Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Türkiye’de Popülizm 1908-1923 (Kitap Ġncelemesi) Serhat Altıntaş * Zafer Toprak, bu çalışmada incelenen Türkiye’de Popülizm 1908-1923 adlı kitabında, Ⅱ. Meşrutiyet‟in ilan edildiği yıl olan 1908‟den başlayarak Türkiye Cumhuriyeti‟nin kurulduğu yıl olan 1923‟e kadar olan dönem içinde “popülizm” kavramını çok boyutlu olarak ele almaktadır. Popülizm kavramının ortaya çıkışını, gelişimini, başlangıcından bu yana geçirdiği dönüşümleri ayrıntılı olarak inceleyen Toprak, konuyu yalnızca Türkiye özelinde aktarmak yerine popülizme çok daha geniş bir perspektiften yaklaşmaktadır. Zafer Toprak kitabında, Rusya'da başlayan halka yönelme hareketinin Türkiye'yi nasıl etkilediğini ve bu hareketin Türk toplumunda nasıl bir karşılık bulduğunu ayrıntılı olarak incelemektedir. Türkiye‟de Popülizm 1908-1923 adlı eser on iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde (Popülizme Giriş), Rus popülizminden hareketle, Narodnik hareketinin ortaya çıkışı ve dünyanın birçok ülkesinin popülizm hareketinden nasıl etkilendiği anlatılmaktadır. Popülizmin Amerika‟daki gelişimini de irdeleyen Toprak, popülizm kavramının çok farklı tanımlamalara sahip olduğunu ve kavramın belirleyici özelliklerinin tek bir tanım yapmayı olanaklı kılmadığından bahsetmektedir. İkinci bölümde (Aydınlanma, Bilim ve İnsan) sosyal bilimlerin önemli dallarından olan sosyoloji, antropoloji ve etnografya bilimlerinin Osmanlı okullarına gelişini ve dönemin düşünürlerini nasıl etkilediğinden bahsedilmektedir. Üçüncü bölümde (Psikolojiden Sosyolojiye) Osmanlı düşünsel hayatının gelişiminde önemli katkıları olan dergi ve gazetelerin dönem içindeki ilerleyişi ve sosyolojinin Osmanlı topraklarında aydınlar tarafından problemlere çözüm olarak görülmesi işlenmektedir. Dördüncü bölümde (Selanik ve Genç Kalemler) Osmanlı entelektüel hayatında önemli bir yer edinen Selanik‟ten bahsedilmekte ve “Yeni Lisan” hareketi kapsamında çıkarılan “Genç Kalemler” dergisinin çalışmaları ele alınmaktadır. Beşinci bölümde (Yeni Felsefe ve Yeni Hayat) İttihat ve Terakki Cemiyetinin toplumsal devrim için gerekli gördüğü “yeni hayat” anlayışı ve bu anlayışın sözcülüğünü yapan Yeni Felsefe Mecmuasındaki çalışmalar incelenmektedir. Altıncı bölümde *Doktora öğrencisi, İstanbul Üniversitesi – Cerrahpaşa, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Sosyal Bilgiler Eğitimi Doktora Programı https://orcid.org/0000-0002-5375-2594 serhataltintas@ogr.iu.edu.tr (“Halka Doğru” Gidenler) halk kavramının ortaya çıkışı ve “halka doğru” hareketi kapsamında Osmanlı aydınlarının çıkarmış olduğu dergiler, kurulan dernek ve cemiyetler ele alınmaktadır. Yedinci bölümde (Balkan Harbi ve Gençlik) Balkan Harbi sonrasında ulusal kimliğin doğuşundan ve Türkçülük hareketinin yayılmasından bahsedilmektedir. Gençlerin ticarete atılması ve para kazanması için onları eğitmek ve bilinçlendirmek adına kurulan dernekler anlatılmaktadır. Sekizinci bölümde (“Halka Doğru” ve Feminizm) değişen toplumsal yapıyla birlikte kadın ve aile kavramlarının geçirdiği dönüşüm incelenmekte, Selanik‟te başlayan Feminizm hareketi doğrultusunda kadınların kazandığı hak ve özgülüklere değinilmektedir. Dokuzuncu bölümde (Cihan Harbi ve Solidarizm) Ⅱ. Meşrutiyetle birlikte toplumsal fikir hareketine dönüşen ve sınıfsız bir toplumun inşası için gerekli görülen “solidarizm” kavramı ele alınmaktadır. Farklı solidarist anlayışlara sahip olan Ziya Gökalp ve Tekin Alp‟in solidarist görüşlerinin esin kaynakları incelenmektedir. Onuncu bölümde (Solidarizm ve Ahlak Sorunu) Milli İktisat anlayışı doğrultusunda Osmanlı toplumunun yaşadığı ahlaksal çöküntünün önüne geçilebilmesi için meslek sınıflarının oluşturulması düşüncesinden ve bu yönde atılan adımlardan bahsedilmektedir. On birinci bölümde (Uluslararası Solidarizm ve Türkiye) Cihan Harbi sonrasında oluşan kaotik ortamın nasıl düzeleceğine ilişkin çözüm arayışları ele alınmaktadır. Çözüme yönelik olarak Torino‟da düzenlenen Uluslararası Sosyoloji Kongresi incelenmekte ve görüşülen konulara geniş yer verilmektedir. On ikinci bölümde (Halk Fırkası ve Halkçılık) Atatürk‟ün solidarizm anlayışının oluşumundan ve bu süreçte etkilendiği kişi ve kitaplardan bahsedilmektedir. Ayrıca Halkçılık ilkesinin esin kaynağı olan solidarizme ve solidarizmin ulus-devlet inşasında oynadığı role değinilmektedir. 20. yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte bağımsızlığını kazanan birçok ülkenin aydın kesiminde görülen Narodnik geleneğinin ilk örneklerinin görüldüğü yerlerden biri Osmanlı toprakları olmuştur. Popülizmim Türkçe karşılığı olarak “halkçılık” ifadesi tercih edilmiştir ve Meşrutiyet yıllarında geniş bir kesime ulaşmıştır. Ziya Gökalp‟in öncülüğünde solidarizmle harmanlanarak devletin resmi ideolojisi halini almıştır. Zafer Toprak, Türkiye’de Popülizm 1908-1923 adlı eserinde, Türkiye‟de popülizmin evrimini incelerken, dönemin düşünce ve toplumsal tarihine ilişkin önemli dönüşümleri başarıyla okuyucuya aktarmaktadır. *Doktora öğrencisi, İstanbul Üniversitesi – Cerrahpaşa, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Sosyal Bilgiler Eğitimi Doktora Programı https://orcid.org/0000-0002-5375-2594 serhataltintas@ogr.iu.edu.tr BÖLÜMLER Bölüm 1 / Popülizme Giriş Rus popülizmi, ülkedeki eşitsizlik, adaletsizlik ve yoksulluğun artması ve bununla birlikte halkla seçkinler arasındaki uçurumun giderek derinleşmesi sonucunda doğmuştur. Ülkedeki gençlerin bu durumu ortadan kaldırmak amacıyla halka yönelmesi, halkın refahı için çabalamaları gerektiği gerçeği Rus popülizmini ortaya çıkarmıştır. Rusçada halk anlamına gelen “narod” kelimesinden türetilen Narodnik, Rus popülizmini ifade eden bir kavram olarak kullanıla gelmiştir. Popülizm kavramının etimolojik kökeni 1870-1890 döneminde ABD‟deki “Greenbackers” olarak bilinen çiftçi hareketine dayanmaktadır. ABD‟de Cumhuriyetçilere ve Demokratlara karşı Halk Partisi adıyla yeni bir parti kurma çabasında olan aktivistlerin çabası sonucunda ortaya çıkmıştır. 20. Yüzyılın başlamasıyla birlikte popülizm söylemi geniş bir kesime yayılmış ve popülizm kavramına herkes farklı bir açıdan yaklaştığı için ortak bir tanım yapmak mümkün olmamıştır. Peter Wiles‟a göre popülizm; “fazilet, basit, olağan halkta ve onun ortak, kolektif geleneklerinde yaşar” şeklinde ifade ettiği inanç veya hareketti (Toprak, 2013, s. 33) Fransız siyaset bilimci Jean Leca‟ya göre popülizm, “genel iradeyle birleşmiş ve egemen olma özlemindeki diğer toplumlarla kavgalı bir toplumun ideolojisi” olarak tanımlamıştır. Latin Amerikalı yazar Gino Germani ise popülizmi „geleneksel‟ toplumdan modern topluma geçiş sürecinde bir „asenkronizm‟ ürünü ve değişik siyasal güçlerin olur olmaz at oynattığı, halka şirin gözükme yarışına giriştiği bir ortamda, kitlelerin siyasal yaşama hazırlıksız ya da „erken‟ katılımının sonucu oluşan bir siyaset anlayışı olduğunu savunuyordu” (Toprak, 2013, s. 34). Tanımlar arasındaki farklılıklar popülizmin belirleyici özelliklerinin, popülizmi tek bir tanım altında ifade etmenin olanaksızlığını göstermektedir. Popülizm Batı‟da fikir sistemi, ideolojik gelenek olarak değerlendirilmesinin yanında, sosyal-siyasal hareketin, siyasal kültürün özel bir türü olarak da anlaşılmaktaydı. 20. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren gelişmiş Batı ülkelerinin temel sorunlarından birine dönüştüğü görülen Popülizm, gelişen ve gelişmiş ülkeler için farklı bir toplumsal bağlama sahipti. Gelişen ülkelerdeki popülizmi tanımlayabilmek için “siyasal”, gelişmiş ülkelerdeki popülizm için ise “entelektüel” tanımlamasını yapmak mümkündür. Rusya‟da görülen Narodnik hareketine benzer ideolojik eğilimler daha önce birçok Avrupa ülkesinde görülmesine rağmen popülizm, sistematik ve anlamlı bir ideoloji haline Narodnizm‟le kavuşmuştur. Çağdaş küçük burjuva-köylü ideolojileri Narodnizm kavramıyla tam olarak ifade edilemediği için “popülizm” terimi kullanılmaya başlanmıştır. Zaman içinde Amerika‟yla sınırlı kalmayan popülizm kavramı, uluslararası bir kavram halini almış ve Türkçe için “halkçılık” olarak karşılık bulmuştur. Gelişen ülkelerde, popülist düşüncelerin yayılımında demokratikleşme süreci de önemli bir etkide bulunmaktaydı. Alt ve orta katmanlardaki bireylerin eğitim fırsatı bulmalarıyla birlikte Batı ile olan farkın büyüklüğünü görmeleri, tepkisel olarak aşağılık kompleksine kapılmalarına yol açıyordu. Gelişmiş ülkelerde “siyasal popülizm” ise “köylü severlik” ya da “halk kutsama” olarak kendini göstermiş, Türkiye‟de ise köycülük hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Popülizm için toplumsal olarak en geniş ve en yoğun baskı altında bulunan katman olan köylülüğe sahip çıkmak kaçınılmaz olmuştur. Sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan sonuçlar, Tanzimat sonrası Osmanlı Devleti esnaf ve ticaret örgütü için olumsuz sonuçlar doğurmuş, Türk toplumu eşraf, memur ve köylüden oluşan eksik bir yapıya dönüşmüştür. Mevcut yapının çağdaş bir toplumsal yapıya dönüşmesi mümkün olmamış ve ancak sermayedar burjuva sınıfı ile bu durumun aşılabileceği düşünülmüştür. 20. yüzyılın ilk yarısında Türkiye‟de gözlemlenen halka doğru hareketi kırsal kesimin konumuyla doğrudan ilgili olmuştur. İlk başlarda kapitalizme oldukça direnen ve küçük üreticilik faaliyetleriyle bir süre başarılıda olan kırsal yapı üzerinde 50‟lerden sonra çözülme başlamış ve popülizm için uygun ortam oluşmuştur. Rus „halka doğru‟ hareketi Osmanlı aydınlarına, Balkan aydınları ve Rusya‟dan gelen Müslüman Türklerden ulaşmıştır. Osmanlı Popülizmi ilk olarak Selanik‟te ortam bulmuştur. İkinci Meşrutiyet sonrası Genç Kalemler ile Yeni Felsefe Mecmuası çevresinde toplanan ittihatçıların halkı keşfiyle popülist söylem gündeme gelmiştir. Selanik‟in kaybı sonrasında İstanbul‟da Türk Yurdu, Halka Doğru, Talebe Defteri gibi dergilerin halka yönelmesiyle „halka doğru‟ hareketi İstanbul‟da yeşermeye başlamıştır. Hüseyinzade Ali Turan, Ziya Gökalp, Niyazi Berkes, Yusuf Akçura gibi önemli düşün insanlarının katıldıkları tartışmalarla birlikte popülizm, Türkiye‟nin kendi gerçeklerine adapte olarak ülkeye gelmiştir. Halkçılık, Meşrutiyetten Cumhuriyet‟e geçişte ana ilke olmuş, tek-parti programında ve 1937 değişikliği ile Anayasa‟da yer almıştır. Esin kaynağı Rus popülizmi ve Fransız solidarizmi olan halkçılık, Cumhuriyet‟in inşasında temel işlevi görerek, Cumhuriyet‟in fikir tabanı, halkçılık üzerine inşa edilmiştir. Bölüm 2 / Aydınlanma, Bilim ve Ġnsan Popülizmin ana hatlarıyla ortaya çıktığı 19.yüzyılın ikinci yarısı, aynı zamanda sosyolojinin de ortaya çıktığı dönemdi. Sanayi Devrimi ve Fransız İhtilalinin yaratmış olduğu toplumsal dengesizlikler, sınıfsal sorunlarla boğuşan gelişmiş Batı ülkelerini derinden etkilemekte aynı zamanda popülizm ve sosyolojinin doğuşunda önemli bir rol üstlenmekteydi. Sosyal ve beşeri bilimlerin ortaya çıkışında Avrupalı seyyahların başka kıtaları keşfi ve oralarda farklı insan topluluklarıyla karşılaşmaları önemli bir etken olmuştur. İnsan bilimlerinin oluşmasında antropolojik bilgi diğer bilgilere göre öz konumunda yer almıştır. Dinsel nedenlerden dolayı Osmanlı‟da bu alana oldukça temkinli yaklaşılmışsa da Beşir Fuad, Şemseddin Sami ve Ebüzziya Tevfik oldukça söz sahibi olmuşlardır. 19. Yüzyıl antropolojik bilgi birikiminin önemli bir kısmını oluşturan Comte de Buffon, antropoloji alanındaki çalışmalarıyla Osmanlı topraklarında da bilgi birikimine katkı sağlamıştır. Şemsettin Sami tarafından kaleme alınan „İnsan‟ ve „Yine İnsan‟ adlı eserler Osmanlı döneminin önemli antropolojik eserleri arasındadır. 19.yüzyılın son dönemlerinde Abdullah Cevdet‟te „Fizyolocia ve Hıfz-ı Sıhhat-i Dimağ ve Melekât-ı Akliyye‟ adlı eseriyle antropolojiye eğilmiştir. Antropoloji, Ⅱ. Meşrutiyetle birlikte daha geniş bir okur kitlesine ulaşmıştır. İnsanların yeni coğrafyalara ulaşmaları ve bunun sonucunda gördüklerini kaleme almalarıyla oluşan bir diğer alanda etnografya olmuştur. Maddi ve manevi kültürleri inceleyen etnografya, ilk olarak kavim, kabile, aşiret gibi insan topluluklarını ele alsa da ilerleyen zamanlarda „ulusal‟ boyutlara ulaşmıştır. 19. Yüzyıl başlarında insan topluluklarının konuştukları dilleri kendine inceleme alanı yapan etnografya, 20. Yüzyıl ile birlikte maddi kültürü kuşatan bir yapıya bürünmüştür. Osmanlı döneminde, Ⅱ. Meşrutiyetle birlikte önem kazanmıştır ve Osmanlı dergilerinde etnografyanın karşılığı olarak „kavmiyyat‟ kavramı kullanılmıştır. Dönemim önemli yüksekokullarından biri olan Mekteb-i Mülkiye-i Şahane‟ de etnografya öğretmenliği yapan Satı Bey, „Etnografya-İlm-i Akvam‟ adlı eseriyle, alana katkıda bulunmuştur. Antropoloji o dönemde etnografya ile iç içe ele alınmıştır. Satı Bey, Mülkiye‟de verdiği dersleri, yalnızca etnografya öğretmenin yanlış olacağı düşüncesiyle antropoloji konularıyla başlatarak, etnolojinin de önemli konularına değinip sosyoloji ile sonlandırmıştır. Yayınladığı kitaplar ve verdiği derslerle döneminin ötesinde aydın kimliğiyle öne çıkan Satı Bey, Ⅱ. Meşrutiyet dönemi eğitim hayatının önemli bir ismi olmuştur. Mülkiye‟de Tarih-i Siyasi dersi üç yıl, birinci, ikinci ve üçünü sınıflarda olmak üzere Fransız Devrimi‟nin hazırlık evresine değinilen 1763-1789 dönemi, Fransız Devriminden Viyana Kongresine kadar olan 1789-1814 dönemi ve 1814 sonrasının anlatıldığı üç dönem halinde incelenmekteydi. Bu üç yıllık siyasal tarih dersi, Mülkiye‟nin programının ne denli Fransız Devrimine odaklandığının ve 1908 hareketinin ruhuna uygunluğunun göstergesi olmuştur. Meşrutiyet döneminde Sultani öğrencileri Fransız Devrimi‟ni Ali Reşad‟dan, Mülkiye öğrencileri Osmanlı‟nın yetiştirdiği seçkin insanlardan biri olan Diran Kelekyan‟dan öğrenmişlerdir. Bölüm 3 / Psikolojiden Sosyolojiye Osmanlı‟da düşünce hayatının gelişiminde dergiler önemli yapıtaşları olmuşlardır. İlk Osmanlı dergileri, Batı‟yı tanıtan, Batının bilim ve tekniğine ilgi duyan ve tüm bunları Osmanlı okuruna ulaştırma isteği taşıyan bir anlayışla var olmuşlardır. 1849‟da çıkarılan ve ilk dergi olması nedeniyle önem taşıyan “Vakayi-i Tıbbiye”, 1891 yılında kurulan Servet-i Fünun‟a kadar Osmanlı dergicilik döneminin ansiklopedici çağını oluşturmuştur. Ansiklopedici gelenek, Cemiyet-i İlmiyye-i Osmaniyye‟nin yayın organı olan Mecmua-i Fünun‟ un yayına başlamasıyla Tanzimat aydını için bir okul görevi üstlenmiştir. Yüzünü Batı‟ya dönmüş aydınlara ulaşmaya çalışmış ve seçkin yazarların yazılarına yer vererek, daha önce tartışılmamış olan çağdaş pozitif bilim ve felsefe dili ilk kez bu mecrada tartışılmıştır. 1860‟lar Osmanlı gazetelerinin de önemli atılımlar gerçekleştirdiği yıllar olmuştur. 1860‟ta Agâh Efendi tarafından Tercüman-ı Ahval çıkmış, 1862‟de Şinasi‟nin Tasvir-i Efkâr adlı gazetesi yayın hayatına başlamıştır. Aynı dönem içerisinde ilk resimli dergi olmasıyla diğerlerinden ayrılan Mir‟at yayımlanmıştır. Yakın dönem içerisinde birçok dergi yayımlanmış ve Tanzimat‟la başlayan aydınlanma girişimi 1860‟larda önemli bir mesafe katetmiştir 1870‟li yıllar Osmanlı Devleti için bunalımlı dönemler olsa da dergiler, siyaseti gazetelere bırakmış ve Ali Suavi tarafından çıkarılan „Ulum‟ dergisi gibi fikir dergiciliği, Osmanlı‟da kamuoyunun oluşmasında önemli katkılar sağlamıştır. Ahmet Mithat Efendi, Münif Paşa, Şemsettin Sami gibi isimler Osmanlı dönemi dergiciliğinin gelişiminde kıymetli girişimlerde bulunmuşlardır. Dönemin önemli dergilerinden olan Servet-i Fünun, yeni bir fikir ve edebiyat dönemi başlatarak siyasal düşüncenin baskı altında olduğu dönemde, cesur bir girişim olarak basın dünyasında kendisine yer edinmiştir. . Ⅱ. Meşrutiyet dönemi ile birlikte yayın hayatı köklü değişimler yaşamıştır. Ⅱ. Meşrutiyet İslamcı dergi sayısında önemli bir artışın yaşandığı dönem olmuştur. Abdülhamid‟e başkaldıran ilk İslamcı –Türkçü yayın organı Sırat-ı Müstakim olmuştur. İnsanları fakirliğe, eylemsizlik haline iten, „fani dünya‟ için çalışmayı reddeden din anlayışının yerine dergide, ticaret, sanayi ve tarım gibi uğraşların gerekliliğine yer verilmiştir. Türkçülük akımı, dergilerde de kendisine yer bulmuştur. İstanbul‟da tarih eksenli bir anlayış hâkimken Selanik‟te sosyoloji temelli Türkçülük esin kaynağı olmuştur. İstanbul‟da Türk Derneği çevresinde gelişen Türkçülük, Türk Yurdu dergisinde Ahmet Mithat, Mehmet Emin, Yusuf Akçura, Ahmet Hikmet gibi önemli isimlerin yer almasıyla ilerlemiştir. Selanik‟te ise Türkçülüğün sözcülüğünü Genç Kalemler ve Yeni Felsefe Mecmuası gibi önemli dergiler yapmıştır. Ⅱ. Meşrutiyet dönemi, sosyoloji ve iktisat bilimlerinin toplumda yer etmesini sağlamıştır. Osmanlı‟nın iktisadi olarak geri kalması, dönemin dergilerinde iktisadi içerikli birçok yazının yer almasını sağlamış ve dergilerde sıklıkla tarım-sanayi ikilemi tartışılıp, çözüm önerileri sunulmuştur. İttihat ve Terakki‟nin iktisadi görüşlerini açıklayan İktisadiyyat Mecmuası, devletin ekonomik hayata müdahale etmesi gerektiğini savunmuştur. Ⅱ. Meşrutiyet yıllarında “avam” ya da “ahali” sözcükleri yerine halk sözcüğü tercih edilmiş ve dönemin aydınlanma düşüncesinin zirve yaptığı “Yeni Mecmua” dergisi, halkçılık ve dayanışmacılık kavramlarının derinleşmesini sağlamıştır. Dönemin önemli bir diğer dergisi olan Ulum-ı İktisadiyye ve İctimaiyye Mecmuası, pozitivist düşüncenin savunuculuğunu üstlenmiş ve sosyoloji ile ilgili kapsamlı yazılara yer vermiştir. Liberal bir dergi olan Ulum-ı İktisadiyye ve İctimaiyye Mecmuası, Osmanlı topraklarına sosyolojiyi getirmiştir. Ancak bu dönemin sosyoloji anlayışı daha çok Emile Durkheim öncesi yaygın olan “organisist” bir sosyoloji olmuştur. Dergide, Ahmet Şuayip, Rıza Tevfik, Salih Zeki, Bedii Nuri ve Satı kardeşler, Asaf Nef‟i ve Doktor Ethem sosyolojiye açılım sağlayacak kalemler olarak yer almışlardır. Osmanlı‟nın son dönemlerinde sosyoloji 19. Yüzyıl buhranlarına bir çözüm arayışı olarak var olmuş ve her derde deva görülmüştür. Bölüm 4 / Selanik ve Genç Kalemler Osmanlı topraklarında fikir hareketleri açısından İstanbul‟a rakip olan kent, Selanik olmuştur. Selanik, Osmanlı Devletinin Batı‟ya açıldığı dönemde Avrupa başkentleriyle bağ kuran en önemli halka olmuştur. Osmanlıda ulus-devlet anlayışının doğduğu şehir olan Selanik, Osmanlı entelektüel hayatında da ayrı bir yer edinmiştir. Selanik‟te milli bir edebiyat oluşturulması için önce dilde sadeleşmenin gerektiğini savunan Yeni Lisan hareketi başlamıştır. Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp‟in çekirdek kadrosunu oluşturduğu bu hareket, İttihat ve Terakki desteğiyle çıkarılan ve Milli Edebiyat akımının öncüsü olmuş, “Genç Kalemler” dergisiyle vücut bulmuştur. Ömer Seyfettin, Genç Kalemler dergisinde yazılarıyla dilde sadeleşmenin nasıl olacağını anlatmış ve bunun yöntemlerini paylaşmıştır. Ömer Seyfettin‟e göre Türk gençliği, “Enderuncu” olarak adlandırdığı eski ve Türkçe olmayan dili kullanmayı bırakmak istiyordu. Bunun yerine “yeni lisan” adı altında gerçek Türkçeyi, konuşulan güzel ve ahenkli dili ortaya çıkarmak gerekliydi. Yeni Lisan adlı ünlü yazısında düşüncelerini şu sözlerle ifade etmiştir: “ Yavaş yavaş milli edebiyat uyanmaya başladı, yani konuştuğumuz saf, sade ve güzel Türkçe ile şiirler, edebi parçalar okumak saadetine nail olduk. Her millet kendi lisanında yaşar. Lisan vatan kadar mukaddestir. Fiili vatanımız olan Türkiye‟de nasıl yabancı düşmanlar bulunmasını istemezsek lisanımızda da Türkçeleşmemiş ecnebi kelimeleri, ecnebi kaideleri istemeyiz (Toprak, 2013, s. 121). Ömer Seyfettin dilde sadeleşme hareketinin öncüsü olmuş ve o zamana kadar süregelen edebi dil, Ömer Seyfettin‟le birlikte bambaşka bir edebi dile dönüşmüştür. Yazı dilinin halkın dili olmasını sağlaması ve sade Türkçenin Türk edebiyatını kapsayacak, genel bir akıma dönüşmesi Ömer Seyfettin‟in başlattığı dönüşüm hareketi sayesinde olmuştur. Ziya Gökalp tarafından kaleme alınan “Yeni hayat” adlı eser, Meşrutiyet düzeninin izleyeceği toplumsal dönüşümleri kapsayan genel bir çerçeve çizmiş ve Genç Kalemler dergisi gibi Selanik‟te ortaya çıkmıştır. Gökalp‟e göre Yeni hayat, “yeni iktisat, yeni aile, yeni sanat, yeni felsefe, yeni ahlak, yeni hukuk, yeni siyaset” demekti. Eski hayatı beğenmemek demek onun değerlerinden vazgeçmek anlamına gelmiyordu. “Yeni hayat” ın gerçek değerlerini aramak ve onları yaşamın egemeni kılmak gerekliydi. Bu görevde Ziya Gökalp‟e göre gençlere düşmekteydi. Bölüm 5 / Yeni Felsefe ve Yeni Hayat Jön Türk Devriminin ertesinde gündeme gelen “yeni hayat” özlemi, deniz ve kara yoluyla Avrupa‟ya bağlanan Selanik gibi Batı fikirlerine açık bir kentte güç kazanmıştı. İttihat ve Terakki Cemiyetinin “ictimai inkılap” sorunu için çözüm olarak gördüğü “yeni hayat” anlayışı, Genç Kalemler ve Yeni Felsefe Mecmuası başta olmak üzere Selanik‟te ortaya çıkan dergilerde tartışılıyor, gelişiyordu. Yeni Felsefe Mecmuası, “yeni hayat” anlayışını derginin ana ilkesi olarak kabul etmiş ve derginin ilk sayısında “Mesleğimiz ve yeni hayat” adlı yazıda gençlere düşen görevleri sıralamıştı. Selanikli gençlerin 20. Yüzyılın gerekleri doğrultusunda hareket etmeleri ve bunun için Batı‟nın bilim ve felsefesini ülkelerine getirmeleri, ülkedeki eski hayatın koşullarını yıkmaları gerekmekteydi. Yeni hayat anlayışının eleştiri getirdiği temel noktalardan biri Osmanlı gençlerinde görülen Batı‟yı taklit etme eğilimiydi. Yeni Felsefe Mecmuasının “Levantenleşme” olarak adlandırdığı bu durum, gençlerin Batı‟dan uzak durarak, yeni bir hayat kurmasıyla çözülebilirdi. Yeni hayat anlayışına göre her milletin kendine özgü meziyetleri, adetleri ve bir takım ahlak kuralları vardı. Bu değerler olmaksızın bir milletten söz etmek mümkün değildi. Yeni Felsefe Mecmuası, “yeni hayat” anlayışına yönelirken aynı zamanda Türklük sorununu da ön plana çıkarmıştır. Selanik‟te Türk milliyetçiliğinin hareket noktası, dil olmuştur. Selanik gençliği gerçek Türkçenin yani konuşulan Türkçenin tespitiyle çalışmalara başlamıştır. Bu anlayışla Ömer Seyfettin‟in öncülüğünde çıkarılan “Genç Kalemler” dergisi “yeni lisan” hareketinin başını çekmiş ve milli bilincin uyanmasına önemli katkılar sağlamıştır. 19. yüzyıl ile birlikte çözülmeye başlayan Osmanlı‟yı bir arada tutacak olan güç, Durkheim‟in “dayanışma ve iş bölümü” anlayışıyla çözüme kavuşturulmaya çalışılmış ve Selanik aydınları bu fikri benimseyerek hareket etmişlerdir. “Yeni hayat”ın bilimsel yöntem anlayışını Durkheim‟in metodu oluşturmuş ve Durkheim‟in sosyolojisi “yeni hayat”ın yolunu çizmiştir. Ziya Gökalp, Genç Kalemler ve Yeni Felsefe Mecmuasındaki yazılarıyla Durkheim‟in sosyolojisini benimsemiş ve ulus-devlete yönelik bir ideolojinin temellerini atmıştır. Yeni Mecmua dergisinde Durkheim ‟den esinlenilerek oluşturulan dayanışmacı toplum anlayışı, halkçılıkta özümlenmiştir. Bölüm 6 / “Halka Doğru” Gidenler Ⅱ. Meşrutiyet döneminde Osmanlı‟nın geri kalmışlığının esas nedenleri toplumsal sorunlarda aranmış ve bu durum toplumsal düşünceyi tetiklemiştir. Sosyolojinin inceleme alanı toplum olduğu için Osmanlı diğer ülkelere oranla çok daha erken tarihlerde sosyolojiyi benimsemiştir. Osmanlı, Ⅱ. Meşrutiyet‟le “cemiyet”e yönelmiştir. “Cemiyet” sözcüğü sosyolojiye özgü bir kavram olarak görülmüş ve “toplum”a karşılık gelebilecek bir sözcük arayışına gidilmiştir. Önceleri reaya, tebaa, ahali gibi sözcüklerle ifade edilen ve yönetilen kesim anlamına gelen “halk” kelimesi, Ⅱ. Meşrutiyet ile yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Böylelikle “halk”, bireylerin toplamının ötesinde kendine özgü, daha dünyevi kolektif bir anlam kazanmıştır. Rus aydınının bozulan geleneksel yapıya “halka doğru” hareketiyle çözüm arayışı sonucunda ortaya çıkan ve Ⅱ. Meşrutiyet ile birlikte Osmanlı fikir dünyasına giren halkçılık, Rus Narodnik hareketinden ve Balkanlar‟daki uzantısı olan halkçılık ve köycülükten esinlenilerek Osmanlı topraklarında Türk Yurdu ve Halka Doğru dergileriyle yaşam bulmuştur. Rus “Halka doğru” hareketi Osmanlı aydınlarına, Balkan aydınları ve Rusya‟dan göçen Müslümanlar aracılığıyla ulaşmıştır. Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali vb. Türkçü göçmenler, Rus popülizminden etkilenmiş ve Ⅱ. Meşrutiyet‟le ortaya çıkan Türkçülük ve halkçılık akımlarında önemli rol oynamışlardır. Hüseyinzade Ali, “Halka Doğru” dergisindeki yazılarıyla Türkçülükle halkçılığın yol göstericisi olarak görülmüştür. 1913 yılında ilk sayısı çıkan dergide, dönemin birçok ünlü yazarı yer almıştır. Halide Edip, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Tevfik Nureddin, Celal Sahir, Hüseyinzade Ali, Hamdullah Suphi, Akil Muhtar, Abdülfeyyaz Tevfik, Ali Canib, Ali Ulvi, Galip Bahtiyar, Kazım Nami, Köprülüzade Mehmet Fuat, Ziya Gökalp, Mehmet Emin, Mehmet Ali Tevfik, Memduh Şevket dergide sürekli yazanlar arasında tanıtılmıştır. Ancak dergiye damgasını vuracak olan Yusuf Akçura, dergideki “Halka” adlı yazısıyla halkın sorunlarına eğilmiş ve aydınların halka yönelmesi, halkla bütünleşmesi, halkın seviyesine inerek onu eğitmesi gerektiğini ancak bu şekilde halka faydalı olunabileceğini ifade etmiştir. Ⅱ. Meşrutiyet yıllarında “Türk Yurdu” dergisi “Halka doğru” gidenler hareketinin simgesi olan bir diğer dergi olmuştur. Türk Ocağının bünyesinde çıkan dergi, “halka doğru gitmeyi, halkı görmeyi, halkı öğrenmeyi” ilke edinmiştir ve Türk gençlerine Anadolu‟yu sevmeyi, Anadolu‟yu öğrenmeyi özendirmiştir. “Halkçılık” akımının isim babası olan Falih Rıfkı, Selanik‟te “Genç Kalemler” dergisi etrafında başlayan “yeni lisan” hareketini halkçılık olarak nitelendirmiştir. Falih Rıfkı‟ya göre Osmanlıca, halkla Osmanlı aydını ve entelektüel gençlik arasına konulmuş bir perdedir ve bu perdenin bir an önce yırtılması, kaldırılması gerekmektedir. “Yeni lisan” hareketi bu bağlamda halkla temas için atılan ilk adım olmuştur. Türk gençliğinin halkın dertlerini dinleyebilmesi, onların yaralarını sarabilmesi “yeni lisan” hareketinin karşılığında ortaya çıkmıştır. Ⅱ. Meşrutiyet döneminde Selanik‟te başlayan dilde sadeleşme hareketinin İstanbul‟da karşılığı Türk dili, edebiyatı ve tarihi üzerinde incelemelerde bulunmak üzere kurulan “Türk Derneği” olmuştur. 1913 yılıyla birlikte Türk Derneği, Türk Bilgi Derneği‟nin Türkiyyat Şubesi olarak çalışmalarına devam etmiştir. Türk Bilgi Derneği, popüler bilginin ötesinde, araştırmayı ve bilgi birikimini sağlamayı amaç edinmiştir. Batı‟daki bilim akademilerinin karşılığı olarak görülen Türk Bilgi Derneği, akademi olmasının yanında geniş bir kesime seslenmeyi hedeflemiştir. Türk Yurdu ve Halka Doğru dergileri çevresinde oluşan halkçılık hareketi, Birinci Dünya Savaşı ile birlikte yeni bir döneme girmiştir. Savaş öncesinde alt gelir gruplarına yönelik bir hareket olan halkçılık, savaşla birlikte halkın artık “orta sınıf” olarak kabul edildiği ve uluslaşma sürecinin sınıfsal bir nitelik kazandığı döneme evrilmiştir. “ Nitekim bu doğrultuda en ilginç gelişme İzmir‟de izlenecekti. İttihat ve Terakki merkez-i umumi üyesi Doktor Nazım Bey, İzmir Valisi İttihatçı Rahmi Bey ve İttihat ve Terakki İzmir kâtib-i mesulü Mahmud Celal (Bayar) Bey‟in çabaları sonucu İzmir‟de bir “Halka Doğru Cemiyeti” kurulmuştu” (Toprak, 2013, s. 194). Cemiyetin çabalarıyla dergi çıkarılmış, kitaplar bastırılmış, kütüphaneler kurulmuş ve konferanslar düzenlenmiştir. “Halka doğru” hareketi artık bir orta sınıf hareketi olmuş ve ekonomik çıkarlarla kültürel oluşumu aynı potada eritmeyi amaçlamıştır. Bölüm 7 / Balkan Harbi ve Gençlik 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bazı fikir örgütlerinde ve yayın organlarında örnekleri görülse de Türk unsurunu vurgulayan milliyetçilik, Balkan Harbi‟ne kadar yalnızca Müslüman Türk aydın kesimin etkisi altında olmuştur. Balkan Harbi‟yle bu durum değişmiş ve Türk Milliyetçiliği kentlerde ve kasabalarda da yankı uyandırmaya başlamıştır. Böylelikle ulusal kimliğin doğuşu ve geniş kitlelerce benimsenmesinde Balkan Harbi‟nin büyük etkisi olmuştur. Meşrutiyet yıllarında Türkçülük hareketi bir boyutuyla “sivil toplum” arayışını simgelemektedir. Ömer Seyfettin tarafında kaleme alınan “Herkes İçin İctimaiyyat – Ticaret ve Nasib” adlı eser, Türk tüccarların yetişmesi, Türk zenginlerin çoğalması, Türk bankalarının açılması gerektiğini ancak bu şekilde Türk ülküsünün gerçekleşebileceğini ifade etmekteydi. Bu bakımdan “Herkes İçin İctimaiyyat – Ticaret ve Nasib” adlı eser siyaset ve ekonominin ortak bir paydada birleştiği manifesto görevini üstlenmiştir. Ömer Seyfettin üreten ve kendi başına örgütlenebilen “sivil toplum” anlayışının peşine düşmüştür. Ömer Seyfettin dergide gençlere hitap ederken şu sözlere yer vermiştir: “ Hepiniz tüccar ve sanatkâr olunuz. Demircilik öğreniniz. Bakkal dükkânları açınız. Kundura ve çizme yapınız! Terzilik ve ciltçilik evleri tesis ediniz. Yalnız para kazanmasını düşününüz; para biriktiriniz! Bankaları ellerinize geçiriniz!” demiştir (Toprak, 2013, s. 211). Gençleri zihni ve manevi durgunluktan kurtarmak, onları sorumlu vatandaşlar olarak yetiştirmek, eğitimin yanında derneklerle mümkün olmuştur. Ⅱ. Meşrutiyet yıllarında dernekler, ülkenin her yerini sarmış ve gençlerin “paramiliter” güç olarak yetişmesini sağlayacak elverişli bir ortam yaratmıştır. Türk Güçleri, İzci Ocakları ve İdman Yurtları Ⅱ. Meşrutiyet‟le birlikte ortaya çıkan Türkçülük hareketinin toplumsal boyutunu simgelemişlerdir. Temel hedef Anadolu‟yu uyandırmak ve Türk gençlerini, güçlü, sağlam yapılı gençler olarak yetiştirmek olmuştur. Gençlik Derneklerinin Harbiye Nezareti‟nin denetimine girmesiyle birlikte, “Mektep Gücü Dernekleri, İzcilik Dernekleri, Güç Dernekleri, ardından Gürbüz Dernekleri ve Dinç Dernekleri askere alınmadan önce askerlik bilgilerinin edinildiği eğitim kurumlarına dönüşmüşlerdir” (Toprak, 2013, s. 240). Birinci Dünya Savaş‟ı sonrasında Osmanlı Devleti‟nin kaybetmesiyle birlikte Genç Dernekleri tarihe karışmış ancak izci örgütleri, işgal yıllarında İstanbul‟da kamuoyu oluşturma amacı taşıyan birer propaganda aracına dönüşmüştür. Bölüm 8 / “Halka Doğru” ve Feminizm Batı‟da 1910‟lu yıllarda güç kazanan Feminizm hareketi, aynı yıllarda Osmanlı‟da da güç kazanmış ve kadın, özgürlükleri doğrultusunda önemli kazanımlar elde etmiştir. Ⅱ. Meşrutiyet döneminin yarattığı kısmi özgürlük ortamı, “halka doğru” gidenler hareketinin kadın sorununu da ele almasını sağlamıştır. Önemli düşüncelerin ortaya çıktığı yer olan Selanik, Osmanlı‟nın aydın kenti olarak Feminizm hareketi konusunda da başı çekmiştir. Bu konuda Selanik Mekteb-i Hukuk Müdürü Adil Bey‟in yazmış olduğu “İktisat Dersleri” adlı kitabı, bir iktisat kitabı olmasına rağmen feminizme geniş yer vermiş ve Osmanlı toplumundaki kadın sorununu ele almıştır. Ⅱ. Meşrutiyet yıllarında birçok kadın örgütü kurulmuştur. Kurulan dernekler büyük ölçüde İttihat ve Terakki‟nin kontrolü altında faaliyete geçmişlerdir. Dernekler, kadınları eğitmeyi, yaşam biçimlerini, giyim kuşamlarını modernleştirmeyi, onlara iş imkânları yaratmayı, sanat vb. şeyleri öğretmeyi amaçlamışlardır. Ancak kadınların toplumsal anlamda asıl görünür olmalarını sağlayan faktör, Birinci Dünya Savaşı olmuştur. Erkeklerin cephelerde olması, kadınların ev işleri dışında birçok iş alanında görev almasını sağlamıştır. Ticaretten fabrikalara, yol yapımından sokak temizliğine kadar ortaya çıkan işgücü açığını kadınlar kapatmıştır. Kadınların iş hayatına girmesinde Harbiye Nezareti öncülük etmiş ve kadınlar askere alınmıştır. Böylelikle kadınların gerek lojistik işlerinde istihdam edilmesi gerekse üretime katılmaları sağlanmıştır. Değişen toplumsal yapı, kadın ve aile kavramlarının da zaman içinde değişmesine ortam hazırlamıştır. Savaşın getirmiş olduğu ekonomik zorluklar ve evin geçimini sağlamakla yükümlü olan erkeğin cephede olması, kadının büyük sorumluluklar yüklenmesine neden olmuştur. Kadın bu koşullarla birlikte, öncesinde yalnızca erkeğin görev aldığı işlerde çalışmaya başlamış ve böylelikle aile ve kadın kamusal alanın önemli bir parçası haline gelmiştir. İttihatçılar bu değişimi desteklemiş ve ulus-devlet inşasında aileyi özel alandan çıkarıp kamusal alana sokmak için yeni bir aile modeli oluşturmaya çalışmışlardır. “Yeni aile” ya da “Milli aile” kavramları İttihatçıların dönüşümcü söylemlerinin bir parçası olmuştur. Birinci Dünya Savaşı, kadın hakları açısında dönüm noktası olmuştur. Birçok ülkede kadınlar seçme ve seçilme hakkı elde etmiştir. Osmanlı feminizmi, ateşkes yıllarında doruk noktasına ulaşmış ve Sabiha Zekeriya, Büyük Mecmua dergisindeki yazılarıyla kadınların siyasi haklarını savunmuştur. Sabiha Zekeriya‟nın (Sertel) 1919 yılında yayımladığı “Kadınlar ve İntihab” adlı yazısında kadın hakları konusunda, Kanun-ı Esasi‟nin bütün Osmanlılara verdiği hakkı, kadınlara da vermesini talep etmiş ve eleştirilerini sıralamıştır. Sabiha Zekeriya, savaşla birlikte feminizmin yükseldiğini, kadınların toplumsal konumlarının güçlendiğini ve haklarını elde ettiklerini ifade etmiştir. Ancak feminizmin Batı‟daki boyutlarıyla Türkiye‟de görülmesi için Türkiye‟nin çağdaş ulusların geçtiği evrelerden geçmesi gerektiğini savunmuştur. Sabiha Zekeriya (Sertel) “Türk feminizmi”ne öncülük etmiş ve yazılarıyla Türkiye‟de kadın çalışmaları için önemli bir birikimin oluşmasını sağlamıştır. Bölüm 9 / Cihan Harbi ve Solidarizm Türkçülük, Ⅱ. Meşrutiyet Aydınlarının halka yönelmesini sağlamıştır. “Halka doğru” ilkesi kapsamında öncelikle Ömer Seyfettin‟in başını çektiği “Yeni Lisan” hareketi, dilde sadeleşmeyi, yazı diliyle konuşma dilinin yakınlaştırılmasını ve yabancı sözcüklerin Türkçe karşılıklarının bulunup kullanımının yaygınlaştırılmasını içermekteydi. “Halka doğru” hareketinin bir sonraki durağı edebiyat olmuştur. Bu bağlamda ortaya konulan eserlerde, yerli konular işlenmiş ve sıradan halkın yaşamı anlatılmıştır. Şiirlerde aruz ölçüsü yerine hece ölçüsü benimsenmiştir. Halkçılığı sahiplenen ve bir düşün hareketi olarak günümüze gelmesini sağlayan kişi Ziya Gökalp olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk‟ün benimsediği halkçılık anlayışının esin kaynağı olan Ziya Gökalp‟in görüşleri, Cumhuriyet‟in inşa sürecinden çok partili döneme kadar oldukça benimsenmiştir. Ziya Gökalp‟in inşa ettiği halkçılık anlayışı, Batı pozitivizmiyle Doğu mistisizminin bir potada birleştirilmesiyle ortaya çıkmıştır. “Toplumsal sınıf” olgusuna karşı çıkan ve sınıf kavramının dışlayıcı, ayrıştırıcı özelliklerini ret eden Gökalp, bunun yerine bütünleyici, birleştirici ilkelere sahip bir halkçılık anlayışı ortaya koymuştur. Ziya Gökalp, sınıf olgusu yerine meslek zümreleri arasındaki dayanışmadan yola çıkarak mesleki teşkilatlara dayanan bir halkçılık görüşü benimsemiştir. Gökalp, Fransız solidarizmini Rus Narodnizmine oranla daha çok benimsemiştir. Ziya Gökalp, “sınıf çatışmasından arınmış toplumsal tabakaların uzlaşmasını öneren Fransız sosyalizan anlayışını, o günlerdeki Fransız Radikal Partisi‟nin söylemini benimseyecekti. Ancak, burjuvazinin olmadığı bir ortamda tek dayanak noktası esnaftı” (Toprak, 2013, s. 288). Meslek zümrelerinin dayanışmasını isteyen Gökalp, sınıfsız bir toplum hedeflemekteydi. Ⅱ. Meşrutiyet ve Tek Parti Cumhuriyet Türkiye‟sinin sosyolojisinde en popüler sözcük “tesanüt” olmuştur. Dayanışma anlamına gelen “tesanüt”, İttihatçı düşün insanlarının gündeme getirdikleri ve zamanla toplumsal fikir hareketine dönüşen bir kavramdır. Günümüz sosyoloji kitaplarında ise “dayanışmacılık” tesanüt ya da solidarizmin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Solidarizm, ekonomist ve sosyalist öğretilerin toplumsal sorunlara çözüm getiremediğini savunmakta ve her iki öğretinin problemli yanlarını ortadan kaldırarak, ikisini tek potada birleştirecek bir anlayışı temel almaktaydı. Ziya Gökalp‟in solidarist anlayışı Fransız sosyolojisinden esinlenirken, aynı dönemde Selanik‟te Osmanlı aydın çevrelerinde Alman sosyal demokrat fikir hareketinden de esinlenmeler olmuştur. Bu aydınlar arasında Almanya‟yı yakından izleyen ve solidarist anlayışını Alman çizgisine oturtan önemli bir isim Tekin Alp‟tir. Tekin Alp‟e göre manevi değerler “milli hars”la gerçekleşirken maddi menfaatler “milli iksitat”la doğardı. Devletin ekonomik hayata müdahalesi solidarizmin gereğiydi, kapitalizmin olumsuz etkilerini giderebilmek ve toplumsal çöküntülere yer vermeksizin ekonomileri toparlamak, solidarizmle mümkündü. Ancak solidarizmin tam anlamıyla etkin olabilmesi için halkçılık her alanda uygulanmalıydı. Bölüm 10 / Solidarizm ve Ahlak Sorunu Durkheim tarafından kaleme alınan “Toplumsal İşbölümü” adlı eser, toplumların kendine özgü bir ahlak anlayışına sahip olması gerektiğini savunmaktaydı. Ahlak kurallarının var olma nedeni, bireyler arasındaki ilişkiyi güçlendirmek ve kendi aralarında uyumlu kılmaktı. İlkel toplumlarda bireyler arasındaki benzerlik bu dayanışmayı sağlarken modern toplumlarda benzerliğe dayanan bağlılık yerini organik dayanışmaya bırakmaktaydı. İşbölümü de bu ahlaksal anlayışın esas alındığı ve mesleklerin dayanak noktası olduğu bir yaklaşımı ifade etmekteydi. Bu bağlamda yeni ahlakın kaynağı meslekler olmuştu. Ziya Gökalp‟e iktisadi tabakaya hâkim olan büyük burjuvazi, küçük burjuvazi ve gündelikçilerden oluşan sınıflar ortadan kalkmalı bunların yerine meslek devri temel alınmalıydı. “Meslek devrinin temel işlevi bu tür sınıfları ortadan kaldırmaktı. Bu nedenle meslek devrinde halkçılık yeni bir boyut kazanacak, toplumsal yönü, “ictimai halkçılık” gündeme gelecekti. Gökalp “ictimai halkçılık”la solidarizmi kastediyordu. Solidarizm hareketi, ona göre eskiden var olan siyasal ayrıcalıkların kaldırılması gibi, iktisadi sınıfların da toplumdan silinmesine çalışıyordu” (Toprak, 2013, s. 316). Meşrutiyet yıllarında ulus-devlet inşa sürecinde, Ziya Gökalp‟in temsilcisi olduğu idealist yaklaşım ve Yusuf Akçura‟nın başı çektiği ulus-devleti ekonomik tabana oturtan iki farklı yaklaşım hâkimdi. Meşrutiyet yıllarında temel problem, bireyin üstesinden gelemeyip, devletin üstlenmesi gereken girişimlerin niteliğiydi. Dönem içinde yapılan tartışmaların büyük çoğunluğu bu problem üzerine kuruluydu. Ziya Gökalp‟inde savunduğu Milli İktisat anlayışına göre, geleneksel iktisat düzeni yıkılmış bunun yerine yeni bir iktisadi yaşama girilmesi gerekmekteydi. Türkiye‟nin sanayileşmesi için gerekli adımlar bireylerden ve şirketlerden beklenemezdi, devletin öncü olması, gerekli adımları atması gerekmekteydi. Türkiye‟de 1930‟lu yıllarda etkin olan devletçilik modeli bu anlayışın eseriydi. Milli İktisat anlayışı doğrultusunda müdahaleci, devletçi, yönlendirici bir iktisat politikası benimsenmiştir. Milli iktisat beraberinde ahlak anlayışını da gerekli kılmıştır. Osmanlı toplumunun yaşadığı ahlaksal çöküntüyle birlikte tüccarın aşırı fiyatla mal satışı, istifçilik, spekülatif girişimler gibi çarpıklıklar meydana gelmiştir. Yaşanan ahlaksal sorunlar, Ziya Gökalp‟in meslek zümreleri anlayışıyla birlikte, meslek ahlakı yaklaşımının da toplumda yer etmesini sağlayarak bu soruna çözüm üretilmeye çalışılmıştır. “Ülkenin ahlakını yükseltmek için önce korporasyonların, “meslek sınıflarının” geliştirilmesiyle uğraşmak gerekiyordu” (Toprak, 2013, s. 331). A. Mithat ve Necmettin Sadık, ahlaki bunalımın önüne geçebilmek için yapılması gerekenin, toplumda özveri ve dayanışma duygularının güçlendirilmesi olduğunu ve bunun içinde meslek zümrelerinin örgütlenmesini kolaylaştırmak ve özendirmek gerektiğini ifade etmişlerdir. Düşünürlere göre, ülkede ahlakın güçlendirilmesi için korporasyonların, “meslek sınıflarının” geliştirilmesi gerekmekteydi. Bölüm 11 / Uluslararası Solidarizm ve Türkiye Birinci Dünya Savaşı sonrasında dünyanın çehresi değişmiş ve tüm dengeler altüst olmuştur. Böyle kaotik bir ortamda, sosyal ve beşeri bilimlerde nasibini almış ve savaşın bilimi siyaset, barışın bilimi ise sosyoloji olmuştur. Sosyologlar teoriden uzak, insanların sorunlarına çözüm arayan, uygulamaya dönük bir yaklaşım için çabalamışlardır. 20.Yüzyıl başlarında, sosyolojinin savaşın getirdiği yıkıma çare olacağı anlayışı hâkim olmuştur. Savaşla birlikte yaşanan sefalet ve yoksulluk bireylerde, öfke ve nefretin doğmasına yol açmıştır. Dönemin sosyologları tarafından sorunların çözümü ise dayanışmada, “tesanüd”te görülmüştür. Bu konuda atılan adımlardan en önemlisi, 1921‟de Torino‟da toplanan Uluslararası Sosyoloji Kongresi‟ olmuştur. Toplanan kongrenin ana teması “solidarite” olmuş ve geniş anlamda demokrasiyi simgelemiştir. Kongreye Türkiye‟den katılan ve geri döndüğünde “Beynelmilel İctimaiyyat Kongresi ve İntibalarım” adlı eseri kaleme alan Muslihiddin Adil, kongre hakkında en kapsamlı kitabı, Türkçe yayımlamıştır. İtalyanların öncülüğünde toplanan Torino Sosyoloji Kongresi‟nde farklı alanlardan bilim insanlarının katılımıyla savaş nedeniyle ortaya çıkan sorunlar masaya yatırılmıştır. Kongrenin toplandığı şehir olan Torino, barış görüşmelerinin yapıldığı “burjuva” kenti olarak nitelendirilen Paris‟in aksine İtalya‟nın “kızıl kenti” , “sanayi” kentiydi. “İtalyan‟lar sosyolojiyle, yeni dünyayı biçimleme umudu içindeydiler” (Toprak, 2013, s. 343). Uluslararası Torino Sosyoloji Kongresi, sosyolojinin yeni alanı olan “sosyal devlet”in inşasına yönelik hedeflerin belirlendiği yer olarak kayıtlara geçmiştir. Kongrede Ermeni sorunu, çalışma koşullarının kötüleşmesi, kadın sorunu, uluslararası özel hukukun düzenlenmesi, azınlıklar sorunu, uluslararası ticaret ve gümrük siyaseti, silahsızlanma, göç sorunu ve hastalıklar, uluslararası kültürel ilişkiler, Bolşevizm meselesi gibi birçok farklı konu ele alınmış ve uzun tartışmalar yaşanmıştır. Farklı ülkelerden gelen katılımcılar görüşlerini ifade etmiş, problemlere ortak bir çözüm aranmıştır. Sorunların bilimsel açıdan ele alındığı kongrede, problemlerin niteliğine göre beş ayrı komisyon oluşturulmuş ve komisyonların çalışmaları genel kurulda yürütülmüştür. Siyaset, hukuk, iktisat, kültür ve sağlık gibi farklı alanlar kongrenin çalışma alanına dâhil edilmiştir. Uluslararası Torino Sosyoloji Kongresi, solidarizmin ilk kez sınandığı, sosyolojinin geniş bir tabana oturduğu ve işlevsel bir boyut kazandığı, ortamın oluşmasını sağlamıştır. Bölüm 12 / Halk Fırkası ve Halkçılık Birinci Dünya Savaşıyla birlikte, imparatorlukların yerini ulus-devletlerin aldığı, siyaset, ekonomi, kültürel değerler ve toplumsal yaşama kadar her alanda köklü değişikliklerin görüldüğü, tüm dünyanın yaşanılanlardan etkilendiği bir dönem başlamıştı. Avrupa‟da olduğu gibi Türkiye‟de, ulus-devlet inşa sürecinde yaşanılanlardan etkilenmiş ve solidarizmi çıkış yolu olarak kabul etmiştir. Cihan harbi sonrasında her ülkenin kendi başının çaresine bakmak zorunda kaldığı bir dönemde, solidarizm Türkiye‟nin kendi içine kapanışının bir göstergesi olmuştur. Ⅱ. Meşrutiyet yıllarında “tesanütçülük”, günümüzde ise “dayanışmacılık” anlamıyla kullanılan solidarizm, Atatürk‟ün kullandığı anlamıyla “bağlılık”tı. Atatürk, 1920‟lerin Üçüncü Cumhuriyet Fransa‟sından esinlenmiş ve Durkheim, Gide, Duguit gibi Fransız düşünürleri okuyarak görüşlerini şekillendirmiştir. “İş Kanunu, şehirlerin ve atölyelerin sağlık kurumu kanunu, sâri hastalıklara karşı koruma kanunu, amelenin ihtiyarlığa ve kazalara karşı sigortası, hasta ve ihtiyar yoksullara mecburi yardım, çiftçi sendikaları, yardım cemiyetleri kurulması, ucuz evler yapılması, mektep çocukları için mekteplerde bakkallar, bütün bu gibi cemiyetlere devlet bütçesinden yardım ve buna benzer hususları temin için kanunlar”, (Toprak, 2013, s. 389) Atatürk için solidarizm ya da bağlılığın somut uygulama örneklerini oluşturmuştur. Atatürk, Milli Mücadele döneminde ve Cumhuriyet‟in kuruluş aşamasında Türkiye‟nin çıkış yolunu, ulusal egemenlikte görmüştür. Atatürk‟ün ulusal egemenlik fikrinin oluşmasında, Avrupa tarihi ve özellikle Fransız Devrimi oldukça etkili olmuştur. Ulusal egemenlik anlayışına göre ulus, kendisini meydana getiren bireylerden ayrı ve onların üstünde bir iradeye sahiptir. Hâkimiyet ulusun iradesine aittir. Bu durumda bireysel iradelerden ayrı olarak halk ya da millet iradesinin bir hukuksal ve siyasal kimliği vardır. Ulus hâkimiyeti fikrinin ortaya çıkmasında Jean- Jacques Rousseau‟nun düşünceleri etkili olmuştur. “Mustafa Kemal‟in bizzat benimsediği ve 1921, ardından 1924 Anayasası ile uygulamaya koyduğu „milli egemenlik‟ anlayışı, Rousseau‟nun „Toplumsal Sözleşme‟ adlı eserinden esinleniyordu. Rousseau‟nun sözünü ettiği yasama gücü ise 1924 Anayasası‟nın dördüncü maddesinde vurgulanan Türkiye Büyük Millet Meclisi idi” (Toprak, 2013, s. 397). Atatürk, savaş sonrasında dönemin koşulları içinde halkın tek bir çatı altında toplanmasının ve tek parti yönetiminde hedeflerin gerçekleştirilmesinin doğru olacağını düşünmüştür. Bu doğrultuda kurulacak olan partinin, halkın ihtiyaçlarını gözeten, bütün millet bireylerinin destekleyeceği bir programa sahip olması gerektiğini ifade etmiştir. Batı Anadolu‟ya bir gezi düzenleyerek halkın nabzını tutmak ve mevcut durumu yakından gözlemlemek istemiştir. Eskişehir, İzmit, Bursa, İzmir ve bu şehirlerin çevresindeki kasabalara uğrayarak, halk ile sohbet etme imkânı bulmuştur. Gezilerinde halka, kurulacak olan Halk Fırkası‟nı anlatmış ve kamuoyunu kendi yanına çekmeyi hedeflemiştir. Atatürk‟ün Batı Anadolu seyahati sırasında halk ile yaptığı görüşmeler, basın aracılığıyla ülkenin dört bir yanına ulaştırılmıştır. Halk Fırkası‟nın ilk programı ise “Dokuz Umde” adı altında yayınlanmıştır. Atatürk, Dokuz Umde‟nin partinin temel prensiplerini kapsayan pratik bir metin olduğunu ifade etmiştir. Halk Fırkası‟nın kuruluşundan önce ilan edilen Dokuz Umde, gelecekte yapılacak olan çalışmaları ve kurulacak olan Halk Fırkası‟nın resmen ilan edildiği metin olması bakımından önemlidir. Milli Mücadele döneminde tüm halkın, ortak bir bilinçle hareket etmesi, ulusal bağımsızlığın sağlanabilmesi açısından oldukça önemliydi. Ortaya çıkan dayanışma ve birlik ruhunun savaş sonrasında da devam ettirilmesi, kalkınmanın gerçekleşebilmesi için vazgeçilmezdi. Bu bağlamda solidarizmin, ulus-devletin inşasında önemli katkıları olmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi‟nin halkçılık ilkesi, solidarizmden esinlenmiştir Türkiye, popülizmi farklı dönemlerde farklı biçimlerde deneyimlemiştir. Tek partili dönem içinde popülizm, ideolojik bir araç şeklinde tezahür ederken, çok partili dönemde siyasal boyutu ön plana çıkmıştır. Bu nedenle Türkiye‟de popülizm diğer ülkelere kıyasla kendine has bir takım özellikler taşımış ve problemlere çözüm arayan bir kavram olarak var olmuştur. Türkiye‟de popülizm, sınıfsız bir toplumu hedefleyen eşitlikçi bir anlayışla kendisine yer edinmiştir. DEĞERLENDĠRME Zafer Toprak, Türkiye’de Popülizm 1908-1923 adlı kitabında, okuyucunun dünyanın ve Türkiye‟nin içinde bulunduğu dönemin yapısını tamamen anlaması adına, geniş bir çerçeve içinde “Türkiye‟de Popülizm” konusunu ele almaktadır. Kitabı yalnızca popülizm kavramının ele alındığı bir eser olarak değerlendirmek yanlış olacaktır. Kitabın incelediği zaman dilimi, 1908'de II. Meşrutiyet'in ilan edilmesi, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 1909'dan itibaren yönetimde tek güç haline gelme çabaları, 1912-1913 yıllarında Balkan Savaşları, 1914-1918 yılları arasında Birinci Dünya Savaşı, ardından Milli Mücadele ve nihayet 1923'te Osmanlı Devleti'nin yıkılarak yerine Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması olarak ifade edilebilir. Bu süreç zarfında dünyadaki gelişmelerden de bahsedilmekte, dönemin aydınlarına ve onların eserlerine geniş yer verilmektedir. Böylelikle kitap, okuyucunun birçok farklı konuda bilgi alabileceği, her yönüyle dönemi irdeleyebileceği bir esere dönüşmektedir. Akıcı ve anlaşılabilir bir dilin kullanıldığı kitapta, görseller kullanılarak kitabın okunurluğu desteklenmiştir. Bölüm sayısının ve alt başlıkların fazla olması okuyucunun konudan kopmasını engellemekte ve her bölümde okuyucunun ufkunu açacak ilgi çekici konular işlenmektedir. Ancak bazı konular ve cümlelerde çok fazla tekrara düşülmüş olması kitabın okunurluğu açısından okuyucuyu olumsuz etkileyen bir faktör olarak değerlendirilebilir. Türkiye’de Popülizm 1908-1923 kitabını, isminden yola çıkarak popülizm meselesini yalnızca Türkiye özelinde inceleyen bir kitap olarak değerlendirmek yazara haksızlık olacaktır. Yakın geçmişi yalın bir dille anlatan bu eser, çağımızın en çok kullanılan kavramlarından olan “popülizmi” her yönüyle tanıyıp anlamak isteyenler için okunması gereken kitaplar arasında ilk sıralarda yer almaktadır. YAZAR ve ESERLERĠ Zafer Toprak (Türk tarihçi, yazar ve akademisyen), 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü‟nü bitirdi. 1971‟de Londra Üniversitesi‟nde „Alan Araştırmaları‟ konusunda yüksek lisansını tamamladı. 1981 yılında Londra Üniversitesi‟nde ekonomi doktorasını verdi. Boğaziçi Üniversitesi‟nde Ekonomi ve Toplum Tarihi profesörü olarak görev yaptı. Tarih Vakfı‟nın başkan yardımcısı ve Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü‟nün kurucu başkanıdır. Zafer Toprak 2012 yılında "Darwin'den Dersim'e Cumhuriyet ve Antropoloji" adlı eseriyle sosyal bilimler dalında Sedat Simavi Ödülü aldı. ESERLERĠ  1908-1918 Yılları Arasında Türk Milli Ekonomisi, Ankara, 1982  Türkiye'de Tarımsal Yapılar 1923-2000, Ankara, 1988  Sümerbank: Kurumsal Bir Tarih, İstanbul, 1990  Ulusal Ekonomi - Ulusal Burjuvazi, İstanbul, 1995  İttihat ve Terakki ve Devletçilik, İstanbul, 1995  İmparatorluk Borçlarından Global Arzlara - İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nın Yükselişi, İstanbul, 1995  Geçmiş için Bir Gelecek - Akbank'ın Kurumsal Tarihi, İstanbul, 1998  İttihad - Terakki ve Cihan Harbi, İstanbul, 2003  Türkiye‟de Milli İktisat (Eserin 30. yılında yeniden özel baskı ile), İstanbul, 2012  Darwin‟den Dersim‟e Cumhuriyet ve Antropoloji, İstanbul, 2012  Türkiye‟de Popülizm 1908 - 1923, İstanbul, 2013  Cumhuriyet'in Başarı Öyküsü Asım Kocabıyık, İstanbul, 1924-2012, 2014  Türkiye‟de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm (1908-1935), İstanbul, 2015  Türkiye'de işçi sınıfı 1908-1946 (Tuba Akekmekçi ile), İstanbul, 2016