Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                

Popülizm ve Türkiye'deki Boyutları

Türkiye'de popülizmin iki evresinden söz edilebilir. İlki "entellektüel" boyutudur ve Tek-Parti dönemiyle birlikte sona erer. Bir ulus-devlet oluşum sürecinde "küçük burjuva" diye nitelendirilebilecek, kapitalist bir yapılanmada gecikmeden ve uyumsuzluktan kaynaklanan, ancak gelenekçi olduğu kadar köktenci ögeleri de içeren, kente düşman köye dost, ulusal değerleri kırda arayan, sınıfları yatsıyan dayanışmacı bir popülizmi ya da çok daha yaygın bir biçimde bildiğimiz İttihatçı gelenekten kaynaklanan CHP halkçılığı "entellektüel" popülizmdir. Diğeri çok partili dönemle birlikte gündeme gelir. Demokrat Parti'den itibaren popülist söylem siyasal yaşamımızla bütünleşir. Zaman zaman Ecevit'in "köy-kent"lerinde olduğu gibi entellektüel boyut canlanırsa da, Özal'dan Demirel'e söylem "siyasal" netlik kazanır. Son seçimlerde Demirel'in kullandığı "Halkın devleti", "halkın parlamentosu" ve "halkın hükümeti" çağrıları bu tür bir popülist söylemin tipik örneğidir. Ayırım gözetmeksizin tüm halkı aynı potada eritmek ve, gerçekçiliği ne olursa olsun, topyekün çözümleyici önlemler önermek "siyasal popülizm"in özelliklerindendir.

Zafer Toprak, “Popülizm ve Türkiye’deki Boyutları, “ Tarih ve Demokrasi - Tarık Zafer Tunaya’ya Armağan, İstanbul; Cem Yayınları; Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği, 1992, s. 41-65. POPÜLİZM VE TÜRKİYE'DEKİ BOYUTLARI Zafer Toprak Yöntem Sorunu Bu yazının amacı uluslaşma sürecinde, ulus-devlet kuruculuğunda Türkiye'de Halkçılık diye bilene gelen popülizmin Batı yazınında tanımlanma sorunsalına eğilmek ve bu bağlamda Türkiye'ye göndermelerde bulunmak. 19. yüzyıl Rusya'sı birçok gelişen ülke için ideolojik stereotip kaynağı oluşturduğu bir gerçek. Bu kısmen Türkiye için de geçerli. 20. yüzyılın özellikle ikinci yarısında bağımsızlığını kazanmış birçok ülkenin entellektüel ve siyasal kesitlerinde görülen popülizm geleneğinin ilk örneklerinden biri bizim Halkçılığımız. Batı yazınında bu pek bilinmiyor. Örneğin London School of Economics'de 19-21 Mayıs 1967'te popülizm üzerine yapılan ve Populism: Its meanings and national characteristics başlığı altında yayımlanan tartışmalarda pek kimse Türkiye'den söz etmemiş. Ya da Gavin Kitching'in polümizm, ulusçuluk ve sanayileşme sorunsallarını ele aldığı Development and Underdevelopment in Historical Perspective'de olduğu gibi popülist pratiklerde Türkiye gündeme alınmamış. İdeolojiler farklı yazgıları paylaşıyorlar. Kimi zaman derin birikim ürünü, kapsamlı ve mantıksal bir doktrin kuramcılarıyla birlikte gündemden siliniyor, geride birkaç mürit bırakıyor. Bir anlamda tarih oluyor. Marksizm-Sovyetler Birliği ikilisinde olduğu gibi. Kimi zaman ise güçlü duygusal birikimle donatılmış ve tabanın çıkarlarını gözeten basit bir kavram kitleleri peşinden sürüklüyor ve maddi bir güce dönüşüyor. Güçlü bir ideoloji birçok ülkede, mekânda ve toplumda kalıcı yankı uyandırabiliyor; ancak farklı toplumsal çevre ideolojide derin dönüşümlere uğruyor, özgün biçiminden sıyrılıyor, yöre özelliklerini yansıtıyor. Marx'ın öğretisiyle Sovyet marksizmi, ardından Çin marksizmi daha da ötelere gidersek Afrika'da marksist pratikler bu başkalaşmanın somut örnekleri... Öte yandan "evrensel" ideolojilerin ötesinde, dış görünümüyle bağımsız ve ilişkisiz, tarih ve coğrafyasıyla farklı idelojik kavramlar ortak içeriklere sahip olabiliyorlar; farkında olmaksızın birbirleri tekrarlıyorlar. Çoğu kez ortak nesnel sorunlar bu benzeşmeye ortam sağlıyorlar. Popülizm bu tür kavramlardan biri. Latin Amerika popülizmi, Afrika popülizmi, Çin popülizmi, Türk popülizmi gibi varyantlar bunun somut kanıtı. Eski kolonilerin ya da bağımlı "çevre" ülkelerinin 20. yüzyılla birlikte dünya tarihinin bir parçası olması ideolojik seçenekleri büyük ölçüde renklendirmiş. Ulusal kurtuluş hareketleri, Asya, Afrika, Latin Amerika'da yeni bağımsız ülkelerin doğuşu bu renk çeşnisini özendiren gelişmeler. Özellikle II. Dünya Savaşı ertesi bir tür "ideolojik patlama" ile karşılaşmış çağın insanı. Özellikle gelişmiş Batı'nın dışında kalan ülkelerde karmaşık bir nitelik taşıyor bu ideoloji yumağı. Yumağın yöntemsel yaklaşımlarla çözümü çağın sosyal biliminin ana kaygılarından biri. Amaç bu değişik ideolojileri sınıflandırmanın ötesinde doğuş gerekçelerini aydınlatmak. Yeni ideolojik yapılanmalarda gözlenen çelişik konumlar ve gelenekselcilik-çağdaşçılık, muhafazakarlık-köktencilik, ulusçuluktoplumculuk gibi "ideal tipler"deki bağdaşmaz gözüken özelliklerin birlikteliği sosyal bilimcinin gündemini oluşturuyor. Batı dışı ülkeler ya da bugün değişik şekillerde tanımlanan (gelişen, geri kalmış, geri bırakılmış, Üçüncü Dünya, Güney Yarım Küre) ülkeler üzerine yazında iki ana eğilim gözleniyor. İlk eğilim bu ülkelerin konumlarının özgünlüğünü, farklılığını, tekilliğini vurguluyor. Geleneksel kültür ve gelişmiş ülke fikirlerinin kavşagında kendilerine özgü bir yapılanmaları söz konusu. Şu veya bu kültürel birikim ışığında geleneksel bilincin çağdaşlaşmasının özellikleri, ideolojik-siyasal koalisyonlar, kavramsal senkretizm, "çokyapılı" ideolojiler bu eğilimin uğraş alanları. Yöntemsel açıdan yörede biline gelen kategorin ve kavramların var olan gerçeklere uyarlanması; genelden tekile kayan, tekilin vurgulandığı, bir çözümleyiş hedefleniyor. Somut-tarihsel açılım yöntemin ana ekseni. 2 İkinci eğilim genel ağırlıklı. Tekil bırakılıyor, genele yöneliyor. Dünya tarihinin yasalar ve genellemelerden yola çıkarak gelişen ülkelerdeki ideolojik süreçleri inceliyor. Gerçeğin irdelenmesi genel kuramsal sorunların işlenmesiyle birlikte yürütülüyor. Genel olarak ulusçuluğun anlaşılması, ya da ideolojilerin kökenine yöneliş gibi. Yöntem açısından, yeni toplumbilimsel varsayımların ve kurguların yaratılmasında varolan fikirlerin dönüşümüyle, transformasyonuyla sonuçlanıyor. Kuramsal-toplumbilimsel eksen bu eğilimin ana yönelimi. Ulusçuluk çözümlemelerinde çoğu kez bu tür bir yöntem izleniyor. Aslında her iki yöntem bilgi üretiminde birdiğerini tamamlar nitelikte. Çağdaşlaşmanın, modernleşmenin özelliklerine eğilen bilim adamı ana yörüngeden uzaklaşmak, yöreye ve zamana özgü kavram ve düzenlemeleri gündemine almak zorunda. Bu doğrultuda yaklaşım, kavramın yeni mekân ve zamana uygulanması, hareket noktasındaki kavramın da zenginleşmesine yol açıyor kuşkusuz. Bilim sarmal bir birikim süreci... Somut-tarihsel görüş karşılaştırmalı tarihsel analizleri gerekli kılıyor. Özellikle gelişme kuramları bu yöntemi sık kullanıyor. Örneğin Amerikan siyaset bilimcisi Samuel P. Huntington 19. yüzyıl Rusyası'ndaki öğrencilerin ve entellektüellerin çağdaşlaştırma girişimlerini 20. yüzyıl Asya, Afrika ve Latin Amerika'daki benzer gelişmelerin prototipi olarak görüyor. Crawford B. MacPherson bağımsızlıklarını kazanmış genç ülkelerin ideologlarının Batı'nın liberal bireyci faydacı görüşlerini tümüyle reddettiklerini, ancak yine Batı'nın erken dönem demokratik geleneğine, Rousseau ve popülizm geleneğine, yöneldiklerini söylüyor. Ünlü İngiliz yazar Isaiah Berlin gelişen ülkelerde uzun bir dönem izlenen sosyalist ekonomik politikaların kaynağının dünün popülist fikirleri olduğunu ileri sürüyor. Farklı zamanların ve kültürel-tarihsel kontekslerin düşünürleri, toplumsal doktrinleri ve hareketleri karşılaştırdıklarında bazı "tarihsel analojiler"e, benzerliklere varılabiliyorlar. Bu benzerlikler çekici olduğu kadar aldatıcı da olabiliyor. Kimi kez bu benzerlikler, ya da analojiler yapay, ipuçları yanlış çıkıyor. Ya da benzerlikler temel farklılıkları örtebiliyor. Ama yine de yapay benzerliklerin ardında toplumbilimsel bir varsayım, bir siyasal yapı modeli, bir dönüşüm tipolojisine açılım sağlayan derin ve temel bağlantılar ortaya çıkarabilen durumlar oluşabiliyor. Nitekim bu açıdan Tek-Parti popülizmi ile Latin Amerika popülizmlerini karşılaştırmak ve ortak özellikleri görmek olası. Historisizm ilkelerine bağlı kalmak, somut koşuların ya da tarihsel dönemlerin özelliklerini ve farklılıklarını gözönünde tutmak zaman zaman önem kazanıyor. Tarihçi bu kaygıyı sürekli yaşıyor. Öte yandan moderleşmeye eğilen bir araştırmacı "anti-historik" olma kaygısıyla ya da "dönemlerin farklılığı" gerekçesiyle geçmişe yüz çeviriyor; kuramsal-toplumbilimsel analiz kapılarını kapıyor. Bu nedenle ne körü körüne historisizme saplanmak, ne de dünü dışlayan bir "sosyoloji"yi bellemek gerekiyor. Popülizmin Tanımı Popülizmin ilk yeşerdiği ülke Çarlık Rusyası olsa gerek. Rus popülizmini dar anlamından koparan ve onu kuramsal bir temele oturtarak bir dizi Asya ülkesine genelleyen ise Lenin: "İki Ütopya" başlıklı yazısında Sun Yatsen'le Rus pratiğini karşılaştırıyor. Rus Narodizmin ve onun çağdaş popülist uzantılarının gelişen ülkelerde değişik türleri oluşturmaları popülizmin entellektüel ve kültürel gelenek yelpazesini genişletmişe benzer. Ancak "küçük-burjuva" ideolojileri diye nitelenebilecek popülist türlerin 19. yüzyıldaki biçimiyle 20. yüzyıldaki yapıları arasında dünya koşullarından kaynaklanan önemli farklar olduğu da bir gerçek. Rus Narodizmi Rus halkçılığı olarak bilinegelir. Bu konuda en kapsamlı çalışmayı Franco Venturi ortaya koymuş. Popülizm terimi ise 1870-1890 döneminde A.B.D.'deki "Grangers" ve "Greenbackers" diye bilinen çiftçi hareketine uzanır. Amerika'da bir üçüncü yol arayışıdır. 1892'de ABD'de Demokratlar'a ve Cumhuriyetçiler'e karşı Halk Partisi adıyla yeni bir parti kurma çabasında olan aktivistlerin buldukları bir terimdir. Popülizmim isim babası ise David Overmyer'dir. Ancak o günden sonra popülizm çok daha geniş bir alana yayılmıştır. Günümüz yazınında belli bir entellektüel bakış açısı ve toplumsal harekete yönelik olarak kullanılan bir tipolojik kategoridir. Değişik ülkelerdeki ve değişik tarihsel dönemlerdeki küçük-burjuva katmanların ideolojik ve siyasal tavrını anlamaya yöneliktir. Kuramsal içeriği Edward Shils, Peter Worsley, Jean Leca vb. birçok yazar tarafından, bu arada yukarıda sözünü ettiğimiz London School of Economics and Political Science'da düzenlenen bir tartışmada eni konu irdelenmiştir. Ancak, popülizme her yazar farklı boyutları vurgulayarak yaklaşmıştır. Angus Stewart gibi bazı düşünürler Popülizme tek bir tanım vermenin olanaksızlığından söz ediyorlar. Peter Wiles gibi tanımlamaya cesaret edenler ise en geniş tanımı 4 yeğliyorlar. Wiles'a göre Popülizm şu ana premise ya da öncüle yaslanan bir inanç ya da hareket: "Fazilet basit, olağan halkta ve onun ortak, kollektif geleneklerinde yaşar". Londra tartışmasında ise şu öneri oluşuyor: Popülizm değişik tarihsel ve coğrafi koşullarda, ancak özel bir toplumsal durumda sık sık gözlenen bir zihniyettir. Burada özel toplumsal durum çok geniş anlamda kullanılmıştır. Hızlı toplumsal dönüşüm uzlaşmazlığı, yeni ile eski arasındaki çatışma, kentleşme, modernizasyon, kırsal nüfusun yoksulluğu toplumsal durumu belirleyen temel etmenlerdir. Yapılan tanım ise şöyledir: Popülist hareketler, hızlı ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal değişikliğin baskısına, varolan siyasal yapıdan yabancılaşmış entellektüeller başta olmak üzere, başkaldıranların ya da tepki duyanların tüm halkın çıkarları için iktidarı hedefledikleri hareketlerdir. Bu hareketler halktan, özellikle faziletin yuvası olarak değerlendirilen arkaik kesiminden, kaynaklanan basit ve geleneksel biçim ve değerlere dönme, ya da bunları benimseme inancı bu hareketlerin temel niteliğidir. Popülizmin tanımlarını sürdürelim: Amerikalı sosyolog Shils'in Worsley'le paylaştığı bir başka tanıma göre popülizm iki ilkeye yaslanır: Her türlü siyasal standartın üstünde "halkın iradesi"nin önceliği, liderlerin, ara siyasal kurumları aşarak kitleyle doğrudan teması. Fransız siyaset bilimcisi Leca popülizmin şu unsurlardan oluştuğunu savunur: kentin, kent cazibesinin ve onun yozlaşmış liderlerinin "kirletmediği" basit insanın faziletlerine körü körüne bağlılık; her türlü iktidara güvensizlik; siyasetçiyi ve resmi kisve taşıyanı, bürokratı küçümseme. Yine Leca'ya göre Popülizm genel irade ile birleşmiş, ve egemen olma özlemindeki diğer toplumlarla kavgalı bir toplumun ideolojisi. Kimi düşünür popülizmi kendine bağımlı bir ideolojik ve siyasal fenomen olarak görürken, diğerleri bunu yatsıyor. Öte yandan Popülizmin sosyo-siyasal çıkarsamaları açısından da uzlaşma sağlanamıyor. Kimi yazar popülizme ender devrimci, dönüşümcü görev yüklerken, diğerleri popülizmin köktenci niteliğini ve sosyalizmle yakın bağını vurguluyor. Batılı yazarlar popülizmin aşamasal-tarihsel niteliği konusunda da görüş birliğine varamıyorlar. Laclau popülizmi sosyo-tarihsel gelişimin bir aşaması olmadığını, toplumun hakim ideolojisinin ve iktidar yapısının çöküşüyle, diğer bir deyişle genel olarak bir toplumsal krizle bağlantılı olduğunu savunuyor. Tüm gelişen ülkelerdeki siyasal trendleri popülizm başlığı altında toplayan Amerikalı siyaset bilimcisi David Apter bu gelişmeleri "demokrasi-öncesi" aşama olarak görüyor. Latin Amerikalı yazar Gino Germani popülizmi geleneksel toplumdan modern topluma geçiş sürecinde bir "asenkronizm" ürünü ve değişik siyasal güçlerin at oynattığı, evirip çevirdiği, siyasal yaşama kitlelerin "prematür" katılımının sonucu olarak görüyor. Arjantinli bilim adamı Torcuata di Tella, Germani ile aynı fikri paylaşarak geleneksel toplumdan sanayi toplumuna geçişin doğurduğu çarpıklıkların ve "asenkronizm"in ürünü olarak değerlendirdiği popülizmi "gösteri etkisi" ve "artan beklentilerin devrimi"nden kaynaklanan durumla açıklıyor. Ancak di Tella'nın popülist hareketler için çizdiği ana hatlar epey muğlak: "antistatüko"yu ve "geniş duygusal devlet"i gündeme getiren bir ideolojiyi savunan ve kitle hareketleri dalgaları üzerinde doğan bir seçkin kesim. Tüm bu yazarların çalışmalarından çıkarsandığı kadarıyla popülizmin belirleyici özellikleri ve unsurları karmaşık bir bohçaya dönüşüyor. Siyasal davranışta "mistisizm", anti-Semitizm, fesat korkusu, anti-entellektüalizm, yabancı düşmanlığı ya da zenefobiya. Popülizm sorunsalına bu denli çeşnili yaklaşım yazarın çoğu kez oluşumu sezgisel ve tanımlayıcı (deskriftif) olmasından kaynaklanıyor. Oysa "ontolojik", yani kökenindeki somut koşullar, tarihsel belirleyicileri, oluşumuna neden olan nesnel sorunlar, kitlesel sosya-psikolojik bilincin doğuşuyla ilişkisi son derece önemli. Kuşkusuz popülizmin "ontolojik" içeriğinin belirlenmesi son derece güç. Ancak "ontolojik" yaklaşım olmaksızın şu veya bu entellektüel ya da siyasal fenomeni popülizm olarak nitelemek ya da böyle bir nitelemenin kıstaslarını belirlemek gelişigüzel bir tavır olur. Bu eksiklik nedeniyle popülizm adı altında bugün çok değişik nitelikteki ve "metahistorik" tarihsel olay ve entellektüel akım çeşnisi kapsanıyor. Popülizm ve Sınıfsal Sorun Londra tartışmasından görüldüğü kadarıyla popülizmin kökenleri Gracchus kardeşler ve Vergil'in "Bucolics"'ine kadar uzanıyor. İngiliz Burjuva Devrimi'ndeki Levellers ve Diggers'lar, Chartism, Kuzey Amerika Popülizmi, Narodizm, 20. yüzyılın ilk onyıllarında Bulgaristan, Romanya, Çekoslovakya ve diğer Doğu Avrupa ülkelerindeki "köylücülük-(peasantism)", İngiliz İşçi Partisi, Kanada'da 6 Saskatchewan eyaletindeki Çiftçi İttifakı, gelişen ülkelerdeki çağdaş ideolojiler, "Yeni Sol - New Left" popülizm kapsamında değerlendirilen hareketler. McCarthyism ve Maoizm de bu etiket altında yorumlanıyor. Hatta bugün ABD, İtalya, Finlandiye ve diğer gelişmiş bazı Batı ülkelerindeki kimi ideolojik yönelimler Batı yazınında popülizm adı altında yer alıyor. Ancak bu son paketteki popülizm kavramı gelişmiş bir kuramsal fikir olmaktan çok bir sınıflandırma terimi olarak kullanılıyor. Bu tür bir yaklaşımın gerçekçi ve kuramsal derinlikten yoksun olduğunu ileri sürmek güç. Bir açıdan bu yazarlar popülizmin belirgin ideolojik karakterlerini belirliyor ve irdeliyorlar. Köylü yönelimi, ideolojik kurgularındaki iç çelişkiler, geleneksel mirasa yaslanma, halk içinde sınıf çatışmalarının yatsınması vb. Batı'da popülizmin bu denli gevşek anlam taşıması iki nedene bağlanabilir. İlki sorunun iki ayrı boyutunun karıştırılmasından kaynaklanıyor: a) Bir fikir sistemi, bir tür ideolojik gelenek olarak popülizm, b) sosyo-siyasal hareketin, siyasal kültürün özel bir türü olarak püpülizm. İlkinde popülizmin ideolojik sistemini oluşturan iç unsurlar diğerinde hareketin siyasal biçimleri, liderlerle kitleler arasındaki ilişki, karizmatik önderlik gündemi oluşturuyor. İlkine örnek Wiles ve Leca, diğerine Shils ve Worsley. Kuşkusuz her iki boyut da bir ölçüde birbiriyle bağlantılı. Ancak bu bağlantı doğrusal nitelikte değil. Genelinde ideolojik ve siyasal alanlar göreceli olarak birdiğerinden bağımsız. Bu nedenle şu veya bu popülist yönelim pratikte "doğrudan" demokrasi ve karizmatik önderlik yöntemlerine eğilebilir, ya da daha "suskun" siyasal biçimleri benimseyip parlamenter sistem çatısı altında etkin olabilir. Buna karşılık, her türlü, karizmatik halkla "doğrudan" teması savunan "önderlik" ya da siyasal yönlendirişte paternalistik stil, popülizm çatısı altında değerlendirilemez. Yoksa Rus Narodnizmiyle, "Afrika sosyalizm"ini, faşist ve diğer otoriter siyasal hareketlerle aynı torbaya koymak gerekir. Nitekim Laclau da bu yanılgıya düşüyor. Değişik popülist yönelimleri fiilen toplumun sınıfsal ayırımı dışında kalan "halk" kavramıyla bağlantılandırıyor. Bu tavrın nesnel nedeni, sınıf ayrımlarına karşın, toplumun bir dizi "popüler gelenekler"i, görece kendine-bağımlı geçmişin toplumsal ve kültürel mirasını koruyor olmasıdır. Ve bu gelenek ve miras değişik sınıf ve siyasal güçlerce değişik amaçlar için kullanılabilir. Bu birikim entellektüeller tarafından işlenen ve sınıf ideolojileri unsurlarına dönüştürülen bir tür "ideolojik ham madde"dir. Örnek vermek gerekirse çok eski zamanlardan kalmış eşitlikçi motifler ortak bilincin ögelerini oluşturuyor, ya da tarımsal ütopyalar benzer bir işlev görüyorlar. Bu doğrultuda Gökalp Türk feminizminin kökenlerini Orta Asya'da arıyor; ya da toprakta Osmanlı "rakabe"sini toplumsal mülkiyet olarak görüyor. Laclau "hakim sınıf" popülizmi ve "mazlum sınıf" popülizmi diye bir ayrıma gidiyor. "Hakim sınıf popülizmi toplumsal çelişkilerin törpülenmesine yönelik: Popüler sloganlar halkın aleyhine kullanılıyor. Mazlum sınıf popülizmi ise toplumsal çelişkilerin devrim aracılığıyla çözümlenmesini öneriyor. Her iki durumda da "iktidar blok"u için kavgada popüler söylem kullanılıyor. Laclau'ya göre, bu nedenle, Hitler, Peron, Tito'nun selefleri, İtalyan komünistleri, tüm bu insanlar popülist oluveriyorlar. Çünkü hepsi için popüler çağrı bir "çelişki ya da antagonizm türü". Halkı söylemlerine eklemlemeksizin sınıfların hegemonyalarını kuramıyacağını savunun Laclau, hegemonyanın oluşabilmesi için "iktidar bloğu"nu karşısına alacak sınıfın popülizmi benimseyeceğini ileri sürüyor. Popülizmin bu denli gevşek ve karmaşık bir terim olmasının ikinci nedeni popülizmi bir ideolojik gelenek olarak gören tanımların çok geniş ve muğlak olmalarından kaynaklanıyor. Örneğin, popülizmi siyasal kültür alanıyla sınırlamayan ve onu eski entellektüel gelenek olarak gören Shils, onu yaratıcı güce bir inanç olarak, yüksek ve eğitim görmüş sınıfların hırsına ve kötü alışkanlıklarıyla ters orantılı faziletleri olan alelade insanların manevî ve ahlakî üstünlükleri olarak tanımlıyor. I. Berlin's tanımı daha da geniş boyutlar taşıyor: Popülizm bir gurup ya da kültüre mensup olma değerine inanç olarak görüyor. Berlin'e göre popülizm bir "kök" arama. Kapsam bu denli genişletilince nasyonalizm, faşizm, ırkçılık da kapsanmış oluyor. Zira tüm bu akımlar geçmişe, "kök"lenmeye o denli eğilimli gözüküyorlar. Kök arama sorunsalı keza Türkiye'de de popülizme ya da Halkçılığa yol açıyor. Burada görüldüğü gibi soyut toplumbilimsel yaklaşım somut tarihsel yaklaşıma hakim oluyor. Oysa sosyolojik model, tarihte analoji arayışı aşama ya da yapının özellikleri üzerine kurulması gerekiyor. Yoksa Eski Roma'da kapitalizmi rahatlıkla kanıtlanabilir. Ya da Gökalp'te olduğu gibi Orta Asya Türkleri'nde feminizm yakalanabilir. 8 Bu nedenle popülizm adı altında kapsanan fenomenler listesi somut tarihsel ve ona bağlı olan sosyolojik farklılıkları gerektiriyor. Herşeyden önce, pre-kapitalist ideolojik çizgileri dışlamak gerekiyor. Gracchi kardeşlerle Rus Narodnikleri arasında ya da Orta Çağ'ın köylü ütopyalarıyla Frantz Fanon'un köy kültü arasında ne denli benzerlik olursa olsun bu fenomenler temelde farklı eğilimleri simgeliyorlar. Burjuva öncesi dönemlere özgü "köylü yanlısı" fikirler doğası gereği muhafazakar nitelikte: Geleneksel ilişkileri korumaya ve kollamaya yönelik. Anti-feodal köylü ayaklanmaları, başarılı da olsa, geleneksel sistemin ötesine geçemiyor. Pugachev ayaklanması sonunda "iyi çar"dan yana sloganlarla yetiniyor. Süreç sorunda kendine dönüyor. Devlet yapısı değişime uğramıyor; ayaklananlar yönetici sınıfı taklid ediyorlar. Oysa, yeni ve çağdaş dönemin küçük burjuva ve köylü demokrasisi fikirleri, biçim olarak geleneksel olsa da, dönüştürücü, başkalaştırcı, çağdaşlaştırıcı bir içerik ortaya koyuyor. Öte yandan gelişen ülkelerdeki köylü bilincini ve köylü hareketlerini popülist modellerle irdelerken bilincin ya da hareketin aşamasını gözden ırak tutmamak gerekiyor. Popülizm ancak kapitalizmle bütünleşmenin ilk aşamalarındaki tepkide yer alıyor. Diğer bir deyişle burjuva gelişiminin olgun bir dönemine tekabül eden burjuva tarım hareketleri ile popülist nitelikteki erken dönem köylü tepkisini ayırmak gerekiyor. Burjuva-demokratik tarım hareketleriyle Rus "köylü sosyalizmi"ni aynı kefeye koymak yanılgılara neden oluyor. Keza 1870-1880'lerde Amerikan popülizminde büyük sermayeye karşı çiftçi başkaldırısıyla gündeme gelen parasal reform, düşük vergi, büyük kumpanyaların denetimi talepleri özü itibariyle gelişmiş burjuva ilişkilerine karşı bir tavrı simgelemiyor. Benzer bir biçimde Romanya ve Çekoslovakya'da yüzyılın ilk onyıllarında görülen köylücülük-peasantism komünal kollektivizmden çok ekonomik bireyciliğe yönelik bir eğilim gösteriyor. Tüm bu hareketler, erken yada olgun kapitalist dönemde, burjuva ilişkileri çatısı altında köylünün özel ekonomilerini örgütlemeye ve güvence altına almaya yönelik girişimler. Popülist yönelimleri toplumsal-sınıfsal özelliklerine göre de farklılaştırmak gerekiyor. Genellikle toplumsal niteliği çok farkı yönelim ve hareketler aynı başlık altında yer alıyor; fenomenin toplumsal-sınıfsal niteliği görmezden geliniyor. Aynı torbada yer alan yönelim ve hareketlerden birkaç örnek verelim: Narodizm Rusya'da gecikmiş kapitalist gelişme döneminde köylü ideolojisi olarak ortaya çıkıyor. Chartism Avrupa'da ilk proleter hareketlerinden biri olarak görülüyor. Pujadizm (poujadism) 1950'lerde Fransa'da izlenen bir kentli küçük-burjuva hareketi. Labourism işçi sınıfının "sendikacı" fikirlerininde ifadesini bulan sosyaldemokrat alanda yeşeriyor. Bu nedenle popülizmi yakın ve benzer doktrin ve inançlardan ayırmak gerekiyor. Yukarıda belirtilen "saf" ve "doğal" burjuva-demokratik çizgi yanı sıra her türlü muhafazakar ütopyacılıktan, sağ kanat ulusçuluğundan, gerici romantiklikten, "feodal sosyalizm"den, vb. Öte yandan popülizmin çıkınında yer alan gelişen ülkelerdeki küçük-burjuva rakikalizmiyle gelişmiş kapitalist dünyadaki, Yeni Sol (New Left), İtalyan Popülizmi, Fin Popülizmi gibi entellektüel akımları ayırmak gerekir. Her ne kadar aralarında benzerlikler varsa da kökleri farklı toplumsal topraklarda yeşerdiğikleri ve farklı yönelimleri içerdikleri gözden ırak tutulmamalıdır. Yüzyılımızın ilk yarısında Türkiye'de popülizm ilk kategoriye yakın düşüyor. Batı'da kapitalizm kırsal kesimi hızla çözüyor. Bizde ise uzun süre bir düalite var. Kapitalizm belirli odaklarda gelişirken kırsal yapı uzun süre direniyor. Ancak 50'lerden sonra köylülüğün çözülüşü ve kentleşme başlıyabiliyor. Bu nedenle 20. yüzyılın başından itibaren popülizm için uygun bir ortam oluşuyor. Batı'da Kapital'de belirtildiği gibi ilksel birikim köylülüğün kitlesel zor ve malmülkünden arındırılmasıyla mümkün oluyor. Diğer bir deyişle kırsal kesimde hızlı bir çözülme var. Oysa Rusya gibi popülizmin ilk yeşerdiği ülkelerde pre-kapitalist yapıların çözülmesi çok daha yavaş gerçekleşiyor ve sanayileşmeden önce başlıyor. Sanayileşme başladıktan sonra da köylü nüfusunu koruyor. Bu nedenle Osmanlı popülizmi ile Rus popülizmi benzer çizgileri paylaşabiliyorlar. Rus "halka doğru" hareketi Osmanlı Osmanlı aydınlarına Balkan aydınları ve göçmen Türkler aracılığıyla ulaşmış. Balkanlar'da yazar ve öğretmenler arasında Rus "narodnik" hareketi 19. yüzyılın son çeğreğinde itibaren etkin olmaya başlamış. Öte yandan Yusuf Akçura, Ahmed Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali vb. Türkçü göçmenler panislavism ve Rus popülizminden etkilenmiş, Bu göçmen kitle II. Meşrutiyet'le birlikte uluslaşma sürecinde gündeme gelen Türkçülük ve Halkçılık akımlarında etkin rol oynamış. Ve nihayet Ermeni aydınlarının ulusçu Taşnak akımına karşı geliştirdiğikleri sosyalist Hınçak akımı narodnoki fikirlerin etki alanında. Türkçü aydınların bundan etkilenmeleri doğal. II. Meşrutiyet yayın organlarından Halka Doğru dergisi yazarlarından İttihat ve Terakki Merkez-i Umumi üyesi Hüseyinzade Ali (Turan), Türkçülükle halkçılığın "mürşidi" olarak görülüyor, Rusya'daki panislavizm ve sosyalizmi Türkiye'ye 10 uyarlayan kişi olarak gösteriliyor. Ziya Gökalp, Yeni Mecmua'da yayımladığı "Türkçülük nasıl doğdu" başlıklı yazısında şu satırlara yer veriyor: "Ali Bey Petersburg dârülfünununda iki tesir altında kalmıştı: Panislavizm, sosyalizm. Ali Bey panislavizmden pantürkizm mefkuresini çıkardığı gibi, sosyalizmden de halkçılık ahlâkını aldı." Nitekim Niyazi Berkes de bu esin kaynağını kaydetmiş, Petersburg Üniversitesi'nde okuyan Hüseyinzade Ali'nin orada devrimci öğrenci kömünlerine gördüğünü, hatta Namık Kemal'in adını bile ilk kez bunlardan duyduğunu, İstanbul'a gelip Tıp Fakültesi'ne girince, birkaç arkadaşıyla birlikte narodnik modelinde ilk üniversiteli gizli öğrenci derneği olan İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni kurduğunu yazmış. Ancak, Niyazi Berkes Meşrutiyet halkçılığının sosyalizmden kopup sosyolojizme yöneldiğine işaret ediyor. Ziya Gökalp halkçılığı Marksist sosyalizmden ayırarak Durkheim'in sosyolojizmine bulamış; onu Osmanlı Devleti'nin zorlu günlerinde tesanütçülük diye adlandırdığı solidarizm ve mesleki temsilcilik ideolojisine ulaştırmış. Popülizmin ilk uyarlayıcılarından Türkiye'de Halkçılık gerek Tek-Parti programında, gerekse 1937 değişikliği ile Anayasa'da yer alıyor. Halkçılık bugün dahi sola açılan siyasal partilerin programlarının parçası. Diğer bir deyişle Türkiye'de halkçılığın esin kaynağı Rus popülizmi ve ardından gelen Fransız solidarizmi. "Siyasal popülizm" - "Entellektüel popülizm" Popülizm gelişmiş Batı ülkeleri gerçeklerine de uygulanabilir. Ancak burada kavram değişik bir evrim geçirir. Nedeni, gelişen ülkelerdeki popülizme yakın ögeler içerse de farklı bir toplumsal kontekse sahip olmalarıdır. Gelişen ve gelişmiş ülkelerdeki iki tür püpülizmi tanımlamak için belki ilkinde "entellektüel", ikincisinde "siyasal" sıfatlarını kullanmak doğru olur. Entellektüel popülizm kapitalist gelişmenin görece geç koşullarında, ikinci ya da üçüncü aşamasında kendini bulan ya da kervana katılan toplumlar için geçerlidir. Bu aşamalarda kapitalizm geniş köylü topraklarına girmekte ve geleneksel, prekapitalist yapıları çözmektedir. Kapitalistleşme, ya da burjuvalaşma süreci bir dizi toplumsal didişmelere, tıkanıklıklara yol açar, sosyo-ekonomik, siyasal ve kültürel gelişmede orantısızlıklar, çarpıklıklar oluşur ve karmaşık ve çelişik ideolojik tepkilere neden olur. Bu dönemde oluşan kuram ve programların sosyo-ekonomik içeriklerinde modernleşme sürecine geleneksel kollektivist değerlerin ve kurumların eklemlendiği görülür. Tıpkı II. Meşrutiyet yıllarında İttihatçılar'ın ülke ekonomisine çözüm ararken Ankara'ya heyet gönderip Ahi örgütlerini inceletmeleri gibi. Ya da Gökalp'in siyasal yapıyı çağdaşlaştırma sürecinde loncaları Millet Meclisi'ne göndermesi gibi. Bu tür ideolojik eğilimler 19. yüzyıl Avrupası'nda, birçok kapitalistleşmede geciken ülkede görülür. En tipik ve gelişkin örneği Rusya'da yeşeren Narodizm hareketidir. Nitekim bu nedenle birçok yazar entellektüel popülizme Narodizm demeyi yeğlerler. Biz de bu doğrultuda yedi sekiz yıl önce yazdığımız bir makaleye "Osmanlı Narodnikleri: Halka Doğru Gidenler" başlığını vermiştik. Narodizm sözcüğünün yeğleniş nedenlerinden biri de popülizmin çok geniş ve muğlak bir anlam içerdiği ve Rus Narodizminin bu tür ideolojiler arasında ilk gelişkin örneğini oluşturmuş olmasıdır. Rus Narodizminden önce benzer ideolojik eğilimler birçok Avrupa ülkesinde de görülmüşse de Narodizm oranında sistematik ve anlamlı bir ideolojiye dönüşmemiştir. Çağdaş küçük-burjuva-köylü ideolojilerin dünün Narodizminden birçok yönden farklı olduklarından bunlar için popülizm terimini kullanmak belki daha doğru olacaktır. Zira popülizm terimi bugün artık Amerikan deneyimiyle sınırlı kullanılmamaktadır ve uluslararası bir kavramdır. Bu açıdan çağdaş küçükburjuva-köylü ideolojilerini popülizmle çerçevelemek daha doğru olacaktır. Türkiye için ise seçim yapılmıştır. Gerek Narodizmin gerekse popülizmin Türkçe'deki karşılığı "halkçılık"tır. Bizce Türk halkçılığı, uluslararası yazında yeterince bilinmese de, popülist birikime önemli bir katkıdır. Halkçılık geciken kapitalizmin yarattığı özgün nesnel koşullarda aranmalıdır. Bu ülkelerde entelijansiya bir başka toplumsal rolü üstleniyor. Görece geri ülkelerde güçlü bir burjuva sınıfından yoksun yapılarda entelijansiya genellikle daha etkin bir toplumsal yetkeye sahip ve ulusal yapılanmada daha önemli bir rol oynuyor. Entelijansiyanın bu ülkelerdeki etkinliği birçok nedenden kaynaklanıyor. Öncelikle iki önemli seçkin katmanının güçsüzlüğü rol oynuyor. Geleneksel ve burjuva elit katmanların olmayışı. Geleneksel yapının çözüldüğü ortamda geleneksel elit 12 gücünü yitiriyor. Burjuva elit ise yeterince güçlü bir konumda bulunmuyor. İşte II. Meşrutiyet böyle bir ortam. Geleneksel Osmanlı hergün kan kaybediyor. Saray, ulema, vüzera gücünü yitiriyor. Bu boşluğu dolduracak maddi tabanı güçlü bir toplumsal katman yok. Ya da "etnik" yapısı nedeniyle uyumdan yoksun. Osmanlı "burjuvası" kentlere yerleşmiş göçmen "ecnebiler" ya da milel-i gayr-ı müslime diye adlandırılan iktidara uzak katmanlar. İş başa düşüyor. Osmanlı entelijansiyası siyasete soyunuyor; ülke yönetiyor. Dönemin siyasi entelijansiyasına mensup Yusuf Akçura bu boşluğu şu satırlarla ifade ediyor: "Milliyetçiliğimiz (nasyonalistliğimiz) halka ve bilhassa köylüye birinci mevkii verdirmekle baraber orta sınıfın, Türk burjuvazisinin teşekkülüne de bizi taraftar etmiştir. Filvaki memâlik-i Osmaniye'den Türkün kurun-ı vustai esnaf ve tüccar teşkilatı alelhusus Tanzimat'tan sonra, Avrupa sermayedarlığının, kapitalizmasının, Avrupa büyük sanayi-i imaliyyesinin hücum ve istilası semere-i muzırrası olarak inhitât ve tereddiye uğradığından Osmanlı Türk heyet-i ictimaiyyesi, Lehistan'ın son zamanlarında olduğu gibi, yalnız eşraf ve memurin ile köylüden mürekkep kusurlu ve sakat bir uzviyet haline gelmişti. Lehistan burjuvazisi, Garp kapitalizmasının komisyoncu ve acentalığını eden yahudi, rum, ermeni gibi yerli gayr-ı Türklerle menşi-i millilerinin ve tabiiyet-i hakikalarının tefrik ve temyizi gayr-ı kabil levantenlerden terekküp ediyordu. Eğer Türkler, kendi içlerinden Avrupa sermayesinden istifade ederek, bir sermayedar burjuva sınıfı çıkaramıyacak olursa, yalnız memur ve köylüden ibaret Osmanlı heyet-i ictimaiyyesinin muasır bir devlet halinde devamlı yaşayabilmesi zorlaşacaktı." Bu koşullarda burjuva girişiminden uzak ulusal entelijansiya hümaniter alana kayıyor, sosyal servis önem kazanıyor, politik faaliyete atılıyor. Türkiye örneğinde Gökalp, Akçura, Ağaoğlu, Köprülü, M. Şemsettin Günaltay, Memduh Şevket Esendal vd. aydınlar bu tür bir misyonu üstleniyorlar. İkinci önemli husus, gelişen ülkelerde bir toplumsal grup olarak entelijansiya geçiş toplumunun gündeme getirdiği sosyal çözülmeyi her yönüyle hissediyor, bilincine varıyor. Toplumda dışa doğru itilme ya da marjinalizasyon süreci entellektüelleri bir çok yönden etkiliyor. Özellikle sayılarının sürekli artması ve kamu kesiminin büyümesine bağlı olarak yaşam güvencesi elde etme kaygısı etkin oluyor. Örneğin 1955'de Hindistan'da diplomalı işsiz sayısı 500.000 üzerine çıkıyor. Aynı gelişme 1917 öncesi Rusya'da görülüyor. İşsiz okumuş aydın kitlesi muhalefet dışında bir seçenek bulamıyor. Osmanlı pratiğinde de bu denli aydın gazeteci olması bir rastlantı olmasa gerek. Devlet katında iş bulamayan okumuş kesim muhalifliği meslek ediniyor. Gazete, dergi çıkarıyor. Fırkacılığa soyunuyor. Gelişen ülkelerde popülist düşüncelerin yayılımında demokratikleşme süreci de önemli bir boyutunu oluşturuyor. Özellikle alt ve orta katmanların eğitim olanağı bulmaları ve bu katmanların Batı ile olan farkın büyüklüğü nedeniyle bir tür tepkisel "aşağılık kompleksi" kapılmaları. Batı'nın burjuva kültürünün birçok unsuru reddedilirken geleneksel değerler ön plana çıkarılmaya çalışılıyor. İki farklı değer sistemi içersinde bocalanıyor. Tavırlar bir iç gerilime neden oluyor. Elitin kendi varlığını korumak için geliştirdiği kavramlar gerçekle karşılaşınca çözülüyor. Elit kendi ülkesinde kendini yabancı hissediyor. Bu koşularda popülist çözüm gündeme geliyor. Ulusal kültürel geleneğe "dönülüyor" Herzen'in Rus köylüsünün "izba"sından umutlanıyor, Peru'lu yazar Sierra'da Amerikan yerlilerinin kabilelerini düşlüyor. Gökalp de Orta Asya'lara yöneliyor. Gelişmiş ülkelerdeki "siyasal popülizm" ise "köylü-severlik (peasantphilism ya da "halk-kutsama" (people-worshiping) eğilimleriyle farklı içerik ve farklı sosyopolitik işlev görürler. Büyük sermaye tarafından baskı altına giren toplumun genellikle küçük burjuva marjinal tabakalarının duygularını yansıtan ancak burjuva düşünce ve tavrı stereotiplerinden ayrılmayan bu sloganlar burjuva siyasal yapısı çerçevesinde kalarak gücün kısmî yeniden dağımını için değişik siyasal kavgalarda kullanılır. Bunun tipik örneklerinden biri Türkiye'de köycülük hareketidir. Köycülük hareketinin "entellektüel" boyutudur. Popülizm "köylülük"ü referans grubu olarak belirliyor. Köylülük en yoğun baskı altında kalmış en geniş toplumsal katman olarak beliriyor. Geleneksel kültürün beşiği ve koruyucusu olarak görülen köyülüğe sahip çıkmak popülizm için kaçınılmaz oluyor. Entelijansiya ile köylülük bir anlamda benzer kaderi paylaşıyorlar. Fikirlerinin ya da yaşam biçimlerinden değil, sosyo-psikolojik konumlarının benzerliği nedeniyle. Değişim sürecinde yitirilen ortak geçmiş değerler ve geleceğin belirsizliği popülistleri köylülükle özdeş kimliğe yöneltiyor. Özdeş kimlik özdeşleşme anlamına gelmiyor. İdeoloji ile gerçeğin etkileşimi karmaşık bir yapı ortaya koyuyor. Köye karşı sıcak duygularına karşın popülist entellektüel genellikle kentli. İki üç nesildir kentlileşmiş. Gerçek köyü bilmiyor, ya da yüzeysel olarak biliyor, hatta bilmek bile istemiyor. Köylülüğü, köy cemaatını, köy halkını sadece ideolojik bir sembol olarak görüyor. Popülist entelektüel kendi 14 felsefi sorunlarını, başkaldırı duygularını yoksul köylüde kristalize etmeye çalışıyor. Nitekim, soyadı kanunu ertesi Köymen soyadını alacak olan Nusret Kemal Köymen köycülük fikirlerini Amerika'da sosyoloji öğrencisiyken benimsiyor. Ankara'ya gelip Ülkü dergisinin başına geçince kente karşı savaş açıyor. Köyden yana, köylüden yana yazıyor. Nusret Kemal Köymen 1903 yılında İstanbul doğumlu. İlköğrenimini burada yapıyor. 1919'da İstanbul Amerikan Koleji'ne giriyor ve 1926'da ticaret kısmından mezun oluyor. 1931'de Dil Heyeti kâtipliği, 1932-1933'te Kadıköy Lisesi İngilizce öğretmenliği, 1936'da Ankara Erkek ve Kız liseleri İngilizce öğretmenliği yapıyor. 1936-1937 yıllarında ABD'de Wisconsin Üniversitesi'ne devam ederek, köy sosyolojisinde "Cemiyet Teşkilâtlanmasının Birimi Olarak Köy" teziyle buradan M.A. derecesiyle diploma alıyor. 1938-1942'de Ziraat Alet ve Makineleri Okulu İngilizce öğretmenliği ve Tarım Bakınlığı Yayım Müdürlüğü, 1945-1951'de İstanbul Amerikan Koleji Teknik Okulu Kültür dersleri ve bölge plâncılığı öğretmenliği, 1953-1959 arasında Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği görevlerinde bulunuyor. Nusret Kemal Köymen belki de köyü İstanbul-Ankara yolculukları sırasında vagon penceresinden görüyor. Köycülük üzerine birçok broşür ve kitap yayınlayan Nusret Kemal, insanlığın temel çelişkisinin "şehircilik-köycülük" olduğunu savunuyor: Dünyayı yöneten kentler. Ancak kentleri de besleyen köyler. "Kültür, idare, medeniyet, iktisat vasıtalarını elinde tutan ve bu vasıtalar sayesinde fikren yükselen ve teşkilatlanan şehir teşkilatsız kalmış olan köyü asırlardan beri 'istismar'" ediyor. Köycülüğün amacı ekonomik anlamda bağımsız köylü aileler oluşturmak. Bu da köylü ailesinin yiyeceğini ve giyeceğini temin edebileceği toprak hayvan ve diğer araçlara sahip olması demek. Diğer bir deyişle, kendi kendine yeterli küçük üreticilik köycülüğün temel ilkesi. Nusret Kemal'e göre, uygarlığın en büyük sorunu kentle köy arasında doldurulması güç bir uçurum. Köylü bu uçurumu aşacak güçte değil. Toplumsal çöküntünün önlenmesi için köyün kültürel, toplumsal ve ekonomik kalkınması kısa sürede gerçekleştirmesi gerekiyor. Köyle özdeş kimlik arayış kimi yazarları aşırı uçlara itiyor. Nitekim Tek-Parti dönemi köycülüğünü benimsemiş ilk dergilerden biri Atsız Mecmua. Türkçü öğeler içeren bu dergi 1931 yılında yayınlanmaya başlıyor. Derginin şiarı "Ben, sen, o yok... Biz varız...". Nihal Atsız'ın çıkardığı Atsız Mecmua'na göre gerçek Türk halkı köylünün ta kendisi. "İnkılap köyde olur, köyde doğar, köyde büyür" diyor. Türk köylüsü bütün safiyeti ve masuniyeti ile çalışan ve ona karşılık bir sürü emperyalistin husumeti karşısında hayatına kast ile açlığa ve sefalete mahkum edilen "mukaddes bir kütle". Türk gencinin köyü tanıması; köylüsüyle yaşaması, kaynaşması, birlikte gülmesi ağlaması, onun ızdırabını duyması gerekiyor. Ülkeyi kalkındıracak olan genç dimağlara Anadolu köylüsünün içine girmek ve onu bu parlak fikirleri anlayacak bir düzeye çıkarmak düşüyor. Atsız'a göre Türkiye'nin çevresini emperyalizm sarmış. Hergün yeni sömürgeler ve esirler arıyan "kızıl, beyaz, siyah" emperyalistler karşısında "içtimai uzviyetimizle iktisadi mevcudiyetimizi" güçlendirmek ve bunların en sağlam temeli olan Türk köylüsünü ve işçisini yükseltmek zorunlu. Anadolu yüzyıllardır refah yüzü görmiyen bir harabe. Bu harebede sefalete eş, hastalıklara kardeş olan ve en ilkel şartlar altında çalışan köylü. "Damarlarımıza alnının terini ve midemize emeğinin ekmeğini veren köylümüzün izdırabına karışmak borcumuz". "Onunla bir olmak, onunla bir yaşamak onunla beraber gülmek ve ağlamak ve nihayet onunla beraber ölmek vazifemiz". Dergi "demokrasiye inanıyor ve milletimizi yükseltmek istiyorsak halkımıza tapalım ve dediklerini yapalım" diyor. Atsız Mecmua, halkın içine girecek, onun duygularını, elemlerini paylaşacak, Türk köylüsünü ve köylerini kurtarmağa ve yükseltmeğe çalışacak gençlere rehber olmayı amaçlıyor. Dergiye, göre, Turancılık, Marksizm, Faşizm, hangi toplumsal düşünce akımı izlenirse izlensin Anadolu, gençlerin temel uğraş alanını oluşturuyor. Amaç, Türk köyünü ve köylüsünü yükseltmek. Atsız Mecmua "senelerden beri İstanbul sokaklarında proleteryaya ilân-ı aşk eden gençler, eğer bu feryatlarında samimi iseler, Anadolu'ya koşmalı, köylünün içine girmeli ve orada köylü için yalnız bir cehit ve bıkmaz usanmaz bir aşk ile çalışmalıdırlar. ... Yoksa şehir sokaklarında savrulan nâralar, renkli salonlarda yapılan münakaşalar ve nihayet bir Türk köyünden çok daha konforlu hapishane odalarında okunan kitaplar ve ancak mahkemelerde dile gelen tezlerle Türk köylüsü kurtarılmış olmaz" diyor. 16 Köycülük retoriği Türkçü olsun olmasın dönemin birçok dergisinde yer alıyordu. Köycülük, 1910'lu yıllarda Türk Ocağı çevresinde gündeme gelen "narodnik" eğilimli Anadoluculuk'un bir uzantısı. Türk Yurdu, Halka Doğru ve Türk Sözü dergilerinde başlatılan "Halka Doğru" hareketi Anadolu köylüsünün değerlerine sahip çıkıyor. Köycülük, bir anlamda bu geleneğin devamı. Ancak, köyün ve köycülüğün Türkçü-Turancı dergiler açısından ayrı bir önemi taşıyor. Köy, duru ırkın arandığı bir ortam. Türk kültürünü yozlaşmaksızın bağrında saklayan köy; köylü. Folklor çalışmalarının temel amacı bu değerleri ortaya koymak. Köycülüğün 1940'lı yıllardaki temsilcilerinden biri "aylık Türkçü dergi" Kopuz'. Fethi Tevetoğlu'nun Samsun'da yayınladığı Kopuz, köylü kültürünü Türkçülüğün temel dayanak noktası yapıyor. Kopuz'a göre, Türk köylüsü uygarlıktan uzak, çorak ve bakımsız bir ortamda hayatını sürdürmekte. Ancak bu koşullar "Türkçü aydını" "fedekâr ve asil Türk köylüsü"nden uzaklaştıramıyor. Tersine bu iki katmanı birbirine yaklaşmaya zorluyor. Köylü "bizim ezeli efendimiz ve baştacımız". Aydın, karşılık beklemeksizin kendisine her türlü nimeti sağlayan fedakâr Türk köylüsüne çok şey borçlu. Kopuz, Türk köyünün durumundan aydınları sorumlu tutuyor. Türk aydını gürbüz, uygar gözükmesine karşın kof, çürük. Türk kültürünü bozmuş, Türk ruhunu zayıflatmış. Oysa çelimsiz görünen cahil Türk köylüsü, pek, sağlam. Türk kültürünü koruyan, değişmeyen gelenek, görenekleriyle Türk ruhunu saklayan Türk köylüsü. Bu nedenle sözde aydın kentlimizin köylüye oranla Türklüğe yararı çok daha sınırlı. Kopuz, Türklüğe en büyük katkıyı "sömürmüş Türk aydınıyla sömürülmüş Türk köylüsü" arasındaki derin uçurumu kaldırmakta görüyor. Sonuç Türkiye'de popülizmin iki evresinden söz edilebilir. İlki "entellektüel" boyutudur ve Tek-Parti dönemiyle birlikte sona erer. Bir ulus-devlet oluşum sürecinde "küçük burjuva" diye nitelendirilebilecek, kapitalist bir yapılanmada gecikmeden ve uyumsuzluktan kaynaklanan, ancak gelenekçi olduğu kadar köktenci ögeleri de içeren, kente düşman köye dost, ulusal değerleri kırda arayan, sınıfları yatsıyan dayanışmacı bir popülizmi ya da çok daha yaygın bir biçimde bildiğimiz İttihatçı gelenekten kaynaklanan CHP halkçılığı "entellektüel" popülizmdir. Diğeri çok partili dönemle birlikte gündeme gelir. Demokrat Parti'den itibaren popülist söylem siyasal yaşamımızla bütünleşir. Zaman zaman Ecevit'in "köykent"lerinde olduğu gibi entellektüel boyut canlanırsa da, Özal'dan Demirel'e söylem "siyasal" netlik kazanır. Son seçimlerde Demirel'in kullandığı "Halkın devleti", "halkın parlamentosu" ve "halkın hükümeti" çağrıları bu tür bir popülist söylemin tipik örneğidir. Ayırım gözetmeksizin tüm halkı aynı potada eritmek ve, gerçekçiliği ne olursa olsun, topyekün çözümleyici önlemler önermek "siyasal popülizm"in özelliklerindendir. Diğer bir deyişle 1908'den 1950'lere uzanan bir popülist süreç "entellektüel" ağırlıklıdır. Dünya burjuva gelişiminin çevresinde gelişen ülkelere özgü bir popülizmdir. 1950 sonrası popülist yönelimler ise demokratikleşme süreci gereği "siyasal" niteliklidir. Bir DP popülizmi, bir AP popülizmi, Evren, Özal, Demirel popülizmi üzerinde çalışılması gereken konulardır. Türkiye'de popülizm ya da popülizmler henüz yeterince siyasal yazına girmedi. Tek-Parti dönemi halkçılığı sürekli gündemde tutulmuşsa da karşılaştırmalı olarak ele alınmadı. Siyasal popülizm üzerine yazılanlar ise çok sınırlı kaldı. Oysa popülizm Türkiye'nin siyasal-toplumsal yaşamında çok daha derin çizgilerle katkıda bulunmuş. Popülizmin, "entellektüel", "siyasal", tüm boyutları irdelenmeye açık. Gerek kuramsal-toplumbilimsel gerekse tarihsel ögeleri gündemimizi belirliyor. Türkiye'de popülizmin doğuşu, toplumsal-sınıfsal ve toplumsal-kültürel kökleri, toplumsal-tarihsel yapısı ve belirli düşünce streotipleri ve ideolojik yapıları, toplumsal pratikleri araştırmacıları bekliyor. Ancak bu, tüm 20. yüzyılın son derece karmaşık ve geniş toplumsal-siyasal tarihini yazmak anlamına geliyor. Bu yazımda gözetilmesi gereken bazı ögelere dikkat çekmek isteriz. Gelişen ülkelerde, ideolojik yönelimler ve bunların toplumsal-sınıfsal temelleri açısından "küçük-burjuva" kavramı açıklık kazandırmak gerekir. Popülizme eğilen araştırmacı ideolojik geleneklerin analizini, incelenen yönelimlerin ideolojik ve felsefi temelini ortaya çıkaracak yapıların tanımını yapması gerekiyor. Öte yandan, bu toplumsal yönelimlerin felsefi özelliklerinin belirlenmesi, küçük burjuva reformizminden "devrimci demokrat"lığa, farklı siyasal açılımların olabileceğini gösteriyor. 18 Ayrıca popülizm kavramı gelişen ülkelerdeki çağdaş yönelimlerin tarihsel kökenleri yanı sıra özellikle toplumsal-tarihsel önkoşullarını, ve var oluş nedenlerini açıklıyor. Diğer bir deyişle, bu yaklaşım "dışardan" bakıştan farklı olarak "içerden" analizi amaçlıyor. Örneğin birçok Asya, Afrika ve Latin Amerika uzmanı popülizmi "Batı demokrasisi"nin zıddı otoriter siyasal düşüncenin eşanlamlısı olarak görüyor. Bu bir tür "Batı merkeziyetçiliği"nden kaynaklanıyor. Ancak bu tür bir bakış açısı bugün "dışsal" ve tek-yönlü kıstas olarak görülüyor. 20. yüzyılın gelişen ülkelerindeki ulusal ve demokratik hareketler herşeyden önce "içsel" bir bakış açısı gerektirmektedir. Toplumsal-sınıfsal koşulların tanımı ve bu yönelimlerin doğurduğu gerçek sorunların değerlendirilmesi önem kazanıyor. Bu doğrultuda eski tarihsel kökleri ve gelişmenin iç mantığına sahip popülizmin ideolojik geleneğine yönelik olarak gelişen ülkelerdeki ideolojik ve siyasal çevrenin analizi zorunlu gözüküyor. ___________________________________ KAYNAKÇA Robert Bianchi, Interest Groups and Political Development in Turkey, Princeton; Princeton University Press, 1984. Margaret Canovan, Populism, London; Junction Books, 1981. Lawrence Goodwyn, The Populist Moment: A Short History of the Agrarian Revolt in America, Oxford University Press, 1978. Ghita Ionescu, Ernest Gellner, Populism: Its meanings and national characteristics, London; Weidenfeld and Nicolson, 1970. V. Khoros, Populism: Its Past, Present and Future, Moskova; Progress Publishers, 1984, s. 7. Gavin Kitching, Development and Underdevelopment in Historical Perspective: Populism, nationalism and industrialization, London-New York; Methuen, 1982. Levent Köker, Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, İstanbul; İletişim Yayınları, 1990. Ernesto Laclau, Politics and Ideology in Marxist Theory: Capitalism-FascismPopulism, London, NLB, 1977. Taha Parla, Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye'de Korporatizm, İstanbul; İletişim Yayınları, 1989. Zafer Toprak, "Halkçılık İdeolojisinin Oluşumu", in Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları, İstanbul, 1977, s. 13-38. Zafer Toprak, "Osmanlı Narodnikleri:`Halka Doğru Gidenler'", Toplum ve Bilim, sayı 24, Kış 1984, s. 69-81. Zafer Toprak, "İkinci Meşrutiyet'te Solidarist Düşünce: Halkçılık", Toplum ve Bilim, sayı 1, Bahar 1977, s. 92-123. Franco Venturi, Roots of Revolution. A History of Populist and Socialist Movements in Nineteenth Century Russia, London; Wiedenfeld and Nicolson, 1960. 20