the philosophy of language,
are also referred to as Platonic. For Frege, words can only gain meaning in sentences, and the
1
PhD Student, Ankara University, sulenurozkan@gmail.com
185
occurrence of the same word in different sentences requires finding the commonality in these
sentences for its meaning. Therefore, according to Frege's theory of meaning, for the meaning
of " administration", it is necessary to look at its uses in the language to which it belongs and to
determine the commonalities between these uses. Of course, in such an attempt, attention
should also be paid to the termisation of the word in administrative science.
In short, when thinking about the meaning of " administration", referring to the theories of
meaning along with many other elements will provide different perspectives to the fields of
study that carry this word in its name. The study will have achieved its aim if it has shown that
this concept, which has not been agreed on its definition and meaning in the world of
administrative science, can be viewed through the "meaning" discussions of language.
Keywords: philosophy of language, semantics, administration, administrative science
186
Yönetim Bilimi Ne Anlama Gelmektedir ve Niçin Yönetim Bilimi Öğrenimi
Görülür? Alman Yönetim Bilimi Geleneğinde Ayrıksı Bir Akademisyen: Walter
Carl Norden
İsmail Bahadır Turan1
Özet
Alman yönetim bilimi, Kameral-Polizey Bilim ile doğan ve Devlet Bilimi üzerinden
süregelen önemli bir gelenektir. II. Dünya Savaşı sonrasında ise ABD kamu yönetiminin
etkisine girmesiyle tamamen farklı bir yöne kaymıştır. Ancak öncesinde de idare hukuku,
iktisat vb. disiplinlere nesnesini yitirmiş, gözden düşmüş, özellikle idare hukuku, yönetim
alanında egemenliğini kurmuştur. Bu durum, yükselmekte olan kapitalist üretim tarzının,
monarkın keyfi uygulamaları yerine hukukun ön görülebilirliğini dayatması, dolayısıyla
hukuk devleti idesinin yerleşmesiyle doğrudan ilişkilidir. Alman yönetim bilimi geleneğini
canlandırmak için çeşitli başarısız çabalara rastlanmaktadır. Nasyonal Sosyalizm döneminde
bu gelenek yeniden gözde olmuştur. Ancak Nasyonal Sosyalist yönetim bilimi ve Alman
yönetim bilimi geleneği birbirlerinden hemen her açıdan farklıdır. Bu geleneği canlandırmak
isteyenler arasında ayrıksı bir örnek vardır: Walter Norden. Stein’ın eyleyen devleti nesnesi
yapan yönetim bilimini canlandırmak istese de bambaşka bir yönetim bilimi anlayışına
sahiptir. Ayrıca piyasa tekniklerinin yönetim biliminde kullanılmasını önermektedir.
Norden, idare hukuku, iktisat ve siyaset biliminden ayrı, bağımsız bir yönetim bilimi
yaratmayı amaçlamıştır. Amaçlarından diğer ikisi de bu yönetim biliminin üniversitelerde
ayrı bir disiplin olarak öğretilmesi ile devlette görev alacakların söz konusu eğitimden
geçmelerinin sağlanmasıdır. Bu çerçevede çalışmada genel olarak Norden’ın yönetim bilimi
ile idare hukuku, iktisat ve siyaset bilimleri arasındaki sınırları çizmeye çalışması, Alman
yönetim bilimi geleneğinden çıkarak ABD kamu yönetimi anlayışına yakınsamasının yolu,
yönetim bilimi öğrenimi tasarımı incelenecektir. Aynı zamanda iddiasının aksine Alman
yönetim bilimi geleneğinden uzaklaştığı, döneminin güncel sorunları bağlamında pratiğe
dönük bir yönetim bilimi oluşturmaya çalıştığı, bir yandan devleti nesne olarak görürken
diğer yandan özel sektör ve kamu sektörünün işletmelerinin organizasyon bakımından
eşliğine inandığı gösterilecektir. Alman yönetim biliminin geçtiği süreçler, Türkçe alan
yazında son dönemdeki bazı çalışmalar dışında yeterince incelenmemiştir. Türk akademik
çevrelerince Alman yönetim bilimi geleneği bağlamında araştırılması gereken çok kapsamlı
bir yazın mirası da hala durmaktadır. Dolayısıyla özel olarak ilk amaç Norden’ın Alman
yönetim bilimi geleneği bağlamında Türk alan yazına tanıtılmasıdır. Aksini iddia etse de
yeniden kurmak istediği Alman yönetim bilimi geleneğinin devleti nesnesi yapan
yaklaşımından uzaklaşması, Almanya’da ve döneminin ana akımının dışında dikkat çekici
biçimde piyasa / işletme tekniklerinin devlette de kullanılmasını önermesi, yönetim bilimi
geleneğini canlandırma çabalarının bir diğer yolu olarak üniversitelerde ayrı bir bilim dalı
olarak öğretilmesi, devlette görev yapacakların bu eğitimden geçmelerinin sağlanmasına
dair çabaları incelenecektir. Ayrıca yine hukuk ve iktisadın bir potada eritilerek birlikte
1
Dr. Öğr. Üyesi, İsmail Bahadır Turan, Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi, ismailbahadir.turan@baucyprus.edu.tr
187
öğretilmesi gibi ana akım yaklaşımların dışında bağımsız yönetim bilimi ve üniversitelerde
ayrı bir dal olarak yönetim bilimi öğrenimini oluşturmaya çalışmasının temel ilkeleri ortaya
konacaktır. Amacı açısından kuramsal olan çalışmanın, Alman yönetim biliminin tarihsel
süreç içerisinde doğuşu ve gelişimine ilişkin Türkçe alan yazındaki son dönem verilen
eserleri tamamlayıcı olacağı, Norden ve yönetim bilimi yaklaşımını açıklayarak farklı bir
yaklaşımı tartışmaya açacağı değerlendirilmektedir. Öte yandan inceleme yaklaşımı
açısından açıklayıcı olan çalışmada öncelikle araştırma tekniği bakımından birincil
kaynaklar, Norden’ın yönetim bilimi bağlamında yazdığı eserler, ilgisi ölçüsünde diğer
Alman bilim insanlarının kaynaklarından yararlanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: alman yönetim bilimi, kamu yönetimi, yönetim bilimi öğrenimi, idare hukuku, walter
norden
188
What Does Public Administration Mean and Why is Public Administration Studied? A
Distinctive Scholar in the Tradition of German Administrative Science: Walter Carl Norden
İsmail Bahadır Turan1
Abstract
The German administrative science is an important tradition that originated from the
Kameral-Polizey Science and continued through the Science of the State. However, after
World War II, it underwent a complete shift in its trajectory due to the influence of American
public administration. Even prior to that, it had lost its subject on disciplines such as
administrative law and economics, among others, and had fallen into disfavor. Notably,
administrative law had established its dominance in the field of governance. This
phenomenon is directly related to the rise of the capitalist mode of production, which
demanded the predictability of law rather than the arbitrary practices of the monarch,
ultimately leading to the establishment of the concept of the rule of law. Various unsuccessful
attempts have been made to revive the German tradition of administrative science. During
the period of National Socialism, this tradition regained some popularity. However, it is
crucial to recognize that National Socialist administrative science and the German tradition
of administrative science are fundamentally different from each other in almost every aspect.
Among those seeking to revive this tradition, there is a distinctive example: Walter Norden.
Although Norden aims to reinvigorate the concept of an action-oriented state as the subject
of administrative science, his understanding of administrative science significantly differs
from the traditional perspective. He also proposes the incorporation of market techniques
within the domain of administrative science. Norden aspires to create an independent field
of administrative science, separate from administrative law, economics, and political science.
His objectives include establishing this administrative science as a distinct discipline taught
in universities and ensuring that those serving in the government undergo specialized
training in this particular field. Within this context, this study seeks to delineate Norden's
attempts to establish the boundaries between administrative science and disciplines such as
administrative law, economics, and political science. It also examines how Norden moves
closer to the American public administration understanding while distancing himself from
the German tradition of administrative science. Furthermore, the study investigates Norden's
efforts to construct a pragmatic administrative science relevant to contemporary issues,
wherein he perceives both the state and the organizations of the private and public sectors
as aligned entities. The historical processes of German administrative science have not been
sufficiently explored in Turkish literature, except for a few recent studies. There remains a
comprehensive literary heritage that deserves further investigation within Turkish academic
community. Hence, the primary aim of this study is to introduce Walter Norden within the
context of the German tradition of administrative science. Despite Norden's claims to
reestablish this tradition, this study highlights his departure from the approach that
considers the state as the object of administrative science and emphasizes his intriguing
1
Assist. Prof. Dr., İsmail Bahadır Turan, Bahcesehir Cyprus University, ismailbahadir.turan@baucyprus.edu.tr
189
proposal to apply market/business techniques within the government. Moreover, it examines
Norden's endeavors to have administrative science established as a separate discipline in
universities and promote the acquisition of this specialized education for government
officials. Additionally, the study elucidates the fundamental principles underlying Norden's
attempt to create an independent administrative science, separate from mainstream
approaches that merge law and economics. Regarding its purpose, this theoretical study is
expected to complement recent works in Turkish literature concerning the historical
emergence and development of German administrative science and to introduce Norden and
his unique administrative science approach, thereby fostering a discussion on alternative
perspectives. Furthermore, with an explanatory approach, this study primarily relies on
primary sources, including Norden's writings within the context of administrative science,
and, to some extent, the works of other German scholars related to his research.
Keywords: german administrative science, public administration, administrative science study,
administrative law, walter norden
190
Bürokraside Devlet Yönetimi Bilgisi Üreten Araştırmacı Kurullar: Tetkik
Heyetleri
Şeyma Eşki Çaylak1
Özet
Kamu yönetim bilimi (devlet yönetimi) alanında yönetim (idare) bilgisinin akademik birim
ve kadrolar tarafından üretildiği bilinmektedir. Oysa akademi dışında yönetim bilgisini
doğrudan bürokrasiden üreten; bürokraside, devlet yönetimine ilişkin konular ile yabancı
memleketlerin idari mevzuat ve uygulamalarını incelemek, takip etmek ve yayımlamak amacıyla
kurulan birimler ve araştırma yapmakla görevlendirilmiş kadrolar bulunmaktadır. Erken
Cumhuriyet döneminde idari yapılanmanın nasıl olması gerektiği üzerine çalışmaların
reform alanlarında ve uzmanlık alanlarında tetkik heyetleri eliyle yürütüldüğü
anlaşılmaktadır (Ertürk Keskin, 2012: 4). Bu bağlamda tarihsel süreçte farklı amaçlar ve farklı
yapılanmalar içerisinde oluşturulan tetkik heyetlerine (seyyar tetkik heyetleri, mülkiye tetkik
heti vb.) rastlamak mümkündür. Bürokraside hizmet sunmanın/yönetmenin bilgisinin
üretildiği bu mekanizmalardan biri 1944 yılında 4618 sayılı Kanun ile İçişleri Bakanlığı
bünyesinde kurulan Tetkik Heyetidir. Bakanlık yapılanması içinde araştırma-geliştirme
kimliği ile bilinen bu birimde görev yapmış olan Hakkı Haydar Berksun, Hayri Orhun ve
Vecihi Tönük başta olmak üzere Abdülhalim Tevfik Alyot, Sıddık Tümerkan ve Naci
Babacan gibi bürokratlar görev süresince bu birimin kuruluş amaçları kapsamında idari
teşkilat, yerel yönetimler, idari vesayet, kamulaştırma, kolluk ve güvenlik, karşılaştırmalı
kamu yönetimi, farklı ülkelerin siyasal yönetsel sistemleri, kamu görevlileri/personel
yönetimi konulu çalışmalarıyla kamu yönetimi alanına önemli katkılar sağlamıştır.
Tetkik Heyetleri, farklı konular bağlamında çalışmalarda ele alınmış olmakla birlikte
araştırma-geliştirme faaliyetleri kapsamında kamu yönetim bilimine katkıları bakımından
daha önce incelenmemiş bir konudur. Bu açıdan Tetkik Heyetleri ve “araştırmacı kadrosu”
yönetim bilgisini bürokrasiden üreten birimler olarak alanda görünür ve bilinir değildir. Bu
sorundan hareketle çalışmanın amaçları şu şekildedir: Birincisi, akademi dışında araştırma
yapmakla görevlendirilmiş birimlerden biri olan İçişleri Bakanlığı Tetkik Heyeti’ni
“araştırmacı kadrosu” ve çalışmalarıyla birlikte kamu yönetimine katkıları bakımından
değerlendirmektir. İkincisi, kamu yönetim bilimine önemli katkılar sağlamış olmalarına
rağmen adları hiç duyulmamış ya da hakkında çok az bilgi bulunan Tetkik Heyeti’nin
bürokrat yazarlarını ve eserlerini, Cumhuriyet’in 100. yılında alana tanıtmak,
kazandırmaktır. Üçüncüsü ise bu konuda, kamu yönetimi alanındaki bilgi boşluğunu
doldurabilmektir. Alanda tespit edilen bir eksikliği/sorunu gidermeye yönelik belirlenen bu
amaçlar, çalışmayı özgün ve önemli kılmaktadır.
Bu çalışma konu bakımından İçişleri Bakanlığı Tetkik Heyeti’ne, zaman bakımından ise
1944-1983 dönemine odaklıdır. Nedeni, bu Birim’in kuruluş tarihi olan 1944 yılından
1
Arş. Gör. Dr., Şeyma Eşki Çaylak, Muş Alparslan Üniversitesi, seymaa.eski@gmail.com
191
kaldırıldığı 1983 yılına kadar varlık göstermiş olması; bürokraside araştırmacılıkla
görevlendirilmiş birim ve kadroları kamu yönetim bilimine katkıları bakımından en iyi
temsil ettiği düşüncesidir. Bu kapsamda öncelikle “tetkik” kavramının anlamı ortaya
koyulmaktadır. Bununla birlikte çalışma her ne kadar belli bir dönemle sınırlı olsa da idari
sisteme ilişkin çalışmalarıyla Türk idare yapısı ve işleyişine ilişkin bilgi üreten, idari sisteme
yön veren ve sistemin gelişimine katkı sağlayan tarihsel süreçte faaliyet göstermiş Seyyar
Tetkik Heyetleri, Mülkiye Tetkik Heyeti ve Maliye Bakanlığı Tetkik Heyeti gibi diğer birimler ele
alınmakta ve kuruluş amaçları ve faaliyetleri ilgili mevzuat metinleri ve heyet raporları
üzerinden genel olarak değerlendirilmektedir. Sonrasında ise İçişleri Bakanlığı Tetkik
Heyeti’nin tarihsel gelişimi ve örgütlenme süreci (amacı, görevleri ile uygulamaları)
incelenmekte; “araştırmacı kadrosunun”, görevleri süresince yayımlanmış eserleri
üzerinden kamu yönetimi alanına hangi konularda katkı sağladığı ortaya koyulmakta ve bu
Birim, kamu yönetimi alanındaki yeri ve önemi bakımından tartışılmaktadır. Ayrıca
çalışmada, Tetkik Heyeti’nde görev yapmış araştırmacı bürokratların kitaplarının ve Türk
İdare Dergisi gibi alanın önemli süreli yayınlarında yer alan makale ve çeviri yazılarının bir
dökümü sunulmaktadır. Bu kapsamda çalışma, araştırma yöntemi bakımından nitel,
araştırmanın tipi bakımından betimleyici ve açıklayıcı, odaklanılan zamana göre kesitsel;
veri toplama bakımından literatür taraması, mevzuat ve doküman (gazete, rapor, tutanaklar
vb.) incelemesi tekniklerinin kullanıldığı bir çalışmadır.
Anahtar Kelimeler: idare, devlet yönetimi, tetkik, tetkik heyeti, içişleri bakanlığı
192
Research Committees Generating State Administration Knowledge in Bureaucracy:
Inspection Committees
Şeyma Eşki Çaylak 1
Abstract
In the field of public administration (government), it is known that knowledge of
administration is produced by academic institutions and personnel. However, outside of
academia, there are units and personnel within the bureaucracy that directly generate
knowledge of administration. These units and personnel are established with the aim of
examining, monitoring, and publishing topics related to state management within the
bureaucracy, as well as studying the administrative regulations and practices of foreign
countries. It is understood that during the early Republican period, studies on how the
administrative structure should be organized were carried out through inspection
committees in the fields of reform and expertise (Ertürk Keskin, 2012: 4). In this context, it is
possible to come across various inspection committees (such as mobile inspection
committees, civil service inspection committees, etc.) that were established with different
purposes and organizational structures throughout the historical process.
One of the mechanisms where knowledge about providing/managing services in the
bureaucracy is produced is the Inspection Committee, which was established within the
Ministry of Interior through Law No. 4618 in the year 1944. During their tenure at this unit
known for its research and development identity within the ministry's organization,
bureaucrats like Hakkı Haydar Berksun, Hayri Orhun, Vecihi Tönük, Abdülhalim Tevfik
Alyot, Sıddık Tümerkan, and Naci Babacan made significant contributions to the field of
public administration. They conducted studies on topics related to the objectives of this unit,
such as administrative organization, local governments, administrative guardianship,
expropriation, law enforcement and security, comparative public administration, and the
political-administrative systems of different countries, as part of their responsibilities.
Although Inspection Committees have been involved in studies on various subjects, their
contributions to public administration science within the context of research and
development activities have not been previously examined as a subject. From this
perspective, Inspection Committees and their "research personnel" are not visible and wellknown units in the field that generate management knowledge from the bureaucracy. With
this problem in mind, the objectives of the study are as follows: First, to evaluate the Ministry
of Interior's Inspection Committee as one of the units tasked with conducting research
outside academia, considering its "research personnel" and contributions to public
administration. Second, to introduce and bring attention to the bureaucratic authors and their
works within the Inspection Committee who have made significant contributions to public
administration science but remain relatively unknown or have little information available
about them, especially as the Republic reaches its 100th year. Third, to fill the knowledge gap
1
Res. Assist. Dr., Şeyma Eşki Çaylak, Muş Alparslan University, seymaa.eski@gmail.com
193
in the field of public administration. These goals identified to address a deficiency/problem
in the field make the study both original and significant.
This study focuses on the Ministry of Interior's Inspection Committee in terms of its subject
and covers the period from 1944 to 1983. The reason is that this Unit existed from its
establishment in 1944 until its abolition in 1983. The reason for this is that this unit existed
from its establishment in 1944 until it was merged with the Ministry of Interior's Research
Planning Coordination Board in 1981. It is believed that during this time frame, this unit and
its personnel tasked with research within the bureaucracy best represent contributions to
public administration science. Within this scope, firstly, the meaning of the term "tetkik"
(inspection) is clarified. Additionally, although the study is limited to a specific period, it
addresses other units such as the Mobile Inspection Committees, Civil Service Inspection
Committee, and Ministry of Finance Inspection Committee, which operated during the
historical process, produced information related to the administrative system, influenced the
administrative system, and contributed to its development. Their objectives and activities are
generally evaluated based on relevant legislative texts and committee reports. Following
that, the historical development and organizational process of the Ministry of Interior's
Inspection Committee (its purpose, duties, and practices) are examined. The contributions of
the "research personnel" to the field of public administration are identified based on the
works published during their tenure, and the significance and place of this unit in the field
of public administration are discussed. Additionally, in the study, an inventory of books
written by the research bureaucrats who served in the Inspection Committee and articles and
translated writings published in important periodicals in the field, such as the "Türk İdare
Dergisi" (Turkish Administrative Journal), is presented. In this context, the study is
qualitative in terms of research method, descriptive and explanatory in terms of research
type, cross-sectional according to the focused time frame, and it employs data collection
techniques such as literature review and examination of legislation and documents
(newspapers, reports, minutes, etc.).
Keywords: administration, government, inspection, inspection committee, Ministry of Interior
194
1999’dan 2023’e; Depreme Müdahalede Yönetişimsizlik Boyutunu Koordinasyon
Ekseninde Tartışmak
Asmin Kavas1
Özet
Türkiye, doğal kaynaklı birçok afet türünün sıklıkta yaşandığı bir ülkedir. Uluslararası
düzeyde yapılan çalışmalar da Türkiye’yi yüksek risk kategorisinde yer alan ülkeler arasında
belirlemişlerdir. Ülkelerin deprem gibi doğal afetlerle mücadele edebilme kapasitelerini
ölçen INFORM Risk Endeksi’ne göre 191 ülke arasından Türkiye, 45’inci sırada yer
almaktadır (European Commision, 2021). 2021 yılı verilerine göre Türkiye en yüksek risk
kategorisine sahip ülkeler arasında değerlendirilmiştir. Yapılan hesaplamaya göre
Türkiye’nin doğal afetlerle karşı karşıya kalma riski 10 üzerinden 9; incinebilirlik puanı 5
üzerinden 4,9; başa çıkma kapasitesi ise 10 üzerinden 3,2 puan olarak kaydedilmiştir. Bu
sonuçlar Türkiye’nin afet riski altında olduğu ve bu risklerle baş edebilme kabiliyetinin ise
yeterli olmadığını göstermektedir. Ruhr Üniversitesi (Uluslararası Hukuk, Barış ve Silahlı
Çatışma Enstitüsü) tarafından geliştirilen Dünya Risk Endeksi ise 27 gösterge seti üzerinden
ülkelerin risk durumunu ölçen diğer bir endeks türüdür (Türk Kızılay Akademi, 2021). 181
ülkenin değerlendirildiği endekste Türkiye, 5.03 puan ile (116. sırada) en yüksek risk
grubunda yer alan ülkeler arasında belirlenmiştir. Uluslararası düzeyde yapılan tüm bu
endeksler Türkiye’nin, depreme karşı riskli bir konumda olduğunu göstermektedir.
Deprem riski yüksek olan Türkiye’de afet yönetimi, 2. Dünya Savaşı sonrasında sivil
savunma hizmetleri çerçevesinde gelişmiş ve kriz durumlarına müdahale bağlamında
şekillenmiştir. Afet yönetimi yazınında Türkiye gibi üniter devlet yapısına haiz ülkelerde
merkeziyetçi bir afet yönetimi içerisinde kurumlar arasındaki eşgüdüm ve uyumsuzluk çoğu
zaman eleştirilmiştir. Söz konusu eleştirilerin temelinde Türkiye’nin uzun yıllar boyunca
sürekli olarak afet gerçekleştikten sonraki süreçlere önem verdiği, bu süreçleri yeterli ölçüde
koordine edemediği, sakınım ve risk yönetimi planlarına uygun imar düzenlemelerinin
yapılmadığı yatmaktadır. 1999 Marmara Depremi’nin Türk afet yönetim sisteminde bir
kırılma noktası olduğuna dair yorumlarda mevcuttur. Fakat aradan geçen 23 yıl sonra 6
Şubat 2023 tarihinde 11 ili etkileyen merkez üssü Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan
depremleri, Türkiye’nin afet yönetim sistemindeki koordinasyonsuzluğunu gün yüzüne
çıkarmıştır. Bu çalışma kapsamında 1999 depreminden bu yana aradan geçen 23 yılda
uygulamaya konulan afet yönetimi politikaları üzerinden koordinasyonsuzluğun
boyutlarını göstermektir. İçerik analizi yöntemine dayanılarak geliştirilen bu çalışmada; afet
yönetiminde koordinasyonsuzluğun boyutları ölçülmeye çalışılmıştır. Çalışma kapsamında:
“Son 23 yılda yürürlüğe konulan afet politikaları dikkate alınarak, 6 Şubat tarihli depremler
üzerinden yaşanılan koordinasyonsuzluğun boyutları nelerdir?” sorusuna yanıt aranmaya
çalışılmıştır. Çalışmanın temel hedefi ise Türkiye’de afet yönetimine ilişkin geliştirilen
politika ve faaliyet alanlarını tespit ederek, 6 Şubat tarihinde yaşanılan depremlerde oluşan
1
Doç. Dr., Asmin Kavas, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, asminkavas@gmail.com
195
koordinasyon alanına yönelik somut politika önerileri üzerinden genel çıkarımlar
yapmaktır.
Anahtar Kelimeler: deprem, koordinasyon, afet yönetimi, afetlerle mücadele
196
Discussing the Dimension of Governance in Earthquake Response from 1999 to 2023 in terms
of Coordination
Asmin Kavas 1
Abstract
In Turkey, a country with a high earthquake risk, disaster management has evolved within
the framework of civil defense services following World War II, focusing on crisis
intervention. In the literature of disaster management, centralized disaster management in
countries with a unitary state structure like Turkey has often been criticized for lack of
coordination and compatibility between institutions. These criticisms stem from the fact
that Turkey has continuously prioritized post-disaster processes after a catastrophe, but
has struggled to adequately coordinate these processes and implement mitigation and risk
management plans through proper urban planning. The 1999 Marmara earthquake is
considered a turning point in the Turkish disaster management system. However, after 23
years, the earthquakes that struck 11 provinces on February 6, 2023, with their epicenter in
Kahramanmaraş, Pazarcık, and Elbistan, brought to light the lack of coordination in
Turkey's disaster management system. The aim of this study is to demonstrate the
dimensions of this lack of coordination through the disaster management policies
implemented since the 1999 earthquake. Employing content analysis, this study attempts
to measure the extent of coordination problems in disaster management.
The main focus of the study is to identify the policies and areas of activity developed for
disaster management in Turkey and to draw general conclusions based on concrete policy
recommendations concerning the coordination issues that emerged during the
earthquakes on February 6th. By taking into account the disaster policies enacted over the
past 23 years, the study aims to answer the question: "What are the dimensions of the lack
of coordination experienced through the earthquakes that occurred on February 6th?" The
ultimate goal is to propose tangible policy recommendations related to the coordination
field observed during the February 6th earthquakes and to make broader inferences about
disaster management in Turkey.
Keywords: earthquake, coordination, disaster management, disaster response.
1
Assoc. Prof. Dr., Asmin Kavas, Eskisehir Osmangazi University, asminkavas@gmail.com
197
İKİNCİ GÜN: BİRİNCİ OTURUM
27.10.2023 9:30-10:45 Eymir Salonu
Eğitim ve Araştırma
Oturum Başkanı: Cengiz Ekiz
Bürokrasi ile Üniversite Arasında Bir İdari Reform Kurumu: Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi
Enstitüsü (1953-1980)
An Administrative Reform Institution Between Bureaucracy and University: Public Administration
Institute for Turkey and the Middle East (1953-1980)
Vefa Can Kaya
Türkiye’de Bilimsel ve Teknik Konularda İdari Karar Süreçlerinde Yaşanan Zayıflama: TÜBİTAK
Örneği
Administrative Decision Making Processes in Scientific and Technical Issues in Turkey: The Case of
TÜBİTAK
D. Çiğdem Sever
Yükseköğretimde Fiili Kısmi Özerklikten Hiyerarşik Bürokrasiye: Türkiye’de “Girişimci
Üniversite” Modelinin Uygulanabilirliği
From De facto Partial Autonomy to Hierarchical Bureaucracy in Higher Education: Applicability of the
“Entrepreneurial University” Model in Turkey
Eren Delice
1920’den 2023’e: Akademisyen Milletvekilleri Üzerine Bir İnceleme
1920 to 2023: A Study on Academic Members of Parliament
Erhan Ezici
198
Bürokrasi ile Üniversite Arasında Bir İdari Reform Kurumu:
Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (1953-1980)
Vefa Can Kaya1
Özet
Bu çalışma, İkinci Dünya Savaşı sonrası gündeme gelen idari reform tasarılarının bir sonucu
olarak Türk hükümeti ile Birleşmiş Milletler arasında bir yardım anlaşması mucibince
kurulan Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’nün (TODAİE) idari reform
dönemindeki etkinliğini ele almaktadır. TODAİE’nin kuruluşunda ikili bir misyon göze
çarpmaktadır: bürokrasi ile ilişkisi bağlamında memurların çağdaş kamu yönetimi eğitimi
doğrultusunda yetiştirilmesi ile orta ve üst düzeyde kamu yöneticilerinin yetiştirilmesine
imkân sağlaması; üniversite ile ilişkisi bağlamında ise idarenin ve genel olarak ülkenin pratik
ihtiyaçlarını önceleyen bir araştırma kültürünün yaygınlaştırılması. Bu ikili misyon birlikte
düşünüldüğünde TODAİE’nin kuruluşundaki temel gayenin, idari reform ortamının
oluşmasına zemin hazırlayarak bu doğrultuda üniversite ile bürokrasi arasında köprü
vazifesi ifa etmek olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Çalışmanın amacı, TODAİE’nin
kuruluş misyonu doğrultusunda idari reform sürecindeki etkinliğini tartışmaktır. Bu
bağlamda çalışmada nesnel dönüşümlere odaklanan tarihsel yöntemle birlikte TODAİE’nin
öncülüğünde hazırlanan ve idari reform sürecinin çıktılarını oluşturan rapor ve doküman
analizinin yanı sıra, kurum içi geliştirilen stratejilerin değişen koşullara TODAİE’yi nasıl
uyarladığını anlayabilmek için Enstitü tarihinde etkili olmuş kişilerin anıları, anekdotlar ve
dijital sözlü tarih görüşmeleri veri olarak kullanılmıştır. Çalışmada öncelikle İkinci Dünya
Savaşı sonrası Türk idari gündemi bağlamında idari reform süreci ele alınmaktadır. Daha
sonra idari reform çabalarının ardında nasıl bir zihniyetin olduğu ve bürokrasinin yeniden
yapılandırılmasında ilgili zihniyetin rolü tartışılmaktadır. Bu bağlamda TODAİE’nin ilgili
dönemde idari reformun hem öznesi hem de nesnesi olarak nasıl bir konumda yer aldığı ele
alınmaktadır. TODAİE’nin idari reformun yürütüldüğü ve tartışıldığı bir merkez olmasına
karşın bürokrasinin yeniden yapılandırıldığı 1960’lı yıllarda talep ettiği statüye ve konuma
kavuşamadığı görülmektedir. Çalışmada TODAİE’nin kendi misyonunu niçin
gerçekleştiremediği akademik, hukuki ve örgütsel yönden, aynı zamanda siyaset-bürokrasi
ilişkileri açısından tartışılmaktadır. Nihayetinde ülkenin siyasi, sosyal ve ekonomik olarak
krize girdiği 1970’li yılların kaotik atmosferinde idari reform tasarılarının gündemden
düşmesi, TODAİE’nin kuruluş misyonundan uzaklaşarak akademik bir kuruma
dönüşmesine zemin hazırlamıştır. Bu çalışmanın, TODAİE’nin dönüşüm dinamiklerini
anlamaya ve açıklamaya çalışarak Türk kamu yönetimi tarihine ilişkin eleştirel bir
sorgulamayı mümkün kılmayı hedeflediği söylenebilir.
Anahtar Kelimeler: idari reform, todaie, türk bürokrasisi, türk kamu yönetimi tarihi.
1
Dr. Öğr. Üyesi, Vefa Can Kaya, Samsun Üniversitesi, vefa.kaya@samsun.edu.tr
199
An Administrative Reform Institution Between Bureaucracy and University:
Public Administration Institute for Turkey and the Middle East (1953-1980)
Vefa Can Kaya1
Abstract
This study examines the effectiveness of the Public Administration Institute for Turkey and
the Middle East (TODAIE), which was established under an aid agreement between the
Turkish government and the United Nations as a result of the administrative reform
proposals following the Second World War, during the administrative reform period. A
dual mission draws attention in the establishment of TODAIE: to train civil servants in line
with contemporary public administration education in the context of its relationship with
bureaucracy and to enable the training middle and senior level public managers; and, in
the context of its relationship with the university, the dissemination of a research culture
that prioritizes the practical needs of the administration and the country in general. When
this dual mission is considered together, it becomes clear that the main purpose of the
establishment of TODAIE is to prepare the ground for the formation of an administrative
reform environment and, accordingly, to serve as a bridge between the university and the
bureaucracy. The aim of the study is to discuss the effectiveness of TODAIE in the
administrative reform process in line with its founding mission. In this context, the
historical method focusing on objective transformations is used in the study, as well as
report and document analysis prepared under the leadership of TODAIE and constituting
the outputs of the administrative reform process. In addition, in order to understand how
the strategies developed in-house adapted TODAIE to changing conditions, memories,
anecdotes and digital oral history interviews of influential people in the history of the
Institute were used as data. This study primarily discusses the administrative reform
process in the context of the Turkish administrative agenda after the Second World War.
Then, the mentality behind the administrative reform efforts and the role of the relevant
mentality in the restructuring of the bureaucracy are discussed. In this context, the position
of TODAIE as both the subject and object of administrative reform in the relevant period
is discussed. Although TODAIE was a center where administrative reform was carried out
and discussed, it is seen that it could not achieve the status and position it demanded in
the 1960s, when the bureaucracy was restructured. In the study, it is discussed why
TODAIE could not achieve its mission in terms of academic, legal and organizational
aspects, as well as in terms of politics-bureaucracy relations. Ultimately, in the chaotic
atmosphere of the 1970s, when the country entered a sociopolitical and economic crisis,
administrative reform plans fell off the agenda, paving the way for TODAIE to move away
from its founding mission and turn into an academic institution. It can be said that this
study aims to enable a critical inquiry into the history of Turkish public administration by
trying to understand and explain the transformation dynamics of TODAIE.
Keywords: administrative reform, todaie, turkish bureaucracy, turkish public administration history.
1
Assist. Prof. Dr., Vefa Can Kaya, Samsun University, vefa.kaya@samsun.edu.tr
200
Türkiye’de Bilimsel ve Teknik Konularda İdari Karar Süreçlerinde Yaşanan
Zayıflama: TÜBİTAK Örneği
D. Çiğdem Sever1
Özet
Türkiye’de önce 2011 teşkilat reformlarıyla, sonra 2017 Anayasa değişikliklerinin ardından
çok sayıda cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle (CBK) idare yeniden yapılandırılmıştır.
Yürütmenin güçlendirilmesi eğilimi olarak ifade edilen bu süreçte bir yandan teşkilat yapısı,
bir yandan da karar alma süreçlerinde önemli değişimler yaşanmıştır. Bu değişimlerin
önemli bir aracı yasamayı etkisizleştiren CBK’ler ve cumhurbaşkanının pek çok konuda tek
karar makamı haline gelmesi olmuştur. Yürütmenin bu şekilde güçlenmesine ve idarenin
kolluk yetkilerinde merkezi otoritenin genişlemesine karşılık, bir yandan da idarede özellikle
teknik ve uzmanlık gerektiren konularda önemli bir zayıflama yaşandığı görülür. İlk bakışta
güvenlikçi politikalar ve olağanüstü rejimin olağanlaşması karşısında idarenin güçlendiği
gibi bir izlenim doğsa da aslında güçlenen idare değil, eski anlamını yitiren ve dönüşen
yürütme olmuştur. İdare aygıtı esas olarak kamu hizmeti sunma ve toplumsal ihtiyaçları
karşılama işleviyle, siyasal işlevden ayrışan ve bir idare tekniği, hatta pek çok zaman bilimsel
ve teknik konularla ilgili karar alma süreçlerini de içeren bir yapıdır. 2017 sonrasında
cumhurbaşkanı tek başına başka bir makama gerek olmaksızın karar alan bir makam haline
getirilirken, ilgili normlarda alabileceği kararlar bakımından güçlü kriterler geliştirilmemiş
ve bu şekilde takdir yetkisinin sınırları da belirsizleşmiştir.
Sistem değişikliği doğrultusunda mevzuatta Bakanlar Kurulu’nun alacağı kararların
neredeyse tamamının Cumhurbaşkanı tarafından alınmasıyla kolektif işlem türünün
azalması beklenen bir etkidir. Ancak durum bunu aşan bir niteliktedir. Başbakanın hatta
bakanın alacağı kararlar dahi bu kapsamda görülmüş, ama daha önemlisi özellikle teknik
konularda gündeme gelen karma işlem usulünden vazgeçilmiştir. Karma işlemler, birden
çok makamın belli bir sırayla iradelerini aynı yönde açıklamaları yoluyla alınırlar. Bir
makamın teklifi, uygun görüşü, onayı, aday belirleme, işlem taslağı hazırlama gibi bir irade
açıklamasının ardından kararın başka bir makam tarafından alınmasını ifade eder. 700 sayılı
KHK ile sadece Bakanlar Kurulu/başbakan ifadeleri değiştirilmekle kalmamış; 220’e yakın
karma işlem örneği cumhurbaşkanınca kurulan basit işleme dönüştürülmüştür.
Karma işlemler ortadan kalkarken bir yandan da liyakat koşulları ortadan kaldırılmıştır.
Teknik bir alan olan afet yönetiminden bir örnek vermek gerekirse, AFAD Başkan ve daire
başkanları için “görev alanıyla ilgili en az beş yıllık iş tecrübesine sahip olma” koşulu varken
2018 yılı itibariyle dört yıllık lisans programından mezun olmak dışında hiçbir koşul
kalmamıştır. Maddedeki daire başkanı statüsüne karşılık gelen Afetlere Müdahale Genel
Müdürü’nün ilahiyat mezunu olması ve bu makama doğrudan Diyanet İşleri Başkanlığı
1
Doç. Dr., D. Çiğdem Sever, Atılım Üniversitesi, cigdemsvr@gmail.com
201
kadrosundan atanabilmesi bu değişikliğin bir sonucudur. Buna benzer örnekleri rektörler ve
TÜBİTAK yönetimi gibi bilimsel konularda da görmek mümkündür.
Bilimsel ve teknik alanlardaki zayıflama, katılımcı ve çoğulcu yapıların yerini merkeziyetçi
yapılara bırakmasında da görülür. Sadece merkezi idarede değil, kurumların kendi içinde
de merkeziyetçi yapılar yaygınlaşmıştır. Örneğin AFAD ilk kurulduğunda yer alan Yüksek
Kurul ile Koordinasyon Kurulu 2018’de kaldırılmış, Danışma Kurulu başta korunmuş, 2020
yılında o da kaldırılmıştır. Tübitak örneğinde Bilim Kurulu baskınken günümüzde yerini
başkancı yapıya bırakmış, üniversitelerde de tek başına cumhurbaşkanınca atanan rektör
baskın hale gelmiştir. Benzer şekilde meslek odaları teknik pek çok konuda karar alma
süreçlerinden dışlanmıştır. Oysa teknik uzmanlık gerektiren alanlarda idarenin hem kendi
içerisinde farklı uzmanların/makamların, hem de başta kamu kurumu niteliğinde meslek
kuruluşları ve üniversiteler gibi paydaşların dahil edilmeleri, yani karar alma süreçlerinin
katılımcılık ve çoğulculuk yoluyla güçlendirilmesi bilimsel standartlar ve idare tekniği
açısından daha etkili ve verimli olunmasını sağlayabilecektir. Bu nedenle çalışmada, başta
özerk ve demokratik niteliğiyle ön plana çıkan TÜBİTAK örneği üzerinden yaşanan bu
tahribat incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Merkezileşme, karar alma süreçleri, liyakat, katılımcılık, çoğulculuk
202
Administrative Decision Making Processes in Scientific and Technical Issues in Turkey:
The Case of TÜBİTAK
D. Çiğdem Sever1
Abstract
It is possible to refer to a tendency towards centralisation and empowerment of the executive
in the administrative structure in Turkey, which started during the 12 September period and
became more pronounced with the 2017 constitutional amendments. In recent years, the
erosion of the principle of legality, both in terms of the basis and the quality of law, especially
with the 2011 organisational reform and the 2017 constitutional amendments, has had an
impact on many institutions. Today, a significant part of the administrative organisation is
regulated by presidential decrees; since the norm density of these regulations is low, merit
conditions are not determined, the mixed procedure method is not preferred, and the central
administration (mainly the president) is granted broad powers and especially indefinite
discretionary power. In this organisational structure, not only a democratic regression in
terms of local governments, but also public institutions are transformed in the administrative
structure. It is possible to see traces of this trend in an institution such as TÜBİTAK, which
has policy-making and decision-making functions in scientific fields. Founded in 1963 as a
unique model, TÜBİTAK's legislation has undergone significant changes in terms of
organisation. Established in 1963 as an autonomous organisation with an elected decisionmaking body, merit conditions, and limited powers of the central administration, TÜBİTAK's
structure was changed first in 1987, then in 1993, 2003, 2005, 2008, 2011 and finally in 2018.
As a result of these amendments, although the legislation states that the Institution is
autonomous, there are no mechanisms to ensure autonomy, there are no norms on merit
conditions, and it has become a centralised, non-participatory and non-pluralistic structure.
All these changes correspond to a periodic transformation in the administration. This
transformation shows that the decline in democracy in Turkey should also be read in relation
to a weakening in the administration while the political pillar of the executive is
strengthening.
Keywords: centralisation, freedom of science, competence, participation, pluralism
1
Assoc. Prof. Dr., D. Çiğdem Sever, Atılım University, cigdemsvr@gmail.com
203
Yükseköğretimde Fiili Kısmi Özerklikten Hiyerarşik Bürokrasiye: Türkiye’de
“Girişimci Üniversite” Modelinin Uygulanabilirliği
Eren Delice1
Özet
Bu çalışma girişimci üniversite pratiklerinin uygulanabilirliğini Türkiye’de üniversite
özerkliği üzerinden değerlendirmeyi amaçlamıştır. Çalışmada öncelikle girişimci
üniversitenin literatüre girişi, gelişimi ve uygulama pratikleri anlatılmıştır. Sonraki bölüm
özerklik kavramını tanımlamış ve özerkliği politik, yapısal, yönetsel ve mali olmak üzere
dört farklı boyutta ele almıştır. Dört farklı boyutta ele alınan özerklik kavramı, bu boyutlar
arasındaki ilişkiye göre teoride kalmakta veya pratiğe geçmektedir. Girişimci üniversite
için tespit edilen 20 farklı uygulama, dört farklı özerklik boyutuna göre gruplandırılmıştır.
Çalışmanın son bölümünde, dört farklı özerklik grubuna ayrılan 20 farklı uygulama
Türkiye’deki üniversiteler üzerinden değerlendirilmiştir.
Üniversitelerin girişimci
pratikleri uygulamak için sahip olduğu yetkilere öncelikle mevzuat üzerinden teorik
özerklik bağlamında bakılmıştır. Türkiye’de üniversitelerin mevzuatsal olarak girişimci
pratikleri uygulamaya doğrudan yetkilerinin olmadığı tespit edilmiştir. Üniversiteler bu
yetkileri büyük oranda Yükseköğretim Kurulu (YÖK)’ün onayıyla kullanabilmektedir.
Ayrıca üniversitelerin kamu kaynaklarına olan bağlılığı ve kalem bütçe uygulaması
üniversitelerin mali özerkliğini büyük ölçüde sınırlandırmaktadır. Nihai olarak
üniversitelerin girişimci uygulamaları tek başlarına bağımsız olarak hayata geçirebilecek
yetkilerinin büyük ölçüde olmadığını söyleyebiliriz. Kısıtlı sayıda var olan yetkilerin
kullanımında da önemli mali kısıtlamalar olduğunu belirtebiliriz. Türkiye’de son
dönemde yapılan, rektörlerin doğrudan cumhurbaşkanınca atanması gibi, düzenlemelerin
üniversiteleri tamamen merkezden yönetilen kurumlar haline getirdiğinin tespitini
yapabiliriz. Belirtmemiz gereken bu çalışmada tek tek üniversite pratiklerine bakılmadığı,
kamu üniversitelerinin teorik, mevzuatsal, düzeyde sahip oldukları özerklik düzeylerinin
değerlendirildiği belirtilmelidir. Muhakkak her üniversitenin kendi fiili özerklik durumu
farklılaşabilmektedir. Bunun tespiti farklı bir çalışmanın konusudur. Nihai olarak
çalışmanın ilk bölümünde teorik olarak ortaya koyduğumuz girişimci üniversitenin
oluşmasına ortam hazırlayan özerklik durumunun Türkiye’de olmadığının tespitini
yapabiliriz.
Anahtar Kelimeler: girişimci üniversite, özerklik, yükseköğretim
1
Doktora Öğrencisi, Eren Delice, Ankara Üniversitesi, deliceeren@gmail.com
204
From De facto Partial Autonomy to Hierarchical Bureaucracy in Higher Education:
Applicability of the “Entrepreneurial University” Model in Turkey
Eren Delice1
Abstract
This study aimed to evaluate the applicability of entrepreneurial university practices
through university autonomy in Turkey. In the study, first of all, the introduction of the
entrepreneurial university to the literature, its development and application practices are
explained. The next section defined the concept of autonomy and discussed it in four
different dimensions: political, structural, administrative and financial. The concept of
autonomy, which is handled in four different dimensions, remains in theory or goes into
practice according to the relationship between these dimensions. 20 different applications
identified for the entrepreneurial university are grouped according to four different
autonomy dimensions. In the last part of the study, 20 different applications divided into
four different autonomy groups were evaluated through universities in Turkey. The
powers of universities to implement entrepreneurial practices were first looked at in the
context of theoretical autonomy through legislation. It has been determined that
universities in Turkey do not have direct legal authority to implement entrepreneurial
practices. Universities can use these powers mostly with the approval of Council of Higher
Education (YÖK). In addition, the dependence of universities on public resources and the
implementation of the item budget greatly restrict the financial autonomy of universities.
Finally, we can say that universities do not have the authority to implement
entrepreneurial practices independently. We can also state that there are significant
financial constraints in the use of the limited number of powers. We can determine that
universities completely centrally managed institutions by the recent regulations in Turkey,
such as the direct appointment of rectors by the president. It should be noted that in this
study, university practices were not examined one by one. The autonomy of public
universities at the theoretical, legislative level have been evaluated. Undoubtedly, the
actual autonomy situation of each university may differ. The determination of this is the
subject of a different study. Finally, we can determine that the autonomy situation that we
put forward theoretically in the first part of the study, which prepares the environment for
the formation of the entrepreneurial university, is not in Turkey.
Keywords: entrepreneurial university, autonomy, higher education.
1
PhD Student, Eren Delice, Ankara Üniversitesi, deliceeren@gmail.com
205
1920’DEN 2023’E: Akademisyen Milletvekilleri Üzerine Bir İnceleme
Erhan Ezici1
Özet
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun mağlubiyeti ve ülkenin işgale
uğraması sonrasında Anadolu’da başlayan Milli Mücadelenin en önemli aşamalarından
birisinin 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) açılması olduğu
bilinmektedir. Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Anadolu’nun temsilcileri, Ankara’da
açılan yeni mecliste toplanmış ve sonraki süreçte Milli Mücadele başarı ile sonuçlanmıştır.
TBMM’nin açıldığı günden günümüze, Mecliste birçok meslekten binlerce milletvekili görev
yapmıştır. Görev yapan milletvekillerinin profilleri incelendiğinde bazı mesleklerin
genellikle ön planda olduğu görülmektedir. Özellikle son dönemlerde hukuk işleri ile
uğraşan avukat, savcı ve hâkim gibi hukukçular, tıp doktorları ve akademisyenler, TBMM’ye
seçilen milletvekilleri içindeki en kalabalık mesleki grupları oluşturmuşlardır. Bu kapsamda
TBMM’de birçok akademisyen milletvekilinin yanı sıra hükümetlerde de akademisyenlerin
bakan ve başbakan olarak sıklıkla görev aldıkları görülmektedir.
Cumhuriyetin 100 yıllık gelişiminde akademisyenlerin sayısının artışı doğal olarak
üniversite sayılarındaki artışla doğrudan ilişkilidir. Yine akademisyenlerin uzmanlık
alanlarına göre toplumda fikirleri alınan bir meslek grubu olması, bu meslek grubuna
toplum içinde önemli bir prestij kazandırmıştır. Toplumun uzman kesimini oluşturan bu
meslek grubunun siyasete de ilgi duyması sürpriz olmasa gerektir. Bu kapsamda aktif
siyaset içinde yer akademisyenlere ek olarak danışmanlık yapanlar, proje ve rapor
hazırlayanlar vb. de bulunmaktadır. İletişim imkânlarının arttığı günümüzde televizyon ve
gazetelere ek olarak internetin sunduğu imkânlardan yararlanan akademisyenler,
görüşlerini milyonlarca kişiye ulaştırabilmektedir. Toplumsal problemler hakkında görüş ve
çözüm önerilerini, sosyal medya araçları üzerinde yazıları ve videolarıyla halka daha rahat
ulaştırabilen akademisyenler, toplumda belirli bir güvenilirlik ve tanınırlık seviyesine de
ulaşmaktadırlar. Örneğin Twitter üzerinden birçok akademisyen siyaset, ekonomi, dış
politika, tarih, deprem ve afetler gibi örnekleri artırılabilecek birçok konuda görüşlerini
belirtmektedir. Bu duruma siyaset arenasında da örnekler vermek mümkündür.
Bu kapsamda birçok akademisyen aktif siyaset yaşamı içinde milletvekili ve bakan olarak
yer almaktadırlar. Konunun kapsamının genişliği nedeniyle, inceleme alanı yalnızca
akademisyen milletvekilleri ile sınırlandırılmıştır. Bu çalışmada Cumhuriyetin 100 yıllık
tarihi içinde TBMM’de görev yapmış akademisyen milletvekilleri incelenecektir. 100 yıllık
süreçte akademisyenlerin milletvekilliğine seçilmeleri, seçildikleri siyasal parti, çalıştıkları
bilim alanları, unvan, seçildikleri il ve yıllar içinde akademisyen milletvekilleri sayısındaki
değişim gibi kriteler üzerinden, akademisyen milletvekillerinin genel bir incelemesi ele
alınacaktır. 103 yıllık sürecin tek aşamada incelenmesi yerine Milli Mücadele dönemi, 19231946 arası dönem, 1946-1960 arası dönem, 1960-1980 arası dönem, 1980-2002 arası dönem ve
1
Arş. Gör. Dr., Erhan Ezici, Uşak Üniversitesi, erhan.ezici@usak.edu.tr
206
2002-2023 arası dönem şeklinde ayrımlar yapılarak, Türk siyasal hayatı anlatımlarında sıkça
kullanılan dönemlendirmeler üzerinden incelenecektir. Böylece ilgili dönemlerin kendi
içinde incelenmesine ek olarak dönemler arası karşılaştırmalar yapılarak, Cumhuriyetin 100
yıllık sürecindeki akademisyen milletvekilleri ile ilgili bazı sonuçların elde edilmesi
amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: akademisyen, üniversite, siyasal parti, siyasal katılım.
207
1920 to 2023: A Study on Academic Members of Parliament
Erhan Ezici1
Abstract
It is known that one of the most important stages of the National Struggle, that started in
Anatolia after the defeat of the Ottoman Empire and the occupation of the country after
the First World War, was the opening of the Grand National Assembly of Turkey (TBMM)
on 23 April 1920. Under the leadership of Mustafa Kemal Atatürk, the representatives of
Anatolia gathered in the new parliament opened in Ankara and the National Struggle was
successfully concluded in the following process. Since the opening of the Turkish Grand
National Assembly, thousands of deputies from many professions have served in the
Parliament. When the profiles of the deputies are analysed, it is seen that some professions
are generally at the forefront. Especially in recent years, lawyers, prosecutors, judges,
medical doctors and academics have constituted the most populous professional groups
among the deputies elected to the TBMM. In this context, it is observed that in addition to
many academic deputies in the TBMM, academics frequently serve as ministers and prime
ministers in governments.
In the 100-year development of the Republic, the increase in the number of academics is
naturally directly related to the increase in the number of universities. Again, the fact that
academics are a professional group whose opinions are taken into consideration in the
society according to their areas of expertise has given this professional group an important
prestige in the society. It should not be surprising that this professional group, which
constitutes the expert segment of the society, is also interested in politics. In this context,
in addition to academics who are actively involved in politics, there are also those who
provide consultancy, prepare projects and reports, etc. In today's world where
communication opportunities have increased, academics who benefit from the
opportunities offered by the internet in addition to television and newspapers can convey
their views to millions of people. Academics, who can convey their opinions and solution
suggestions about social problems to the public more easily with their articles and videos
on social media tools, also reach a certain level of credibility and recognition in society. For
example, many academics express their opinions on many topics such as politics, economy,
foreign policy, history, earthquakes and disasters on Twitter. It is also possible to give
examples of this situation in the political arena.
In this context, many academics take part in active political life as MPs and ministers. Due
to the breadth of the scope of the subject, the area of examination is limited only to
academic MPs. In this study, academic deputies who served in the Grand National
Assembly of Turkey during the 100-year history of the Republic will be analysed. In the
100-year period, a general analysis of academic deputies will be discussed through criteria
such as the election of academicians to parliament, the political party they were elected,
1
Res. Assist. Dr., Erhan Ezici, Uşak University, erhan.ezici@usak.edu.tr
208
the fields of science they work in, title, the province where they were elected and the
change in the number of academic deputies over the years.Instead of analysing the 103year period in a single stage, the period of National Struggle, the period between 19231946, the period between 1946-1960, the period between 1960-1980, the period between
1980-2002 and the period between 2002-2023 will be examined through the periodisations
frequently used in the narratives of Turkish political life. Thus, in addition to examining
the relevant periods within themselves, it is aimed to obtain some results about the
academic deputies in the 100-year period of the Republic by making comparisons between
the periods.
Keywords: academician, university, political party, political participation.
209
İKİNCİ GÜN: İKİNCİ OTURUM
27.10.2023 11:00-12:15 Yalıncak Salonu
Hukuk ve Demokrasi
Oturum Başkanı: Meral Sağır Öztoprak
Anayasa Değişikliği Referandumlarında %50+1 Yeterli Midir?: İstatistiksel Bir Analiz
Is 50% + 1 Sufficient in Constitutional Amendment Referendums?: A Statistical Analysis
Gökhan Dönmez, Mehmet Vedat Pazarlıoğlu
Anayasa Mahkemesinin Tarihine ve İşlevine Dair Post-Post Kemalist Bir Okuma Denemesi
A Post-Post-Kemalist Reading Attempt on the History and Function of the Constitutional Court
Berke Özenç
Çevre Protestolarını Parti Siyasetinin Üstünde Tutma Mücadelesi: Cerattepe Örneği
A Struggle to Keep Environmental Protests Above Party Politics: The Cerattepe Case
Mesut Karakoç, Büşra Söylemez-Karakoç
Sendika Özgürlüğü Güvencesinin Geliştirilmesi Üzerine Öneriler: 6356 Sayılı Kanun’un 25.
Maddesinin Yeniden Değerlendirilmesi
Suggestions on Improving the Security of Trade Union Freedom: Re-evaluation of Article 25 of Law
No. 6356
Naim Göktaş, Orhan Ertuğrul Onur
210
Anayasa Değişikliği Referandumlarında %50+1 Yeterli midir?: İstatistiksel Bir
Analiz*
Gökhan Dönmez1
Mehmet Vedat Pazarlıoğlu2
Özet
Türkiye’de, tarihsel süreç içinde, 1961 Anayasası’ndan bugüne kadar anayasa kabulü ve
değişiklikleri ile ilgili toplamda yedi adet referandum yapılmıştır. İlk olarak 1961
Anayasası’nın kabulü referandumu, takip eden referandum ise 1982 Anayasası’nın kabulü
referandumudur. Daha sonra yapılan referandumlar ise anayasa değişiklikleri ile ilgilidir.
Bunlar sırasıyla, 1982 Anayasası'nın geçici 4. maddesi ile getirilen “siyasal yasakların
kaldırılması” hususuyla ilgili olarak düzenlenen 1987 Türkiye anayasa değişikliği
referandumu, 1982 Anayasası’nın 127. maddesindeki yerel seçimlerin 1 yıl erkene alınması
için düzenlenen 1988 Türkiye anayasa değişikliği referandumu, Cumhurbaşkanının halk
tarafından seçilmesi başta olmak üzere birtakım anayasa değişikliklerinin yapılması ve geçici
18 ve 19. maddelerinin eklenmesi için düzenlenen 2007 Türkiye anayasa değişikliği
referandumu, Anayasa Mahkemesi’nin yapısı, görevleri ve Anayasa Mahkemesi’ne bireysel
başvuru hakkının sağlanması ile ilgili olarak düzenlenen 2010 Türkiye anayasa değişikliği
referandumu ve son olarak da temelde parlamenter/yarı parlamenter hükümet sisteminin
terkedilerek, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişi sağlayan 2017 Türkiye anayasa
değişikliği referandumudur.
1982 Anayasası’nın 175. maddesine göre anayasayı değiştirmek için üye tamsayısının en az
üçte biri (200 mv) tarafından yazılı teklif verilmesi, yine Meclis üye tam sayısının 3/5 (360
mv), 2/3(400 mv) ve üzeri bir sayıda nitelikli çoğunluk gerekmektedir. Diğer taraftan 27.
dönem milletvekillerinin eğitim düzeyine ilişkin bilgiler incelendiğinde 8 mv.’nin (%1)
ilköğretim, 38 mv.’nin(%6) ortaöğretim, 313 mv.’nin (%54) lisans, 154 mv.’nin (%27) yüksek
lisans, 63 mv.’nin (%11) ise doktora mezunu olduğu görülmektedir. Milletvekillerinin
meslek gruplarına ilişkin bilgiler incelendiğinde ise 44 akademisyen, 3 asker, 30
bürokrat/yönetici, 5 diş hekimi, 33 eğitimci, 25 ekonomist, 17 gazeteci/yazar, 127 hukukçu,
14 eczacı, 5 din görevlisi, 106 iş insanı,15 mali müşavir, 74 mimar/mühendis, 26 siyasetçi, 43
tıp doktoru, 4 sporcu ve 13 diğer meslek gruplarından olduğu görülmektedir.
Meclis’i oluşturan milletvekillerinin eğitim seviyelerinin çok büyük oranda yüksek olduğu
ve iyi meslek gruplarına dâhil oldukları yadsınamaz bir gerçektir. Bu seviyedeki bir grubun
anayasayı değiştirmek için tabi tutuldukları oran yukarıda da belirtildiği üzere nitelikli
çoğunluktur. Diğer bir ifadeyle anayasa koyucu bu kadar eğitimli bir grubun anayasayı
Bu çalışmanın analizleri Prof. Dr. Mehmet Vedat Pazarlıoğlu tarafından yapılmıştır.
Doç. Dr, Gökhan Dönmez, Bitlis Eren Üniversitesi, gokhan.donmez@yahoo.com
2 Prof. Dr. (E), Mehmet Vedat Pazarlıoğlu, Dokuz Eylül Üniversitesi, mvpazarlioglu@gmail.com
*
1
211
değiştirmesi için 3/5 ve 2/3 gibi nitelikli çoğunluk kuralını getirmiştir. Ancak, anayasa
değişikliği halkoylamasına götürüldüğünde ise durum değişmektedir. Halkoylamasında
geçerli oyların yarısının bir fazlası elde edildiği durumda anayasa değiştirilebilmektedir.
TBMM’de anayasa değişikliği için nitelikli çoğunluk aranırken halkoylamasındaki %50+1
oranı anayasanın değiştirilebilmesi için gerçekten yeterli midir sorusuna bu çalışmada cevap
aranacaktır. Bir başka ifade ile yüz kişinin oy kullandığı bir yerde, elli bir kişinin kararına mı
uymanın ne derece daha adil ve doğru olduğu sorusu istatistiki analiz ile
değerlendirilecektir. Bu amaçla 1987 itibaren yapılmış olan beş adet halk oylaması
sonuçlarına üzerine önerilen nitelikli çoğunluk oranları kullanılarak sonuçlar arasında
istatistiki olarak anlamlı bir fark olup olmadığı ortaya konulacaktır.
Anahtar Kelimeler: referandum, nitelikli çoğunluk, anlamlılık testleri
212
Is 50% + 1 Sufficient in Constitutional Amendment Referendums?: A Statistical Analysis*
Gökhan Dönmez1
Mehmet Vedat Pazarlıoğlu2
Abstract
In Turkey, there have been a total of seven referendums on the adoption and amendment
of constitutions in the historical process since the 1961 Constitution. The first referendum
was the referendum on the adoption of the 1961 Constitution, followed by the referendum
on the adoption of the 1982 Constitution.
These were, respectively, the 1987 Turkish constitutional amendment referendum on the
"lifting of political bans" introduced by Provisional Article 4 of the 1982 Constitution, The
1988 referendum on constitutional amendments in Turkey, which was organized to bring
forward the local elections by one year under Article 127 of the 1982 Constitution; the 2007
referendum on constitutional amendments in Turkey, which was organized to make a
number of constitutional amendments, including the election of the President by the
people and the addition of provisional Articles 18 and 19; the 2010 referendum on
constitutional amendments in Turkey, which was organized on the structure and duties of
the Constitutional Court and the provision of the right of individual application to the
Constitutional Court; and finally the 2017 referendum on constitutional amendments in
Turkey, which basically abolished the parliamentary/semi-parliamentary system of
government and introduced the presidential system of government.
According to Article 175 of the 1982 Constitution, a written proposal by at least one third
of the total number of members (200 MPs) and a qualified majority of 3/5 (360 MPs), 2/3
(400 MPs) and above are required to amend the constitution. On the other hand, when the
educational level of the 27th term MPs is analyzed, it is seen that 8 MPs (1%) have primary
education, 38 MPs (6%) have secondary education, 313 MPs (54%) have bachelor's degree,
154 MPs (27%) have master's degree and 63 MPs (11%) have doctorate degree. When the
information on the occupational groups of the MPs is analyzed, it is seen that there are 44
academicians, 3 soldiers, 30 bureaucrats/administrators, 5 dentists, 33 educators, 25
economists, 17 journalists/writers, 127 lawyers, 14 pharmacists, 5 religious officials, 106
business people, 15 financial advisors, 74 architects/engineers, 26 politicians, 43 medical
doctors, 4 athletes and 13 from other occupational groups.
It is an undeniable fact that the members of parliament have a very high level of education
and belong to good professional groups. As mentioned above, the ratio to which a group
at this level is subjected in order to amend the constitution is the qualified majority. In
other words, the constitution-maker has introduced the qualified majority rule of 3/5 and
The analysis of this study was conducted by Prof. Dr. Mehmet Vedat Pazarlıoğlu.
Assoc. Prof. Dr., Gökhan Dönmez, Bitlis Eren University, gokhan.donmez@yahoo.com
2 Prof. Dr. (E), Mehmet Vedat Pazarlıoğlu, Dokuz Eylül University, mvpazarlioglu@gmail.com.
*
1
213
2/3 for such an educated group to amend the constitution. However, the situation changes
when the constitutional amendment is put to a referendum. In a referendum, the
constitution can be amended if more than half of the valid votes are obtained.
While a qualified majority is required for constitutional amendments in the Turkish Grand
National Assembly, this study will seek an answer to the question of whether the 50%+1
ratio in the referendum is really sufficient to amend the constitution. In other words, the
question of to what extent it is more fair and correct to follow the decision of fifty-one
people where one hundred people voted will be evaluated through statistical analysis. For
this purpose, the results of five referendums held since the 1987 will be analyzed to
determine whether there is a statistically significant difference between the results by using
the proposed qualified majority ratios.
Keywords: referendum, qualified majority, significance tests
214
Anayasa Mahkemesinin Tarihine ve İşlevine dair Post-Post Kemalist Bir Okuma
Denemesi
Berke Özenç 1
Özet
1961 Anayasası’yla birlikte Türkiye’de siyasi rejimin temel kurumlarından biri haline gelen
Anayasa Mahkemesi, kuruluşundan bu güne siyasi ve hukuki tartışmaların odağında yer
alıyor. Bu tartışmalarda, özellikle 1990’lı yıllardan itibaren güçlenen ve literatürde postKemalizm olarak adlandırılan yaklaşımın, Anayasa Mahkemesini demokratikleşmenin
önündeki engellerden biri olarak nitelendirdiği göze çarpar. Bir dönem siyaset bilimcilerin
yanı sıra kamu hukukçuları arasında da önemli bir ağırlık kazanan post-Kemalist yaklaşıma
göre Anayasa Mahkemesi, Türkiye’nin modernleşme sürecinde otoriter merkezin çevre
üzerindeki baskısını kurumsallaştıran bir vesayet organı olarak, Kemalist hegemonyanın
korunması için tasarlanmış ve süreç içinde tam da bu amaca uygun olarak işlevini yerine
getirmiştir.
Bu sunumda, post-Kemalist yaklaşımın, Anayasa Mahkemesinin inşa süreci ve faaliyetlerini
indirgemeci bir bakış açısıyla ele almasının sorunlu yanları ve olumsuz sonuçları tartışmaya
açılacaktır. Bu çerçevede ilk olarak anayasa yargısının kurumsallaşmasına yönelik
arayışların 1960 darbesinin çok daha öncesinde kamu hukuku doktrininde, yargısal
içtihatlarda ve siyasi parti programlarında görünür olduğu ortaya konacak, ardından
Mahkemenin kurumsal yapısına ve işlevine dair 1961 Anayasası’nın hazırlık çalışmaları
sırasında yürütülen tartışmalar ele alınacaktır. Her iki olgu aracılığıyla, Anayasa
Mahkemesinin inşa sürecinin yegâne dinamiğinin otoriter vesayetçi kaygılar olmadığı, bu
süreçte, 1924 Anayasası’nda yansımasını bulan çoğunlukçu demokrasi anlayışının yarattığı
sorunlara yönelik çözüm arayışının önemli bir rol oynadığı açıklanmaya çalışılacaktır.
Post-Kemalist yaklaşımın eleştirisinin diğer bir dayanağı, Anayasa Mahkemesinin bir
yandan siyasi parti kapatma davaları aracılığıyla laiklik ve milliyetçilik ilkelerinin siyasi
koruyuculuğu rolünü üstlendiği, diğer yandan temel hak ve özgürlükleri baskılamak
amacıyla hukuki denetimin sınırlarını aşarak yargısal aktivizme kaydığıdır. Bu iddiaları
sınamak adına ikinci bölümünde Anayasa Mahkemesinin 1961 ve 1982 Anayasası
döneminde geliştirdiği içtihadının ana hatları incelenecektir. Bu bölümde ileri sürülecek
iddia, Anayasa Mahkemesinin üyelerinin oy tercihlerinin ve içtihadının bütünlüklü bir
okumasının, Mahkemeyi basitçe Kemalist bir vesayet kurumu olarak nitelendirmenin hatalı
olduğunu kanıtladığıdır. Kuşkusuz Anayasa Mahkemesinin hukuki argümanlarının
zayıflığı ya da temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan yorum tercihleri nedeniyle eleştiriye açık
kararları bulunmaktadır. Buna karşın Mahkemenin özgürlüklere alan açan ve siyasi iktidarın
keyfiliğini önleyen içtihadi bir birikime sahip olduğu da inkâr edilemez. Fakat Türkiye’nin
siyasi yaşamını merkez-çevre paradigması ışığında okumanın bir yansıması olarak, gerek
Mahkemenin kuruluş sürecindeki farklı dinamikler, gerekse içtihadi birikimindeki çeşitlilik
1
Doç. Dr., Berke Özenç, Türk-Alman Üniversitesi, ozenc@tau.edu.tr
215
yok sayılmış, bunun sonucunda Anayasa Mahkemesinin içtihadının eleştirisinin yerini,
anayasa yargısının gayri meşruluğuna dair iddia almıştır. Bu yaklaşım, siyasi iktidarın
sınırlandırılması açısından önem taşıyan bu kurumun, merkezin parçası olduğu gerekçesiyle
işlevsizleştirilmesinde ve çevreyi temsil ettiği için demokrasinin katalizörü olduğu
varsayılan siyasi iktidar bloğunun denetlenemez hale gelmesinde dikkate değer bir etki
yaratmıştır.
Sunumun son bölümünde, Anayasa Mahkemesinin işlevinin, hukuk ve siyaset ilişkisini
dikkate alan bir bakış açısıyla yeniden değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülecektir.
Basitleştirilmiş bir merkez-çevre paradigması uyarınca merkezde konumlandırılan Anayasa
Mahkemesinin de dâhil olduğu kurumların vesayetle özdeşleştirilmesi, kurumsal özerkliğin
değersizleştirilmesi sonucunu doğurmuştur. Oysa kurumsal yapılar bir yandan süreç içinde
oluşturdukları birikim aracılığıyla belirli düzeyde bir özerkliğe kavuşabilir, diğer yandan bu
özerklik sayesinde siyasi ve toplumsal mücadelelerin etkileri kurumların karar ve
işlemlerine yansıyabilir. Kuşkusuz kurumsal özerklik, toplumsal mücadelelerin özgürlük
taleplerinin kamu idaresine yansımasını mutlak olarak sağlamaz, fakat bunu olanaklı kılar.
1970’li yıllardan itibaren, toplumsal taleplerin ve iktidar bloğu içindeki çatışmaların yarattığı
konjonktürün, Anayasa Mahkemesi kararlarının özgürlükçü bir yöne evrilmesinde oynadığı
rol, bu olanağın bir sonucu olarak değerlendirilebilir. 1980 Darbesinin ardından yürürlüğe
giren pek çok kanununun Anayasanın geçici 15. maddesi aracılığıyla anayasal denetimden
masun kılınması ve 1982 Anayasası’nda Anayasa Mahkemesinin yetkilerinin kısıtlanması da
benzer bir şekilde, kurumsal özerkliğin olanakları karşısında dönemin iktidar bloğu
tarafından alınmış bir tedbir olarak nitelendirilebilir. Fakat bu dönüşümler açısından esas
kırılmaya yol açan, 2010 yılından itibaren yapısal ve anlık siyasi müdahaleler aracılığıyla
kurumsal özerkliği zayıflayan Anayasa Mahkemesinin siyasi iktidarı sınırlandırma işlevini
büyük ölçüde yitirmesi olmuştur. Kamu idaresinde kurumların önemini gösteren bu
gelişmeler, Türkiye’nin anayasal bir demokrasiye geçiş sürecinde akılda tutulması gereken
önemli dersler barındırır.
Anahtar Kelimeler: Post Kemalizm, Anayasa Mahkemesi, otoriterleşme, kurumlar, hukuk-siyaset
ilişkisi
216
A Post-Post-Kemalist Reading Attempt on the History and Function of the Constitutional
Court
Berke Özenç1
Abstract
With the 1961 Constitution, the Constitutional Court became one of the fundamental
institutions of the political regime in Turkey and has been at the centre of political and legal
debates since its establishment. In these debates, it is noteworthy that the approach called
post-Kemalism in the literature, which has gained strength especially since the 1990s,
characterises the Constitutional Court as one of the obstacles to democratisation.
According to the post-Kemalist approach, which gained significant weight among political
scientists as well as public lawyers, the Constitutional Court, as a tutelary organ that
institutionalises the pressure of the authoritarian centre on the periphery in Turkey's
modernisation process, was designed for the protection of Kemalist hegemony and
fulfilled its function in accordance with this purpose in the ongoing period.
In this presentation, the problematic aspects and negative consequences of the postKemalist approach's reductionist approach to the establishment process and activities of
the Constitutional Court will be discussed. In this framework, firstly, it will be
demonstrated that the quest for the institutionalisation of the constitutional review was
visible in public law doctrine, judicial jurisprudence and political party programmes long
before the 1960 coup d'état, and secondly, the discussions on the institutional structure and
function of the Court during the drafting process of the 1961 Constitution will be examined.
Through both phenomena, it will be tried to demonstrate that authoritarian tutelary
concerns were not the sole dynamics of the construction process of the Constitutional
Court, but rather the search for solutions to the problems created by the majoritarian
understanding of democracy reflected in the 1924 Constitution played an important role in
this process.
Another criticism against the Constitutional Court by the post-Kemalist approach is that,
on the one hand, the Court has assumed the role of political guardian of the principles of
secularism and nationalism through political party closure cases, and on the other hand, it
has shifted to judicial activism by exceeding the limits of constitutional review in order to
suppress fundamental rights and freedoms. In order to test these claims, the second part
of this chapter will analyse the main lines of the jurisprudence developed by the
Constitutional Court during the 1961 and 1982 Constitutional periods. The claim to be put
forward in this section is that a holistic reading of the voting preferences of the members
of the Constitutional Court and its jurisprudence proves the inadequacy of characterising
the Court solely as a Kemalist tutelage institution. Without doubt, Constitutional Court has
decisions that are open to criticism due to the weakness of its legal arguments or its
interpretation methods that restrict fundamental rights and freedoms. In spite of this, it
1
Assoc. Prof. Dr., Berke Özenç, Türk-Alman University, ozenc@tau.edu.tr
217
cannot be denied that the Court has a jurisprudential accumulation that gives room for
freedoms and prevents the arbitrariness of the political power. However, as a reflection of
reading Turkey's political life in the light of the centre-periphery paradigm, both the
different dynamics in the establishment process of the Court and the diversity in its caselaw have been ignored, and as a result, the criticism of the jurisprudence of the
Constitutional Court has been replaced by claims about the illegitimacy of the
constitutional review. In assertion of the political power bloc as being a representative of
the periphery and the catalyst of democracy, this paradigm has led to the
dysfunctionalisation of the Constitutional Court, which has been a crucial apparatus in
limiting political power, and thereby has had a remarkable effect in rendering the political
power bloc unaccountable.
In the final part of the presentation, it will be argued that the function of the Constitutional
Court should be re-evaluated from a perspective that takes into account the relationship
between law and politics. The identification of institutions, including the Constitutional
Court, which is positioned at the centre according to a simplified centre-periphery
paradigm, with tutelage has resulted in the devaluation of institutional autonomy.
However, institutional structures, on the one hand can attain a certain level of autonomy
through the accumulation of expertise in the process, and on the other hand, thanks to this
autonomy, the effects of political and social struggles can be reflected in the decisions and
actions of institutions. Undoubtedly, institutional autonomy does not necessarily ensure
the reflection of the freedom demands of social struggles on public administration, but it
does make this possible. The role played by the conjuncture created by social demands and
conflicts within the ruling bloc in the evolution of the Constitutional Court's decisions in a
libertarian direction since 1970s can be considered as a consequence of this possibility.
Following the 1980 coup d'état, many of the enacted laws were rendered exempt from
constitutional review through the provisional Article 15 of the Constitution and the powers
of the Constitutional Court were restricted in the 1982 Constitution, which can similarly be
characterised as a measure taken by the ruling bloc in the face of the possibilities of
institutional autonomy. However, the weakening of the Constitutional Court's institutional
autonomy through structural and ad hoc political interventions since 2010 has created the
main rupture in this process and caused the Court losing its function of limiting political
power to a great extent. These developments, which demonstrate the importance of
institutions in public administration, hold important lessons that should be kept in mind
in Turkey's transition to a constitutional democracy.
Keywords: Post Kemalism, Constitutional Court, authoritarianisation, institutions, hhe relationship
between law and politics
218
Çevre Protestolarını Parti Siyasetinin Üstünde Tutma Mücadelesi: Cerattepe
Örneği
Mesut Karakoç1
Büşra Söylemez-Karakoç2
Özet
Artvin ilinde altın ve bakır çıkarılmasına yönelik Cerattepe maden projesi 1980'lerin
ortalarından beri ihtilaflı olmuştur. Blokajlar, oturma eylemleri, sosyal medya protestoları,
davalar ve imzalı dilekçeler şeklinde gösterilen yerel direniş, 2015-2016 yıllarında zirve
yaptı. Bu makale, Cerattepe maden projesine karşı yapılan protestoları motivasyonları,
stratejileri, sınırları ve siyaset algıları açısından analiz etmektedir. Orijinal bir anket analizi
(N=253) yaparak, yerel halkın maden projesine karşı çıkma konusunda meşru konumunu
korumak için aktivizmlerini parti politikalarının üzerinde bir çerçeveye oturttuğunu
bulduk. Ulusal düzeydeki siyasi partilerin protestoları siyasallaştırma girişimlerine
rağmen bu strateji yıllarca bozulmadan kalmıştır. Bu stratejiyi, Türkiye’nin kendine özgü
ekonomi politik bağlamı, yani güçlü ve merkezi devlet geleneği, ekonomik kalkınmaya
olan aşırı ihtiyacı ve yüksek düzeyde siyasi kutuplaşma ile açıklıyoruz. Bu çalışma genel
olarak, Türkiye'de çevre sorunları odaklı aktivizmin önündeki zorluklara dair bir kavrayış
sunmakta ve yerel halkın çevreye zarar veren bir maden projesine direniş stratejilerini
incelemektedir.
Anahtar Kelimeler: Cerattepe maden projesi, çevre hareketleri, konu odaklı aktivizm, yerel
protestolar, altın ve bakır çıkartma.
A Struggle to Keep Environmental Protests Above Party Politics: The Cerattepe Case
1
Öğr. Göv. Dr., Mesut Karakoç, Adana Alparslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesi, mkarakoc@atu.edu.tr
2
Dr. Öğr. Üyesi, Büşra Söylemez-Karakoç, Northwestern Üniversitesi, busrasoylemezkarakoc@gmail.com
219
Mesut Karakoç1
Büşra Söylemez-Karakoç2
Abstract
The Cerattepe mining project for the extraction of gold and copper in the city of Artvin has
been controversial since the mid-1980s. Local resistance against the project peaked in 20152016 in the form of blockages, sit-ins, social media protests, litigations, and signed
petitions. This paper analyzes protests against the Cerattepe mining project in terms of
their motivations, strategies, limitations, and political perceptions. Through an original
survey analysis (N=253) and interview data, we find that the locals frame their activism as
above party politics to keep a legitimate position in resisting the mining project. This
strategy has remained intact for several years despite the politicization attempts of
resistance from national-level political parties. We explain this strategy with the national
consensus on prioritizing economic growth over environmental issues, neoliberal
developmentalism with strong state support for private companies, and high levels of
political polarization in society. Overall, the study offers an understanding of the
challenges in front of environmental issue-based activism in Turkey and reveals the
strategies of locals in resisting an environmentally destructive mining project.
Keywords: Cerattepe mining project, environmental movements, issue-based activism, local
protests, gold and copper extraction
1
Lecturer Dr., Mesut Karakoç, Adana Alparslan Türkeş Science and Technologyy University,
mkarakoc@atu.edu.tr
2Assist.
Prof. Dr., Büşra Söylemez-Karakoç, Northwestern University, busrasoylemezkarakoc@gmail.com
220
Sendika Özgürlüğü Güvencesinin Geliştirilmesi Üzerine Öneriler:
6356 Sayılı Kanun’un 25. Maddesinin Yeniden Değerlendirilmesi
Naim Göktaş1
Orhan Ertuğrul Onur2
Özet
Neo-liberal paradigmanın hâkim olmasıyla birlikte sosyo-ekonomik alanda büyük
dönüşümler yaşanmıştır. Bu paradigma, sıklıkla, devletlerin müdahaleci rolünün asgari
düzeye çekilmesi ve bunun yerine piyasa mekanizmasının azami ölçüde işletilmesi
bağlamında ifade edilmektedir. Fakat yaşanılan dönüşüm mercek altına alındığında, aslında
devletlerin refah sağlayan niteliklerinin zayıfladığı ama buna karşılık pek çok alanda
düzenleyici işlevlerinin sermaye yanlı olarak artan oranda devam ettiği görülmektedir. Bu
çerçevede devletlerin, söz konusu işlevlerini yürütebilmek amacıyla öncelikle hukuku tanzim
ettikleri bilinmektedir. Çalışma ilişkileri özelinde bakıldığında, yasaların büyük ölçüde işçi
maliyetlerini düşürmek üzerinden şekillenen sermaye birikim stratejisine uygun olarak
tasarlandığı anlaşılmaktadır. Bunun sonucunda ise hâlihazırda güvencesizliği bizzat
deneyimleyenlerin yanı sıra güvencesizlik riskiyle her an karşı karşıya olan geniş bir işçi
kitlesinin mevcut olduğu görülmektedir. Böylelikle, hukukun bir anlamda güvencesizliğin
hukuku olarak yeniden inşa edilmesinin yansıması olarak akışkan bir güvencesizlik olgusu
çalışma hayatında hüküm sürmektedir.
Güvencesizliğin giderek artan düzeyde hissedilip yaşandığı çalışma hayatında, işverenler
karşısında korumasız durumda bulunan işçiler için sendika üyesi olmak iş güvencesi de dâhil
olmak üzere çeşitli kazanımlar sağlayan önemli bir haktır. Dahası sendikalaşma hakkı,
uluslararası düzenlemelere konu olması sebebiyle evrensel nitelikte bir hak konumundadır.
Nitekim ILO'nun 87 sayılı ve 98 sayılı sözleşmeleri başta olmak üzere temel hak ve özgürlükleri
düzenleyen pek çok uluslararası belgede sendikal haklar güvence altına alınmıştır. Söz konusu
uluslararası belgeler, Türkiye’nin de dâhil olduğu taraf devletlerin çalışma hayatına ilişkin iç
hukuklarını belli bir düzeyde şekillendirmektedir. Buna rağmen ülkemizdeki ulusal mevzuat
sendikal hakların kullanımına ilişkin birtakım eksiklikler barındırmaktadır. Hatta bireysel ve
kolektif sendika özgürlüğünü olumsuz yönde etkileyecek düzenlemeler, 6356 sayılı Sendikalar
ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nda yer almaktadır. Ülkemizdeki sendikalı işçi ve toplu iş
sözleşmesi kapsamındaki işçi oranlarının düşüklüğü ile mevcut yasal düzenlemeler arasında
doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Bu nedenle 6356 sayılı yasanın sendika özgürlüğünün
güvencesi ile ilgili bölümünün analiz edilmesi gerekmektedir.
6356 sayılı yasanın 25. maddesi sendika özgürlüğünün güvencesini düzenlemiştir. Bu
maddeye göre; işe alımda, iş ilişkisinin devamında ve işe son vermede işveren sendikal
Arş. Gör., Naim Göktaş, İstanbul Gelişim Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi, ngoktas@gelisim.edu.tr
Öğr. Gör., Orhan Ertuğrul Onur, Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu,
orhannonurr@gmail.com
1
2
221
nedenlerle ayrımcılık yapamaz. İşverenin yasaya aykırı fiilleri gerçekleşirse, sendikal
ayrımcılığa maruz kalan işçi en az bir yıllık ücreti tutarında sendikal tazminata hak kazanır.
Ayrıca sözleşmesi sendikal nedenle feshedilen işçi, iş güvencesi hükümlerine göre işe iade
talebiyle dava açabilir. Mahkemece sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiği kesinleşen işçi
sendikal tazminatla birlikte işe başlama başvurusu yapmak şartıyla en çok dört aya kadar olan
boşta geçen süre ücretine de hak kazanır. Sendikal tazminat için ise başvuru şartı aranmaz.
Ancak işverenin işe başlatmadığı durumda, iş güvencesi tazminatına hükmedilemez. Bu
maddedeki hükümler mutlak emredici olarak düzenlenmiş ve yasanın toplu iş sözleşmesi ya
da iş sözleşmesi yoluyla değiştirilebilmesinin önüne geçilmiştir.
Yasanın 25. maddesi, bireysel sendika özgürlüğünü güvence altına almaktan uzaktır. Sendikal
nedenle işten çıkartılan ve mahkemece haklılığı kesinleşen işçi bu maddeye göre sadece
tazminat alabilmekte ve işe yeniden başlayıp başlamaması işverenin inisiyatifine
bırakılmaktadır. Ayrıca işverenin işe başlatmadığı durumda, işe başlatmama tazminatına da
hükmedilemediğinden işveren için işçinin işe başlatılması ya da başlatılmaması arasında hiçbir
farklılık bulunmamakta ve yaptığı fiilden dolayı işveren ek olarak bir yaptırıma maruz
kalmamaktadır. Bu olgular, AİHM’nin Tek Gıda-İş Sendikası’nın başvurusu üzerine verdiği
kararda da vurgulanmaktadır.
Bu çalışmada, 6356 sayılı yasanın sendika özgürlüğünün güvencesini düzenleyen 25.
maddesinin yetersizliğini ortaya koymak ve sendikal güvencenin geliştirilmesi için maddenin
değiştirilmesine yönelik öneriler sunmak amaçlanmıştır. Yöntem olarak doküman analizinin
benimsendiği çalışmada, ilgili yasanın söz konusu maddesinin sendika özgürlüğünün
güvencesini kısıtlayıcı yönü açıklanmış ve bunu gidermek için aynı yasanın 24. maddesinde
düzenlenen işyeri sendika temsilcisinin güvencesinin örnek alınarak değiştirilmesi
önerilmiştir. Ayrıca iş sözleşmesi sendikal nedenle feshedilen işçiyi işverenin işe başlatmadığı
durumda iş güvencesi tazminatı ödemesi gerekliliği de ikincil bir öneri olarak ifade edilmiştir.
Son yıllarda sendikalar güç kaybederken ve işçiler daha fazla güvencesizlikle karşılaşırken
bireysel sendika özgürlüğünü ve dolayısıyla kolektif sendika özgürlüğünü genişletmeye
yönelik öneriler getirmesi, bu çalışmanın önemini göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Sendika özgürlüğünün güvencesi, bireysel sendika özgürlüğü, kolektif sendika
özgürlüğü, iş güvencesi.
222
Suggestions on Improving the Security of Trade Union Freedom:
Re-evaluation of Article 25 of Law No. 6356
Naim Göktaş1
Orhan Ertuğrul Onur2
Abstract
With the dominance of the neo-liberal paradigm, great transformations have taken place in the
socio-economic field. This paradigm is often expressed in terms of minimizing the
interventionist role of the state and instead maximizing the operation of the market
mechanism. However, when the transformation is scrutinized, it is seen that the welfareproviding qualities of states have weakened, while their regulatory functions in many areas
have continued to increase in favor of capital. Within this framework, it is known that states
primarily regulate the law in order to carry out these functions. In the case of labour relations,
it is understood that the laws are largely designed in accordance with the capital accumulation
strategy shaped by reducing labour costs. As a result, there is a large mass of workers who face
the risk of precarity at any time, in addition to those who already experience precarity
themselves. Thus, as a reflection of the reconstruction of law as the law of precariousness, a
fluid phenomenon of precariousness prevails in working life.
In working life, where precariousness is increasingly felt and experienced, being a union
member is an important right that provides various gains, including job security, for workers
who are vulnerable to employers. Moreover, trade union right is a universal right as it is subject
to international regulations. Indeed, trade union rights are guaranteed in many international
instruments regulating fundamental rights and freedoms, particularly ILO Conventions No.
87 and No. 98. These international instruments shape, to a certain extent, the domestic labour
law of the state parties, including Turkey. Nevertheless, the national legislation in Turkey
contains a number of deficiencies regarding the exercise of trade union rights. As a matter of
fact, the Law No. 6356 on Trade Unions and Collective Bargaining Agreements includes
regulations that will negatively affect individual and collective freedom of trade union. There
is a direct relationship between the low rate of unionized workers and workers covered by
collective labour agreements in Turkey and the existing legal regulations. Therefore, it is
necessary to analyze the section of Law No. 6356 on the security of trade union freedom.
Article 25 of Law No. 6356 regulates the security of freedom of trade union. According to this
article; the employer cannot discriminate on trade union grounds in recruitment, continuation
of the employment relationship and termination of employment. In case of unlawful acts of the
employer, the employee who has been subjected to trade union discrimination is entitled to
receive trade union compensation in the amount of at least one year's wage. In addition, the
employee whose contract has been terminated for trade union reasons may file a lawsuit for
1
2
Res. Assist., Naim Göktaş, Istanbul Gelisim Unıversity Faculty of Applied Sciences, ngoktas@gelisim.edu.tr
Lecturer, Orhan Ertuğrul Onur,Hitit University Vocational School of Social Sciences, orhannonurr@gmail.com
223
reinstatement in accordance with the provisions of job security. According to the court, the
employee, whose contract is finalized to have been terminated on trade union grounds, is
entitled to a maximum of four months of idle time wage, provided that applying for reemployment, together with the trade union compensation. No application is required for trade
union compensation. However, in the event that the employer doesn’t approve to reinstate the
employee, job security compensation cannot be awarded. The provisions in this article are
regulated as absolute mandatory and prevent the law from being amended through collective
bargaining agreements or labour contracts.
Article 25 of the Law is far from guaranteeing individual freedom of trade union. According to
this article, the employee who is dismissed for trade union reasons and whose rightful
dismissal is confirmed by the court can only receive compensation and it is left to the
employer's discretion whether or not to resume work. In addition, in the event that the
employer does not start the employment, no compensation for non-employment cannot be
awarded, so there is no difference for the employer between the employment or nonemployment of the employee and the employer is not subjected to any additional sanction due
to his/her act. These facts are also emphasised in the ECHR's judgement on the application of
Tek Gıda-İş Trade Union.
In this study, it is aimed to reveal the inadequacy of Article 25 of Law No. 6356, which regulates
the security of freedom of trade union, and to provide suggestions for the amendment of the
article in order to improve trade union security. In this study, in which document analysis is
adopted as the methodology, the restricting aspect of the said article of the relevant law on the
security of freedom of trade union is explained and it is suggested that it should be amended
by taking the guarantee of the workplace union representative regulated in Article 24 of the
same law as an example. In addition, the requirement that the employer should pay a job
security indemnity to an employee whose employment contract has been terminated on trade
union grounds in the event that the employer does not reinstate the employee has been
expressed as a secondary recommendation. The importance of this study lies in the fact that it
proposes recommendations to expand individual trade union freedom, and thus collective
trade union freedom, as trade unions have been losing power in recent years and workers have
been facing greater precarity.
Keywords: Security of trade union freedom, individual freedom of trade union, collective freedom of
trade union, job security.
224
İKİNCİ GÜN: İKİNCİ OTURUM
27.10.2023 11:00-12:15 Koçumbeli Salonu
Sosyal Politika
Oturum Başkanı: Ezgi Seçkiner Bingöl
Türkiye'de Engellilik Politikası
Disability Policy in Turkey
Adil Çamur
Kamu Yararı Bağlamında Türkiye’de Sosyal Konut Politikaları ve Barınma Hakkı
Social Housing Policies and the Rights to Housing in Turkey in the Context of Public Interest
Canan Budak, Ceray Aldemir
Türkiye’de Çocuk Yoksulluğu Kamu Politikalarının Çoklu Akış Yöntemi ile Analiz Edilmesi
Analyzing Child Poverty Public Policies in Turkey with the Multi-Stream Method
Yasemin Mamur Işıkçı, Esmeray Alacadağlı
Kapsamlı Bir Sosyal Politika Aracı Olarak Temel Gelir
Basic Income as an Extensive Social Policy Instrument
Kenan Şahin
225
Türkiye’de Engellilik Politikası
Adil Çamur1
Özet
Kamu politikası, devletlerin bir toplumsal meseleye dair yaptıkları ve yapmadıkları olarak
tanımlanmaktadır. Kamu politikaları, tüm yurttaşlar için gündelik yaşamda, toplumsal
meselelerde ve siyasal tercihlerde etkiler yaratır. Her dönemde insan topluluklarının,
toplumların ve devletlerin ilgilendiği bir mesele olan engellilik, son elli yıldır ayrı bir
politika alanı haline gelmiştir. Eğitimden istihdama, özel gereksinimlerinden aile
hayatlarına, kadar engelli bireylerin tüm yaşamları uygulanan kamu politikası tarafından
belirlenmektedir. Engellilik politikası, en geniş tanımıyla engellilerin yaşamlarına etki
eden her türlü mevzuat, kurumlar ve uygulamaları kapsamaktadır.
Toplumsal bir sorun olarak ortaya çıkışından itibaren engelliliğin tanımı, engelliğe
yaklaşım ve engellilik politikası hedefi değişim geçirmiştir. Geleneksel engellilik politikası,
engel durumundan kaynaklanan ihtiyaçların giderilmesini hedeflemektedir. İstihdam
kotası, fiziki erişilebilirlik düzenlemeleri, sosyal yardım, işaret dili tercümanı hizmeti,
yardımcı teknolojilerin temini ve özel eğitim en bilinen engellilik hizmetlerindendir. Ancak
son yıllarda engellilik politikasını dönüştüren gelişmeler yaşanmaktadır. Hak temelli
yaklaşım olarak adlandırılan yeni politika, hizmetlerin planlanmasında ve sunumunda
dönüşüm hedeflemektedir. Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme’nin
(BMEHS) 2006’da imzaya açılması ve ardından çok sayıda ülke tarafından yürürlüğe
konulmasıyla birlikte hak temelli yaklaşım yaygın politika hedefi haline gelmiştir.
Hizmetlerin engellilerin bağımsız yaşamını destekleyici nitelikte planlanması
öngörülmektedir.
Bu çalışma, engellilik politikasını şekillendiren faktörleri ortaya çıkarmayı, hukuki
süreçleri ve nedenlerini öğrenmeyi ve aktörleri etkileriyle birlikte anlamayı ve açıklamayı
amaçlamaktadır. Bu bağlamda tarihsel izleğe sahip olan çalışmada Türkiye’nin engellilik
politikası geçmişinin üç döneme ayrıldığı kabul edilmektedir. Bunlardan ilki engelliliğin
ayrı bir politika alanı olmadığı, engelliğin sağlık, eğitim, istihdam gibi muhtelif politika
alanlarının altında yer aldığı dönemdir. Özürlüler İaresi Başkanlığı’nın (ÖZİDA)
kurulmasına (1997) kadar geçen süreyi kapsamaktadır. ÖZİDA’nın kuruluşundan
Engelliler Hakkında Kanun’un (EHK) kabulüne (2005) kadar geçen süre ise eski engellilik
politikası dönemi olarak adlandırılmaktadır. EHK’den sonrası ile mevcut engellilik
politikası dönemidir. Böylece, 100. Yılında Türkiye’nin engellilik politikasının izlediği
yolun açıklanmaktadır.
Çalışma, engelliliğin bir politika alanı olarak tanımlanarak farklı tarihsel ve yönetsel
bağlamlarda araştırma konusu haline getirilmesi bağlamında önemlidir. Çünkü incelenen
100 yıllık süreçte engelliliğin ayrı bir politika alanı olarak ayrışması incelenmektedir. Diğer
1
Arş. Gör. Dr., Adil Çamur, Dokuz Eylül Üniversitesi, adil.camur@deu.edu.tr
226
yandan, sağlık, rehabilitasyon, eğitim, istihdam ve erişilebilirlik gibi hizmet alanları odaklı
çalışmalardan farklı olarak engellilik kamu yönetimi alanı için araştırma konusu haline
getirilmiştir.
Merkezi idarenin engellilik politikasına odaklanan ve yerel yönetimlerin, sivil toplum
kuruluşlarının ve uluslararası kurumların planlarının/faaliyetlerinin kapsam dışı kabul
edildiği çalışma, doküman incelemesi, yarı yapılandırılmış görüşme ve gözlemlerden elde
edilen nitel verilere dayanmaktadır. Doküman incelemesine dâhil edilen politika
belgelerinden bazıları şunlardır: Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) belgeleri (genel
kurul tutanakları vb.), Hükümet Programları, Avrupa Birliği (AB) Raporları ve Birleşmiş
Milletler Engelli Hakları Komitesi (BMEHK) raporları. Yazılı basın yansımaları diğer
doküman grubunu oluşturmaktadır. Engellilik politikasının izlediği seyri tespit etmek için
medya taraması yapılmıştır. Araştırma kapsamında aktivist, araştırmacı, gazeteci, siyasetçi
ve bürokratlar ile yüz yüze ve uzaktan yarı yapılandırılmış görüşmeler gerçekleştirilmiştir.
Araştırma, gözlemle de desteklenmiştir. Bu kapsamda yaklaşık yedi yıldır sürdürülen
Fakülte Engelli Öğrenci Akademik Danışmanlığı öğretici olmuştur. Bu sayede engellilik
politikasının parçası olan yükseköğretim hizmetlerine dair derinlemesine gözlem yapılmış
ve bilgi edinilmiştir.
Araştırmanın sonucunda, engelliliğin tanımında, engelliliğe yaklaşımda ve engellilik
politikası hedefinde izlenen dönüşümün Türkiye’de politika hedefi açısından karşılık
bulduğu tespit edilmektedir. Engelliliğin, 90’lardan itibaren ayrı bir politika alanı haline
geldiği ve hak temellilik politika hedefinin benimsendiği anlaşılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: engellilik, engellilik politikası, hak temelli yaklaşım, kamu politikası.
Disability Policy in Turkey
227
Adil Çamur1
Abstract
Public policy is defined as what states do and do not do regarding a societal issue. Public
policies have an impact on the daily lives, societal issues, and political preferences of all
citizens. Disability, which has always been a matter of concern for human communities,
societies, and states, has become a separate policy area in the last fifty years. From
education to employment, from special needs to family life, the entire lives of disabled
individuals are determined by the implemented public policy. In the broadest sense,
disability policy encompasses all legislation, institutions, and practices that affect the lives
of disabled individuals.
Since its emergence as a societal issue, the definition of disability, the approach to
disability, and the goals of disability policy have undergone changes. Traditional disability
policy aims to meet the needs arising from disability. Employment quotas, physical
accessibility regulations, social assistance, sign language interpreter services, the provision
of assistive technologies, and special education are among the most well-known disability
services. However, recent developments are transforming disability policy. The new
policy, known as a rights-based approach, aims to transform the planning and delivery of
services. With the signing of the United Nations Convention on the Rights of Persons with
Disabilities (CRPD) in 2006 and its subsequent implementation by many countries, a rightsbased approach has become a common policy goal. It is envisaged that services should be
planned to support the independent living of disabled individuals.
This study aims to uncover the factors shaping disability policy, learn about the legal
processes and reasons, understand and explain the actors along with their influences. In
this context, the study acknowledges that Turkey's disability policy history can be divided
into three periods. The first period is when disability was not a separate policy area, and
disability was placed under various policy areas such as health, education, and
employment. This period covers the period until the establishment of the Presidency of
Administration of Turkey on Disabled People (ÖZIDA) (1997). The second one is the
period from the establishment of ÖZİDA until the adoption of the Law on Disabled Persons
(EHK) in 2005, and it is referred to as the former disability policy era. The last one
encompasses the current disability policy era, which covers the period after EHK. Thus,
the path followed by Turkey's disability policy in its 100th anniversary is explained.
The study is important in the context of defining disability as a policy area and making it
a subject of research in different historical and managerial contexts. It examines the
separation of disability as a separate policy area over the course of 100 years, distinct from
studies focusing on service areas such as health, rehabilitation, education, employment,
and accessibility. The study focuses on central government disability policy and excludes
plans/activities of local governments, civil society organizations, and international
institutions. It is based on qualitative data obtained through document analysis, semistructured interviews, and observations. Some of the policy documents included in the
1
Res. Assist. Dr., Adil Çamur, Dokuz Eylül University, adil.camur@deu.edu.tr.
228
document analysis are: Turkish Grand National Assembly (TBMM) documents (general
assembly records, etc.), Government Programs, European Union (EU) Reports, and United
Nations Committee on the Rights of Persons with Disabilities (CRPD) reports. Written
press reflections constitute another group of documents. Media scanning was conducted
to determine the course of disability policy. In the scope of the research, semi-structured
interviews were conducted face-to-face and remotely with activists, researchers,
journalists, politicians, and bureaucrats. The research is supported by observation to
understand the field of disability. In this context, my experience in the Faculty Disability
Student Academic Advisory Service, which has been ongoing for approximately seven
years, has been instructive.
As a result of the research, it is determined that the transformation in the definition of
disability, the approach to disability and the target of disability policy finds a response in
terms of policy target in Turkey. It is understood that disability has become a separate
policy area since the 90s and the right-based policy goal has been adopted.
Keywords: disability, disability policy, rights-based approach, public policy.
229
Kamu Yararı Bağlamında Türkiye’de Sosyal Konut Politikaları ve Barınma Hakkı
Canan Budak1
Ceray Aldemir2
Özet
Kamu yararı, örgütlü toplumsal yaşayışa dair önemli anlamlara referans veren olgusal bir
kavramdır. Kanunların üretilmesi ve yürütülmesi, kamu hizmeti ya da kamu politikası gibi
bütün devlet pratikleri, kamu gücü ayrıcalığıyla mümkün olurken; kamu yararı bu ayrıcalığın
temelini, amacını ve sınırını belirlemektedir. Kamu politikası açısından, politika döngüsünün
tüm aşamalarında kamu yararıyla açıklanacak nedenler söz konusudur. Bunun spesifik
örneklerinden birisi konut politikasıdır. Konut, insanların içinde barındıkları bir alandır.
Ancak barınma ihtiyacının fizyolojik, psikolojik ve toplumsal boyutları nedeniyle ‘yeterli bir
konut’ ile ‘evde olmak’ arasında birçok fark bulunmaktadır. Bu farklılık, barınma ihtiyacı ve
konutun, devletin sorumluluğuna doğru evrildiği uzun bir geçmişe dayanmaktadır.
İnsanlar tarihin ilk çağlarında barınma ihtiyaçlarını ağaç kovukları ve mağaralar gibi korunaklı
doğal alanlarda gidermiştir. Tarım devriminden sonra ilkel malzemelerle toplumsal
anlamdaki konut üretimi başlamış; zamanla ilerleyen mühendislik teknolojileri gelişmiş
konutları ortaya çıkarmıştır. İkinci Dünya Savaşının ardından, insan hakları alanında
devletlere pozitif yükümlükler getiren gelişmeler, barınmayı bir insan hakkına
dönüştürmüştür. Dolayısıyla barınma ve konut konusunda devletin sorumluluğu artmıştır.
Öte yandan konut, mülkiyete konu bir eşya niteliğindedir. Bu anlamıyla liberal devlet
politikaları açısından konut, serbest piyasa koşullarında değişim değerine sahip bir eşyadır.
Mülkiyet, medeni ve ekonomik haklardan biridir ancak bu hakkın içeriği devletlerin sosyoekonomik politikalarıyla doğrudan ilişkilidir. Barınma ise temel bir insan hakkı olması
bakımından sosyal devlet anlayışının misyonudur. Sosyal konut politikası, liberal piyasa
ekonomisi koşullarında barınacak bir konutun fiyatını karşılayacak ödeme gücü olmayan
dezavantajlı grupların barınma hakkının gözetilmesidir. Sosyal konut politikası uygulama,
kapsam ve hedef kitle açısından döneme, ülkeye ve hükümet programına göre değişiklik
göstermektedir ancak temel amaç daima kamu yararı yaratmaktır.
Türkiye’de sanayileşme ve buna bağlı hızlı kentleşme hareketleri, Batı Avrupa ülkelerine
kıyasla daha geç yaşanmıştır. Cumhuriyetin ilanı ile yeni başkent olan Ankara yoğun göç almış
ve özellikle devlet memurları barınma sıkıntısı çekmiştir. Bu nedenle cumhuriyetin ilk
yıllarında, memurlara yönelik sosyal konut politikaları üretilmiştir. İkinci Dünya Savaşı sona
erdikten sonra sanayileşme ve ekonomik büyüme hızlanmıştır. 1948 yılında ise Marshall
Yardım Planının uygulanmaya başlanmasıyla ülkeye önemli bir yabancı sermaye girişi olmuş,
ayrıca traktör sayısındaki dramatik artışla tarımda makineleşme sürecine geçilmiştir. Bu
gelişmeler kentlerin çekici faktörleri ile kırsal kesimlerin itici faktörlerini birleştirmiş ve kırdan
1
2
Doktor Adayı, Canan BUDAK, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, cananulku@posta.mu.edu.tr
Doç. Dr., Ceray ALDEMİR, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, cerayaldemir@mu.edu.tr
230
kente doğru büyük bir göç hareketi başlamıştır. Plansız gerçekleşen bu göç hareketi nedeniyle
başta İstanbul olmak üzere birçok kentte ani nüfus yoğunlaşmaları yaşanmış ve kentlerin
mevcut olanakları, nüfusun ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalmıştır. Bu durum, barınma
ihtiyacını karşılayamayan insanların yasal olmayan yollarla ve mühendislik hizmeti almadan,
kendi imkanlarıyla konut üretmesine neden olmuş ve gecekondulaşma sistematik bir soruna
dönüşmüştür. Böylece 1960’lı yıllardan itibaren sosyal konut politikaları da daha sistemli
şekilde formüle edilmeye başlanmıştır.
Sosyal konut politikalarına ilişkin literatür hukuk, iktisat, siyaset, kamu yönetimi, sosyoloji ve
antropoloji gibi birçok disiplin tarafından ele alındığı için zengindir. Ancak derinlemesine bir
arşiv incelemesi yoluyla politika formülasyonu sürecinde kamu yararının etkisine odaklanan
araştırmalar bakımından eksiklik vardır. Bu bağlamda çalışmanın üst amacı, söz konusu
eksikliğe dikkat çekecek bir politika analizi yapmaktır. Çalışmanın üst amacı doğrultusunda,
Türkiye’de sosyal konut politikaları analiz edilmiş, 1923-2023 yılları arası süreçte yaşanan
dönüşüm açığa çıkarılmıştır. Söz konusu dönüşümün, kamu yararı kavramının pratiğe
yansıyan yorumlarında yaşanan değişim ile birlikte ele alınması bu çalışmanın temel farkını ve
önemini oluşturmaktadır. Çalışmanın veri toplama aşamasında birincil veri kaynağı olarak
kabul edilen 100 yıllık Resmî Gazete arşivi nitel araştırma yöntemlerinden biri olan içerik
analizi aracılığıyla iki tekrarlı şekilde çözümlenip politika sürecine ilişkin bir çerçeve
oluşturulmuştur. Bu şekilde ortaya çıkarılan mânâlı kesitlerin politika analizinde ise politika
ağları yaklaşımı kullanılmıştır. Ulaşılan bulgular, Türkiye’de 1923-2023 yılları arasında izlenen
sosyal konut politikalarını anlamlı bir şekilde yorumlamayı mümkün kılarken; barınma
hakkının gelecek yüz yılına dair bir projeksiyon oluşturulmuş ve kamu yararı yaratacak
politika önerileri geliştirilmiştir.
Anahtar kelimeler: barınma hakkı, kamu yararı, kamu politikası, sosyal konut politikası.
Social Housing Policies and the Rights to Housing in Turkey in the Context of Public Interest
231
Canan Budak1
Ceray Aldemir2
Abstract
Public interest is a factual concept that refers to important meanings of organized social
life. While all state practices such as the production and execution of laws, public service
or public policy are made possible by the privilege of public power, the public interest
determines the basis, purpose, and limits of this privilege. In terms of public policy, there
are public interest reasons at all stages of the policy cycle. One specific example is housing
policy. Housing is a space in which people take shelter. However, there are many
differences between 'adequate housing' and 'being at home' due to the physiological,
psychological, and social dimensions of the need for shelter. This difference goes back a
long history in which the need for shelter and housing evolved into the responsibility of
the state.
In the early ages of history, people met their housing needs in sheltered natural areas such
as tree hollows and caves. After the agricultural revolution, social housing production
started with primitive materials, and over time, improving engineering technologies led to
the development of advanced housing. After the Second World War, developments in the
field of human rights, which imposed positive obligations on states, transformed housing
into a human right. Therefore, the state's responsibility for housing and shelter has
increased. On the other hand, housing is a property subject to ownership. In this sense, for
liberal state policies, housing is a commodity that has an exchange value under free market
conditions.
Property is one of the civil and economic rights, but the content of this right is directly
related to the socio-economic policies of states. As housing is a fundamental human right,
it is the mission of the social state. Social housing policy is the protection of the right to
housing of disadvantaged groups who cannot afford to pay the price of a dwelling under
the conditions of a liberal market economy. Social housing policy varies in terms of
implementation, scope and target group depending on the period, country, and
government program, but the main objective is always to create public benefit.
In Turkey, industrialization and related rapid urbanization movements took place later
than in Western European countries. With the proclamation of the Republic, Ankara, the
new capital city, received heavy immigration and especially civil servants faced housing
shortages. For this reason, social housing policies were developed for civil servants in the
early years of the republic. After the end of the Second World War, industrialization and
economic growth accelerated. In 1948, with the implementation of the Marshall Aid Plan,
there was a significant inflow of foreign capital into the country, and a dramatic increase
in the number of tractors led to a process of mechanization in agriculture. These
developments combined the attractive factors of the cities with the repulsive factors of the
1
2
PhD Candidate, Canan BUDAK, Mugla Sitki Kocman University, cananulku@posta.mu.edu.tr
Assoc. Prof. Dr., Ceray ALDEMİR, Mugla Sitki Kocman University, cerayaldemir@mu.edu.tr
232
rural areas and a great migration movement started from rural to urban areas. Due to this
unplanned migration movement, many cities, especially Istanbul, experienced sudden
population concentrations and the existing facilities of the cities were insufficient to meet
the needs of the population. This situation caused people who could not meet their housing
needs to produce housing illegally and without engineering services, with their own
means, and squatting turned into a systematic problem. Thus, social housing policies
began to be formulated more systematically in the 1960s.
The literature on social housing policies is rich, as it covers a wide range of disciplines such
as law, economics, politics, public administration, sociology, and anthropology. However,
there is a lack of research that focuses on the impact of the public interest in the policy
formulation process through in-depth archival research. In this context, the overarching
aim of this study is to conduct a policy analysis that will draw attention to this gap. In line
with the upper aim of the study, social housing policies in Turkey were analysed and the
transformation that took place between 1923 and 2023 was revealed. The main difference
and importance of this study is that the transformation in question is addressed together
with the change in the interpretation of the concept of public interest in practice. In the data
collection phase of the study, the 100-year archive of the Official Gazette, which is accepted
as the primary data source, was analysed in two iterations through content analysis, one
of the qualitative research methods, and a framework for the policy process was created.
In the policy analysis of the meaningful cross-sections revealed in this way, the policy
networks approach was used. The findings made it possible to interpret the social housing
policies pursued in Turkey between 1923 and 2023 in a meaningful way; a projection was
created for the next hundred years of the right to housing and policy recommendations
were developed to create public benefit.
Keywords: right to housing, public interest, public policy, social housing policy.
233
Türkiye’de Çocuk Yoksulluğu Kamu Politikalarının Çoklu Akış Yöntemi ile
Analiz Edilmesi
Yasemin Mamur Işıkçı1
Esmeray Alacadağlı2
Özet
Çocuk yoksulluğu, çocukların haklarını kısıtlayan, onları fiziksel, zihinsel ve duygusal
sağlık açısından olumsuz yönde etkilediği kadar eğitimlerinden uzak kalmalarına da
neden olan bir durumdur. Çocuk yoksulluğu, çocukluk döneminde yoksulluk yaşayan
bireylerin gelecekte de yoksullukla karşılaşma olasılıklarını artırması bakımından da önem
taşımaktadır. Her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de çocuk yoksulluğunu azaltmak için
kimi politika ve süreçler uygulanmaktadır. Bu araştırmanın amacı da Türkiye'deki çocuk
yoksulluğu politikalarının nasıl geliştiğini ve çözümlerin nasıl tanımlandığını
incelemektir. Araştırmanın yöntemi olarak Kingdon'un kamu politikalarının problemler,
politikalar ve siyasaların birleşimi ile oluştuğunu varsayan Çoklu Akış Modeli
kullanılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: afet, kamulaştırma, acele kamulaştırma, devletleştirme, kamu yararı.
1
2
Doç. Dr., Yasemin Mamur Işıkçı, Giresun Üniversitesi, yasemin.mamur@giresun.edu.tr
Doç. Dr., Esmeray Alacadağlı, Bayburt Üniversitesi, esmaray.alacadagli@bayburt.edu.tr
234
Analyzing Child Poverty Public Policies in Turkey with the Multi-Stream Method
Yasemin Mamur Işıkçı1
Esmeray Alacadağlı2
Abstract
Child poverty is a situation that restricts children's rights and negatively affects their
physical, mental and emotional health, as well as keeping them away from education.
Child poverty is also important in that individuals who experience poverty during
childhood increase their likelihood of encountering poverty in the future. As in every
country, some policies and processes are implemented to reduce child poverty in Turkey.
The aim of this research is to examine how child poverty policies in Turkey develop and
how solutions are defined. Kingdon's Multiple Flow Model, which assumes that public
policies are formed by a combination of problems, policies and policies, is used as the
method of the research.
Keywords: public policy analysis, Multiple Streams Method, child poverty.
1
2
Assoc. Prof. Dr., Yasemin Mamur Işıkçı, Giresun University, yasemin.mamur@giresun.edu.tr
Assoc. Prof. Dr., Esmeray Alacadağlı, Bayburt Üniversitesi, esmeray.alacadagli@bayburt.edu.tr
235
Kapsamlı Bir Sosyal Politika Aracı Olarak Temel Gelir
Kenan Şahin1
Özet
İnsanlık, geçmişten bugüne gelişme ve ilerlemenin bir eseri olarak tarihin en konforlu
dönemini yaşamaktadır. Güvenli evler, çalışma alanları, ulaşım araçları, çeşitlendirilmiş
ve zenginleştirilmiş gıda seçenekleri, teknolojik gelişmeler ve bilimsel araştırmalar
paralelinde gelişen sağlık hizmetleri gibi tüm dünyada hayatın her alanında bu konforlu
yaşam hissedilmektedir. Ancak tüm bu gelişme ve ilerlemeye rağmen dünyanın bazı
bölgelerinde en temel insan ihtiyaçlarını dahi karşılamayanların varlığı ve sayısının her
geçen gün artması önlenememektedir. Kuş Gribi, Ebola, Covid-19 gibi küresel salgın
hastalıklar, ekonomik krizler, iklim değişikliği ve çevre felaketlerinin neden olduğu kitlesel
göç hareketleri, sel, tsunami ve deprem gibi doğal afetler bu sayıyı artırmaktadır. Ayrıca
teknolojik gelişmelere bağlı olarak üretimde insan gücüne duyulan ihtiyacın azalması işsiz
toplum kesiminin artmasına neden olacağı öngörülmektedir. İnsanların kendilerinden ve
kendileri dışındaki sebeplerden kaynaklanan tüm bu tehditler gelir dağılımı adaletsizliği,
işsizlik, güvencesizlik ve yoksulluk gibi sorunları daha görünür hale getirmektedir. Bu
sorunların giderilmesine ya da etkilerin hafifletilmesinde tüm dünyada çeşitli sosyal
politika araçları aktif bir şekilde uygulanmaktadır. Ayni ve nakdi sosyal yardımlar ise
sosyal politika araçları arasında en çok tercih edilenler olmaktadır. Birçok farklı sosyal
politika aracı ve sosyal yardım hizmeti sunulmasına rağmen ilgili toplum kitlesinde
beklenilen başarı sağlanamamaktadır. Özellikle yoksulluk başta olmak üzere ekonomik
yetersizlik nedeniyle insan onur ve haysiyetine yaraşır bir yaşamdan uzak toplum
kitlelerin varlığı ve sayısındaki artış mevcut sosyal politikaların etkinliğini sorgulamaya
neden olmaktadır. Bu durum ise mevcut sosyal politikalara alternatif veya destek
uygulamaları arayışını hızlandırmaktadır. Bireylere koşulsuz, şartsız, geri ödeme
beklenmeksizin düzenli ve sürekli bir ödeme olarak tanımlanan temel gelir bu arayışların
bir neticesi olarak günümüzde daha çok tartışılmaktadır. Yoksullukla mücadele başta
olmak üzere gelirin yeniden dağıtımında, hak temelli bir sosyal politikanın inşasında,
bireylerin kendi kendine yeniden bir yaşam kurmasında temel gelir uygulaması diğer
sosyal politika araçlarına göre daha geniş kapsamlı çözümler önermektedir. Kadın, çocuk,
engelli, yaşlı vb. dezavantajlı grupların toplumsal yaşama katılımından bireylerin daha iyi
bir yaşam için gereksinim duydukları gıda, eğitim, sağlık gibi hizmetlere erişimine kadar
birçok farklı iyileştirici sonuçlar vadetmektedir. Bütüncül bir yaklaşımla sosyal destek
öngören temel gelir fikri, bireylerin sorunlarına kısa süreli ve küçük çaplı çözümler yerine
uzun süreli, kapsamlı ve güvenceli bir dayanak temin etmeyi hedeflemektedir. Henüz bir
ülke genelinde uygulamaya geçmese de yerel ve bölgesel uygulamalar mevcut sosyal
1
Sosyal Çalışmacı, Yüksek Lisans Öğrencisi, Kenan ŞAHİN, Samsun Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi,
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, shukenansahin@gmail.com
236
yardım ve hizmetlere daha başarılı sonuçlar elde edildiğini göstermektedir. Bu yönü ile
uygulanmakta olan sosyal politikalara göre önemli değişiklikler göstermektedir. Öte
yandan vakıf, dernek gibi sivil toplum kuruluşlarının sınırlı ve çoğu zaman yetersiz,
hayırseverlerin insafına terk edilmiş bir lütuf yerine devlet güvencesi altında bir
vatandaşlık hakkı olarak temel gelir özgürlükçü ve insani bir yaşama atıf yapmaktadır. Bu
bağlamda dünyadaki uygulamalarda öne çıkan sonuçlar, Türkiye’de uygulanmakta olan
sosyal politika araçlarının etkinliği ile temel gelir düşüncesinin sunduğu yenilikler ortaya
koyulmaya çalışılmaktadır. Aynı zamanda temel gelire yönelik olumlu ve olumsuz
eleştiriler, ekonomik ve sosyal çıktıları ile bireylerin yaşamına doğrudan ve dolaylı etkileri
çalışma boyunca irdelenmektedir. Çalışmada “Temel gelir ile daha kapsamlı ve etkin bir
sosyal politika inşa etmek mümkün müdür?” sorusuna cevap aranmaktadır. Bu soru
etrafında sosyal politika araçları ve müdahale yöntemleri, mevcut sosyal yardım ve
hizmetler ile temel gelir fikrinin farklılıkları açıklanmaya çalışılacaktır. Cevaba ulaşmada
literatür değerlendirilmesi yönteminden yararlanılmıştır. Bu doğrultuda akademik
yayınlar, kurum ve kuruluşların yayınları, istatistikler, politika belgeleri ve mevzuat
incelenerek yazın oluşturulmuştur.
Anahtar Kelimeler: temel gelir, sosyal politika, sosyal yardım, yoksulluk
237
Basic Income as an Extensive Social Policy Instrument
Kenan Şahin 1
Abstract
Humanity lives the most comfortable period of history as a result of development and
progress from pastto present. This comfortable life is felt in every aspect of life all over the
world, such as safe homes, working areas, means of transport, diversified and enriched
food options, technological developments and health services developed in parallel with
scientific research. However, despite all this development and progress, it cannot be
prevented increasing day by day of the existence and number of those who cannot even
meet the most basic human needs in some parts of the world. Global epidemics such as
Avian Flu, Ebola, Covid-19, economic crises, mass migration movements caused by climate
change and environmental disasters, natural disasters such as floods, tsunamis and
earthquakes increase this number. In addition, it is predicted that the decrease in the need
for manpower in production due to technological developments will lead to an increase in
the unemployed segment of society. All these threats arising from people themselves and
from reasons outside themselves make problems such as income inequality,
unemployment, insecurity and poverty more visible. Various social policy instruments are
actively implemented all over the world to eliminate these problems or to mitigate their
effects. In-kind and cash social assistance are the most preferred social policy instruments.
Although many different social policy instruments and social assistance services are
provided, the expected success cannot be achieved in the relevant social mass. The
existence and increase in the number of the masses of society who are far from a life worthy
of human honor and dignity due to economic inadequacy, especially poverty, causes to be
questioned the effectiveness of existing social policies. This situation accelerates the search
for alternative or support applications to existing social policies. Basic income, which is
defined as a regular and continuous payment to individuals unconditionally and without
expectation of repayment, is discussed more and more today as a result of these searches.
Basic income offers more comprehensive solutions than other social policy instruments in
the redistribution of income, especially in the struggle against poverty, in the construction
of a rights-based social policy, and in the re-establishment of life for individuals. It
promises a wide range of remedial results from the participation of disadvantaged groups
such as women, children, disabled, elderly, etc. in social life to the access of individuals to
services such as food, education, or health that they need for a better life. The idea of basic
income, which envisages social support with a holistic approach, aims to provide a longterm, comprehensive, and secure basis instead of short-term and small-scale solutions to
individuals' problems.
1
Social Worker, Master Student, Kenan ŞAHİN, Samsun Mental Health and Diseases Hospital, Ondokuz Mayıs
University, shukenansahin@gmail.com
238
Although it has not yet been implemented throughout a country, local and regional
practices show that more successful results are achieved in existing social assistance and
services. In this aspect, it shows significant changes according to the social policies being
implemented. On the other hand, instead of a grace left to the mercy of benefactors limited
and often inadequate assistance provided by non-governmental organisations such as
foundations and associations, refers to a libertarian and humanitarian life with basic
income as a citizenship right under the guarantee of the state. In this context, the prominent
results of the practices in the world, the effectiveness of the social policy instruments
implemented in Turkey and the innovations offered by the idea of basic income are tried
to be revealed. At the same time, positive and negative criticisms of basic income, its
economic and social outputs, and its direct and indirect effects on the lives of individuals
are examined throughout the study. The study seeks to answer the question "Is it possible
to build a more comprehensive and effective social policy with basic income?". Around this
question, the differences between social policy instruments and intervention methods,
existing social assistance and services and the idea of basic income will be tried to be
explained. In reaching the answer, the method of literature evaluation was applied. In this
direction, academic publications, publications of institutions and organisations, statistics,
policy documents and legislation have been examined and the literature has been formed.
Keywords: basic income, social policy, social assistance, poverty.
239
İKİNCİ GÜN: İKİNCİ OTURUM
27.10.2023 11:00-12:15 Eymir Salonu
Kamu İşletmeleri (2)
Oturum Başkanı: Barış Övgün
Türkiye’de Liberal Hegemonyanın Kökenleri Demokrat Parti’nin Kamu İşletmelerine Yaklaşımı
The Origins of Liberal Hegemony in Turkey: The Democratic Party's Approach to Public Enterprises
Berkay Yalçınkaya
‘Kuşaklar Boyu Halk Katkısı’ Ya Da ‘Devletin Sırtındaki Kambur’: Türkiye’nin Özelleştirme
Gündemi (1987-1993)
'Generations of Public Contribution' or 'The Hump on the State's Back': Turkey's Privatization Agenda
(1987-1993)
Serhat Saatci
“Duman Edilen” Kamu Varlıkları: 2003-2007 Yıllarında Türkiye’de Özelleştirme Süreçleri
“Hammered” State-Owned Enterprises: Privatisation Processes in Turkey Between 2003-2007
Ezgi Kaya Hayatsever
Türkiye'de Posta Politikalarının Dönüşümü: Üç Dönem Analizi
Transformation of Postal Policies in Turkey: Three Period Analysis
Kaan Akman
240
Türkiye’de Liberal Hegemonyanın Kökenleri: Demokrat Parti’nin Kamu
İşletmelerine Yaklaşımı
Berkay Yalçınkaya1
Özet
Demokrat Parti dönemi her ne kadar liberal ideolojiyle özdeşleştirilse de döneme ilişkin
yekpare bir kavrayış geliştirmek mümkün değildir. DP tek parti döneminin devletçilik
anlayışına keskin bir eleştiriyle iktidara gelse de zaman içerisinde devletçilik ve liberalizm
arasında gidip gelen karmaşık bir politik miras bırakmıştır. Bunun çok sayıda nedeni olsa da
en önemlisi DP’nin ekonomiyi uluslararası sermayeye açma girişimlerinde yaşanan
dalgalanmalardır. İktidarını ABD’nin liberal hegemonyasına dahil olarak güçlendirmeye
çalışan DP, Türkiye’nin özgül koşulları nedeniyle çelişkili bir dizi politikayı hayata
geçirmiştir.
1950’ler devletçiliğe yönelik sessiz eleştirilerin DP aracılığıyla devletçilik karşıtı bir söyleme
dönüştüğü yıllardır. Devletçiliğin Tek Parti iktidarının otoriter yönetim anlayışı olarak
görülmesinden dolayı, DP siyasi mücadelesini “liberal demokrat” bir çizgide yürütmeyi
hedeflemiştir. Adnan Menderes ve Celal Bayar’ın demeçlerinde ABD’nin liberal ekonomik
anlayışının model olarak alındığı sıkça yer almaktadır. Bayar’ın “30 yıl sonra Küçük Amerika
olacağız.” söyleminde de açığa çıkan liberal rota, 1950’li yılların ikinci yarısından sonra iç
dinamiklerin etkisiyle değişime uğramıştır. Serbest piyasa ekonomisine dayanan yönetim
anlayışı çıkış noktası olarak hükümet programlarına yansısa da DP zaman içerisinde liberal
söylemle çelişen uygulamaları hayata geçirmiştir.
Bu çalışmada 1950’li yılları kapsayan veriler ışığında DP’nin kamu işletmelerine yönelik
yaklaşımı ortaya koyulacaktır. Literatür taraması ve içerik analizine dayanan çalışmada
TBMM Tutanakları, Cumhuriyet Arşivi ve Cumhuriyet Gazetesi taranmıştır. Elde edilen
veriler iki temel gruba ayrılmıştır; Birincisinde DP’nin kamu işletmelerine yönelik eleştirel
söylemi incelenmiştir. İkincisinde ise kamu işletmelerinin DP iktidarının sürekliliği için
gördüğü işlev ortaya konulmuştur.
Anahtar Kelimeler: kamu işletmeleri, Demokrat Parti, liberalleşme
1
Arş. Gör., Berkay Yalçınkaya, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, yalcinkayabe@gmail.com
241
The Origins of Liberal Hegemony in Turkey: The Democratic Party's Approach to Public
Enterprises
Berkay Yalçınkaya1
Abstract
Although the Democratic Party period is identified with liberal ideology, it is not possible
to develop a monolithic understanding of the period. Although DP came to power with a
sharp criticism of the statism approach of the single-party period, it left a complex political
legacy that oscillated between statism and liberalism over time. Although there are many
reasons for this, the most important one is the fluctuations in DP's attempts to open the
economy to international capital. Trying to strengthen its power by being included in the
liberal hegemony of the USA, DP has implemented a series of contradictory policies due
to Turkey's specific conditions.
The 1950s were the years when silent criticism of statism turned into an anti-statism
discourse through the DP. Since statism was seen as the authoritarian management
approach of the Single Party government, DP aimed to carry out its political struggle in a
"liberal democratic" line. In the statements of Adnan Menderes and Celal Bayar, it is
frequently mentioned that the liberal economic understanding of the USA is taken as a
model. Bayar: "We will be Little America after 30 years." The liberal route, which was also
revealed in the discourse, changed under the influence of internal dynamics after the
second half of the 1950s. Although the management approach based on free market
economy is reflected in government programs as a starting point, DP has implemented
practices that contradict the liberal discourse over time.
In this study, DP's approach towards public enterprises will be revealed in the light of data
covering the 1950s. In the study based on literature review and content analysis, GNAT
Minutes, Cumhuriyet Archive and Cumhuriyet Newspaper were scanned. The data
obtained is divided into two basic groups; In the first one, DP's critical discourse towards
public enterprises was examined. In the second part, the function of public enterprises for
the continuity of the DP government is revealed.
Keywords: public enterprises, Democratic Party, liberalization
1
Res. Assist., Berkay Yalçınkaya, Ondokuz Mayıs University, yalcinkayabe@gmail.com
242
Kuşaklar Boyu Halk Katkısı’ ya da ‘Devletin Sırtındaki Kambur’: Türkiye’nin
Özelleştirme Gündemi (1987-1993)
Serhat Saatci1
Özet
Bu çalışma, 1986 Özelleştirme Kanunu’ndan 1994 Özelleştirme Programı’na uzanan ara
dönemde, Türkiye’nin özelleştirme gündemini konu almaktadır. İlgili zaman aralığında,
KİT’lerin kuruluş yıllarından itibaren sahip oldukları kalkınmacı ve üretici misyonları
zamanla terk edilerek, bu dönüşüme uygun yasal ve idari düzenlemeler
gerçekleştirilmiştir. Kamu kuruluşu olma yönleri giderek zayıflatılan KİT’ler tıpkı birer
özel kuruluş gibi faaliyet göstermeye zorlanmıştır.
Bu dönemde 1) Kalkınma planları, 2) Siyasal aktörlerin özelleştirme söylemi, 3) Hükümet
programları, 4) TBMM Görüşmeleri, 5) TBMM KİT Raporları, 6) TÜSİAD ve DB Raporları
ve 7) Cumhuriyet Gazetesi incelenmiştir. Bu kaynaklar kamu iktisadi teşebbüsleri ve
özelleştirme politikası ekseninde detaylı bir şekilde zamandizinsel olarak taranmış,
excelde oluşturulan bir veri tabanında derlenmiştir. Çalışma, bu veri tabanının
değerlendirilmesine dayanmaktadır.
Çalışmanın önemi, tarihsel birikimleri ile önemli görevler üstlenmiş olan KİT’lerin, ilk
somut özelleştirme politikalarının ortaya koyulmasıdır. Böylece, bugün ve gelecekteki KİT
politikalarının belirlenmesinde, geçmiş dönem uygulamalarının, karar alıcılar tarafından
değerlendirilmesine ve yol gösterici olmasına, bir yönüyle de olsa katkı sunabilmek
amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: KİT, özelleştirme, özerkleştirme, yapısal uyum
1
Öğr. Göv., Serhat Saatçi, Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu, serhatsaatci@hitit.edu.tr
243
'Generations of Public Contribution' or 'The Hump on the State's Back': Turkey's
Privatization Agenda (1987-1993)
Serhat Saatci1
Abstract
This study focuses on Turkey's privatization agenda in the interim period from the 1986
Privatization Law to the 1994 Privatization Program. During this period, the
developmental and productive missions of SOE’s since their establishment were gradually
abandoned and legal and administrative arrangements were made in line with this
transformation. SOE’s, which were gradually weakened in terms of being public
institutions, were forced to operate just like private enterprises.
During this period 1) Development plans, 2) The privatization discourse of political actors,
3) Government programs, 4) Parliamentary debates, 5) TBMM SEE Reports, 6) TUSIAD
and WB Reports and 7) Cumhuriyet Newspaper was analyzed. These sources were
scanned in a detailed timeline in the axis of state economic enterprises and privatization
policy and compiled in a database created in excel. The study is based on the evaluation of
this database.
The importance of the study is that it presents the first concrete privatization policies of
SOE’s, which have undertaken important tasks with their historical accumulation. Thus, it
is aimed to contribute to the evaluation of past practices by decision makers and to provide
guidance in the determination of current and future SOE policies.
Keywords: SOE, privatization, autonomization, structural adjustment.
1
Lecturer, Serhat Saatçi, Hitit University Vocational School of Social Sciences, serhatsaatci@hitit.edu.tr
244
“Duman Edilen” Kamu Varlıkları: 2003-2007 Yıllarında Türkiye’de Özelleştirme
Süreçleri
Ezgi Kaya Hayatsever1
Özet
Bu bildiri, Türkiye’de kamu işletmelerine dair yönetsel yaklaşımın ve özelleştirme
stratejilerinin 2003-2007 yılları arasındaki izleğini konu almaktadır. Bildirinin dayandığı
çalışma, neoliberalizmin Türkiye’de yerleşik siyasal ve ekonomik yönelim haline getirildiği
2000’li yıllarda kamu işletmelerinin aşındırılma ve yok edilme süreçlerini sergilemeyi
amaçlamaktadır. Bu bildiride ise Türkiye’nin sonraki yirmi yılının başat siyasal aktörü olan
AKP’nin iktidara geldiği ve yönetsel anlayışının ilk örneklerinin sergilendiği 2003-2007
yıllarına odaklanılmıştır. Bildiri, bu yıllarda AKP’nin iktidarını tesis etme sürecinde kamu
işletmelerine nasıl bir işlev yüklendiğini irdeleyerek özelleştirme stratejileri ile iktidarı tesis
etme stratejileri arasındaki ilişkiyi serimlemeyi hedeflemektedir.
Bildirinin temel savı, AKP iktidarının bu yıllarda, kamu işletmelerinin özelleştirilmesini bir
taraftan kendi ekonomik programı için kaynak yaratma, diğer taraftan da iktidarının sonraki
yıllarına rengini veren sınıfsal ittifakları sağlamlaştırma amaçlı kullandığıdır. Çalışmanın
bulgularına göre AKP, 2003-2007 yıllarında yürüttüğü çok tartışmalı özelleştirme süreçleri
aracılığıyla hem sermaye sınıfını kendi siyasal amaçlarıyla bütünleşecek şekilde karakterize
etmeye çaba göstermiş, hem de özelleştirmeleri kendi siyasal tabanını konsolide edebilecek
yatırımlar için dolaylı birer kaynak olarak kullanmayı hedeflemiştir. Bu hedefler AKP’nin
ilk yıllarında tesis etmeye çabaladığı hegemonik düzenin köşe taşlarını oluşturmanın yanı
sıra, bu dönemde Türkiye’nin uluslararası neoliberal düzene eklemlenme sürecinin de
derinleştiğine işaret etmektedir.
Bu sava temel oluşturan veriler, dönemin kamu işletmelerine dair yönetimsel karar ve
tartışmalarının taranmasıyla derlenmiştir. Veriler, açıklamalı zamandizin yöntemine
başvurularak düzenlenmiş ve analiz edilmiştir. Çalışmaya konu olan yıllara ait Resmi
Gazete sayıları, TBMM Tutanakları ile Cumhuriyet Gazetesi arşivinden kamu işletmeleri ve
özelleştirme süreçlerine dair haberler çevrimiçi ortamda taranmış; yapılandırılmış bir
anahtar sözcük listesi aracılığıyla seçilen olaylar zamandizin tablosuna işlenmiş ve veri
havuzu olayla ilgili açıklamaların eklenmesiyle genişletilmiştir. Resmi Gazete’de
yayımlanan yasal değişiklikler, Özelleştirme Yüksek Kurulu ve Rekabet Kurulu kararları
dönemin özelleştirme stratejisini resmederken, Meclis tutanakları ve gazete haberleri ise bu
stratejinin siyasal ve toplumsal alanda yarattığı gerilimleri ve tartışmaları yansıtmaktadır.
Bulgular 2003-2007 yılları arasındaki SEKA, Türk Telekom, TEKEL, TÜPRAŞ ihaleleri gibi
örnekler üzerinden serimlenecektir. Bu örnekler, bu dönemde farklı sektörlerdeki
özelleştirme süreçlerinin ortaklaşan niteliklerini belirlemek ve aktarmakta kullanılacaktır.
Bu ortak niteliklerin tespiti ve tartışılması, AKP’nin özelleştirme konusundaki ısrarlı tavrının
1
Araş. Gör., Ezgi Kaya Hayatsever, Ankara Üniversitesi, ezgi.ky@gmail.com
245
arkasındaki siyasal ve yönetsel stratejiye dair ipuçları sağlayacak, bu yıllardaki hegemonya
tesisi sürecinin ekonomik kaynaklarına dair bir tartışmaya katkıda bulunacaktır.
Anahtar Kelimeler: Kamu işletmeleri, özelleştirmeler, açıklamalı zamandizin, hegemonya,
neoliberalizm.
246
“Hammered” State-Owned Enterprises: Privatisation Processes in Turkey Between 2003-2007
Ezgi Kaya Hayatsever1
Abstract
This paper focuses on the administrative approach to state-owned enterprises and
privatisation strategies between 2003-2007 in Turkey. The research that informs this paper
aims at revealing the process of erosion and destruction directed at state-owned enterprises
in 2000s, during which neoliberalism became the mainstream political and economic trend.
The timescale of this paper is between 2003-2007, which is the period Justice and
Development Party (AKP), who was the main political actor for the following twenty years
first came to power and displayed the initial examples of its administrative mentality. The
paper aims at laying out the relation between privatisation strategies of the period and AKP’s
strategies for consolidating political power through an analysis of the function assigned by
AKP to the privatisation of state-owned enterprises in these years.
The main argument of the paper is that AKP used the privatisation of state-owned
enterprises as a source of funding for the execution of its own economic programme, while
simultaneously employing these same funds to bolster the class-based alliances that would
later shape its power. According to the findings of the study, through the controversial
privatisation processes between 2003-2007, AKP endeavoured to redesign the capitalist class
in a way that would endorse its political agenda, as well as using the proceeds from
privatisations as a source for investments that would aid to consolidate its own political base.
The findings indicate that this endeavour laid the cornerstone of AKP’s hegemonic order in
the following years of its power, as well as deepening Turkey’s engagement with
international neoliberal order during this period.
The data that supports the main argument is derived through a review of the administrative
decisions and discussions surrounding state-owned enterprises during this period. The data
is organised and analysed through the method of explanatory chronology. The data is
collected through a set of keywords from the issues of the Official Gazette, the minutes of
parliamentary sessions and archives of Cumhuriyet Daily, which are then organised into a
chronological table and enhanced through relevant explanations. The legal framework
published in the Official Gazette demonstrates the privatisation strategy of the period, while
parliamentary minutes and newspaper articles reflect the controversy and tension created by
this strategy in political and social sphere. The findings are illustrated through examples of
privatisations such as SEKA, Türk Telekom, TEKEL, TÜPRAŞ. These examples help to
identify and relay the common characteristics of the privatisation processes across different
sectors. The identification and discussion of these common characteristics add to the
understanding of the administrative and political strategy behind AKP’s persistence in
privatisation policies and contribute to the debate on the political-economic aspect of
hegemony formation during this period.
1
Res. Assist., Ezgi Kaya Hayatsever, Ankara University, ezgi.ky@gmail.com
247
Keywords: State-owned
neoliberalism.
enterprises,
privatisation,
248
explanatory
chronology,
hegemony,
Türkiye’de Posta Politikalarının Dönüşümü: Üç Dönem Analizi
Kaan Akman1
Özet
Türkiye’de posta hizmeti ulusal güvenliğin, haberleşme hakkının ve ülke kalkınmasının
sağlanmasında uzun yıllar boyunca önemini korumuştur. Günümüzde ise posta, devlet
tekelinin devam ettiği kısıtlı kamu hizmetlerinden biridir. Bir teşkilat yapısı içerisinde posta
hizmetinin sunulması 1840 yılında başlamış; bu hizmetin nasıl bir kamu örgütlenmesine
sahip olacağına yönelik politikalar yıllar içerisinde değişkenlik göstermiştir. Bildiride
Türkiye’de posta politikalarının bu değişken yapısı üç dönemde incelenmiş; yeniden
yapılanma sürecinin genel özelliklerini tespit etmek ve bu dönüşümün sonucunda posta
politikaların mevcut durumunu değerlendirmek amaçlanmıştır.
Çalışmada posta politikalarındaki dönüşümün ilk döneminin Posta Telgraf ve Telefon Genel
Müdürlüğünün (PTT) 1954 yılında kamu iktisadi teşebbüsü statüsüne geçirilmesi ile
başladığı kabul edilmiştir. Bu dönemde yeniden yapılanmanın temel özelliği hizmetin emekyoğun niteliğini değiştirmek yoluyla hizmet sunumunu hızlandırmak ve iyileştirmektir.
Nitekim ilk üç kalkınma planında posta hizmetinin altyapısında otomasyonun
tamamlanması hedeflenmiş ve posta trafiklerinin artışı vurgulanmıştır. Bu dönem, 1995
yılında PTT ve Türk Telekom AŞ olarak kurumun ikiye ayrılması ile sonlanmış, posta ve
telefon hizmetinin aynı örgütlenme yapısı içerisinde sunulması yönteminden vazgeçmiştir.
Bu değişiklikte telekomünikasyon hizmetlerinin özelleştirme sürecine girmesi etkili
olmuştur.
Sektördeki ikinci yeniden yapılanma süreci posta tekeli uygulamasının kaldırılması
hazırlıklarını ve serbestleşmeye yönelik reformların gerçekleştirilmesini kapsamaktadır. Bu
dönemdeki reformların hazırlayıcı belgesi 1997 yılında yayımlanan Avrupa Birliği Posta
Direktifi olmuştur. Direktif, kamu mülkiyetinde bulunan posta teşkilatlarının verimsiz
çalıştığı ve tekel uygulamalarının özelleştirme politikalarına ters olduğu düşüncesi üzerinde
yükselmiştir. Türkiye’de bu direktif 6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanunu ile karşılık bulmuş;
PTT, 2013 yılında anonim şirket olarak yeniden yapılandırılmıştır. Bu dönemde uygulamada
karşılık bulmayan PTT’nin devlet tekeli hakkı, Avrupa Birliği gibi uluslararası kurumlar ve
ülke içindeki benzer hizmeti sunan firmalar tarafından daha yoğun eleştirilmiş fakat posta
tekeli kanuni düzeyde varlığını sürdürmüştür. Ayrıca kanun ile birlikte posta sektörü, enerji,
bankacılık gibi sektörlerde olduğu gibi regülasyon uygulamalarına dahil edilmiştir. Böylece
Türkiye’de bir önceki yeniden yapılanma döneminde ayrışan telekomünikasyon ve posta
hizmeti, bu dönemde bir üst kurul çatısı altında yeniden birlikte düzenlenmiştir.
Üçüncü yeniden yapılanma dönemine 2019 yılında başlayan Covid 19 pandemisi ile girilmiş,
e-ticaretin gelişimi hızlanmış ve kargo sektöründe işlem hacmi genişlemiştir. İletişim
araçlarının çeşitlenmesi sonucunda düşen mektup gönderileri nedeniyle posta sektörünün
1
Doktora Öğrencisi, Kaan Akman, Ankara Üniversitesi, kakman94@ankara.edu.tr
249
yaşadığı daralma, pandemi ile farklı bir aşamaya evrilmiştir. Pandemi döneminde sosyal
mesafe kuralları ve sokağa çıkma yasakları nedeniyle e-ticaretin yaygınlaşması ile posta
sektörü büyümenin yeni yollarını bulma fırsatı elde etmiştir. Ayrıca posta idareleri sahip
olduğu geniş ağın sağladığı fırsat sayesinde pandemi ile mücadelede önemli bir aktör
olmuştur. Örneğin aşıların taşınması, maske dağıtımı, sosyal yardım ödemeleri gibi
toplumun birçok kesimini yakından etkileyen hizmetler posta idareleri aracılığıyla
sunulmuştur. Pandemi döneminde posta örgütlerinin gösterdiği bu çalışmalar devlet
hiyerarşisi içerisinde bir posta örgütüne olan ihtiyacı belirginleştirmiştir.
Çalışmada üç dönemdeki dönüşümün analiz edilmesinin ardından posta politikaları
alanındaki kararların belirsizlik ve değişkenlik gösterdiği sonucuna ulaşılmıştır. Posta
hizmet alanının serbestleştiği, evrensel hizmet anlayışının kabul edildiği, tekel alanının
daraldığı, sektörü düzenleme ve denetleme sorununun belirginleştiği çalışmanın sonuçları
arasında yer almaktadır. Ayrıca haberleşme alanında posta tekelinin bulunmasının kamu
güvenliği için gerekliği olduğu; pandemi, doğal afet ve ekonomik kriz gibi olağanüstü
dönemlerde posta örgütünün önemli işlevler üstlendiği anlaşılmıştır. Böylece posta
teşkilatının tamamen özelleştirilmesi süreci beklemeye alınmış; PTT, rekabetçi bir sektör
yapısı içerisinde kamu şirketi olarak posta ve kargo hizmetlerini sunmaya devam etmiştir.
Bildiride tüm bu dönüşüm sürecinin posta hizmetinin kamusal niteliğine ve yurttaşların
haberleşme hakkına etkisi değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: haberleşme hakkı, posta, evrensel hizmet, tekel, serbestleşme
250
Transformation of Postal Policies in Turkey: Three Period Analysis
Kaan Akman1
Abstract
Postal service in Turkey has maintained its significance for many years in provide national
security, the right to communication and the development of the country. Today, postal is
one of the limited public services where the state monopoly continues. Providing postal
service within an organizational structure started in 1840; policies regarding what kind of
public organization this service will have have varied over the years. In the paper, this
variable structure of postal policies in Turkey was examined in three periods; it is aimed to
detecting the general features of the restructuring process and to assess the current situation
of postal policies as a result of this transformation.
In the study, it is accepted that the first period of the transformation in postal policies began
with the transfer of the General Directorate of Post Telegraph and Telephone (PTT) to public
economic enterprise status in 1954. The main feature of restructuring in this period is to
accelerate and improve service delivery by changing the labor-intensive nature of the service.
As a matter of fact in the first three development plans, it was aimed to complete the
automation in the infrastructure of the postal service and the increase in postal traffic was
emphasized. This period ended with the separation of the institution into two as PTT and
Türk Telekom AŞ in 1995 and the method of providing postal and telephone services within
the same organizational structure was abandoned. The privatization process of
telecommunication services was effective in this change.
The second restructuring process in the sector includes preparations for the abolition of the
postal monopoly and the implementation of liberalization reforms. The preparatory
document for the reforms in this period was the European Union Postal Directive published
in 1997. The directive was based on the idea that publicly owned postal organizations operate
inefficiently and that monopoly practices are contrary to privatization policies. In Turkey,
this directive was responded to by the Postal Services Law No. 6475; PTT was restructured
as a joint stock company in 2013. During this period, PTT’s state monopoly right, which did
not find any response in practice, was criticized more intensely by international institutions
such as the European Union and companies providing similar services within the country,
but the postal monopoly continued to exist at the legal level. In addition, with the law, it has
been included in regulatory practices such as the postal sector, energy and banking. Thus,
the telecommunication and postal services which were separated in the previous
restructuring period in Turkey, were reorganized together under the umbrella of a supreme
council in this period.
The third restructuring period was entered with the Covid 19 pandemic that started in 2019,
the development of e-commerce accelerated and the transaction volume in the cargo sector
expanded. The contraction experienced by the postal sector due to the decrease in letter
1
PhD Student, Kaan Akman, Ankara University, kakman94@ankara.edu.tr
251
shipments as a result of the diversification of communication tools has evolved to a different
stage with the pandemic. With the spread of e-commerce due to social distance rules and
curfews during the pandemic period the postal sector has had the opportunity to find new
ways to grow. In addition, postal administrations have become an important actor in the
fight against the pandemic, thanks to the opportunity provided by their wide network. For
example, services that closely affect many segments of society, such as the transportation of
vaccines, mask distribution, and social assistance payments, have been provided through
postal administrations. These efforts made by postal organizations during the pandemic
period have clarified the need for a postal organization within the state hierarchy.
After analyzing the transformation in three periods in the study, it was concluded that the
decisions in the field of postal policies showed uncertainty and variability. Among the results
of the study are the liberalization of the postal service area, the acceptance of the universal
service concept, the narrowing of the monopoly area and the problem of regulating and
supervising the sector becoming more evident. In addition, it is necessary for public security
to have a postal monopoly in the field of communication; it has been understood that the
postal organization undertakes important functions in extraordinary periods such as
pandemics, natural disasters and economic crises. Thus, the process of complete
privatization of the postal service was put on hold; PTT continued to offer postal and cargo
services as a public company within a competitive sector structure. In the study, the impact
of this entire transformation process on the public nature of the postal service and the citizens
right to communicate was evaluated.
Keywords: right to communication, postal, universal service, monopoly, liberalization
252
İKİNCİ GÜN: ÜÇÜNCÜ OTURUM
27.10.2023 13:30-15:00 Yalıncak Salonu
Kriz ve Afet Yönetimi
Oturum Başkanı: Aslı Yönten Balaban
Afet Durumunda Kamulaştırma ve Devletleştirmenin İşlevi
The Function of Expropriation and Nationalization in Case of Disaster
Ali Somel
İnsani Kriz ve Göç: Karmaşıklık Ontolojisi Üzerine Bir Deneme
Humanitarian Crisis and Migration: An Essay on the Ontology of Complexity
Hülya Özçağlar Eroğlu
Türkiye’de Afet Yönetimi: 2021 Manavgat Orman Yangını Örneği
Disaster Management in Turkey: Example of 2021 Manavgat Forest Fire
Şahide Nur Ocaklı
Göç Politikaları ve Yerel Yönetimlerin Rolü: Suriyeli Göçmenler Örneği
Migration Policies and the Role of Local Governments: The Case of Syrian Migrants
Cansu Nur Demirbaş
253
Afet Durumunda Kamulaştırma ve Devletleştirmenin İşlevi
Ali Somel1
Özet
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından itibaren afet görmüş veya afet riski taşıyan yapı ve
alanlara dönük kamu yararı gerekçesiyle kamulaştırma, yasal düzenlemelere ve siyasal
tartışmalara konu olmuştur. Kamulaştırma aracının uygulamasında piyasanın ihtiyaçları
ile afetten etkilenen toplumsal kesimlerin kamusal ihtiyaçları çelişmektedir. Kamusal
ihtiyaçlar, afet riski taşıyan veya afet görmüş yapı ve alanlarda özellikle temel kamu
hizmetlerinin devlet tarafından karşılanmasıyla ilgilidir. Piyasanın ihtiyaçları ise afet
riskinin ve afet sonrası yıkımın sermayeye yaratacağı kâr ve rant olanaklarıyla ilgilidir. Öte
yandan kamu hizmeti niteliği taşıyan alanlarda devletleştirme aracı, Türkiye’de farklı
nedenlerle dönemsel olarak başvurulan ve kısmi uygulamaların ötesine geçmemiş bir
araçtır. Bu çalışma, Cumhuriyet tarihinde bu araçlara ilişkin mevzuat ve kamu
politikasındaki değişimden yola çıkarak Kahramanmaraş merkezli deprem örneğinde afet
durumunda bu araçların ne şekilde kullanılabileceğini tartışmayı amaçlamaktadır.
Cumhuriyet’in kuruluşunda temel çerçevesini benimsediği 1878 İstimlak Kararnamesi’nin
hükümleri 1956 Kamulaştırma Kanunu’na kadar geçerliliğini korumuş, bu çerçevede
örneğin 1943 tarihli Taşkın Sulara ve Su Baskınlarına Karşı Koruma Kanunu çıkarılmıştır.
Öte yandan 1930’lu ve 1940’lu yıllarda devletleştirmeler, faaliyetleri aksayan bazı kamu
hizmetlerinin imtiyaz sahiplerinden devralınmasında sınırlı olarak başvurulan bir araç
olarak kalmıştır. 1959 yılında Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak
Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’a göre devlet aksayan kamu hizmetlerini
gerçekleştirmek üzere taşınmazlara dönük geniş ölçekte kamulaştırma değil ama geçici
süreli işgal yetkisi kendisine tanımaktadır.
1960’lı ve 1970’li yıllara gelindiğinde, kamu hizmetlerinin piyasa ihtiyaçları ile kamusal
ihtiyaçlar arasındaki çelişkiden kaynaklı aksamasına ilişkin devletleştirme aracı yeniden
gündeme gelmektedir. Buna karşılık sermaye birikim alanlarının çeşitlenmesi sonucu
kamu yararı kararıyla uygulanan kamulaştırmaların özel sektör lehine gerçekleştiği
örnekler yaygınlaşmaktadır. Buradaki çelişkinin kırılma noktası, kamu yönetiminin
kapsamlı bir şekilde piyasacı politikalar ekseninde yeniden yapılandırıldığı 1980 yılıdır.
Cumhuriyet tarihinde devlet mülkiyetinin tasfiyesi veya kamu hizmetlerinin
piyasalaştırılması bir kamu politikasına dönüştükten sonra kamulaştırma ve
devletleştirme araçlarının işlevi kamu hizmetlerinin sağlanmasından piyasanın
düzenlenmesine doğru kaymaktadır. Tarihsel olarak piyasacı kamu politikasının
yerleşmesinde kamu hizmetlerinin devlet tarafından teminini çok istisnai koşullara
bağlayan 1984 tarihli Kamu Yararının Zorunlu Kıldığı Hallerde Kamu Hizmeti Niteliği
Taşıyan Özel Teşebbüslerin Devletleştirilebilmesi Usul ve Esasları Hakkında Kanun
1
Doç. Dr., Ali Somel, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, asomel@gmail.com
254
(Devletleştirme Kanunu) ve Anayasa’nın 47. Maddesindeki devletleştirme maddesine
özelleştirme hükmünün eklenmesinin önemli bir yeri vardır. Kamulaştırma mevzuatı
kapsamında ise piyasayı düzenlemeye dönük acele kamulaştırma işlemi özel sektör lehine
uygulamalarıyla zamanla öne çıkmıştır.
1956 yılındaki Kamulaştırma Kanunu’nda yer alan ve 1983 yılında güncellenen
Kamulaştırma Kanunu’da varlığını koruyan istisnai bir işlem olan acele kamulaştırma,
2000’li yıllara kadar neredeyse hiç uygulanmamışken özelleştirmelerin yoğunlaşmasına
paralel olarak dramatik bir biçimde yaygınlaşmıştır. Acele kamulaştırmayı uygulayan
kurumlar ve uygulandığı alanlara bakıldığında kentsel dönüşüm gerekçeli ve piyasa
ihtiyaçlarını gözeten vakalar dikkat çekmektedir. Bu çerçevede 2012 tarihli 6306 sayılı Afet
Riski Altındaki Alanları Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’la afet riski taşıyan alanları
tanımlama ve dönüşüm projelerini gerçekleştirme yetkisi merkezileştirilmiş, belediyelerin
yetki alanında bakanlık acele kamulaştırmalara hız vermiştir.
Kahramanmaraş merkezli depremin yol açtığı yıkım sonrası Çevre, Şehircilik ve İklim
Değişikliği
Bakanlığı’nın
acele
kamulaştırmaya başvurması,
Cumhuriyet’in
başlangıcından beri söz konusu olan piyasa kuralları ve kamusal ihtiyaçlar arasındaki
çelişkiyi yeni bir düzleme taşımaktadır. Yıkımın gerçekleştiği ölçekte kamusal ihtiyaçlara
yanıt verilmezken piyasa ihtiyaçlarına göre alınan acele kamulaştırma kararı
kamulaştırmanın işlevini bir kere daha sorgulatmakta, bunun karşısında kamu yararı
doğrultusunda Devletleştirme Kanunu’nun gündeme getirmektedir. Depremle birlikte
ülkenin önemli bir bölümünü ilgilendiren bir ölçekte kamu hizmetlerinin aksaması, bu
hizmetleri başka yollardan sağlama imkânı bulunmaması ve bunun sonucunda kamunun
büyük zarar görmesi şartları ortaya çıkmıştır.
Çalışma, Cumhuriyet’in 100. Yılında piyasa ihtiyaçları için acele kamulaştırma uygulaması
karşısında kamusal ihtiyaçlar için “acele devletleştirme” uygulamasına başvurulabileceği
yönünde özgün bir iddia taşımaktadır. Kahramanmaraş depremi ile derinleşen piyasa ile
kamusal ihtiyaçlar çelişkisinin aşılmasında Cumhuriyet’in kamulaştırma ve devletleştirme
alanındaki birikimini bu uygulamayla ilerletmenin katkıda bulunabileceğini
savunmaktadır. Çalışmada, Cumhuriyet tarihinde afetlere ilişkin kamulaştırma mevzuatı
incelenerek bugüne kadarki kamu politikasını tersine çevirecek bir araç olarak
devletleştirme tartışılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: afet, kamulaştırma, acele kamulaştırma, devletleştirme, kamu yararı.
255
The Function of Expropriation and Nationalization in Case of Disaster
Ali Somel1
Abstract
Since the founding of the Republic, expropriation of buildings and areas that have experienced
disasters or are at risk of disaster on the grounds of public interest has been the subject of legal
regulations and political debates. In the implementation of the expropriation tool, the needs of
the market are in conflict with the public needs of the social segments affected by the disaster.
Public needs are related to the provision of basic public services by the state, especially in
structures and areas that are at risk of disaster or have experienced disasters. The needs of the
market are related to the profit and rent opportunities that disaster risks and post-disaster
destruction will create for capital. On the other hand, in areas of public service, the nationalization
tool is a tool that has been used in different cases in Turkey and has not gone beyond partial
applications. This study aims to discuss how these tools can be used in case of disaster, such as
the Kahramanmaraş-centered earthquake, based on the changes in legislation and public policy
regarding these tools in the history of the Republic.
The provisions of the 1878 Expropriation Decree, whose basic framework was adopted at the
foundation of the Republic, remained valid until the 1956 Expropriation Law, and within this
framework, for example, the 1943 Protection Against Flood Waters and Floods Law was enacted.
On the other hand, in the 1930s and 1940s, nationalization remained a limited means of taking
over some public services whose activities were disrupted from concessionaires. According to the
Law on Measures and Assistance to be Provided Due to Disasters Affecting Public Life in 1959,
the state grants itself the authority to temporarily occupy, but not to expropriate, real estate on a
large scale in order to perform disrupted public services.
The breaking point of the contradiction between market and public needs was 1980, when the
public administration was comprehensively restructured around market policies. After the
liquidation of state ownership and the privatization of public services became a public policy, the
function of expropriation and nationalization tools shifted from the provision of public services
to the regulation of the market. The 1984 Law on the Procedures and Principles of Nationalization
of Private Enterprises Having the Qualification of Public Service in Cases Required by the Public
Interest (Nationalization Law), which has historically tied the provision of public services by the
state to very exceptional conditions in the establishment of market-oriented public policy, and
the addition of the privatization provision to the nationalization article in Article 47 of the
Constitution. Within the scope of expropriation legislation, the urgent expropriation process
aimed at regulating the market has come to the fore over time with its practices in favor of the
private sector.
Urgent expropriation, which is an exceptional procedure included in the Expropriation Law of
1956 and preserved in the Expropriation Law updated in 1983, was almost never implemented
until the 2000s, but it has become widespread dramatically in parallel with the intensification of
1
Assoc. Prof. Dr., Ali Somel, Ondokuz Mayıs University, asomel@gmail.com
256
privatizations. When we look at the institutions that implement urgent expropriation and the
areas where it is implemented, cases with urban transformation reasons and market needs attract
attention. In this context, with the Law on Transformation of Areas at Disaster Risk No. 6306
dated 2012, the authority to define areas at risk of disaster and to carry out transformation projects
was centralized, and the ministry accelerated urgent expropriations within the jurisdiction of
municipalities.
The Ministry of Environment, Urbanization and Climate Change's resort to urgent expropriation
after the destruction caused by the Kahramanmaraş-centered earthquake brings the contradiction
between market rules and public needs, which has been in question since the beginning of the
Republic, to a new level. While public needs are not met at the scale of the destruction, the hasty
expropriation decision taken according to market needs once again questions the function of
expropriation and brings the Nationalization Law to the agenda in line with the public interest.
With the earthquake, public services were disrupted on a scale that concerned a significant part
of the country, there was no possibility of providing these services through other means, and as
a result, the public suffered great damage.
This study carries an original claim that in the 100th year of the Republic, the practice of "urgent
nationalization" can be applied for public needs as opposed to the practice of urgent
expropriation for market needs. The Republic's use of expropriation and nationalization in
overcoming the contradiction between the market and public needs, which deepened with the
Kahramanmaraş earthquake.
Keywords: disaster, expropriation, urgent expropriation, nationalization, public interest.
257
İnsani Kriz ve Göç: Karmaşıklık Ontolojisi Üzerine Bir Deneme
Hülya Özçağlar Eroğlu 1
Özet
Karmaşıklık ontolojisi, karmaşıklığın sadece söylem/anlatı/metafor aygıtı olarak
kullanılmasını aşmakta; karmaşıklığın doğadaki gerçekliğine odaklanmaktadır. Bu
odaklanışta karmaşıklık kuramının temel kavramlarından (belirsizlik, kendi kendine
örgütlenme, başlangıç noktasına hassas bağlılık, doğrusal olmayan ilişkiler, garip çekiciler,
birlikte evrim, uyarlanabilirlik ve ajan temelli olma gibi) yararlanır. Karmaşıklığın ilk
safhasını belirim oluşturur. Ajanlar garip çekicilere doğru çekilerek bir örüntü oluşturur
ve bu örüntünün oluşmasına ise belirim denir. Bir gerçekliğin belirmesi/ortaya çıkması ve
bunun başlangıç koşullarına hassas bağlı olması paradoksal olarak belirsizliği beraberinde
getirir. Bunun nedeni garip çekicilerin varlığı ve ajanların değişen koşullara sürekli uyum
sağlayabilme yeteneğidir. Dahası karmaşıklık ontolojisi parça bütün ilişkisini
indirgemecilikten ziyade bütüncüllük üzerinden kurar. Bunu yaparken ajan temelli bir
bakış açısına ihtiyaç duyar çünkü karmaşıklık ontolojisinde bütün, parçaların basit bir
toplamı değildir. Karmaşıklık ontolojisinin özü bütünden parçaya doğru giderken
kaybolan anlamda gizlidir. Anlamın kaybolması birbiriyle doğrusal olmayan ilişkiler
vasıtasıyla etkileşime girmiş ve birlikte evrilmiş ajanların bütünden kopuk bir parça haline
gelmesinden ve manasız birer özneye dönüşmesinden kaynaklanır.
İnsani kriz ve göç olguları karmaşıklık ontolojisi ile açıklanabilen karmaşık kavramlardır.
Her iki kavramın doğasında belirsizlik, kendi kendine örgütlenme, başlangıç noktasına
hassas bağlılık, doğrusal olmayan ilişkiler, garip çekiciler, birlikte evrim, uyarlanabilir
olma gibi karmaşıklık ontolojisinde var olan özellikler mevcuttur. Örneğin insani krizler
alanyazında çok farklı şekillerde sınıflandırılabilirler (ani başlangıçlı, yavaş başlangıçlı,
doğal afetlerden kaynaklanan ya da insanların hatalarından veya bilinçli tercihlerinden
kaynaklanan vb.). Her ne şekilde sınıflandırılırsa sınıflandırılsın insani krizler yapıları
gereği belirsizdirler. Özellikle insani krizlerin ilk safhası genelde kaotiktir. Müdahale
mekanizması devreye girdiğinde ya da kendi kendine örgütlenme pratikleriyle kaotik
durumdan kısmen düzene geçiş sağlanabilir. Bunun yanı sıra göç olgusunun karmaşıklık
analizi belirsizlik ve ajan kavramı üzerinden başlatılabilir. Göçe dair belirsizlik (göçe karar
verme, göç etme süreçleri, göç edilen ülkeye dair belirsizlikler gibi) birden fazla alanda
kendini göstermektedir. Ayrıca göçe ajan temelli bir açıdan baktığımızda göç olgusunun
ajanlarının göçmenler olduğu söylenebilir. Göçmenler garip çekiciler (uygun şartlar,
tanıdıkların hedef ya da transit ülkede bulunması gibi) vasıtasıyla bir odağa doğru
çekilirler. Dahası göçmenler kendi aralarında örgütlenme pratiklerini inşa edebilirler.
Bunun en güzel örneği Türkiye’de Suriyeliler tarafından kurulan Suriyeli dayanışma
ağlarıdır. Göçün bir başka karmaşıklık özelliği ise başlangıç koşullarına oldukça hassas
Öğr. Gör. Dr., Hülya
hulyaozcaglar@karabuk.edu.tr
1
Özçağlar
Eroğlu,
Karabük Üniversitesi Adalet
258
Meslek
Yüksekokulu,
olabilme durumudur. Suriye savaşını örnek olarak ele aldığımızda, savaşın değişen
koşulları ve hatta insani yardımların BMGK kararıyla (Rusya’nın olası vetosu sonucunda)
geciktirilmesi gibi durumlarla zorunlu göç arasında yakın bir ilişki kurmak mümkündür.
Bu çalışmanın amacı yukarıda belirtilen tüm nedenler çerçevesinde insani kriz ve göç
kavramlarına karmaşıklık ontolojisi açısından bakmaktır. Alanyazında insani kriz ve göç
kavramlarıyla ilgili pek çok çalışma olmasına karşın her iki kavramın karmaşıklık kuramı
açısından ele alınışı özellikle Türkçe alanyazında mevcut değildir. Bu çalışma Suriye
Savaşı’nın Türkiye üzerindeki etkilerini insani kriz ve göç üzerinden karmaşıklık ontolojisi
ekseninde açıklama gayreti nedeniyle önemlidir. Çalışmanın yöntemi karmaşıklık
ontolojisine dayanmaktadır. Ayrıca çalışmada birincil ve ikincil kaynaklardan veri
toplama tekniği kullanılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: insani kriz, göç, karmaşıklık kuramı ve ontolojisi
259
Humanitarian Crisis and Migration: An Essay on the Ontology of Complexity
Hülya Özçağlar Eroğlu 1
Abstract
Complexity ontology goes beyond the use of complexity as a mere
discourse/narrative/metaphor device; it focuses on the reality of complexity in nature. In
this focus, it draws on key concepts of complexity theory (such as uncertainty, selforganization, butterfly effect, non-linear relationships, strange attractors, co-evolution,
adaptability and agent-basedness). The first phase of complexity is uncertainty. Agents are
attracted to strange attractors to form a pattern, and the formation of this pattern is called
emergence. The emergence of reality and its sensitive dependence on initial conditions
paradoxically leads to uncertainty. This is due to the presence of strange attractors and the
ability of agents to constantly adapt to changing conditions. Moreover, complexity
ontology establishes the part-whole relationship through holism rather than reductionism.
In doing so, it needs an agent-based perspective because in complexity ontology, the whole
is not a simple sum of its parts. The essence of complexity ontology lies in the meaning that
is lost on the way from the whole to the part. The loss of meaning is due to the fact that
agents that have interacted and co-evolved with each other through non-linear relations
become parts disconnected from the whole and become meaningless subjects.
Humanitarian crisis and migration are complex concepts that can be explained through the
ontology of complexity. Both concepts have inherent characteristics of complexity ontology
such as uncertainty, self-organization, fragile adherence to a starting point, non-linear
relationships, strange attractors, co-evolution, and adaptability. For example,
humanitarian crises can be classified in the literature in many different ways (sudden
onset, slow onset, caused by natural disasters, or caused by human errors or conscious
choices, etc.). However they are categorized, humanitarian crises are inherently uncertain.
In particular, the initial phase of humanitarian crises is often chaotic. Once the intervention
mechanism is in place or through self-organization practices, a partial transition from
chaotic to orderly can be achieved. In addition, the complexity analysis of the phenomenon
of migration can be initiated through the concept of uncertainty and agency. Uncertainty
regarding migration (such as decision-making on migration, migration processes,
uncertainties regarding the country of migration) manifests itself in more than one field.
Moreover, when we look at migration from an agent-based perspective, it can be said that
migrants are the agents of the migration phenomenon. Migrants are drawn towards a focus
through strange attractors (such as favorable conditions, presence of acquaintances in the
destination or transit country). Moreover, migrants can build organizing practices among
themselves. The best example of this is the Syrian solidarity networks established by
Syrians in Turkey. Another complexity of migration is that it can be highly sensitive to
initial conditions. Taking the Syrian war as an example, it is possible to establish a close
Lecturer Dr., Hülya Özçağlar
hulyaozcaglar@karabuk.edu.tr
1
Eroğlu,
Karabük
260
University
Vocational
School
of
Justice,
relationship between the changing conditions of the war and even the delay of
humanitarian aid by the UNSC resolution (as a result of Russia's possible veto) and forced
migration.
The aim of this study is to look at the concepts of humanitarian crisis and migration in
terms of complexity ontology within the framework of all the reasons mentioned above.
Although there are many studies on the concepts of humanitarian crisis and migration in
the literature, the treatment of both concepts in terms of complexity theory is particularly
absent in the Turkish literature. This study is important because it attempts to explain the
effects of the Syrian War on Turkey through humanitarian crisis and migration in terms of
complexity ontology. The methodology of the study is based on complexity ontology. In
addition, the study utilizes data collection techniques from primary and secondary
sources.
Keywords: humanitarian crisis, migration, complexity theory and ontology
261
Türkiye’de Afet Yönetimi: 2021 Manavgat Orman Yangını Örneği
Şahide Nur Ocaklı1
Özet
Ormanlar ekolojik sistemin sürdürülebilirliği açısından önemli bir yere sahiptir. Karbon
yutağı olmaları, su rejimini etkilemeleri, toprak stabilizasyonu gibi durumlar ormanların
ekolojik sistem içinde ne kadar önemli olduğuna dair sadece birkaç örnektir. Ormanlar,
yüzyıllardır hem kesim yoluyla hem de tarım ve yerleşim alanlarına dönüştürülerek yok
edilmektedir. Ormanların tahribi ve yok oluşu küresel ölçekte farklı siyasi ve toplumsal
gelişmeler ile sanayileşmenin örtük bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm
bunların yanı sıra, iklim krizi sonucunda sıcaklıkların artışı, nüfus artışıyla birlikte kentsel
yayılmanın orman alanlarına kadar ulaşması ve bu yayılma sebebiyle orman alanlarında
görülen kirlilik gibi süreçler son yıllarda orman yangınlarındaki artışın önemli nedenleri
olarak görülmektedir. Orman yangınları genellikle büyüklük ve şiddetiyle doğru orantılı
olarak tanımlansalar da sosyal, ekonomik, ekolojik, kültürel ve sağlık açısından etkileri çok
daha önemlidir. Bir afet olarak orman yangınlarında da afet yönetim sisteminin zarar
azaltma, hazırlık, müdahale ve iyileştirme gibi tüm aşamaları uygulanmalıdır. Afet
yönetim sisteminin bu aşamaları için gerekli yasal mevzuat ve kurumsal yapılanma
bulunsa da uygulamada birtakım sorunlar çıkabilmektedir.
Afet yönetim sistemi siyasi, idari, ekonomik, sosyal ve fiziksel gibi çok boyutlu olmakla
beraber Türkiye’de daha çok fiziksel boyutu üzerinde durulmaktadır. Bu durum da
konunun daha çok teknik açıdan ele alınmasına neden olmaktadır. Geçmişten günümüze
Türkiye’de afet yönetim sistemine dair yasal ve kurumsal düzenlemeler, yaşanan afet
deneyimleriyle şekillenmiştir. Özellikle, 1999 yılında yaşanan deprem ile afet yönetim
sisteminde radikal bir değişimin gerektiği anlaşılmıştır. Bu süreçte hem kurumsal hem de
yasal düzlemde yerelleşmeye yönelik adımlar atılsa da uygulamada ne kadar etkili olduğu
tartışılmaktadır. Türkiye’deki merkeziyetçi yapı afet yönetiminin siyasi bir boyut
kazanmasına neden olmaktadır. Yerel yönetimlerin yakınlık açısından afet yönetiminin
tüm aşamalarında en etkili merci olması beklenmektedir. Ancak yerel yönetimler sistem
içinde sınırlı ve ikinci planda kalmakta, afetle ilgili yasal sorumluluklarını dahi yerine
getirmekte zorlanmaktadırlar. Aynı zamanda yerel yönetimlerin afet konusunda riskleri
ortadan kaldırma, halkı bilinçlendirme ve zarar azaltma gibi birçok görev ve
sorumlulukları bulunsa da bunları gerçekleştirebilecek kaynak ve kapasiteye genellikle
sahip değillerdir. Buna ek olarak merkezi ve yerel yönetimler arasında koordinasyon
sorunları da görülmektedir. 2023 Şubat ayında yaşanan deprem felaketinde de benzer
şekilde merkezi yönetim birimleri ve yerel yönetimler arasında koordinasyona dair önemli
aksaklıkların yaşandığı ve büyük ölçüde zafiyete neden olduğu görülmüştür.
1
Doktora Öğrencisi, Şahide Nur Ocaklı, Akdeniz Üniversitesi, nur_ocakli@hotmail.com
262
Türkiye’de ormanlık alanların yaklaşık yüzde 60’ı yangına hassas bölgelerde yer almakta
özellikle Akdeniz ikliminin olduğu bölgelerde iklim krizinin de etkisiyle orman
yangınlarında artış yaşanacağı beklenmektedir. 28 Temmuz 2021 yılında Manavgat ilçesi
Kalemler ile Yeniköy mahalleleri arasında başlayan orman yangını, kısa sürede büyüyerek
206.903 hektar orman alanının zarar görmesine neden olmuştur. Bu yangın, Orman Genel
Müdürlüğünün verilerine göre 1970’lerden beri Türkiye’de yaşanan en büyük orman
yangını olarak kayıtlara geçmiştir. Manavgat’ta ortaya çıkan yangını Gündoğmuş, Akseki
ve Alanya orman yangınları izlemiştir. Ortaya çıkan büyük yangın, ilk günden itibaren
kontrol edilemez bir hal almış, yerleşim yerlerini tehdit eder hale gelmiş, hatta bazı
mahallelerde zarar ve kayıplara neden olmuştur.
2021 Temmuz ayı içinde yaşanan büyük orman yangınlarında merkezi ve yerel
yönetimlerin yetki ve görevleri konusunda çatışmaların yaşandığı ve birtakım zafiyetlerin
oluştuğu gözlemlenmiştir. Bu nedenle afet yönetim sisteminin tekrar ele alınması gerektiği
anlaşılmıştır. Çalışmada Türkiye’deki afet yönetim sistemi, merkezi ve yerel yönetimler
açısından incelenerek Manavgat orman yangını özelinde bir değerlendirme yapılmaya
çalışılacaktır. Çalışma nitel araştırma yöntemi, durum çalışması desenine göre
yürütülecektir. Nitel veri toplama tekniği olarak güncel mevzuat, kurum ve kuruluşların
raporları, internet siteleri ve diğer ikincil belgeler üzerinden doküman analizi yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: afet yönetimi, orman yangınları, merkezi yönetim, yerel yönetim
263
Disaster Management in Turkey: Example of 2021 Manavgat Forest Fire
Şahide Nur Ocaklı1
Abstract
Forests have an important place in terms of the sustainability of the ecological system.
Being a carbon sink, affecting the water regime, and soil stabilization show the importance
of forests in the ecological system. Forests have been destroyed for centuries, both through
cutting and conversion into agricultural and residential areas. The destruction of forests
appears as an implicit consequence of different political and social developments and
industrialization on a global scale. Increase in temperatures as a result of the climate crisis,
urban expansion reaching forest areas and therefore pollution in forest areas are seen as
important reasons for the increase in forest fires in recent years. Although forest fires are
generally evaluated by their size and severity, their social, economic, ecological, cultural
and health effects are much more important. In forest fires, all stages of the disaster
management system such as mitigation, preparation, response and recovery should be
applied. Although there is the necessary legal legislation and institutional structuring for
these stages of the disaster management system, some problems may arise in practice.
Although the disaster management system is multidimensional such as political,
administrative, economic, social and physical, in Turkey, more emphasis is placed on its
physical dimension. This situation causes the issue to be handled more technically. Legal
and institutional arrangements regarding disaster management system in Turkey have
been shaped by experienced disasters. Especially with the earthquake in 1999, a radical
change was required in the disaster management system. Although steps have been taken
towards localization in both institutional and legal levels, it is discussed how effective it is
in practice. The centralist structure in Turkey causes disaster management to gain a
political dimension. Local governments are expected to be the most effective authority in
all stages of disaster management in terms of proximity. However, local governments
remain limited within the system, and have difficulty even fulfilling their responsibilities.
Although local governments have many duties and responsibilities such as eliminating
disaster risks, raising public awareness and reducing damage, they generally don’t have
the resources and capacity. In addition, there are coordination problems between central
and local governments. Similarly, in the earthquake disaster in February 2023, it was
observed that there were significant disruptions in coordination between central and local
governments and caused a great deal of weakness.
Approximately 60 percent of forests in Turkey are located in fire-sensitive areas, and it is
expected that there will be an increase in forest fires, especially in Mediterranean climate
regions, due to the climate crisis. Kalemler and Yeniköy forest fires of Manavgat on July
28, 2021, grew in a short time and caused damage to 206,903 hectares of forests. According
1
PhD Student, Şahide Nur Ocaklı, Akdeniz University, nur_ocakli@hotmail.com
264
to the General Directorate of Forestry, this fire was recorded as the biggest forest fire in
Turkey since the 1970s. The Manavgat forest fire was followed by Gündoğmuş, Akseki and
Alanya forest fires. The fire became uncontrollable and threatening settlements and even
causing damage and losses.
In the forest fires in July 2021, there were conflicts about the powers and duties of the
central and local governments and some weaknesses were observed. For this reason, the
disaster management system should be reconsidered. In this study, the disaster
management system in Turkey will be examined in terms of central and local governments
and an evaluation will be made specifically for the Manavgat forest fire. The study will be
carried out according to the qualitative research method, case study pattern. As a
qualitative data collection technique, document analysis will be conducted on current
legislation, reports of institutions and organizations, websites and other secondary
documents.
Keywords: disaster management, forest fires, central government, local government
265
Göç Politikaları ve Yerel Yönetimlerin Rolü: Suriyeli Göçmenler Örneği
Cansu Nur Demirbaş1
Özet
Göç, birçok farklı nedenle gerçekleşebildiği gibi oldukça farklı sonuçları da beraberinde
getirmektedir. Önemli ve kapsamlı bir konu olan göç; ekonomik, siyasal, sosyal vb. birçok
çıktıya sahiptir. Bu çıktılar yönetimin direkt olarak kapsamına girmektedir. Suriye Krizi
ardından en çok göç alan ülkemiz, göç çıktıları dahilinde ekonomi, eğitim ve sağlık gibi
konularda etkili yönetim ve politikalar geliştirerek uygulamaya koymuştur. Türkiye ve
Dünya ülkelerinde farklı göç yönetimi politikalarının oluşturulduğu görülmektedir.
Göç yönetimi sürecinde yerel yönetimlerin etki alanları merkezi yönetime kıyasla amaca
ve bölgeye yönelik olarak gerçekleştiğinden halka ulaşım, hizmet yürütmek ve hizmet
geliştirmek açısından daha etkili bir konumdadır. Fakat yetki ve sorumlulukları
bakımından önünün kapandığı görülmektedir. Ayrıca dil ve kültürel faktörler de
belediyelerin göç yönetiminde yaşadığı sorunlar arasında yerini almaktadır.
Dünya ve Türkiye’de Suriye vatandaşı göçü, son yıllarda önemli gündem maddeleri
arasında yer almaktadır. 2011 yılından sonra Suriye’de yaşanan iç savaş kitlesel bir göçe
dönüşmüştür. Uygulanan “açık kapı” politikasıyla ülkemize binlerce Suriye vatandaşı
giriş yapmıştır. En çok Suriye vatandaşına ev sahipliği yapan ülke Türkiye olmuştur.
Kurulan kent ve çadır kamplarında misafir edilen Suriye vatandaşları zaman içerisinde
ülke içindeki illere dağılmışlardır. Bu da bütünüyle şehirleri etkileyen bir sorun haline
gelmiştir. Ayrıca sığınmacıların ekonomik, sosyal vb. şartlar için daha iyi koşullara
ulaşmak amacıyla ülke içi göçlerle beraber ülke dışı göçlerde gerçekleştiği görülmüştür.
Yaşanan göçle beraber ülkemizde yeni politikalar uygulanarak süreç yönetilmeye
çalışılmıştır. Suriye vatandaşlarının barınma, sağlık gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması
ve entegrasyon süreci zamanla merkezi yönetimin haricinde yerel yönetimleri ilgilendiren
bir hale gelmiştir. Bu süreçte yetki ve bütçe sıkıntısı nedeniyle belediyeler tarafından
hizmet ve ihtiyaçların karşılanması konusunda zorlukların yaşandığı görülmektedir.
Ülkemize yaşanan bu kitlesel göç durumu için politik, yasal ve kurumsal planlar ve
düzenlemeler mevcut olmadığından zaman içerisinde göç politikaları gelişerek duruma
göre şekil almıştır. Göç politikaları yerel halk ve göçmenler için oldukça önemlidir. Sürecin
doğru ve sağlıklı bir şekilde yönetilmesi ekonomi, sağlık ve ülke içi güvenlik vb. alanlarda
olumlu ya da olumsuz gelişmeleri beraberinde getirmektedir. Çok boyutlu olan bu göç
yönetimi konusu bölgesel olarak yaşanan sorunların ve çözümlerinin farklılık
gösterebileceği için belediyelerin kapsamında tespit edilmesi daha etkili ve uzun vadeli
çözümlerin yolunu açabilmektedir.
1
Yüksek
Lisans
Öğrencisi,
Cansu
Nur
Demirbaş,
cansudem2014@gmail.com
266
Zonguldak
Bülent
Ecevit
Üniversitesi
Kentler bütünüyle belediyelerin sorumlulukları kapsamındadır. Kentlerde barınma,
altyapı, içme suyu gibi temel müşterek ihtiyaçlar belediyelerin hizmetiyle yerine
getirilmektedir. Belediye mevzuatında da belirtildiği gibi yabancı ülke vatandaşlarının
belediye hizmeti kapsamına girdiği görülmektedir. Bu kapsamda göçmenlere hizmet
sunulması konusunda en başta dil probleminin yaşandığı ve bu sorunu sağlıkla eğitimin
takip ettiği görülmektedir. Yapısal ve yönetsel olarak da hukuki zemindeki yetersizliklerle
çeşitli sorunların zincirleme olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Bu yazıda belediyelerin
yaşadığı sorunlara ve yönetim sürecine yer verilmiştir. Çalışmanın amacı belediyelerin
yapısal ve yönetsel açılardan yaşadığı sorunları ortaya koymaktır.
Bu çalışmada öncelikle kavramsal bir çerçeve çizilerek göç ve koruma statülerinden
bahsedilmiştir. Ülkemizde yabancılara yönelik belirlenen koruma statülerine bakılmış,
“Yabancılar ve Uluslararası Korum Kanunu” incelenmiştir. Göç konusunda belediyelerin
yetki ve sorumluluklarını net bir şekilde görebilmek amacıyla “Belediye Kanunu” ve
“Hemşehri Hukuku” incelenerek göçmenlere yönelik yetkiler ele alınmaya çalışılmıştır.
Ülkemizdeki Suriyeli vatandaşlarının yönetim sürecinde belediyelerin hizmet
kapsamındaki konumu incelenmiştir. Literatürde ortaya konan çalışmalarda belediyelerin
yaşadığı genel sorunlar el alınarak eksik olan yönler ortaya konmaya çalışılmıştır.
Bu çalışmada örneklem Suriyeli Mülteciler kapsamında oluşturulmuş, doküman analizi
yöntemi kullanılarak çalışma hazırlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Türkiye, Suriyeli sığınmacılar, geçici koruma statüsü, göç mevzuatı, belediye
mevzuatı, göç yönetimi
267
Migration Policies and the Role of Local Governments: The Case of Syrian Migrants
Cansu Nur Demirbaş1
Abstract
Migration can occur for many different reasons and brings along quite different results.
Migration, which is an important and comprehensive issue; It has many economic,
political, social etc. outputs. These outputs are directly within the scope of management.
Our country, which received the most immigrants after the Syrian Crisis, has developed
and implemented effective management and policies on issues such as economy, education
and health within the scope of migration outputs. It is seen that different migration
management policies have been created in Turkey and in the countries of the world.
Migration of Syrian citizens in the world and Turkey has been among the important agenda
items in recent years.
In the migration management process, since the areas of influence of local governments
are realized in terms of purpose and region compored to thecentral execution and sevice
development to the public. However, it is seen that it is blocked in terms of its powers and
responsibilities. In addition, language and cultural factors are among the problems
experienced by municipalities in migration management.
After 2011, the civil war in Syria has turned into a mass migration. With its "open door"
policy, thousands of Syrian citizens have entered our country. The country hosting the
most Syrian citizens was Turkey. Syrian citizens who were hosted in the established cities
and tent camps were scattered in the provinces within the country over time. This has
become a problem that affects cities as a whole. In addition, it has been observed that in
order to reach better conditions for the economic, social etc. conditions of the asylum
seekers, there are also out-of-country migrations along with internal migrations. With the
migration experienced, new policies have been implemented in our country and the
process has been tried to be managed. Meeting the basic needs of Syrian citizens such as
shelter and health and the integration process have become a concern for local
governments other than the central government over time. In this process, it is seen that
there are difficulties in meeting the services and needs of the municipalities due to the
shortage of authority and budget.
Since there is no political, legal and institutional plans and regulations for this mass
migration situation our country, migration policies have developed over time after
migration has taken place and have been shaped according to the situation. Migration
policies are very important for local people and immigrants. Correct and healthy
management of the process brings about positive or negative developments in areas such
as economy, health and domestic security, etc. This multidimensional migration issue is a
matter of regional problems and since tehe solutions may differ, the determination of the
1
Master Student, Cansu Nur Demirbaş, Zonguldak Bülent Ecevit University, cansudem2014@gmail.com
268
municipalities within the scope of the municipalities can pave the way form more effective
and long-term solutions. The aim of this study is to reveal the structural and adminşstrative
problems of municipalities.
Cities are entirely within the scope of the responsibilities of municipalities. Basic common
needs such as housing, infrastructure and drinking water in cities are fulfilled by the
service of municipalities. As stated in the municipal legislation, it is seen that foreign
citizens are included in the scope of municipal service. In this context, it is seen that there
is a language problem in the first place in the provision of services to immigrants and this
problem is followed by health and education. Structurally and administratively, it is seen
that various problems arise in a chain with the inadequacies in the legal ground. In this
study, the problems experienced by municipalities and the management process are
included.
In this study, first of all, a conceptual framework was drawn and migration and protection
statuses were mentioned. The protection statuses determined for foreigners in our country
were examined and the "Law on Foreigners and International Protection" was examined.
In order to clearly see the powers and responsibilities of municipalities on migration, the
"Municipal Law" and the "Citizen Law" were examined and the powers for immigrants
were tried to be addressed. In the management process of Syrian citizens in our country,
the position of municipalities within the scope of service was examined. In the studies put
forward in the literature, the general problems experienced by the municipalities were
taken into consideration and the missing aspects were tried to be revealed.
In this study, the sample was formed within the scope of Syrian Refugees and Syrian
population. The study was prepared using the document analysis method.
Keywords: temporary protection status, Turkey, municipal legislation, Syrian asylum seekers,
migration management.
269
İKİNCİ GÜN: ÜÇÜNCÜ OTURUM
27.10.2023 13:30-15:00 Koçumbeli Salonu
Teknoloji ve Yönetim
Oturum Başkanı: Mete Yıldız
Yapay Zekanın Katılımcılık Süreçlerinde Uygulanabilirliği Üzerine Bir Değerlendirme
An Analysis About the Applicability of Artificial Intelligence in Participation Processes
Fatih Tolga
Türk Kamu Yönetiminde Açık Devlet Verisi Uygulamaları: Büyükşehir Belediye
Portalları Üzerine Bir İnceleme
Open Government Data Applications in Turkish Public Administration: A Study on Metropolitan
Municipality Portals
Yaşar Samed Gündoğan, Ezgi Seçkiner Bingöl
Avrupa Güvenli E-Kimlik Deneyimi Işığında Türkiye İçin Dersler
Lessons For Türkiye In The Light of the European Secure E-Id Experience
Nur Şat
Kamu Yönetiminde Dijital Dönüşüm ve Dijital Çağ Yönetişimi’nin Siber Güvenlik Ekseninde
Değerlendirilmesi
Evaluation of Digital Transformation and Digital Age Governance in Public Administration on the
Axis of Cyber Security
Sevda Nur Çevik, Osman Tekelioğlu
Şirketleşen Yerel Yönetimler ve Blockchain
Corporated Local Governments And Blockchain
Nur Banu Çağatay, Ahmet Güven
270
Yapay Zekanın Katılımcılık Süreçlerinde Uygulanabilirliği Üzerine Bir
Değerlendirme
Fatih Tolga1
Özet
Kamu yönetimi işleyişi içerisinde katılımcılık devlet-vatandaş, devlet-sivil toplum ilişkilerini
demokratik bir zemin çerçevesine yerleştirir. Vatandaşların ve sivil toplum örgütlerinin
yönetim ve karar alma ile ilgili süreçlere etkide bulunması, biryandan kamu politikası
uygulamalarının meşruiyetini sağlarken diğer yandan katılımcı yönetim anlayışının
pekişmesine katkıda bulunur. Yerelden merkeze kamusal hizmetlere ilişkin fikirlerin,
görüşlerin, taleplerin, sitemlerin iletilmesi; kamu politikalarına ilişkin hesap verebilirliğin
sağlanması; vatandaşın yönetimin pasif bir aktörü olarak değil aktif bir üyesi olarak
değerlendirilmesi; sivil toplum yapılarının örgütsel düzeyde yönetişim mantığına dayalı
olarak kamusal alanda etkinliğinin artması katılımcılığın toplumsal ve siyasal sistem
içerisindeki göstergelerinden bazılarıdır.
Türk kamu yönetimi sistemi çerçevesinde son otuz yılda ortaya konulan reform çabaları hem
yerelde hem de merkezde katılımcılığa dayalı birçok yeni uygulamalar ve örgütlenmeler
ortaya çıkarmıştır. Yerelde kent konseyleri, gönüllü katılım, katılımcı bütçeleme gibi
araçlarla; ulusal ölçekte ise 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu, CİMER
(Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi), Kamu Denetçiliği Kurumu gibi uygulamalar
katılımcılığa dayalı yönetim yapısının biçimlenmesine katkıda bulunmuştur. İster normatif
olsun ister biçimsel olsun katılımcılığın temel dayanakları hesap verebilirlik, şeffaflık, ortak
karar alma gibi bir takım temel yönetişim değerleriyle ilişkilidir. Bu ilişki ise günümüzde
iletişim teknolojilerindeki ve bilgiye erişim olanaklarındaki araçlar sayesinde yoğunluk ve
esneklik kazanmaktadır. Yapay zeka uygulamaları söz konusu yoğunluğun ve esnekliğin
belirleyicisi olarak ulusal programlarda stratejik bir alan olarak değerlendirilmektedir. Bu
doğrultuda Dijital Dönüşüm Ofisi tarafından Ulusal Yapay Zeka Stratejisi 2021-2025 belgesi
hazırlanarak, bu alanda atılacak adımları gösteren çerçeve bir program oluşturulmuştur. Bu
durum bize artık yapay zeka uygulamalarının bir kamu politikası olarak değerlendirildiğini
göstermektedir.
Çağımızda iletişim teknolojilerinde dijitalleşmeye dayalı gelişmeler katılımcılık olgusunu
yönetim süreçlerinde yeniden değerlendirmemize olanak sağlayan birçok yeni kavramı
ortaya çıkarmaktadır. Bunlardan birisi dijital yönetişim kavramı ekseninde anlam kazanmış
olan ve vatandaşların kamu hizmetlerine katılımını kolaylaştıran E-katılım kavramıdır. Bu
katılım yönteminde katılan özne yani eylemde bulunan vatandaştır. Araç ise E-katılımın
gerçekleştirildiği ortama karşılık gelir. Söz konusu ortam E-Devlet uygulamaları ve internet
kullanımının yaygınlaşması, kitle iletişim araçlarının çeşitlenmesiyle ilişkili olarak bireysel
ve örgütsel düzeyde yönetim süreçlerinde katılımcılığı teşvik edici özelliğe sahiptir. Ancak
son dönemde yapay zeka alanındaki baş döndürücü yenilikler, katılan özne vatandaşla
1
Öğr. Gör., Fatih Tolga, Hitit Üniversitesi, fatihtolga@hitit.edu.tr
271
birlikte ikinci bir özne oluşturma potansiyeline sahiptir. Bu anlamda gelecekte yapay
zekanın katılımcılık anlayışını nasıl ve ne şekilde etkileyeceği merak konusu olmaktadır.
Toplumsal, ekonomik, akademik alanlarda karar verme ve bilimsel bilgiye ulaşma
noktasında yapay zekanın önümüzdeki dönemlerde daha çok incelemeye ve tartışmaya
konu olacağı beklenmektedir. Ulusal akademik yazında ve kamu yönetimi alanında da hatırı
sayılır çalışmaların varlığı yapay zeka kavramının bütün boyutlarıyla incelenmesi
gerekliliğini bize göstermektedir. İnsana özgü bilişsel kabiliyete sahip yapay zeka araçlarının
küresel veri analizleri ile mantıksal karar verme kapasitesini güçlendirmesi adeta
katılımcılığın vatandaş odaklı doğasını tartışmalı hale getirmektedir. Nitekim Suudi
Arabistan’da “Sophia” adındaki yapay zeka robotuna vatandaşlık verilmesi, kişiler hukuku
alanında yoğun bir şekilde tartışılsa da gözden kaçırılan bir nokta olarak yönetime katılma
açısından nasıl bir işleve sahip olacağı belirsizliğini korumaktadır. Romanya’da Başbakan
Ciuca’nın “Ion” adlı yapay zeka robotunu hükümet danışmanı olarak ataması son gelinen
noktada katılımcılığa yeni bir boyuttan değerlendirmemizi gerektirecek kuramsal
çalışmaların önemini ortaya koymaktadır. Bu çalışmada yapay zeka alanında ortaya çıkan
gelişmelerin yönetim süreçlerinde katılımcılığı nasıl etkileyeceği; katılımcı aktörlerin bu
süreç içerisinde nerede konumlandırıldıkları; gelecekte merkezi ve yerel ölçekte kamu
politikalarının oluşturulmasında yapay zekanın katılımcılık açısından ne gibi fırsatlar ve
tehditler ortaya koyacağı tartışılmaya çalışılacaktır. Bu doğrultuda çalışma, yapay zeka
pratiklerini katılımcılık boyutuyla incelemeyi hedeflemektedir.
Anahtar Kelimeler: katılımcılık, yapay zeka, E-katılım.
272
An Analysis About the Applicability of Artificial Intelligence in Participation Processes
Fatih Tolga 1
Abstract
Participation in the functioning of public administration places state-citizen and state-civil
society relations within a democratic framework. The influence of citizens and civil society
organizations on the processes of governance and decision-making not only ensures the
legitimacy of public policy practices, but also contributes to the consolidation of
participatory governance. Conveying ideas, opinions, demands and systems regarding
public services from the local to the central level; ensuring accountability for public
policies; considering citizens as active members of the administration rather than passive
actors; and increasing the effectiveness of civil society structures in the public sphere based
on the governance logic at the organizational level are some of the indicators of
participation in the social and political system.
The reform efforts in the last thirty years within the framework of the Turkish public
administration system have led to many new practices and organizations based on
participation both at the local level and at the center. At the local level, tools such as city
councils, voluntary participation, and participatory budgeting, and at the national level,
practices such as the Law No. 4982 on the Right to Information, CİMER (Presidential
Communication Center), and the Ombudsman's Office have contributed to the shaping of
a governance structure based on participation. Whether normative or formal, the basic
foundations of participation are related to a number of fundamental governance values
such as accountability, transparency and shared decision-making. Today, this relationship
gains intensity and flexibility thanks to the tools in communication technologies and access
to information. Artificial intelligence applications are considered as a strategic area in
national programs as a determinant of this intensity and flexibility. In this direction, the
National Artificial Intelligence Strategy 2021-2025 document was prepared by the Digital
Transformation Office and a framework program showing the steps to be taken in this field
was created. This shows us that artificial intelligence applications are now considered as a
public policy.
In our age, developments in communication technologies based on digitalization reveal
many new concepts that allow us to re-evaluate the phenomenon of participation in
governance processes. One of these is the concept of E-participation, which has gained
meaning around the concept of digital governance and facilitates citizens' participation in
public services. In this participation method, the participant is the subject, i.e. the citizen
who takes action. The tool corresponds to the environment in which E-participation is
realized. The environment in question has the feature of encouraging participation in
management processes at the individual and organizational level in relation to EGovernment applications and the widespread use of the internet and the diversification of
1
Lecturer, Fatih Tolga, Hitit University, fatihtolga@hitit.edu.tr
273
mass media. However, the recent dizzying innovations in the field of artificial intelligence
have the potential to create a second subject along with the participating subject citizen. In
this sense, it is a matter of curiosity how and in what way artificial intelligence will affect
the understanding of participation in the future.
It is expected that artificial intelligence will be subject to more scrutiny and discussion in
the coming periods at the point of making decisions in social, economic and academic fields
and accessing scientific knowledge. The existence of considerable studies in the national
academic literature and in the field of public administration shows us that the concept of
artificial intelligence should be examined in all its dimensions. The fact that artificial
intelligence tools with human-specific cognitive abilities strengthen the capacity of logical
decision-making through global data analysis makes the citizen-oriented nature of
participation controversial. As a matter of fact, although the granting of citizenship to the
artificial intelligence robot named "Sophia" in Saudi Arabia has been intensively discussed
in the field of personal law, it remains unclear how it will function in terms of participation
in governance. In Romania, Prime Minister Ciuca's appointment of an artificial intelligence
robot named "Ion" as a government advisor reveals the importance of theoretical studies
that will require us to evaluate participation from a new dimension. This study will try to
discuss how the developments in the field of artificial intelligence will affect participation
in governance processes; where participatory actors are positioned in this process; and
what opportunities and threats artificial intelligence will present in terms of participation
in the formulation of public policies at the central and local level in the future. In this
direction, the study aims to examine artificial intelligence practices from the perspective of
participation.
Keywords: participation, artificial intelligence, e-participation
274
Türk Kamu Yönetiminde Açık Devlet Verisi Uygulamaları: Büyükşehir Belediye
Portalları Üzerine Bir İnceleme*
Yaşar Samed Gündoğan1
Ezgi Seçkiner Bingöl 2
Özet
Bu çalışma açık devlet verisi teknolojisini kamu yönetimi perspektifinden irdelemekte ve
Türk kamu yönetimi örneğinde açık devlet verisi uygulamalarını incelemektedir. Açık devlet
verisi, kamu kurum ve kuruluşlarının toplumla paylaştığı verilerin açık, erişilebilir ve
yeniden kullanılabilir olmasını ifade etmektedir. Kamu sektörü, yönetim anlayışında klasik
kamu yönetiminden yönetişime uzanan süreçteki değişimlerle ve teknolojinin gelişmesi ile
önemli dönüşümlere sahne olmuştur. Bu süreçte birçok ülkede devlet verilerine yönelik
gizlilik, kapalılık, katılık gibi tutumlar yerini açıklık, şeffaflık, esneklik gibi ilkelere
bırakmıştır. Yöneten ve yönetilen arasındaki ilişkilerin açıklık üzerine temellenmesi gelişmiş
toplumlarda temel gerekliliklerden biridir. Günümüzde kamu bürokrasileri yönetimde
açıklık, şeffaflık, hesap verebilirlik gibi ilkeleri önemsemektedir. Son yıllarda gelişmiş ülkeler
açık veri teknolojisine önemli yatırımlar yapmaktadır. Açık veri teknolojileri örgütlere,
bürokratik maliyetlerin azaltılması, katılımcılık, katma değer, ekonomik büyüme, yeni
istihdam olanakları ve enerji tasarrufu gibi birçok fayda sağlamaktadır. Çalışmamızda ilk
olarak Türkiye’de merkezi yönetim düzeyinde bazı kurum ve kuruluşların, yerel yönetim
düzeyinde ise belediyelerin açık devlet verisi çalışmaları ortaya konmuştur. İstanbul, İzmir
ve Bursa Büyükşehir Belediyeleri olmak üzere üç belediyenin açık veri portalları ise mercek
altına alınmış ve bu belediyelerin açık veri çalışmalarına ilişkin bir analiz sunulmuştur.
Merkezi yönetim düzeyinde veri açma çalışmaları geçmişten bugüne kronolojik olarak yasal
ve kurumsal olarak ortaya konmuştur. İlgili büyükşehir belediyelerinin sahip oldukları açık
veri setleri ayrıntılı bir biçimde incelenmiş veriler; konu, kategori, içerik, sayı yönlerinden
analiz edilmiştir. Belediyelerin açık veri setleri; veri seti sayıları, en çok kullanılan veri setleri,
kategori türleri ve sayıları, kategorilerin barındırmış olduğu veri seti sayısı, popüler veri
setleri tablo edilerek karşılaştırılmıştır. Portaldaki verilerin etkililiğine ilişkin bir tartışma da
sunulmuştur. Birincil veri toplama yöntemi olarak literatür analizi yöntemi benimsenmiştir.
Bu doğrultuda yararlanılan kaynaklar; belediye faaliyet raporları, belediye stratejik planları,
belediyelerin resmi internet siteleri, portalı kuran bilgi işlem dairesi başkanlıkları ve
belediyenin haber kaynaklarıdır. İkinci olarak belediyelerin açık veri setlerinin incelenmesi
için resmi internet sayfalarından yararlanılmıştır. Son olarak ilgili belediyelerin portalları
* Bu çalışma Doç. Dr. Ezgi Seçkiner Bingöl danışmanlığında Yaşar Samed Gündoğan tarafından Niğde Ömer
Halisdemir Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde tamamlanan “Türk Kamu Yönetiminde Açık Veri
Uygulamaları ve Yerel Yönetimlerin Açık Veri Portallarının İncelenmesi” (2022) başlıklı yüksek lisans tezinden
yararlanılarak hazırlanmıştır.
1 Kamu yönetimi bilim uzmanı, Yaşar Samed Gündoğan, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi,
y.samedgundogan@gmail.com
2 Doç. Dr., Ezgi Seçkiner Bingöl, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, eseckinerbingol@ohu.edu.tr
275
üzerine bir analiz sunulmuş, değerlendirme bölümünde bu analizden elde edilen veriler
değerlendirilmiştir. Çalışma sonucunda ülkemizde merkezi yönetim ve yerel yönetim
düzeylerinde açık veri uygulamalarının kapsamının dar ve ilerlemesinin yavaş olduğu
görülmüştür. Açık veri portallarının henüz yeni kurulmuş olması, kurumlarda kapalılık,
katılık, kuralcılık gibi tutumların devam ediyor olması, teknik ekip ve eleman eksiklikleri,
yerel yöneticilerin zaman ve maliyet gibi nedenlerden ötürü konuya mesafeli yaklaşması gibi
sebepler açık devlet verisi teknolojisinin ilerlemesinin önündeki engeller olarak not
edilmiştir. İncelenen belediyeler özelinde varılan sonuçlara ek olarak, Türk kamu
yönetiminde açık devlet verisine ilişkin kapsamlı bir mevzuat çalışmasına ihtiyaç olduğu,
yönetimde açıklığa erişmenin bir anlayış ve yönetim kültürü değişimi gerektirdiği,
girişimcilerin, üniversitelerin, sivil toplumun açık devlet verisi kullanımı konusunda
desteklenmesi gerektiği, yerel yöneticilerin açık veri konusunda bilgilendirilmesi;
belediyelerde açık verinin üst yönetim tarafından benimsenmesi, alt-yapı ve entegrasyon
çalışmalarının gerçekleştirilmesi gibi öneriler geliştirilmiştir. Bu çalışma Türkiye’de yerel
yönetimlerin açık devlet verisi çalışmalarını inceleyen ilk araştırmalardan biridir. Gün
geçtikçe açık devlet verisi çalışmaları gelişmektedir. Bu çalışma açık devlet verisi çalışan
diğer araştırmacılar için yol gösterici olabilir.
Anahtar Kelimeler: Açık devlet verisi, açık veri, Türk kamu yönetiminde açık devlet verisi,
Belediyelerde açık veri.
276
Open Government Data Applications in Turkish Public Administration: A Study on
Metropolitan Municipality Portals*
Yaşar Samed Gündoğan1
Ezgi Seçkiner Bingöl2
Abstract
This study examines open government data technology in terms of public administration
and analyzes open government data applications in the Turkish public administration. Open
government data refers to the open, accessible and reusable data that public institutions and
organizations share with the public. The public sector has undergone significant
transformations with the changes in the management approach from classical public
administration to governance and with the development of technology. In this process, in
many countries, attitudes such as secrecy, closeness and rigidity towards state data have been
replaced by principles such as openness, transparency and flexibility. It is essential for
democratic societies that the relations between the ruler and the governed are based on the
principle of openness. Today, public bureaucracies attach importance to principles such as
openness, transparency and accountability. In recent years, developed countries have made
significant investments in open data technology. Open data technologies provide many
benefits to organizations such as reducing bureaucratic costs, participation, effectiveness,
economic growth, new employment opportunities and energy savings. In our study, firstly,
the open government data works of some institutions and organizations at the central
government level and municipalities at the local government level in Turkey are presented.
The open data portals of three municipalities, namely Istanbul, Izmir and Bursa Metropolitan
Municipalities, are examined and an analysis of their open data efforts is presented. Data
opening activities at the central government level are presented chronologically from past to
present in legal and institutional terms. The open data sets of the relevant metropolitan
municipalities were examined in detail and the data were analyzed in terms of subject,
category, content and number. The open data sets of the municipalities were compared by
classifying the number of data sets, the most used data sets, the types and number of
categories, the number of data sets contained in the categories, and popular data sets. A
discussion on the effectiveness of the data on the portal is also presented. Literature analysis
was adopted as the primary data collection method. The sources utilized in this direction are
municipal activity reports, municipal strategic plans, official websites of municipalities, IT
departments that set up the portal, and municipal news sources. Secondly, the official
* This study is based on the master's thesis entitled "Open Data Applications in Turkish Public Administration
and Examination of Open Data Portals of Local Governments" (2022), completed by Yaşar Samed Gündoğan at
Niğde Ömer Halisdemir University, Department of Public Administration under the supervision of Assoc. Prof.
Dr. Ezgi Seçkiner Bingöl.
1
Graduate master student, Yaşar Samed Gündoğan, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi,
y.samedgundogan@gmail.com
2 Assoc. Prof. Dr., Ezgi Seçkiner Bingöl, Niğde Ömer Halisdemir University, eseckinerbingol@ohu.edu.tr
277
websites of the municipalities were utilized to examine their open data sets. The open data
sets of the relevant metropolitan municipalities were examined in detail and the data were
analyzed in terms of subject, category, content and number. Finally, an analysis of the portals
of the relevant municipalities is presented and the data obtained from this analysis is
evaluated in the evaluation section. As a result of the study, it was seen that the scope of open
data applications at the central and local government levels in our country is narrow and
progress is slow. Reasons such as the fact that open data portals have only recently been
established, the persistence of attitudes such as closeness, rigidity and normativity in
institutions, lack of technical teams and personnel, and local administrators’ distant
approach to the subject due to reasons such as time and cost, have been noted as obstacles to
the advancement of open government data technology. In addition to the conclusions
reached specifically for the municipalities examined, it is stated that there is a need for a
comprehensive legislative study on open government data in Turkish public administration,
that achieving openness in management requires a change of understanding and
management culture, that entrepreneurs, universities, and civil society should be supported
in the use of open government data, and that local administrators should be open to open
government data. being informed about the data; Recommendations have been developed
such as the adoption of open data by the senior management in municipalities and the
realization of infrastructure and integration studies.s. This study is one of the first studies to
examine the open government data efforts of local governments in Turkey. Open
government data studies are developing day by day. This study can be a guide for other
researchers working on open government data.
Keywords: open data, open government data, open government data in Turkish public
administration, open data in municipalities
Avrupa Güvenli E-Kimlik Deneyimi Işığında Türkiye İçin Dersler
278
Nur Şat 1
Özet
Bu çalışmanın konusu elektronik kimlik (e-kimlik)tir.
Bilgi toplumunun kamu yönetim modeli olan elektronik devlet olgunluğunun mayası
elektronik veriye dayalı tanımlama ve doğrulamanın araç seti olan e-kimliğin işlerliğinde
saklıdır. Kişisel veriye duyarlı kamu hizmeti sunumunu gerçek veya tüzel kişiye
bağlayabilme süreci kimlik bilgilerinin güvenilirliğini bilgi temelli toplumu yaşatmak için
gerekli kılmıştır. Kimliğin elektronik formda tanımlaması ve doğrulaması artık kamu idaresi
için bir yükümlülüktür. Uygarlığın bu aşamasında, neo-liberal ekonomi-politik ortamdan,
iklim değişikliğine bir dizi olgunun şekillendirdiği sınır ötesi hareketlilik de dâhil, her
düzeyde e-kimliğin etkin ve hukuki şekilde kullanılması gerekmektedir.
Bilhassa hukuki belgeleriyle Avrupa Birliği (AB), sınırları içinde birbirlerinden farklı ulusal
kimlik tanımlama ve doğrulama araçlarıyla birlikte çalışabilirlik için işlevsel bir uygulama
çerçevesi oluşturmuştur; bilgi ekonomisi stratejilerini, kamu hizmetlerine çevrim içi erişimde
yüksek bir güvence düzeyine karşılık gelen e-kimlikle kurgulayarak doğal bir liderlik
sağlamıştır.
Üye ülkeleri strateji belgelerinde e-kimlikten nadiren bahsederken ve üyeler arasında ekimliğin çevrim içi kamu hizmetlerinin kolaylaştırıcısı olduğu konusunda bir mutabakat bile
bulunmazken Birlik, paydaşlarına e-kimliğin sosyal, ekonomik ve hukuki bir iklim
oluşturma yeteneğini ispatlamak istemiştir. Bu nedenle AB, Avrupa Komisyonu eliyle “eKimlik Birlikte Çalışabilirlik Platformu” oluşturarak kısaca STORK olarak anılan “Sınır Ötesi
Kimlik Doğrulama Entegrasyonu” projelerini desteklemiştir. 2008-2015 yılları arasında
uygulanan her iki proje, üye devletler arasında kişisel verinin elektronik alışverişi için bir
çerçeve oluşturmayı amaçlamıştır. Projeler, vatandaşların, işletmelerin ve kamu
yetkililerinin sınırlar ötesinde güvenli işlemler gerçekleştirmesini sağlamak için e-kimlik
sistemlerine teknik standartlar, yasal çerçeveler ve işlemler izleği oluşturmuştur.
STORK projeleri; teknik altyapı, birlikte çalışabilirlik sorunları, veri koruma endişeleri, bazı
üye devletlerin direnci gibi zorluklara rağmen, sınırlar ötesi veri aktarımında e-kimlik
hizmetini benzersiz ve yüksek kapasitede sınayabilmiş ve siyasi destek, güçlü teknik
uzmanlık, yeni yasal çerçeveler oluşturulabilmek gibi belirli başarılara ulaşmıştır.
Bu deneyimin Türkiye'de e-kimliğin uygulanma süreci açısından dersler içerdiği
değerlendirilmektedir. 1970’li yıllardan beri teknik, idari ve hukuki bir birikim sağlayan
merkezi nüfus sistemi altyapısıyla birlikte Türkiye’de 2009’da başlanan kamu hizmetlerinin
dijitalleşme süreci e-kimlik hizmetinin uygulanmasıyla devam etmektedir. Yasal ve teknik
altyapılarla 2016 yılında finans, sağlık, tapu kaydı, sosyal sigorta gibi çeşitli kamu
hizmetleriyle bütünleştirilen e-kimlik sistemi başlatılmıştır.
Bu çalışmanın kapsamı, AB’de sınır ötesi kullanım amaçlı e-kimlik düzenlemeleri ve
uygulamaları ışığında Türkiye’deki e-kimliğin geleceği için çıkarımda bulunulmasıdır.
1
Doç. Dr., Nur Şat, Hitit Üniversitesi, nursat@hitit.edu.tr
279
Bu bildirinin amacı, AB’nin STORK deneyimini çıkarılabilecek dersleri Türkiye'de e-kimliğin
uygulanmasına yönelik olarak keşfetmek Türkçe bilim yazınına kazandırmaktır. Bulgularına
dayanarak, söz konusu deneyimin Türkiye'de e-kimliğin başarısı için değer taşıdığı sonucu,
çalışmanın önemini göstermektedir. STORK projelerinin performansındaki temel faktörleri
ve uygulama sırasında ortaya çıkan zorlukları araştırmak için bu çalışmada nitel yöntem
benimsenmektedir.
Çalışma, örnek olay deseniyle örülüdür. Desenleme stratejisi, amaçlı örneklem için nitel veri
kullanmaktır. Bildiri için araştırmanın veri toplama araçları; projelerin resmî belgeleri
üzerinde kapsamlı doküman incelemesi, STORK’ların tasarımı ve uygulamasında çalışmış
olan uzmanlarla mülâkat, e-kimlik konusunda sistematik olmayan bir literatür taramasıdır.
Toplanan veri, betimsel ve içerik analiziyle çözümlenmiştir. Araştırmada güvenirlilik ve
geçerlilik veri üçgenlemesi, yansıtıcı düşünce, uzman görüşüyle sağlanmaktadır. Bildiri,
Projelerin teknik detaylarını sadece asgari açıklamalarla sınırlandırmış ve daha çok kamu
yönetimi için alınacak derslerine odaklanmıştır.
Anahtar Kelimeler: elektronik kimlik (e-kimlik), kamu hizmeti, kamu yönetiminde dijitalleşme, Avrupa
Birliği, STORK projeleri
Lessons For Türkiye In The Light of the European Secure E-Id Experience
280
Nur Şat 1
Abstract
The subject of this study is "electronic identity (e-ID)".
The yeast of electronic government maturity, the public administration model of the
information society, lies in the functionality of e-ID, an identification and verification
toolkit linked to electronic data. The process of linking the provision of personal datasensitive public services to a natural or legal identity has made the reliability of identity
information essential to the maintenance of a knowledge-based society. Identification and
verification of identity in electronic form is now an obligation of public administration. At
this stage of civilisation, e-ID must be used effectively and legally at all levels, including
cross-border mobility, which is shaped by a range of phenomena from neoliberal political
economy to climate change.
The European Union (EU) has based its knowledge economy strategies on e-ID, which
corresponds to a high level of security for online access to public services. In particular,
through its legal instruments, the EU has established a functional implementation
framework for interoperability with national identification and verification tools that differ
across its borders. To demonstrate the benefits of e-ID with cross-border data flows, Europe
has sought to enable commercial, legal, and social relationships based on electronic data
on this scale. This has given it a natural leadership role.
While its member states rarely mentioned e-ID in their strategy documents and there was
not even a consensus among the members that e-ID was a facilitator for online public
services, the Union bodies wanted to prove to its stakeholders the ability of e e-ID to create
a socio-economic and legal climate. For this reason, the EU supported the "Secure idenTity
acrOss boRders linKed" projects, called STORK and STORK 2.0, through the basic creation
of an " e-ID Interoperability Platform" by the European Commission (EC). The projects,
which ran from 2008 to 2015, aimed to establish a framework for the electronic exchange
of personal data between Member States. The projects set technical standards, legal
frameworks, and a process track for e-ID systems to enable citizens, businesses, and public
administrations to conduct secure transactions across borders.
Although the STORKs faced several challenges, including technical infrastructure,
interoperability issues, data protection concerns, legal issues and resistance from some
Member States, the experience provides a unique and powerful example of the e-ID
service, cross-border data transfer, along with certain success factors such as political
support, strong technical expertise, and a new legal framework.
These experiences are lessons to be learnt for the implementation of e-ID in Türkiye: The
process of digitalisation of public services in Türkiye, which started in 2009, continues the
implementation of e-ID services with the infrastructure of the Central Population System,
which has been providing technical, administrative, and legal records since the late 1970s.
With the legal and technical infrastructure in place, the e-ID system was launched in 2016,
1
Assoc. Prof. Dr., Nur ŞAT, Hitit University, nursat@hitit.edu.tr
281
and integrated into various public services such as finance, health, land registry and social
security.
The scope of this study is to envision the future of e-ID in Türkiye in the light of e-ID
regulations and practices of the EU’s experience. This paper aims to explore the lessons
that could be learnt from the EU’s STORK Projects for better implementation of e-ID in
Türkiye and provide this example to the Turkish scientific literature. Based on its findings,
the study concludes that this experience is valuable for the e-ID’s success in Türkiye.
The qualitative method is used to explore the key factors in the performance of STORK
Projects and the challenges that arose during implementation. The study is based on a case
study design. The design strategy is to use qualitative data for purposive sampling. The
data collection tools of the research for the paper are a comprehensive document review of
the official documents of the projects, in-depth interviews with experts involved in the
design and implementation of STORKs, and a literature review on e-ID. The collected data
was analysed using descriptive and content analysis. Reliability and validity are ensured
through data triangulation, reflection, and expert opinion. The paper minimises the
technical details of the projects and focuses more on lessons for public administration.
Keywords: electronic identity (e-ID), public service, digitalization in public administration, European
Union, STORK Projects
282
Kamu Yönetiminde Dijital Dönüşüm ve Dijital Çağ Yönetişimi’nin Siber
Güvenlik Ekseninde Değerlendirilmesi
Sevda Nur Çevik1
Osman Tekelioğlu2
Özet
Kamu yönetimi disiplininde 1980’li yıllarla birlikte Yeni kamu Yönetimi (YKY) anlayışı
gündeme gelmiş ve klasik yönetim anlayışının çıkmazlarına bir alternatif olarak
sunulmuştur. Özel sektör yönetim anlayışının ilkelerini kamu sektöründe uygulayarak
verimliliği ve etkinliği artırmaya çalışan YKY anlayışı 2000’li yıllarla birlikte zirveye
ulaşmıştır. YKY anlayışının ortaya çıkan çıkmazlar karşısında cevap verememeye
başlamasıyla alternatif anlayışlar gündeme gelmiştir. Kimi zaman YKY’nin devamı kimi
zamansa ayrı bir paradigma olarak ele alınan Dijital Çağ Yönetişimi (DÇY) de bunlardan
birisidir. Bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelerle beraber kamu yönetiminde
teknoloji kullanımı da yaygınlaşmıştır. Devletin hızla dijitalleşmesi, vatandaşlar, işletmeler
sivil toplum örgütleri arasındaki etkileşim elektronik ortamda artarak gelişmiştir. Bu
gelişmeler e-devlet, e- yönetişim, e-demokrasi gibi kavramların doğmasını sağlamıştır. Bu
kavramlar DÇY yaklaşımının birer alt unsuru olup onunla ilişkili olarak ele alınmaktadır.
Dijital çağın yönetişim stratejisi teknolojik imkanlar ve gelişmeler tarafından
şekillenmektedir. Yaklaşımda dijitalleşmenin avantajlarından faydalanmak amacıyla
merkezileştirme ve uzmanlaşmaya öncelik tanınmakta, dijitalleşme vasıtasıyla verimliliği
artırmak hedeflenmektedir. DÇY, kamu sektörünün çok daha geniş bir perspektifte
örgütlenmesini sağlamaktadır. Kamu sektörü dijitalleşme çabası içinde karşılıklı olarak
tanımlanmış ortak hedeflere ulaşmak amacıyla vatandaşlarla işbirliği yapmakta ve katılımcı
bir yaklaşım sergilemektedir. Kamu yönetiminde yaşanan dijitalleşme kamu sektörü ve bu
sektöründe etki alanında önemli somut dönüşümleri beraberinde getirmiştir. E-devlet
uygulamaları gibi elektronik hizmetlerin kamu sektöründe yaygınlaşması ve kamu
hizmetlerine dahil edilen otomasyon süreçleri dijitalleşmenin yarattığı en başat aktörler
olarak karşımıza çıkmaktadır. Kamu yönetiminde dijitalleşme süreci yaşanan somut
değişimlerle beraber alan yazınında da bazı yeni tartışmalara meydana getirmiş nitekim
önemli sonuçlar da doğurmuştur. Kamu yönetiminde dijitalleşme uygulamaları gerek
topluma bu aktörlerin aktarılması gerek dijitalleşme ile yaşanan olumlu gelişmeler gerekse
sonuçları itibariyle farklı çerçevelerden tartışma imkânı sunmaktadır. E- devlet gibi
uygulamaların açıklık, şeffaflık, hesap verebilirlik gibi ilkeleri bilgi edinme imkanını
artırması yoluyla etkinliği artırması vatandaşlara olumlu dönütler sağlamaktadır.
Zamandan ve veriden tasarruf sağlanırken, bilgi edinme yoluyla yolsuzluk gibi faaliyetlerin
önlenmesi de kolaylaşmaktadır. Ancak dijitalleşme iki yönlü olarak ele alınması gereken bir
konudur. Kişisel verilerin korunması, siber saldırılar, mahremiyet, etik bağlamında
1
2
Doktor Adayı, Sevda Nur Çevik, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, cevikksevdanurr@gmail.com
Öğr. Gör., Osman Tekelioğlu, Muş Alpaslan Üniversitesi, tekelioglu_osman@hotmail.com
283
değerlendirildiğinde başka boyutlar meydana gelmektedir. Dijitalleşme sürecinin hem
kuramsal hem de uygulama düzeyinde yarattığı sonuçlar incelendiğinde kamu sektörünün
kökten bir değişiklikle karşı karşıya olduğu söylenebilir. Bu değişiklik kamu sektörünün
ihtiyaçlarını da büyük oranda şekillendirmektedir. 2000’li yıllarda bilim ve teknoloji
alanında yaşanan hızlı dönüşüm bilgi ve iletişim teknolojilerini toplum ve ekonominin
vazgeçilmez bileşeni haline getirmiştir. Hem kamu kurumları hem de özel sektörde sağlık,
ulaşım ve haberleşme gibi birçok hizmetin yerine getirilmesi için bilgi ve iletişim teknolojileri
hayati önem taşımaktadır. Yaşanan bu dönüşüm ve özellikle de internet kullanımının
yaygınlaşması olanak sağladığı olumlu sonuçların yanı sıra ciddi güvenlik risklerini de
beraberinde getirmiştir. Bu riskler kamu sektöründe siber güvenlik ihtiyacını
doğurmaktadır. Bu açıdan çalışmanın amacı kamu yönetiminde dijitalleşme sürecini olumlu
ve olumsuz yanlarıyla ele alarak ortaya çıkan siber güvenlik ihtiyacını incelemektir. Nitel
araştırma yöntemleri kullanılan bu çalışmada kamu yönetiminde dijitalleşme, dijital çağ
yönetişimi, siber güvenlik kavramları genel kapsamla ele alınarak kamu yönetiminde
yaşanan dijital dönüşümün boyutları neden-sonuç ilişkisi içerisinde değerlendirilecektir.
Çalışma bilgi ve teknoloji toplumuna geçişle birlikte kamu yönetiminde dijitalleşmenin bir
gereklilik olduğu iddiasından hareketle ortaya çıkan yeni durumda dijital dönüşümü hem
etkinlik ve verimliliği sağlamada olumlu bir araç hem de kişisel verilerin korunması,
mahremiyet, siber güvenlik ilişkisi içerisinde olumsuz sonuçlarını önlemek amacıyla nelerin
yapılması gerektiği konusunda bir değerlendirme sunmayı hedeflemektedir.
Anahtar Kelimeler: dijitalleşme, siber güvenlik, dijital çağ yönetişimi, kamu yönetimi, yeni kamu
yönetimi
284
Evaluation of Digital Transformation and Digital Age Governance in Public Administration
on the Axis of Cyber Security
Sevda Nur Çevik 1
Osman Tekelioğlu2
Abstract
In the public administration discipline, the New Public Administration (NPM) approach
came to the fore in the 1980s and was presented as an alternative to the deadlocks of the
classical management approach. The NPM approach, which tries to increase efficiency and
effectiveness by applying the principles of the private sector management approach in the
public sector, reached its peak in the 2000s. Alternative understandings have come to the
fore as the NPM understanding began to be unable to respond to the emerging dilemmas.
Digital Age Governance (DÇY), which is sometimes considered as a continuation of NPM
and sometimes as a separate paradigm, is one of them. With the developments in
information and communication technologies, the use of technology in public
administration has also become widespread. The rapid digitalization of the state, the
interaction between citizens, businesses and non-governmental organizations has
increasingly developed in the electronic environment. These developments have led to the
emergence of concepts such as e-government, e-governance, and e-democracy. These
concepts are sub-elements of the VRM approach and are discussed in relation to it. The
governance strategy of the digital age is shaped by technological opportunities and
developments. In the approach, priority is given to centralization and specialization in
order to benefit from the advantages of digitalization, and it is aimed to increase efficiency
through digitalization. DÇY provides the organization of the public sector in a much
broader perspective. The public sector cooperates with citizens and exhibits a participatory
approach in order to achieve mutually defined common goals in the digitalization effort.
The digitalization in public administration has brought with it significant concrete
transformations in the public sector and its sphere of influence. The spread of electronic
services such as e-government applications in the public sector and the automation
processes included in public services are the main actors created by digitalization. The
digitalization process in public administration has brought about some new discussions in
the literature along with the concrete changes experienced, as well as important results.
Digitalization practices in public administration offer the opportunity to discuss these
actors from different perspectives in terms of both the transfer of these actors to the society,
the positive developments experienced with digitalization and their results. The fact that
applications such as e-government increase efficiency by increasing the opportunity to
obtain information on principles such as openness, transparency and accountability
provides positive feedback to citizens. While saving time and data, it is also easier to
prevent activities such as corruption by obtaining information. However, digitalization is
1
2
PhD Candidate, Sevda Nur Çevik, Ankara Hacı Bayram Veli University, cevikksevdanurr@gmail.com
Lecturer, Osman Tekelioğlu, Muş Alpaslan University, tekelioglu_osman@hotmail.com
285
an issue that needs to be addressed in two ways. When the protection of personal data is
evaluated in the context of cyber attacks, privacy and ethics, other dimensions arise. When
the results of the digitalization process at both the theoretical and practical level are
examined, it can be said that the public sector is facing a radical change. This change also
largely shapes the needs of the public sector. The rapid transformation experienced in the
field of science and technology in the 2000s has made information and communication
technologies an indispensable component of society and economy. Information and
communication technologies are of vital importance for the fulfillment of many services
such as health, transportation and communication in both public institutions and private
sectors. This transformation, and especially the widespread use of the internet, has brought
along serious security risks as well as the positive results it has provided. These risks create
the need for cyber security in the public sector. In this respect, the aim of the study is to
examine the emerging cyber security need by considering the digitalization process in
public administration with its positive and negative aspects. In this study, in which
qualitative research methods are used, the concepts of digitalization in public
administration, digital age governance, cyber security will be discussed in general and the
dimensions of digital transformation in public administration will be evaluated in a causeeffect relationship. In the new situation, which emerged from the claim that digitalization
is a necessity in public administration with the transition to the work, information and
technology society, digital transformation is both a positive tool in providing efficiency
and productivity, and a discussion on what should be done in order to prevent its negative
consequences in the relationship of protection of personal data, privacy and cyber security.
It aims to provide an assessment.
Keywords: digitalization, cyber security, digital age governance, public administration, new public
administration
286
Şirketleşen Yerel Yönetimler ve Blockchain
Nur Banu Çağatay1
Ahmet Güven2
Özet
Bu makalede gözetim kapitalizminin yarattığı dönüşümlerin, devlet ve yönetim yapısına
nasıl etki ettiğini incelenmiştir. Gözetim kapitalizmi, veri toplama ve manipülasyonu
üzerinden vatandaşları birbirine bağlayan merkezler oluşturmaktadır. Bu merkezlerin
sermayesi, veri ve data üzerine kuruludur. Gözetim kapitalizmi, piyasa kapitalizminden
farklı olarak insanların organik bir topluluğunu parçalayarak ve veri aracılığıyla
birbirlerinden ayrıştırır. Bu süreçte devletler de şirketleşme eğilimindedir. Veri ve data ile
otoritelerini güçlendirerek, vatandaşları ‘datadaş’lara dönüştürmektedir. Ancak, bu
şirketleşme ve veri toplama süreci, vatandaşları savunmasız bırakabilir. Bu nedenle
vatandaşlar, yönetimin işleyişine dair saydamlık, hesap verebilirlik, katılımcılık, verimlilik,
etik ve dürüstlük gibi temel ilkeleri talep etmektedir. Bu noktada blockchain teknolojisi
devreye girebilir. Blockchain teknolojisi, verilerin merkezi olmayan bir şekilde saklanmasını
ve güvenli bir şekilde paylaşılmasını sağlar. Bu, vatandaşların verilerini kontrol etmelerine
ve yönetimin daha şeffaf ve hesap verebilir olmasına yardımcı olabilir. Ayrıca, vatandaşlar
verilerini merkeze değil, kendi kontrolündeki blockchain’lerde saklayabilirler. Ancak
blockchain uygulamasının da vatandaşları birer veri ağı ile birbirine bağlamada
kullanılabilecek bir araç olma ihtimali de bulunmaktadır.
Anahtar kelimeler: gözetim, yerel yönetimler, şirketleşme, blockchain
1
2
Doktora Öğrencisi, Nur Banu Çağatay, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, nurbanucagatay@gmail.com.
Doç. Dr., Ahmet Güven, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, ahmetguven@gmail.com
287
Corporated Local Governments And Blockchain
Nur Banu Çağatay 1
Ahmet Güven2
Abstract
In this article, we examined how surveillance capitalism has influenced the state and
governance structure. Surveillance capitalism creates centers that connect citizens to each
other through data collection and manipulation, with the primary capital being data and
information. Unlike traditional market capitalism, surveillance capitalism aims to
fragment organic communities of individuals and disconnect them through data. In this
process, states are also inclined towards corporatization by strengthening their authority
with data, they transform citizens into ‘dataship’. However, this corporatization and data
collection process can leave citizens vulnerable. Therefore, citizens demand fundamental
principles such as transparency, accountability, participation, efficiency, ethics, and
honesty in the functioning of governance. This is where blockchain technology can come
into play. Blockchain technology enables data to be stored in a decentralized manner and
securely shared. This can help citizens take control of their data and make governance more
transparent and accountable. Additionally, citizens can store their data in their own
blockchain, rather than relying on centralized authorities. However, it’s worth noting that
blockchain implementation also has the potential to connect citizens into a network of data,
serving as a tool for surveillance.
Keywords: surveillance, local governance, corporatization, blockchain.
1
2
PhD Candidate, Nur Banu Çağatay, Tokat Gaziosmanpaşa University, nurbanucagatay@gmail.com.
Assoc. Prof. Dr., Ahmet Güven, Tokat Gaziosmanpaşa University, ahmetguven@gmail.com
288
İKİNCİ GÜN: ÜÇÜNCÜ OTURUM
27.10.20203 13:30-15:00 Eymir Salonu
Yerel Yönetimler
Oturum Başkanı: Uğur Ömürgönülşen
Kentsel Politika Yapımı ve Uygulamada Kent Konseylerinin Rolü: Selçuklu ve Nilüfer
Belediyeleri Üzerinden Karşılaştırmalı Bir Analiz
The Role of City Councils in Urban Policy Making and Implementation: A Comparative Analysis
through Selçuklu and Nilüfer Municipalities
İsmail Sevinç, Ayhan Gürbüzer, Rıdvan Işık
6360 Sayılı Kanun Çerçevesinde Yapılan Değişikliklerin Kentsel Hizmetlerin Kırsal Kesime
Sunumu Üzerindeki Etkileri
Effects of the Amendments Made Under the Law No. 6360 on the Provision of Urban Services to
Rural Areas
Nilüfer Ergin
Türkiye’de Kentsel Dönüşüm Politikalarının Kalkınma Planları Çerçevesinde İncelenmesi ve
Afet Yönetimine Etkisinin Değerlendirilmesi
Examining Urban Transformation Policies in Turkey within the Framework of Development Plans
and Evaluating Their Impact on Disaster Management
Burcu Al, İnci Ay Kılıçarslan
Hak Arama Hürriyeti Kapsamında Adli Yardım Sistemine Belediyeler ve İl Özel İdarelerinin
Nasıl Bir Katkısı Olabilir?
What Kind of Contribution Can Municipalities and Special Provincial Administrations Make to the
Legal Aid System within the Scope of the Freedom to Seek Rights?
Nihal Gündoğdu Saatci
Kocaeli İlçe Belediyeleri Web Sayfaları Üzerinden Türkiye’de Bilgi Edinme Hakkı İncelemesi
Examination of the Right to Obtain Information in Turkey through the Web Pages of Kocaeli District
Municipalities
Zümrüt Tuğba Kahyaoğlu
289
Kentsel Politika Yapımı ve Uygulamada Kent Konseylerinin Rolü:
Selçuklu ve Nilüfer Belediyeleri Üzerinden Karşılaştırmalı Bir Analiz
İsmail Sevinç1
Ayhan Gürbüzer2
Rıdvan Işık3
Özet
Mahalli müşterek nitelikteki kamu hizmetlerinin fayda-maliyet dengesiyle sunulması ve
beklenen memnuniyeti oluşturması; hizmet ihtiyacının doğru tespiti, önceliklendirilmesi,
bu ihtiyaçların karşılanmasında ortaya çıkan sorunların tespiti ve bunların çözümlerine
ilişkin önerilerin yerel yönetişim yaklaşımıyla ele alınmasına bağlıdır. Yerel kalkınma
stratejilerini de içeren kentsel politikaların kentin her yönden gelişimine olan (olası)
etkileri; siyasal, sosyoekonomik ve sosyokültürel boyutlarıyla kentte yaşayan herkesi
doğrudan veya dolaylı olarak etkilemektedir. Küreselleşmenin etkisinin de hissedildiği bu
yeni kentsel politikalar kentin geleceğini şekillendirirken, sonuçlarından doğrudan veya
dolaylı etkilenecek olan kentlinin yönetime katıl(a)maması var olan sorunların çözümünü
zorlaştırmakta, sağlıklı ve sürdürülebilir kentleşmeyi de olumsuz yönde
etkileyebilmektedir.
Yönetişim kavramı; merkezi ve yerel yönetim birimleri, ulusal ve uluslararası kuruluşlar,
iş dünyası, bilimsel-akademik çevre ve sivil toplum kuruluşlarının farklı alanlarda ortak
hedefler doğrultusunda uygun yöntemler ile karar alma, uygulama, izleme ve denetleme
süreçlerinde iş birliği ve etkileşim halinde olmasını ifade etmektedir. Katılım ise demokrasi
kavramının uygulamadaki yansımasıdır. Yerelde katılım konusu 5393 sayılı Belediye
Kanunu’nda; hemşehri hukuku, belediye hizmetlerine gönüllü katılım, kent konseyi ve
stratejik plan hazırlanma süreci şeklinde yer almaktadır. Kent Konseyi’nin temeli, 1992
yılında Rio de Janeiro’da düzenlenen “Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma
Konferansı’nda imzalanan, “Gündem 21” Eylem Programıdır. Yerel Gündem 21
"toplumsal uzlaşma olmadan sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşılamaz" görüşünü
vurgulamaktadır. Yerel Gündem 21 ile başlayan süreçte ülkemizde de kent konseyi olarak
şekillenen yönetişim modeliyle kent yönetimine doğrudan katılma ve kararlarda söz sahibi
olma imkânı sağlanmıştır. Kent konseyinin kuruluşu, yapısı ve işleyişine ilişkin hususlar
5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 76. Maddesi ve Kent Konseyi Yönetmeliği ile
belirlenmiştir.
Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları, farklı gelişmişlik seviyesindeki ülkeler için geçerli 17
evrensel hedeften oluşan bir eylem çağrısıdır ve Birleşmiş Milletler’e üye ülkeler
tarafından Eylül 2015 tarihinde BM Genel Kurulu’nda kabul edilerek 2016 yılı Ocak ayında
yürürlüğe girmiştir. Dünyayı korumak, tüm insanların barış ve refah içinde yaşamasını
sağlamak, yoksulluğu ortadan kaldırmak üzere küresel ve yerel sürdürülebilir kalkınma
1
Prof. Dr., İsmail Sevinç, Necmettin Erbakan Üniversitesi, isevinc@erbakan.edu.tr
2
Doktora Öğrencisi, Ayhan Gürbüzer, Necmettin Erbakan Üniversitesi, 18810401029@ogr.erbakan.edu.tr
3
Doktora Öğrencisi, Rıdvan Işık, Necmettin Erbakan Üniversitesi, ridvan@erbakan.edu.tr
290
uygulamalarına bir çerçeve oluşturmak amacıyla 2030 yılında tamamlanacak bir yol
haritası ortaya koymaktadır. Yeni Kentsel Gündem, 2016 yılında Ekvator’un Kito şehrinde
gerçekleştirilen HABITAT III konferansında kabul edilmiştir. Yerel yönetimler Yeni
Kentsel Gündem’in uygulanmasında ve sürdürülebilir kentleşmenin sağlanmasında ana
aktörlerdendir. Yeni Kentsel Gündem, 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarının
bütünleşik olarak uygulanmasına, yerelleştirilmesine ve gerçekleştirilmesine katkı
sunmaktadır.
“Belediye ve Bağlı Kuruluşları ile Mahalli İdare Birlikleri Norm Kadro İlke ve
Standartlarına Dair Yönetmelik”te belediye ve bağlı kuruluşları ile mahalli idare birlikleri,
hukuki durumları ve hizmet özelliklerine göre altı ana gruba ayrılmıştır. Büyükşehir ilçe
belediyeleri (C) grubunda yer almaktadır. İlçe merkezi, sanayi veya ticaret ve turizm
nitelikleri bakımından benzer olan Selçuklu Belediyesi (Konya) C-18 ve Nilüfer Belediyesi
(Bursa) C-17 grubunda yer almaktadır.
Selçuklu ve Nilüfer Kent Konseylerinin karşılaştırmalı olarak ele alındığı bu çalışma ile
kamu yönetimi literatürüne bir katkı sağlamak amaçlanmıştır. Çalışma, literatür
incelemesi ve kurumsal verilere dayalı tarama yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. Çalışma
kapsamında; Mart 2019 yerel seçimlerinden sonraki dönemde Selçuklu ve Nilüfer kent
konseylerinde oluşturulan meclis ve çalışma gruplarında alınan kararların belediye
meclisinde görüşülmesi ve hayata geçirilmesinde kent konseyinin etkisi, halkın
belediyenin yönetim dönemini kapsayan planlama, bütçeleme ve uygulama süreçlerine ne
oranda katılım sağladığı, belirlenen kentsel politikaların sürdürülebilir kalkınma amaçları
ve yeni kentsel gündemle uyumu, uygulama araçları ve faaliyetler incelenerek tespit edilen
hususlara ilişkin öneriler geliştirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: kent konseyi, kentsel politika, katılımcı bütçeleme, yerel katılım, Yerel
Gündem 21, sürdürülebilir kalkınma, yeni kentsel gündem,
291
The Role of City Councils in Urban Policy Making and Implementation:
A Comparative Analysis through Selçuklu and Nilüfer Municipalities
İsmail Sevinç1
Ayhan Gürbüzer2
Rıdvan Işık3
Abstract
Ensuring local public services with a benefit-cost balance and the creation of expected
satisfaction depends on correctly determining the needed services, prioritizing them,
identifying the problems caused while meeting these needs, and the approach of local
governance to proposals for their solutions. The potential impacts of urban policies which
also include local development strategies on the overall development of the city; Everyone
who lives in the city is affected directly or indirectly by political, socioeconomic, and
sociocultural aspects. While these new urban policies, with the influence of globalization,
shape the future of the city, the inability of the local population, who will be affected
directly or indirectly by the results, to participate in local management makes it difficult to
find solutions to existing problems, also has negative impacts on healthy, and sustainable
urbanization.
The concept of governance refers to the collaboration and interaction in the decisionmaking, implementation, monitoring, and oversight processes in various fields, with a
focus on common goals and appropriate methods among central and local management
units, national and international organizations, the business world, the scientific-academic
community, and civil society organizations whereas participation is the reflection of the
concept of democracy in practice. The issue of local participation is stated in Municipal
Law No. 5393 as fellow townsman rights, voluntary participation in municipal services,
city councils, and the process of preparing a strategic plan. The foundation of the City
Council is the “Agenda 21” action program, which was signed at the “United Nations
Environment and Development Conference” in 1992 in Rio de Janeiro. Local Agenda 21
emphasizes that “sustainable development cannot be achieved without social consensus”.
The processes initiated by the Local Agenda 21 have also shaped the governance model as
the city council in our country, providing the opportunity to participate directly in urban
governance and have a say in decisions. The establishment, structure, and operation of the
city council are determined by Article 76 of Law No. 5393 on Municipalities and the City
Council Regulation.
The Sustainable Development Goals are a call to action consisting of 17 universal objectives
that are applicable to countries at different levels of development. They were accepted by
the United Nations member countries in September 2015 at the United Nations General
Assembly and came into effect in January 2016. The purpose is to provide a map, to be
1
Prof. Dr., İsmail Sevinç, Necmettin Erbakan University, isevinc@erbakan.edu.tr
2
PhD Student, Ayhan Gürbüzer, Necmettin Erbakan University, 18810401029@ogr.erbakan.edu.tr
3
PhD Student, Rıdvan Işık, Necmettin Erbakan University, ridvan@erbakan.edu.tr
292
completed by the year 2030, for global and local sustainable development initiatives aimed
at preserving the world, ensuring peace and welfare for all, and eradicating poverty. The
New Urban Agenda was adopted at the HABITAT III conference in 2016 in Kito the city of
Ecuador. Local governments are the key actors in the implementation of the New Urban
Agenda and the provision of sustainable urbanization. The New Urban Agenda
contributes to the implementation, localization, and realization of the 2030 Sustainable
Development Goals.
In the "Regulation on Norm Staff Principles and Standards for Municipalities and
Affiliated Institutions, and Union of Local Authorities," municipalities, affiliated
organizations, and local government unions are categorized into six main groups based on
their legal status and service characteristics. Large city district municipalities fall under
group (C). The Selçuklu Municipality (Konya) and the Nilüfer Municipality (Bursa), which
share similarities in terms of the district center and their characteristics related to industry,
trade, and tourism, are categorized under groups C-18 and C-17, respectively.
This study, which comparatively examines the Selçuklu and Nilüfer City Councils, aims to
contribute to the public administration literature. The study was conducted through a
method involving a review of the literature and an examination based on institutional data.
In the scope of this study, the influence of the city council on the implementation and
deliberation of the decisions made by the assembly and the task groups established within
the Selçuklu and Nilüfer City Councils during the period following the local elections in
March 2019, the ratio of public participation in the planning, budgeting, and application
processes during the municipality's governance period, whether or not the determined
urban policies are compatible with sustainable development goals and the new urban
agenda. Furthermore, recommendations were formulated based on the findings related to
the alignment of identified subjects and the examination of implementation tools and
activities.
Keywords: city council, urban policy, participatory budgeting, local participation, Local Agenda
21, sustainable development, new urban agenda.
293
6360 Sayılı Kanun Çerçevesinde Yapılan Değişikliklerin Kentsel Hizmetlerin
Kırsal Kesime Sunumu Üzerindeki Etkileri
Nilüfer Ergin1
Özet
30 Mart 2012 tarihli ve 6360 sayılı “On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun” ile kırsal alanların yapısını ve kırsal kesimin gündelik yaşam pratiklerini
değiştirecek düzenlemeler getirilmiştir. Kanun, pek çok yerel kamusal hizmetin
sunumunu büyükşehir belediyelerine bırakmış, belediyenin sınırlarını il mülki sınırları
olarak belirleyerek bütünşehir yönetimine geçmiş ve köy tüzel kişiliklerini kaldırıp köyleri
mahalleye dönüştürerek büyükşehir belediyelerinin yetki alanını genişletmiştir. Ayrıca
Kanun çerçevesinde büyükşehir ilan edilen yerlerde daha önce kırsal alanlara hizmet
götüren
il
özel
idarelerinin
de
varlığına
son
verilmiştir.
Çalışmanın amacı, 6360 sayılı Kanun ile sayıları 34.283’ten 18.333’e düşen köylerin tüzel
kişiliklerinin kaldırılmasının ve yönetsel anlamda kentsel mekâna dönüştürülmesinin
kırsal kesime hizmet sunumunu teorik olarak nasıl etkilediğini ortaya koymaktır. Bu
doğrultuda, Tanzimat Dönemi ile başlayan ve Cumhuriyetin ilanıyla birlikte hızlanan
kırsal alan yönetimi mevzuatı ve kırsal alan yönetimine ilişkin girişimler incelenmiş,
Cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya koyulan kırsal alan yaklaşımı ile günümüz kırsal alan
yönetiminin farkı açıklanmaya çalışılmış, 442 sayılı Köy Kanunu’na tabi alanlar ile tüzel
kişiliği kaldırılarak 6360 sayılı Kanun çerçevesinde mahalle statüsü kazanan yerlere
sunulan yerel hizmetlerde ne gibi farkların ortaya çıkabileceği ifade edilmiştir.
6360 sayılı Kanun ile, tüzel kişiliği sona eren ve köy statüsü kaldırılarak mahalleye
dönüştürülen köylerin, Kanun’dan önce il özel idareleri aracılığıyla devlet ile iş birliği
halinde karşılanan mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak ve kırsal alanlara yerel
hizmet sunumunu sağlamak Kanun ile birlikte bağlı oldukları ilçe belediyelerinin ve
büyükşehir belediyelerinin yetki alanı içerisine alınmıştır. Böylece kırsal alanlar yönetsel
anlamda kentsel alana dönüştürülmüş ve Türkiye’nin kentsel nüfusunun genel nüfus
içerisindeki payı %94’e yükselmiştir. Kentin tarihi incelendiğinde, bir mekânın kırdan
kente dönüşmesinin bir süreç gerektirdiği ve belirli şartların gerçekleşmesine bağlı olduğu
görülmektedir. Kent tanımı çerçevesinde de üzerinde tarım yapılan bir mekânı kent olarak
kabul etmek doğru değildir. Türkiye özelinde kırsal alan statüsü kaldırılıp kentsel alana
çevrilen alanlar, böyle bir süreç geçirmediği için toplumsal, ekonomik ve kültürel anlamda
kırsal olma özelliklerini korumaktadır.
Köylerin ihtiyaç duyduğu düşünülen yerel hizmetler ile kentlerin ihtiyaç duyduğu
düşünülen yerel hizmetlerin farkı, mevzuat düzeyinde kent yönetimine ilişkin 5216 sayılı
Büyükşehir Belediye Kanunu ve 5393 sayılı Belediye Kanunu ile günümüzde köy tüzel
1
Arş. Gör., Nilüfer Ergin, Hacettepe Üniversitesi, nilufer.ergin@hacettepe.edu.tr
294
kişiliği kaldırılmayan yerlerde yürürlükte olan 442 sayılı Köy Kanunu karşılaştırıldığında
ortaya çıkmaktadır. 6360 ile, kırsal kesimin ihtiyaçlarının bir anda dönüştüğü, kırsal
alanlara sunulması gereken hizmetlerin neredeyse tamamen değiştiği ve artık tarım ve
hayvancılığa dayalı, köy ve köylü sağlığını korumaya, güvenliği sağlamaya yönelik
hizmetler yerine, park ve bahçeler yapmak, kentin ulaşım sistemini düzenlemek, zabıta
hizmetlerini yerine getirmek, otopark yapmak, yaptırmak, işletmek, işlettirmek ve ruhsat
vermek, kütüphane, müze, eğlence mekânları yapmak gibi daha uzmanlaşmış hizmetlere
ihtiyaç duyulduğu kabul edilmiştir. Bu sebeple de kırsal alanların kentsel alan olarak
kabulünün, uzun vadede kırdaki gündelik yaşam pratikleri üzerinde, köyün sosyal ve
ekonomik hayatında büyük değişiklikler meydana getirmesi beklenmektedir. Çalışma
çerçevesinde 6360 Sayılı Kanun ile birlikte “bir gecede” köy niteliğini kaybeden ve kentsel
mekân içine alınan yerler için kır- kent çelişkisinin doğduğunu, bu çelişkinin de hem yerel
yönetimlerin hizmet sunumu noktasında, hem de yerel halkın hizmetlerden faydalanma
noktasında ekonomik, toplumsal ve kültürel sorunları beraberinde getirdiği, kirliliği
önleme ve kirlilikle mücadeleye yönelik hizmetler (içme suyu temini ve su kirliliğiyle
mücadele, katı atık yönetimi, kanalizasyon, gürültü kirliliği), itfaiye ve zabıta hizmeti,
ekonomik hizmetler, ulaştırma hizmeti, sosyal- kültürel hizmetler, rekreasyon hizmeti,
köyün mevcut dokusunu koruma hizmeti ve eğitim hizmeti başlıkları altında açıklanmaya
çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: 6360 sayılı Kanun, yerel hizmet, kır-kent, kırsal alan
295
Effects of the Amendments Made Under the Law No. 6360 on the Provision of Urban Services
to Rural Areas
Nilüfer Ergin1
Abstract
The Law No. 6360 dated 30 March 2012, titled 'Law on the Establishment of a Metropolitan
Municipality in Fourteen Provinces and Twenty-Seven Districts and Amendments to
Certain Laws and Decree Laws,' introduced regulations that would change the structure
of rural areas and the daily life practices of the rural sector. The Law has delegated the
provision of many local public services to metropolitan municipalities, defined the
boundaries of the municipality as provincial administrative boundaries, transitioned to a
whole-city management approach, and abolished village legal entities, converting villages
into neighborhoods, thereby expanding the jurisdiction of metropolitan municipalities.
Additionally, within the framework of the Law, the existence of provincial special
administrations, which previously provided services to rural areas in places declared as
metropolitan, has been terminated.
The study aims to reveal how the abolition of the legal entities of villages, whose numbers
decreased from 34,283 to 18,333 due to the Law No. 6360, and their administrative
transformation into urban spaces, theoretically affected the provision of services to the
rural sector. In this context, the rural area management legislation and initiatives related
to rural area management, which began in the Tanzimat Era and accelerated with the
proclamation of the Republic, have been examined. The difference between the rural area
approach presented in the early years of the Republic and today's rural area management
has been tried to be explained. It has been explained what kinds of differences might arise
between the local services provided to areas subject to Law No. 442 and places that lost
their legal entity and gained neighborhood status within the framework of Law No. 6360.
Under Law No. 6360, villages, which lost their legal entities and were transformed from
village status to neighborhoods, previously addressed their local common needs in
cooperation with the state through provincial special administrations. However, with the
new law, this responsibility was transferred to the jurisdiction of the district municipalities
and metropolitan municipalities to which they belong. Thus, rural areas have been
administratively transformed into urban areas, and the proportion of Turkey's urban
population within the overall population has risen to 94%. When examining the history of
cities, it's evident that the transformation of a place from rural to urban requires a process
and depends on certain conditions being met. Within the definition of a city, it would be
correct to consider a place where agriculture is practiced as urban. In the specific example
of Türkiye, areas that have had their rural status removed and converted to urban areas
1
Res. Assist., Nilüfer Ergin, Hacettepe University, nilufer.ergin@hacettepe.edu.tr
296
haven't undergone such a process, so they retain their rural characteristics in social,
economic, and cultural terms.
The difference between local services believed to be needed by villages and those believed
to be needed by cities becomes evident when comparing the Law No. 442 on Villages,
which is still in effect in places where village legal entities have not been abolished, with
Law No. 5393 on Municipalities and Law No. 5216 on Metropolitan Municipalities, which
relates to urban management. With Law No. 6360, it's acknowledged that the needs of the
rural sector have transformed overnight, the services required to be provided to rural areas
have almost entirely changed, and instead of services focused on agriculture and livestock,
protecting the health of villages and villagers, and ensuring security, there is now a need
for more specialized services such as building parks and gardens, regulating the city's
transportation system, fulfilling municipal police duties, constructing, commissioning,
operating, and licensing parking lots, and building libraries, museums, and entertainment
venues. Therefore, recognizing rural areas as urban areas is expected to bring about
significant changes in the daily life practices in the countryside and in the social and
economic life of the village in the long term. Due to the enactment of Law No. 6360, places
that lost their village characteristics "overnight" and were incorporated into urban spaces
have given rise to a rural-urban dichotomy, which in turn has introduced economic, social,
and cultural challenges both for local governments in service provision and for the local
populace in benefiting from these services. Within the study's framework, these challenges
will be elaborated upon under the categories of services for pollution prevention and
combating pollution (including drinking water supply and combating water pollution),
solid waste management, sewage, noise pollution, fire brigade and municipal police
services, economic services, transportation, socio-cultural services, recreational services,
preserving the village's existing texture, and educational services.
Keywords: Law No. 6360, Local service, Rural-urban, rural area
297
Türkiye’de Kentsel Dönüşüm Politikalarının Kalkınma Planları Çerçevesinde
İncelenmesi ve Afet Yönetimine Etkisinin Değerlendirilmesi
Burcu Al1
İnci Ay Kılıçarslan2
Özet
Kentsel dönüşüm politikaları sağlıklı ve riski en aza indirgenmiş bir yaşam alanı
oluşturmada önemli bir rol üstelenmektedir. Tarihsel süreç içerinde yaşanan farklı
dinamikler neticesinde kentsel alandaki yapılanma hataları toplumsal açıdan yaşamın her
alanını büyük ölçüde olumsuz yönde etkilemeyi sürdürmüştür. Bundan dolayı refah
içinde bir yaşam adına kent içerisinde risk faktörlerini olumsuz etkilerini en aza indirmek
veyahut ortadan kaldırmak yaşanılabilir bir çevre için gerekli bir durumdur. Önem arz
eden bu anlayış, her ülke ve toplum için benimsenmesi gereken zorunluluk haline
gelmiştir.
Türkiye’de kalkınma planları çerçevesinde, kentsel dönüşüm ve afet yönetimi günümüzde
bir gelişme sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun en büyük sebeplerinden biri
politika süreçlerinde ve planlamalardaki eksiklikleri ve uygulamadaki aksaklıklar olarak
açıklanabilir. Kentsel dönüşüm politikalarının uygulanabilirliği, sosyo-ekonomik
dinamikler ile doğrudan bağlantılıdır. Ekonomik olarak ömrünü doldurmuş, sağlıksız,
denetimsiz bir şekilde oluşturulmuş yapılanmalar, doğal afetler sonucunda makro
düzeyde sorunlar teşkil etmektedir. Bu bağlamda kentsel dönüşüm politikaları olası
felaketler sonucunda oluşabilecek riski en aza indirgemek amacıyla önemli bir hal arz
etmektedir. Türkiye’de kentsel dönüşüm için oluşturulmuş politikaları kalkınma planları
kapsamında incelediğimizde, tüm kalkınma planlarında kentsel dönüşümün, farklı
ihtiyaçları karşılamak amacıyla değişimler gösterdiğini söyleyebiliriz. Bu açıdan kentsel
dönüşüm politikalarının zaman içerisindeki bu değişiminin sebeplerinin, tarihsel kırılma
noktalarından ve toplumsal yapılanmalardan kaynaklanan değişikliklerden meydana
geldiğini söylemek mümkündür.
Çalışmanın amacı 1960’lı yıllardan itibaren günümüze değin kalkınma planları
bünyesinde oluşturulmuş olan kentsel dönüşüm politikalarının ve afet yönetimi
politikalarının tarihsel süreç içerisindeki değişimlerini birlikte ele almaktır. Her iki
politikanın kalkınma planları ışında incelenmesi çalışmanın önemini, alan yazına katkısını
ortaya koymaktadır. Bu politikaların başarısı hakkında bir değerlendirmesi ile gelecek
planlamalarda da politikaların etkin için çalışmalar yürütülebilecek çalışmalar hakkında
öneriler sunulmuştur.
1
Yüksek Lisans Öğrencisi, Burcu Al, Hitit Üniversitesi, alburcuu.5@gmail.com
2
Yüksek Lisans Öğrencisi, İnci Ay Kılıçarslan, Hitit Üniversitesi, inciay09@gmail.com
298
Bu çalışma kapsamında öncelikle Türkiye’de planlı döneme ait kalkınma planları
içerisinde kentsel dönüşüm politikaları ve afet yönetimi politikaları arasındaki ilişki
incelenmiştir. Çalışmanın evreni Türkiye’deki planlı dönem kalkınma planlarıdır. Bu
doğrultuda kalkınma planlarında ifade bulan kentsel dönüşüm politikaları ve afet
yönetimi politikaları da örneklemi oluşturmaktadır.
Alanyazın taraması yapıldığında hem kentsel dönüşümün hem afet yönetiminin ağırlıklı
olarak kavramsallık, etkinlik ve uygulanabilirlik açısından ele alındığını görmekteyiz. Bu
açıdan kentsel dönüşüm ve etki alanına giren afet yönetiminin, alanyazında kalkınma
planları üzerinden, birlikte bir politika analizi yapılmadığı tespit edilmiştir. Alandaki bu
eksikliği gidermek için katkıda bulunmak amacıyla bu çalışma önemlilik arz etmektedir.
İncelenecek konu kapsamının yorumsamacı özelliğinden dolayı nitel araştırma yöntemi
benimsenmiştir. Bu doğrultuda konuya uygunluğu bakımından belirli bir olay, durum,
ortam, sistem veya örgütün ayrıntılı ve derinlemesine betimleme yapılabilmesi amacıyla
durum (örnek olay) incelemesi deseni kullanılmıştır. Araştırma verileri önce betimsel
analiz ile daha sonra anlamlandırma örgüsü elde etmek için içerik analizi yöntemine göre
analizi yapılmış; son olarak bulgular sunulmuş neden sonuç ilişkileri üzerine bir
yorumlama ile bazı sonuçlara ulaşılmıştır. Çalışmada içerisinde, “kalkınma planları
çerçevesinde kentsel dönüşüm politikalarının süreç içerindeki değişimi nasıldır, kentsel
dönüşüm politikaları ile afet yönetimi politikalarının ilişkisi nedir, bunların birbirine etki
alanları nelerdir?” sorularına yanıt aranmıştır. Değerlendirmede esas alınan kaynaklar
ilgili kalkınma planları afet yönetimi ve kentsel dönüşüm politikaları hakkında akademik
kaynaklar olmakla birlikte, araştırmada veri toplama tekniği olarak; kalkınma planları,
hükümet programları, arşiv kayıtları üzerinden yapılan bir doküman incelemesi ve sınırlı
sayıda akademisyenle yapılan, konu ile ilgili görüşme (mülakat) tekniği tercih edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: kalkınma, kalkınma planları, kentsel dönüşüm, afet yönetimi
299
Examining Urban Transformation Policies in Turkey within the Framework of Development
Plans and Evaluating Their Impact on Disaster Management
Burcu Al 1
İnci Ay Kılıçarslan 2
Abstract
Urban transformation policies play an important role in creating a healthy and riskminimized living space. As a result of different dynamics experienced throughout the
historical process, structuring errors in the urban area have continued to negatively affect
all areas of social life. Therefore, for a prosperous life, minimizing or eliminating the
negative effects of risk factors in the city is a necessary condition for a livable environment.
This important understanding has become an obligation to be adopted by every country
and society.
Within the framework of development plans in Turkey, urban transformation and disaster
management emerge as a development problem today. One of the biggest reasons for this
can be explained as deficiencies in policy processes and planning and disruptions in
implementation. The applicability of urban transformation policies is directly linked to
socio-economic dynamics. Structures that are economically obsolete, unhealthy and
uncontrolled, pose problems at the macro level as a result of natural disasters. In this
context, urban transformation policies are important in order to minimize the risks that
may arise as a result of possible disasters. When we examine the policies created for urban
transformation in Turkey within the scope of development plans, we can say that urban
transformation changes in all development plans to meet different needs. In this respect,
urban transformation policies it is possible to say that the reasons for this change over time
are the changes resulting from historical breaking points and social structures.
The aim of the study is to examine together the changes in the historical process of urban
transformation policies and disaster management policies that have been created within
the development plans since the 1960s until today. Examining both policies in the light of
development plans reveals the importance of the study and its contribution to the
literature. An evaluation of the success of these policies and suggestions on studies that
can be carried out to make the policies effective in future planning are presented.
Within the scope of this study, first of all, the relationship between urban transformation
policies and disaster management policies in the development plans of the planned period
in Turkey was examined. The universe of the study is the planned period development
1
Master Student, Burcu Al, Hitit University, alburcuu.5@gmail.com,
2
Master Student, İnci Ay Kılıçarslan, Hitit University, inciay09@gmail.com
300
plans in Turkey. In this regard, urban transformation policies and disaster management
policies expressed in development plans also constitute the sample.
When the literature is reviewed, we see that both urban transformation and disaster
management are discussed mainly in terms of conceptuality, effectiveness and
applicability. In this respect, it has been determined that urban transformation and disaster
management, which fall under its influence, have not been analyzed together in the
literature through development plans. This study is important in order to contribute to
filling this gap in the field. Qualitative research method was adopted due to the
hermeneutical nature of the scope of the subject to be examined. In this regard, the case
study design was used in order to provide a detailed and in-depth description of a specific
event, situation, environment, system or organization in terms of its suitability to the
subject. The research data was analyzed first by descriptive analysis and then by content
analysis method to obtain a meaning structure; Finally, the findings were presented and
some conclusions were reached with an interpretation of cause and effect relationships. In
the study, "how is the change of urban transformation policies within the framework of
development plans, what is the relationship between urban transformation policies and
disaster management policies, what are their areas of impact on each other?" Answers to
these questions were sought. Although the sources taken as basis in the evaluation are
academic sources about relevant development plans, disaster management and urban
transformation policies, as a data collection technique in the research; A document review
based on development plans, government programs, archive records and an interview
technique with a limited number of academics were preferred.
Keywords: development, development plans, urban transformation, disaster management
301
Hak Arama Hürriyeti Kapsamında Adli Yardım Sistemine Belediyeler ve İl Özel
İdarelerinin Nasıl Bir Katkısı Olabilir?
Nihal Gündoğdu Saatci1
Özet
Devletlerin anayasalarında ve pek çok uluslararası antlaşmada "kişilerin hak arama
hürriyeti" bir insan hakkı olarak düzenlenmiştir. Buna göre devletler, maddi anlamda güç
durumda olan veya maddi durumu yargılama giderlerini karşılamaya elverişli olmayan
kimseler için hak arama yolundaki her türlü engeli kaldırmaktadır. Türk hukuk sisteminde
bu durum adli yardım yoluyla karşılanmaktadır.
Adli yardımın iki boyutu vardır. İlki yargılama giderlerinden muafiyet sağlanması, ikincisi
ise ilgili kişilerin yargılamada temsilini sağlayacak avukat görevlendirilmesidir. Adli
yardım, mevzuatımızda temel olarak Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Avukatlık Kanunu
ve Türkiye Barolar Birliği Adli Yardım Yönetmeliğinde düzenlenmiştir.
Bu çalışma, adli yardımın ikinci boyutu olan avukat görevlendirilmesi ile ilgilidir.
Uygulamada her baro bünyesinde bir adli yardım bürosu bulunmakta ve görevlendirme
bu büro aracılığıyla yapılmaktadır. Görevlendirilen avukatların ücretleri Baroların adli
yardım bütçesinden karşılanmaktadır. Adli Yardım Bürosunun gelirlerinin neler olduğu
ise Türkiye Barolar Birliği Adli Yardım Yönetmeliği'nin sekizinci maddesinde yer
almaktadır. "Kamu ve özel kurum ve kuruluşlarından, il veya belediye bütçelerinden
baroya yapılan yardımlar" da adli yardım bürosunun gelirleri arasında sayılmıştır.
Çalışma kapsamında mevzuat taraması yapılmış ve Türkiye Barolar Birliği Adli Yardım
Komisyonu kararları incelenmiştir. Buna göre adli yardıma talep yoğunluğundan dolayı
pek çok baronun maddi anlamda yetersiz kaldığı, böylece etkin bir adli yardım sisteminin
uygulanmasında belediyeler ve il özel idaresi başta olmak üzere kamu kurum ve
kuruluşlarının yardımlarına gereksinim duyulduğu sonucuna varılmıştır. Bu çalışma,
Türkiye Barolar Birliği Adli Yardım Yönetmeliği'nin 8/1-b maddesi uyarınca, belediyelerin
ve il özel idarelerinin doğrudan olmasa da yapacakları yardımlarla, hak arama hürriyetine
katkı sunabilecek önemli kurumlar olduğunu vurgulamaktadır. Çalışma, belediyeler ve il
özel idarelerince Adli Yardım Bürolarına yapılacak olan yardımların yasal bir şart olarak
belirlenmesini, bunun için de söz konusu yerel yönetim kuruluşlarının kendi kanunlarına
madde eklenerek bu uygulamanın sürdürülmesini önermektedir.
Anahtar Kelimeler: hak arama hürriyeti, belediye, il özel idaresi, adli yardım.
1
Avukat, Nihal Gündoğdu Saatci, Sinop Barosu, nihal.gündodgu@hotmail.com
302
What Kind of Contribution Can Municipalities and Special Provincial Administrations Make
to the Legal Aid System within the Scope of the Freedom to Seek Rights?
Nihal Gündoğdu Saatci 1
Abstract
In the constitution of states and in many international treaties, the "freedom of the
individual to seek justice" is regulated as a human right. Accordingly, states remove all
obstacles in the way of seeking rights for those who are in a financially difficult situation
or whose financial situation is not suit able to meet the costs of the proceedings. in the
Turkish legal system, this situation is met through legal aid.
Legal aid has two dimensions. The first is the exemption from the costs of the proceedings,
and the second is the appointment of a lawyer to represent the persons concerned in the
proceedings. Legal aid is mainly regulated in the Code of Civil Procedure, the Law on
Attorneys and the Regulation on Legal Aid of the Union of Turkish Bar Associations.
This study is about these codimension of legal aid, which is the appointment of a lawyer.
In practice, there is a legal aid office within each bar association and the assignment is made
through this office. The fees of the assigned lawyers are covered from the legal aid budget
of the Bar Associations. Article 8 of the Regulation on Legal Aid of the Union of Turkish
Bar Associations states that the revenues of the Legal Aid Office are as follows "Aids made
to the bar association from public and private institutions and organizations, provincial or
municipal budgets" are also listed among the revenues of the legal aid office.
Within the scope of the study, the legislation was reviewed and the decisions of the Legal
Aid Commission of the Union of Turkish Bar Associations were analyzed. Accordingly, it
has been concluded that many bar associations are financially insufficient due to the high
demand for legal aid, and thus, the assistance of public institutions and organizations,
especially municipalities and special provincial administrations, is needed to implement
an effective legal aid system. This study emphasizes that, pursuant to Article 8/1-b of the
Legal Aid Regulation of the Union of Turkish Bar Associations, municipalities and special
provincial administrations are important institutions that can contribute to the freedom to
seek rights through their assistance, even if not directly. The study recommends that the
assistance to be provided by municipalities and special provincial administrations to Legal
Aid Offices should be determined as a legal requirement and that this practices should be
continued by adding an article to the laws of these local government institutions.
Keywords: Freedom of Right, Municipality, Special Provincial Administration, Legal Aid.
1
Lawyer, Nihal Gündoğdu Saatci, Sinop Bar, nihal.gündodgu@hotmail.com
303
Kocaeli İlçe Belediyeleri Web Sayfaları Üzerinden Türkiye’de Bilgi Edinme Hakkı
İncelemesi
Zümrüt Tuğba Kahyaoğlu1
Özet
Küreselleşen dünyada hızla gelişen teknoloji, bilgiye erişimi ve bilginin dolaşımını
kolaylaştırmış, hayatın her alanına bilgi hakim olmuştur. Bilginin sınır tanımadan ve kolayca
yayılması, sanayileşme sonrası ortaya çıkan toplumu, yani “bilgi toplumu” nu ortaya
çıkarmıştır. Bu toplumda önemli olan iki unsur vardır: İnsan ve bilgi. Tüm yatırımlar bu
unsurlara yapılmaktadır. Bu toplumsal dönüşümle birlikte bireyler pasif formlarından
sıyrılmaya başlamış, demokratik ve katılımcı formlara bürünmek adına daha fazla bilgiye
erişmek istemişlerdir. Bu istekler doğrultusunda “bilgi edinme hakkı” kavramı ortaya
çıkmıştır. Bilgi edinme hakkı kamusal faaliyetlerin topluma açık bir şekilde yürütülmesini ve
faaliyetlerinde vatandaşlara bilgi verilmesini ifade eder. Temel hak ve hürriyetlerin güvence
altına alınmasının ve ifade özgürlüğünün bir uzantısı olarak demokratik, çağdaş, katılımcı bir
kamu yönetiminin temel ilkelerinden biridir. Bu ilkeler göz önünde bulundurularak gelişmiş
demokrasilerde kamu yönetimi bazı reform süreçlerinden geçmiş, kamu yönetimi anlayışında
bazı değişimler yaşanmıştır. 20. yüzyılın sonlarından bugüne, kamu yönetimi anlayışındaki
değişimler “iyi yönetişim” anlayışını ortaya çıkarmış, bu anlayış ise bilgi edinme hakkının
kullanımındaki değişimleri de beraberinde getirmiştir. Bilgi edinme hakkı kanunlaşmış, 4982
sayılı “Bilgi Edinme Kanunu” çıkarılmıştır. Bu kanunla birlikte bilgi edinme hakkı artık kamu
yönetiminin bir ödevi, yönetilenlerin ise bir hak arama yolu haline gelerek kamu yönetiminin
vatandaşları anlama ve kendini vatandaşlara anlatma yolundaki temel halkla ilişkiler aracı
olmuştur. Bilgi edinme kanunuyla idarenin hukuk dışılığa kayması engellenerek kamu
yönetimi denetimi yapmak hedeflenmiş; Türkiye’de gizlilik, kapalılık üzerine kurulu olan
klasik kamu yönetimi işleyişinden şeffaf, katılımcı, hesap verilebilir, paylaşımcı, yönetilenlerle
diyalogdan kaçınmayan, faaliyetlerini herkesin gözü önünde icra eden, hem sunulan
hizmetlerde hem de yönetsel süreçlerde vatandaş odaklı bir kamu yönetimi işleyişine geçilmesi
amaçlanmıştır. Bu hakkın daha etkin kullanılmasını sağlamak adına kamu yönetiminde ilgili
kanun ve mevzuatlar çerçevesinde bilgi edinme birimleri oluşturularak yönetenleryönetilenler arasındaki ilişkilerin çerçevesini değiştirmek amaçlanmıştır. Giderek yaygınlaşan
internet kullanımı, bilgi toplumuna geçiş ve köklü kamu yönetimi reformuyla birlikte bilgiye
erişim kolaylaşmış, bilgi alma talebi özgürleşmiş, bu da idarenin bilgi verme yükümlülüğünü
artırmıştır. Bu yükümlülüğün yerine getirilmesi adına zaman ve mekana bağımlı olmayan web
sayfaları oldukça önem arz etmeye başlamış, kamusal hizmetlerin sunulmasında kamu
kurumlarının kurumsal web sayfalarının önemini ortaya koymuştur. Vatandaşa en yakın
kamu yönetim birimi olan belediyeler de vatandaşların bilgi edinme özgürlüğünü göz ününde
bulundurarak kurumsal web sayfalarını etkin bir biçimde kullanmak ve gerekli bilgi-belgeleri
vatandaşlara doğru, hızlı ve detaylı bir biçimde aktarımını sağlamakla yükümlüdür.
1
Zümrüt Tuğba Kahyaoğlu, İzmit Belediyesi, z.t.kahyaoglu41@gmail.com
304
Bu çalışmanın konusu, idarenin bilgi verme yükümlülüğünün Kocaeli ’deki 12 ilçe belediyesi
web sayfalarında yapılan bir inceleme üzerinden ortaya konmasıdır. Çalışma, Türk kamu
yönetiminde bilgi edinme hakkının gelişimini, değişimini, kullanılmasını ve geldiği son
durumu yasal ve yönetsel açıdan değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Çalışmanın ilk kısmında
literatür taraması yapılarak bilgi edinme hakkının tanımına, dünya üzerinde ve Türkiye’de
nasıl gelişim ve değişim gösterdiğine, bilgi edinme hakkının işleyişinde idarenin
sorumluluklarının neler olduğuna dair bilgi verilmiştir. Çalışmanın ikinci kısmında 2023 yılı
Mart-Ağustos ayları arasında 12 ilçe belediyesi web sayfası üzerinden inceleme yapılarak
“Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında
Yönetmelik” hükümleri çerçevesinde ortaya çıkan bilgilerin değerlendirmeleri form
üzerinde işaretleme yapılarak tablo haline getirilmiştir. Bu tablodan elde edilen sonuçlar,
bilgi edinme hakkına yönelik düzenlemelerin ilçe belediyelerinde uygulanmasında bazı
sorunlar ve eksiklikler olduğunu ortaya koymaktadır. Kanun ve yönetmelik maddeleri
gereğince kamuoyuyla paylaşılması, web sayfalarında yayımlanması gereken bilgibelgelerin çoğu belediyelerce göz ardı edilmiştir. Bu durum hesap verebilir, demokratik,
şeffaf ve katılımcı bir kamu yönetimi anlayışıyla bağdaşmamakta ve Kocaeli ilçe
belediyelerinde idarelerin bilgi verme ödevini tam anlamıyla yerine getirmediğini ortaya
koymaktadır. Daha demokratik, şeffaf ve katılımcı bir kamu yönetimi anlayışı için bilgi
edinme hakkı kullanımının önündeki engeller kaldırılmalı, kanun ve yönetmeliklerde var
olan hükümlerin uygulamaya yansıtılması sağlanarak denetimi gerçekleştirilmelidir.
Anahtar Kelimeler: bilgi edinme hakkı, kamu yönetimi, demokrasi, katılım, şeffaflık
Examination of the Right to Obtain Information in Turkey through the Web Pages of Kocaeli
District Municipalities
305
Zümrüt Tuğba Kahyaoğlu1
Abstract
Rapidly developing technology in a globalizing world has facilitated access to information
and the circulation of information, and information has dominated every aspect of life. The
spread of information without borders and easily has revealed the society that emerged
after industrialization, that is, the “information society”. There are two elements that are
important in this society: People and knowledge. All investments are made in these
elements. With this social transformation, individuals began to get rid of their passive
forms and wanted to access more information in order to take on democratic and
participatory forms. In line with these requests, the concept of “right to information” has
emerged. The right to information refers to the open conduct of public activities to society
and the provision of information to citizens in their activities. It is one of the basic principles
of a democratic, contemporary, participatory public administration as an extension of the
guarantee of fundamental rights and freedoms and freedom of expression. Taking these
principles into account, public administration in developed democracies has undergone
some reform processes, and there have been some changes in the understanding of public
administration. 20. since the end of the century, the changes in the understanding of public
administration have revealed the understanding of “good governance”, and this
understanding has also brought about changes in the use of the right to information. The
right to obtain information has been legislated, and the “Information Acquisition Law”
numbered 4982 has been enacted. Together with this law, the right to information has now
become an obligation of public administration and a way for the governed to seek rights,
becoming the main public relations tool for public administration to Decipher citizens and
explain itself to citizens. With the information acquisition law, it is aimed to audit public
administration by preventing the administration from slipping into illegality; It is aimed
to switch from the classical public administration functioning based on secrecy, closeness
in Turkey to a transparent, participatory, accountable, sharing, not avoiding dialogue with
the governed, performing its activities in front of everyone, both in the services provided
and in the administrative processes, citizen-oriented public administration functioning. In
order to ensure the more effective use of this right, it is aimed to change the framework of
relations between managers and managers by creating information acquisition units in
public administration within the framework of relevant laws and Decrees. With the
increasingly widespread use of the Internet, the transition to the information society and
the radical public administration reform, access to information has become easier, the
demand for information has been liberated, which has increased the obligation of the
administration to provide information. In order to fulfill this obligation, websites that are
not dependent on time and space have started to be very important and have revealed the
importance of corporate websites of public institutions in the provision of public services.
Municipalities, which are the closest public administration unit to the citizen, are also
obliged to use corporate websites effectively and ensure the accurate, fast and detailed
1
Zümrüt Tuğba Kahyaoğlu, İzmit Municipality, z.t.kahyaoglu41@gmail.com
306
transfer of the necessary information and documents to citizens, taking into account the
freedom of information acquisition of citizens.
The subject of this study is that the obligation of the administration to provide information
is revealed through an examination conducted on the web pages of the 12 district
municipalities in Kocaeli. The study aims to evaluate the development, change, use of the
right to information in Turkish public administration and the latest situation from a legal
and managerial point of view. .In the first part of the study, a literature review was
conducted and information was provided on the definition of the right to information, how
it has developed and changed in the world and in Turkey, and what are the responsibilities
of the administration in the functioning of the right to information. In the second part of
the study, the evaluations of the information obtained within the framework of the
provisions of the “Regulation on the Principles and Procedures Related to the
Implementation of the Right to Information Law” were made by conducting an
examination on the website of 12 district municipalities in March 2023 and tabulated by
marking on the form. The results obtained from this table reveal that there are some
problems and shortcomings in the implementation of the regulations on the right to
information in district municipalities. According to the articles of the law and Decrees,
most of the information-documents that should be shared with the public and published
on web pages have been ignored by the municipalities. This situation is incompatible with
an accountable, democratic, transparent and participatory understanding of public
administration and reveals that the administrations in Kocaeli district municipalities have
not fully fulfilled their duty to provide information. For a more democratic, transparent
and participatory understanding of public administration, obstacles to the use of the right
to information should be removed, and the provisions existing in laws and regulations
should be reflected in practice and audited.
Keywords: right to obtain information, public administration, democracy, participation,
transparency.
307
İKİNCİ GÜN: DÖRDÜNCÜ OTURUM
27.10.2023 15:15-16:30 Yalıncak Salonu
Kamu Hizmeti
Oturum Başkanı: Ali Somel
Türkiye’de Kamu Hizmeti Kavramının Tarihsel Dönüşümü: Kamu Yönetiminden-Yeni Kamu
Yönetimi Anlayışına, 1923-2023 Dönemi Değerlendirmesi
Historical Transformation of the Concept of Public Service in Turkey: From Public Administration to
the New Public Administration Concept, 1923-2023 Period Evaluation
Şerife Gökçen Yanık, Cennet Arman Zengi
Türk Kamu Yönetiminde Bürokrasi Kavramının Gelişimi: Dönemsel Bir İnceleme
Development of the Concept of Bureaucracy in Turkish Public Administration: A Periodic Review
Gamze Sinem Özer, Serkan Doru
Deprem Sonrası Enkaz Kaldırma Faaliyetlerinde Ortaya Çıkan Asbest ve İdarenin Sorumluluğu
Asbestos Emerging During Debris Removal Activities After the Earthquake and the Responsibility of
the Administration
Hilal Albal Ulaş
Çoklu Krizlerde Lgbti+ Bireylerin Kamu Hizmetlerine Erişimi
LGBTI+ People’s Access To Public Service In Multiple Crises
İlda Su Sevinç, Canan Sözüer
308
Türkiye’de Kamu Hizmeti Kavramının Tarihsel Dönüşümü: Kamu YönetimindenYeni Kamu Yönetimi Anlayışına, 1923-2023 Dönemi Değerlendirmesi
Şerife Gökçen Yanık1
Cennet Arman Zengi2
Özet
Kamu hizmeti kavramsal olarak pek çok disiplin içinde araştırma konusu olmuştur.
Toplum içinde devlet faaliyeti olarak kabul gören kamu hizmeti içindeki ‘kamu’ teriminin
ne kadarının devletle ilintili olduğu ve ‘hizmet’ kavramının devletle ilintisinin ne olduğu
hep araştırılmıştır. Klasik kamu hizmeti anlayışı, devletin toplumun genel çıkarlarını
korumak, kamu düzenini sağlamak ve kamu hizmetlerini yürütmek için görevlendirildiği
bir anlayıştır. Bu anlayışta devlet, toplumun refahını ve güvenliğini sağlamak için kamu
hizmetlerinin sunumundan sorumludur. Vatandaşların ihtiyaçlarını karşılamak için
mümkün olan en iyi hizmeti sunmak için çalışmaktadır. Klasik kamu hizmeti anlayışı,
hizmet sunumunda profesyonellik, tarafsızlık, etkililik ve verimlilik gibi temel ilkeleri
vurgulamaktadır. Kamu kaynaklarının kullanımında hesap verebilirlik ilkesini
benimsemektedir. Klasik kamu hizmeti anlayışı siyasi, ekonomik ve sosyal değişimlerden
etkilenmiştir. Bunun neticesinde kamu hizmeti kavramı dönüşüme uğramıştır. Klasik
kamu hizmeti kavramının üç temel şartı olan maddi, şekli ve organik şartlar zaman
içerisinde çözülmüştür. Bunun sonucunda ise, modern anlamda bugün kabul edilen yeni
kamu hizmeti kavramı klasik kamu hizmeti kavramının yerini almıştır. Tüm dünya
ülkeleri bu yeni kamu hizmeti anlayışını kabul ederek kamu hizmetlerinin sunumunu
değiştirme ve dönüştürme sürecine girmiştir. Ancak her ülke bu değişim sürecini kendi
ülke şartlarına göre değerlendirmektedir. 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla
birlikte, kamu hizmeti kavramı da modernleşme sürecinin bir parçası olarak yeniden
yapılandırılmıştır. Devletin görevleri arasında, toplumsal kalkınmayı sağlamak, sosyal
refahı artırmak ve hizmetlerin vatandaşlara ulaşmasını sağlamak gibi yeni hedefler
belirlenmiştir. Bu dönemde, özellikle sağlık, eğitim ve ulaşım alanlarında önemli adımlar
atılmıştır.1940'lardan itibaren, Türkiye'nin siyasi yapısındaki değişimler, kamu hizmeti
kavramını da etkilemeye başlamıştır. Bu dönemde, devletin işlevleri arasında milliyetçilik,
askeri güçlenme ve kalkınma gibi hedefler öne çıkmıştır. Bu süreçte, özellikle bürokrasi ve
devlet yönetimi alanında yapısal değişimler yaşanmıştır.1960'lı yıllara gelindiğinde ise,
Türkiye'de kamu hizmeti, devletin ekonomik kalkınma ve sosyal refah için temel
hizmetleri sunmaya odaklanmıştır. Eğitim, sağlık, adalet, güvenlik ve altyapı hizmetlerine
yatırım yapılmış ve yeni kanunlar çıkarılmıştır. Yerel yönetimlerin rolü zaman içerisinde
artarken siyasi istikrarsızlık ve ekonomik sorunlar verimli kamu hizmeti sunumunu
giderek zorlaştırmıştır. 1980'lerde ise Türkiye'de liberal ekonomi politikalarının
uygulanmasıyla birlikte, kamu hizmeti kavramı da yeniden yapılandırılmıştır. Devletin
1
Öğr. Gör., Şerife Gökçen Yanık, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, gokcen.yanik@adu.edu.tr
2
Öğr. Gör. Dr.,Cennet Arman Zengi, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, cennetarman@adu.edu.tr
309
ekonomiye müdahalesi azaltılmış, özelleştirme, dışa açılma ve rekabetin teşviki gibi
politikalar uygulanmıştır. Bu dönemde, özellikle ekonomik alanda verimlilik, etkinlik ve
mali disiplin gibi kavramlar ön plana çıkmıştır. 2000'li yıllara gelindiğinde ise, Türkiye'de
kamu hizmeti, dijitalleşme ve teknolojik yeniliklerle birlikte vatandaş odaklı ve verimli bir
yapıya doğru evrilmiş ve E-devlet uygulamaları yaygınlaşmış, kamu kurumları daha şeffaf
ve hesap verebilir hale gelmiştir. Günümüzde ise Türkiye'de kamu hizmeti kavramı,
demokratikleşme ve sivil toplumun güçlenmesi gibi süreçlerle birlikte yeniden
yapılandırılmaktadır. Bu süreçte, devletin görevleri arasında insan haklarına saygı, eşitlik,
adalet ve sürdürülebilirlik gibi hedefler öne çıkmaktadır. Ayrıca, dijitalleşme ve teknolojik
gelişmeler de kamu hizmetlerinin sunumunda önemli bir rol oynamaktadır. Türkiye'deki
kamu hizmeti kavramının tarihsel süreç içindeki dönüşümü, devletin siyasi ve toplumsal
yapısındaki değişimlerle yakından ilişkilidir. Modernleşme, milliyetçilik, liberal ekonomi
politikaları gibi farklı dönemlerde öne çıkan hedefler, kamu hizmeti kavramının yeniden
yapılandırılmasına neden olmuştur. Bugün ise Türkiye'de, demokratikleşme, sivil
toplumun güçlenmesi ve teknolojik gelişmelerin etkisiyle, insan odaklı, etik ve
sürdürülebilir bir kamu hizmeti anlayışı oluşmaya başlamıştır. Bu çalışmada 1923-2023
yılları arasında Türkiye’de Kamu hizmetlerinde yaşanan değişim ve dönüşümü
değerlendirilerek literatüre katkı sağlaması amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: kamu hizmeti, yeni kamu hizmeti, kamu yönetimi, klasik kamu hizmeti
310
Historical Transformation of the Concept of Public Service in Turkey: From Public
Administration to the New Public Administration Concept, 1923-2023 Period Evaluation
Şerife Gökçen Yanık1
Cennet Arman Zengi2
Abstract
Public service has conceptually been the subject of research in many disciplines. The extent
to which the term 'public' in public service, which is accepted as a state activity in society,
is related to the state and what is the relationship between the concept of 'service' and the
state has always been investigated. The classical understanding of public service is one in
which the state is tasked with protecting the general interests of society, ensuring public
order and carrying out public services. In this understanding, the state is responsible for
the provision of public services to ensure the welfare and security of society. It strives to
provide the best possible service to meet the needs of citizens. The classical public service
approach emphasizes basic principles such as professionalism, impartiality, effectiveness
and efficiency in service delivery. It adopts the principle of accountability in the use of
public resources. The classical understanding of public service has been affected by
political, economic and social changes. As a result, the concept of public service has been
transformed. The three basic conditions of the classical concept of public service, namely
material, formal and organic conditions, have dissolved over time. As a result, the new
concept of public service, which is accepted today in the modern sense, has replaced the
classical concept of public service. All countries of the world have accepted this new
concept of public service and entered into the process of changing and transforming the
provision of public services. However, each country evaluates this change process
according to its own country conditions. With the establishment of the Republic of Turkey
in 1923, the concept of public service was restructured as part of the modernization process.
Among the duties of the state, new objectives such as ensuring social development,
increasing social welfare and ensuring that services reach citizens were identified. In this
period, important steps were taken especially in the fields of health, education and
transportation. From the 1940s onwards, changes in Turkey's political structure began to
affect the concept of public service. In this period, nationalism, military strengthening and
development became prominent among the functions of the state. By the 1960s, public
service in Turkey focused on the state's provision of basic services for economic
development and social welfare. New laws were enacted and investments were made in
education, health, justice, security and infrastructure services. While the role of local
governments increased over time, political instability and economic problems made
efficient public service delivery increasingly difficult. In the 1980s, with the
implementation of liberal economic policies in Turkey, the concept of public service was
restructured. State intervention in the economy was reduced and policies such as
1
Lecturer, Şerife Gökçen Yanık, Aydın Adnan Menderes University, gokcen.yanik@adu.edu.tr
2
Lecturer Dr., Cennet Arman Zengi, Aydın Adnan Menderes University, cennetarman@adu.edu.tr
311
privatization, opening up and promotion of competition were implemented. In this period,
concepts such as efficiency, effectiveness and fiscal discipline came to the fore, especially
in the economic field. In the 2000s, public service in Turkey evolved towards a citizenoriented and efficient structure with digitalization and technological innovations, and Egovernment applications became widespread, and public institutions became more
transparent and accountable. Today, the concept of public service in Turkey is being
restructured in line with processes such as democratization and the strengthening of civil
society. In this process, goals such as respect for human rights, equality, justice and
sustainability have come to the fore among the duties of the state. In addition, digitalization
and technological developments also play an important role in the provision of public
services. The historical transformation of the concept of public service in Turkey is closely
related to the changes in the political and social structure of the state. The goals of
modernization, nationalism and liberal economic policies have led to the restructuring of
the concept of public service. Today, with the impact of democratization, strengthening of
civil society and technological developments, a people-oriented, ethical and sustainable
understanding of public service has started to emerge in Turkey. This study aims to
contribute to the literature by evaluating the changes and transformations in public
services in Turkey between 1923 and 2023.
Keywords: public service, new public service, public administration, classical public service
312
Türk Kamu Yönetiminde Bürokrasi Kavramının Gelişimi:
Dönemsel Bir İnceleme
Gamze Sinem Özer 1
Serkan Doru2
Özet
Max Weber’in geliştirdiği ve kuramsal temellerini attığı bürokrasi kavramı, Latince
“Bureau (devlet işlerinin görüldüğü ofisler)” sözcüğü ile Yunanca “cratie (iktidar, hakimiyet)”
sözcüğünün bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Bugünkü anlamına yakın olarak ilk kez on
sekizinci yüzyılda Vincent de Gournay tarafından “bürolarda çalışanların siyasal güce sahip
olmaları” şeklinde tanımlanan bürokrasi kavramı, Türk kamu yönetiminde de yüz yıldan
fazla bir süredir kullanılmaktadır. Bu süre içerisinde kavram bazı dönemlerde
kırtasiyecilik, verimsizlik, işlerin hantallaşması gibi olumsuz anlamlara karşılık gelecek
şekilde kullanılırken bazı dönemlerde ise en iyi yönetim şekli gibi olumlu anlamlarda
kullanılmıştır. Günümüzde ise bürokrasi kavramının bu eğilimlerden hangisine daha
yakın olduğu sorusu, bu çalışmanın araştırma sorusunu oluşturmaktadır. Çalışma
sonucunda bu soruya verilecek yanıtlar ise daha sonraki bürokrasi kavramı çalışmalarına
yol göstermesi açısından önemli görülmektedir. Bu bağlamda bürokrasi kavramının
güncel eğilimini tespit etmek amacıyla gerçekleştirilen bu çalışmada ilk olarak bürokrasi
kavramının Türk kamu yönetimindeki gelişimi dönemler halinde irdelenecektir. Bu
dönemler genel olarak siyasi yapı ile bürokratik yapı arasındaki ilişkiler üzerinden
değerlendirilerek bürokrasi ile ilgili dönemsel tutumlar tespit edilmeye çalışılacaktır.
Çalışma sonucunda elde edilen bulgular doğrultusunda bürokrasi kavramına yönelik
tutumun, günümüzde olumlu mu yoksa olumsuz bir yönde mi olduğu tespit edilerek,
güncel eğilim hakkında çıkarımlarda ve değerlendirilmelerde bulunularak ilgili yazına
katkı sağlanması amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: bürokrasi, Türk bürokrasisi, siyasi yapı, bürokratik yapı
1
Doktora Öğrencisi, Gamze Sinem Özer, Akdeniz Üniversitesi, gamze.s.ozer@hotmail.com
2
Dr. Öğr. Üyesi, Serkan Doru, Akdeniz Üniversitesi, serkandoru@akdeniz.edu.tr
313
Development of the Concept of Bureaucracy in Turkish Public Administration:
A Periodic Review
Gamze Sinem Özer 1
Serkan Doru2
Abstract
Today, the changes that come with long-lasting financial and economic crises, inequality
in income distribution, deepening poverty, migration movements, environmental risks,
increasing uncertainties in the world, and the development of artificial intelligence increase
and diversify social needs. Furthermore, authoritarianism is increasing in the world, the
practices of the state of exception are becoming the norm and the rule of law is eroding. As
the world moves towards a new social structure with all these developments, on which
principles will public administration be built and operated? The Congress aims to open to
discussion the scientific research that answers the question of “what kind of public
administration” with the effect of new trends that will shape our future, based on 100 years
of Republican experience.
Keywords: bureaucracy, Turkish bureaucracy, political structure, bureaucratic structure
1
PhD Student, Gamze Sinem Özer, Akdeniz Üniversitesi, gamze.s.ozer@hotmail.com
2
Assist. Prof. Dr., Serkan Doru, Akdeniz Üniversitesi, serkandoru@akdeniz.edu.tr
314
Deprem Sonrası Enkaz Kaldırma Faaliyetlerinde Ortaya Çıkan Asbest ve İdarenin
Sorumluluğu
Hilal Albal Ulaş1
Özet
Asbest, jeolojik olarak lifsi kristal yapısına sahip silikat (magnezyum silikat, kalsiyummagnezyum silikat, demir-magnezyum silikat) bileşimindeki ateşe, asitlere ve darbeye
dayanıklı, iletkenlik özelliği olmayan, esnek, uzun ince lifler ve lif demetleri şeklini alan
bir grup mineralin ortak adıdır. Bu özelliklerinden dolayı asbest, inşaat, gemi, otomotiv,
tekstil ve diğer sanayi alanlarında oldukça yaygın kullanılır. Fren ve debriyaj balatası, ev
yalıtımı, boru, levha, marley gibi kullanım alanları mevcuttur. Asbeste gerek mesleki
olarak gerekse asbestin kullanıldığı alanları kullanarak toplu halde maruz kalınması
durumunda uzun vadede öksürük, nefes darlığı, aşırı yorgunluk, göğüs ve omuz ağrısı
gibi sağlık problemleri söz konusu olabilir. Ayrıca uzun yıllar asbest soluyan kişilerin
akciğer kanserine yakalanma riskleri oldukça fazladır. Asbest, özellikle 20. yüzyılın
ortalarına kadar inşaat malzemelerinin birincil bileşenlerinden biri olarak kullanılmıştır.
Ancak, daha sonra asbestin sağlık açısından tehlikeli olduğu anlaşılmış ve kullanımı
dünya çapında sınırlanmıştır. Ülkemizde 2013 yılında çıkarılan Asbestle Çalışmalarda
Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik ile asbestin her türünün çıkarılması,
işlenmesi, satılması ve ithalatı, asbest içeren her türlü ürünün ithalatı ve satılması, asbest
ürünlerinin veya asbest ilave edilmiş ürünlerin üretimi ve işlenmesi yasaklanmıştır. Asbest
mevzuat öncesi dönemdeki binalarda büyük oranda kullanılmıştır. Yeni binalarda ise
izolasyon malzemeleri, yalıtım malzemeleri, kiremitler gibi asbest içeren malzemeler
bulunmaktadır. Yine Türkiye Asbest Yatakları Haritasına göre, 6 Şubat 2023 tarihinde
meydana gelen ve 11 ili kapsayan depremin meydana geldiği bölge, ülkemizde çevresel
asbestin yoğun olarak bulunduğu alanlardır. Bu nedenle gerek enkaz kaldırma
faaliyetlerinde çalışan kişilerin gerekse çevrede bulunanların asbeste maruz kalma riskleri
oldukça fazladır. Binaların yıkılması sırasında ortama yoğun toz ve gaz halinde insan
sağlığına zararlı kimyasallar yayılmaktadır. Özellikle enkaz kaldırılması ve hafriyat
aşamasında çalışanların asbest maruz kalım riskinin çok yüksek olduğu bilinmektedir. Bu
nedenle deprem bölgesinde yıkılan binaların arama kurtarma, enkaz kaldırma ve hafriyat
çalışmaları sırasında, asbest maruz kalımı göz önünde bulundurularak çalışılmalıdır. Bu
nedenle ağır hasarlı olup yıkılacak binalarda asbest bulunup bulunmadığı önceden analiz
edilmelidir. Asbestin bulunduğu binaların yıkımı veya yenilenmesi sırasında, idarelerin
özel bir dikkat göstermeleri gerekmektedir. Enkaz kaldırma faaliyetlerinde görev alanlar
bu konuda eğitilmeli, güvenli ekipman ve koruyucu giysilerle donatılmalıdırlar. Bu
süreçler sırasında, asbestin havaya salınması önlenmeli ve çevreye zarar vermeden güvenli
bir şekilde bertaraf edilmelidir. Binaların kontrolsüz ve plansız yıkımı ile ortaya çıkacak
asbest maruziyeti idarenin sorumluluğunu doğurur. İdarelerin enkaz ve hafriyat kaldırma
görevini özel şirketlere devrettiği bilinmektedir. Bu devir sırasında yapılan ihalelerde
enkaz kaldıracak olan şirket çalışanlarının eğitimi, güvenliği, enkazın doğru şekilde
kaldırılması konusunda idarenin denetim yetkisi ve sorumluluğu devam etmektedir.
1
Arş. Gör., Hilal Albal Ulaş, İnönü Üniversitesi, hilal.albal@gmail.com
315
Bunun yanında idarenin binalardaki asbest kullanımı konusunda mevzuata uygun
davranılıp davranılmadığını denetleme yetkisi ve görevi bulunmaktadır. Bu denetim
görevinin gereğince yerine getirilmemesi hizmet kusuru teşkil eder. Zira idare her zaman
fiili bir hareketle kusura ve zarara sebebiyet vermez kimi zaman ihmali davranışla da zarar
ortaya çıkabilir. Asbestin insan sağlığına zararlı olduğu gerçeği, idarelerin asbestle ilgili
konulara özel bir dikkat göstermelerini gerektirir. İdareler, asbestin çıkarılması ve bertaraf
edilmesi ile ilgili uygun düzenlemeler yaparak, insanların sağlıklarını korumaya yönelik
bir sorumluluk üstlenmelidir.
Bu konu Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, AFAD ve
Belediyeler gibi çeşitli idarelerin sorumluluk alanına girmesi ve güncel bir nitelik taşıması
açısından önemlidir. Konu anlatılırken her bir idarenin sorumluluğu ayrı ayrı ele alınacak
ve yargı kararları ile konu desteklenecektir. Ülkemiz ile benzer idari rejime sahip olan
ülkelerde bu konudaki düzenlemeler taranacak ve bu şekilde bir karşılaştırma
sağlanacaktır.
Anahtar Kelimeler: idarenin sorumluluğu, asbest, hizmet kusuru, deprem.
316
Asbestos Emerging During Debris Removal Activities After the Earthquake and the
Responsibility of the Administration
Hilal Albal Ulaş 1
Abstract
Asbestos is the common name of a group of minerals that are geologically composed of
silicate (magnesium silicate, calcium-magnesium silicate, iron-magnesium silicate) with a
fibrous crystal structure, resistant to fire, acids and impact, non-conductive, flexible, taking
the form of long thin fibers and fiber bundles. Due to these properties, asbestos is widely
used in construction, shipbuilding, automotive, textile and other industrial areas. There are
areas of use such as brake and clutch linings, home insulation, pipes, sheets and marley. In
case of mass exposure to asbestos, either occupationally or by using areas where asbestos
is used, long-term health problems such as cough, shortness of breath, extreme fatigue,
chest and shoulder pain may occur. In addition, people who breathe asbestos for many
years have a very high risk of developing lung cancer. Asbestos was used as one of the
primary components of construction materials, especially until the mid-20th century.
However, it was later realized that asbestos was dangerous to health and its use was
limited worldwide. With the Regulation on Health and Safety Precautions in Working with
Asbestos, issued in 2013 in our country, the extraction, processing, sale and import of all
types of asbestos, the import and sale of all kinds of products containing asbestos, the
production and processing of asbestos products or products with added asbestos are
prohibited. Asbestos was largely used in pre-legislation buildings. In new buildings, there
are asbestos-containing materials such as insulation materials, insulation materials and
tiles. Again, according to the Turkey Asbestos Beds Map, the region where the earthquake
occurred on February 6, 2023, covering 11 provinces, is the area where environmental
asbestos is concentrated in our country. For this reason, the risk of exposure to asbestos for
both people working in debris removal activities and those in the environment is quite
high. During the collapse of buildings, chemicals harmful to human health are released
into the environment in the form of intense dust and gas. It is known that the risk of
asbestos exposure is very high, especially for those working in the debris removal and
excavation phase. For this reason, asbestos exposure should be taken into consideration
during search and rescue, debris removal and excavation works of collapsed buildings in
the earthquake zone. For this reason, buildings that are heavily damaged and will be
demolished should be analyzed in advance to see if there is asbestos. Administrations must
pay special attention during the demolition or renovation of buildings containing asbestos.
Those involved in debris removal activities should be trained on this subject and equipped
with safe equipment and protective clothing. During these processes, asbestos must be
prevented from being released into the air and must be disposed of safely without harming
the environment. Asbestos exposure resulting from the uncontrolled and unplanned
demolition of buildings will result in the responsibility of the administration. It is known
that administrations delegate the task of removing debris and excavation to private
companies. The administration's supervision authority and responsibility for the training
and safety of company employees who will remove debris in the tenders held during this
1
Res. Assist., Hilal Albal Ulaş, İnönü Üniversitesi, hilal.albal@gmail.com
317
transfer, and for the correct removal of debris continue. In addition, the administration has
the authority and duty to inspect whether the legislation is complied with regarding the
use of asbestos in buildings. Failure to fulfill this inspection duty properly constitutes a
service defect. Because the administration does not always cause fault and damage with
an actual action, sometimes damage can occur with negligent behavior. The fact that
asbestos is harmful to human health requires administrations to pay special attention to
asbestos-related issues. Administrations must assume a responsibility to protect people's
health by making appropriate regulations regarding the removal and disposal of asbestos.
This issue is important in that it falls under the responsibility of various administrations
such as the Ministry of Environment, Urbanization and Climate Change, the Ministry of
Health, Afad and Municipalities and has an up-to-date quality. While explaining the
subject, the responsibilities of each administration will be discussed separately and the
subject will be supported by judicial decisions. In countries with similar administrative
regimes to our country, regulations on this subject will be scanned and a comparison will
be made.
Keywords: responsibility of the administration, asbestos, service defect, earthquake.
318
Çoklu Krizlerde Lgbti+ Bireylerin Kamu Hizmetlerine Erişimi
İlda Su Sevinç1
Canan Sözüer2
Özet
Bu bildiri çoklu kriz dönemlerinde LGBTİ+ bireyler ile kamu yönetimi arasındaki ilişkiyi ve
bu bireylerin kamu hizmetlerine erişiminin ne ölçüde sağlandığını tartışmaktadır. Kriz
anlarında kamusal kaynaklara erişim ve yönetime eşit katılım konusunda bazı temel
aksaklıkların, özellikle halihazırda kamu alanında dezavantajlı konumda yer alan grupların
aleyhinde, yaşandığı gözlemlenmiştir. Yaşanan bu aksaklıklarla birlikte bireylerin maruz
bırakıldığı ayrımcılık, eşitsizlik ve dışlanma daha da keskinleşmektedir. 2020’de yaşanan
pandemi ve 2023 yılında yaşanan Kahramanmaraş̧̧ depreminde bu aksaklıkların varlığı
somut bir şekilde görülmüştür. Bireyler kamusal hizmetlere erişim ve yönetime katılımda
eşit haklara sahiptir. Bu durumun aksi, eşitsizlik ve ayrımcılık, temel insan hakkı ihlali olup
adalet ve hukuk mekanizmalarının zedelenmesine yol açmaktadır. Bu bağlamda şu sorunun
sorulması kaçınılmazdır: pandemi ve afet gibi kriz anlarında LGBTİ+ bireyler kamusal
hizmetlerden ne kadar yararlanabilmektedir ve kamusal alanda ne ölçüde temsil
edilebilmektedir?
Queer teori kamu yönetim çalışma alanlarına girmiş̧̧ olmakla beraber çoklu krizler ekseninde
LGBTİ+ bireylerin kamu kaynaklarına erişim sıkıntısı literatür konusunda zenginleşme
imkânı bulamamıştır. Literatür queer teori alanında daha çok LGBTİ+ bireylerin kamu
yönetimine dahil olması üzerine eğilmiş̧̧ durumdadır. Halihazırda bu bildiri “kamu
kaynaklarına erişim” alanına katkı sağlamayı da kendine ek bir hedef olarak belirler.
Bildiriye temel hazırlayan araştırma boyunca benimsenen metot sorunsalın ihtiyaçları göz
önünde bulundurularak belirlenmiştir. Bu bağlamda araştırmanın iki ayrı beslenme kaynağı
vardır: alanda çalışma yapan ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarının yayınladığı
raporlar örneğin Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği’nin
hazırlamış̧ olduğu Pandemi Surecinde LGBTİ+’ların Sosyal Hizmetlere Erişimi Araştırma
Raporu ve literatür taraması üzerinden alanda yapılmış̧̧ çalışmalar ve bunların bulguları.
Bahsedilen kaynaklar çalışmanın saha ve literatür çalışmasını oluşturmakla beraber sentez
sureci boyunca sorunsalın yanıtlanması için nicel verilerden faydalanılacaktır.
Bildirinin sorunsalı öz bakımından adalet ve eşitlik alt perspektifinden incelenecektir.
Sorunsalı incelemek için kullanılan deprem ve pandemi gibi kriz koşullarının kendilerine
içkin ihtiyaç̧̧ ve özelliklerini ayrı ayrı değerlendirmek gerekir. Bu bağlamda sorunsala yeterli
bir cevap üretebilme amacını taşıyarak iki ana alt başlıkta inceleme yapılacaktır. Bu ana
başlıklar kamu hizmetine erişimde eşitlik ve kamusal yönetime dahil olmada eşitlik olarak
gruplandırılır. Kamu hizmetine erişim başlığının ise birçok farklı alt inceleme alanı
bulunmaktadır. Bunlar başlıca beslenme, barınma, hijyen, sağlık, giyim, psiko-sosyal destek,
1
2
İlda Su Sevinç, Galatasaray Üniversitesi, ildasu20@gmail.com
Canan Sözüer, Galatasaray Üniversitesi, szrrcanan@gmail.com
319
istihdam ve entegrasyondur. Bildiri kapsamında elde edilen veriler üzerinden bu alt
başlıklar değerlendirilmektedir.
Eleştirel devlet teorisinin de işaret ettiği üzere devlet seçici bir aygıttır. Öte yandan
demokratik sistemlerde kamu hizmetinin konusu nüfusun bütünüdür ve prosedürel bir
niteliğe sahip olması beklenir. Bu bağlamda bir toplumdaki ayrıcalıklı durumda olan ve
belirli bir ırka, sınıfa, cinsiyete sahip bireyler “kamu hizmetinin ulaştırılması bakımından
devletin birincil tercih ettiği grup” olduğuna dair genel bir kabul karşımıza çıkar. Böylesi bir
tercih idarenin yapısından doğar.
Heteronormativite, toplumsal sınıflar, ırkçılık, kadın düşmanlığı, yabancı düşmanlığı
kategorileri üzerinden ölçeklenip değerlendirilebilir.
Bu bildiri kapsamında, yukarıda bahsi geçen alanda yer alan kamu yönetimi pratiklerini
değerlendirmek amacıyla LGBTİ+ bireyler merceğe alınır. Tüm bu olgular somut olaylara
uygulandığında hak ihlaline maruz kalmış̧ LGBTİ+’lar arasında farklı kategoriler
oluşturmanın mümkün olduğu görülmektedir. LGBTİ+ bireyler söz konusu olduğunda bu
tür hak ihlalleri farklı kesişimsellik kategorileri üzerinden de ortaya çıkmaktadır. Bununla
beraber kriz anlarının ve şokların doğalarına, yapılarına ve kendilerine özgü karakteristik
özelliklerine göre bireylerin ihtiyaçları ve yaşanan sorunlar farklılık göstermektedir.
Pandemi gibi uzun erimli krizler bireyleri ekonomik alanda daha çok etkilerken deprem gibi
kısa şoklu krizler beraberinde barınma gibi aksiyon süresi kısa olması gereken ihtiyaçlar
meydana getirir. Bu durum bu sunuşu şu sonuca ulaştırmaktadır: LGBTİ+ bireylerin dahil
olduğu kategori veya kriz anının doğası ne olursa olsun, idare tarafından yerine getirilmeyen
kamu hizmeti sonucu yaşanan mağduriyet değişmez.
Anahtar Kelimeler: eşitlik, adalet, demokrasi, toplumsal eşitlik, kamu hizmeti.
320
LGBTI+ People’s Access To Public Service In Multiple Crises
İlda Su Sevinç1
Canan Sözüer 2
Abstract
This paper discusses the relationship between LGBTI+ individuals and public
administration in times of multiple crises and the extent to which their access to public
services is ensured. It has been observed that in times of crisis, there are some fundamental
setbacks in access to public resources and equal participation in governance, especially to
the detriment of groups that are already disadvantaged in the public sphere. These
setbacks exacerbate the discrimination, inequality and exclusion to which individuals are
subjected. The pandemic in 2020 and the Kahramanmaraş earthquake in 2023 concretely
demonstrated the existence of these disruptions. Individuals have equal rights to access
public services and participate in governance. The opposite of this situation, inequality and
discrimination, is a violation of fundamental human rights and leads to the damage of
justice and legal mechanisms. In this context, it is inevitable to ask the following question:
to what extent can LGBTI+ individuals benefit from public services in times of crisis such
as pandemics and disasters and to what extent can they be represented in the public
sphere?
Although queer theory has entered the fields of public administration studies, the problem
of LGBTI+ individuals' access to public resources in the axis of multiple crises has not found
the opportunity to enrich the literature. The literature in the field of queer theory is mostly
focused on the inclusion of LGBTI+ individuals in public administration. Currently, this
paper sets itself the additional goal of contributing to the field of "access to public
resources".
The methodology adopted throughout the research that forms the basis of this paper has
been determined with the needs of the problematic in mind. In this context, the research
has two separate sources of nutrition: reports published by national and international nongovernmental organizations working in the field, for example, the Research Report on
LGBTI+'s Access to Social Services in the Pandemic Process prepared by the Association
for Social Policy, Gender Identity and Sexual Orientation Studies, and studies conducted
in the field through literature review and their findings. While the aforementioned sources
constitute the field and literature study of the study, quantitative data will be used to
answer the problematic throughout the synthesis process.
The problematic of the paper will be examined from the sub-perspective of justice and
equality in terms of essence. It is necessary to evaluate the inherent needs and
characteristics of crisis conditions such as earthquakes and pandemics used to examine the
problematic separately. In this context, in order to produce an adequate answer to the
1
2
İlda Su Sevinç, Galatasaray University, ildasu20@gmail.com
Canan Sözüer, Galatasaray University, szrrcanan@gmail.com
321
problematic, an examination will be made under two main sub-headings. These main
headings are grouped as equality in access to public service and equality in participation
in public administration. Access to public services has many different sub-areas. These are
mainly nutrition, shelter, hygiene, health, clothing, psycho-social support, employment
and integration. These sub-headings are evaluated through the data obtained within the
scope of the paper.
As the critical state theory points out, the state is a selective apparatus. On the other hand,
in democratic systems, the subject of public service is the whole population and it is
expected to have a procedural character. In this context, there is a general assumption that
individuals who are privileged in a society and who belong to a certain race, class or gender
are "the group of primary preference of the state in terms of public service delivery". Such
a preference arises from the structure of the administration.
Heteronormativity can be scaled and evaluated through the categories of social classes,
racism, misogyny, xenophobia.
Within the scope of this paper, LGBTI+ individuals are scrutinized in order to evaluate
public administration practices in the aforementioned field. When all these facts are
applied to concrete cases, it is seen that it is possible to create different categories among
LGBTI+ persons who have been subjected to rights violations. In the case of LGBTI+
individuals, such rights violations also emerge through different categories of
intersectionality. However, the needs of individuals and the problems experienced differ
according to the nature, structure and unique characteristics of crisis moments and shocks.
Long-term crises such as pandemics affect individuals more in the economic sphere, while
short-shock crises such as earthquakes create needs such as shelter, which should have a
short duration of action. This leads this presentation to the following conclusion:
Regardless of the category in which LGBTI+ individuals are included or the nature of the
crisis moment, the victimization experienced as a result of the public service not fulfilled
by the administration does not change.
Keywords: equality, justice, democracy, social equality, public service
322
İKİNCİ GÜN: DÖRDÜNCÜ OTURUM
27.10.2023 15:15-16:30 Koçumbeli Salonu
Kamu Politikası
Oturum Başkanı: Fulya Akyıldız
Kamusal Sorumluluktan Hızlı Tüketime Sporun Ticarileşmesi, Neoliberalizm ve Kamu
Yönetimi
The Commercialization of Sports: From Public Responsibility to Fast Consumption under
Neoliberalism
Yavuz Yıldırım
Türkiye’de Kamu İsraf Politikalarının Analizi
An Analysis of Waste Policies in Türkiye
Mücahid Aykut
Türkiye’de Hayvanların Korunması Politikasının 100 Yılı
100 Years of Animal Protection Policy in Turkey
Hürol Çankaya-Nur Şahin-Cengiz Ekiz
Belediye Personeli Bakımından Türkiye ve Fransa Karşılaştırması
Comparison of Türkiye and France in terms of Municipal Personnel
Sezai Öztop, Cuma Bolat
323
Kamusal Sorumluluktan Hızlı Tüketime Sporun Ticarileşmesi, Neoliberalizm ve
Kamu Yönetimi
Yavuz Yıldırım1
Özet
Bu bildiride, spor konusu üzerinden kamu yönetimi örgütlenmesinde neoliberalizmin
bireyselleştirici etkisi incelenecektir. Toplumsal bir olgu olan sporun bireysel ve kar-zarar
denklemi üzerinden anlaşılması, ülkede kapitalizmin gelişiminden kurumsal bağlamların
dönüşümüne kadar pek çok örnek içerir. Bu açıdan Cumhuriyet’in 100. Yılında kamu
yönetimi alanındaki dönüşümlerin izlerini sürebileceğimiz alanlardan biri de spor
politikaları ve buna bağlı gelişen siyaset-spor ilişkisidir.
Ülkenin ana spor branşı futbolda, profesyonel aşamaya geçilen 1959 sonrasında
başkentinden şampiyon çıkaramayan, uluslararası başarıları farklı branşlarda olsa bile
kaynakların dağılımında futbola adaletsiz biçimde fazla kaynak ayrılan Türkiye’de ticari
elitlerin dönüşümü ile sporun dönüşümü arasında doğrudan bir ilişki vardır. Futbol başta
olmak üzere hızlı ticarileşme, yoğun bir tüketiciliği beraberinde getirmiştir. Oysa ki
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında nüfusun sağlıklı ve disiplinli bir hal alması için kurumlar
eliyle sporun yönlendirilmesi ve yönetilmesi süreci, kamu yönetimi örgütlenmesinin temel
unsurlarından biri olmuştur. Bu durum, çeşitli kaynaklarda İkinci Dünya Savaşı ve ona bağlı
olarak faşizmin etkisi altında yorumlansa da spor alanında toplumsal etkileşimin bu siyasi
vizyondan daha fazlasıyla ilişkili olduğu görülebilir.
Günümüzde sıradışı kabul edilen çeşitli branşlarda, 1940’lar boyunca spor faaliyetleri
sürdüren kamusal kurumlar, neoliberalizmin getirdiği kamu işletmeciliğine geçişle beraber
bu misyonlarından uzaklaşmıştır. Bisiklet, tenis, yüzme, su topu gibi branşlarda 1960’lara
kadar devam eden çabalar, zamanla azalmış ve devletin bıraktığı rolü devralan özel şirketler
ya da kulüpler ise futbol dışı branşlara gereken önemi vermemiştir. TFF’nin kent takımları
kurulması isteğiyle kurum takımlarını birleştirerek hayata genç spor kulüpleri, zamanla
futbol kulüplerine dönüşmüştür. Kar etmediği gerekçesiyle terk edilen, amatörlükprofesyonellik ikilemine sıkışan pek çok branş, lise ve dengi düzeylerden itibaren eğitimin
de dönüşümüne bağlı olarak sporcu yetiştirmekte zorlanmış ve böylece spor alanı ticaretin
denklemlerine sıkışıp kalmıştır. Böyle olunca da uluslararası anlamda başarılı sporcuların
yetişmesi, ya kendi kişisel yetenekleri ya da çeşitli girişimlerin sıradışı ve kısa vadeli
adımlarına terk edilmiştir. Yakın zamanda örnekleri görülen, voleybol başta olmak üzere
çeşitli spor dallarında kimi özel kurumların çabaları, kamusal bir alan olarak görülmesi
gereken spor disiplininde kısmi bir alanı kaplar. Yine bocce, çim hokeyi gibi branşlarda
kişisel çabalarla süren çeşitli girişimlerle yenilenmeye açık hale gelse de bir kamu yönetimi
Doç. Dr., Yavuz Yıldırım,
yavuz.yildirim@ohu.edu.tr
1
Niğde
Ömer
324
Halisdemir
Üniversitesi,
yavuzy82@gmail.com,
alanı olarak sporun, büyük oranda neoliberal yetenek avcılarının kaderine terk edildiği ve
ticarileştiği söylenebilir.
Nüfusuna göre lisanslı sporcu seviyesi görece düşük, pek çok alanda uluslararası
standartlarda sporcu yetiştirmekte zorlanan, olimpik dalların pek çoğuna katılamayan,
yüzme ve kayak gibi doğal imkanların bulunduğu alanlarda bile başarı gösteremeyen
Türkiye’nin ekonomik büyümesinden sporun yeteri kadar yararlanamadığı görülebileceği
gibi, bahsedilen ekonomik büyüme ve serbestleşmenin de toplumsal ilişkilere temasındaki
eksikliğin spor üzerinden bir analizi yapılabilir.
Cumhuriyet’in geçen 100 yılında sporda ileri gittiğimizi söylemek kolay değildir. Bir
değişimin olduğu kesindir ancak bu değişimin beklenen sonuçları verdiği söylenemez.
Halen anayasal bir zorunluluk olmasına rağmen devletin özerkleşme adına kontrolü
bıraktığı spor yönetimi büyük oranda yerel yöneticiler, kişisel inisiyatifler, sponsor destekleri
üzerinden “işletilmektedir”.
Anahtar Kelimeler: spor yönetimi, ekonomik değişim, neoliberalizm, kamusallık.
325
The Commercialization of Sports: From Public Responsibility to Fast Consumption under
Neoliberalism
Yavuz Yıldırım 1
Abstract
This paper examines the impact of neoliberalism on the organization of public
administration through the area of sports. The individualization and profit-loss analysis of
sports, which actuall is a social phenomenon, has many examples, from the development
of capitalism in the country to the transformation of institutional contexts. One of the areas
where we can trace the transformations in the field of public administration in the
centennial of the Republic is sports policies and the relationship between politics and
sports that develops accordingly.
The transformation of sports in Turkey is directly related to the transformation of the
commercial elite. After the transition to professional football in 1959, the country's main
sport branch, football, could not win a champion from its capital. Even though
international successes were in different branches, too many resources were allocated to
football in the distribution of resources. The rapid commercialization of football has led to
intense consumerism.
In the early years of the Republic, the process of directing and managing sports by
institutions was one of the basic elements of public administration organization. This was
done in order for the population to become healthy and disciplined. Although this
situation is interpreted under the influence of the Second World War and fascism in
various sources, it can be seen that social interaction in the field of sports is related to more
than this political vision.
Public institutions that continued sports activities throughout the 1940s in various
branches that are considered unusual today, moved away from this mission with the
transition to public management brought by neoliberalism. The efforts that continued until
the 1960s in branches such as cycling, tennis, swimming, and water polo decreased over
time. Private companies or clubs that took over the role left by the state did not give due
importance to branches other than football.
With the desire of the Turkish Football Federation (TFF) to establish city teams, young
sports clubs have turned into football clubs by combining corporate teams. Many branches,
which were abandoned on the grounds of not being profitable and stuck in the dilemma
of amateurism-professionalism, had difficulties raising athletes from high school and
equivalent levels due to the transformation of education. Thus, the management of sports
has been stuck in the equations of trade.
The training of internationally successful athletes has been left to the extraordinary and
short-term steps of either their own personal talents or various initiatives. The efforts of
some private institutions in various sports branches, especially volleyball, of which
examples have been seen recently, occupy a partial area in the sports discipline, which
Assoc. Prof. Dr., Yavuz Yıldırım, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, yavuzy82@gmail.com,
yavuz.yildirim@ohu.edu.tr
1
326
should be seen as a public space. Again, although it has become open to renewal with
various initiatives carried out with personal efforts in branches such as bocce and field
hockey, it can be said that sports as a public administration field have been largely left to
the fate of neoliberal talent hunters and commercialized.
As a result Turkey hasn't been able to utilize its full athletic potential in the centinental
period. Sports administration is now mostly managed by local officials, individual efforts,
and sponsor assistance instead of the state. There has been a lack of coordination and
planning, which has complicated the creation of a comprehensive sports policy. The state
must become more involved in sports administration to make things better. This entails
increasing money and support for sports development as well as adopting a more strategic
approach.
Keywords: sports management, economic growth, neoliberalism, publicity.
327
Türkiye’de Kamu İsraf Politikalarının Analizi
Mücahid Aykut 1
Özet
Kamu yönetiminin amaç ve işlevleri giderek artmaktadır. Kamu kesiminin ve
vatandaşların kamu hizmeti taleplerinin kapsamı artarken, devletin bu hizmetleri finanse
etmek için kamu gelirlerini artırma kapasitesi ise sınırlıdır. Kamu yönetiminin temel
amaçlarından biri, toplumun ihtiyaçlarını karşılarken kıt kaynaklarla toplumsal refahı
artırmaktır. Bu nedenle kıt kamu kaynaklarının verimli, etkin ve ekonomik olarak
kullanılması büyük önem taşımaktadır. Ancak bunun önündeki en önemli engellerden biri
de kamu yönetimindeki büyük israftır.
İsrafın genel kabul görmüş bir akademik ve yasal tanımı yoktur. Bu da bilimsel
çalışmalarda kavramsal çerçevenin çizilmesini zorlaştırmaktadır. En genel anlamıyla israf,
kaynakların verimsiz kullanılmasıdır. Dolayısıyla israf, gıdadan doğal kaynaklara,
enerjiye, zamandan emeğe (insan kaynaklarına) kadar her türlü değerde gereksiz
savurganlık olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla herhangi bir kamu kaynağının verimsiz
kullanılması, kamu yönetiminde israf anlamına gelmektedir. Bu nedenle gelişmekte olan
ülkelerde kamu yönetiminde israfı önleme politikaları çok önemlidir.
Türkiye’de israf tartışmaları, devlet yönetimini miras aldığı Osmanlı Devleti’nin çöküş
dönemine kadar götürülebilse de özellikle 1970’lerden sonra verilen bütçe açıklarıyla
artmaya başlamıştır. 2001 Ekonomik Krizi yakın geçmişteki en önemli kırılmayı
yansıtırken, Suriye Göçmen Krizi ve COVID-19 Pandemisin getirdiği ekonomik tahribat
tartışmaları yoğunlaştırmış. Türkiye İsrafı Önleme Vakfı (TİSVA)’nın 2022 İsraf Raporuna
göre Türkiye milli gelirinin yaklaşık %15’ine denk gelen 1 trilyon 81 milyar liralık kaynağı
israf etmektedir. Son yıllarda artan israf tartışmalarına, özellikle de 2019 İstanbul Yerel
Seçimleriyle gündemi oldukça meşgul etmesine rağmen, kamu yönetimi alanında
akademik olarak yeterince çalışılmamıştır. Aslında israf, tasarrufla ilişkilendirilir ve
ekonomi ve kamu maliyesi altında incelenir. Ancak, bir yönetim sorunu olduğu kadar
yönetici sorunu olarak da değerlendirilebilir.
Bu çalışmada, 2000 yılından itibaren Türkiye'nin israf politikasına yönelik çabaları
incelenirken kamu yönetimi alan anlayışındaki değişimler üzerinde durulmuştur. Her ne
kadar israf tartışması çok eski tarihlerden başlanabilecekse de veri kısıtları nedeniyle bu
çalışma 2000'li yıllardan itibaren özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi dönemine
odaklanmıştır. Bu dönem, gerek 2001 Ekonomik Krizi, 2003’ten itibaren AK Parti
hükümetleri, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş gibi iç dinamikler, gerekse AB
uyum süreci ve klasik kamu yönetiminden yeni kamu yönetimine geçiş gibi dış dinamikler
açısından Türkiye’de kamu yönetimi reformunun tarihsel bir dönüm noktası olarak da
değerlendirilmektedir. Günümüze doğru geldikçe ise 2015 Birleşmiş Milletler
1
Arş. Gör., Mücahid Aykut, Altınbaş Üniversitesi, mucahid.aykut@altinbas.edu.tr
328
Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları içerisindeki 17 maddeden 4 tanesi (7. Erişilebilir ve
Temiz Enerji, 8. İnsana Yakışır İş ve Ekonomik Büyüme, 11 Sürdürülebilir Şehirler ve
Topluluklar, 12 Sorumlu Üretim ve Tüketim) dolaylı olarak israfın önlemesini içerir.
Bu çalışma, Türkiye'de israfla ilgili politikalarının kamu yönetimi açısından incelenmesiyle
önemli bir katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Bu amaçla Kamu Politikası Süreç Analizi
yöntemi tercih edilmiştir. Kamu Politikası Süreç Analizi, kamu politikası sürecini
aşamalara ayırır ve daha anlaşılır hale getirmek için her aşamayı ayrıntılı olarak analiz
eder. Politika Süreci Analizi, bir politikanın gündeme gelmesinden uygulanmasına kadar
her aşamasının sistematik olarak incelenmesidir. Politikaların etkinliğinin maliyet-fayda
analizini yapmak için politika sorununu, bu sorunu çözebilecek alternatif politika
seçeneklerini, sorunu çözecek politikanın belirlenmesini, uygulama sonuçlarını ve aktörler
üzerindeki etkilerini inceler. Bu aşamalardaki aktörlerin faaliyetlerini inceler ve
sonuçlarını değerlendirir. Bunu yaparken de politikaların, çıktılarının ve hedef gruplar
üzerindeki beklenen ve beklenmeyen etkilerinin izlenmesi ve politika sürecinin temel
aşamalarında veri bazında değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Ayrıca olumlu ve olumsuz
dışsallıkları da inceler. Gerektiğinde politikalarda iyileştirme ve değişiklik önerilerinde
bulunulabilir.
Kamu Politikası Süreç Analizinde her aşamayı ayrıntılı olarak incelemek zordur. Bunun
yerine araştırmacılar, seçilen aşamalardaki eksiklikleri vurgulamak için belirli aşamalara
odaklanırlar. Bu çalışma, öncelikle Türkiye’de israf tartışmalarının hızlı bir tarihsel arka
planı üzerinden “Problemin Saptanması ve Gündem Belirlenmesi” aşamasıyla başlamıştır.
“Politika Önerilerinin Biçimlendirilmesi” ve “Politikanın Kabul Edilmesi” aşamalarına
odaklanarak 2000’li yıllardan itibaren 5 Yıllık Kalkınma Planları, Başbakanlık Tasarruf
Genelgeleri üzerinden tasarruf tedbirleri paketleri ve son yıllardaki Stratejik Planlar
üzerinden incelemiştir. Bu aşamalarda israfın kamu politikası olarak çerçevesi çizilmiş
kapsamlı bir kanunlaşma eksikliği olduğunu göstermiştir. “Politikaların Uygulanması” ve
“Politikaların İzlenmesi ve Değerlendirilmesi” süreçlerindeki mekanizmaların
eksikliklerine vurgu yapmıştır.
Anahtar Kelimeler: israf, kamu politikası süreç analizi, Türkiye’de kamu yönetimi.
329
An Analysis of Waste Policies in Türkiye
Mücahid Aykut1
Abstract
The aims and functions of public administration has been increasing. While the scope of
public sector and citizens demands for public service are increasing, the capacity of
government to increase public revenues to finance these services is limited. The one of the
main purposes of public administration is to meet social needs by increasing social welfare
with scarce resources. For this reason, it is crucial to use scarce public resources efficiently,
effectively, and economically. However, one of the most important obstacles to this is the
large amount of waste in public administration.
There is no universally accepted academic and legal definition of waste. This makes it
difficult to draw the conceptual framework in scientific studies. In the most general sense,
waste is the inefficient use of resources. Therefore, waste can be defined as unnecessary
extravagance in all kinds of values from food to natural resources, energy, time and labor
(human resources). Therefore, inefficient use of any public resource means waste in public
administration. For this reason, policies to prevent waste in public administration are very
important in developing countries.
Although the debates on waste in Türkiye can be traced back to the decline of the Ottoman
Empire, from which Türkiye inherited state administration, it has started to increase with
budget deficits, especially after the 1970s. While the 2001 Economic Crisis reflects the most
important breakpoint in the recent past, the Syrian Migrant Crisis and the economic
devastation caused by the COVID-19 Pandemic intensified the discussions. According to
the 2022 Waste Report of the Turkish Foundation for the Prevention of Waste (TISVA),
Türkiye wastes 1.081 billion liras of resources, equivalent to approximately 15% of its
national income. Despite the increasing debate on waste in recent years, especially with the
2019 Istanbul Municipal Local Elections, it has not been studied academically enough in
the field of public administration. In fact, waste is associated with saving and is studied
under economics and public finance. However, it can be considered as a management
problem as well as a managerial problem.
This study analyzes Turkey's efforts towards wasta policy since 2000 while emphasizing
the changes in the understanding of the field of public administration. Although the waste
debate can be started from the establishment of the republic, due to data limitations, this
study focuses on the Justice and Development Party period since 2000s. This period is also
considered as a historical turning point of public administration reform in Turkey in terms
of both internal dynamics such as the 2001 Economic Crisis, the AK Party governments
since 2003, the transition to the Presidential Government System, and external dynamics
such as the EU harmonization process and the transition from classical public
1
Res. Assist., Mücahid Aykut, Altınbaş University, mucahid.aykut@altinbas.edu.tr
330
administration to new public administration. As we move towards the present day, 4 of
the 17 items in the 2015 United Nations Sustainable Development Goals (7. Affordable and
Clean Energy, 8. Decent Work and Economic Growth, 11 Sustainable Cities and
Communities, 12 Responsible Production and Consumption) indirectly include the
prevention of waste.
This study aims to make an important contribution by analyzing the policies on waste in
Türkiye from the perspective of public administration. For this purpose, the Public Policy
Process Analysis method was preferred. Public Policy Process Analysis divides the public
policy process into stages and analyzes each stage in detail to make it more
understandable. Policy Process Analysis is the systematic examination of each stage of a
policy from its introduction to its implementation. In order to conduct a cost-benefit
analysis of the effectiveness of policies, it examines the policy problem, alternative policy
options that can solve this problem, the determination of the policy that will solve the
problem, the implementation results and the effects on actors. It examines the activities of
actors at these stages and evaluates their results. In doing so, it is aimed to monitor the
expected and unexpected effects of policies, their outputs and expected and unexpected
effects on target groups and to evaluate them on a data basis at key stages of the policy
process. It also examines positive and negative externalities. If necessary,
recommendations for improvements and changes in policies can be made.
It is difficult to examine each stage in Public Policy Process Analysis in detail. Instead,
researchers focus on specific stages to highlight the shortcomings in the selected stages.
This study starts with the "Problem Identification and Agenda Setting" stage through a
quick historical background of the wasting debates in Turkey. Focusing on the "Policy
Formulation" and "Policy Implementation" stages, it examines the 5-Year Development
Plans from the 2000s onwards, austerity packages through the Prime Ministry Savings
Circulars, and Strategic Plans in recent years. It has shown that there is a lack of
comprehensive codification of waste as public policy at these stages. It emphasized the
shortcomings of mechanisms in the "Implementation " and "Monitoring and Evaluation"
processes.
Keywords: waste, public policy process analysis, public administration in Türkiye.
331
Türkiye’de Hayvanların Korunması Politikasının 100 Yılı
Hürol Çankaya1
Nur Şahin2
Cengiz Ekiz3
Özet
Hayvanların korunması ile ilgili literatürü incelediğimizde Türkiye’de bu alandaki
tartışmaların kökeninin 19. yüzyıla uzandığı görülmektedir. Modernleşme süreci,
hayvanların korunması sürecini kırılganlaştırmaya başlamış ve dönemin kamu otoritesi,
nefret dili kullanarak hayvanlara yönelik şiddetin meşrulaştırılmasına neden olmuştur.
1980’li yıllardan itibaren etkisiz yasal düzenlemeler ile sorun derinleşmiş ve 2004 yılında
5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanununun yürürlüğe girmesiyle de bu süreç yeni bir
evreye girmiştir.
Türkiye’de hayvanlara yönelik geliştirilen kamu politikaları hak ekseninden uzaktır.
Türkiye’deki mevzuat, hayvanları “eşya” ya da “meta” kategorisi üzerinden
tanımlamaktadır. Hayvan hakları konusunda kamu otoritesi, düzenleme ve karar
düzeyinde hiçbir politika inşa etmemiştir. Üstelik, kurumsal yapıdaki yetki ve görev
karmaşası, hayvanların korunması sürecini doğrudan etkilemektedir. Türkiye’de
hayvanların korunmasına ilişkin yasal tedbirlerin etkisizliği hem merkezi yönetimin hem
de yerel yönetimlerin teşkilat yapısına da yansımıştır. Bu yapının yerel düzeydeki
koordinasyonunu İl Hayvanları Koruma Kurulu yürütmektedir. Kurulun yetki ve
işlevindeki dağınıklık, hayvan hakları konusunda somut düzenlemelerin yapılmasını ve
tedbirlerin alınmasını zorlaştırmaktadır.
Bildiri üç bölümden oluşmaktadır. İlk kısım, hayvan haklarının Osmanlı ve Cumhuriyet
dönemlerini kapsayan yüz yıllık tarihçesini içermektedir. İkinci kısım, yasal işleyişin
dayanaklarını oluşturan idari ve hukuksal yapıyı tartışmaktadır. Üçüncü kısım ise
Türkiye’de hayvan hakları politikasının çerçevesini kapsamaktadır.
Anahtar Kelimeler: hayvanların korunması politikası, yönetsel örgütlenme, yasal düzenlemeler,
Türkiye’de Hayvanların korunmasının tarihi
Dr. Öğr. Üyesi, Hürol Çankaya, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, hcankaya@hotmail.com
Doktora Öğrencisi, Nur Şahin, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, sahinn.nur@hotmail.com
3 Doç. Dr., Cengiz Ekiz, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, ekiz.cengiz@gmail.com
1
2
332
100 Years of Animal Protection Policy in Turkey
Hürol Çankaya1
Nur Şahin2
Cengiz Ekiz3
Abstract
Given the literature on the protection of animals, we find that the beginnings of discussions
in this field in Turkey date back to the 19th century. The modernization process began to
make the mechanism of protection of animals vulnerable, and the then public authorities
legitimized violence against animals by using hate speech. Since the 1980s, ineffective
legislation has exacerbated the problem, and this process entered a new phase with the
passage of the Animal Protection Law (Law 5199, 2004).
The public policy developed for animals in Turkey is far from the legal axis. In Turkish
legislation, animals are defined as “property” or “commodity” The public authority has
not developed policies for animal rights at the level of regulations and decisions. Moreover,
the confusion of powers and duties in the institutional structure directly affects the process
of the protection of animals. The ineffectiveness of legal measures for the protection of
animals in Turkey is reflected in the organizational structure of both central and local
authorities. The coordination of this structure at the local level is carried out by the
Provincial Animal Protection Committee. The inadequate organization of the committee’s
powers and functions makes it difficult to enact specific regulations and take action to
protect animals.
The paper consists of three parts. The first part deals with the one-hundred-year history of
the development of animal protection in the Ottoman and Republican periods. The second
part discusses the administrative and legal structure underlying the legal functioning. The
third part analyzes the model of animal protection policy in Turkey.
Keywords: animal protection policy, administrative organization, legal regulations, history of animal
protection in Turkey
Assist. Prof. Dr., Hürol Çankaya, Bolu Abant İzzet Baysal University, hcankaya@hotmail.com
PhD Student, Nur Şahin, Bolu Abant İzzet Baysal University, sahinn.nur@hotmail.com
3 Assoc. Prof. Dr., Cengiz Ekiz, Associate Professor, Bolu Abant İzzet Baysal University, ekiz.cengiz@gmail.com
1
2
333
Belediye Personeli Bakımından Türkiye ve Fransa Karşılaştırması
Sezai Öztop1
Cuma Bolat2
Özet
Belediyeler, anayasal bir kuruluş olarak ulusal sınırlar içinde yerel ve müşterek
nitelikteki hizmetleri karşılamak amacıyla kurulan yerel yönetim organlarıdır. Yerelleşme
akımıyla birlikte yerel yönetimlerin önemi ve işlevi giderek artmaktadır. Türkler tarih
boyunca devlet geleneği açısından en köklü milletlerdendir. Dünya genelinde olduğu
gibi, devletin ilk zamanlarında merkezi devletin rolü ön planda olmuştur. Selçuklu ve
Osmanlı devletlerinin deneyimleri üzerine bina edilen Türkiye’de, yerel yönetimlerin en
kuvvetli ayağını oluşturan belediyelerin önemi giderek artmış ve yerelleşme akımının da
etkisiyle “demokrasinin okulu” haline gelmişlerdir.
Türkiye ve Fransa üniter devlet geleneği dışında da birçok benzerlik sergilemektedir.
Fransa, 1789 yılında gerçekleşen ve dalga dalga tüm dünyayı etkileyen Fransız İhtilali
sonrasında tüm devlet yapısını yeniden kurgulamıştır. Köklü bir devlet geleneğine sahip
üniter bir devlet olarak Fransa, kamu yönetimi gelenekleri arasında özel bir yere sahiptir.
Fransa’da, 1982’deki 5. Cumhuriyet Dönemi ile başlayan yerelleşme reformları 1985
yılındaki Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile hız kazanmıştır.
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, merkeziyetçi devlet geleneğine sahip birçok
devlette önemli reformlar doğurmuştur. Merkezi yönetimlerin birçok yetkisi yerel
yönetimlere devredilmiştir. Avrupa Konseyi üyesi devletler olarak Türkiye ve Fransa da
bazı çekincelere rağmen Avrupa Yerel Yönetimler Özerklikler Şartı’nı onaylayarak
uygulamaya koymuşlardır. Türkiye’de yerel yönetimler birimleri; belediyeler,
(büyükşehir harici illerde) il özel idareleri ve köyler olarak sınıflandırılmaktadır. Ancak
sorumluluk alanına giren nüfus itibariyle en önemli yerel yönetim birimi belediyelerdir.
1984 itibariyle bazı belediyelerde nüfus büyüklüğü nedeniyle artan ve çeşitlenen yerel
hizmetleri karşılayabilmek için yeniden teşkilatlanma gereğinin ortaya çıkmasıyla
büyükşehir belediyeleri kurulmuştur. Büyükşehir belediyelerinin sayısı bugün otuza
ulaşmıştır.
Bu çalışmanın amacı, Türkiye ve Fransa’daki belediyelerin personel yapısı bakımından
karşılaştırılmasıdır. Bu amaca uygun olarak, Fransız ve Türk belediyelerine ilişkin
literatür ve mevzuat taranmıştır. Dolayısıyla bu çalışma içerik analizi yöntemiyle
biçimlendirilmiştir. Çalışmanın başlangıcında yerel yönetimler ve belediyelere ilişkin
kavramsal çerçeve özetlenmiş ve çalışmanın odak noktasını oluşturan, Türkiye ve
Fransa’daki belediye personeline ilişkin hususlara yer verilmiştir. Türkiye ve Fransa'nın
belediyelerinin organları, bu organların yetkileri, görevleri, imtiyazları ve personel
yapılarına dair bilgiler verilerek iki ülkenin belediye personeline yönelik hususlar
karşılaştırılmıştır.
1
2
Doç. Dr., Sezai Öztop, İstanbul Medeniyet Üniversitesi, sezai.oztop@medeniyet.edu.tr
Doktora Öğrencisi, Cuma Bolat, İstanbul Medeniyet Üniversitesi, orontes1976@gmail.com
334
Çalışmada, iki ülkenin personel politikasındaki farklar, istihdam türleri, belediye
oluşumları ve sayılarındaki farklar, birleşmeler ve desantralizasyon uygulamaları
bakımından önemli farklılıklar gözlenmiştir. Fransa’da nüfusuna bakılmaksızın en küçük
yerleşim biriminde belediye kurulmakta iken Türkiye’de belediye kurma kriteri nüfus ve
mesafe ile çizilmiş olup 5.000‘in üzerinde nüfusa sahip ve merkeze 5.000 metre mesafede
yerleşim yerlerinde belediye kurulması hükmü getirilmiştir. Türkiye'de toplam kamu
personelinin %4,9’u yerel yönetimlerde görev yaparken, Fransa’da tüm kamu
personelinin %34,5'i yerel yönetimlerde görev yapmaktadır. Fransa'da belediye personel
kadrolarının ihdası ve iptali, meclise bırakılmış görevlerdir. Türkiye'de ise 2005 yılından
itibaren belediye kadrolarının yetkisi, merkezi hükümet tarafından belirlenen standartlar
çerçevesinde belediye meclislerine verilmiştir. Türkiye'de yerel yönetim personeli; kamu
görevlileri, sözleşmeli personel ve işçi olarak istihdam edilmektedir. Belediyelere
personel alımlarının %73’ü Belediye İktisadi Teşekkülü (BİT) olarak adlandırılan Belediye
Şirketlerinden yapılmaktadır. BİT’ler den alınan personelin terfi koşulları belirlenmemiş
olup, kamu personeli ise merkezi yönetim tarafından düzenlenen görevde yükselme
sınavları ile terfi alabilmektedir. Fransa'da yerel yönetim personelin nitelikleri şu
şekildedir; kamu görevlileri (corps), yetkili pozisyon (genel sekreter ve genel sekreter
yardımcıları), yarı zamanlı personel, geçici personel. Corps, yerel yönetim çalışanlarına
yer değişikliği olanağı sağlasa da tek bir kariyer imkânı vermiştir. Merkezî yönetim, bazı
durumlarda yetkili bir pozisyondaki yerel yönetim çalışanının yetkilerini elinden
alabilmektedir.
Çalışmanın bulguları, Türkiye ile Fransa’nın belediye personel yapısında bazı
benzerlikler bulunmasına rağmen farklılıkların daha fazla olduğunu göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Kamu Yönetimi, Yerel Yönetimler, Belediye, Kamu Personeli, Fransa,
Türkiye
335
Comparison of Türkiye and France in terms of Municipal Personnel
Sezai Öztop1
Cuma Bolat2
Abstract
Municipalities, as a constitutional organization, are local government bodies established to
provide local and common services within national borders. The importance and function of
local governments are increasing with the localization trend. Turks are one of the most rooted
nations in terms of state tradition throughout history. As is the case worldwide, the
effectiveness of the central state was considered important in the early days. Building on the
experiences of the Seljuk and Ottoman states, the importance of municipalities in Türkiye
has gradually increased and they have become the "school of democracy" with the effect of
the localization trend.
Türkiye and France, which have a unitary state tradition, also share many similarities. France
reorganized its entire state structure after the French Revolution in 1789, which affected the
whole world in waves. As a unitary state with a deep-rooted state tradition, France has a
special place among public administration traditions. In France, the localization efforts that
started with the 5th Republic Period in 1982 gradually increased with the “European Charter
of Local Self-Government” in 1985.
The “European Charter of Local Self-Government” has led to significant reforms in many
states with centralized state structures in order to improve local governments and local
democracy. Many powers of the central government have been transferred to local
governments. As member states of the “Council of Europe”, Türkiye and France have ratified
and implemented the “European Charter of Local Self-Government” despite some
reservations. Local government units in Türkiye are classified as municipalities, special
provincial administrations (in non-metropolitan provinces) and villages. However,
municipalities are the most important local government units in terms of the population
under their responsibility. As of 1984, metropolitan municipalities were established for
metropolitan cities and today their numbers have reached 30.
The aim of this study is to compare the personnel structure of municipalities in Türkiye and
France. In line with this purpose, the legislation and literature on the personnel structure of
French and Turkish municipalities were reviewed. Therefore, this study is shaped by content
analysis method. At the beginning of the study, the conceptual framework on local
governments and municipalities is summarized and the issues related to municipal
personnel in Türkiye and France, which constitute the focus of the study, are presented. By
providing information about the organs of the municipalities which their powers, duties,
1
2
Assoc. Prof. Dr., Sezai Öztop, İstanbul Medeniyet University, sezai.oztop@medeniyet.edu.tr
PhD Student, Cuma Bolat, İstanbul Medeniyet University, orontes1976@gmail.com
336
privileges and personnel structures; developments regarding the personnel policies at the
local governments in both countries have been compared.
Significant differences were observed between the two countries in terms of different
preferences in personnel policy, types of employment, differences in the formation and
number of municipalities, mergers and the results of decentralization practices. In France, a
municipality is established in the smallest settlement regardless of its population, whereas in
Türkiye, the criteria for establishing a municipality are based on population and distance and
municipalities are established in settlements with a population over 5,000 and within 5,000
meters of the center. While 4.9% of the total public personnel work in local governments in
Turkey, in France 34.5% of all public personnel work in local governments. In France, the
creation and cancellation of municipal staff positions is a task left to the parliament. In
Türkiye, since 2005, the authority over municipal staffing has been delegated to municipal
councils within the framework of standards set by the central government. Local government
personnel in Türkiye are employed as civil servants, contracted personnel and laborers.
Municipalities recruit 73% of their staff from municipal companies called Municipal
Economic Enterprises (MIEs). The promotion conditions for personnel recruited from ICTs
are not specified, while public employees can be promoted through promotion exams
organized by the central government. The qualifications of local government staff in France
are as follows: civil servants (corps), authorized position (general secretary and deputy
general secretaries), part-time staff, and temporary staff. The corps provided local
government employees with a single career, although it allowed for relocation. In some cases,
the central government can take away the powers of a local government employee in an
authorized position.
The findings of the study show that although there are some similarities in the municipal
personnel structure of Türkiye and France, there are more differences.
Keywords: Public Administration, Local Governments, Municipality, Public Personnel, France,
Türkiye
337
CUMHURİYET’İN
100.
NASIL BİR KAMU YÖNETİMİ?
Araştırma ve Eğitim
Teknoloji ve Yönetim
Yönetim bilimi
Kamu yönetiminde demokratik bir yapı
Bakım
hizmetlerinin
geliştirilmesi
Algoritmalar eleştiriden muaf mı?
Sahipsiz hayvanlar ve yönetim
Kamu hizmetlerinin geliştirilmesi
Kadınlarla birlikte yönetmek
Kamu yönetimi ve vatandaşlık
Eğitim hizmetinin geleceği
Alternatif yönetim pratikleri
İnsani krizler ve kamu yönetimi
Temel gelir uygulaması
Çocukların korunması
Yukseköğretim sistemi
Kamu hizmetlerinin finansmanı
Butçe hakkıKamu yönetimi eğitimiBüyük veri
Kamu yönetimi kuramı
Kamu yönetiminde katılım
Kamu yönetimi ve halk sağlığı
Kamu-özel ortaklığı modeli
Kamu yararı ve ustun kamu yararı
Doğayla uyumun gözetilmesi
Kapasite geliştirme
Adalet ve eşitlik
Kır ve kent bağlantıları
Merkezileşme Guvenilir gıdaya erişim Kamu ihale sistemi
Veri madenciliğiKamu yönetimi araştırmaları Ekonomi yönetimi
Endustri 4.0 ve kamu yönetimi
Barınma hakkı ve konuta erişim
Kamu personeli seçme sınavları
Kamu yönetimi ve ahlak felsefesi
Denetim işlevinin etkinleştirilmesi
Kamu işletmelerinin geliştirilmesi
Özelleştirme politikası ve sonuçları
Merkezi yönetim-yerel yönetim ilişkileri
Uzaktan çalışma ve yeni istihdam rejimleri
Kurumlararası koordinasyonun sağlanması
Merkezi yönetimin dönuşumu ve yeniden yapılandırılması
Kamu Hizmeti ve Politikalar
Cumhuriyetin 100. Yılında Nasıl Bir Kamu Yönetimi?
Hak ve özgurluklerin geliştirilmesi-korunması
Yeni medya araçları ve kamu yönetimi
Karar surecinde gelecek nesillerin gözetilmesi
Teknolojik gelişmeler ve kamu yönetimi
Kamu personelinin eğitimi ve yetiştirilmesi
Hukuk ve Demokrasi
Kamu Personeli
Üst duzey yöneticilerin yetiştirilmesi
Kooperatifler, kolektifler, muşterekler
Yönetim yapay zekadan etkilenir mi?
Göç hareketleri ve demografik değişim
Kamu yönetiminde halkla ilişkiler
Araştırma yöntemleri
Yaşam kalitesinin yukseltilmesi
Yapı ve İşleyiş
Sağlık hizmetlerinin geleceği
Kamu personelinin özellikleri
Tarım sektörunun yönetimi
Kamu politikası tasarımı
Kamu varlıklarının satışı
Mulki idare sistemi
Yurttaşlık eğitimi
ULUSLARARASI
KAMU YÖNETİMİ KONGRESİ
26-27 EKİM 2023, ANKARA
Kalkınma politikaları ve kamu yönetimi
Kamu Yönetimi Kongresi