T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ
ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ ANABİLİM DALI
İSTANBUL’DA ESKİ ESER TAHRİBİ
(1908-1938)
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ANILCAN SIÇRAYIK
İSTANBUL 2019
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ
ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ ANABİLİM DALI
İSTANBUL’DA ESKİ ESER TAHRİBİ
(1908-1938)
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ANILCAN SIÇRAYIK
TEZ DANIŞMANI
DOÇ. DR. F. NALÂN TÜRKMEN
İSTANBUL 2019
MARMARA ÜNiVERS TE Si
TÜRKiYAT ARAŞTlRMALARl ENST TüSü
M
üDüRLüĞü
Yüksek | isans öğrencisi Anılcan SlÇRAY| K'ın "İ stanbul'da Eski Eser Tahribi (19081938)"
konulu tez çalışması jürimiz tarafından Atatürk İ lkeleri ve İ nkılap Tarihi Anabilim Dalı, yüksek
lisans tezi olarak oy blrliği
/ oy4skluğu
ile başarılı bulunmuştur.
imza
Tez Danışmanı
Doç. Dr. Fatma Nalan TÜRKMEN
üniversitesi
Marmara Üniversitesi
üye
Doç. Dr. Ali SATAN
üniversitesi
Marmara Üniversitesi
Dr Öğr. üyesi Tuğba ERAY B| BER
üy"
üniversitesi
MSGS. Üniversitesi
oNAY
jüri
Enstitü Yönetim Kurulu'nun 2!ı,.
kararı
2ğ3...l. ı.q.: 5.........., sayılı kararıyla onaylanmıştır.
Yukarıdaki
.
l.§.ç...l 2o1g
tarih
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ....................................................................................................................................III
ÖZET ....................................................................................................................................... V
ABSTRACT ............................................................................................................................ VI
KISALTMALAR .................................................................................................................. VII
1.GİRİŞ...................................................................................................................................... 1
1.1. Metod ............................................................................................................................... 4
1.2. Araştırma ve Kaynaklar ................................................................................................... 6
1.3. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de “Eski Eser” Kavramı ....................................... 9
2. OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E İSTANBUL’DA ESKİ ESER TAHRİBİ VE
TAHRİBİ DURDURMAYA YÖNELİK FAALİYETLER ................................................ 14
2.1. Klasik Dönemde (1453-1800) İstanbul’da Eski Eser Tahribi ....................................... 14
2.2. XIX. Yüzyılda Eski Eser Yıkımları ve Tahribi Durdurmaya Yönelik Faaliyetler ........ 18
2.3. XX. Yüzyıl Başlarında (1900-1922) Eski Eser Yıkımları ve Tahribi Durdurmaya
Yönelik Çalışmalar ............................................................................................................... 27
3. CUMHURİYET DÖNEMİNDE İSTANBUL’DA ESKİ ESER TAHRİBİ (1923-1938)
.................................................................................................................................................. 84
3.1. Cumhuriyet Döneminde Tarihi Eserlerin Genel Durumu ............................................. 84
3.2. Tarihi Eserlerin Tahrip Olma Nedenleri ...................................................................... 124
3.2.1. Doğa Olaylarının Yarattığı Tahribat ..................................................................... 124
3.2.2 Hırsızlık Dolayısıyla Yaşanan Tahribat ................................................................. 143
3.2.3. Eski Eser Bilinci Eksikliğinden Kaynaklanan Tahribat ....................................... 161
3.2.4. İhmal ve Bakımsızlık Dolayısıyla Yaşanan Tahribat ........................................... 209
3.2.5. Vakıf Müessesesinin Çözülmesi Dolayısıyla Yaşanan Tahribat .......................... 221
3.2.6. Siyasi ve İdeolojik Sebeplerden Kaynaklanan Tahribat ...................................... 274
I
3.2.7. İmar Faaliyetleri Dolayısıyla Yaşanan Tahribat .................................................. 291
4. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ .................................................................................. 316
5. EKLER .............................................................................................................................. 317
5.1. Belgeler ........................................................................................................................ 318
5.2. 1928-1938 Yılları Arasında Vakıflar Umum Müdürlüğü Tarafından Satılan Eski
Eserler Listesi ..................................................................................................................... 337
5.3. 1928-1938 Yılları Arasında Vakıflar Umum Müdürlüğü Tarafından Kiraya Verilen
Eski Eserler Listesi ............................................................................................................. 355
5.4. 1928-1938 Yılları Arasında İstanbul Vilayeti ve Belediyesi Tarafından Satılan Eski
Eserler ................................................................................................................................ 371
5.5. 1928-1938 Yılları Arasında İstanbul Vilayeti ve Belediyesi Tarafından Kiraya Verilen
Eski Eserler ........................................................................................................................ 375
5.6. Özel Mülk Haline Gelmiş Eski Eserlerin Satışlarından Örnekler .............................. 398
6. KAYNAKÇA .................................................................................................................... 400
II
ÖNSÖZ
Eski eser tahribi İstanbul’da her zaman güncel bir konudur. Son yıllarda, çeşitli
sebeplerden günümüze ulaşamayan tarihi eserler ile ilgili çalışmalar artmakla birlikte henüz
bu yapıların tam bir kataloğunu çıkardığımızı söyleyemeyiz. İstanbul gibi asırlarca payitaht
olmuş, Asya ve Avrupa coğrafyasına kültür ihraç etmiş, büyük ve önemli bir şehrin
kaybedilen tarihi eserlerinin kataloğunu çıkarmak ancak bir komisyon marifeti ile
yapılabilecek bir çalışmadır. Bu nedenle bu tez de yıkılan tarihi eserlerin plan şemaları,
mimari özellikleri ve belgeler ışığında geçirdiği tamirlerin bir katalog şeklinde incelendiği bir
çalışma olmayıp, 1908 ile 1938 yılları arasında İstanbul’da eski eser tahriplerinin nedenlerini
örnekler ve dönemin genel zihniyeti içersinde inceleyen bir çalışmadır. Tez sadece İstanbul
özelinde ve başlıkta belirtilen tarih aralığını kapsamaktadır. Ancak günümüz İstanbul il
sınırları içerisinde herhangi bir sınırlandırılmaya gidilmeden tespit edebildiğimiz tüm
tahriplere yer verilmişti. Şüphesiz aynı yıllarda Anadolu’da da pek çok eski eser tahrip
edilmiştir ve durum şehir monografileri bazında incelenmeye muhtaçtır. Tezin bir başka
özelliği de sadece tahripler ve tahribi durdurma politikalarını ele almasıdır. Şüphesiz
incelenen dönemde, henüz emekleme çağında da olsa koruma politikaları ve restorasyon
alanında da gelişmeler vardır. Ancak bu faaliyetler de bağımsız ve ayrı bir çalışma konusunu
teşkil edebilecek niteliktedir.
Çalışmanın orijinal kısmını dönemin zihniyetini yansıtması açısından önemli
bulduğumuz gazete haberleri ve çeşitli arşivlerden aldığımız belgeler oluşturmaktadır. Tez
kapsamında 1926 ile 1938 yılları arasında on binlerce nüsha gazete, yaklaşık dört sene
boyunca taranmıştır. Özellikle eklerde verdiğimiz gazete satış ilanları ile yayınlarda genellikle
“1930’lu yıllarda yıktırılmıştır” şeklinde geçen eserlerin ortadan kaldırış tarihleri yıl, ay ve
hatta bazen gün bazında tespit edilebilmektedir. Gazeteler kaynaklı tespit ettiğimiz bu
bilgilerin başka araştırmacılar tarafından yeniden kullanımlarında, çalışmamızın kaynak
gösterilmesi atlanarak doğrudan ilgili gazete nüshasının kaynak gösterileceğini tahmin etmek
zor değildir. Bu durumda araştırmacıların insafına sığınmakla birlikte, kullandığımız her
kaynağı ilmi bir tenkitten geçirdiğimizi ve değerlendirmeye tabi tutmaya çalıştığımızı
hatırlatmak isteriz. Örnek vermek gerekirse Politika Gazetesi’nin 3 Nisan 1930 tarihli
nüshasında Davut Paşa Medresesi’nin yıktırılmakta olduğu, yerine okul binası yaptırılacağı
haberi verilmektedir. Ancak medrese yıktırılmadan günümüze kadar ulaşmıştır. Yine bir
başka örnek olarak Reşat Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi’nin (Cilt 10, sayfa 5428)
Evliya Hoca Mescidi maddesinde 1921/1922 yıllarında ortadan kaktığını söylemesine
III
rağmen, Üsküdar’daki mescit 1933 yılına kadar harap da olsa ayakta kalmış, 7 Temmuz 1933
tarihli Akşam Gazetesi’ne verilen ilanla Vakıflar tarafından elden çıkartılmıştır. Bu gibi
durumlar fark edilebildiği ölçüde düzeltilebilmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan eski eser tahripleri, çeşitli araştırmalarda siyasi
boyutta da değerlendirilmektedir. Özellikle ibadethanelerin durumu gündeme geldiğinde konu
daha da hassaslaşmakta, bilgi ve belgeye dayanmayan pek çok yorum yapılmaktadır. Bu
çalışmada siyasi değerlendirmelerden ve yorumlardan olabildiğince uzak durulmaya
çalışılmış, yaşanan olaylar ve o dönemde öne sürülen fikirler, belgelere dayalı olarak
aktarılmıştır. Burada, tezde geçen her ifadenin bizden önce bir araştırma eserinde, belgede
veya gazete haberinde kaleme alındığını hatırlatmakta fayda görüyoruz.
Yaptığım araştırmaların bir Yüksek Lisans Tezine dönüşmesini sağlayan ve akademik
anlamda hiçbir sınır çizmeyerek konuyu kapsamlı şekilde ele almama sabırla müsaade eden
kıymetli danışmanım Doç. Dr. Nalân Türkmen hocama çok teşekkür ederim. Personeli
olmaktan onur duyduğum Topkapı Sarayı Müzesi’nin Başkanı Prof. Dr. Mustafa Sabri
Küçükaşçı ve Müze Müdiremiz Ayşe Erdoğdu ile diğer idarecilere destek ve anlayışları için
müteşekkirim. Çalışmaya fikrî katkıları ve desteklerinden dolayı hocalarım Prof. Vahdettin
Engin ve Doç. Dr. Ali Satan’a teşekkürlerimi sunuyorum. Verdikleri destekler için İstanbul
VI. Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürü Ahmet Hamdi Bülbül’e
arkadaşlarım Arkeolog Mustafa Armağan, Tarihçi Mehmet Şahin, Sanat Tarihçisi Erman Gez
ve özellikle tabloların yapılmasında saatlerce emek harcayan Sanat Tarihçisi Serkan Kılıç ile
musavvirlik yapan kardeşim Araştırma Görevlisi Kubilay Arpacı’ya teşekkür ederim.
Çalışmayı sonlandırdığım anda elindeki çok önemli bilgileri benimle paylaşarak tez
hengâmesinin bir müddet daha uzamasına, ancak araştırmanın eksik kalan çok önemli bir
kısmının tamamlanmasına yardımcı olarak araştırmanın çok farklı bir merhaleye geçmesine
sebep olan arkadaşım Sanat Tarihçisi Elif Sağdıç’a ve son olarak da aileme teşekkürü bir borç
bilirim. Son sözü ise Osman Nuri Ergin’e bırakıyorum;
“Aczimi unutarak temas ettiğim bu yüksek mevzulardan dolayı tenkit ve techil
edilmekten pek o kadar çekinmiyorum Bilâkis tenkit edilirsem sevinirim. Çünkü
hakikat yıldırımının fikirlerin çarpışmasından doğacağını biliyorum.”
Türkiye’de Şehirciliğin Tarihi İnkişafı, 1936
Anılcan Sıçrayık
IV
ÖZET
İstanbul’da 1908-1938 yılları arasında yaşanan eski eser tahripleri bu tezin ana
konusunu teşkil etmektedir. 19. Yüzyılın ikinci yarısında şehircilik çalışmaları ile tanışan
İstanbul, modern bir kent görünümü almaya başlarken pek çok tarihi eserini de kaybetmiştir.
20. yüzyılın ilk on beş yılında yaşanan eski eser tahripleri öyle bir boyuta gelmiştir ki, devlet
hukuki olarak tedbir almak zorunda kalmıştır. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise
ekonomik sıkıntılar ve yapılan inkılâp hareketleri ile toplum nezdindedeki eski eser algısının
belirleyici nitelikte olduğu görülmektedir. Bu kapsamda tezin ana omurgasını oluşturan
bölümde Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal eden eski eserlerin hukuki durumu ve eski
eserlere sahip idarelerin ekonomik koşulları hakkında bilgi verildikten sonra tahriplerin
sebepleri örnekler üzerinden tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede tahrip sebebi olarak
gösterilebilecek yedi ayrı başlık ortaya çıkmıştır; doğa olaylarının yarattığı tahribat, hırsızlık
dolayısıyla yaşanan tahribat, eski eser bilinci eksikliğinden kaynaklanan tahribat, ihmal ve
bakımsızlık dolayısıyla yaşanan tahribat, vakıf müessesesinin çözülmesi dolayısıyla yaşanan
tahribat, siyasi ve ideolojik sebeplerden kaynaklanan tahribat ve imar faaliyetleri dolayısıyla
yaşanan tahribat.
Anahtar Kelimeler;
İstanbul, Eski Eserler, Yıkımlar, İmar, Vakıflar
V
ABSTRACT
Istanbul is one of the leading historical cities in the world with both its number and
quality of historical places. Istanbul, the sucessor to the great civilizations, left to agains
Ankara in 1923 as the capital city. From that date until today, Istanbul has lost the distinction
of being the largest city in Turkey in terms of population. By the early 20th century, the city's
increasingly crowded population reached big problems. Dusty roads, industrial areas very
close to residential areas, districts not yet completed water and sewerage infrastructure, fire
places, and neighborhoods surrounded by dead-end streets are some of these problems. While
these problems were sought in modern ways many historical monuments built in different
periods in terms of architecture and art were destroyed, from the second constitutional
monarchy period (1908)
In the thesis study, destruction of antiquities in Istanbul between the years 19081938 was studied. After giving information about the general situation of the ancient
monuments from Ottoman Empire to the Republic, the reasons of the destruction were tried to
be determined by examples. In this context, 7 separate titles have emerged as the reason for
destruction; Destruction of natural events. Damage caused by theft. Destruction caused by the
lack of ancient monument consciousness. Destruction resulting from negligence and neglect.
Destruction resulting from the problems of the Foundations. Destruction due to political and
ideological reasons. Destruction due to reconstruction activities.
Keywords;
Istanbul, Ancient Monuments, Destructions, Reconstruction, Foundations
VI
KISALTMALAR
A.g.e.
Adı geçen eser
A.g.m.
Adı geçen makale
A.g.t.
Adı geçen tez
BCA
Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi
Belediye
İstanbul Belediyesi
Bkz.
Bakınız
C.
Cilt
DİA
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
Müzeler İdaresi
İstanbul Müzeleri Umum Müdürlüğü
REK. İA.
Reşat Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi
s.
Sayfa
S.
Sayı
Şehremaneti
İstanbul Şehremaneti
TTK
Türk Tarih Kurumu
TVİA
Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Tarih Vakfı-Kültür Bakanlığı
Vakıflar
Evkaf/Vakıflar Umum Müdürlüğü
VII
1. GİRİŞ
Sanat/Mimarlık tarihi araştırmalarında genellikle eserlerin yapım süreci,
tanımlayıcı özellikleri ve kısmen de geçirdiği değişiklikler konu edinilirken, tarihi süreç
içerisinde eserlerin tahrip edilmesi ya da tamamen ortadan kaldırılması aşamalarına
oldukça kısa değinilmiştir. Oysa “tarihi eser” statüsündeki kültür varlıklarının tahrip
süreçlerini yahut ortadan kaldırılışlarını incelemek, dönemin eski eserleri koruma
politikalarını açığa çıkartacağı gibi günümüze ulaşamamış eserlerin tarihine de bir
katkıda bulunmak anlamına gelir.
Büyük medeniyetlerin varisi olan İstanbul, 1923‟e gelindiğinde başkent olma
hususiyetini Ankara‟ya bırakmıştır. Ancak buna rağmen bu tarihten günümüze kadar
nüfus olarak Türkiye‟nin en büyük şehri olma özelliğini kaybetmemiştir. 19. yüzyılda
şehircilik çalışmalarıyla tanışan İstanbul, 20. yüzyılın başlarına büyük problemlerle
ulaşmıştır. Milyona yaklaşan bir nüfusu, tozlu yolları, meskûn mahallere çok yakın
sanayisi, henüz su ve kanalizasyon altyapısını tamamlayamayan semtleri, yangın yerleri
ve çıkmaz sokaklarla çevrili mahalleleriyle İstanbul, 1930 yılına kadar Şehremaneti ile
idare edilmiştir. Osmanlı dönemindeki imtiyaz usulünü devam ettiren Şehremaneti
“Terkos Şirketi”, “Tramvay Şirketi”, “Kanalizasyon Şirketi” gibi özel kurumlar
vasıtasıyla halka hizmet götürmeye çalışmıştır. 1930 yılında çıkartılan belediye kanunu
ile birlikte Şehremaneti kaldırılıp İstanbul Belediyesi kurulmuş, böylece şehrin modern
belediyecilik yöntemleriyle idare edilmesi istenmiştir.
İstanbul hem sayı hem de nitelik bakımından üzerinde barındırdığı eski eserlerle
dünyanın önde gelen tarihî şehirlerinden biridir.1 Ancak günümüze gelebilen eserlerinin
yanı sıra pek çok tarihi eserini de yitirmiştir. Kimi zaman bilinçli olarak güdülen bir
politika sonucu çoğu zaman ise ekonomik imkânsızlıklar ve eski eser bilinci eksikliği
neticesinde farklı dönemlerde yapılmış, mimari ve sanat açısından kıymetli birçok tarihi
eser yıkılmıştır. Kişilerin özel mülkiyetlerindeki sanatlı evlerini yeni ve modernlerini
yaptırmak için yıktırmasından başka devlet de “İstanbul‟un İmarı” adı altında özellikle
yol açmak için pek çok tarihi eseri ortadan kaldırmıştır.
1
Kültür ve Turizm Bakanlığının 2017 sonu verilerine göre İstanbul‟da 31.191 tescilli eser ve 105 sit alanı
bulunmaktadır. Bkz; http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,44799/illere-gore-korunmasi-gerekli-tasinmaz-kulturvarligi-i-.html Erişim Tarihi; 15.08.2018.
1
Tez konusu olarak bu çalışmada, Osmanlı‟dan Cumhuriyet‟e uzanan 30 yıl
içerisinde (1908-1938) İstanbul‟da eski eserlerin tahribi, tahribin nedenleri, ortaya çıkan
tepkiler ve tahribi önleme faaliyetleri ile birlikte ele alınmıştır. İstanbul‟da eski eser
tahribi genellikle imar hareketleriyle birlikte ve Vali ya da Belediye Başkanlarının
ismiyle anılmıştır. İstanbul‟da Cumhuriyet döneminde yaşanan eski eser tahriplerini
imar faaliyetleri ile birlikte değerlendirdiğimizde beş genel döneme ayrılabilmek
mümkündür;
1. Şehremini Emin Bey Dönemi İmarı 1924-1928
2. Vali ve Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ Dönemi İmarı 1928-1938
3. Vali ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar Dönemi İmarı 1939-1942
4. Fahri Belediye Başkanı Adnan Menderes2 Dönemi İmarı 1956-1960
5. Belediye Başkanı Bedrettin Dalan Dönemi İmarı 1984-1989
Hem kapsadığı bölge ve sayı hem de tahrip gücü açısından İstanbul‟un en çok
tarihi eserini kaybettiği dönem şüphesiz “Adnan Menderes İmarı” olarak bilinen 19561960 yılları arasındaki imar faaliyetleridir. Reşat Ekrem Koçu, bu dönemde yaşanan
tahripleri İstanbul Ansiklopedisi‟nde, yıktırılan “Beşiktaş Sinan Paşa Hamamı”
maddesinde şöyle eleştirir;
“On altıncı asırda yapılmış Mimar Sinan eseri ve İstanbul
hamamlarının en güzellerinden biri idi; 1957-58 arasında, “Menderes
İmarı” adı verilen ve Türk İstanbul’un üzerinden korkunç bir tayfun, barbar
Vandal akını gibi geçen kör kazmanın kurbanı sanat şaheseri bir yapı;
yıkılması için zannederiz ki salâhiyetli bir kuruldan yahut ilmi otorite
bilinen bir şahıstan fani ceberruta hasis, pis kaygılarla, zelil inkiyadın eseri
bir hüccet alınmış olacaktır. Bir dâhinin eseri olan bu hamam, yıktıranı ve
yıktırılmasına cevaz vereni, verenleri, o tüyler ürpertici Vandalizmin yok
Başbakan Adnan Menderes‟e, şehirde gerçekleştirdiği imar ve güzelleştirme hareketleri münasebeti ile 1 Haziran
1957‟de İstanbul Belediye Meclisi tarafından “İstanbul Şehri Fahri Belediye Reisliği” unvanı verilmiştir. Ünsal
Yavuz, Demokrat Parti İktidarı Döneminde İstanbul’a İlişkin İmar Politikaları ve Faaliyetleri, İstanbul Üniversitesi
Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2008, s. 77.
2
2
ettiği ecdat yadigârı yüzlerce yapı ile beraber kıyamete kadar lanetle
andıracaktır.”3
Adnan Menderes döneminde yapılan imar hamleleri aslında 1920‟li yıllarda
başlayan İstanbul‟u bir plana bağlı olarak imar etme düşüncesinin bir sonucudur.
Ekonomik imkânsızlıklar nedeniyle Henri Prost‟un 1936 yılında hazırlamaya başladığı
İstanbul planlarının ancak bir kısmı tek parti iktidarı döneminde gerçekleştirilebilmiştir.
Demokrat Parti iktidarının sonlarına doğru yapılan imar hamleleri aslında Henri
Prost‟un planlarının devamı niteliğindedir. İstanbul‟da gerek imar faaliyetlerine bağlı
olarak gerek diğer sebeplerle eski eser tahripleri 19. yüzyılda başlamış, Osmanlı‟nın son
döneminden 20. yüzyılın ortalarına kadar artarak devam etmiştir. Dolayısıyla Menderes
döneminde yaşanan geniş kapsamlı yıkımları uzun yıllar boyunca planlanmış, bazen
başlanıp yarım bırakılmış işlerin bir sonucu olarak görmek gerekmektedir. 4 Bu çalışma
ile az bilinen bir dönemde -Osmanlı döneminden başlayarak özellikle Cumhuriyetin ilk
15 yılında- İstanbul‟da yaşanan tahripler ortaya konulmaya çalışılmıştır. Çalışmanın
odaklandığı zaman aralığı ise İstanbul‟da imar ve yıkım hareketlerinin kapsamlı bir
şekilde başladığı II. Meşrutiyetin ilanı (23 Temmuz 1908) ile Muhittin Üstündağ‟ın
valilik görevinden alındığı 29 Kasım 1938 tarihi arasında sınırlanmıştır.5
Bu ağır eleştirileri Demokrat Parti‟nin iktidardan düştüğü 27 Mayıs Darbesi sonrası yayınlanan ilk ciltte yazdığını
da belirtmek gerekir. Reşat Ekrem Koçu, “Beşiktaş Sinan Paşa Hamamı”, İstanbul Ansiklopedisi (REK. İA.), C.5,
İstanbul Ansiklopedisi ve Neşriyat, İstanbul 1961, s. 2579-2580.
4
Örneğin 1865 yılında Islahat-ı Turuk Komisyonu‟nun Divanyolu Caddesi‟nde yaptığı düzenlemeler ile Adnan
Menderes‟in 1957 yılında aynı cadde üzerinde yaptığı düzenlemeler birbirini tamamlar niteliktedir.
5
1908 ile 1938 arasında İstanbul‟da imar hareketlerinin ve eski eser tahriplerinin büyük ölçüde aynı özellikler
taşıdığı görülmektedir. Atatürk‟ün vefatının ardından göreve gelen Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, İstanbul Valisi
Muhittin Üstündağ‟ı Atatürk‟ün cenaze merasiminin hemen ardından görevden almış yerine Manisa Valisi Lütfi
Kırdar‟ı atamıştır. Muhittin Üstündağ‟ın görevden alınması sonrasında hakkında imar ve istimlak işlerinde usulsüzlük
yaptığı gerekçesi ile davalar açılmış, bazı yarım kalan faaliyetler de durdurulmuştur. Yeni Vali Lütfi Kırdar ile
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü İstanbul‟da kendi adlarıyla anılacak yeni bir imar hareketine girişmişlerdir. Bkz; Cemil
Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, C. 1, İletişim Yayınları, İstanbul 1996, s. 186-187.
3
3
1.1. Metod
Osmanlı‟nın son döneminden başlayarak Cumhuriyet‟in ilk yıllarında sadece
mimari yapılarda değil, mezarlık sahalarında, kütüphanelerde, arşivlerde ve kitabelerde
de tahribat yaşandığı bilinmektedir. Bir yüksek lisans çalışması olması hasebiyle
“İstanbul‟da Eski Eser Tahribi 1908-1938” geniş başlığının sınırları net bir biçimde
belirlenmiştir. Buna göre çalışma, sadece mimari eserlerin tahribi ile sınırlı tutulmuştur.
Yapı gruplarında ise sivil mimari tahripleri-yıkımları bu çalışmaya dâhil edilmemiştir.6
Mimarinin bir parçası olarak görülebilecek kitabe tahripleri de başlı başına bir
çalışmanın konusu olabileceğinden bu tez çalışmasında değinilmemiştir. Eski eser
tahriplerini incelediğimiz bu çalışmada restorasyonlar da ayrıca değerlendirilmesi
gereken hacimli bir başlık olduğundan araştırmanın dışında tutulmuştur.
Çalışmada dikkat edilen bir diğer unsur da incelenilen dönemdeki “eski eser”
algısıdır. Geçmiş dönemlerdeki tarihi eser algısını, restorasyonlarını yahut koruma
politikalarını konu edinen çalışmalar genellikle dönemin eski eser algısını doğru tespit
edemez. Özellikle bazı yayınlarda abidevi yapıların vakfiyelerindeki tamirlere yönelik
maddeler Osmanlı‟daki koruma bilincine ilişkin kaynaklar olarak sunulmaktadır.
Oysaki yapı ile çağdaş olan bu vakfiyelerde yapıların inşa edildiği dönemde tarihi eser
olarak görülmediği gözden kaçırılmaktadır. Şüphesiz bir eserin tarihi eser sayılabilmesi
için inşasının üzerinden belirli bir süre geçmesi gerekir. Aksi takdirde yapılan tamir
yahut tahrip “eski eser restorasyonu” ya da “eski eser yıkımı” olarak tanımlanamaz.
Örneğin; Haydarpaşa Garı ya da IV. Vakıf Han, bugün bizim için korunması gereken
tarihi eserler iken, Cumhuriyet‟in ilk yıllarında “ancak birkaç sene önce inşa edilmiş hoş
eserler” olarak görülüyordu.7 Bu sebeple incelenilen dönemdeki tarihi eser algısını
tespit ederek bu hususa çalışmada dikkat edilmiştir. Bir sonraki bölümde incelendiği
üzere Cumhuriyetin ilk yıllarında 19. yüzyılın başına kadar yapılmış eserler tarihi eser
olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle bu çalışmada II. Mahmud sonrasında inşa edilmiş
ve Cumhuriyet döneminde tahrip edilmiş eserler dâhil edilmemiştir.
Çalışmaya konu edilen tek sivil mimari örneği Bayezid Külliyesi‟nin bir parçası olan ve 1934 yılında yıktırıldığında
dönemin basınında “İstanbul‟un en eski evi” olarak tanıtılan Hünkâr Kasrı‟dır.
7
Bu konuda en ilginç örneklerden biri Çırağan Sarayı‟ndan çalınan 4 ton kadar “hurda dökme demir”in
yakalanmasının ardından hiçbir tarihi kıymeti yokmuşçasına Beşiktaş Mal Müdürlüğü tarafından müzayede usulüyle
satışa çıkartılmasıdır. Bkz; Milliyet, 17.08.1933.
6
4
Tezin ilk bölümünde yukarıda zikredilen çerçevede konunun muhteviyatı ve
konu edilen dönemin eski eser algısı incelenmiştir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e
İstanbul’da Eski Eser Tahribi ve Tahribi Durdurmaya Yönelik Faaliyetler başlıklı ikinci
bölümde temel başvuru kaynaklarına dayanarak, Osmanlı devrinde eski eser tahribinin
örneklerine ve bu tahribi durdurmaya yönelik atılan adımlar derlenmeye çalışılmıştır.
Şüphesiz özellikle Osmanlı Devleti‟nin modernleşme döneminde İstanbul‟da yaşanan
yıkımlar arşiv malzemelerinin ve gazetelerin de kullanılması ile başlı başına
çalışılabilinecek bir tez konusudur. Bu bölüm Cumhuriyet döneminde sıkça görülen eski
eser tahriplerinin, ekonomik çıkar sağlama amacıyla eski eser yıkımlarının, yanlış
maksatlarla kullanma ve kadro harici bırakma uygulamalarının aslında Cumhuriyet
öncesinde de görüldüğünü ortaya koymaktadır. Araştırmanın ana konusuna giriş teşkil
ettiğinden dolayı bu bölümde doğal afetlerin getirdiği tahripleri alınmamış olup, sadece
bilinçli! (bile-isteye) yapılan yıkımlara yer verilmiştir. Yine bu bölümde de dönemin
tarihi eser algısına uygun olarak eserlerin yapım ve yıkım tarihleri arasında en az 100
sene olmasına dikkat edilmiştir. Örneğin; Sultan Abdülmecid döneminde yapılan bir
eserin Sultan Abdülaziz döneminde yıkımı konuya dâhil edilmemiştir.
Çalışmanın ana omurgasını teşkil eden Cumhuriyet Döneminde İstanbul’da Eski
Eser Tahribi (1923-1938) başlıklı üçüncü bölümde, Osmanlı‟dan Cumhuriyet‟e intikal
eden eski eserlerin genel durumu hakkında bilgi verildikten sonra tahriplerin sebepleri
örnekler üzerinden tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede tahrip sebebi olarak
gösterilebilecek yedi ayrı başlık ortaya çıkmıştır;
1. Doğa Olaylarının Yarattığı Tahribat
2. Hırsızlık Dolayısıyla Yaşanan Tahribat
3. Eski Eser Bilinci Eksikliğinden Kaynaklanan Tahribat
4. İhmal ve Bakımsızlık Dolayısıyla Oluşan Tahribat
5. Vakıf Müessesesinin Çözülmesi Dolayısıyla Yaşanan Tahribat
6. Siyasi ve İdeolojik Sebeplerden Kaynaklanan Tahribat
7. İmar Faaliyetleri Dolayısıyla Yaşanan Tahribat.
5
Ek olarak verilen bölümde ise yapılan gazete taramaları sonucunda 1928-1938
arasında yapılan eski eser satış ve kiralama ilanları liste şeklinde sunulmuştur.
1.2 Araştırma ve Kaynaklar
Cumhuriyet döneminde İstanbul‟da özellikle Osmanlı eserlerinin bilinçli ve
planlı bir şekilde yıkıldığı yahut tahrip edildiği anlayışı toplumumuzda adeta bir ön
kabul olarak benimsenmektedir. Ancak bu alanda yapılan çalışmalar bu genel kabule
göre oldukça azdır. Eski eser tahribi ile ilgili çalışmalar genellikle makale düzeyinde
yahut monografilerde geçilen birkaç yakınma cümlesi ile sınırlı kalmıştır. Bu
çalışmanın tarih aralığını (1908-1938) ve muhteviyatını doğrudan kapsayan bir
araştırma bulunmamaktadır. İstanbul‟daki günümüze ulaşamamış tarihi eserler hakkında
yapılan çalışmalar daha çok Adnan Menderes dönemi imar hareketleri kapsamında
ortadan kalkan yapılar hakkındadır. Tespit edilen kapsamlı ilk önemli makale Behçet
Ünsal tarafından Türk Sanat Tarihi Araştırma ve İncelemeleri Dergisi‟nde kaleme
alınan “İstanbul’un İmarı ve Eski Eser Kaybı” (1969) başlıklı makalesidir. Ünsal,
makalesinde ağırlıklı olarak –bizzat şahit de olduğu- Menderes dönemi imar hareketleri
kapsamında yıktırılan mimari eserlere ait bilgileri plan, resim ve haritalarla birlikte
yayınlamıştır. İkinci önemli makale ise Fazıl Ayanoğlu‟nun Vakıflar Dergisi‟nde aynı
yılda yayınladığı “İstanbul'da Yola Kalbedilen Cami Vesaire”, (1969) isimli
makalesidir. İstanbul‟da kaybolan ve kaybolmakta olan eserlere olan ilgisi ile bilinen
Ayanoğlu, bu makalesinde -bizzat şahit de olduğu- Menderes döneminde imar
hareketleri çerçevesinde yıktırılan eserler hakkında bilgi vermektedir.
Semavi Eyice‟nin de İstanbul‟da günümüze ulaşamamış tarihi eserler hakkında
makaleleri vardır. Münferit incelemeleri haricinde, “İstanbul’un Ortadan Kalkan Bazı
Tarihi Eserleri” başlığı altında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih
Dergisi’nde bir dizi şeklinde (1972, 1973, 1979/1980, 1981/1982), çok farklı
dönemlerde yıktırılmış on altı eser hakkında toplamda iki yüz on beş sayfa tutan dört
adet makale yayınlamıştır. Bu alanda çıkan ilk kitap ise Fatih Güldal‟ın 2009 yılında
yayınlanan “İstanbul’un 100 Kaybolan Eseri”dir. Güldal, eserinde çok farklı
dönemlerde, farklı sebeplerle ortadan kalkan eserleri haritalar ve görseller eşliğinde
temel başvuru kaynaklarına dayanarak incelemiştir. Günümüze ulaşamayan tarihi
6
eserler hakkında en kapsamlı çalışma, ilk cildi İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarihi
Çevre Koruma Müdürlüğü ikinci cildi Kültür Varlıkları Projeler Müdürlüğü tarafından
yayınlanan “İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları Suriçi (Fatih) Camileri ve
Mescidleri” kitabıdır. Editörlüğünü Fatih Dalgalı, proje editörlüğünü Prof. Ahmet Kala
(I. Cilt) ve Ahmet Nezih Galitekin (II. Cilt)‟in yaptığı hacimli kitap, eserlerin vakfiye
şartları, tarihi süreçte geçirdiği onarımlar, arşiv belgelerindeki durumu ve mevcut şehir
planındaki tescil durumlarını göstermesi açısından önemli bir kaynaktır. Ancak bu
eserde de temel başvuru kaynaklarında tekrarlanan bazı hatalar ve eksiklikler mevcuttur.
Tez çalışmasında zikredilen kaynaklar kullanıldığı gibi diğer araştırma eserlerine
de müracaat edilmiştir. Reşat Ekrem Koçu‟nun “İstanbul Ansiklopedisi”, Tarih Vakfı
ve Kültür Bakanlığı‟nın ortak yayınladığı “Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi”,
Türkiye Diyanet Vakfı‟nın yayınladığı “İslam Ansiklopedisi” ve Türk Tarih Kurumu
tarafından yayınlanan Mübahat Kütükoğlu‟nun “XX. Asra Erişen İstanbul Medreseleri”
kitabının tüm maddeleri taranmıştır. Özellikle Osmanlı devrinin sonlarında yıkılıp,
günümüze ulaşamayan kültür varlıkları hakkında detaylı bilgiler vermesi açısından
burada zikredilmesi gereken bir diğer kitap da İhtifalci Mehmet Ziya Bey‟in “İstanbul
ve Boğaziçi” isimli kitabıdır.
Konuya kültür tarihi boyutundan çok, hukukî ve siyasi açıdan yaklaşan
araştırmacılar da mevcuttur. Cumhuriyet devrinde Vakıflar İdaresi‟nin genel durumunu
izah etmesi ve Vakıflara bağlı eski eserlerin satışı konusunda belgelere dayanan ilk
önemli eser Nazif Öztürk tarafından 1995 yılında yayınlanan “Türk Yenileşme Tarihi
Çerçevesinde Vakıf Müessesesi” başlıklı kitaptır. Mehmet Şevket Eygi‟nin 2003‟de
yayınladığı “Yakın Tarihimizde Cami Kıyımı” kitabı ve Abdullah Kıvanç Esen‟in 2010
yılında Fransızca olarak hazırladığı “Femetures Et Ventes De Mosquées Le Régime De
Parti Unique En Turquie/ Tek Parti Dönemi Cami Kapatma/Satma Uygulamaları”
isimli yüksek lisans tezi, eski eser tahriplerinin siyasi ve felsefi boyutuna yönelik
çalışmalardır. Esen‟in tezinden Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar Dergisi‟nde aynı
başlıkla yayınladığı çevirisi (2011) sayesinde istifade edilebilmiştir.
7
Tez çalışmasının orijinal yanı ise
dönemin kamuoyunu oluşturmada en etkili
araç olan günlük gazetelerin önemli ölçüde
taranmasıdır. Günlük gazetelerde eski eser
tahribi haberlerine sıklıkla yer verilmiş,
kimi zaman korunması gerekli kültür
varlıklıları
ile
yapılmaya
dikkat
çekici
çalışılmıştır.8
yayınlar
Özellikle
günümüze ulaşılamayan eserlerin ne zaman
ortadan
kalktığını
gazetelerin
tespit
tartışılamayacak
konusunda
bir
önemi
vardır. Satış ve yıkım haberi ile ilanlar
sayesinde, yayınlarda genellikle “1930‟lu
Fotoğraf 1. Davut Paşa Medresesi’nin
Yıkım Haberi. Politika, 3 Nisan 1930.
yıllarda yıktırılmıştır” denilerek geçilen
eserlerin ortadan kaldırılma tarihleri bazen gününe kadar tespit edilebilmektedir. Ancak
basında yer alan her haberin her zaman doğru olmadığı da gözden kaçırılmamalıdır.
Örneği Politika Gazetesi‟nin 3 Nisan 1930 tarihli nüshasında Davut Paşa Medresesi‟nin
yıktırılmakta olduğu, yerin okul binası yaptırılacağı haberi verilmektedir. 9 (Fotoğraf 1.)
Ancak medrese yıktırılmadan günümüze kadar ulaşmıştır. Çalışmada verilen bilgiler
oldukça kontrol edilmeye çalışmış, yer ve zaman bilgileri şüpheli görülen bazı bilgiler
metne dâhil edilmemiştir.
Araştırmada, Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyete Arşivi, Ankara Türk
Tarih Kurumu Arşivi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri - Asar-ı Atika Encümeni Arşivi ve
İstanbul
IV
Numaralı
Koruma
Kurulu
Arşivi‟nden
belgeler
kullanılmıştır.
Cumhurbaşkanlığı Arşivi - Atatürk tasnifine yazılı olarak başvurulsa da, konumuzu
doğrudan ilgilendirecek bir belgeye rastlanmamıştır.
Semavi Eyice yazdığı makalelerinde gazete haberlerine yer veren ilk araştırmacıdır. Şinasi Akbatu‟nun dönemin
gazetelerinde yer alan bu tarz haber-ilanları kesip topladığı ancak yayınlayamadığı anlaşılmaktadır. Semavi Eyice,
“İstanbul‟un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri I Çobançavuş, Adilşah Kadın, Hoca Teberrük, Revani Çelebi ve
Yayla Camileri”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, S. 26, (1972), s. 130.
9
Politika, 03.04.1930.
8
8
1.3 Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de “Eski Eser” Kavramı
Bir mimari eserin “tarihi kıymete haiz” yahut “eski eserler”den (asar-ı âtika‟dan)
sayılabilmesi için hem toplum nezdinde hem de yasal olarak inşası üzerinden belirli bir
süre geçmesi gerekir. Günümüzde yürürlükte olan 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu‟nun 6. maddesine göre 19. yüzyıl sonuna kadar inşa
edilmiş tüm yapılar korunması gerekli eski eser olarak kabul edilmektedir. Kanunda
eski eser sayılabilecek yapı türlerine örnek olarak ise sırasıyla; kale, hisar, burç, sur,
tarihi kışla, tabya, istihkâm, harabeler, kervansaray, han, hamam, medrese, kümbet,
türbe, köprü, su kemeri, sarnıç, tersane, saray, köşk, ev, yalı, konak, camii, mescit,
çeşme, sebil, imarethane, darphane, şifahane, muvakkithane, simkeşhane, tekke, zaviye,
arasta, bedesten, kapalı çarşı, sinagog, kilise, manastır ve külliyeler verilmektedir.10
Osmanlı toplumunun meskûn olduğu coğrafya antik çağlardan kendi
zamanlarına kadar pek çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Bu nedenle Osmanlı
toplumunun bu kalıntıları görmezden gelmesi, sağlam olanları yeniden işlevlendirip
kullanmaması düşünülemez. Bu tarihle iç içe yaşama ve günlük hayatta kullanma hali
“tarihi eser” bilincinin oluşmasını da geciktirmiştir. Osmanlı Devleti‟nin hukuk
sisteminde “eski eser” tanımına dair ilk bilgi 1858 tarihli Ceza Kanunnamesinde
geçmektedir. Kanunnamenin 133. maddesinde korunması gereken eserler belirli bir
tarih kısıtlaması olmadan “hayrat-ı şerife ve tezyinat-ı beldeden olan ebniye” şeklinde
geçmektedir.11
Genellikle arkeolojik kazılar ve eski eser kaçakçılığının önlenmesi bakımından
değerlendirilen asar-ı âtika nizamnameleri de dönemin tarihi eser algısına ışık
tutmaktadır. 1869 tarihli ilk Asar-ı Âtika Nizamnamesi daha çok kazılara yönelik
maddeler içerir ve açık bir eski eser tanımı yapmaz.12 1874 tarihli Asar-ı Âtika
Nizamnamesinde de taşınmaz eski eserlere dair bir tanım yer almamıştır. Sadece 2.
T.C. Resmi Gazete, Sayı: 18113, 23.07.1983. Kanun ayrıca belirlenen tarihten sonra yapılmış olup önem ve
özellikleri bakımından Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından korunmalarında gerek görülen taşınmazlar ve buna ek
olarak milli tarihimizdeki önemleri sebebiyle zaman kavramı ve tescil söz konusu olmaksızın Milli Mücadele ve
Türkiye Cumhuriyeti‟nin kuruluşunda tarihi olaylara sahne olmuş binalar ile Mustafa Kemal Atatürk tarafından
kullanılmış evleri de eski eser statüsüne dâhil etmektedir.
11
Halit Çal, “Osmanlı Devletinde Âsâr-ı Atika Nizamnameleri”, Vakıflar Dergisi, S. 26 (1997), s. 391.
12
Halit Çal, a.g.m., s. 395; Ferruh Gerçek, Türk Müzeciliği, Kültür Bakanlığı, Ankara 1999, s. 266. Nizamnamenin 5.
maddesinde taşınmaz eski eserler herhangi bir tanım yapılmadan “merkûz olan her türlü asar-ı âtika ve anların
müştemilât ve teferru’âtından olan şeylerin” şeklinde geçmektedir.
10
9
maddesinde taşınır-taşınmaz eski eser ayırımı yapan nizamname, taşımazlar için
herhangi bir tanım ve tarih sınırlaması getirmez.13
1884 Nizamnamesi taşınmaz eski eser tanımı yapan ilk nizamnamedir. 1.
maddede “Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde eski milletlerin bırakmış olduğu
eserlerin hepsi „eski eser‟ addolunur” denilerek mabetler, saraylar, sirk denilen eski
oyun yerleri, tiyatrolar, istihkâmlar, köprüler, su kemerleri, türbeler ve tezyinî‟den olan
binalar tıpkı bugün yürürlükte olan kanunda olduğu gibi eski eser türlerine örnek olarak
verilmiştir. Örnek olarak verilen eserler arasında antik sirk yapılarına dahi yer
verilmesine rağmen medrese, mektep, hamam, çeşme, sebil gibi eserlerin sayılmaması
ilginçtir. Ayrıca bu nizamnamede de herhangi bir tarih sınırlaması getirilmez. Bu
nedenle örneklerde geçen “tezyinî‟den olan binaların” koruma açısından, modern veya
eski eser olmasının bir önemi olup olmadığı anlaşılamamaktadır.14
1906 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi, Osmanlı Devleti‟nin son eski eser
nizamnamesi ve çalışmaya konu edilen dönemde (1908-1938) de yürürlükte olan bir
hukuk metni olması açısından önemlidir.15 Nizamnamede eski eser tanımı 5. maddede
“Osmanlı Devleti sınırları içerisinde bulunan arazide vaktiyle yaşamış olan bütün eski
kavimlerin güzel sanatlara, bilime, fenne, edebiyata, dinlere ve sanata ilişkin her türlü
mamûlâtı” şeklinde yapılmış ve ardından örnekler sıralanmıştır. Verilen örneklerin
sayısında 1884 Nizamnamesine göre bir artış görülmektedir. Verilen yapı örnekleri;
“Camiler, hayır eserleri, kutsal eserler, metruk putperest mabetleri, hâlihazırda
içerisinde ayin yapılmayan sinagoglar, kiliseler, manastırlar, kümbetler, hanlar, kale ve
burçlar, kasaba surları, haneler, tiyatrolar, köprüler, sirkoslar, statlar ve hipodromlar,
anfitiyatrlar, hamamlar, sarnıçlar ve mezar odaları”dır. Bir sonraki maddede kadim
duvar ve anıtların kalıntıları ve genel olarak hangi cinsten olursa olsun anıtların ve diğer
tarihi eserlerin parçalarının da eski eser olarak kabul edileceği kayda alınmıştır.
Nurettin Can, Eski Eserler ve Müzelerle İlgili Kanun Nizamname ve Emirler, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1948,
s. 1; F. Gerçek, a.g.e., s. 266.
14
N. Can, a.g.e., s. 6; F. Gerçek, a.g.e., s. 270.
15
Nizamname, Cumhuriyet döneminde Anayasa Mahkemesi tarafından kanun hükmünde kabul edilmiştir ve 1973‟e
kadar yürürlükte kalmıştır. 1906 Nizamnamesinden sonra Türkiye‟de çıkartılan ilk eski eser kanunu 1973 tarihindeki
1710 sayılı Eski Eserler Kanunu‟dur. 1973 tarihli bu Eski Eserler Kanununun 53.maddesinde 10 Nisan 1322 (1906)
tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi‟nin, 17 Temmuz 1328 (1912) tarihli Muhafaza-i Âbidat Nizamnamesi‟nin ve 13
Mart 1330 (1914) tarihli Esvar ve Kal‟a-i Atika‟dan Belediyelere, Vilâyete Terk Olunacak Yerler Hakkında
Kanun‟un yürürlükten kaldırıldığı da kayıt altına alınmıştır. T.C. Resmi Gazete, Sayı: 14527, 06.05.1973
13
10
Maddede kaya parçaları, dağınık tuğlalar, taş, cam, ağaç kırıkları ile çiniler bu parçalara
örnek olarak verilmiştir.16
1906 nizamnamesinde de herhangi bir tarih kısıtlaması yoktur. Ancak verilen
örneklerde “hâlihazırda içerisinde ayin yapılmayan sinagoglar, kiliseler” tabirinin
geçmesi ilginçtir. “Eski eser” - mevcut kullanılan “modern sanatlı eser” ayrımının
yapılmaya çalışıldığı bu örnek camiler için kullanılmamıştır. Nizamnamedeki eski eser
örneklerinde yine sıbyan mektebi, medrese, çeşme, sebil gibi İslamî eserler eksiktir ve
üstelik bir önceki nizamnamede örnekler arasında bulunan ve belki de bu grubun genel
manada dâhil edildiği “tezyinî‟den olan binalar” ibaresi de çıkarılmıştır. Bunun yerine
kullanılan “hayır eserleri” tabiri ile bu grubun temsil edilmeye çalışıldığı
anlaşılmaktadır.
31 Temmuz 1912 tarihli Muhafaza-i Abidat Hakkında Nizamname de dönemin
eski eser tanımlamasına çok yenilik getirmez. İlk maddesinde bütün kadim kaleler,
burçlar ve kasaba surları ile hangi devre ait olursa olsun, bütün bu yerler ve eserlerin
1906 Nizamnamesinin 5. maddesi uyarınca eski eser olarak kabul edildiğini belirtir.17
Cumhuriyetin ilk yıllarında eski eser algısına dair önemli bir ipucu veren ve
çalışmanın da sınırlarını belirleyen son belge 1921 tarihli Asar-ı Atika Kanunu
taslağıdır. Ülkenin en zor zamanlarını yaşadığı bir tarihte, İstanbul Hükümeti‟nin
Maarif Nezareti tarafından hazırlanan ancak yürürlüğe giremeyen kanun tasarısının ilk
maddesi eski eserlerin tanımı üzerinedir. Buna göre 17. yüzyılın sonuna kadar yapılmış
güzel sanatlara, bilime, fenne, edebiyata, dinlere ve sanata ilişkin her türlü eser
korunması gerekli eski eser olarak kabul edilmiştir. Madde içerisinde önceki
nizamnamelerde olduğu gibi örnekler verilmiş, ancak diğerlerinden farklı olarak daha
önce görülmeyen tekke, kervansaray, çeşme ve sebil gibi İslamî yapılar da bu kanun
taslağına girmiştir. Aynı maddeye son cümle olarak 18. yüzyılın sonuna kadar muhtelif
çağlarda yapılmış İslam eserlerinin de aynı hükme sahip olduğu kaydedilmiştir.
Nizamnamede tarih sınırlaması için eserler üzerinde ayrım yapılarak İslamî yapılar için
18. yüzyılın sonu diğer yapılar içinse 17. yüzyılın sonunun belirlenmesi ilginçtir. 18
N. Can, a.g.e., s. 68-69; F. Gerçek, a.g.e., s. 276-277.
N. Can, a.g.e., s. 34; F. Gerçek, a.g.e., s. 284.
18
H. Çal, a.g.m., s. 395.
16
17
11
Böylelikle çalışmanın sınırları dönemin tarihi eser algısına uygun olarak
İstanbul‟da 18. yüzyılın sonu - 19. yüzyılın başına kadar yapılmış, taşınmaz “tarihi
eserlerin” 1908 ile 1938 yılları arasında tahribi olarak belirlenmiştir. Ancak yapılan ve
tasarlanan bu yasal düzenlemelere rağmen bu dönemde henüz kamuoyunda açık bir
“tarihi eser” algısının oluşmadığı görülmektedir. Örneğin dönemin eski eserlerini
korumakla görevli kurumu olan Muhafaza-i Asar-ı Atika Encümeni 19. yüzyılın ikinci
yarısında yapılmış bazı tekkeleri gezip incelemiş, hakkında fişler tutup fotoğraflarını
çekmiştir.19 Muhtemelen encümen bu tekkeleri mimarlık tarihi kıymetinden çok, kültür
tarihi durumlarını göz önüne alarak tescil faaliyetine girişmiştir. Daha da ilginç olarak
Encümen, 1901 yılında inşa edilen Alman Çeşmesi ile ilgili 1930 yılında bir düzenleme
yapılmak istendiğinde çeşmeyi tarihi eser olarak görüp konuya müdahil olmuş, bu
durum basında “Muhafaza-i Asar-ı Atika Komisyonu da sanki Alman Çeşmesi asar-ı
atikadanmış gibi bu işin yapılıp yapılmamasında alakadar olmaktadır.” şeklinde
eleştirilmiştir.20 1930‟lu yılların sonlarına doğru hem toplum hem de encümen nezdinde
19. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış Çağlayan Sarayı, Çırağan Sarayı, İmrahor ve
Ihlamur Kasırları gibi sanatlı yapıların da tarihi eser olduğu ve korunması gerektiği fikri
ortaya çıkmıştır.21
Encümenin bu yakın tarihli eserleri dahi koruma bilincine rağmen dönemin
kamuoyunu yönlendirmede en etkili araç olan gazetelerin tarihi eserlere karşı yaklaşımı
şaşırtıcı bir mahiyet arz etmektedir. Örneğin Akşam Gazetesi 1556/1557 tarihli
Ayasofya Hürrem Sultan Hamamı için 1932 yılında verdiği bir haberde “Vaktiyle yola
kalbedilmek üzere belediye tarafından istimlâk edilen meşhur Ayasofya Hamamı’nın
bilahare asar-ı atikâdan olduğu anlaşılmış ve olduğu gibi muhafaza edilmesi muvafık
görülmüştür” gibi gülünç denilebilecek ifadelere yer vermiştir.22 Kapalıçarşı üzerine
yapılan haberler ise durumun vahametini ortaya koyması açısından daha da ilginçtir. İlk
nüveleri Fatih döneminde atılan çarşı, uzun süren ihmallerin neticesi olarak harap bir
duruma düşmüş, 1934 yılında Belediye Meclisi çarşıyı tamir ettirmek istediğinde
çarşının tarihi kıymeti olup olmadığına karar verememiş, bunun için uzmanların çarşıyı
19
Üsküdar Kaymakçı ve Haşim Efendi Tekkeleri ile Cerrahpaşa Kaymakçı Tekkesi bu duruma örnek olarak
verilebilir. Bkz; M. Baha Tanman, “Kaymakçı Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi (TVİA), C. 4, Tarih
Vakfı ve Kültür Bakanlığı Ortak Yayını, İstanbul 1994, s. 506; M. Baha Tanman, “Haşim Efendi Tekkesi”, TVİA, C.
4, s. 16. Encümen, Mimar Kemaleddin tarafından 1912-13 yıllarında son şekli verilen Yenikapı Mevlevihanesi‟ni de
1940 yılında incelemiştir. M. Baha Tanman, Yenikapı Mevlevihanesi, TVİA, C. 7, İstanbul 1994, s. 485.
20
Politika, 12.02.1930.
21
Cumhuriyet, 31.07.1936; Cumhuriyet, 04.06.1938.
22
Akşam, 12.08.1932.
12
incelemesine karar vermiştir.23 Yapılan
inceleme
neticesinde
neredeyse
beş
asırlık çarşının tarihi kıymeti olduğu
anlaşılmıştır.24 (Fotoğraf 2.)
Fotoğraf
2.
Kapalıçarşı’nın
Tamiri
Hakkında Bir Haber. Politika, 14 Şubat 1934.
23
24
Cumhuriyet, 14.02.1934.
Vakit, 30.03.1934.
13
2. OSMANLI’DAN CUMHURİYETE İSTANBUL’DA ESKİ ESER TAHRİBİ VE
TAHRİBİ DURDURMAYA YÖNELİK FAALİYETLER
2.1. Klasik Dönemde (1453-1800) İstanbul’da Eski Eser Tahribi
Klasik dönemde tespit edilebilen tarihi eser yıkımı vakası oldukça azdır. Sultan
II. Mehmet’in 1453’de şehri alışının ardından İstanbul tarumar edilmemiş, İslam fetih
geleneğine uygun olarak eski anıtlar ve binalar olabildiğince korunmuştur. Öyle ki
Sultan, fetihten sonra doğruca Ayasofya’ya geldiği esnada bir askerin elindeki balta ile
bazı taşları kırmakta olduğunu görünce sebebini sormuş, askerin “dinim bunu icap eder”
cevabını vermesi üzerine sinirlenerek “emvâl (mallar) ve hazine sizin, şehrin mebânîsi
(binaları) bana aittir” uyarısında bulunmuştur.25 Bu düşünceye binaen, sanata ve antik
kültüre merakı ile de bilinen II. Mehmet’in, Bizans’tan kalan anıtlara saygı gösterdiği
görülmektedir. Fatih döneminde bin yaşına yaklaşan ve şehrin en büyük yapılarından
biri olan Aya İrini Kilisesi camiye dönüştürülmediği halde tahrip edilmemiş, Sur-ı
Sultani alanı içine alınarak yeniden işlevlendirilmiştir. Bir başka örnek olarak, aynı
şekilde Fatih döneminde dikilmelerinin üzerinden bini aşkın, üretilmelerinin üzerinden
ise çok daha fazla yıl geçen Hipodromun spina duvarı üzerindeki dikilitaşların ve yılanlı
sütunun tahrip edilmemesi verilebilir. Bizans döneminden kalan bu anıtlar zamanla
Osmanlı İstanbulu’nun vazgeçilmiş bir parçası haline gelmiş, üzerlerine folklorik
inanışlar bile addedilmiştir.
Fethin ardından zamanla Müslümanlaşan şehirde Hıristiyan mabetlerinin
cemaati azalarak harabiyete sürüklenmiştir. Örneğin; kökeni 4. yüzyıla dayanan ve
1453’de Patriklik makamının taşındığı Havariyyun Kilisesi, iki yıl sonra civara
Müslüman halkın yerleşmesi ve nüfuslarının çoğalması üzerine terk edilmiş, Patirklik
makamı da Teotokos Pammakaristos (Fethiye Camii) Kilisesi’ne taşınmıştır.
Havariyyun Kilisesi ise patriğin isteği üzerine yıktırılmıştır.26
Hayrullah Efendi tarihinden aktaran; İhtifalci Mehmet Ziya Bey, İstanbul ve Boğaziçi Bizans Ve Osmanlı
Medeniyetlerinin Asar-ı Bakiyesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş Yayınları, İstanbul 2016, s. 216.
26
İhtifalci, a.g.e., s. 232.
25
14
16. yüzyılda karşımıza Rüstem Paşa ve Mihrimah Sultan Camilerinin yapımıyla
ilgili yıkım hikâyeleri çıkmaktadır. Rüstem Paşa 1555 yılında yaptırmak istediği
Tahtakale’deki camiinin yerinde bulunan Fatih döneminden kalma Attar Halil Ağa
Mescidi’ni Mimar Sinan’a yıktırarak bugünkü Vatan Caddesi üzerinde aynı adla
yeniden yaptırmıştır.27 Kanuni Sultan Süleyman da kızı Mihrimah Sultan adına
Edirnekapı’da inşa ettirdiği külliyesi için yapılışı 9. yüzyıla dayanan Aya Yorgi
Kilisesi’nin bulunduğu arsayı istimlâk ettirerek kiliseyi yıktırmış ve Rumlara yine aynı
semtte bir Aya Yorgi Kilisesi yapmaları için müsaade vermiştir.28
Yine 16. yüzyılda sadece devlet ya da devlet adamları değil halk tarafından
yapılan bazı tahriplerle de karşılaşılmaktadır. Örneğin; Ahmet Refik’in yayınladığı
1572 tarihli bir belgeye göre aslı 12. yüzyıl yapısı olan Pantokrator Kilisesi/Zeyrek
Cami’nin etrafına Zahide isimli bir kadın tarafından alçak ve yüksek evler yapılmış, bu
suretle caminin iki penceresi kapanmıştır. Bununla da yetinilmeyerek üç kubbesinden
birisi tavuk kümesi diğer ikisi ise ahır olarak kullanılmaya başlanmış, mahalle halkı
durumu saraya şikâyet ederek binanın yeniden camii olarak kullanılmasını istemiştir.29
Aynı belgede yine Zeyrek’te bulunan 11. yüzyıl yapısı Pantepoptes Manastırı/ Eski
İmaret Mescidi’nin etrafının evler tarafından sıkıştırıldığı, pencerelerinin ve bir
kapısının kapandığı, bu evlerin saçaklarının ve oluklarının mescide zarar verdiği
şikâyeti üzerine hassa mimarlarından Mustafa görevlendirilmiştir.30
Osmanlı döneminde sadece eski Bizans eserleri üzerinde değil, Osmanlı
padişahlarının kendi atalarının yaptırdığı tarihi mekânlar üzerinde de hassasiyet eksiliği
görülmektedir. 1719’da Sultan III. Ahmed’in Topkapı Sarayı’nda dağınık durumda
bulunan kitapları bir yerde toplamak için yaptırdığı kütüphane bu durumun güzel bir
örneğidir. Nitekim bu kütüphane için uygun bulunan mevkide Sultanın üçüncü kuşaktan
dedesi II. Selim'in, Mimar Sinan tarafından yapılan Havuzlubahçe Köşkü mevcuttu.
Yapımının üzerinden yaklaşık 150 yıl geçen ve bakımsız bir halde olan bu köşk, ortadan
Mescit bir kez daha Menderes İmarı sırasında yıkılmıştır. Semavi Eyice, “Bayrampaşa Deresi Köprüsü”, Türkiye
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. 5, İstanbul 1992, s. 274.
28
İhtifalci, a.g.e., s. 169, 592; Zafer Karaca, “Yeoryios (Ayios) Kilisesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi
(TVİA), C. 7, İstanbul 1994, s. 488. Semavi Eyice bu bilgiye karşı çıkmaktadır. Semavi Eyice, “Edirnekapı Camii ve
Külliyesi”, DİA, C.10, İstanbul 1994, s. 446.
29
Ahmet Refik, On Altıncı Asırda İstanbul Hayatı (1553-1591), Maarif Vekâleti Devlet Basımevi, İstanbul 1935, s.
20.
30
A. Refik, a.g.e., s. 20; Emre Madran, Osmanlı İmparatorluğunun Klasik Çağlarında Onarım Alanının
Örgütlenmesi 16.-18. Yüzyıllar, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, Ankara 2004, s. 109.
27
15
kaldırılarak kütüphane binası buraya yapılmıştır.31 Yine III. Ahmed döneminde
Ramazan ayı boyunca bütün selâtin camilerinin minareleri arasında mahya kurulması
yolunda bir ferman çıkarılmış, bunun üzerine dönemin sadrazamı Nevşehirli Damat
İbrahim Paşa’nın girişimiyle Eyüp Sultan Camii’nin uzunluğu yeterli görülmeyen Fatih
dönemi minareleri yıktırılarak bunların yerine 1723’de ikişer şerefesi olan daha uzun
minareler inşa ettirilmiştir.32 Lale Devrinden birkaç yıl sonra Sadrazam Hekimoğlu Ali
Paşa da, Davutpaşa yakınlarındaki külliyesini inşa ettirmek istediğinde inşa tarihi tam
olarak bilinmeyen Abdal Yakup Tekkesi’ni yıktırarak arazisine katmış tekke için yeni
bir binayı ise biraz ilerisinde yaptırmıştır.33
19. yüzyıla doğru giderken değişen mimari anlayışa uyum sağlayamayan iki
tarihi sarayın III. Selim tarafından yıktırıldığı görülmektedir. İlk yapıları I. Ahmed
dönemine dayanan Tersane Sarayı bunlardan ilkidir. Sultan İbrahim’in doğduğu bu
saray harem köşkleri ve hizmet binalarıyla III. Ahmed devrinde en parlak dönemini
yaşamış, III. Selim’in saltanatında Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa’nın
gayretleriyle kısım kısım yıktırılarak, 1802/03’de Tersane-i Amire sahasına katılmıştır.
Sarayın arta kalan taşları Mihrişah Valide Sultan’ın Eyüp’te inşa edilmekte olan
külliyesinde kullanılmak üzere Eyüp Sultan’a nakledilmiştir. Saray yıkılırken Has Oda
Köşkü’nün bulunduğu saha korunmuş, aynı yere Aynalıkavak Kasrı inşa edilmiştir.34
Tarihe karışan bir diğer saray ise Eski Saray ve Topkapı Sarayı’ndan sonra
İstanbul’un üçüncü büyük sarayı olan Üsküdar Sarayı/Kavak Sarayı’dır. İlk yapılarının
Kanuni döneminde inşa edilmiş olduğu düşünülen sarayda, Mimar Sinan’ın II. Selim ve
III. Murad için köşkler ve hamamlar yaptığı bilinmektedir. I. Ahmed, IV. Murad ve III.
Ahmed de burada çeşitli binalar yaptırmıştır. III. Ahmed, Patrona Halil’in başlattığı
isyanı bu sarayda öğrenmiş ve Topkapı Sarayı’na dönmüştür. 18. yüzyılın ikinci
yarısından sonra hanedan ve devlet ricali Boğaziçi’nin Rumeli sahillerine ilgi göstermiş
olduğundan burası terk edilmiştir. III. Selim saray sahasında bir bostancı kışlasının
inşasına izin vermiş, 1794 sonrasında saray yıkılarak bazı mermer parçalar kısmen
Semavi Eyice, “Ahmed III Kütüphanesi”, DİA, C. 2, İstanbul 1989, s. 40.
Baha Tanman, “Eyüp Sultan Külliyesi”, TVİA, C. 3, İstanbul 1994, s. 238.
33
Baha Tanman, “Abdal Yakûb Tekkesi”, DİA, C. 1, İstanbul 1988, s. 55.
34
Haluk Y. Şehsuvaroğlu, “Aynalıkavak Kasrı”, REK. İA, C. 3, İstanbul 1960, s. 1615; Semavi Eyice, “Aynalıkavak
Sarayı”, DİA, C.4, İstanbul 1991, s. 264-266.
31
32
16
Topkapı Sarayı’na nakledilmiş bir kısmı da Selimiye Kışlası’nın inşasında
kullanılmıştır.35 (Fotoğraf 3.)
II. Mahmud döneminde yenileşme hareketleriyle birlikte yıkımların da arttığı
görülmektedir. Örneğin; Bizans’ın Büyük Sarayı’ndan kalan küçük kiliselerinden biri
fetihten sonra uzun yıllar Arslanhane ve Nakkaşhane olarak kullanılmış 1804'te henüz
ayakta olan kâgir kilise, yanındaki cebehanenin genişletilebilmesi için ortadan
kaldırılmıştır.36 Yeniçeriliğin kaldırılmasının ardından Yeniçerilere ait pek çok yapı da
toplar ve mancınıklarla yıktırılmıştır. Buna bağlı olarak Kanuni Sultan Süleyman
devrinde Topkapı Sarayı'nda bostancılar için tesis edilen "Hastalık Odası" ismi de
verilen hastane yapısı ve Fatih'in İstanbul'da yaptırdığı Eski Saray’ın son kalıntıları da
Asâkir
Mansûre-i
Muhammediyye'nin
yönetildiği
kışla
inşa
ettirilmesi
için
yıktırılmıştır.37
Fotoğraf 3. III. Selim Döneminde Yıktırılan Üsküdar Sarayı. Gabriel Florent Auguste De ChoıseulGouffıer. Voyage Pittoresque De La Grèce, Paris, J.-J. Blaise, 1822.
Http://Eng.Travelogues.Gr/İtem.Php?View=44624 Erişim Tarihi; 16.09.2018
Tülay Artan – Christoph K. Neumann, “Kavak Sarayı”, TVİA, C. 4, İstanbul 1994, s. 494.
Semavi Eyice, “Arslanhane”, DİA, , C. 3, İstanbul 1991, s. 404.
37
Ara Altun, “Bab-ı Seraskeri”, DİA, C. 4, İstanbul 1991, s. 365.
35
36
17
Tanzimat öncesi bir ilginç yıkım hikâyesi de Fatih Külliyesinin Darüşşifası ile
ilgilidir. Darüşşifa, geniş külliyenin bir parçası ve İstanbul'un Türk dönemine ait ilk
hastanesidir. Açık avlulu, etrafında hücreleri, güney tarafında da kubbeli bir mescit
mekânı bulunan darüşşifa medrese formunda inşa edilmişti. S. Eyice’nin yayınladığı
arşivdeki bazı belgelere göre darüşşifanın mütevellisi Osman Ağa 1824 tarihli
yazısında, binanın 1766 depreminde hayli harap hale düştüğünü, metruk haldeki yapının
üzerindeki kurşunların eksilmekte olduğunu bildirerek, darüşşifanın yıktırılarak
arsasının satılmasını önermiştir. II. Mahmud ise darüşşifanın ihyasını veya hana
çevrilmesini istemiş, hassa mimarı Mustafa Ağa'nın bu amaçla bir keşif yapmasını
emretmiştir.38 Mütevelli ile iyi uyuştuğu anlaşılan mimar, darüşşifanın üstü ahşap çatılı,
35 odalı hana dönüştürülmesinin çok masraflı olacağını ileri sürmüş, fazla gelir
sağlamayacak bu proje yerine darüşşifanın yıkılmasının ve ahşap haneler yapılmak
üzere arsasının satılmasının daha doğru olacağını raporunda bildirmiştir. Mütevelli ile
hassa mimarının önerilerine uygun olarak darüşşifa yıktırılarak yalnız keşif planında
yemekhane olarak gösterilen mihrap kısmı ileri çıkıntı teşkil eden kubbeli mescit
bırakılmış ve etrafı parsellenerek satılmıştır. Darüşşifadan geriye kalan bu parça
Demirciler Mescidi adı ile anılırken darüşşifanın yıktırılan arsasına evler yapılmıştır.39
Semavi Eyice, “Fatih Külliyesi”, TVİA, C.3, İstanbul 1994, s. 269.
1894 depreminde, Darüşşifa-Demirciler Mescidi önemli ölçüde harap olmuş 1895'te bakımsız ve harabe halinde
olan bu bölüm, 1908 Çırçır yangınında, arkasından da 1918 yangınında çevresindeki ahşap evlerle birlikte yanmıştır.
Bkz; S. Eyice, a.g.m., s. 269.
38
39
18
2.2. XIX. Yüzyılda Eski Eser Yıkımları ve Tahribi Durdurmaya Yönelik
Faaliyetler
Osmanlı mimari geleneğinde saray yapılarının yeni padişahın zevkine göre sık
sık yıktırılıp yeniden yaptırıldığı görülmektedir. Örneğin; 1816 yılında II. Mahmud’un
emri üzerine Topkapı Sarayı’na ismini veren ve Bizans döneminde de varlığı tartışılan
Santa Barbara/Top Kapusu’nun mermer ve kesme taştan yapılmış kuleleri yıktırmış
yerine kargir saray binaları yaptırmıştır.40 İlginç bir yıkım örneği de Sultan Abdülmecid
döneminde yaşanmıştır. Padişah, 1846 yılında Bebek civarında bir gezinti yaptığı sırada
III. Ahmed döneminde yaptırılan Hümayûnabad Kasrı’nın bakımsız halini görmüş,
kasrın muhafazasına memur bekçi ile tamiri üzerine konuştuğunda bekçi “Efendim, bu
köşk daha birçok padişah eskitir” demesi üzerine padişah geziden döner dönmez kasrın
yıkım emrini vermiştir.41 Dolmabahçe, Beylerbeyi, Yıldız gibi saraylar 18. yüzyıldan
itibaren defalarca yıktırılıp yeniden yaptırılmıştır. Bu yeniden inşa faaliyetleri sırasında
bazı tarihi yapılar da yıktırılmıştır. Örneğin; III. Selim, kız kardeşi Beyhan Sultan'dan
devraldığı Çırağan Sahilsarayı’nı tamir ettirip genişlettiği 1804 yılında, ilk yapımı 1621
yılına dayanan Beşiktaş Mevlevihanesi'ni yıktırıp biraz ilerisinde yeniden inşa
ettirmiştir. II. Mahmud aynı sarayı 1836-1838 arasında büyütmek istediğinde Hanım
Kadın Mescidi ve Eğribozlu Hacı Ahmed Ağa Mektebi gibi diğer bazı hayır eserleriyle
beraber mevlevihaneyi de yıktırarak arsasını saray arazisine katmıştır.42
19. yüzyıl ile birlikte modern şehircilik çalışmaları İstanbul’da da başlamış geniş
yollar ve modern çok katlı binaların gündeme gelmesiyle gerçek anlamda tarihi eser
tahripleri de başlamıştır. Modern İstanbul’da kıymetli arazileri için ilk feda edilecek
yapılar artık herhangi bir işlevi bulunmayan şehir surları olmuştur. 1863 tarihli bir
padişah iradesinde surların yararsız ve engelleyici konumu üzerinde durularak,
yıkılmaları emredilmiş ve yıkım sırasında elde edilen malzemenin ve arsaların mezat
40
Wolfgang Müller-Wiener, İstanbul’un Tarihsel Topografyası, YKY, 3. Baskı, İstanbul 2007, s. 318; İthifalci,
a.g.e., s. 503.
41
İhtifalci, a.g.e., s. 822.
42
Baha Tanman, ‟Beşiktaş Mevlevihanesi”, DİA, C. 5, s. 554. Yıkımın ardından mevlevihanenin, bitişikteki Musahib
Abdi Bey Yalısına nakledildiği ve II. Mahmud’un saraya eklenen bölümde kalan Mevlevi kabirlerinde her gece
kandil yaktırdığı bilinmektedir. Sultan Abdülaziz, ağabeyi Sultan Abdülmecid'in 1859-60’da yıktırdığı Çırağan
Sahilsarayı'nın yerine eskisinden daha büyük ve iddialı olan bugünkü sarayını yaptırırken 1867- 68’de mevlevihane
olarak kullanılan yalıyı da yıktırınca Beşiktaş Mevlevihanesi ikinci defa taşınmak zorunda kalmıştır. Bu defa
mevlevihane önce geçici olarak Fındıklı'daki Karacehennem İbrahim Paşa Konağı'na, ardından 1870'te de Maçka
sırtlarında inşa ettirilen yeni binaya taşınmıştır. Beşiktaş Mevlevihanesi'nin devamı niteliğindeki Maçka
Mevlevihanesi de ancak dört yıl ayakta kalabilmiş ve 1874'te halen istanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi
olarak kullanılan kışlaya yer açmak için o bina da ortadan kaldırılmıştır. Mevlevihane daha sonra Eyüp Bahariye’ye
geçmiştir.
19
yoluyla satılarak belediyeye hatırı sayılır bir gelir getireceği savunulmuştur. Ayrıca
surların yıkımından kazanılacak arazinin, yolları genişletmekte ve ihtiyaç duyulan yeni
binaların yapımında kullanılması planlanmıştır.43
1864 yılında Galata surlarının büyük bir kısmı semtin büyümesini engellediği
için yıkılarak, yeni bir imar düzenlemesi yapılmıştır. Şehir surlarının kaldırılması
Altıncı Daire-i Belediye mühendisi Marie De Launay tarafından planlamış, yıkımdan
önce haritalar hazırlanmış ve surlardaki bazı armalar ile kitabeler toplanarak Asar-ı
Atika Müzesi’ne götürülmüştür.44 Galata surlarında yıkım çalışmaları kısım kısım 19.
yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir. Tarihi yarımadada da 19. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren surların zaman zaman tahrip edildiği görülür ancak en radikal
öneriyi 1872 yılında Sadrazam Mithat Paşa sunmuştur. Buna göre şehrin daha rahat
genişletilebilmesi için İstanbul’un batı tarafındaki surlarının yıkılmasını önermiştir.45 Z.
Çelik’e göre çağdaş Avrupa şehirlerindeki tarihi surların yıkımına denk gelen ve
çağdaşlaşma merakı bilinen Sultan Abdülaziz kolaylıkla bu öneriyi benimseyebilirdi.
Ancak, kendilerini "İngiliz asar-ı atika taraftarları" olarak tanımlayan bir grup, iradenin
çıkarılmasından önce müdahale ederek, 1400 yıllık surları kurtarmıştır.46 19. yüzyılın
ikinci yarısında İstanbul’da iki büyük tahrip dönemi görülür;
I- Hocapaşa Yangını sonrası kurulan Islahat-ı Turuk Komisyonu’nun yaptığı
tahripler.
II- Rumeli Demiryolu inşası sırasında yaşanan tahripler.
İstanbul 18 Eylül 1865 günü, tarihinin en büyük yangınlarından birini yaşamış,
Hocapaşa semtinde başlayan yangınla, kısa zamanda güneyde Marmara Denizi, kuzeyde
Haliç, Batı'da Bayezid Külliyesi ve doğuda Ayasofya-Sultanahmet Camii aksı içindeki
çok geniş bir alan otuz iki saat içinde yerle bir olmuştur.47 Bu yangın İstanbul’da
şehircilik çalışmalarının önünü açmış, kurulan Islahat-ı Turuk Komisyonu ile pek çok
cadde yeniden düzenlenmiş, yangın yerlerinin haritaları çıkarılmış, yangın alanındaki
ahşap binaların yerlerine kâgir binalar yaptırılması istenmiştir. Kaynaklarda Islahat-ı
Zeynep Çelik, 19. Yüzyılda Osmanlı Başkenti Değişen İstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1998, s. 58.
Müller-Wiener, a.g.e., s. 322.
45
Z. Çelik, a.g.e., s. 59.
46
Z. Çelik, a.g.e., s. 59.
47
Z. Çelik, a.g.e., s. 47.
43
44
20
Turuk Komisyonu’nun çalışmaları sırasında tarihi eserlere zarar vermemeye özellikle
dikkat ettiği belirtilir.48 Ancak komisyonun çalıştığı saha Aksaray’dan Ayasofya’ya,
Marmara Denizi’nden Haliç sularına kadar çok geniş bir sahayı kapsar. Tarihi anıtlarla
çevrili bu sahada eserlere zarar vermeden geniş yolların açılması neredeyse imkânsızdır.
Örneğin Hilal-i Ahmer Caddesi’nin açılması sırasında Hocapaşa yangınında
zarar gören Cağaloğlu’ndaki Hadım Hasan Paşa Medresesi’nin kuzey cephesi
yıktırılmıştır.49 Bugün Eminönü civarına ismini veren ve şehrin önemli kapılarından biri
olan Bahçekapı/Bağçekapusu (Oreapili/Güzelkapı) da bu çalışmalar sırasında tarihe
karışmıştır.50 Komisyonun en çok müdahale ettiği bölge Divanyolu Caddesi’dir. 15.
yüzyıl yapısı Atik Ali Paşa Medresesi’nin dört hücresi Divanyolu'nu genişletmek için
kesilmiş, ilginç bir düzenleme olarak bu dört hücre yapıya ikinci kat olarak
eklenmiştir.51 Cadde üzerindeki 1584 tarihli Mimar Sinan eseri Çemberlitaş
Hamamı’nın soğukluğu bu düzenleme sırasında kesilmiştir.52 1659'da inşa edilen ve
medrese, kütüphane ve türbeden oluşan Köprülü Külliyesi'nin türbesi de Divanyolu'na
taştığından sökülmüş ve genişletilen caddeye paralel olarak bugünkü yerine
yerleştirilmiştir. Yine yola taşan Firuz Ağa Türbesi, Atik Ali Paşa ve Sinan Paşa
hazirelerinin bir kısmı da kaldırılmıştır. Özelikle bu mezar yıkımları sebebiyle
Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa, "frenkperest"likle suçlanmıştır.53 Tüm bu gelişmeler
eski eser meraklısı idareciler arasında bir rahatsızlık yaratmış olacak ki, 1869 tarihli ilk
Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin 5. maddesinde eski eser çıkarmak için verilecek izinlerin
sadece toprak altında bulunan eserler için geçerli olduğu, her türlü tarihi binadan veya
Z. Çelik, a.g.e., s. 49.
Semavi Eyice, “Hadım Hasan Paşa Külliyesi”, DİA, C. 15, İstanbul 1997, s. 6; Zeynep Ahunbay, “Hadım Hasan
Paşa Medresesi”, TVİA, C. 3, İstanbul 1994, s. 489.
50
İhtifalci, a.g.e., s. 357; “Bağçekapusu”, REK. İ.A., C. 4, İstanbul 1960, s. 1791. İhtifalci Mehmet Ziya bu kapıyı
şöyle tanımlar; “İstanbul’un sair kadim kapıları gibi bu da kemerli ve alçak idi. Hatta Surre-i Hümayun buradan
geçeceği zaman kapının zeminini kazarak irtifaını arttırırlardı ve bu surette Mahmil-i Hümayûn’u taşıyan deve
rahatça geçebilirdi.”
51
Mübahat S. Kütükoğlu, XX. Asra Erişen İstanbul Medreseleri, TTK Basımevi, Ankara 2000, s. 104; Behçet Ünsal,
“İstanbul’un İmarı ve Eski Eser Kaybı”, Türk Sanat Tarihi Araştırma ve İncelemeleri II, İstanbul Devlet Güzel
Sanatlar Akademisi, İstanbul 1969, s. 38.
52
Semavi Eyice, “Çemberlitaş Hamamı”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 484.
53
Mezar yıkımları üzerine “Köprülü Mehmet Paşa ile Firuz Ağa’nın ruhaniyetinden korkmalı” diyen bir zata Fuat
Paşa “Hareketim Köprülü’nün hoşuna giden işlerdendir, onun ruhunun şad olacağından eminim, Firuz Ağa’ya
gelince, emsalini eslafından katledenler vardır, ondan da korkmam” cevabını vermiştir. “Divanyolu”, REK. İA., , C.
9, İstanbul 1968, s. 4625; Z. Çelik, a.g.e., s. 50-51.
48
49
21
onların müştemilatından olan şeylerin tahrip edilmesinin Ceza Kanununa göre suç
olduğu belirtilmiştir.54
İnşaatına 1870 yılı içerisinde başlanan Rumeli Demiryolu inşaatı da 19. yüzyılın
ikinci yarısında İstanbul’da hem Roma hem de Osmanlı dönemine ait eski eserlerin
kaybına sebep olmuştur. Rumeli Demiryollarının Topkapı Sarayı içinden geçerek
Sirkeci’ye varması dönemin vezirleri arasında ihtilaf yaratmış, Mütercim Rüşdi Paşa
Sirkeci gibi şehrin en önemli noktalarından birinin istasyon olarak seçilmesine ve
özellikle de demiryolunun Saray-ı Hümayûn dâhilinden geçmesine şiddetle itiraz
etmiştir. Sultan Abdülaziz ise demiryolu gibi önemli bir imar hamlesi için her türlü
fedakârlığı göstermeye razı olmuş, Sadrazam Ali Paşa da Sultanı desteklemiştir.55
İstanbul’un tarihi surlarının Marmara’ya bakan önemli kısmı bu inşa faaliyeti sırasında
yıkılmıştır.56 Çatladıkapı, Kumkapı, Yenikapı, Davutpaşa İskelesi gibi noktalarda zarar
gören surlar, demiryoluna ikinci ray hattının döşendiği 1910-1914 arasında bir kez daha
tahrip edilmiştir.57 Tahripler sadece surlar ile sınırlı kalmamış, surların hemen
arkasındaki hücre, mahzen, alt yapı sistemleri gibi arkeolojik kalıntılar da zarar
görmüştür. Örneğin kökeni 5. yüzyıla dayanan Bukoleon Sarayı 1870 yılından itibaren
demiryolları
yapımı
sırasında
tahrip
edilmiştir.
Müller-Wiener’e
göre
aslan
heykelleriyle bezenmiş deniz cephesi tamamen yok olmuştur.58 Ancak Bukoleon
Sarayı’ndan çıkan aslan heykelleri kırılmamış, Müze-i Hümayun’a taşınmıştır.59
Metinde “merkûz olan her türlü asar-ı atika ve anların müştemilât ve teferru’âtından olan şeylerin” şeklinde
geçmektedir. H. Çal, a.g.m., s. 395.
55
İhtifalci, a.g.e., s. 348.
56
Bizans araştırmaları ile tanınan İstanbullu Rum Dr. Paspatis, Rumeli Demiryolu inşasına başlandığı sırada
Sirkeci’den Çatladıkapı’ya kadar adım adım tetkikatta bulunmuş, işçilerin kazma ve kürekleri altından çıkan her türlü
enkaz ve parçayı inceleyerek defterine kaydetmiştir. Bkz; İhtifalci, a.g.e., s. 474. Türklerin bu kalıntılara bigâne
kalmalarını ise İhtifalci şu sözlerle kaydeder; “Bizce daha doğrusu memleketin tarihiyle, mazisiyle meşgul olanlarca
bu havali hiçbir zaman layık-ı tetebbu görülmemiştir, zaman zaman ecnebi mektepleri talebesinin muallim veya
mürebbileri refakatiyle bu taraflara gelerek tetebbuda bulunduklarını hatta yıkık dökük parçalarının kurşun kalemle
heyet-i hazıralarını tersim ettiklerini gördükçe düşünür, bu hale karşı bizim lakaydimizi manidar bir surette tefsir
eder idim.” İhtifalci, a.g.e., s. 472.
57
Müller-Wiener, a.g.e., s. 318.
58
Müller-Wiener, a.g.e., s. 228
59
İhtifalci, a.g.e., s. 489. Heykeller günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzelerinde sergilenmektedir.
54
22
Fotoğraf 4. Rumeli Demiryolları’nın Topkapı Sarayı Hasbahçesi İçerisinde Kalan Arkeolojik
Kalıntılar Üzerinde Yarattığı Tahribat. Hülya Tezcan, Topkapı Sarayı ve Çevresinin Bizans Devri
Arkeolojisi, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, İstanbul 1989 Ek Kroki
Rumeli Demiryolları yapımı sırasında sadece Roma eserleri değil İslam eserleri
de yıkılmıştır. Özellikle hattın Cankurtaran bölgesinden sonra Saray-ı Hümayûn
bölgesine girmesi, Topkapı Sarayı’nın tarihî bütünlüğü bozmuş, Marmara Denizi
kıyısındaki yapıların kalıntılarını ve Gülhane Meydanı da denilen sarayın hasbahçelerini
tahrip etmiştir. Bu tahriplerden biri de Yalı Köşkü’dür. İlk kez II. Bayezid zamanında
yaptırıldığı bilinen köşk, III. Murad döneminde Topkapı Sarayı’nın önemli bir birimi
haline dönüşmüş, donanmanın sefere uğurlandığı ve karşılandığı törenlere ev sahipliği
yapmıştır. III. Ahmed döneminde son şeklini alan Yalı Köşkü demiryolu yapımı için
Keçecizade Fuad Paşa'nın sadaretinde tarihe karışmıştır.60 (Fotoğraf 4.)
Çalışmalar sırasında tespit edebildiği kadarıyla iki camii de demiryoluna feda
edilmiştir. Bunlardan biri Demirkapı civarındaki Daye Hatun Mescidi’dir. İsmini Fatih
Sultan Mehmet’in sütannesi Daye Hatun’dan alan mescit 1485 yılında inşa edilmiş, 18.
60
Doğan Kuban, “Yalı Köşkü”, TVİA, C.7, İstanbul 1994, s.417.
23
yüzyılın ortalarında Darüssaade Ağası Hacı Beşir Ağa tarafından müceddeden ihya
edilmiştir. Sirkeci Garı’nın yapımı için 1873’de yıktırılmıştır.61
Daye Hatun Mescidi’nin yakınındaki ilk yapımı 15. yüzyılın sonlarına dayanan
Elvan Mescidi de aynı amaçla ortadan kaldırılmıştır. Camii, aynı büyüklükte ve yakın
bir yerde yapılmak şartıyla Demiryolu Kumpanyası tarafından istimlâk edilmiş, tekrar
yapılması için mahalle halkı defalarca arzuhaller sunmuş, yazışmalar yapılmış, projeler
çizilmiştir. Yakınlardaki bir vakıf arsasına yapılması kararlaştırılmış, ancak yıllarca
sürüncemede kalarak yapılamamıştır.62
1871 yılında tramvay rayları döşenebilmesi için Alemdar Caddesi genişletilirken
ise cadde üzerindeki Sultan III. Murad zamanında Mehmet Ağa tarafından yaptırılan
çeşme sökülmüştür.63 Aynı ameliye kapsamında 1769 tarihli Zeynep Sultan Cami’nin
sebil ve türbesi de yıktırılmıştır. Sultan III. Ahmed’in kızı Zeynep Sultan'ın kemikleri
bir sandukaya konularak mahzene gömülmüş, çok sonraları caminin haziresine
nakledilmiştir.64 1873 yılında Ayasofya çevresinde de bazı yıkımlar görülür. Etrafındaki
ahşap mahallelerle birlikte ilk inşası Fatih dönemine dayanan çeşitli tamirler görerek
klasik mimari üslubu büyük ölçüde sürdürmüş olan medresesi yıktırılmıştır.65 Yerine
modern üslupta bir medrese yaptırılmıştır.66Ayasofya’nın antik avlusuna/atriumuna ait
son kalıntılar da aynı düzenlemeler çerçevesinde 1873 yılında sökülmüştür.67
Zikrettiğimiz
yıkımların
ardından
gelen
1874
tarihli
Asar-ı
Atika
Nizamnamesinde ilk defa eski eser yıkımlarına ait hükümler bulunmaktadır.
Nizamnamenin 6. maddesinde “Taşınmaz kültür varlıklarından sahipli yerlerde bulunan
ve mükemmel olan bazı mabetlerin ve diğer binaların muhafazası için” hükümet
tarafından memur dahi gönderilebileceği söylenirken 14. maddesinde mabet, tekke,
medrese ve mezarlıklarda kazı yapılması yasaklanmıştır. Nizamnamenin 35.
maddesinde ise umumi veya hususi mahallerdeki tarihi binalara ve diğer dikili olan eski
61
İhtifalci, a.g.e., s. 340; İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları Suriçi (Fatih) Camileri ve Mescidleri, (Ed.: Fatih
Dalgalı), C. 2, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı Kültür Varlıkları Projeler
Müdürlüğü, İstanbul 2015, s. 137; “Demirkapusu Mescidi”, REK. İ.A., C. 8, İstanbul 1966, s. 4388; Tahsin Öz,
İstanbul Camileri I-II, C.1, TTK, Ankara 2015, s. 47.
62
İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2, s. 144; “Elvan Mescidi”, REK. İA., C. 9, İstanbul 1968, s. 5028;
İhtifalci, a.g.e., s. 339; T. Öz, a.g.e., C. 1, s. 51.
63
Fazıl Ayanoğlu, "İstanbul'da Yola Kalbedilen Cami Vesaire", Vakıflar Dergisi, S. 8 (1969), s. 334.
64
Gülbin Gültekin, “Zeynep Sultan Camii ve Sıbyan Mektebi”, TVİA, C. 7, İstanbul 1994, s. 550.
65
İçerisindeki talebe ise geçici olarak çeşitli yerlere dağıtılmıştır. Bkz; M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 44.
66
Bu medrese de 1936 yılında yıktırılmıştır.
67
Müller-Wiener, a.g.e., s. 93.
24
eserlere zarar verenlerin ceza kanunun ilgili maddesi uyarınca cezalandırılacakları
kayda alınmıştır.68 Nizamnamede “umumi” ve “hususi” ayrımı yapılması özel
mülkiyete geçen tarihi eselere de bir koruma getirilmeye çalışıldığı intibaını
uyandırmaktadır.
19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde savaşların yarattığı tahrip,
İstanbul’un eski eserlerine de sirayet etmiştir. 1877-78 Rus Savaşından kaçıp İstanbul’a
gönderilen muhacirler bazı medreselere ve eski eserlere yerleştirilmişlerdir. Şüphesiz bu
durum da eski eserler üzerinde bir tahrip yaratmıştır. Örneğin; Davud Paşa Cami’nde
barınan muhacirler, caminin içerisinde ateş yaktığı için mukarnaslı mihrap zarar
görmüştür.69 17. yüzyılın sonlarında inşa edilip, Boğaziçi’nin en eski yalısı olarak
bilinen ve bugüne ancak divanhane kısmı gelen Amcazade Yalısı da göçmenlerin
tahribinden nasibini almıştır. Asıl yalı olarak bilinen harem kısmına 1878 Rumeli
bozgunundan kaçan muhacirler yerleştirilmiş, bu yüzden pek kısa bir zamanda harap
olmuş, arta kalan kısımları ise I. Dünya Savaşı içinde yıktırılmıştır.70
Aynı dönemde eski eserlerin yıkılarak yerine gelir getirecek modern han
binalarının yapıldığı da görülür. Mesela şehrin ilk külliyelerinden Mahmut Paşa
Külliyesi’nin hamamının kadınlar kısmı harap vaziyete düşmüş 1878 yılında tamamen
yıkılarak yerine Abud Efendi Hanı yaptırılmıştır.71 Yeni Cami Külliyesi’nin sıbyan
mektebi ve darülhadisi ise Postane-i Amire binasının yapımı için ortadan
kaldırılmıştır.72 Gelir getirmek için yapılan önemli bir düzenleme de yapıların işlevinin
değiştirilmesidir. Bu çerçevede hamam, imaret hatta medrese gibi yapıların bazı
parçaları ya da tamamı dükkâna dönüştürülmüştür. Örneğin; Eminönü Alaca Hamam’ın
kadınlar kısmının camekânı mağazaya dönüştürülmüştür.73
Aynı şekilde ekonomik çıkar sağlamak maksadıyla yıktırılan bir diğer yapı da
Elçi Hanı’dır. 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti’ne gelen yabancı elçiler bu handa
ikamet ettirilmiş, elçilik maiyetinde İstanbul’a gelen pek çok ressam şehri bu handan
resmetmiştir. Elçi Hanı, 1865 Hocapaşa yangınında harap olmuş, 1870’de aynı yerde bir
F. Gerçek, a.g.e., s. 266-270; N. Can, a.g.e., s. 1-5.
Ekrem Hakkı Ayverdi, “Davudpaşa Cami”, REK. İ.A, C. 8, İstanbul 1966, s. 4292.
70
Cahide Tamer, “Anadoluhisarı’nda Meşruta Yalı, Amucazade Hüseyin Paşa Yalısı”, REK. İA., C. 2, İstanbul 1959,
s. 824-827.
71
Müller-Wiener, a.g.e., s. 330.
72
T. Öz, a.g.e., C.1, s. 153.
73
“Alacahamam”, REK. İA., C. 1, İstanbul 1958, s. 570.
68
69
25
kütüphane yapılması kararlaştırılmış ancak bir müddet sonra II. Abdülhamid’e yakın
isimlerden Osman Bey’in mülkiyetine geçirilmiştir. Osman Bey de 1880’de (veya 1883)
hanın kalıntısını tamamen yıktırarak yerine Matbaa-i Osmâniyye denilen büyük binayı
inşa ettirmiştir.74
Tarihi eserlerin bu şekilde özel mülkiyete geçirilip kolayca yıktırılması
rahatsızlık yaratmış olacak ki 1884 yılında Osman Hamdi Bey tarafından hazırlanan
Asar-ı Atika Nizamnamesinde bu tarz eski eser tahriplerini önlemeye ilişkin maddelere
yer verilmiştir. Nizamnamenin 4. maddesinde; “Cemaat ve şahısların tasarrufları
altındaki arazi ve mekânlarda mevcut ve gömülü olan asar-ı atikayı hodbehot yıkıp
kaldırmağa arazi sahiplerinin salahiyetleri yoktur. Ve bu eserleri vaziyet-i asliyelerinde
korumak için lazım gelen tedbirleri hükümet alacaktır” ifadesi yer almaktadır.
Nizamnamenin 5. maddesinde bu dönemde hangi tahriplerin yaşandığı, zikredilen
yasaklarla gözler önüne serilmektedir. Buna göre sahipleri tarafından arazide ruhsatsız
keşfolunacak tarihi binaları, antik yolları, kale duvarlarını, burç istihkâmlarını ve
mezarları bozmak ve parçalayıp tahrip etmek yasaktır. Bu dönemde bazı harabelerden
toplanan mimari parçaların yeni inşaatlarda ve kireç ocaklarında kullanıldığı anlaşılmış
olacak ki eski eserlerde zarara sebep ve vesile olmamak için harabelerden 250 metre
mesafede kireç ocakları inşası ve eski eserlerin yakınında, bunlara zarar getirebilecek
her nevi inşaat ve ameliyat icrası yasaklanmıştır. Aynı madde içerisinde yıkılmış eski
binalarda yerde yatan taşların kaldırılması ile ölçmek ve resim kalıplarını almak için
velhasıl her ne maksatla olursa olsun eski binalara iskele kurulması da yasaklanmıştır.
Bu iskele ve araştırma yasağının tarihi binalara ait mimari parçaların sökülerek
çalınmasına engel olmak amacıyla eklendiği düşünülebilir.
Yine bu nizamnamede geçen ifadelerden Cumhuriyet döneminde sıkça görülen
yanlış kullanıma bağlı tahriplerin Osmanlı’nın son döneminde de yaşandığı
görülmektedir. Nizamnamenin 5. maddesinde eski eserleri gerek tümüyle gerek kısmen
özel maksatlar için kullanmanın, ev haline getirmenin, hububat, ot ve saman ambarı
yapmanın, tarihi parçaları havuz, yalak ve çeşme gibi yerlerde kullanmanın kesinlikle
yasak olduğu kayıt altına alınmıştır.75 Bu çağda eski eserler üzerinde yaşanan ilginç
“Matbaacı” lakabıyla tanınan Osman Bey’in bu davranışı pek hoş karşılanmamış ve 1890’da ölümü dolayısıyla
aleyhine yayınlar yapılırken bu tarihî eseri mülkiyetine geçirip yok edişi de kınanmıştır. Bkz; Semavi Eyice, “Elçi
Hanı”, TVİA, C. 3, İstanbul 1994, s. 148.
75
N. Can, a.g.e, s. 6-7.
74
26
tahrip faktörlerinden biri de bilinçsiz ellerce yapılan tamiratlardır. Sanat tarihi ve
restorasyon algısının henüz gelişmediği bir dönemde, tarihi abidelerin özellikle
tezyinatında temizleme ve güzelleştirme adına tahripkâr müdahaleler yapılmıştır.
Örneğin; Ayasofya Cami’nin 1847-1849 yılları arasında İsviçreli mimar G. Fossati
tarafından gerçekleştiren tamiratında hem mimari aksamında (payanda, eski hünkâr
mahfili gibi), hem de tezyinatında (çini ve kalemişleri gibi) bazı tarihî parçalar
kaldırılmıştır.76 1848-1851 yılları arasında tamirat gören Süleymaniye Camii’nde de
bazı kalemişleri ve çiniler kaldırılmış yerlerine Avrupa etkisinde süslemeler
uygulanmıştır.77 Sultanahmet Camii’nde ise benzer tahripkâr tamirat 1868 yılında
yapılmış yine bazı kalemişleri badana ile örtülmüş ve halıları Avrupa halıları ile
değiştirilmiştir.78
Modernleşme adına benzer bir tahrip de Çinili Köşk’te yaşanmıştır. 1873 yılında
Asar-ı Atika Müzesi’ne tahsis edilip müze binası olarak düzenlendiği sırada köşkte
bulunan çinilerin bir kısmı tahrip edilmiş, mevcut merdiven iptal edilerek dışarıdan
merdiven yapılmış, zeminine mermer döşenmiş, bazı bölme duvarlar, pencereler ve
ocaklar kaldırılarak yeni kapı ve pencereler açılmıştır.79 (Fotoğraf 5.) Sultanahmet
meydanında bulunan Örme Sütun’un 1894 yılındaki onarımı için Topkapı civarındaki
şehir surlarından taş alınmasına müsaade edilmesi de restorasyon-tahrip bağlamında
zikredilmesi gereken ilginç bir örnektir.80
Hasan Fırat Diker, Belgeler Işığında Ayasofya’nın Geçirdiği Onarımlar, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 2010, s.41, 72-86.
77
Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara
1995, s. 201.
78
Cumhuriyetin ilk yıllarında camilerle ilgili hazırlanan bir raporda durum şu sözlerle eleştirilmiştir; “Bu camiler
asırlar geçirmiş, çürüyen taşlar, dökülen kalem işleri, düşen çiniler hep birbirini takip etmiştir. Tarihin ve fiziki
çevrenin tahrip ettiği bu eserleri onarmak için cehalet ve bilgisizlik döneminde yapılan şey; sadece sıva, boya ve
badanada başka bir şey değildir. Pırlanta değerinde ince işlerin hepsi onarım adına yapılan bu mülevves tabakalarla
örtülmüştür. Bu tarihin yazdığı çok çirkin bir lekedir ki, şimdi bu lekeyi temizlemek vazifesi bize düşmüştür.” Bkz; N.
Öztürk, a.g.e., s. 201-202.
79
Semavi Eyice, “Çinili Köşk”, DİA, C. 8, İstanbul 1993, s. 339.
80
Emre Madran, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kültür Varlıklarının Korunmasına İlişkin Tutumlar ve Düzenlemeler:
1800-1950, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, Ankara 2002, s.63.
76
27
Fotoğraf 5. Müze Olduğu Dönemde Çinili Köşk. İ.B.B. Atatürk Kitaplığı Kartpostal Koleksiyonu,
Krt_005749.jpg.
28
2.3. XX. Yüzyılın Başlarında (1900-1922) Eski Eser Yıkımları ve Tahribi
Durdurmaya Yönelik Çalışmalar
İstanbul’da gerçek anlamda yıkımların ve tahriplerin 20. yüzyıl ile birlikte
başladığı söylenebilir. Büyük savaşlar öncesi bu dönemde İstanbul’da nüfus artmış,
demiryolu ve liman işletmelerinin de etkisiyle ticaret hayatı canlanmıştır. Bu gelişmeler
şehircilik sahasına da yansımış imar faaliyetlerine girişilmiştir. Bunlardan ilki sadece
fikir düzeyinde kalan Fransız Mimar Joseph Antoine Bouvard’ın (1840-1920) imar
planlarıdır. Saltanatının son yıllarına doğru İstanbul'un bakımsızlığı konusunda Avrupa
gazetelerinde yayımlanan yazılar üzerine II. Abdülhamid, o zamanki Paris elçisi Salih
Münir Paşa'yı İstanbul’da bulunduğu bir sırada makamına çağırarak şehir planları
yapılması için yardımcı olmasını istemiştir. Salih Münir Paşa'nın Fransa'daki girişimleri
olumlu sonuca ulaşır ve 1900'de Bouvard ile anlaşılır. Kendisine yardımcı olması için
İstanbul'un değişik yerlerine ait büyük ölçekli fotoğraflar yollanır. Bouvard İstanbul'u
görmeden, genel bir plan yerine şehrin çeşitli yerlerine ait noktasal düzenlemeler içeren
bir dizi öneriyi fotoğraflar yardımıyla Paris'te hazırlamıştır.81
Uygulanamayan ancak dönemin imar çalışmaları açısından ilginç öneriler sunan
bu planlar pek çok yıkım önerisini de beraberinde getirir. Örneğin Sultanahmet
Meydanı düzenlemesi için çizdiği görsellerde, Sultanahmet Medresesi ve Camii
avlusunun bir bölümü yoktur. Antoine Bouvard, Sultanahmet Külliyesi'ne ait
medresesinin yıkılmasını, kuzeyde kalan bahçesinin yok edilmesini, bunun yerine küçük
bir Fransız bahçesi yapılmasını önermiştir. Yine meydanın diğer yanındaki İbrahim
Paşa Sarayı'nın ortadan kaldırılarak, 480 m uzunluğunda cephesi olan anıtsal bir polis
müdürlüğü binasının yapılmasını tasarlamıştır.82
Bouvard’ın hazırladığı projeler arasında Beyazıd Meydanına ait tasarımlar da
bulunur. Yaptığı çizimde Seraskerlik Kapısı’nın tam karşısına gotik üslupta yüksek
kulesi olan başta Münih olmak üzere pek çok Avrupa şehrinde bir benzeri bulunan
belediye sarayı yerleştiren mimar, Bayezid Medresesi ile hamamını görsellerden
81
82
M. Rıfat Akbulut, “Joseph Antoine Bouvard”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 315-16.
Z. Çelik, a.g.e., s. 93-94.
29
kaldırmıştır. Önerisine göre buraya yan yana Endüstri ve Tarım Müzesi ile Milli
Kütüphane’nin büyük boyutlu binaları yapılacaktır.83
20. yüzyılın başlarında yol açma faaliyetlerine bağlı yıkımlar hız kazanmıştır.
1905 yılında Mimar Hasan Ağa Medresesi’nin bir kısmı yıktırılmıştır. İnşa tarihi
hakkında çok fazla bilgi bulunmayan ve günümüze ulaşamayan medrese, Çarşıkapı’da
Tavuk Pazarı yakınında olmalıdır. 1905’de yol genişletmesi sırasında medresenin
arsasına müdahale edilmiş ve üçgen bir arazi üzerinde üç oda, gezinti yeri ve bahçeden
ibaret kalmıştır.84 Bu dönemde ihmal kaynaklı tahriplerin de arttığı görülmektedir.
İstanbul’un en büyük hanlarından biri olan Büyük Valide Han yapıldığı tarihten 20.
yüzyıla kadar hiçbir ciddi tamir görmemiş, hanın bir kısmı 1906 senesinde çökmüştür.85
1906 yılında çıkarılan Osmanlı Devleti’nin son Asar-ı Atika Nizamnamesi’nde
de eski eser tahriplerine ilişkin bir madde mevcuttur. Esasen tahriplere yönelik 1884
Nizamnamesindeki hükümlerle benzer içeriğe sahip olan Nizamname, Cumhuriyet
döneminde 1973 yılında çıkarılan Eski Eserler Kanununa kadar yürürlükte olması
açısından da önemlidir. Nizamnamenin 8. maddesinde o dönemde sıkça yaşandığı
anlaşılan ve yasaklanan eski eser tahripleri şunlardır;
I-
Bina ya da her türlü taşınmaz eski eseri ne suretle olursa olsun yerinden
oynatmak, yıkmak, sakatlamak ve mahvetmek, veyahut yapılan tahrip
sonucu eski eserden kopan/ayrılan parçaları yetkili kurumlardan ruhsat
almadan zapt eylemek,
II-
Eserler ve taşınmaz eski binalara 300 metreden yakın kireç ocağı ve tuğla
harmanı inşa etmek,86
III-
Eski binalara gerek doğrudan ve gerekse herhangi bir vasıta ile zarar
verecek yakınlıkta her türlü çalışmada bulunmak,
IV-
Eski binaları ölçmek, kalıplarını ve stampajlarını yapmak için veya her
ne maksatla olursa olsun -özellikle ruhsatsız- eski eserlere iskele kurmak,
Semavi Eyice, “Bayezid Külliyesi”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 90.
M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 103.
85
“Büyük Valide Han”, REK. İA., C. 6, İstanbul 1963, s. 3313.
86
1884 Nizamnamesinde bu mesafe 250 metre olarak belirlenmişti.
83
84
30
V-
Eski eserler içerisinde ikamet etmek,
VI-
Eski eserleri ahır, zahire ya da ot ve saman ambarı ya da başka bir şekilde
kullanmak.
1906 Asar-ı Atika Nizamnamesi sayılan bu tür tahripleri yapanlara ceza kanunun
ilgili maddesi gereğince tazminat ve para cezası ile birlikte bir aydan bir seneye kadar
da hapis cezası öngörmektedir.87
II. Meşrutiyetin ilanından itibaren İstanbul’da geniş çaplı yıkımların ve
ihmallerin arttığı görülmektedir. Tıpkı Sirkeci Garı gibi, 1908 yılında inşası
tamamlanan Haydarpaşa Garı da bir caminin yıktırılmasına vesile olmuştur. Haydar
Dede Mescidi olarak anılan bu yapı, Nakşibendi Şeyhlerinden Buharalı Haydar Dede
(ö.1700)’nin tekkesi olarak inşa edilmiş, III. Mustafa zamanında son şeklini almıştır.
Haydarpaşa Garı yapılırken tekke ve mescit kaldırılmıştır.88 İlk inşası Fatih dönemine
dayanan Kalenderhane Medresesi’nin ve 16. yüzyılın ikinci yarsında inşa edilen Semiz
Ali Paşa Medresesi’nin bir kısmı 1909’da imar faaliyetleri çerçevesinde yıktırılmıştır.89
Yine Meşrutiyet’in ilk yıllarında yıkılma tehlikesi gösterdiği gerekçesi ile yeniden
yapılmak üzere, ilk yapımı II. Bayezid dönemine dayanan son tamirini 18. yüzyılda
gören Şeyh Vefa Camii, medresesi ile birlikte ortadan kaldırılmıştır. Ancak araya I.
Dünya Savaşı’nın girmesi nedeniyle arsa uzun süre boş kalmıştır.90 1910 yılında
Direklerarası semtine ismini veren Şehzadebaşı Damat İbrahim Paşa Külliyesi’nin
dükkânları önündeki mermer sütunlu revaklar caddeden geçecek elektrikli tramvay hattı
için sökülmüştür.91 Aynı cadde üzerinde yer alan ve ilk yapımı 17. yüzyıla dayanan
kubbeli, sütunlara dayanan bir şebekeyle çevrilmiş Meczup Osman Baba Türbesi de
yine aynı çalışma kapsamında bir gecede yıktırılmış, açık türbedeki diğer taşlarla
birlikte, Osman Baba’nın mermer lahit biçimindeki sandukası Şehzade Camii haziresine
87
N. Can, a.g.e., s. 70.
İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Üsküdar Tarihi, C. 1, Türkiye Yeşilay Cemiyeti Yayınları,
İstanbul 1976, s. 162.
89
M. Kütükoğlu, a.g.e., s.141; 249.
90
Baha Tanman, “Şeyh Vefa Külliyesi”, TVİA, C. 7, İstanbul 1994, s.174. Camii ancak 1990-1994 yılları arasında
yeniden inşa edilmiştir.
91
Raşit Çavaş, “Direklerarası”, TVİA, C. 3, İstanbul 1994, s. 60.
88
31
taşınmıştır.92 Yine Cerrahpaşa Külliyesi’nin Hamamı da bu dönemde terk edilmiş ve bir
kısmı tahrip edilmiştir.93
Meşrutiyet yıllarında Vakıflara bağlı eski eserler, yaşanan deprem ve yangınların
ardından harap vaziyete düşmüş, tamir de edilemeyerek mahalle aralarında yıkıntı
halinde bırakılmışlardır. Şehrin en kıymetli arazilerinde kalan ve artık istifade
edilemeyecek durumdaki bu tarz eserler, arsaları için elden çıkartılmış ve yıktırılmıştır.
Cumhuriyet döneminde de örnekleri görülen bu uygulamalar planlı bir şekilde, Ürgüplü
Hayri Efendi’nin94 Evkaf Nazırı olarak, Mimar Kemaleddin’in de Evkaf Nezareti İnşaat
ve Tamirat Müdürlüğü’nde görevlendirilmesi ile başlamıştır. Ürgüplü Hayri Efendi
1910 yılında Evkaf nazırlığına atandığında İstanbul’da boş vakıf arsaları ile harap ve
yıkık vakıf yapılarının yerlerine modern binalar yapılarak hem vakıf kültürünün yeni
hayat düzenine uyum sağlamasını hem de vakıfların gelirini arttırmayı hedeflemiştir.
Hükümetin de desteği ile 21 Mayıs 1911’de “Harap Mebani-i Vakfiyye ve Vakıf
Arsalarının Nakde Tahvili Hakkında Kanun” teklifi Meclis-i Mebusan’a sunulmuştur.
Tek maddelik kanun teklifine göre maksatları açısında menfaati bitmiş ve artık ihtiyaç
hâsıl olmayan vakıf binaları ile vakıf arsalarını nakde çevirmeye Evkaf Nezareti
yetkilidir. Kanun metninde “satılma, satış” gibi kelimelerin kullanılmamasına dikkat
edildiği, bu tabir yerine “nakit ile bilistibdal (değiştirme)” tabirinin kullanıldığı
görülmektedir. Madde hükmüne göre satıştan hâsıl olan meblağ ise yine kendi
cinslerinden olan hayır müesseseleri inşasına, bölgede buna ihtiyaç görülmediği
takdirde de civarında bulunan hayır müesseselerinin daimi masrafları temin edildikten
İhtifalci, a.g.e., s. 615.
1944 yılında bölgeyi gezen Reşad Mimaroğlu ancak birkaç parça moloza ve kurnaya rastlayabilmiştir. Reşad
Mimaroğlu, “Cerrahpaşa Hamamı”, REK. İA., C. 7, İstanbul 1971, s. 3507.
94
1867 yılında Ürgüp’te doğan Mustafa Hayri Efendi, Fâtih Medresesi’nden ve Mekteb-i Hukuk’dan mezun
olmuştur. Hem medreselerde hocalık hem de mahkemelerde hâkimlik yapan Hayri Efendi, Selânik’te iken İttihat ve
Terakkî Cemiyeti’ne katılmıştır. II. Meşrutiyet’in ilânından sonra Niğde mebusluğu ve Evkāf-ı Hümâyun nazırlığı
yapmıştır. Sait Halim Paşa kabinesinde Evkaf nazırı iken aynı zamanda 16 Mart 1914’te şeyhülislâmlığa da
atanmıştır. Hayri Efendi’nin Evkaf nâzırlığı ile şeyhülislâmlığı 6 Mayıs 1916’ya kadar sürmüştür. Bir süre köşesine
çekilen Hayri Efendi, Vahdeddin’in saltanatında 14 Ekim 1918’de kurulan İzzet Paşa kabinesinde Adliye Nazırlığı
görevini üstlenmiştir. İstanbul’un işgalinin ardından, İngilizler tarafından Malta’ya sürgüne gönderilmiş, serbest
bırakılmasının ardından Anadolu’ya geçerek Mustafa Kemal ve diğer devlet erkânıyla görüşmelerde bulunmuştur. Bu
tarihten sonra yaşlılığı ve hastalığı sebebiyle görev almayan Hayri Efendi, ömrünün geri kalan kısmını Ürgüp’te
geçirmiş ve 8 Ağustos 1922’de vefat etmiştir. Şeyhülislâm Hayri Efendi, üstlendiği meşihat ve bilhassa Evkaf
nazırlığı sırasında çok önemli ve köklü icraata girişmiştir. Bu icraatı, medrese-mektep programlarının ve vakıfların
ıslahı şeklinde başlıca iki noktada toplanabilir. Medrese ıslahatının ilk olarak İstanbul’dan başlaması uygun
görülmüş, İstanbul medreseleri bir heyet tarafından tek tek dolaşılarak çeşitli açılardan durumları tespit edilmiştir.
Hayri Efendi’nin Evkaf nazırlığı zamanında vakıflarda da önemli ıslahat ve gelişmeler sağlanmıştır. İmaretlerin
ıslahı, vakıf kiralarının arttırılması, vakıf müzesinin (Evkāf-ı İslâmiyye Müzesi) ve matbaasının (Evkāf-ı İslâmiyye
Matbaası) teşkili, kendine has mimarileriyle büyük vakıf hanlarının inşa edilmesi, Gureba Hastahanesi’nin yeni bina
ve imkânlara kavuşturulması, vakıf kütüphanelerinin tamiri, Fâtih Camii’ne elektrik tesisatı döşenerek ilk defa bir
vakıf eserin bu yolla aydınlatılması söz konusu gelişmeler arasında sayılabilir. Bkz; Mehmet İpşirli, “Hayri Efendi,
Mustafa”, DİA, C. 17, İstanbul 1998, s. 62-64.
92
93
32
sonra, bulundukları mahallerin ihtiyaçlarına dikkat ve itina edilerek evvela mescitler,
ikinci olarak sıbyan mektepleri ve medreseler üçüncü olarak hastane gibi hayır
müesseseleri inşası ve masraflarının karşılanması için kullanılacaktır.
Sunulan yasa teklifi hem Meclis-i Mebusan’da hem de Meclis-i Ayan’da uzun
tartışmalar yaratmıştır. Meclis-i Mebusan’da ilk sözü alan İzmir Mebusu Seyyit Bey,
memleketin pek çok yerinde artık istifade edilemeyecek derece harap vakıf eserleri
olduğunu, bunların başkalarının işgali altından kurtarılıp Evkaf İdaresi tarafından
değerlendirilmesi gerektiğini söyler. Ardından Çankırı Mebusu Mehmet Tevfik Efendi
söz alarak Evkaf Nazırının şahsına ve yapmak istediği uygulamalara karşı saygısı
olduğunu ancak geleceği düşününce maddeyi reddetme taraftarı olduğunu ifade eder.
“Tesis maksatlarına göre menfaati bitmiş ve artık ihtiyaç hâsıl olmayan” 95 gibi
ifadelerin bugün olmasa bile ileride Galata civarındaki pek çok camilerin, medreselerin
ve mescitlerin “cayır cayır yakılarak yerine mağazalar, apartmanlar” yapılmasına sebep
olacağından korktuğunu söyler. Bu sebeple ifadenin daha açık surette yazılmasını teklif
eder. Konuşmaya cevap veren Seyyit Bey kullanılan tabirin fıkhî bir terim olduğunu,
hiçbir vakit hiç kimsenin bu tabiri suiistimal ederek namaz kılınan bir camii veya içinde
tedrisat icra olunan bir medreseyi satmaya cesaret edemeyeceğini beyan eder.
Müzakerelerde ilginç olarak bir gayrimüslim mebus da söz alarak maddeye karşı
çıkmıştır. Serfice Mebusu Vanvaka Efendi konuşmasında satılması düşünülen mallara
ait bir listenin kanuna ek olarak verilmesinin daha doğru olacağını bildirerek “Bu
satılacak emval, emval-i menkule meyanında mescit ve camii gibi mebanî var mı? Ve
bunların istibdali şer’an caiz midir, değil midir?” diye sorar. Ardından söz alan Bursa
Mebusu Ömer Fevzi Efendi kanunu destekleyerek “Etrafında ehl-i İslam bulunan bir
mahalde hiçbir camii, hiçbir mescit yıktırılıp da satılamaz. Hiçbir medrese satılamaz.
Bunlardan katiyen emin olmalıyız” der.
Karesi Mebusu Abdülaziz Mecdi Efendi ise bu kanunun şer’i hükümler
içerdiğini, bu nedenle bu kararı alacak merciin meclis değil meşihat makamı olduğunu
söylemiştir. Tüm bu konuşmalar üzerine o sırada mecliste bulunan teklifin mimarı
Evkaf Nazırı Ürgüplü Hayri Efendi söz alarak kanunun içeriğine açıklama getirir;
Orijinal Metinde “Maksad-ı tesislerine nazaran menfaati fevt ve müstağni-i anha olan mebani-i vakfiyye”
şeklindedir.
95
33
“Evvela bir nokta hakkında fikirleri biraz tenvir etmek isterim. Bir
kere, Tevfik Efendi biraderimizin dediği gibi, mamur olan bir camii-i şerifi
lağıv ile tebdil etmek gibi bir fikir hiç kimsenin aklına gelmez. Zaten ne
madde-i kanuniyyede öyle şey var ve ne de böyle bir şey tasavvur olunabilir.
Ve bunlar zaten “müstağni-i anh” de değildir. Biz burada medrese gibi,
mektep gibi, çeşme gibi mesela harap olmuş, arsa haline gelmiş ve mezbele
ittihaz edilmiş mahalleri kastediyoruz. Bunların bulunduğu mevki itibariyle
de orada mektep yapmak, medrese yapmak imkânı yoktur ve yapmak için de
ne vakıf varidatı var ve ne de faydası vardır ve ona da ihtiyaç yoktur. Eğer
civarında yapmaya imkân ve ihtiyaç varsa, orada yapmak ve eğer ihtiyaç
yok ise, civarında bulunan ve cinsten olan emakin-i vakfiyyenin masarif-i
daimesi temin edildikten sonra, fazla kalan para ile oranın ihtiyacı nazar-ı
itibara alınacak. O ihtiyaç nedir? Orada mescid-i şerif yapmak lazım ise,
evvela o nazar-ı itibara alınarak mescid yapmak, mescid-i şerifeye ihtiyaç
yok ise, mekâtib-i iptidaiyyeye, medreseye ihtiyaç var ise onu yapmak. Ona
da ihtiyaç yoksa, hastahaneye ihtiyaç varsa onu yapmak yani o şeyi nakit ile
istibdal edip hâsıl olan mebaliğ ile bu suretle birtakım emakin-i mukaddese
vücuda getirmektir. Maksat işte budur. Yoksa hiçbir kimsenin hatır ve
hayaline gelmez ki mamur olan bir şeyi satalım da onun parasını başka bir
yere sarfedelim. Bu hatıra bile gelmez. Farz edelim ki gelse bile yapılamaz
bir şeydir.”
Ancak bu açıklamalar da tartışmaların önünü alamaz. Kanun üzerinde pek çok
değişiklik teklifi verilir ancak hiçbiri kabul edilmez. Bu teklifler arasında satılacak
eserlerin tarihi kıymetine dikkat çeken tek isim Denizli Mebusu Gani Bey’dir. Verdiği
değişiklik teklifinde, kanuna “tarih ve sanat açsından özel bir önemi olmayanlar”
ibaresinin eklenmesini ister ancak teklifi reddedilir. Hayri Efendi bu teklife “Zaten
kıymet-i tarihiyyesi olanlar muhafaza ediliyor efendim. Hatta bugün bizim elimizde
birçok harap binalar vardır ki, kıymet-i tarihiyyeleri hasebiyle bunları muhafaza
ediyoruz.” cevabını vermiştir. Ankara Mebusu Hacı Mustafa Efendi’nin söz alarak
kanun teklifinin İslam hukuku açısından herhangi bir mahsur taşımadığını açıklayan
34
konuşmasının ardından kanun teklifi altmış dört kabul, yirmi ret oyla kabul edilip
Meclis-i Ayan’a gönderilmiştir.96
24 Mayıs 1911’de Meclis-i Ayan’da ilk olarak komisyon tarafından incelenen
teklifin baş kısmına, gelen eleştirilerin dindirilmesi maksadı ve İslam hukukunun
mescitlerin ve camilerin hayır için bile olsa nakde çevrilemeyeceği hükmünce “gerek
mamur ve gerek harap mescit ve camilerden başka” ibaresi eklenmiştir. Satılacak
binaların gelirinden elde edilecek meblağ ile yapılacak hayır eserlerinin yine aynı
mahalde inşa edilmesini sağlamak maksadıyla “orada” ifadesi de kanun teklifine
eklenmiştir. Yapılan bu değişikliklerle dahi tasarı Meclis-i Ayan’da özellikle İslam
hukuku açısında tartışmalara yol açmıştır. Evkaf Nazırı Hayri Efendi, Meclis-i Ayan’da
da kanun teklifi ile ilgili kısa bir izahat vermiştir.
Meclis-i Ayan’a kanunun aleyhinde gönderilen bir telgraf da tartışmaların
şiddetini arttırmıştır. Mekteb-i Kuzat hocalarından Halis isimli bir zat, çekiği telgrafta
“Mesacid-i Şerife’nin ayaklar altında kalıp mahal-i fuhuşiyat olmasını şeriat-ı
İslamiyye’nin asla tecviz etmeyeceğini”, yapılacak kanuni düzenleme için meşihat
makamından fetva alınması gerektiğini yazmıştır. Evkaf Nazırı, İslam hukuku açısından
bu telgrafa meclis kürsüsünde cevap verse de bazı üyeler fetva makamından
sorulmadıkça rey vermekte tereddüt edeceklerini söylerler. Ancak oylama sonucu
komisyonun kabul ettiği değişiklik tasarısı kabul edilerek yeniden Meclis-i Mebusan’a
gönderilir.97
Meclis-i Ayan tarafından değiştirilen kanun teklifi Meclis-i Mebusan’ın
gündemine tekrar geldiğinde önce komisyona havale edilir.98 27 Mayıs 1911’de yeniden
görüşülen teklif aleyhte görüşler beyan edilse de önce Meclis-i Mebusan’da ardından da
Meclis-i Ayan’da kabul edilmiştir.99 Yapılan değişikliklerle kabul edilen kanun metni
şöyledir;
96
Oylamada çekimser oylar sayılmamıştır. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 103. İnikat, 8
Mayıs 1327 (21 Mayıs 1911), s. 1-22.
97
Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 68. İnikat, 11 Mayıs 1327 (24 Mayıs 1911), s. 316-318.
98
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 107. İnikat, 12 Mayıs 1327 (25 Mayıs 1911), s. 174.
99
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 108. İnikat, 14 Mayıs 1327 (27 Mayıs 1911), s. 214-215.
Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 70. İnikat, 14 Mayıs 1327 (27 Mayıs 1911), s. 376.
35
Harap Mebani-i Vakfiyye ile Vakıf Arsalarının Nakde Tahvili
Hakkında Kanun
Gerek mamur ve gerek harap cevami ve mesacid-i şerife’den maada
maksad-ı tesislerine nazaran menfaati fevt ve müstağni-i anha olan mebani-i
vakfiyye ile vakıf arsaların nakit ile bilistibdal, mebaliğ-i hasıla ile orada
kendi cinslerinden müessese-i aynıyye inşaatına ihtiyaç görülemediği
takdirde, civarında bulunan o kabîl müessese-i hayriyyenin masarif-i
daimesi temin edildikten sonra, bulundukları mahallerin ihtiyacatı nazar-ı
dikkat ve itinaya alınarak evvela mesacid-i şerife, saniyen mekatib-i
iptidaiyye ve medaris-i ilmiyye, salisen, hastahane gibi müessesat-ı hayriyye
inşasına ve masarif-i daimesini temine Evkaf Nazareti mezundur.100
Kabul edilen kanun ile İstanbul’da artık harap ya da arsa haline gelmiş vakıf
eserleri ile etrafı binalar tarafından sıkıştırılmış yahut yangın mahalline dönerek
tamamen ıssızlaşmış bir adanın ortasında kalan, artık işlevini sürdüremeyen eserler
tespit edilmeye başlanmıştır. Kanun hükmünde açıkça harap ya da mamur camii ve
mescitlerin satılamayacağı, satılacak harap hayır eserlerinin yerine de yeniden aynı
cinste eserlerin tesis edileceği, eğer bu mümkün değilse ihtiyaca göre mescit, mektep,
medrese hastahane gibi hayır müesseselerinin yapılabileceği belirtilmesine rağmen
Evkaf Nezareti bu hususlara dikkat etmeden harap durumdaki eserlerin yerinde gelir
getirecek pek çok yeni bina projelendirmiştir. Vakıfların mimarı Kemaleddin Bey bu
arsalar üzerine İstanbul’da 7 adet modern han binası projelendirmiştir.101
Yasa çerçevesinde Eminönü’nde 17. yüzyıl eseri olan Vani Efendi Medresesi
yıktırılarak yerine I. Vakıf Han102, yine Eminönü’nde Saka Çeşmesi ve Su Deposu
yıktırılarak II. Vakıf Han103, Beyoğlu’nda ilk yapılışı 17. yüzyılın başlarına dayanan
Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 68. İnikat, 11 Mayıs 1327 (24 Mayıs 1911), s. 317.
Yıldırım Yavuz, “Mimar Kemalettin Bey (1870-1927)”, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi, C. 7, S. 1, Bahar
1981, s. 63.
102
Mimar Kemaleddin tarafından 1911’de tasarlanan hanın inşaatı 1918 yılında tamamlanmıştır. İş muhitinin
ortasında kaldığı gerekçesi ile yıktırılan Vani Mehmet Efendi Medresesi’nin hatırası ise yine Mimar Kemaleddin
tarafından Zeynep Sultan Cami’nin bitişiğinde aynı yıllarda inşa edilen modern binada yaşatılmaya çalışılmıştır.
Yıldırım Yavuz, “Birinci Vakıf Han”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 243; M. Kütükoğlu, a.g.e, s. 57-59.
103
Mimar Kemaleddin tarafından 1912’de tasarlanan hanın inşaatı 1914 yılında tamamlanmıştır. İkinci Vakıf Han,
Eminönü’nde Sultanhamam meydanında Saka Çeşme Sokağı’nın başında yer alır. Hanın bulunduğu arsa üzerindeki
eski Saka Çeşmesi ve buna bağlı su deposu, han yaptırılırken Evkaf Nezaretince yıktırılmış, ancak adı sokağa
verilerek anısının yaşatılmasına çalışılmıştır. Kemaleddin Bey hanın ön cephesinin sağ köşesinde yeni bir çeşme
yapılmasını önermişse de gerçekleşememiştir. Yıldırım Yavuz, “İkinci Vakıf Han”, TVİA, C. 4, İstanbul 1994, s. 148.
100
101
36
Kuloğlu Camii ve Hacı Ferhad Ağa Sıbyan Mektebi yıktırılarak III. Vakıf Han 104,
Vezneciler civarındaki 18. yüzyıl eseri Kaptan İbrahim Paşa Külliyesi’nin hamamı
yıktırılarak Medresetû’l Kuzat Binası105, Laleli Camisi’nin yangın geçirmiş harap
medresesi yıktırılarak Harikzedegân Apartmanları106 yaptırılmıştır. Yine aynı dönemde
Çemberlitaş Atik Ali Paşa Külliyesi’nin harap durumdaki imareti yıktırılarak yerine bir
vakıf han yaptırılmak istenmiş, Mimar Kemaleddin tarafından projelendirilerek temeli
atılmış, ilk katın beton kolonları atıldıktan sonra sürdürülememiş uzun yıllar böylece
kalan inşaat daha sonra kaldırılmıştır.107
Çıkarılan kanunla yaşanan yıkımlar arasında en kapsamlı olanı ise Suriçi
İstanbul’unun son büyük külliyesi olarak anılan Bahçekapı’daki I. Abdülhamid
Külliyesi’nin (1780/1781) parçalanarak bir kısmının yıktırılmasıdır. Küçük bir mescit,
medrese, kütüphane, imaret, sıbyan mektebi, sebil ve ardından eklenen I. Abdülhamid
türbesi ile Osmanlı-Barok tarzının İstanbul’daki önemli örneklerinden olan külliye,
Hamidiye Caddesi’nin iki tarafına yayılmış bulunuyordu. I. Abdülhamid’in oğlu II.
Mahmud döneminde en parlak dönemini yaşayan ve önemli gelirler bağlanan Hamidiye
Külliyesi 20. yüzyılın başında ticaret mahallinin ortasında kalmıştır.
17. yüzyılın başlarında sarayda çamaşırcıbaşı olarak çalışan Kuloğlu Mustafa Bey tarafından yaptırılan Beyoğlu
Kuloğlu Cami 20. yüzyılın başlarına geldiğinde harap bir hale düşmüş, yanındaki Hacı Ferhad Ağa Sıbyan Mektebi
ile birlikte etrafında namaz kılacak Müslüman nüfus kalmadığı gerekçesi ile Evkaf Nezaretince yıktırılarak yerine
Mimar Kemaleddin’e 1911-1913 yılları arasında III. Vakıf Han yaptırılmıştır. Evkaf nezareti yıktırdığı bu camiye ve
sıbyan mektebine karşılık, hem camisi olmadığı hem de Kuloğlu Vakfı’nın kendi arazisi olduğu için 1913 yılında
Bostancı’ya bugünkü mevcut Kuloğlu Cami’ni ve mektebini yaptırmıştır. Hakan Arlı, “Bostancı Cami”, TVİA, C. 2,
İstanbul 1994, s. 305 ; Yıldırım Yavuz, “Üçüncü Vakıf Han”, TVİA, C. 7, İstanbul 1994, s. 334; N.Öztürk, a.g.e.,
s.270. İhtifalci Mehmet Ziya Bey ise Bostancı’da yapılan mektebin Bahçekapı’da yıktırılan I. Abdülhamid Sıbyan
Mektebi’nin yerine yaptırıldığını kaydeder.
105
II. Mahmud zamanında hamam, Takvimhane Matbaası olmuş, sonra rüştiyeye ve 1889'da da dilsiz okuluna
çevrilmiştir. 1894'teki depremden zarar gören binanın yerinde Mimar Kemaleddin tarafından bir medreseler enstitüsü
olarak 1911’de tasarlanan Medresetû’l Kuzat binası 1913 yılında tamamlanmıştır. Cumhuriyetten sonra medreseler
kapatıldığında bina İstanbul Üniversitesi'ne Merkez Kütüphanesi olarak düzenlenmiş günümüzde de İ.Ü. Nadir
Eserler Kütüphanesi olarak hizmet vermektedir. Yıldırım Yavuz, “Medresetû’l Kuzat”, TVİA, C. 5, İstanbul 1994, s.
226; Emine Naza, “Kaptan İbrahim Paşa Cami”, TVİA, C. 4, İstanbul 1994, s. 433.
106
Laleli Medresesi 1911’deki yangınla harabeye dönmüştür. Restore edilmek yerine Mimar Kemaleddin tarafından
arsasına 1918 Cibali yangınında açıkta kalmış aileler için Harikzedegan Apartmanları projelendirilmiştir. Gülsün
Tanyeli, “Laleli Külliyesi”, TVİA, C. 5, İstanbul 1994, s. 192; Doğan Kuban, “Laleli”, TVİA, C. 5, İstanbul 1994, s.
189.
107
Semavi Eyice, “Constantinus Forumu”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 440. İnşaatı dönemin Şehremini Cemil Paşa,
Evkaf İdaresi ile arasında olan sıkıntılar dolayısıyla durdurmuştur. Durumu hatıralarında şöyle
nakleder;“Çemberlitaş’ın ta dibindeki Evkafa ait arsaya büyük bir han yaptırmaya kalktılar. İnşaata hemen
başlanması emri verilmiş. Zemini kazıp putrelleri koymuşlar bile!... Bin müşkülatla inşaatı durdurdum.” Cemil
Topuzlu, İstibdat-Meşrutiyet- Cumhuriyet Devirlerinde 80 Yıllık Hatıralarım, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi Yayınları, İstanbul 1982, s. 138-139.
104
37
Fotoğraf 6. Eminönü Hamidiye Caddesi’nde Sultan I. Abdülhamid Külliyesi’nin Yıktırılan
Sıbyan Mektebi ve Taşınan Sebili. Ahmet Hamdi Bülbül, “IV. Vakıf Han’ın Yerindeki Önemli
Eser: Hamidiye İmareti”, Restorasyon Yıllığı, S. 4 (2012), s. 11.
Evkaf Nezareti, 1911 yılında çıkarılan Şehzade, Fatih, Nur-u Osmaniye, Laleli
ve Üsküdar imaretleri haricindeki tüm imaretlerin kapatılması kanunu vesilesi ile
kapatılan Hamidiye imareti binasını yeniden değerlendirmek ister.108 Evkaf Nazırı
Hayri Efendi, harap durumdaki vakıf mallarının satılmasına yönelik kanunun Meclis-i
Mebusan’daki görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmasında “Yoksa hiçbir kimsenin hatır
ve hayaline gelmez ki mamur olan bir şeyi satalım da onun parasını başka bir yere
sarfedelim. Bu hatıra bile gelmez. Farz edelim ki gelse bile yapılamaz bir şeydir”
demesine rağmen son derece mamur olan Hamidiye Caddesi’nin kuzey tarafında kalan
imaret ve sıbyan mektebini yerine IV. Vakıf Han yapılması için yıktırılmıştır. 1913
yılından önce yıktırılan109 iki binanın da plan ve rölöveleri alınmadığı ve ciddi suretle
fotoğrafları çekilmediği için elimizde bu binalar hakkında ancak kapılarını gösteren
birkaç fotoğraf kalmıştır. (Fotoğraf 6.-7.-8.-9.) İmaret binası ile birlikte hemen önündeki
Hattat Yesarizade Mehmet Efendi imzalı kitabesi bulunan Türk Rokokosu üslubunun
Ahmet Hamdi Bülbül, “IV. Vakıf Han’ın Yerindeki Önemli Eser: Hamidiye İmareti”, Restorasyon Yıllığı, S. 4
(2012), s. 6-16.
109
İ. Birol Alpay, “Abdülhamid I Külliyesi”, TVİA, C.1, İstanbul 1993, s. 36; İhtifalci yıkım tarihini (1333)
1914/1915 olarak verirken Yıldırım Yavuz 1912 olarak verir. Yıldırım Yavuz, “Dördüncü Vakıf Han”, TVİA, C. 3 s.
102.
108
38
Fotoğraf 7. Sultan I. Abdülhamid İmareti’nin Giriş Kapısı. Fotoğraf 8. Sultan I. Abdülhamid
İmareti’nin Avluya Açılan Kapısı. Ahmet Hamdi Bülbül, “IV. Vakıf Han’ın Yerindeki Önemli Eser: Hamidiye
İmareti”, Restorasyon Yıllığı, S. 4 (2012), s. 13-14.
Fotoğraf 9. Sultan I. Abdülhamid İmareti’nin Avlusu.
Fotoğraf 10. Sultan I. Abdülhamid İmareti’nin Giriş
Kapısının Yan Cephesinde Yer Alan Çeşme. Ahmet
Hamdi Bülbül, “IV. Vakıf Han’ın Yerindeki Önemli Eser:
Hamidiye İmareti”, Restorasyon Yıllığı, S. 4 (2012), s.
13-14.
39
güzel bir örneği sayılan çeşme de yıktırılmıştır.110 (Fotoğraf 10.) Sıbyan Mektebinin
önündeki zarif sebil bugün bulunduğu Zeynep Sultan Cami’nin önüne taşınırken111
İmarete ait bazı kitabeler de Evkaf-ı İslamiye müzesine kaldırılmıştır.112 Şehrin en
merkezi yerinde, harap durumda da olmayan iki önemli hayır eserinin yıktırılması
dönemin münevverleri arasında da infial uyandırmıştır. İhtifalci Mehmet Ziya eserinde
vakıflarda görevli zatları kastederek “Evkaf Müsteşarlığında bulunan evliya-ı umur”,
Mimar Kemaleddin’i kastederek “sahib-i kemâl mimarlarımız” nezdinde eserlerin
yıktırılmaması için “yana yakıla” girişimlerde bulunduğunu söylese de bir sonuç
alamamıştır. İhtifalci’ye göre bu dönemde Vakıflar personelinin ve mimarlarının bazı
tarihi eserlerin yıktırılmasına göz yummaları, yapıların mimari üslupları ile ilgilidir.
Yaptığı girişimlerde sık sık
“Bu bina Avrupa tarzındadır, rokokodur”, “Frenk
tarzındadır” cevabını aldığını söyler.113
Hamidiye Külliyesi’nin Hamidiye Caddesi’nin güney tarafında kalan medrese ve
kütüphane binalarının da yıktırılması ve yerine bir han yapılması planlanmış, bu iki
yapının hatırasını yaşatmak için Sultan Selim Külliyesi’nin harap durumdaki imareti
yıktırılarak114 yerine yine Mimar Kemaleddin tarafından modern bir Abdülhamid-i
evvel Medresesi inşa edilmiştir. Ancak Bahçekapı’daki medrese ve kütüphane
yıktırılmamış başka amaçlarla kiraya verilmiştir.115
Aynı külliye ile ilgili ve Osmanlı döneminde yaşanan yıkımların ve yıkım
planlarının ne dereceye kadar geldiğini gösteren önemli bir tasarı da İhtifalci Mehmet
Ziya Bey’in kaydettiği I. Abdülhamid Türbesi’nin yıkımı projesidir. İstanbul ve
Boğaziçi isimli eserinde Mehmet Ziya, tarih ve isim vermeden116 bazı kimselerin bu
türbenin ve haziresinin yıktırılarak yerinin değiştirilmesini teklif ettiğini, bu kişilere
“Abdülhamid I Çeşmesi”, REK. İ.A., C. 1, İstanbul 1958, s. 92.
Hamidiye Külliyesi’nin sebili ilk yapıldığında I. Abdülhamid Türbesi sırasındaydı. Cadde genişletmeleri sırasında
Sıbyan Mektebi önüne alınmış, mektep yıktırılınca bugün bulunduğu Zeynep Sultan Cami’nin önüne taşınmıştır.
Bkz; İhtifalci, a.g.e., s. 427.
112
İhtifalci, a.g.e., s. 426-429.
113
İhtifalci, a.g.e., s. 426-427.
114
Müller-Wiener, a.g.e, s. 478.
115
Medrese, 1926 yılında yıktırılıp yerine bir borsa binası yapılması şartı ile Evkaf İdaresi tarafından Ticaret ve
Zahire Borsası’na tahsis edilmiştir. Ancak yapı, müzeler idaresinin karşı çıkması ile yıktırılmamış, borsa ihtiyaçlarına
cevap verecek bir biçimde düzenlenerek kullanılmıştır. İ. Birol Alpay, “Abdülhamid I Külliyesi”, TVİA, C. 1, İstanbul
1993, s. 36; Semavi Eyice, “Hamidiye Külliyesi”, DİA, C. 15, İstanbul 1997, s. 465; M. Kütükoğlu, a.g.e, s. 56; Son
Posta, 04.02.1936.
116
İhtifalci, Muhafaza-i Asar-ı Atika Encümen-i Daimisi’nden bahsettiğine göre 1917 sonrası olmalıdır.
110
111
40
destek olarak da Tasvir-i Efkâr Gazetesinde “ne medfûnun ve ne de medfenin bir kıymeti tarihiyesi vardır” nevinden yazılar yayınlandığını kaydeder. Bu yıkım planının
uygulanamamış olmasını ise kendisinin de üyesi bulunduğu Muhafaza-i Asar-ı Atika
Encümen-i Daimisi’nin gerek Evkaf gerekse Şehremaneti nezdinde yaptığı teşebbüslere
bağlamaktadır.117 Yine yıkım tasarılarının ne dereceye kadar uzandığını gösteren bir
başka örnek Topkapı Sarayı Ağalar Cami’dir. Enderun ağalarının vakit namazlarını
kılabilmesi için Fatih Sultan Mehmed döneminde inşa edilen camii, 1881’e kadar açık
kalmış, bu tarihten sonra bir kısmı eşya deposu bir kısmı yemekhane olarak
kullanılmıştır.118 1910’dan sonra kurşun örtüsü de söküldüğünden dört duvar haline
gelmiş yıktırılması dahi teklif edilmiştir.119
Zikredildiği üzere Hayri Efendi’nin Evkaf Nazırlığı döneminde Vakıflara ait
gelir ve gideri sağlayan İstanbul’daki bütün gayrimenkullerin kaydı tutulmaya
çalışılmıştır.
Bu çerçevede 1912-1914 yılları arasında Sıbyan Mektepleri tek tek
dolaşılarak teftiş edilmiş, öğrenci sayıları, eğitimin kalitesi ve çoğu tarihi eser olan
mekteplerin fiziki durumları yerinde incelenmiştir.120 (Tablo 1.) 1914 yılında ise
İstanbul medreseleri aynı teftişe tabi tutulmuştur.121 İlginç olarak bu iki raporda da
yapıların
çevresel
şartların
değişmesi
ile
artık
amacına
uygun
olarak
kullanılamayacağını bildirilmiş, hatta bazı tarihi medrese ve mekteplerin dönemin
şartlarına uygun olmadığı gerekçesi ile yıktırılıp, başka bir yerde yeniden yapılması
istenmiştir.122 Örneğin Sirkeci’deki Kamer Hatun Mektebi’nin 30 Mart 1913 deki
teftişinde “mektep olamaz çünkü civarında birkaç haneden başka Müslüman kalmamış,
binaenaleyh birkaç sene sonra onlar da oturamayacakladır” notu düşülmüştür.123
Sirkeci’de bulunan bir başka mektep olan Mirimiran Mehmet Paşa Mektebi’nin
teftişinde ise “o civarda lüzumu yoktur. Civarı dükkân mağaza ve hristiyandan
İhtifalci, a.g.e, s. 413.
“Ağalar Cami”, REK. İA., C. 1, İstanbul 1958, s. 247.
119
T. Öz, a.g.e, C. 1, s. 19. Ağalar Camii, Cumhuriyet döneminde tamir edilerek Topkapı Sarayı Müzesi Yazma
Eserler Kütüphanesine tahsis edilmiştir.
120
Ali Naci Özyalvaç, Bir Müfettiş Raporuna Göre Erken 20. Yüzyıl İstanbul’unda Suriçi Sıbyan Mektepleri, Yıldız
Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2010, s. 1.
121
İstanbul Müftülüğü Şeriyye Sicilleri Arşivi Ders Vekaleti Medrese ve Müderris Defteri adıyla kayıtlı olan ve
Mübahat Kütükoğlu tarafından yayınlanan belgeye göre 1914'te İstanbul'da 185 medrese bulunuyordu. (Günümüze
80 kadarı ulaşabilmiştir.) Defterdeki ayrıntılı saptamalarda medreselerin hücre sayısı ve şadırvan, helal,
çamaşırhane, gibi işlevsel birimleri belirtilmiş aydınlanma, havalanma, nem sorunları hakkında gözlemlerde
bulunulmuştur. Yapılar arasına sıkışmış, avlusu dar, iyi aydınlanmayan, sağlık koşulları uygun görülmeyen,
donatıları yetersiz, harap medreselerin yıkılması önerilmiştir. Bkz; Zeynep Ahunbay, “Medreseler”, TVİA, C. 5,
İstanbul 1994, s. 322.
122
Bu konuda verilen bir örnek Divanyolu’ndaki Köprülü Mehmet Paşa Medresesi’dir. Bkz; M. Kütükoğlu, a.g.e., s.
73.
123
A. N. Özyalvaç, a.g.t., s. 122
117
118
41
ibarettir” denilmiştir.124 Kılıç Ali Paşa Medresesi ile ilgili düzenlenen raporda ise
Galata’nın, ticari piyasaların merkezinde oluşu ve etrafının apartmanlarla çevrili
bulunması dolayısıyla medreseden başka bir maksatla kullanılması daha doğru
bulunmuştur.125
Tablo 1. 1912-1914 Yılları Arasında Yapılan Sıbyan Mektepleri Teftişinde Bazı
Mekteplerinin Tahrip ve Yanlış Kullanım Durumları
Sıbyan Mektebinin Adı
Bayram Paşa
Teftiş Tarihi
4 Şubat 1913
Durumu
Mektebin
bir
kısmı
yola
gitmiştir.126
Çelebi Mehmet Efendi
19 Ocak 1913
İçerisinde
bir
kadın
ikamet
ettiğinden kapalıdır.127
Emin
Ganem
Mustafa
-
Çavuş
İki seneden beri kapalı olan mektep
muhacirlere barınak olmuştur.128
Mektep süresiz olarak tatil edilmiş
Fatma Sultan
23 Şubat 1913
olup,
bir
hocalarından
kısmında
merhum
eski
Tahsin
Efendi’nin eşi Muzaffer Hanım
otururken
diğer
kısımları
da
başkasına kiraya vermiştir.129
A. N. Özyalvaç, a.g.t., s. 129.
M. Kütükoğlu, a.g.e, s. 312.
126
A. N. Özyalvaç, a.g.t., s. 72.
127
A. N. Özyalvaç, a.g.t., s. 77.
128
A. N. Özyalvaç, a.g.t., s. 85.
129
A. N. Özyalvaç, a.g.t., s. 90.
124
125
42
Gazi Yahya Paşa
25 Şubat 1913
Teftişten bir vakit önce muhacirlere
barınak olarak kullanılan yapı daha
sonra
tahliye
ettirilerek
temizletilmiştir.130
Muslih Mustafa Çavuş
4 Mart 1913
Teftiş
raporunda
yakında
yol
geçeceği için Belediye tarafından
istimlak
edilerek
yıktırılacağı
bildirilmektedir.131
Nişanca Mektebi
19 Ocak 1913
Teftişten bir vakit önce muhacirlere
barınak olarak kullanılan yapı daha
sonra
tahliye
ettirilerek
temizletilmiştir.
132
Vakıflar ve Mimar Kemaleddin açısından dikkati çeken bir diğer husus ise 20.
yüzyılın başında harap hale düşen bazı vakıf eserlerinin tamir/restore edilmek yerine,
yukarıda zikredilen yasa çerçevesinde yıktırılarak aynı işlevde aynı isimli yeni binaların
yapılmış olmasıdır. Mimar Kemaleddin üzerine yapılan çalışmalarda Vakıflar’da
çalışarak eski eserleri yakından inceleme şansına sahip olması hasebiyle Türk
restorasyon tarihinde önemli bir yeri olduğu vurgulanır.133 Gerçekten de restorasyon
bilgisi ile Mescid-i Aksa’nın restorasyonunda yer alması onu uluslararası mimarlık
camiasına da tanıtır.134 Ancak Mimar Kemaleddin’in İstanbul’da vakıf malı olan bazı
eserleri restore etmek/kurtarmak yerine yıkılmasına göz yumması bir mimar olarak
kendi projelerini bu vasıta ile uygulama şansı bulması olarak değerlendirilebilir. Bir
başka bakış açısına göre ise bu durum, artık çağın koşullularına uyum sağlayamayan
mimari yapıların yerine yine aynı işlevde, vakıf kültürüne hizmet eden modern binalar
yapılması olarak değerlendirilebilir. Ancak her iki değerlendirmede de tarihi eser
A. N. Özyalvaç, a.g.t., s. 97.
A. N. Özyalvaç, a.g.t., s. 132.
132
A. N. Özyalvaç, a.g.t., s. 136.
133
Y. Yavuz, a.g.m, s. 62.
134
Ahmet Vefa Çobanoğlu – Özkan Ertuğrul, “Kemaleddin Bey, Mimar”, DİA, C. 25, İstanbul 2002, s. 231.
130
131
43
Fotoğraf 11. Mimar Kemaleddin’in Müdahalesinden Önce Bebek Camii.
http://www.eskiistanbul.net/1936/bebek erişim tarihi; 15.09.2018.
statüsünde olan binaların ya da kalıntıların şehrin görsel hafızasından silindiği değişmez
bir gerçektir.
Zikredilen çerçevede Mimar Kemaleddin tarafından harap durumdaki Fethiye
Medresesi ile Kamer Hatun Camii 1911 yılında, Bebek Camii ile Üsküdar Ayazma
Mektebi ise 1913 yılında yıktırılarak aynı yerde, aynı isimde ve işlevde yeni yapılar inşa
edilmiştir.135 (Fotoğraf 11.) Mimar Vedat Tek’in de Hobyar Mescidi’nde benzer bir
uygulamaya gittiği görülmektedir. 1473/74 gibi İstanbul için erken sayılabilecek bir
tarihte inşa edilmiş Hobyar Mescidi elimizdeki bir fotoğraftan anlaşıldığına göre
1900’lü yılların başına sağlam denilebilecek bir şekilde ulaşmış, Fatih devri mimarisinin
küçük boyutlu, kare planlı, tek kubbeli, kargir mahalle mescitlerinin belki de tek örneği
Hakan Arlı, “Bebek Cami”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 116. Kamer Hatun Cami ilk olarak Yavuz Sultan
Selim’im süt annesi Kamer Hatun adına yaptırılmıştır. Bkz; T. Öz, a.g.e., C. 2 s. 34. Fethiye Medresesi 16. yüzyıl
eseridir. Mimar Kemaleddin kendi medrese projesinde avlu duvarlarını da kaldırılarak külliyenin bütünlüğüne zarar
vermiştir. Bkz; Semavi Eyice, “Fethiye Cami” TVİA, C. 3, İstanbul 1994, s. 300; Yıldırım Yavuz, “Fethiye
Medresesi”, TVİA, C. 3, İstanbul 1994, s. 301-302. Yıldırım Yavuz, “Mustafa III Mektebi”, TVİA, C. 5, İstanbul
1994, s. 555.
135
44
idi.136 1905’de başlanan Büyük Postahane inşaatı sırasında tarihi eserin zarar gördüğü
ve 1907 yılında tamir edilmek yerine yıktırılarak yerine Vedat Tek tarafından yeni bir
mescit tasarlandığı anlaşılmaktadır.137 (Fotoğraf 12.)
Fotoğraf 12. Büyük Postahane Binası İnşaatı Sırasında Temelleri Zarar Gördüğü İçin Yıktırılan Eski
Hobyar Mescidi. Arzu Kaboğlu, Hobyar Mescidi, Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türk
Sanatı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2010, s. 40.
136
Arzu Kaboğlu, Hobyar Mescidi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Sanatı Anabilim
Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2010, s.19; Tahsin Öz, a.g.e., C.1, s.73.
137
Afife Batur, M. Vedat Tek Kimliğinin İzinde Bir Mimar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2003, s. 94.
45
Şüphesiz İstanbul’da yıkımlar dendiğinde akla gelen önemli bir isim de Şehremini
Operatör Cemil (Topuzlu) Paşa’dır.138 18 Ağustos 1912 - 7 Kasım 1914 tarihleri
arasında İstanbul Şehreminliği yapan Cemil Paşa, şehrin imarına önem vermiş ancak
yaptığı yanlış uygulamalarla pek çok tarihi eseri de yok etmiştir. Öyle ki bir tarihi eseri
yıkma çabası Heyet-i Vükela tarafından engellenince istifasını sunmaktan dahi
çekinmemiştir. Şehremini Cemil Paşa’nın İstanbul’a yaptığı hizmetlerin başında
Topkapı Sarayı’nın Gülhane bağçesinin 1912 yılında park olarak düzenlenerek halka
açması gelir. Cemal Paşa aracılığıyla Sultan V. Mehmed’den gerekli müsaadeyi alan
Cemil Paşa ilk olarak II. Abdülhamid döneminde yapılan kışlaları yıktırmıştır.139
Ardından Topkapı Sarayı’na ait set duvarlarını ve bazı Bizans kalıntılarını yıktırarak,
arkeolojik katmanları tahrip etmiştir.140 İhtifalci Mehmet Ziya Bey, Cemil Paşa’nın
yaptığı yıkımları şu sözlerle eleştirmiştir;
“Her millet kendi tarihine, milli hatıralarına hürmet ve onu
muhafaza etmekle mükellef iken bu tarihi eserleri asla nazar-ı dikkate
almayarak tahribata devam ve böylece asırlardan beri insanlık hafızasında
yer tutan bir takım tarihi hatıraları –her türlü itirazlara ve haklı
müdafaalara rağmen- imha edilmişti... Bizde henüz bilim vicdanı, milli
vicdan şahsi fikirlere galebe çalmamış olduğundan tarihini, milletini
sevenlerin yaptıkları şikâyetler henüz karşılık bulamamıştır. Her şeyi
Avrupa’dan taklit etmeyi gurur ile ilan ettiğimiz bir devirde bu gibi milli
eserler hakkında yine Avrupa’da ne derecelere kadar hürmet gösterdikleri
1866 Yılında İstanbul’da doğan Cemil Topuzlu 1886’da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’yi yüzbaşı rütbesi ile
bitirmiştir. 1887-1890 arasında Fransa’da tahsiline devam etmiş yurda dönüşünün ardından çeşitli hastanelerde
cerrahi operatörlük yapmıştır. Yaptığı pek çok ameliyat ile İstanbul seçkinleri arasında şöhreti yayılan Cemil Bey
1905 tarihinde müşir rütbesine yükseltilmiştir. 1909’dan itibaren Tıp Fakültesi dekanlığı yapmış, 21 Ağustos 1912’de
İstanbul Şehreminliğine tayin edilmiştir. 21 Kasım 1914’e kadar sürdürdüğü bu görevinde şehirde imar ve temizlik
hareketlerine girişmiş, ilk modern belediyecilik uygulamalarını hayata geçirmiştir. Mayıs 1919- Şubat 1920 arasında
ikinci defa yaptığı Şehreminliğinin ardından Nisan 1920’de Damat Ferid Paşa kabinesinde Nafia Nazırlığı görevini
kabul etmiştir.1920’de Nice’e gitmiş 1929’dan itibaren İstanbul’a dönmüştür. Bu tarihten sonra siyasetle
ilgilenmemiş şehir hakkındaki görüşlerini günlük gazetelerde aktarmıştır. Cemil Topuzlu 24 Ocak 1958’de
İstanbul’da vefat etmiştir. Nuran Yıldırım, “Cemil Topuzlu”, TVİA, C. 7, İstanbul 1994, s. 296.
139
C. Topuzlu, a.g.e., s. 109-110.
140
Cemil Topuzlu, Topkapı Sarayı’na ait setlerin yıkımı sırasında karşılaştığı ilginç bir olayı şöyle anlatır; “Bir gün
bu saraya ait duvarlardan biri yıkılırken ben nezaret ediyordum. Duvarın dibini kazan ameleden biri, aman burada
ölü yatıyor, diye bağırdı! Koştuk, duvarın içindeki iskeleti meydana çıkarttık, yanında bir takım mücevher parçaları,
küçük inci küpeler bulundu. Vaktiyle bu sarayda öldürülerek eşyasıyla gömülmüş bir kadın olduğu anlaşıldı. Bu
eşyayı müze müdiriyetine teslim ettik, ayrıca hükümete de resmen bildirdik.” C. Topuzlu, a.g.e., s. 110.
138
46
aranmalı, hiç olmazsa eski eserlere dair Avrupa’da neşrolunan ilim
eserlerini okuyarak biraz ibret almalı idik.”141
Parkın içinde yapılan düzenlemelerin ardından sıra parkı çeviren Sur-ı
Sultanî’nin bazı kısımlara gelir. Cemil Paşa, parka girişi sağlayan Fatih Sultan Mehmet
döneminde inşa edilen Sur-ı Sultanî’nin iki burç arasındaki küçük kapısını yıktırıp parka
girişi sağlayacak özel bir antre yapmak ister. 142 Lakin hem siyaset çevresinde hem de
basında bu yıkım büyük yankı bulur ve mesele sadrazam Sait Halim Paşa’ya kadar
gider. Karara muhalif olan Sait Halim Paşa “Katiyyen bu kapıyı yıkmayınız, bu sur,
sarayı muhafaza eden duvardır.” uyarısını yapar. Cemil Paşa, parkın surlar nedeniyle
kıyıda köşede kaldığını en azından parkın girişinin açılması ile İstanbulluların yeni bir
gezinti yerine kavuşacağını çeşitli teşebbüslerle anlatmaya çalışır. Fakat Heyet-i Vükela
kale duvarlarının muhafaza edilmesi için kesin bir karar alır. Sur-ı Sultanî’yi
yıktıramayan şehremini, istifa etmeye karar verir ancak Talat Paşa istifasını kabul
etmeyerek iki tarafında uzlaşabileceği bir teklifte bulunur. Cemil Paşa’nın da razı
olduğu bu teklife göre surun üzerindeki mevcut kapının iki yanına surlar delinerek iki
kapı daha açılır. Böylelikle parkın girişi bugünkü şekli almıştır.143 (Fotoğraf 13.) Bu
civarda yapılan tahripler ve düzenlemeler önemli bir etki yaratmış olacak ki Cemil
Paşa’nın şehreminliğinden sonra 18 Eylül 1916’da padişah fermanı şeklinde çıkartılan
“Topkapı Sarayı’nın Suret-i Muhafazası Hakkında Nizamname”nin 3. maddesinde
padişahın izni dâhilinde Topkapı Sarayı’nın sahasına giren bir takım yerlerin park
olarak düzenlenebileceği kaydedilmiş ancak parkın tanzimi esnasında saray surları ile
kapılarının ve diğer mahallerinin eski şeklinin bozulması ve kazılar esnasında çıkarılan
taşlara şehremanetince müdahale edilmesi yasak edilmiştir.144
İhtifalci, a.g.e., s. 505.
Cemil Paşa’nın hatıralarında surun Bizanslara ait olmayıp Fatih tarafından yaptırılan duvarlar olduğunu adeta
tarihî kıymeti yokmuş gibi vurgulaması dönemin eski eser algısının hala arkeolojik boyutta kaldığını göstermesi
açısından ilginçtir. Bkz; C. Topuzlu, a.g.e., s. 111.
143
C. Topuzlu, a.g.e., s. 111.
144
Sedad Hakkı Eldem-Feridun Akozan, Topkapı Sarayı Bir Mimari Araştırma, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, İstanbul 1982, s. 94.
141
142
47
Fotoğraf 13. Gülhane Parkı’na Girişi Sağlamak İçin Sur-ı Sultanî’ye Açılan Kapılar, 1918.
Bibliothèque Nationale de France, (Album de Photographies d'un Militaire Français à
Constantinople 1918) https://gallica.bnf.fr/ark:/12148/btv1b8432824p erişim tarihi; 19.09.2018.
Sarayburnu bölgesinde Cemil Paşa zamanında tarihe karışan önemli bir diğer
yapı ise Topkapı Sarayı’nın kayıkhanesidir. İlk yapımı Kanuni Sultan Süleyman
dönemine dayanan Sepetçiler Kasrı bitişiğindeki tarihi Kayıkhane Ocağı, mutfağı ve
hamamı ile birlikte en son III. Selim’in validesi Mihrişah Sultan tarafından
yenilenmiştir. Abdülaziz dönemine kadar aktif olarak kullanılan bina sonraki yıllarda
terk edilmiş ve bakımsız kalmıştır. Denize bakan iki yanı çinili ve çerçeveleri
mermerden yapılmış olan süslü kapısının üstündeki 25 beyitli ve 1795/1796 tarihli
tamir kitabesi mevuttu. Kitabenin üzerinde III. Selim’in tuğrası ve altında ocağın
sembolü olmak üzere köşklü bir hünkâr kayığı kabartma olarak işlenmiştir.145 (Fotoğraf
14.) 20. yüzyılın başlarına içerisinde mutfak bulunan iki katlı yüksekçe koğuş binası,
kayıkhaneler, bir mescit ve harabe durumdaki hamam binası gelebilmiştir. Mahmut
Şevket Paşa’nın sadrazamlığı döneminde 1913 Nisan’ında ortada açık bir sebep yokken
hükümet kararıyla yıktırılmış yerine askeri ihtiyaçlara kullanılmak üzere ambarlar
yaptırılmıştır. Kayıkhane Ocağının yıktırılmaması için Müzeler Müdürü Halil Ethem
Bey teşebbüste bulunmuş ancak başarılı olamamıştır. Bugün İstanbul Deniz Müzesi’nde
Binanın kitabesi günümüzde Deniz Müzesi’nde muhafaza edilmektedir.
http://denizmuzesi.dzkk.tsk.tr/tr/content/332 Erişim Tarihi; 15.12.18
145
48
sergilenen tarihi Saltanat Kayıkları
binanın
yıkımına
kadar
burada
saklanmış, yıkılma kararı üzerine
kayıklar
Haliç’teki
Tersane-i
Amireye nakledilmiştir.146 Bina ile
ilgili Halil Ethem Bey, Şehbal
Dergisinin 75. sayısında tanıtıcı bir
yazı yazmıştır.147 (Fotoğraf 15.)
Cemil
Paşa’nın
yaptığı
yıkımlar kamuoyunda sönük de olsa
bir
tepki
tepkilerin
yaratmıştır.148
başında
Bu
İstanbul
Muhipleri Cemiyeti ve üyelerinin
ortaya koyduğu yaklaşım gelir. 15
Temmuz 1911'de kurulan cemiyet
İstanbul’un güzelliklerini ve eski
Fotoğtaf 14. Topkapı Sarayı Kayıkhane Ocağı
Kapısı, 1913. Şehbal, 1 Mayıs 1329
eserlerini tanıtmayı ve bu eserlerin korunmaları için gerekli makamlar ile temasa
geçmeyi amaçlamıştır. Cemiyet içerisinde başta sonraki yılların sadrazamı Said Halim
Paşa olmak üzere, Maarif Nazırı Emrullah, Müze-i Hümayun Müdürü Halil Edhem
(Eldem), tarihçi Abdurrahman Şeref, İhtifalci Mehmet Ziya Bey, Adliye müşaviri olarak
Osmanlı Devleti'ne davet edilen Kont Leon Ostrorog, Darülfünun muallimlerinden
Ahmet Mithat Efendi, Müze-i Hümayun’dan Teodoros Makridis ve Efdaleddin
(Tekiner) Bey, mimar ve Sanayi-i Nefise-i Şâhâne Mektebi muallimlerinden Vedat
(Tek) gibi isimler çalışmıştır. Cemiyet kısa sürede Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı,
Bizans’ın Büyük Sarayı’nın Marmara tarafı surları üstünde olan ve Iustinianos Evi
Binanın yıkımı sırasında II. Mahmut'un köşklü bir saltanat kayığı da zarar görmüştür.
Halil Ethem Bey makalesinde İstanbul’un siluetinden silinip giden bu yapı için şöyle der; “Beş on sene sonra pek
çok kişi orada böyle bir binanın bulunmuş olduğunu bile derhatır edemezler ve nihayet her şey gibi o da unutulur
gider. Belki o zaman Şehbal’de derc ettiğimiz şu fotoğraflar ki kadırganın 14 Mart 1329 tarihinde vuku bulan
naklinden birkaç gün evvel aldırılmış idi eski İstanbul’un muhibbanı için bir yadigâr kalır.” Halil Ethem Bey’in
Şehbal’deki makalesinden aktaran İhtifalci, a.g.e., s. 329. İhtifalci Mehmet Ziya ise durumu şöyle değerlendirir;
“Yine söylerim bizde her şey rey-i hod ile yapılır. Erbab-ı ilim ve ihtisasın reyi alınmıyor vesselam!” İhtifalci, a.g.e.,
s. 325-332.
148
Yahya Kemal Beyatlı, Cemil Paşa’nın icraatlarını 26 Ocak 1921’de Payitaht Gazetesinde çıkan yazısında şu
sözlerle eleştirir; “Şimdiye kadar Cemil Paşa gibi mütemeddinlerimiz[medeni, görgülü] bir yol açmak için Mimar
Sinan’ın bir eserini kör kazma ile kökünden yıkar, bir iş yaptığına zâhib olurdu[inanırdı]. Eğer itiraza uğrarsa halkın
taassubundan şekva[şikayet] ederdi. Bu mütemeddinlere Gülhane Parkı methalinde Fatih’in geçtiği kapıyı yıkmamak
bir dağ-ı derûn oldu. Şimdi bize o kapı, Gülhane Parkı’na götürecek düz bir caddeden daha güzel görünüyor.”
Yahya Kemal Beyatlı, Aziz İstanbul, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul 2008, s. 129.
146
147
49
Fotoğraf 15. Topkapı Sarayı Kayıkhane Ocağı, 1913. Şehbal, 1 Mayıs 1329
olarak bilinen yapısı ve Kuledibi'ndeki Bereketzade Çeşmesi ile ilgili araştırma,
restorasyon ve yayın çalışması yapmıştır.149
İstanbul Muhipleri Cemiyeti kurulduktan hemen sonra başlayan savaşlar silsilesi
başarılı çalışmalar yapmasına mani olmuştur. Eski eserler üzerine bağımsız bir sivil
toplum örgütü olarak çalışan cemiyet, 1917’de yerini resmi bir kurum olarak Asar-ı
Atika Encümeni Daimisi’ne bırakacaktır. Reşit Saffet Atabinen, 1923'te kurduğu Türk
Seyyahin Cemiyeti'nde (Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu) İstanbul’u Sevenler
Grubu adı altında, cemiyeti canlandırmak istemiş ve eski cemiyetten kalan 800 liralık
parayı bu yeni kuruluşa devrettirmiştir. "İstanbul'u Sevenler Grubu", her ay toplantılar
yaparak şehrin tarihi eserleri ile ilgili şikâyet ve dileklerini gerekli makamlara
iletmiştir.150
İstanbul Muhipleri Cemiyeti, Cemil Paşa’nın şehreminliği döneminde Gülhane
Parkı düzenlemeleri, Feyzullah Efendi Medresesi, Sultanahmet Haseki Hamamı gibi
Aziz Ogan, Türk Müzeciliğinin 100’üncü Yıldönümü, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, İstanbul 1947, s. 2022.
150
Semavi Eyice, “İstanbul Muhipleri Cemiyeti”, TVİA, C. 4, İstanbul 1994, s. 236.
149
50
pek çok tarihi eser yıkımına da karşı çıkmıştır. Cemiyetin bu dönemde en aktif çalışan
isimlerinden biri de eski eserlere merakı ile tanınan İstanbul’da görevli Fransa elçisi
Maurice Bompard’ın eşi Madame Bompard’dır.151 Madame Bompard, Cemil Paşa’nın
Gülhane’de yaptığı düzenlemeler sırasında parkı ziyaret etmiş, Topkapı Sarayı’na ait
setlerin yıkıldığını görünce de Padişah V. Mehmed Reşad’a “Cemil Paşa İstanbul’un
asar-ı atikalarını berbat ediyor” diyerek müracaatta bulunmuştur. Şikâyet üzerine
Şehremini Paşa’ya Hazine-i Hassa’dan “Sarayın civarını tahrip ediyorsunuz, setleri
yıkmaktan kat’iyyen vazgeçin” manasında sert bir yazı gönderilmiştir. Ancak Paşa’ya
göre yıktıkları kıymeti olmayan şeylerdir. Cemil Paşa bu yazıya verdiği tepkiyi
hatıralarında şöyle nakleder;
“Ben, tezkereye ehemmiyet vermedim. Amelemi ziyadeleştirdim,
setleri yıkmağa devam ettim. Bir kaç gün sonra Madame Bompard
Şehremanetine geldi, buralarını yıkmamamı tekrar rica etti, ben asar-ı atika
olmadıklarını madama anlatınca dargın olarak benden ayrıldı.”152
Yapılan düzenlemelerle birlikte Gülhane Parkı’nda, Cemil Paşa’nın övündüğü
en önemli olay Bizans devrinden kalma bir sarnıcın açığa çıkarılmasıdır. Şehreminine
göre park içerisinde yapılan düzenlemelerin tamamlanmasının ardından Madame
Bompard da çok memnun kalmıştı ve kendisine teşekkür ziyaretinde dahi
bulunmuştu.153
Madame Bompard’ın yıkılmasına engel olup Cemil Paşa ile karşı karşıya geldiği
bir eser de Fatih’teki Feyzullah Efendi Medresesi’dir. II. Mustafa’nın hocası
Şeyhülislam Feyzullah Efendi tarafından yaptırılan medrese kitaplık, mektep ve
çeşmeleriyle küçük bir külliye görünümündeydi. 1912’de Cemil Paşa’nın teşebbüsü ile
Macar Kardeşler Caddesi’nin genişletilmesi sırasında mektebi yıktırılmıştır.154 Yolun
kenarında kalan medresenin de yıktırılarak sahanın meydan yapılmasını isteyen
Şehreminine yine Madame Bompard ve İstanbul Muhipleri Cemiyeti engel olmuştur.
Hükümet nezdinde yapılan girişimler ve basının da desteği ile medrese yıktırılmaktan
151
A. Ogan, a.g.e., s. 21.
C. Topuzlu, a.g.e., s. 110.
153
Cemil Paşa’nın hatırlarında görüşme şöyle yer almaktadır; “Madam içeri girince beşuş bir çehre ile -Dün parka
gittim, duvarın yıkılmasından sonra meydana çıkan kilise harabesiyle sarnıcı gördüm, tebrik ederim, çok memnun
oldum. Duvarı yıktığınıza çok isabet ettiniz, mühim eserleri meydana çıkartınız, bundan evvel sizi bu hususta rahatsız
ettiğimden dolayı af edersiniz- dedi.” Bkz; C. Topuzlu, a.g.e., s. 111.
154
Zeynep Ahunbay, “Feyzullah Efendi Medresesi”, TVİA, C. 3, İstanbul 1994, s. 308.
152
51
Fotoğraf 16. Yıktırılmak İstendiği Yıllarda Ayasofya Haseki Hürrem Sultan Hamamı, Encümen
Arşivi, Dosya no.199.
kurtulmuş, Cemiyet tarafından restore edilerek Ali Emiri Efendi’nin çoğu yazma
eserlerden oluşan zengin kütüphanesini bağışlamasıyla Millet Kütüphanesi olarak
hizmete açılmıştır.155
Cemil Paşa’nın hedefindeki bir diğer eser de Sultanahmet’deki Haseki Hürrem
Sultan Hamamıdır. Şehremini, Ayasofya ve Sultanahmet camilerinin arasında bulunan
mahalleyi kaldırmayı, Haseki Hürrem Sultan Hamamı ve Sultanahmet medresesi ile
türbeleri de yıktırarak bölgede Paris’teki Concorde Meydanı gibi ortasında bir abide
bulunan asfalt bir meydan yapmayı planlıyordu.156 İki cami arasındaki mahalle bir
gecede tamamen yanınca halk arasında Cemil Paşa’nın yangını bilerek söndürtmediği
rivayetleri dahi çıkmıştır. Cemil Paşa hatırlarında bu olayı “yalandır!” diyerek reddeder.
Ancak mahallenin ortadan kalkmasına sevindiğini de açık açık ifade etmiştir. Ortaya
çıkan bu yangın yerlerinin istimlâk edilmesinin ardından, kalıntıları yıktırır ve yeniden
inşaata müsaade edilmez. Sıra hamama geldiğinde ise yine İstanbul Muhipleri Cemiyeti
155
156
M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 265.
Cemil Topuzlu, a.g.e., s. 136; Akşam, 19.12.1933.
52
ve Sadrazam Said Halim Paşa’nın muhalefeti ile karşılaşan Cemil Paşa’nın girişimi
sonuçsuz kalmıştır.157 (Fotoğraf 16.)
Cemil Paşa’nın yıkımlar vasıtası ile sık sık karşı karşıya geldiği bir diğer isim ise
dönemin Evkaf Nazırı Ürgüplü Hayri Efendi’dir. Şehremini, sekiz metre genişliğindeki
Alemdar Caddesi’nin genişliğini yirmi metreye çıkartmak için Gülhane Parkı’nın kapısı
karşısındaki türbeyi ve tekkeyi yıktırmak ister. Vakıflar idaresinin karşı çıkmasına
rağmen bir gece habersizce türbeyi ve tekkeyi yıktırmıştır. Yolun ortasında kalan
Alemdar Mustafa Paşanın kabrini de baki kalan mezarlığın arka tarafına taşıtarak ve
yeniden bir duvar yaptırmıştır.158 Bu olayın ardından Şehremini Cemil Paşa’nın Evkaf
Nazırı Hayri Efendi ile yıldızı bir daha hiç barışmaz, iki isim de birbirlerinin yaptıkları
işlere çeşitli zorluklar çıkartırlar.159 Örneğin Cemil Paşa, Alemdar Caddesi’ni Galata
Köprüsü’ne kadar yirmi metre genişletmek istediğinde karşısına yıktırılarak kaldırılması
gereken pek çok vakıf eseri çıkmıştır. Bunlardan biri de Salkımsöğüt Tekkesi’dir.
Tekkenin Şeyhi İzzî Efendi, Enver Paşa ile Evkaf Nazırı Hayri Efendiye müracaat
ederek tekkenin yıkılmasına mani olmalarını sağlar.160 Hayri Efendi, hatıralarında
“Türklüğü ve İslamlığı sarsıntıya uğramıştır” dediği Cemil Paşa’nın eski eser yıkımları
konusunda sık sık Mimar Kemaleddin ile karşı karşıya geldiğini, hatta bir gün bir
meseleden dolayı -kayınpederi Şeyhülislam Cemaleddin Efendi’ye de güvenerek- “beni
kızdırmayınız fetvasını alır hepsini yıkarım” dediğini rivayet eder.161
Yukarıda zikredildiği gibi aynı dönemde Hayri Efendi’nin başında bulunduğu
Vakıflar İdaresi de bir yıkım faaliyeti içerisindedir. I. Abdülhamid İmareti’ni yıktırıp
Mimar Kemaleddin’e IV. Vakıf Han’ı yaptırmak isteyen Evkaf Nezareti, Cemil
Paşa’nın başında bulunduğu Şehremaneti tarafından engellenir. Bu büyük binanın
157
“O esnada orta yerdeki hamamı yıkmak için çok uğraştım” diyen Cemil Topuzlu muhalefet edenleri Muhafaza-i
Asar-ı Atika Cemiyeti olarak anar. Bkz; C. Topuzlu, a.g.e., s. 136.
158
C. Topuzlu, a.g.e., s. 113.
159
Türbenin yıkımı sırasında sandukayı da açtıran Cemil Paşa, büyük bir öküz kafası bulur. Durumu polis, mahalle
imamı ve halkın önünde tespit ederek zabıt tutturur ve Şeyhülislam Hayri Efendi’ye bildirir. Bu olay da ikisi
arasındaki gerginliği arttırmıştır. Cemil Paşa hatıralarında olayı şöyle anlatıyor; “Evkafa bir türlü meram
anlatamıyordum; hele Hayri Efendi, aynı zamanda Şeyhülislam da olunca, benim için Şehremanetinde çalışmak
imkânı kalmıyordu. Hayri Efendi, şehir işlerini Evkafa bağlamak ve Meşihat makamının vesayeti altına almak
istiyordu. Her yaptığım işte karşıma çıkıyor, müdahale ediyordu. Her gün, bu ihtilaf yüzünden işler yürümüyor,
mahkemelere başvurmak zorunda kalıyordum.” Bkz; C. Topuzlu, a.g.e., s. 114.
160
C. Topuzlu, a.g.e., s. 113.
161
Şeyhülislam Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi, Meşrutiyet, Büyük Harp ve Mütareke Günlükleri (1909-1922),
Yayına Hazırlayan: Ali Suat Ürgüplü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2015, s. 274.
53
caddeyi daraltacağını düşünen Cemil Paşa bir süreliğine inşaatı durdurmuştur.162
Şehremini, Vakıfların yaptığı yıkımı ise şu sözlerle eleştirir; “Seleflerimizin
yaptırdıkları bu imaretin, çok hayırlı sosyal yardım müessesesinin, yıktırılmayarak ıslah
ve tanzim edileceğine ve yeniden buna benzer aşhaneler yaptırılacağına Evkaf’a fazla
varidat temini için yıktırılıp yerine bir han yapılmasına hala bir türlü akıl erdiremiyor
ve müteessir oluyorum.”163
Şehremini Cemil Paşa başka pek çok tarihi yapıyı da imar faaliyetleri
çerçevesinde yıktırmıştır. Tespit edilebildiği kadarıyla Paşa’nın şehreminliği döneminde
Saraçhanebaşı’ndaki Canfeda Saliha Hatun Sebili164, Mesadet Han’ın karşısında Hattat
Rakım Efendi kitabeli II. Mahmud’un çifte tuğralı kitabesi bulunan çeşme165 yol
geçmesi sebebiyle ile ortadan kaldırılmıştır. Harap durumdaki Saraçhane Mescidi ise
1913 yılında Fatih Belediye Dairesi inşa edilirken yıktırılmıştır.166 Aynı yıl
Şehremanetinin giriştiği Divanyolu Caddesi’ni genişletme projesine göre Merzifonlu
Kara Mustafa Paşa Külliyesi’nin türbe, sebil ve hazire kısımları, Çorlulu Ali Paşa
Külliyesi’nin caddeye bakan bazı bölümleri ile Sinan Paşa Külliyesi’nin sebili yerinden
sökülerek daha sıkışık bir düzende geriye çekilmesi planlanmıştır.167 Divanyolu
Caddesi’nin bu yeni durumda alacağı şekil haritalara dahi işlenmiş, ancak projeler
yukarıda zikredilen hadiselerin de etkisiyle Evkaf ve Dahiliye Nezaretleri tarafından
engellenmiştir.168
Gerek Şehremini Cemil Paşa’nın gerekse Evkaf Nezareti’nin yaptığı yıkımlarla
birlikte mimari koruma alanında özel bir nizamnamenin çıkarıldığı görülmektedir. 31
Temmuz 1912’de çıkartılan “Muhafaza-i Abidat Hakkında Nizamname” ile İstanbul’da
modern dönem yıkımları başlamıştır. Nizamnamenin ilk maddesinde yapılan eski eser
tanımlamasında ve nizamnamenin diğer maddelerinde sık sık kale, burç ve kasaba
surlarının zikredilmesi, nizamnamenin daha çok bu yapıları hedef aldığını ve tüm
IV. Vakıf Han’ın inşaatının uzun yıllar devam etmesinin önemli nedenlerinden biri de budur. Operatör Cemil Paşa
1914’de şehremanetinden ayrıldığında inşaat kaldığı yerden devam etmiştir. Bkz; C. Topuzlu, a.g.e., s. 114.
163
C. Topuzlu, a.g.e., s. 114.
164
B. Ünsal, a.g.m., s. 24.
165
İhtifalci, a.g.e., s. 321.
166
Fatih Sultan Mehmet döneminde Saraçhane Çarşısı ile birlikte yaptırıldığı anlaşılan cami çıkan bir yangında tahrip
olmuştur. Bkz; İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2, s. 235; T. Öz, a.g.e., C. 1, s. 119.
167
Yusuf Halat, Osmanlı Döneminde İstanbul Divanyolu’nun Tarihsel Süreçte Değişimi, Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2018, s. 15; 76.
168
Y. Halat, a.g.t., s. 90.
162
54
Osmanlı coğrafyasını kapsadığını göstermektedir.169 İkinci maddede eski eserlerin
hiçbir suretle hiçbir kimse tarafından ne maksada dayanırsa dayansın yıkılamayacağı ve
tahrip edilemeyeceği kayıt altına alınmıştır. Ancak bu maddeden sonra yıktırılmasına
kesin lüzum görülen eserlerin ne suretle yıktırılacağına dair maddeler sıralanmaktadır.
Buna göre hükümetçe bir tarihi eserin yıktırılması lüzumlu görüldüğü takdirde
Vilayetlerde Maarif Müdürünün başkanlığı altında askeri ve mülki birer memur ile nafia
ve belediye mühendislerinden ve mahalli müze memurlarından oluşan bir komisyon
kurulacaktır. Bu komisyon yıkılması istenen eserin bulunduğu mahalle giderek, yıkılma
nedenlerini layıkıyla tetkik edecek, eserin planını çizdirip, fotoğraflarını çektirerek
üzerindeki süsleme ve kitabeleri tespit edip bir dosya hazırlayacaktır. Hazırlanan dosya
Vilayet eliyle Maarif Nezareti’ne gönderilecek, Maarif Nezareti ise Müze-i
Hümayun’un görüşüne başvuracaktır. Müzenin de olumlu görüş vermesi üzerine eser
yıktırılabilecektir. Müze, eseri kıymetli görmesi halinde ise eserin bulunduğu mahalle
özel bir memur göndererek yeniden inceletecek, yapılan incelemeye göre yeniden karar
verilebilecektir.170
Yukarıda sayılan işlemler yapılmadan önce, eserin yıktırılması ise suç olarak
tespit edilmiştir. Nizamnamenin beşinci maddesinde eserin yıkılma tehlikesi bulunup
zikredilen muamelenin yapılamayacağı hallerde belediyeler tarafından görevlendirilecek
bir mühendis ya da görevlinin nezaretinde esere gerekli müdahalenin yapılabileceği
kaydedilmiştir. Ancak bu durumda dahi yapının üzerinde bulunan nakışlar ve
kitabelerin fotoğraflanıp kaydedilmesi ve ardından bozulmaksızın çıkartılması
gerekmektedir.171 Muhafaza-i Abidat Hakkında Nizamname, İstanbul’da eski eserleri
muhafaza edeceği yerde, eserlerin yıktırılmasına bir şekilde yol göstermiş, gerekli
muamelatın tamamlanmasının ardından tarihi eserlerin ortadan kaldırılmasına izin
vermiştir. Ancak bu tarihten sonraki yıkım örneklerinde de görüleceği üzere
nizamnamede belirtilen hususlara dahi uyulmamış, pek çok yapının resmi çekilmeden
ve düzgün şekilde rölövesi çıkarılmadan yıktırılmıştır.
İstanbul’daki eski eserleri tahrip eden bir diğer unsur ise savaşlardır. Balkan
Harbi, I. Dünya Savaşı, Mütareke ve İstiklal Harbi dönemi ile (1912-1922) on yıl
boyunca sadece İstanbul’da değil, tüm Türkiye coğrafyasında ağır bir eski eser tahribi
169
N. Can, a.g.e., s. 34-35.
N. Can, a.g.e, s. 35.
171
N. Can, a.g.e, s. 36.
170
55
yaşanmıştır. Bu on yıl boyunca Türkiye’de üretim çok düşmüş, buna karşı enflasyon
aşırı yükselmiş, devlet kurumlarının ve vatandaşın bütçesi son derece sınırlanmıştır.
Şüphesiz temel gıda maddelerinde kıtlıklar yaşanıp, salgın hastalıklarla boğuşulduğu,
vatan mücadelesinin verildiği böyle bir dönemde eski eserlere ayrılabilecek ekonomik
güç ve ilgi son derece mahdut kalmıştır. Balkan Savaşları’ndan Milli Mücadele’ye
geçen zaman içerisinde sadece bilinçli (bile-isteye) ya da harabe halini almış eserlerin
yıkımı gündeme gelmemiş, yeni tamir edilmiş, mamur ve kullanılan bazı tarihi yapılar
dahi ekonomik yetersizlik ve ilgisizlik nedeniyle çökmeye terk edilmek zorunda
kalınmıştır. Bu on yılın tarihi eserler üzerinde yarattığı olumsuz etki 20. yüzyılın
ortalarına kadar etkisini sürdürmüştür. Örneğin 1533 yılında inşa edilen Samatya’daki
Abdi Çelebi Camii 19. yüzyılın sonlarına doğru yıkılmaya mahkûm bir harabe haline
gelmiştir. II. Abdülhamid döneminde tamir edilip yenilenen yapı, Meşrutiyet ve onu
takip eden İtalyan, Balkan ve Dünya Savaşları içinde yine bakımsız kalmıştır. Öyle ki
yanındaki çeşmeden su taşıyan sakalar içine merkeplerini bağlamaya başlamış, 20.
yüzyılın ortalarındaki tamiri esnasında mabedin içinden 52 araba moloz ve gübre
çıkmıştır.172 Savaş dönemlerinde tarihi yapıların karşılaştığı en önemli problem
hükümet tarafından kadro dışı bırakılarak askeri ihtiyaçlarda kullanılmak üzere ordunun
ya da muhacirlere barınak yapılması amacıyla belediyelerin emrine verilmeleridir.
(Fotoğraf 17.-18.) Cumhuriyet devrinde de örnekleri görülen bu uygulamalar aslında
Osmanlı Devleti’nin son döneminde başlayan zorunlu uygulamaların devamı
niteliğindedir.
Savaş dönemlerinde inşaat malzemelerinin üretiminin ve ithalatının durma
noktasına gelmesi hasebiyle ordunun ihtiyaçlarına hizmet edecek yapılar inşa
edilememiş, hazır yapı stoku olarak, istenen işlev için tarihi eserler kullanılmak zorunda
kalmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda da savaş dönemlerinde cami, medrese, hamam,
mektep, tekke gibi yapılar hükümet tarafından ordunun kullanımına tahsis edilmiş, bu
yapılara hastahane, aşhane, yatakhane, ambar ve diğer işlevler verilmiştir. Aynı
uygulamalara savaş zamanlarında diğer pek çok ülke de başvurmak zorunda kalmıştır.
(Fotoğraf 19.-20.)
172
“Abdi Çelebi Cami”, REK. İA., C. 1, İstanbul 1958, s. 24.
56
Fotoğraf 17. Bir Camiye Sığınan Selanik Muhacirleri.
http://ftp.tmc.com.tr/ftp/BALKAN_HARBI_BELGESELI/GORSELLER/GENEL/Selanikten%20gelen%2
0gocmenler%20camilerde%20bariniyordu.jpg
Erişim tarihi; 15.09.2018
Fotoğraf 18. Kılıç Ali Paşa Camii İçinde Muhacirler. İ.B.B. Atatürk Kitaplığı Arşivi,
Bel_Mtf_002581.
57
Fotoğraf 19. I. Dünya Savaşı yıllarında Fransa’da Bir Kilise Hastane Olarak Kullanılıyor.
http://www.worldwar1gallery.com/history/chapter02.html Erişim tarihi; 15.09.2018.
Fotoğraf 20. İngiltere Brighton Sarayı I. Dünya Savaşında Almanlara Karşı Savaşan Hintli
Müslüman askerler için hastane halinde (1915).
https://www.middleeasteye.net/news/muslim-soldiers-world-war-i-allies-533439783
Erişim tarihi; 15.09.2018
58
Öyle ki bazı tarihi yapılara Balkan Harbi sırasında el konulmuş, askeri amaçlarla
kullanım II. Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar sürmüştür. Örneğin klasik dönem yapısı
olan Çatalca’da Ali Paşa Camii, Balkan Harbinde hasara uğramış, daha sonra ayakta
kalan kısmı tamir edilerek ordunun kullanımına tahsis edilmiştir. 1935 yılında
askerliğini Çatalca’da yapan Reşat Ekrem Koçu, caminin askeri hurda ambarı olarak
kullanılmakta olduğunu kaydeder. II. Dünya Savaşı yıllarında da askeri amaçlarla
istifade edildiği anlaşılan yapı 1962’de dahi ahır olarak kullanılmakta idi. 173
Yine Balkan Savaşları’nın en ateşli günlerinin yaşandığı bir dönemde Rumeli’de
yaşanan bozgundan binlerce koleralı asker İstanbul’a gönderilmiştir. Esasen hekim olan
dönemin Şehremini Cemil Paşa bu hastaların karantinaya alınması gerektiği, aksi
takdirde hastalığın tüm şehre yayılabileceği görüşündedir. İlk olarak Yeşilköy’ün uzak
noktasında çadırlar kurulup orada tedavi ettirilmelerini önerir, ancak önerisi kışın da
etkisi ile kabul görmez. Gönderilen 3.000’in üzerinde asker Sarayburnu’nda ve Sirkeci
civarında bostanlarda, açık alanlarda gayriinsanî şartlarda gecelemeye başlar. Etrafları
çevrilerek şehre sokulmazlar ve müdahaleleri orada yapılır. Cemil Paşa, İstanbul’da
karantina uygulayacağı büyük mekânlar aradığında hatırına büyük camiler gelmiştir.174
Dönemin Evkaf Nazırı Ziya Paşa’ya bu isteğini açınca “Müslümanlara mahsus
ibadethanelerin telvis edilmesine (pisletilmesine) asla rıza gösteremem!” tepkisi ile
karşılaşmıştır. Durum Vükela Heyetine kadar intikal eder. Toplantıda Cemil Paşa’nın
cenazelerin durumundan da bahsettiği acıklı hali izah etmesine rağmen Ziya Paşa
burada da aynı görüşünü savunur.175 Şeyhülislam Cemaleddin Efendi ise söz alarak;
“Ben Şeyhülislam olmak sıfatı ile camilerin değil bir tanesinin, hatta hepsinin
boşaltılarak koleralı hastalara ve muhacirlere tahsis edilmesine taraftar olduğumu
söyleyeceğim. Hatta bu hususta arzu ettiğiniz takdirde, fetva dahi veririm! Acil ve
mübrem zamanlarda camilere hasta ve muhacir koymak şer’i şerife mugayir değildir.
Zira meabid-i İslamiye birer Beytullahtır. Bu itibarla Evkaf Nazırı Paşa Hazretlerinin
düşüncelerini muvafık bulmuyorum!” deyince Heyet-i Vükela, Ayasofya, Sultanahmet
173
Koçu, Ali Paşa Camini şu satırlarla anıyor; “1935 yazını askerlikle Çatalca’da geçirdim. Ve birçok günlerim enkaz
ambarı olan Ali Paşa Cami’nde geçti. Ali Paşa Camii kasabanın İstanbul tarafındaki kenarına düşer, kubbesi çatlak,
bahçesinin duvarı yıkık, çeşmesinin suyu tükenmiş, mezarlığını adam boyu baldıranlar, yılan yastıkları kaplamıştı.
Camilerin etrafında güvercin görmeye alışmışızdır. Ali Paşa Cami’nin yuva olabilecek boşluklarına çaylaklarla
kargalar yerleşmişlerdi. Binanın içi, dışından haraptı. Bütün yazı ve nakışları dökülmüş, onların yerine kubbenin
üstündeki bir aylandos ağacının kubbenin çatlaklarından içeriye giren kökleri, garip vahşi nakışlar, esrarengiz sihir
büyü yazısı hâlinde yazılmışlardı. Döşemeler sökülmüş neferler her gün yerde, duvarların üstünden akrep
toplarlardı.” Bkz; “Çatalca’da Ali Paşa Cami”, REK İ.A., C. 7, İstanbul 1971, s. 3774-75.
174
C. Topuzlu, a.g.e., s. 127.
175
C. Topuzlu, a.g.e., s. 128.
59
ve Şehzadebaşı Camilerini Cemil Paşa’nın emrine tahsis etmiştir. Bu üç büyük camii
etrafında güvenlik önlemleri alınarak içeride bütün halılar kaldırılıp steril bir ortamın
sağlanmasının ardından karantina hastahanesine dönüştürülür.176
Balkan ve I. Dünya Savaşı yıllarında camiler ve medreseler sadece hastahane
vazifesi görmemiş, vatanlarını terk etmek zorunda kalan muhacirlere sığınak da
olmuştur. Şüphesiz hem Osmanlı Döneminde hem de Cumhuriyet döneminde askeri
ihtiyaçlar için kullanılmak üzere seçilecek yapıların mimari ve tezyini yönüne dikkat
ediliyor, ortaya çıkacak tahribat nedeniyle kıymeti az olanlar tercih edilmeye
çalışılıyordu. Ancak konum, büyüklük gibi özellikler ve zaruret devreye girdiğinde bu
kıstaslar da göz ardı edilebiliyordu. Örneğin İstanbul’un en eski mabetlerinden Küçük
Ayasofya Camii, Balkan Savaşları sırasında muhacirlere tahsis edilmiştir.177 Yine askeri
kullanıma tahsis edilen Unkapanı tarafındaki 1735/36 tarihli Papazoğlu Mescidi
mozayikvari rengârenk camları, pencere çerçeveleri, müezzin mahfili, ahşap sütunları
ve tavanı ile oldukça sanatlı bir yapıdır.178 (Fotoğraf 21.) İbrahim Hakkı Konyalı da bir
yazısında İmparatorluk döneminde askeri amaçlarla kullanılan tarihi camiler hakkında
bazı bilgileri vermektedir. Üsküdar Ayazma Camii bunlardan ilkidir. Birkaç kez kışla
yapıldığından bahseden Konyalı, camide yaşanan tahribi şu sözlerle anlatır;
“Cani ve kadirşinas eller [minberin üzerindeki] büyük göbeklerden birisinin
pırlanta değerindeki kıymetli parçalarını koparmışlar, hünkâr mahfelinin altındaki
minimini ve zarif direklerin bordürlerindeki başka renk kakma taşları sökmüşler,
mahfelin altın yaldızlı tahtadan oyma kafeslerinden bir kısmını parçalamışlar, hitabet
kürsüsünün sağ tarafını ve hünkâr mahfelindeki mermer kavuk dolabının kubbesindeki
hilali kırmışlardır. Ben bu cinayet izlerini tetkik ederken müezzin Mehmet Ali içini
çekerek dert yanıyordu; -Eski devirlerde camii birkaç defa kışla yapılmıştı.
Mehmetçikler oturdukları yerden memleketlerine mübarek(!) birer hatıra götürmek için
minberin göbeklerini, duvar ve sütun süslerini sökmüşler.”179
176
C. Topuzlu, a.g.e., s. 129.
Müller – Wiener, a.g.e., s. 182.
178
İhtifalci, a.g.e., s. 370.
179
Tan, 09.05.1938.
177
60
Fotoğraf 21. Papazzade Mescidi’nin 1941’deki durumu. Encümen Arşivi, Dosya no.543.
Konyalı’nın bildirdiğine göre Sultanahmet Camii’ne konuşlandırılan asker ve
muhacirler caminin içinde ve bilhassa hünkâr mahfelinin altında ateş yaktıklarından,
çıkan isler altın yaldızlarda kararmalar yapmış, kubbelerdeki kalemişi süslemelerin de
renkleri solmuştur. Pencerelerinin fildişi ve sedef kakmalı kapaklarının at ahırlarına ve
abdesthanelere kapı yapıldığını da söyleyen Konyalı, Büyük kıble kapısını üzerinden
bulunan kakma fildişlerinin hatıra olarak askerler tarafından memleketlerine
götürüldüğünü kaydeder. Süleymaniye ve Eminönü Yeni Cami’de yaşanan tahribatı ise
şu cümlelerle aktarır; “Süleymaniye Cami’nin içinde yangın çıkardılar. Sinan’ın
muhteşem kubbesini alevin amansız dili yaladı. Yeni Cami’in bütün kubbesi oyuk
kalemkari süslerle kaplamıştı. İçinde yakılan odun dumanları bu oyma süsleri ve hakiki
renklerini kaybettiği için sonradan üstlerine badana çekildi, çiçeklerine uymayan
mütereddi ve acayip bir tezyin usulü mabedin asaletini bozdu.”180
Tespit edilebildiği kadarıyla bu dönemde Eminönü Demirkapı’da Ahmet Paşa
Camii, erzak tevzi ambarı181, Sultanahmet’de İshakpaşa Hamamı, askeri depo182,
180
Tan, 09.05.1938.
İhtifalci, a.g.e., s. 340.
182
Müller – Wiener, a.g.e., s. 423.
181
61
Eyüp’te Bali Hoca Mescidi, askeri depo183, Şehremini’nde İbrahim Çavuş Camii, askeri
depo184, semte adını veren Hocapaşa Camii askeri depo185, Çemberlitaş Hamamı, askeri
tebhirhane olarak186, Eyüp Bahariye’de Taşlıburun Tekkesi’nin selamlık ile semahane
binası187 ve Ayvansaray’da eski bir Bizans yapısı da olan Toklu Dede Mescidi askeri
ihtiyaçlar için kullanılmıştır.188 Alay köşkü hilal-i ahmer ambarı189 Yine Eyüp’teki ilk
yapımı Kanuni devrine dayanan Emir Buhari Tekkesi Mescidi ise I. Dünya Savaşı’nda
uçaksavarlar tarafından atılan mermilerden harap olmuştur.190
Dünya Savaşı yıllarında İstanbul halkının ve tarihi eserlerin karşılaştığı önemli
sorunlardan biri de hava hücumları ve uçak saldırıları idi. Uçaklardan atılan bomba ve
kurşunlardan onlarca Osmanlı vatandaşı hayatını kaybettiği gibi pek çok tarihi bina da
nasibini almıştır. İtilaf devletlerince başkente yapılan bu taarruzlarda genellikle askeri
hedefler seçilmeye çalışılsa da kimi zaman sivillerin yoğun olarak bulunduğu bölgelere
de bombalar atılıyordu. Uçak saldırılarıyla İstanbul’da en çok tehdit edilen tarihi yapı
Topkapı Sarayı’dır. Sarayın Marmara Denizi tarafındaki Gülhane Bahçelerine Sultan
Abdülaziz döneminde yaptırılan top, fişek gibi askeri mühimmatın depolandığı
ambarlar sarayın yerleştiği sahayı önemli bir hedef haline getirmiştir. Keza Sultan VI.
Mehmed Vahideddin’in Topkapı Sarayı’nda tahta çıkmasından birkaç gün sonra, 9
Temmuz 1918 günü İstanbul’a gelen beş düşman tayyaresi, uçaksavarların şiddetli
ateşine rağmen Zeytinburnu silah fabrikasına iki, Haydarpaşa İstasyonu dolaylarına
dört, Selimiye kışlasına altı, Haliç’e dört, Davutpaşa Kışlası’na ve Gülhane Parkı’na
birkaç bomba atmıştır. Gülhane’nin bombalanması üzerine Maarif Nezareti harekete
Kemikçi Sokağı köşesinde bulunan bu eser III. Murad devrinde yapılmıştır. Kaynaklarda sebil ve türbeden
oluştuğu bilinen bu yapı I. Dünya Savaşı içerisinde depo yapılmış, 1918 yılındaki tahliyesinde çok harap olduğu için
ibadete açılamamıştır. Tamir imkânı da bulunamadığından yıllarca metruk kalmış depo olarak kullanılmıştır. Hakkı
Göktürk, “Balihoca Mescidi”, REK İA., C. 4, İstanbul 1960, s. 2046.
184
Dört kagir duvar üzerine ahşap bir çatı ile örtülü mescidin bir de bodur taş minaresi vardı. Birinci Dünya Savaşı
içerisinde harap halde iken tamir edilip askeri depo olarak kullanılmıştır. 1918-1920 arasında bakımsızlıktan
yıkılmıştır. Hakkı Göktürk, “Çavuş Mescidi”, REK İA., C. 7, İstanbul 1971, s. 3792.
185
Milliyet, 16.11.1934. Hocapaşa Camii’nin toplanan halı ve kilimleri Evkaf ambarına gitmiş, ancak 1934’de dahi
geri alınamamıştır.
186
1584 Tarihli Çemberlitaş Hamamı’nın camekan bölümü Islahat-ı Turuk Komisyonu çalışmaları sırasında
kesilmişti. I. Dünya Savaşı yıllarında ise hamam, buharla mikrop arındırma maksadıyla askeri tebhirhane olarak
kullanılmıştır. Bu düzenleme için kadınlar kısmı ile erkekler kısmı arasında kapılar açılmış ve kadınlar kısmına
kazanlı modern ısıtma tesisatı kurulmuştur. Hamam bu işlevini sürdürürken 1916/1917 sıralarında bir de yangın
geçirmiştir. Semavi Eyice, “Çemberlitaş Hamamı”, TVİA, C. 1, İstanbul 1993, s. 484.
187
Sadiye dergâhı olan tekke I. Dünya Savaşı sonrasında da asker işgalinde kalmış harap olmuş mütareke yıllarında
temellerinden yıktırılarak kaldırılmıştır. Hakkı Göktürk, “Bahariye’de Taşlıburun Tekkesi”, REK İA., C. 4, İstanbul
1960, s. 1853.
188
Semavi Eyice, “Toklu Dede Mescidi”, TVİA, C. 7, İstanbul 1994, s. 273.
189
Pelin Demir, “Balkan Savaşları Sırasında İstanbul’da Gündelik Hayat (1912-1913)”, Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2019, s. 46.
190
T. Öz, a.g.e., C.1, s. 52.
183
62
geçerek bundan sonra olabilecek bombardımanlara karşı “Müzeler ve Topkapı
Sarayı’nın muhafazası” adına tarafsız devletler nezdinde girişimde bulunulması için
konuyu
Meclis-i
Vükelâ’ya
getirmiştir.
Hükümet
de,
Hariciye
Nezareti’ni
görevlendirmiştir.191
Yaşanan başka bir hava saldırısına uçaksavarlarla cevap verildiği sırada bir uçak
savar mermisi Topkapı Sarayı’nın Hazine bölümünün/Fatih Köşkü’nün üçüncü odasının
çatı ve tavanını delerek içeri girmiş ancak şans eseri patlamamıştır. Ancak durumun
tekrarlanmaması, telafisi mümkün olamayacak zararlara uğranmaması için Harbiye
Nezareti tarafından bir komisyon kurularak Topkapı Sarayı’nın korunması için bir
talimatname hazırlanmasına karar verilmiştir. 3 Eylül 1918’de komisyon bir rapor
halinde alınması gereken tedbirleri hükümete bildirmiştir.192
Savaş yıllarında sadece zorunluluklardan ya da ihmalden kaynaklı tahripler
olmamış, sınırlı da olsa imar hareketleri çerçevesinde yıkımlar da yaşanmıştır. Örneğin;
Bebek’te Kayalar Mescidi’nin altında 18. yüzyıl eseri Reisülküttap Mustafa Efendi
Çeşmesi ise 1914 yılında yol düzenlemeleri kapsamında ortadan kaldırılmıştır.193 Yine
aynı yıl Çarşamba’da 1540/41 tarihini taşıyan kitabeli, Mimar Sinan eseri Draman
Yunus Cami, mail-i inhidam (çökme tehlikesi) görüldüğünden yıktırılmıştır.
Günümüzdeki bina 1914’den sonra yaptırılmıştır.194 Üsküdar Toptaşı civarında bulunan
ve son şeklini 18. yüzyılın ortalarında alan Darüssaade Ağalarından Mehmet Ağa’nın
mescidi ise 1915 yılında yolun genişletmesi maksadıyla ortadan kaldırılmıştır.195 Aynı
amaçla Aksaray Murat Paşa Cami’ndeki Kara Davut Paşa ve Şeyhülislam Pirizade
Osman Sahip Efendi’nin sekiz adet mermer sütuna istinat ettirilmiş, üstü demir ve tel
kafesli açık türbeleri 1916 Kasım’ında yıktırılmıştır.196 Yola giden bir başka türbe de
Hadım Hasan Paşa’nın banisi olduğu medresesindeki ilginç türbesidir. Hadım Hasan
Paşa 1598’de siyaseten katledileceği vakit, Cağaloğlu’ndaki medresesinin sebiline
defnedilmeyi vasiyet etmiştir. Böylelikle türbeye dönüşen sebil 20. yüzyılın başlarına
Mustafa Selçuk, “Birinci Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri’nin İstanbul’a Yönelik Hava Taarruzları”, Marmara
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, C. 1, S. 2 (2014), s. 101.
192
Süleyman Beyoğlu, “Topkapı Sarayı Bombalanacaktı!..”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, S. 54 (1998), s. 27.
193
Celaleddin Germiyanoğlu, “Bebek”, REK İA., C. 5, İstanbul 1961, s. 2328.
194
Hakkı Göktürk, “Drağman Mescidi”, REK İA., C. 8, İstanbul 1966, s. 4542.
195
Mustafa Güler-Gülay Karadağ, “Dârüssaâde Ağası Hacı Beşir Ağa’nın Üsküdar’daki Hayratı”, IV. Üsküdar
Sempozyumu: 3-5 Kasım 2006 Bildiriler, Ed. Coşkun Yılmaz, C. 2, Üsküdar Belediyesi, İstanbul 2007, s. 233.
196
İhtifalci, a.g.e., s. 109.
191
63
kadar gelmiş, dünya savaşı yıllarında yolu genişletmek için yıktırılmıştır.197 1916
yılında Şehzade Külliyesi’nin bir parçası olan Rüstem Paşa Sebili de yıktırılmıştır.198
Laleli’de, Ordu Caddesi üzerinde bulunan Kızlarağası Hamamı da bu dönemde
yıktırılan eserlerden biridir. Kızlarağası Abbas Ağa tarafından l669’da yaptırılan büyük
çifte hamam, 20. yüzyılda Maliye Nazırı Ziya Paşa'nın mülkiyetine geçmiş ve 23
Temmuz 1911'deki Uzunçarşı-Aksaray yangınına kadar işletilmiştir. Yangın hamama
zarar vermese de etrafının yangın nedeniyle tamamen boşalması, hamamın arsasını
kıymetli hale getirmiş, bölgedeki imar faaliyetlerine dahil edilerek yol sahasına
alınmıştır.199 Temmuz 1914’de iki kez, Aralık 1914’de ise bir kez gazetelere ilan
verilerek bir yıkıcı aranmış ancak ihaleye talip çıkmamıştır. 28 Ekim 1915'te gazete
ilanıyla Kızlarağası Hamamı'nın yıkılması için yeni bir ihale açılmış ve bir yıkıcı
bulunarak hamamın yıkılmasına başlanmıştır. 1916-1917 arasında İstanbul'da 10 ay
kalan H. Glück hamamı yıkılırken görmüş, kitabesini, planını ve mimari özelliklerini
kaydetmiştir.200 Fakat yıkım işlemi tamamlanamamış ve hamam yarı yıkık vaziyette
yıllarca yerinde kalmış ve ancak 1923'te ortadan kaldırılmıştır. Bugün hamamın yerinde
apartmanlar bulunmaktadır.201
I. Dünya Savaşı yıllarında müttefikimiz olan Almanya ile aramızdaki işbirliğinin
temsili olacak Türk-Alman Dostluk Yurdu projesi kapsamında ise Divanyolu’nda
Sultan II. Mahmud Türbesi karşısında iki mescit yıktırılmıştır. Dostluk yurdu projesi
için mimari yarışmalar açılmış, Divanyolu Sultan II. Mahmud Türbesi karşısında geniş
bir ada 1917 yılında istimlâk edilerek açılmış, ancak savaşın akıbeti ile birlikte proje
sonuçsuz kalmıştır.202 Açılan sahada ilk yapımı Fatih Sultan Mehmed dönemine
dayanan Asmalı Mescid adıyla bilinen Hacı Ferhat Ağa Cami, müştemilatı ve IV.
Murad döneminde yapılan sıbyan mektebi203 ile 16. yüzyılın ilk yarısında yapılan Sinan
İhtifalci, a.g.e., s. 287.
Müller-Wiener, a.g.e., s. 480.
199
Hamam hakkında Semavi Eyice tarafından detaylı bir inceleme yapılmıştır. Semavi Eyice, “İstanbul’un Ortadan
Kalkan Bazı Tarihi Eserleri II Bostan Cami, Kızlarağası Abbasağa Hamamı, Çukurçeşme Hamamı, Kasım Ağa
Mescidi”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, S. 27, (1973), s. 149.
200
Semavi Eyice, “İstanbul’un Ortadan Kalkan… II”, s. 151-152.
201
Semavi Eyice, “Kızlarağası Hamamı”, TVİA, C. 5, İstanbul 1994, s. 16.
202
Proje hakkında detaylı bilgi için bkz; Suha Özkan, “Türk-Alman Dostluk Yurdu Öneri Yarışması 1916”, ODTÜ
Mimarlık Fakültesi Dergisi, C. 1, S. 2 Sonbahar 1975, s. 177-210.
203
Cami ve müştemilatının yıktırılması sırasında istimlâk bedelinin ödenmediği gerekçesi ile sonraki yıllarda Evkaf
İdaresi tarafından Şehremaneti ve Harbiye Nezareti aleyhine dava açıldığı anlaşılmaktadır. Bkz; İstanbul’un
Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2, s. 161-164; T. Öz, a.g.e, C. 1, s. 24.
197
198
64
Ağa Mescidi 1917 yılında yıktırılmıştır.204 Aynı yılda Vefa’da, ilk yapımı 16. yüzyıla
kadar uzanan üç oda, bir bekçi kulübesi ve müştemilatı havi Haki Dede Medresesi
gazete ilanı ile satışa çıkarılmıştır.205
Savaş yılları içerisinde şehir surlarında da tahribatın arttığı görülmektedir. 31
Ocak 1915’de çıkartılan “Esvar ve Kıla-i Atikadan Belediyelere Terk Olunacak Yerler
Hakkında Kanun” uyarınca yıkılmasına izin verilen kale ve surlardan meydana çıkacak
arsaların belediye olan yerlerde belediyelerin, belediye olmayan yerlerde ise vilayetlerin
mülkü olacağı kararı verilmiştir.206 İhtifalci eserinde bu dönemde gerçekleşmiş pek çok
sur yıkımını kaydetmiştir. Ayvansaray Defterdar Caddesi’nin açılması sırasında
Odunkapısı olarak anılan Exylo Porta ve bazı surlar207, Fener Patrikhanesi civarındaki
Petro Kapısı208, Lonca civarında içerisinde bazı ayazmaları da muhtevi surlar ve
burçlar209 tahrip edilmiştir. Yeni Cami Hünkâr Kasrı altındaki Bizans döneminden kalan
sur yapısı da halkın gelip geçmesini engelliyor bahanesiyle yıktırılmak istenmiş, ancak
yapılamayarak bir kısmı bu dönemde kesilmiştir.210
Yaşanan tüm bu tahriplerin ardından I. Dünya Savaşı yılları içerisinde 1917 yılı
İstanbul’da mimari koruma alanında bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. 22 Mart
1917’de Dahiliye Vekaleti tüm vilayetlere gönderdiği bir genelge ile eski eserlerin
muhafazasına daha fazla itina gösterilmesini istemiştir. Belgede eski eserlerin tahribi
açısından zikredilen tespitler şöyledir;
Kent surları, kışla, mektep, hastahane vb. kamu yapılarının yapılması
amacıyla vali, mutasarrıf, vilayet meclisleri ve kaymakamlar tarafından
yıktırılmaktadır.
Fazla harap olmamış türbe, cami ve medrese gibi kutsal yapılar, tarihi ve
mimari değerleri göz önüne alınmadan yıkılmaktadır.
Sinanağa Cami’nin arsası 12 Ekim 1933’de İstanbul Vakıflar İdaresi tarafından satılmıştır. Arsayı alan Halid Ziya
Uşaklıgil arsa üzerine Sinan Ağa Daireleri ismiyle bir bina yaptırmıştır. Bkz; İstanbul’un Kaybolan Kültür
Varlıkları.., C. 2, s. 279-282.
205
Semavi Eyice, “İstanbul’un Ortadan Kalkan… I” s. 151-152.
206
N. Can, a.g.e., s. 21. Çıkartılan bu kanunla İstanbul’da uzun yıllar davalara konu olacak “kule-i zemin” meselesi
ortaya çıkmıştır. 1930’lu yıllarda İstanbul Belediyesi aralarında Ömer Abid Han, IV. Vakıf Han gibi binaların da
bulunduğu pek çok binaya eski sur sahası üzerinde inşa edildiği gerekçesiyle sahiplik davaları açılmıştır. Mahkemeler
bazı binaların temellerinin açılmasını dahi teklif etmişlerdir.
207
İhtifalci, a.g.e., s. 260.
208
İhtifalci, a.g.e., s. 376.
209
İhtifalci, a.g.e., s. 296.
210
İhtifalci, a.g.e., s. 220.
204
65
Arkeolojik kazılarda bulunan süslemeli elemanları çıkartmak için
yapılara zarar verilmektedir.
Asar-ı Atika ve Muhafaza-i Abidat Nizamnamelerinin hükümleri
uygulanmamaktadır.
Tüm bu yıkımlar, ilgili memurların kendi görüşleri doğrultusunda
yapılmaktadır.
Belgenin ikinci bölümünde bu olumsuz tutumların devam etmesi halinde ülkenin
övünç kaynağı olan eski eserlerin tümüyle yok olacağına dış ülkelerde eski eserlerin
sürekli denetim altında tutularak ve tüm görevlilerin kurallara uyması sağlanarak
korunabildiğine dikkat edilmesi ve ilgili yasal düzenleme hükümlerine uyulması
istenmiştir.211
Aynı yıl içerisinde yaşanan bir başka gelişme ise kurulduğu günden 1917 yılına
kadar İstanbul’daki eski eser tahribini önlemeye çalışan ancak personel ve yetki
eksikliğinden dolayı istenilen ölçüde müdahil olamayan Müze-i Hümayûn’un, konu ile
ilgilenecek özel yetkili bir kurula kavuşmasıdır. Yaşanan tahriplerin kamuoyunda
yarattığı tepki ve Halil Edhem Bey’in ısrarlı başvuruları üzerine 9 Mayıs 1917 tarihinde
Maarif Nezareti, Müze-i Hümayûn’a gönderdiği yazısında “İstanbul'da atik Saray-ı
Hümayûnlar da dâhil olduğu halde, âsar-ı atikanın muhafazasına nezaret etmek ve
tamirat icap ettikçe reylerine müracaat olunmak ve âsar-ı atikayı mahvü tahripten
kurtaracak tedabiri düşünmek üzere bir encümen-i daimi teşkili münasip görülerek..."
bu encümene üye seçilmesi istenen kişilerin tespit edilmesi istenmiştir.212 Halil Edhem
Bey’in uygun gördüğü isimleri bildirmesinin ardından sürekli görev yapacak bu
encümen 21 Mayıs 1917 tarihinde Meclis-i Vükela kararıyla “Asar-ı Atika Encümen-i
Daimisi” adıyla kurulmuştur.213 Asar-ı Atika Encümen-i Daimisi’nin şu üyelerden
oluşmaktaydı; Müze-i Hümayûn Müdürü Halil Edhem (Eldem) Bey, İstanbul Mebusu
İsmet Bey, Doktor Nâzım Bey, Evkaf Nezareti İnşaat ve Tamirat Müdürü Mimar
Kemaleddin Bey, Dâhiliye Nezareti Mebani-i Emiriye Müdürü ve Tarih-i Osmani
Encümeni azası Efdaleddin (Tekiner) Bey, Maarif Nezareti Telif ve Tercüme Heyeti ve
İstanbul Muhipleri Cemiyeti azasından İhtifalci Mehmet Ziya Bey, Şehremaneti Heyet-i
E. Madran, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e…, s. 69.
Aziz Ogan, Türk Müzeciliğinin 100. Yıldönümü, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, İstanbul 1947, s. 25.
213
Meclis-i Vükela Kararıyla Müteşekkil Muhafaza-i Âsâr-I Atika Encümen-i Daimisi [nin] Bir Senelik Mesaisine
Dair Rapor 21 Mayıs 1334, Matbaa-i Amire, İstanbul 1336 (1920), s. 6.
211
212
66
Fenniye Mimari Şubesi Müdürü Mimar Asım Bey, Kadıköy Belediye Dairesi Müdürü
Celal Esad (Arseven) Bey.214
Encümenin kurulma kararı 30 Mayıs 1917 tarih ve 617/22909 sayılı kararla
Müze-i Hümayûn'a bildirilmiş ve ilk toplantı 11 Haziran 1917 tarihinde Maarif Nezareti
binasında yapılmıştır.215 Encümen İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin (Müze-i Hümayun) bir
odasında haftada bir veya iki defa toplanıp, İstanbul’daki eski eserlerin taşınması, tamiri
ve korunması hakkında kararlar alıyor ve bazı eski eserlerin kurtarılması hususunda sert
ve ciddi mücadelelerde bulunuyordu. Bunun dışında encümen İstanbul'un eski eserlerini
fişlemeye de girişmiş ve her bina için sarı karton kapak içinde o yapının fotoğrafları ile
birlikte, kitabesinin kopyası ve hakkında bilinenler not edilmiştir. Sadece İstanbul
içerisinde envaterleme ve koruma görevi yapan bu encümen günümüzdeki koruma
kurullarının atası konumundadır. 1923'ten itibaren Maarif Vekâleti Hars Müdürlüğü'nün
desteği ile çalışmalarına devam eden encümen Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar
Kurulu’nun 1950 yılındaki kuruluşuna kadar devam etmiştir.216
Encümenin kuruluşunun ardından ilk olarak üzerine eğildiği ve başarılı olduğu
konu savaş nedeniyle askeriyenin işgali altında bulunan tarihi binaların tahliye
ettirilmesidir.217 Encümenin bu dönemde kurtardığı eserlerden biri de Ayasofya Haseki
Hürrem Sultan Hamamı’dır. Şehremaneti’nin “şehirde birçok benzeri vardır” bahanesi
ile kaldırmak istemesine karşın hamamın günümüze ulaşmasında Encümen’in
faaliyetleri önemli yer tutmaktadır.218 Fakat İstanbul gibi büyük bir şehirde çok çeşitli
yapı türlerinde sayıları on binleri bulan tarihi eserlere karşı yapılan tahribattan
Encümen’in günü gününe haberdar olması mümkün değildir. Birçok defalar tahribat ya
tesadüfen duyuluyor veya bir eser imha olunduktan çok zaman sonra haber
alınıyordu.219 Öyle ki Muhafaza-i Abidat ve Asar-ı Atika Nizamnamelerinde açık olarak
yer almasına rağmen devlet kurumları dahi tarihi eserleri yıktırmadan önce müzenin
görüşünü almamışlardır. Örneğin; Topkapı Sarayı’nın Marmara Denizi tarafındaki
214
A. Ogan, a.g.e., s. 25.
A. Ogan, a.g.e., s. 25. Semavi Eyice ise ilk toplantı tarihini 31 Mayıs 1917 olarak vermektedir. Bkz; Semavi
Eyice, “İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni”, TVİA, C. 4, İstanbul 1994, s. 222.
216
Semavi Eyice, “İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni”, TVİA, C. 4, İstanbul 1994, s. 222. Encümenin
cumhuriyet dönemindeki faaliyetlerine “Cumhuriyet Döneminde Eski Eser Tahribine Yönelik Tepkiler Ve Tahribi
Durdurmaya Yönelik Faaliyetler” bölümünde değinilecektir.
217
A. Ogan, a.g.e., s. 27. Aziz Ogan da bu dönemde Süleymaniye ve Sultanahmet Camilerinin de asker işgali altında
olduğunu söyler.
218
C. Topuzlu, a.g.e., s. 136; A. Ogan, a.g.e., s. 26.
219
A. Ogan, a.g.e., s. 26.
215
67
Değirmen Kapısı’nın Harbiye Nezareti tarafından
yıktırıldığı ancak yıkımın
tamamlanmasının ardından haber alınmıştır. İhtifalci Mehmet Ziya Bey’e göre kapının
asar-ı atika açısından hiçbir kıymet ve ehemmiyeti bulunmamasına rağmen iki yanında
bulunan sütunlar ve kemeri Bizans dönemine ait olduğundan Encümen, Harbiye
Nezareti’ne başvurmuş, müracaat üzerine kapı ile sur yeniden inşa edilmiş ancak
mermer sütunlar yerlerine konmamış üstünün kemeri de yapılmamıştır.220 Encümen’in
bu tarz girişimlerinden bir başkası da Tekfur Sarayı’nın yakınındaki surlardan birine ait
kapı ile ilgilidir. Kapının üzerindeki söve, civarda inşa ettirilmekte olan bir aşevinin
kapı eşiğinde kullanılmak üzere yerinden kaldırılmaya teşebbüs edilmiş, durumdan
haberdar olan Encümen sorumlular hakkında yasal işlem başlatmıştır.221 İhtifalci,
kitabında arkeolojik buluntular karşısında da Encümenin görevlendirildiğini yazar.222
Asar-ı Atika Encümen-i Daimisi’nin giriştiği bir diğer faaliyet ise tescil
faaliyetidir. Gerek alınan haberler sonrası ortadan kalktığı anlaşılan, gerek harap
durumda olup tamiri gereken yapılar için encümen azaları yerinde incelemeler yapmış,
(Fotoğraf 22.) Müze-i Hümayûn’da saklanmak üzere numara verilerek birer dosya
açılmış,
yapının
mimari
özelliklerini,
kitabelerini,
mevcut
durumunu
ve
toplayabildikleri diğer bilgileri fişler halinde kaydetmişlerdir. (Belge 1.) Yapıların
fotoğraf, plan ve rölövelerinin alınması düşünülmüşse de arşiv malzemesinden
anlaşıldığı üzere ancak fotoğrafları çekilebilmiştir.223 Eserinde verdiği pek çok detay
bilgi ile bu işte ilk zamanlarda İhtifalci Mehmet Ziya Bey’in görevlendirildiği
anlaşılmaktadır. Keza Fatih döneminden kalma Harbî Mescidi’nin kalıntılarını harap bir
vaziyette gören Mehmet Ziya Bey üzüntüsünü şu sözlerle aktarır;
Kapının tarihi eser olarak görülmemesi dönemin tarihi eser algısını göstermesi açısından ilginç bir örnek teşkil
etmektedir. İhtifalci, a.g.e., s. 503; 538.
221
İhtifalci, a.g.e., s. 261.
222
İhtifalci a.g.e., .s 648. Mehmet Ziya Bey kitabında Bekir Paşa Camii Sokağı’nda tarihi bir kuyunun bulunup
Encümene bildirilmesi olayını şöyle nakleder; “Bu haber üzerine mahalline giderek tetkikatta bulundum. 3.5 metre
derinliğinde bir çukur olan bu yere tedarik eylediğim bir merdiven vasıtası ile indim. Fakat inerken merdivenin
dayandığı noktanın kaymasıyla kayarak aşağıya düştüm. Lehü’l-hamd bu düşmeden müteessir olmadım. Burası haç
şeklinde pek muntazam tuğlalarla örülmüş, kemiklidir. İçerisi yoğun bir surette istif edilmiş insan kemikleriyle
doludur. Kemikler çürümemiş, muntazam bir haldedir.” İhtifalci, olayın tarihini 18 Mart 1328/31 Mart 1912 olarak
vermektedir. Ancak bu tarihte Muhafaza-i Asar-ı Atika Encümeni henüz kurulmamıştır. Tarihin dizgi hatası ile
1338/1922 olması daha uygun olmaktadır.
223
Encümenin çalışma usulü ve “Encümen Arşivi” olarak bilinen bu arşivin akıbeti hakkında Semavi Eyice’nin
yazdıkları son derece dikkate değerdir. Bkz; Semavi Eyice, “İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni”, TVİA, C. 4,
İstanbul 1994, s. 222.
220
68
Fotoğraf 22. Encümen Fatih Halıcılar Caddesi’nde Bulunan Gürcü Mehmet Paşa
Çeşmesi’ni 1919 Yılında Yerinde İnceliyor. Encümen Arşivi, Dosya 28.
69
“Harbi Mescidinin hal-i hazırından dolayı pek müteessir ve
mustarip oldum. Dünya tarihinin yüce ve ibret verici bir safhasını hatırlatan
bir mevki hakkındaki umursamazlığımıza karşı tarih-i milli namına ne kadar
teessüf edilse yeri vardır. Gariptir ki biz hala bu yerleri kendimize mal
edemiyoruz. Sırf araştırmamaktan ileri gelen bu zihniyet bu diyardaki
milliyet hissinin yerleşmesine bir mani teşkil ediyor. Bu gibi umur-ı vakfiye
için para alan, ekmek yiyen memurlarımızın diğer işlerle beraber biraz da
bu gibi hatırat-ı milliyenin idamesi esbabına düşmeleri milliyetseverliğin
gereklerindendir.”224
31 Mayıs 1918 günü çıkan büyük Fatih yangını İstanbul’un geçirdiği son büyük
felaket olmakla birlikte Encümen’in işini de bir kat daha arttırmıştır. Yangında
İstanbul’un tarihi eserler bakımından en zengin mahalleri olan Ayvansaray, Sultanselim,
Fatih, Sarıgüzel, Cerrahpaşa, Aksaray ve civarı etkilenmiş, bu geniş sahada tarihi
eserlerde
oluşan
tahribat
neredeyse
20.
yüzyılın
ortalarına
kadar
ortadan
kaldırılamamıştır. Encümen bir harabeye dönmüş bu yangın mahallerindeki yüzlerce
eseri bir alt komisyon kurarak inceletmeye çalışmış, yapılar hakkında fişler tutularak
kitabeleri kaydedilmiş, fotoğrafları çekilerek planları tersim edilmiştir. Encümen ayrıca
bu eserlerin İstanbul haritası üzerinde işaretlenmesine de karar vermiştir.225 Ancak
dönemin zorlu şartlarında Encümen’in bu mesaiyi tamamlayamadığı anlaşılmaktadır.
Asar-ı Atika Encümen-i Daimisi’nin kuruluş amaçlarından biri de eski eserler
üzerinde yapılan tamiratları denetlemektir. 1917 yılındaki kuruluşunun hemen ardından
Topkapı Sarayı’nda çeşitli dönemlerde yapılan tamirleri226 denetlediği anlaşılan
Encümen, tespitlerini bir rapor halinde 10 Ekim 1917’de hükümete sunmuştur. Raporda
kavram olarak restorasyonun tanımlaması yapıldıktan sonra uyulması gereken kaideler
sıralanmış, Topkapı Sarayı’nın tarihi kıymeti dikkate alınmadan, içerisinde görevli
bulunan hademelerin kullanım durumlarına göre kullanılan-kullanılmayan şeklinde bir
ayrıma tabi tutularak tamir faaliyetlerinin gerçekleştirildiği, 18 ve 19. yüzyıllarda
İhtifalci, a.g.e., s. 154.
Meclis-i Vükela Kararıyla Müteşekkil Muhafaza-i Âsâr-ı Atika Encümen-i Daimisi [nin] Bir Senelik Mesaisine
Dair Rapor 21 Mayıs 1334, Matbaa-i Amire, İstanbul 1336 (1920) s. 6.
226
Vedat Tek’in Sermimarlığı döneminde yapılan tamirler için bkz; Müjde Dila Gümüş, II. Meşrutiyet’te Saray İçin
Çalışmak: Vedad (Tek) Bey’in Sermimarlık Dönemi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi,
İstanbul 2018.
224
225
70
yapılan muhdes düzenlemelerin gereksiz görülerek söküldüğü eleştirilmiştir.227 24
başlık altında sıralanan tamir hatalarının ardından önerilerde de bulunulmuştur. Rapor
1921 yılında kitapçık olarak bastırılmıştır.
Encümen’in bir başka yayın faaliyeti de bir senelik (21 Mayıs 1917-21 Mayıs
1918) çalışmaları hakkında 10 sayfalık bir broşürdür.228 1920 yılında yayınlanan rapor
dönemine göre oldukça ağır bir dille yazılmıştır. İstanbul’un tarihi kıymeti, tarihi
eserleri koruma bilinci ve Encümen’in kuruluş tarihini verdikten sonra çok kısa olarak
yapılan faaliyetlerden bahsetmiştir. Başlık olarak bir senelik faaliyetler seçilmesine
rağmen büyük Fatih yangınına değinmesi ve broşürün 1920 yılında yayınlanması sadece
bir yıl içersindeki faaliyetlere yer verilmediğini göstermektedir. Raporda yalnız mimari
eserlerin korunması değil mezar taşları ve hatta tarihi ağaçların korunması
gerektiğinden de bahsedilmiştir. Osmanlı Devleti’nin tarihten silinmeye çalışıp
İstanbul’un İtilaf devletleri tarafından işgal edildiği bir dönem de yayınlanan raporda
tarihi eserler hakkında siyasi açıdan değerlendirmeler de bulunmaktadır. 229
Mütareke dönemi İstanbul’unda işgal kuvvetleri tarafından da tarihi eserlere
zarar verildiği anlaşılmaktadır. Örneğin; Fransız kuvvetlerinin Bakırköy yolunu tamir
etmek için Yedikule ve Silivri Kapısı arasındaki sur duvarı taşlarını söktüğü haberi
alınınca Osmanlı Hükümeti duruma müdahale etmiş ve engellemiştir.230 Bu dönemde
yaşanan çok ilginç bir tahrip de Beyoğlu’ndaki 16. yüzyıldan kaldığı düşünülen
Ayaspaşa Hamamı ile ilgilidir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Gümüşsuyu’ndaki Ayaspaşa
Hamamı, Fransız Cizvitleri tarafından satın alınarak önüne yüksekçe bir parça ilavesi ile
“Sacre Coeur de Jesuites” adıyla bir Katolik kilisesine dönüştürülmüştür. Hamam kısmı
mimari olarak olduğu gibi muhafaza edilmiş oradaki büyük kubbe ile halvetlerin küçük
kubbelerinin ve sofaları üstüne rastlayan beşik kubbelerin yuvarlak camları kaldırarak
227
Meclis-i Vükelâ Kararı ile Müteşekkil Muhafaza-i Âsâr-ı Atika Encümen-i Daimisi, Topkapı Saray-ı
Hümayununun Tamiratı Münasebeti ile Encümenin Hükümet-i S'eniyenin Nazar-ı Dikkatine Arz Eylediği Rapor,
Darülhilafetülaliye Matbası, 1337 (1921), s. 5-6.
228
Meclis-i Vükela Kararıyla Müteşekkil Muhafaza-i Âsâr-ı Atika Encümen-i Daimisi [nin] Bir Senelik Mesaisine
Dair Rapor 21 Mayıs 1334, Matbaa-i Amire, İstanbul 1336 (1920).
229
Raporda geçen değerlendirme şu şekildedir; “Biz bu diyardaki milli mevcudiyetimizi, bu diyara soyumuzun
bağlığını ve binaenaleyh hayat hakkı ve istikrarımızı ancak atalarımızın yadigârı olan asar-ı muazzama ve
muhteşeme ile ispat ve teyit edebiliyoruz… Bütün vasıfları ile asar ve abidat-ı milliyesiyle, tamamiyle bir nurun ve
Müslüman memleketi olan bu şehr-i dilârada umursamazlıkla baktığımız köşede bucakta kalmış fakir bir çeşme veya
sebil veyahut sakafı meyil etmiş bir medrese veya türbe bizim buradaki ebedi varlığımızın iftihar edeceğimiz delilleri
ve şahitlerindendir… Onlar bu diyardaki alaka ve mevcudiyetlerini ancak binde bir kalabilen asara rabt ve onlarla
eda-i hukuka çalışıyorlar.” Bkz; Meclis-i Vükela Kararıyla Müteşekkil Muhafaza-i Âsâr-ı Atika Encümen-i Daimisi
[nin] Bir Senelik Mesaisine Dair Rapor 21 Mayıs 1334, Matbaa-i Amire, İstanbul 1336 (1920), s. 4.
230
Ayhan Han, “İstanbul ve Galata Hendeklerinde Kentsel Toprak Kullanımı”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Tarih Dergisi, S. 64 (2016/2), s. 30.
71
kurşunla örtülmüş, yarım küre şeklindeki beş kubbenin üzerine etrafı ve külahı camdan
birer fener geçirilmiştir. Bu suretle kiliseye tahvil edilen hamamın içi aydınlatılmıştır.
İşgal güçlerinin de desteklediği anlaşılan bu dönüşümle hamamın içindeki kurnalar ve
aksamı sökülmüş, büyük kubbesinin üzerindeki fenerin cam külahı üzerine de bir haç
konulmuştur.231 Kilise günümüzde İstanbul Süryani Katolik Patrikliği Vekaleti olarak
kullanılmaktadır. (Fotoğraf 23.-24.-25.-26.) İşgal güçlerinin sebep olduğu tahriplerden
biri de Topkapı Sarayı’nın birinci kapısı yani Bab-ı Hümayûn’da yaşanmıştır. İtilaf
devletlerince Bab-ı Hümayûn’da Senegallilerden mürekkep bir müfreze yerleştirilmiş,
bu grup 1924’de İstanbul’dan ayrılmaları esnasında kapının iç tarafındaki kubbe ile
müştemilatını yakmışlardır.232
Fotoğraf 23. İstanbul Süryani Katolik Patrikliği Vekaleti (Sacre Coeur Kilisesi).
https://ipa.news/tr/2018/07/17/bebekteki-suryani-kilisesi/ erişim tarihi; 15.09.2018.
231
232
“Ayaspaşa”, TVİA, C. 1, İstanbul 1993, s. 465; “Ayaspaşa Hamamı”, REK. İ.A., C. 3, İstanbul 1960, s. 1487.
“Bâbıhümayûn”, REK. İ.A., C. 4, İstanbul 1960, s. 1769.
72
Fotoğraf 24. İstanbul Süryani Katolik Patrikliği Vekaleti (Sacre Coeur Kilisesi) Planı. İ.B.B. Atatürk
Kitaplığı, Hüsrev Tayla Arşivi, Bel_Mtf_077087.
Fotoğraf 25. İstanbul
Süryani
Katolik
Patrikliği
Vekaleti
(Sacre Coeur Kilisesi)
Örtü Sistemi. İ.B.B.
Atatürk
Kitaplığı,
Hüsrev Tayla Arşivi,
FOTO_051858.
73
Fotoğraf 26. İstanbul Süryani Katolik Patrikliği Vekaleti (Sacre Coeur Kilisesi) bahçeşinde görülüp
Mimar Hüsrev Tayla Tarafından Belgelenen Kurna. İ.B.B. Atatürk Kitaplığı, Hüsrev Tayla Arşivi,
FOTO_051838.
Mütareke döneminde işgal kuvvetlerinin yaptığı bu tahriplere karşılık, Türklerin
kendi eski eserlerine milliyetçilik duygusu çerçevesinde daha çok sahip çıkmak yerine
ihmalkârlıklara ve yıkımlara devam etmesi de son derece ilginçtir. Zikredildiği üzere
işgal güçleri 16. yüzyıl’dan kalma Ayaspaşa Hamamı’nı kiliseye dönüştürürken
Sirkeci’de bir başka 16. yüzyıl hamamı Türkler tarafından ortadan kaldırılmıştır.
“Sultanhamamı” muhitine ismini veren Haseki Hürrem Sultan Hamamı, zamanla ticaret
bölgesinin ortasında kalmış, 1920 yılında Asar-ı Atika Encümen-i Daimisi’nin tüm
girişimlerine rağmen yıktırılmıştır.233 17. yüzyılın ilk yarısında Defterdar Bekir Paşa'nın
Marmara sahil surlarının dışına, deniz kıyısına, altında kayıkhanesiyle beraber
yaptırdığı Davutpaşa İskelesi Mescidi234, Uzunçarşı’daki ilk inşası 1478 yılına dayanan
İbrahim Paşa-i Atik Medresesi235 ve Tekfur Sarayı civarındaki kâgir minareli ahşap
Çakırağa Mescidi yine bu dönemde yıkılmıştır.236 Beyazıt’taki ilk inşası 16. yüzyıla
Encümen Arşivi, Dosya 197.
Erdem Yücel, “Davudpaşa”, TVİA, C. 3, İstanbul 1994, s. 10; Hakkı Göktürk, “Davudpaşa İskelesi Mescidi”,
REK. İ.A., C. 8, İstanbul 1966, s. 4304.
235
M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 91.
236
Hakkı Göktürk, “Çakırağa Mescidi”, REK. İ.A., C. 7, İstanbul 1965, s. 3673.
233
234
74
kadar uzanan Bezzaziye Mescidi ise 1921 senesine kadar ibadete açık kalmış daha sonra
Vakıflar tarafından kadro dışı bırakılmıştır.237
Zikredildiği üzere 31 Mayıs 1918’de çıkan Büyük Fatih Yangını çok geniş bir
sahada etkili olmuş, pek çok insanı evsiz bıraktığı gibi birçok eski eseri de harabeye
çevirmiştir. Ayakta kalabilen eski eserler de yangınzedelere tahsis edilmiştir. Örneğin
Koska’da bulunan Çoban Çavuş Camii, 1911 Aksaray yangınında yanarak dört duvar
kalmıştır. İhtifalci’nin kaydettiğine göre ayakta kalan duvarları kullanılarak barakaya
dönüştürülmüş olan yapıda 1922 yılında muhacir ve yangınzedeler yaşamaktadır.238 M.
Kütükoğlu ise 1918 yılının sonlarında İstanbul medreseleri hakkında tutulan bir listeyi
kitabında yayımlamıştır.239 Liste vasıtasıyla İstanbul’da birkaç medrese haricinde
hemen hemen hiçbir medresede eğitim faaliyetinin devam etmediği görülmektedir.
Öğrencileri Dünya Savaşı nedeniyle askere alınan medreseler yangınzedelere,
muhacirlere ve askeri kullanımlara tahsis edilmiştir.240 (Tablo 2.)
Tablo 2. 1918 Sonlarında Eğitim Maksadının Dışında Kullanılan İstanbul
Medreseleri
Medresenin Adı
1918 Yılı Sonlarında Kullanım Durumu
Cezayirli Ahmet Paşa
Askeri iaşe-erzak tevzi mahalli
Yenikapı Hoca Üveys
Son derece harap olduğu halde muhacirlere barınak
Atatürk
Bulvarında
Mehmet Paşa
Piri Harap bir halde olmasına rağmen yangınzedelere
sığınak
Bezzaziye Mescidi daha sonraları bir mesken olarak kiralanmış II. Dünya Savaşı başında kaba kasap kâğıdı
imalathanesi olmuştur. Hakkı Göktürk, “Bezzaziye Mescidi”, REK. İ.A., C. 5, İstanbul 1961, s. 2740.
238
İhtifalci, a.g.e., s. 582.
239
Mübahat S. Kütükoğlu, XX. Asra Erişen İstanbul Medreseleri, TTK Basımevi, Ankara 2000.
240
M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 22.
237
75
Muhyiddin-i Kocavi
Birkaç asker ailesi birlikte yangınzedelere sığınak
Fatih Camii civarında Muid Yangınzedelere sığınak
Ahmet Efendi
Fatih Camii civarında Ula-yı Yangınzedelere sığınak
Hüseyniye
Sani-i Hüseyniye
Harap bir halde olmasına rağmen yangınzedelere
sığınak
Yavuz Selim’de Debbağzade Harap bir halde olmasına rağmen Serez
Mehmet Efendi
muhacirlerine sığınak
Amcazade Hüseyin Paşa
Üç odasında talebe oturmakta, diğerleri
yangınzedelere sığınak
Bosnavî Darülhadisi
Beş odasından biri yangınzedelere sığınak, bir odası
Müdafaa-i Milliye mensuplarının kullanımında,
diğerlerinde talebe oturmakta
Dülgerzade Ahmet Şemseddin Yangınzedelere sığınak
Efendi
Fatih Cami yakınında Uncu Askerlere ve muhacirlere tahsis edilmiş
Hafız
Fatih’te Abdülgaffar Efendi
Yangınzedelere sığınak
Edirnekapı Mihrimah
Yangınzedelere sığınak
Murat Paşa
Yangınzedelere sığınak ve aşhane
76
Çarşamba’da
Zekeriyya Muhacirlere barınak
Efendi
Çarşamba’da Valide Sultan
Gülhane’de
Valide
Yangınzedelere sığınak
Sultan Yangınzedelere sığınak
(Vâni Efendi)
Çarşamba’da Koğacı Dede
Beş odasında talebe, dört odasında muhacirler
barınıyor
Çarşamba’da Mustafa Efendi
Bir odası Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin
kullanımında, diğerleri Yangınzedelere sığınak
Fatih Camii yakınlarında Veli 1914’te ancak iki odası ve bir dershanesi kalmış,
1918’de bir odasında yangınzede bir kişi barınırken
Efendi
Fatih
diğer yerleri boştur.
yakınlarında 1918 Fatih Yangınzedelerine sığınak
Camii
Efdalzade
Çarşamba’da Esad Efendi
1914’de yıkılmasına karar verilmiş ancak
yıkılamamış, 1918’de dört odası boş olan
Millet
Caddesi
medresenin diğer odaları yangınzedelere sığınak
üzerinde Yangınzedelere sığınak
Hekimbaşı Ömer Efendi
Hayli harap durumda olmasına rağmen muhacirlere
pazzade Ahmet Paşa
Topkapı’da Gazi Ahmet Paşa
sığınak
Yangınzedelere sığınak
Topkapı’da
Dülbendcizade Yangınzedelere sığınak
Mustafa Efendi
Vatan
Caddesi
Üzerinde Aşhane
Sultan Selim
77
Cerrahpaşa’da Bayram Paşa
Askeriye için kavurma hazırlanan bir aşhane
Davud Paşa
Yangınzedelere sığınak
Gevherhan Sultan
Askeriye için kavurma hazırlanan bir aşhane
Haseki Sultan
Askeriye için kavurma hazırlanan bir aşhane
Koca Mustafa Paşa
Muhacirlere barınak
Zal Mahmut Paşa
Fevkani kısmı erzak ambarı, tahtani kısmı
muhacirlere barınak
Eyüp Hacı Beşir Ağa
Muhacirlere barınak
Kılıç Ali Paşa
Beş odası askeriye işgalinde, geri kalan odaları
harabiyet nedeniyle boş
Beşiktaş Sinan Paşa
Beş odası boş, diğerlerinde bazı medrese mezunları
oturuyor
Şemsi Paşa
Balkan harbi sırasında olduğu gibi 1914’de de
medresede muhacirler iskân edilmiş, sadece bir
odasında 2 talebe kalmıştır. 1918’de yine
muhacirlere sığınak
Üsküdar Ahmediye
Bir odası askeriye işgalinde, iki odasında ise
muhacirler iskan edilmiş, diğer odaları bakımlı
olmasına rağmen boş
Kepenkçi Sinan
Son derece harap bir durumda olmasına rağmen
yangınzedelere sığınak
78
İbrahim Kethüda
Yangınzedelere sığınak
Ekmekçizade Ahmet Paşa
Yangınzedelere sığınak
Kalenderhane
Üç odası eşya deposu, diğer odaları yangınzedelere
sığınak
Kalenderhane
Mahallesinde Bir odası ekmek tevzi merkezi, diğer odalar ise
Hasan Ağa Darülhadisi
yangınzedelere sığınak
Cedid Beşir Ağa
Yangınzedelere sığınak
Kuyucu Murat Paşa
Yangınzedelere sığınak
Beyazıd Seyid Hasan Paşa
Aile Erzak Komisyonuna tahsis edilmiş
Ebulfazl Mahmud Efendi
Muhtaçlara sığınak
Koksa
Mustafa Sevkiyat I. Hizmet Taburu işgalinde
Papazzade
Çelebi
Şehzadebaşı Ankaravî
Koska
Ordu I. Dairesi Sevk Taburu II. Bölük Karargahı
Çavuşbaşı Bazı asker ailelerine tahsis edilmiş
Süleymanağa
Tevki Cafer Efendi
On dokuz odanın altısında talebe yaşarken, diğer
odalar muhacirlere barınak
Nişancı Mehmet Paşa
Yangınzedelere sığınak
79
Nişancı Mehmet Paşa (Çukur Harap olmasına rağmen Selanik muhacirlerine
Medrese)
sığınak
Fatih Nişanca’da Malulzade
Yangınzedelere sığınak
Fatih
Nişanca’da
Küçük Son derece harap olasına rağmen yangınzedelere
Medrese (Kazasker Abdullah sığınak
Efendi)
Fatih
Nişanca’da
Hasan Son derece harap olasına rağmen yangınzedelere
sığınak
Efendi
Fatih
Nişanca’da
Ümm-i Son derece harap olasına rağmen yangınzedelere
Veled
sığınak
Kaba Halil Efendi
Yangınzedelere sığınak
Karagümrük’te Üçbaş
Aile Erzak Komisyonuna tahsis edilmiş
Çarşamba’da Mehmet Ağa
Muhacirlere barınak
Defterdar İbrahim Efendi
Harap olmasına rağmen muhacirlere sığınak
Cedid Ali Paşa (Semiz Ali Bir kısmında aşevi faaliyet gösterirken bir kısmı
Paşa)
Karagümrük’te
yangınzedelere sığınak
Seganbaşı Yangınzedelere sığınak
Kara Halil
Rakım Efendi
Darüssaade
Yangınzedelere sığınak
Ağası
Hacı Kandınlar Yurdu’na tahsis edilmiş
Mehmet Ağa
80
Erzurum, Ankara ve Uzunköprü muhacirleriyle
Binbirdirek Dizdariye
asker ailelerine tahsis edilmiş
Kadırga Sokullu Mehmet Paşa Dershanesi depo olarak kullanılırken, medresenin
dokuz odası boş, diğerlerinde yirmi kadar asker
kalmaktaydı.
Küçük Ayasofya
Rusya’dan gelen esir askerlere tahsis edilmiş
Mirzeban/Mihriban Sultan
Birkaç Kürt ailesi iskan edilmiş
II. Bayezid
Yangınzedelere sığınak
Beyazıt
civarında
Rakım Beş harap odasında imam ve bekçi meskûn
Efendi
Şahkulu (Sinekli)
Yangınzedelere sığınak
Acımusluk’ta İbrahim Paşa
İki odasında asker eşyası depo edilmiş, diğerleri
yangınzedelere sığınak
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Yangınzedelere sığınak
Çorlulu Ali Paşa
Yangınzedelere sığınak
Süleymaniye Medreseleri
Oturulabilecek durumda olan kısımları
yangınzedelere sığınak
Sinan Paşa
Yangınzedelere sığınak
Karagümrük Fetva Emini
Yangınzedelere sığınak
81
Kayış Mustafa Ağa
Yangınzedelere ve bazı Kürt ailelere sığınak
Mimar Hasan Ağa
Askeriye işgalinde
Nuruosmaniye
Yangınzedelere sığınak
Süleymaniye’de Siyavuş Paşa
Oldukça harap olduğundan ancak altı odası
kullanılabilmekte, bunlardan üç oda Hilal-i
Ahmer’e, üç oda da askeriyeye tahsis edilmiş
Kemankeş Kara Mustafa Paşa
Kadınlar Cemiyeti Dikiş Yurdu’nun kullanımında
Cedid Mehmed Efendi
Memleketine gitmek üzere olan birkaç zabit
namzedine barınak
Ayasofya
Yangınzedelere sığınak
Cafer Ağa (Soğukkuyu)
Yangınzedelere sığınak
Rüstem Paşa
Yangınzedelere sığınak
Hacı Beşir Ağa
İki odasında asker eşyası bulunuyor, diğer
odalarında hamal bölüğü meskûn
Hadım Hasan Paşa
Yangınzedelere sığınak
Köprülü Mehmed Paşa
Yangınzedelere sığınak
Atik Ali Paşa
Evkaf tarafından kullanıyor
Mimar Kasım Ağa
Harap olduğu halde muhtaçlara barınak
82
Zeyrek’te Hamid Efendi
Bir kısmında talebe kalırken bir kısmı muhacirlere
sığınak
Zeyrek’te Haydar Paşa
Rumeli muhacirlerine sığınak
Zeyrek’te Hasanzade
İskâna müsait olmadığı halde muhacirlere barınak
Fatih Külliyesi Tabhane
Dershanesi ile iki-üç odasında yangınzedeler, diğer
odalarında talebe meskûn
Yavuz Selim’de Papazzade Harap olduğu halde muhacirlere barınak
Ahmet Paşa
Koca Mustafa Paşa’da Nuh Tamemen terk edilmiş durumda
Efendi
Eyüp Sokullu Mehmet Paşa Vakıflar Deposu olarak kullanılıyor
(İsmihan
Sultan/İbrahim
Hanoğlu)
Osmanlı’dan Cumhuriyete geçerken zikredilmesi gereken son bahis ise aynı
zamanda eski eser tahripleri açısından bir kült oluşturan Yahya Kemal Beyatlı’nı “Kör
Kazma” başlıklı yazısıdır. 26 Ocak 1921’de Payitaht Gazetesi’nin ilk sayfasında
yayımlanan yazıda Beyatlı, Küçüksu’da III. Selim döneminden kalma bir Nizam-ı
Cedid Karakolu’nun yıktırılması karşısında duyduğu üzüntüyü “…bu “yeni” sarasıyla
son asır Türkleri kör kazmayı kaptılar, yıkılmadık ne resmi daire kaldı ne konak;
dağılmadık ne eşya kaldı ne de döşeme…” sözleriyle nakletmiştir.241
241
Yahya Kemal Beyatlı, Aziz İstanbul, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul 2008, s. 128.
83
3. CUMHURİYET DÖNEMİNDE İSTANBUL’DA ESKİ ESER TAHRİBİ
(1923-1938)
3.1. Cumhuriyet Döneminde Tarihi Eserlerin Genel Durumu
Osmanlı’nın Cumhuriyet’e bıraktığı
İstanbul son derece harap bir şehirdir. Önceki
bölümlerde örnekleriyle açıklandığı üzere,
İstanbul’da eski eser tahribi sistemli olarak 19.
yüzyılda başlamış, 20. yüzyılın ilk yirmi
yılında yasal önlemler almayı gerektirecek
boyuta ulaşmıştır. Bunun yanı sıra şehirde
yaşanan yangınlar ve depremlerle pek çok
tarihi eser harabe haline gelmiştir. Özellikle
yangınlar İstanbul’da geniş ölçekli mahalleri
dahi ortadan kaldırabilmiştir. Bu kapsamda
Osmanlı’nın son döneminde yaşanan 1908
Çırçır, 1911 Aksaray, 1912 Sultanahmet ve
1918 Büyük Fatih yangınları örnek olarak
zikredilebilir. Tutulan bir istatistiğe göre 1908-
Fotoğraf 27.
Yangınlardan Sonra
Metruk Halde Bulunan Tarihi Eserler
Hakkında Bir Haber, Son Saat,
26.03.1929.
1928 yılları arasında İstanbul’da 48 büyük
yangın çıkmış 21.019 bina yanmıştır.242 Bu
tarz büyük yangınlardan sonra kentte ahşap konut dokusu ortadan kalkmış, mahalleler
ıssızlaşarak evlerden geriye ancak kargir ocaklar, taş-tuğla örgülü mahzenler kalmıştır.
“Yangın yeri” adı verilen bu mahalle manzaralarının bir diğer ilginç parçaları da ortadan
kalkan kent dokusunun altından adeta yeni bir keşif olarak ortaya çıkan Bizans dönemine
ait alt yapı sistemleridir. Açığa çıkan dehliz, mahzen, sarnıç, kemer ve sütun dizileri,
döşeme parçaları gibi arkeolojik veriler, yukarıda da zikredildiği üzere Muhafaza-i Asarı Atika Encümeni tarafından tespit edilmeye çalışılmıştır.243 (Fotoğraf 27.)
242
Milliyet, 08.12.1928.
Mehmet Ziya Bey, Mercan yangın yerindeki bu tarz yapıları incelemiş kitabında boyut ve inşa tarzları hakkında
bilgiler vermiştir. Kalıntılar 1914 yılında ortadan kaldırılmıştır. Bkz; İhtifalci, a.g.e, s. 408; 645.
243
84
Yangın
yerlerinde
tarihi
eserlerden arta kalan yahut zikredildiği
şekilde yeni ortaya çıkan duvar, kemer,
tonoz, dehliz gibi mimari elemanlar
İstanbul’un en fakir sakinlerine sığınak
olmuş,
zamanla
şehrin
ortası
denilebilecek bu yerlerde asayişin
sağlanamadığı gecekondu mahalleleri
ortaya çıkmıştır. Gazeteci Hikmet
Feridun Es, 1931 yılında röportaj
yapmaya gittiği bir yangın yerini şöyle
anlatmaktadır;
Fotoğraf 28. Hikmet Feridun’un Ziyaret Ettiği
Yangın Yerlerinde Karşılaştığı Harap Medrese
Harabesi, Akşam, 12.12.1931.
“Yıkık bir minarenin, kubbesiz
bir camiin önünden geçtik... Yanmış bir
medrese harabesinin yanında durduk… Etrafı baştan aşağı “insansız bir arazi”…
Medrese harabesinin duvarları arasında tahta parçalarından, tenekelerden garip garip
evler kurulmuştu…”244
Hikmet Feridun’a mahalle halkı tarafından anlatıldığına göre bu meskenler,
Vakıflar İdaresi tarafından evsiz kalan insanlara 75 kuruşa kiralanmaktaydı. (Fotoğraf
28.) Gazetelere yansıyan asayiş haberlerinden anlaşıldığına göre Sultanahmet yangın yeri
esrar, Laleli civarındaki yangın yeri ise fuhuş yuvası haline gelmiştir.245 Halk zaman
zaman gazetelere şikâyet mektupları göndermiş, “mahzen” olarak adlandırılan bu
kalıntıların kaldırılmasını talep etmiştir.246 1929 yılında Şehzadebaşı yakınlarındaki
Hoşkadem Mahallesi sakinleri Milliyet Gazetesi’ne gönderdikleri mektupta durumdan
şöyle şikâyet etmişlerdir;
“Çukurçeşme’den Şirvanizade arasına kadar imtidat eden ve
müteaddit hamam ve kâr-ı kadim mutfak harabelerini ihtiva eyleyen karanlık
ve mahuf sahada münasip ve emin bir melce bulan bir sürü serseri her akşam
birimizin evine ziyarete başladı. Ekseri geceler o sahada müteaddit tabancı
244
Akşam, 12.12.1931.
Vakit, 08.04.1930; Milliyet, 17.04.1934.
246
Son Saat, 24.06.1929; İkdam, 06.10.1929.
245
85
sesleri işitiliyor. İnsan sokağa çıkmaya değil pencerede oturmaya bile cesaret
edemiyor”.247
Yine 1929 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası İstanbul Mıntıkası Müfettişliği de
gelen talepler üzerine İstanbul Valiliği’ne yangın yerlerindeki bu yapıların yıktırılması
için müracaatta bulunmuştur. Valilik verdiği cevapta, yangın yerlerindeki bu tarz
yapıların büyük bir kısmının yıktırıldığını ancak Beyazıt Dairesi dâhilindeki, kalan bazı
“büyük mahzenlerin” yıkılması mümkün olamadığından bölgenin daha sıkı teftiş
edileceğini bildirmiştir.248 Yangın yerlerinde kalan bu kalıntılara ait taşların ve tuğlaların
satılmak maksadıyla ve çıkarılıp sökülmek suretiyle de tahrip edildiği anlaşılmaktadır.
Nitekim 1934 yılında Karagümrük Borazan Tevfik Mahallesi’nde yine mahzen olarak
ifade edilen kubbeli bir yapının, kemer taşlarını sökmeye çalışan iki kişi kubbenin
çökmesiyle enkaz altında kalmış ve hayatını kaybetmiştir.249 1933 yılında ise Aksaray
Tülbentçi Sokağı’nda fakir bir ailenin sığındığı eski bir mahzen, karların oluşturduğu
yüke dayanamayarak çökmüş, aile ağır surette yaralanmıştır.250
Harap durumdaki eserleri kurtarmak için kapsamlı çalışmalar yapılamamasının en
önemli nedeni ise Cumhuriyetin devraldığı zorlu ekonomik koşullardır. Osmanlı
Devleti’nin son dönemde yaşadığı ekonomik problemler, savaşlarla da birleşince devlet
bütçesi sıkıntılı hale düşmüş, bu sebeple anıtlara ayrılabilecek pay da çok sınırlı kalmıştır.
Türkiye’de 1923-1938 yılları arasında tarihi eserlerden sorumlu olan iki temel kurum
Maarif Vekâleti ve Vakıflar Umum Müdürlüğü’dür. Belediyeler de bu iki idarenin hemen
ardından tarihi eserlere bütçe ayırması gereken kurumlar olarak yer almaktadır. Ancak
Cumhuriyet dönemi devlet bütçeleri incelendiğinde bu iki kurumun da yeterli tahsisata
sahip olmadığı görülmektedir. Aşağıdaki tablo incelendiğinde Maarif Vekâleti ve
Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne ayrılan bütçelerin ne yazık ki Cumhuriyet Hükümetinin
genel bütçesi içerisinde %10 oranını bile yakalayamadığı görülmektedir. Aynı dönemde
Duyun-u Umumiye İdaresi’ne yani Osmanlı Devleti’nden devreden borçların ödemesine
ayrılan rakamlar ise her zaman iki idarenin de bütçesinin üzerinde olmuş, kimi zaman üçdört katına kadar çıkabilmiştir. Maarif Vekâleti’nin tüm ülkedeki eğitim-öğretim
faaliyetlerini yürüttüğü, Vakıfların ise tüm ibadethanelere ve bazı hayır eserlerine
247
Milliyet, 26.08.1929.
Son Saat, 04.01.1929.
249
Akşam, 09.04.1934; Cumhuriyet, 09.04.1934.
250
Cumhuriyet, 23.12.1933.
248
86
harcadığı miktarın, üç-dört katı kadarının borç ödemesine ayrıldığı bir ekonomik düzende
eski eserlere ayrılacak paranın ne kadar sınırlı kalacağı anlaşılabilir. (Tablo 3.)
Tablo 3. 1924-1938 Yılları Arasında Genel Bütçeden Maarif Vekâleti, Evkaf
Umum Müdürlüğü ve Duyun-u Umumiye’ye Ayrılan Paylar251
Cumhuriyet
Hükümeti
Genel
Bütçesi
(TL)
Maarif
Vekâleti
Bütçesi
(TL)
1924 204.317.371
7.952.169
3,89
1925
1926
1927
1928
1929
1930
1931
1932
1933
1934
1935
1936
1937
1938
8.961.855
9.004.960
9.577.125
12.012.552
12.080.932
12.819.876
10.071.681
8.765.313
11.214.601
10.857.036
11.672.017
11.659.368
14.880.986
18.039.113
3,01
3,48
3,46
4,24
4,34
4,51
3,84
3,34
4,14
3,75
3,58
3,54
3,90
4,52
Yıl
297.991.490
258.578.637
276.661.413
283.583.046
278.104.570
284.260.308
262.122.856
262.613.000
270.559.328
289.574.587
326.428.566
329.382.754
381.917.562
398.654.852
Genel
Evkaf
Genel
Duyun-u
Genel
BütçeUmum
BütçeUmumiye’ye Bütçeye
ye
Müdürlüğü ye
Ayrılan
Oranı
Oranı
Bütçesi
Oranı
Bütçe (TL) (%)
(%)
(TL)
(%)
2.814.829
3.322.790
3.859.61
4.286.090
4.955.197
4.225.863
3.189.391
2.837.875
2.695.786
2.720.884
2.619.196
2.623.787
3.001.729
3.204.065
1,38
18.066.418
8,84
1,29
1,40
1,51
1,78
1,49
1,22
1,08
1,00
0,94
0,80
0,80
0,70
0,80
22.793.972
13.133.990
13.089.191
15.527.658
33.381.155
36.468.886
30.366.402
48.054.991
46.121.191
46.899.845
55.772.632
55.110.871
53.150.615
54.909.154
7,65
5,08
4,73
5,48
12,00
12,83
11,58
18,30
17,05
16,20
17,09
16,73
13,92
13,77
Zikredildiği gibi tabloya alınan Maarif Vekâleti bütçesinin neredeyse tamamı
eğitim-öğretim faaliyetlerine tahsis edilmekte, eski eserlere ayrılan pay ise çok daha
sınırlı kalmaktadır.252 Bu zor şartlar altında, Cumhuriyetin ilk on yılında, ikinci on yıla
nazaran eski eserlerin korunması için Maarif Vekâleti bütçesi içerisinde daha az tahsisat
ayrıldığı görülmektedir. Bu tahsisatın tamamı da müzelere dağıtılmış durumdadır.253
1924-1925 yıllarında koruma ve müzeciliğe ayrılan ödeneğin, Maarif Vekaleti bütçesinin
251
Maliye Bakanlığı, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü Bütçe Gider-Gelir Gerçekleşmeleri (1924-2018)
(http://www.bumko.gov.tr/TR,157/butce-buyuklukleri-ve-butce-gerceklesmeleri.html Erişim tarihi; 06.03.2019)
252
Vakıfların mali durumu hakkındaki değerlendirmeler Vakıf Müessesesinin Çözülmesi Dolayısıyla Yaşanan Tahribat
başlıklı bölümde yer almaktadır.
253
E. Madran, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kültür…, s. 104.
87
ortalama %1.2’sini oluşturması durumun vahametini ortaya koyması açısından önemli bir
göstergedir.254 1928-1929 yıllarında ise bütçe kalemine giren “Asar-ı Atika Tetkik
Masrafı”, Albert Gabriel’in bir grup Darülfünun öğrencisi ile Anadolu’da çıktığı tetkik
gezileri ile alakalı olmalıdır.255 1933 yılından sonra bütçeye “İllerdeki Anıtların
Korunması Giderleri” ve “Tarihi Eserlerin Korunması Giderleri” başlıklı yeni
ödenekler eklenmiş, 1936 yılından sonra “Müze Giderleri” maddesine Anıtları Koruma
Komisyonu’nun kira, fotoğraf ve malzeme giderleri eklenmiş, bu yıla değin hiç yer
almayan “Rölöve Kısmı” için yeni bir madde açılarak bu kısımda çalışan mimar ve
müstahdemlerin maaş ve diğer giderleri için ödenek konmuştur.256
Ekonomik anlamda böylesine zorlu koşulların yaşandığı bir dönemde eski eserlere
müdahale edilmesini zorlaştıran diğer husus da yasal düzenlemeler ile taşınmaz eski
eserlerin gerek mülkiyet gerek sorumluluk olarak farklı kurumların idaresine
bırakılmasıdır. Bu anlamda ilk düzenleme 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen 430 sayılı
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile yapılmış, kanunun 2. maddesine göre Vakıflar tarafından
idare olunan bütün medrese ve mektepler Maarif Vekâleti’ne devredilmiştir.257 Kanunun
3. maddesinde, medrese ve mekteplere Vakıflar bütçesinden tahsis olunan tüm meblağın
Maarif Vekâleti bütçesine aktarılacağı kaydedilmiştir. Gerçekten de Vakıflar, 1937 yılına
kadar gerek medrese ve mekteplere verilmeleri için vakfedilen paradan gerekse kendi
idari bütçesinden bir miktar parayı Maarif Vekâletine devretmiştir.258 Ancak Maarif
Vekâleti’nin bütçesine aktarılan bu meblağı tarihi medrese ve mekteplerin korunması için
kullandığını söylemek oldukça güçtür.
Maarif Vekâleti, devraldığı medrese ve sıbyan mektepleri binalarından istediği
gibi istifade edememiş olacak ki, Evkaf Umum Müdürlüğü’nün 1925 yılı bütçe
kanununun 4. maddesine konulan bir hükme göre eğitim amaçlı kurulan vakıf binaları ve
bu binaların arsalarının idaresi, vakıf mahiyetlerine göre Maarif Vekâleti ile İdare-i
254
E. Madran, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kültür…, s. 105.
Son Saat, 06.04.1928; Madran, bu tahsisatın ne amaçla konulduğunun bilinmediğini söylemektedir. Bkz; E. Madran,
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kültür…, s. 105.
256
E. Madran, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kültür…, s. 135-136.
257
N. Can, a.g.e., s. 22.
258
N. Öztürk, a.g.e., s. 382. Ayasofya Cami’nin müzeye dönüştürülmesi sırasında da Ayasofya’nın vakıf gelirlerinin
Maarif Vekaleti’ne devredilmesi istenmiş, Vakıflar ilginç olarak “Bizanslılardan kalma bir eser olması hasebi ile hiç
bir vakfı olmadığı ve her ne kadar cami olduktan sonra Sultanlar ve halk tarafından bazı gelirler bağlanmışsa da
bunlardan âşâr olarak bağlanan Sultan gelirlerinin kaldırılmış olduğu ve halk tarafından bağlanan gelirler ise Kur’an
okumak ve buna benzer belli ve nerede olursa olsun yapılabilir dinî emekler için olup müzeye çevrilmesi ve korunması
için verilecek bir geliri bulunmadığı”ndan herhangi bir tahsisat aktarımı yapamayacağını bildirmiştir. BCA, 30-18-12 / 49-79-6. (24.11.1934).
255
88
Hususiyeler yani İl Özel İdareleri arasında
paylaştırılmıştır. Kanunda ayrıca Hayri Efendi’nin
Evkaf Nazırlığı döneminde (1911) kabul edilen,
harap durumdaki vakıf mallarının satılabileceği
yönündeki kanuna da atıf yapılmıştır.259 Maddenin
gerekçesinde abidattan (abidelerden) olan veya
cami
avlusunda
bulunan
eğitim
yapılarının
satılamayacağı, Maarif Vekaleti veya İdare-i
Hususiyeler tarafından satılabilecek olan yapıların
ve arsaların da 1911 yılında çıkartılan kanuna göre
satılabilmesi için “müstağn-i anha/artık ihtiyaç
hâsıl olmayan” şeklinde zabıt tutulması gerektiği
yer almıştır.260
Fotoğraf 29.
Eski Medreseler
Hakkında Bir Haber,
Akşam,
04.04.1934.
Ancak bu açık hükümlere rağmen medrese
ve mekteplerin devir işlemleri sorunlara yol
açmıştır. Maarif Vekâleti ile İdare-i Hususiyelerin bağlı bulunduğu Dâhiliye Vekâleti,
mektep ve medrese arsaları ile kanunda yer almamasına rağmen kütüphane ve henüz
kanunen açık durumda bulunan tekke binaları ile bunların arsalarının, mescit enkaz ve
arsalarının ve yine kanunda yer almamasına rağmen bu yapılara gelir sağlayacak tüm
akarların da Maarif Vekâleti ile İdare-i Hususiyelere devredilmesini istemiştir. Devir
gerçekleştikten sonra ise tarihî ve mimarî kıymeti olmayanların satılarak elde edilecek
gelir ile ilkokullar yaptırılması, geriye kalacakların ise yapılacak tadilat ile mektep,
kütüphane, konferans salonu gibi eğitim işlerinde kullanılması talimatı verilmiştir.261
Ancak Vakıflar Umum Müdürlüğü’nün duruma itirazı üzerine mesele Başvekâlete intikal
etmiş, Başvekâlet 1 Eylül 1925 tarihli bir talimatname ile eğitim yapıları grubuna
girebilecek mektep, medrese, kurrahane, kütüphaneler ile bunların arsalarının iki kurum
arasında paylaştırılacağını, bu yapılara gelir sağlayacak akarların ve tekkelerin ise kanun
kapsamında değerlendirilemeyeceğine karar vermiştir. Yine Başvekalet talimatnamesine
259
N. Öztürk, a.g.e., s. 382. Bilindiği üzere Cumhuriyet döneminde, Osmanlı dönemindeki tüm hukuki düzenlemeler
aksi bir kanun çıkarılmadıkça yürürlükte kabul edilmiştir. Bu nedenle Cumhuriyetin ilk yıllarında eski eserler hakkında,
bir önceki bölümde zikredilen 1906 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi, 1912 tarihli Muhafaza-i Abidat Nizamnamesi
ile harap durumdaki vakıf mallarının satılabileceğini öngören 1911 tarihli kanun hükümlerine göre muamele edilmiştir.
Burada ilginç bir nokta da Rûmî 14 Mayıs 1327 / Miladî 27 Mayıs 1911 tarihinde kabul edilen kanunun tarihinin, 1925
yılında yanlış olarak 19 Mayıs 1327 olarak anılmasıdır.
260
N. Öztürk, a.g.e., s. 382.
261
N. Öztürk, a.g.e., s. 382-383.
89
göre
devredilecek
yapılar
İdare-i
Hususiyeler adına “sadece bulundukları
mahallin maarifine tahsis edilmek üzere”
şerhiyle
tapuya
kaydedileceklerdir.262
Devredilecek binalardan tarihî ve mimarî
kıymeti olduğu komisyon tarafından
tespit edilenlere dokunulmayacak, bu
grup dışında kalan yapılar mektep,
kütüphane ve konferans salonu olarak
kullanılacaktır. Hiçbir şekilde istifade
edilemeyecek binalar ise satılabilecektir.
Satışlardan
elde
edilecek
gelir
her
vilayetin bütçesine “müdevver vakıf bina
ve arsaların istibdalleri hasılatı olup ilk
mekteplere karşılık tutulan hesap” adıyla
Fotoğraf 30. Tarihi Sıbyan Mekteplerinin
Fiziki Durumları Hakkında Bir Karikatür,
Akşam, 12.02.1934.
kaydedilecektir. Satışlardan elde edilecek
meblağ eğitim faaliyetlerinden başka
amaçla kullanılamayacaktır. Vakıflar eğer bu yapılardan birinin mülkiyetini elinde
tutmak isterse istimlâk bedelini İdare-i Hususiyelere ödemek zorundadır.263 Aynı
talimatname ile mektep, medrese, kütüphane, darülkurra gibi zikredilen eğitim yapılarının
veya arsalarının başka amaçlar için kullanılıyorsa derhal boşaltılması, resmi daireler
tarafından depo, ambar, hapishane ve diğer amaçlarla kullanılanların da uygun şartlarla
tahliye edilmesine karar verilmiştir.264
Başbakanlığın, Maarif Vekâleti ile Vakıflar Umum Müdürlüğü arasındaki ihtilafa
son veren ve eski eserlerin korunması bakımından olumlu olarak değerlendirilebilecek bu
talimatnameye rağmen devri kararlaştırılan vakıf bina ve arsaların kapsamının
belirlenmesinde ve bu yerlerin satışında, mülki amirlerin başkanlığında kurulan mahalli
komisyonların çok şiddetli davrandıkları görülmektedir. Başlangıçta direnmeye çalışan
262
N. Öztürk, a.g.e., s. 384.
N. Öztürk, a.g.e., s. 384.
264
N. Öztürk, a.g.e., s. 384.
263
90
Vakıflar İdaresi’nin zaman geçtikçe bu hassasiyetini kaybettiği ve programlı bir tasfiye
işlemi olan bu uygulamayı adeta benimsemiş olduğu görülmektedir.265 (Fotoğraf 29.)
Hukukî düzenlemelerde açık olarak belirtilmesine rağmen, kanun kapsamında
devri gerçekleştirilen eski eserlerin Vilayet İdare-i Hususiyeleri tarafından eğitim
maksadı dışında kullanıldığı anlaşılmaktadır. “Modern eğitim” anlayışının geliştiği bir
devirde aydınlatma, temiz hava, ısınma, temizlik gibi konularda çağın gerisinde kaldığı
düşünülen bu yapılar daha 1914 yılındaki teftişlerde eleştiriliyordu.266 (Fotoğraf 30.) Bu
nedenle Cumhuriyet döneminden sonra hazır yapı stoku olarak görülen bu işlevsiz tarihi
yapılar, farklı amaçlarla kiraya verilmiş ya da maalesef satılmıştır. Bazı yapılar ise
yıktırılarak yerlerine modern okul binaları yaptırılmıştır. Talimatnameye aykırı olarak
camii ve mescit avlularında bulunanların teslimi için de Vakıflar İdaresi aleyhine davalar
açılmıştır.267
Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulünden sonra Vakıflardan, Hususi İdarelere
devrolunan sıbyan mektebi veya arsalarının sayısı 350’nin üzerindedir.268 Turgut Kut’un
özel arşivinde bulunan 1923-1928 yıllarına ait bir liste vasıtasıyla İstanbul’daki sıbyan
mekteplerinin kullanım durumu takip edilebilmektedir. Bu listede yer alan 314 sıbyan
mektebinin %26,4’ü yani 83’ü arsa halindedir. Listede yer alan mekteplerin ancak
%12,7’si yani 40’ı eğitim maksadıyla kullanılmıştır. Geriye kalan yapıların polis
karakolu, halk fırkası merkezi gibi devlet kurumları tarafından kullanılmasının yanı sıra
satılanlar, yıktırılanlar, mesken olarak kullanılanlar da bulunmaktadır. (Tablo 4.)
Tablo 4. 1923-1928 Yılları Arasında Bazı Sıbyan Mekteplerinin Amacı Dışında
Kullanım Durumları269
Sıbyan Mektebinin Adı
Konumu
Durumu
Abdullah Ağa
Beylerbeyi
Polis karakoludur.
265
N. Öztürk, a.g.e., s. 391. Vakıflar, 1934 yılında dahi bazı medreseleri “tadil edilerek başka vaziyete geldiğini” iddia
ederek İdare-i Hususiyelere teslim etmemiş, mesele gene hükümete havale edilmiştir. Akşam, 04.04.1934; Milliyet,
05.04.1934.
266
Zeynep Ahunbay, “Medreseler”, TVİA, C. 5, İstanbul 1994, s. 322; Bkz; M. Kütükoğlu, a.g.e, s. 73.
267
N. Öztürk, a.g.e., s. 391.
268
Turgut Kut, “İstanbul Sıbyan Mektepleriyle İlgili Bir Vesika”, İstanbul Armağanı 3, Gündelik Hayatın Renkleri,
İstanbul 1997, s. 349. Beni bu kaynaktan haberdar eden Erol Eyigün’e teşekkür ederim.
269
Turgut Kut, a.g.m., s. 352-373.
91
Abdülbâki Efendi
Üsküdar
İmama meşrutahanedir.
Abdülhamid-i Evvel
Beylerbeyi
Halk Fırkası tarafından
kullanılmaktadır.
Abdülkâdir Çavuş
Kasımpaşa
Mahalle bekçileri tarafından işgal
edilmektedir.
Abdülkerim Ağa
Aksaray
Vakıflar tarafından evvelce
satılmıştır.
Acemiyan Evliya Mehmet
Efendi
Fatih / Çarşamba
Arsasına 15. ilk mektep yapılmıştır.
Ağaçkakan
Kocamustafapaşa
Belediye tarafından spor kulübüne
tahsis edilmiştir.
Ahmet Paşa
Topkapı
Topkapı Gençlik Mahfeli
yapılmıştır.
Ahmet Hulusi Paşa
Fatih
Karakoldur.
Ali Reis
Anadolu Kavağı
Yıkılarak yerine maarifçe mektep
yapılmıştır.
Atik Ali Paşa
Çemberlitaş
Halk Fırkası işgali altındadır.
Ayşe Hatun
Çamlıca
Muallime hanımın kerimesi ikamet
etmektedir.
Balıkçı Ramazan Ağa
Hasköy
Polis karakoludur.
Belkıs Hatun
Kasımpaşa
Vakıflar tarafından satılmıştır.
Beyhan Sultan
Cağaloğlu
Vakıflar satmıştır. Cumhuriyet
Matbaasının makine dairesi
olmuştur.
Bostancıbaşı Abdullah Ağa Kasımpaşa
Burhaniye
Vakıflar satmıştır.
Beylerbeyi/Burhaniye Polis karakoludur.
92
Büyük Esma Sultan
Beşiktaş
Belediye tarafından satılmıştır.
Cağalazade Rüstem Paşa
Üsküdar
Halk fırkası idaresindedir.
Cavit Ağa
Ortaköy
Cami bitişiğinde olduğundan
kirasız müezzin işgal etmektedir.
Cevher Ağa
Aksaray
Vakıflar tarafından satılmıştır.
Çeşmi Hüseyin Efendi
Cihangir
Vakıflar tarafından satılmıştır.
Darüssade Ağası Beşir Ağa Beykoz
Eski imamın kızı fuzulî işgal
etmektedir.
Darüssade Ağası Mehmet
Sultan Mahmut
Hilal-i Ahmer’in işgali altındadır.
Ağa
Türbesi civarı
Darüssade Ağası Mercan
Beyazıt
Cami imamı mukim
Ağa
Defterdar Abdüsselam
Eminönü
Fırkaca işgal edilmektedir.
Efendi
Ebulfazl Mahmut Efendi
Şehzadebaşı
Vakıflar Levazım Ambarıdır.
Emine Hatun
Kocamustafapaşa
Aile işgal etmektedir.
Esmihan Kaya Sultan
Divanyolu
(Yıktırılarak) Şehremaneti
karşısındaki meydanlığa katılmıştır.
Fatma Sultan
Karagümrük
Halk Fırkası tarafından
kullanılmaktadır.
Feriköy
Feriköy
Camii müezzini tarafından işgal
edilmektedir.
Ferruh Ağa
Samatya
Müezzin ikamet etmektedir.
Firuz Ağa
Divanyolu
(Yıktırılarak) yola katılmıştır.
Gazi Çoban Mustafa Paşa
Rumelihisarı
Belediyece (yıktırılarak) yola
katılmıştır.
Giridî Mehmet Efendi
Küçükpazar
Atik Ali Paşa Camii imamı
mukimdir.
93
Haffaf Şemsettin
Küçükpazar
İdare-i Hususiyece satılmıştır.
Handan Ağa
Hasköy
Müezzin tarafından işgal
edilmektedir.
Hüsamettin Bey
Akbıyık
Ekazı İdare-i Hususiyece
satılmıştır.
Kapıağası Mahmut Ağa
Sütlüce
Polis karakoludur.
Kaşıkçı Mustafa Ağa
Şehremini
Vakıflar tarafından enkazı
satılmıştır.
Kaymakam Mustafa Paşa
Kasımpaşa
İmam ikamet etmektedir.
Kerime Hatun
Çengelköy
Polis karakoludur.
Ketanî Ömer Paşa
Cihangir
Vakıflar satmıştır.
Koca Mustafa Paşa
Kocamustafapaşa
Vakıflar tarafından evvelce
yıktırılmıştır.
Küçük Piyale Paşa
Kasımpaşa
Vakıflar tarafından satılmıştır.
Kürkçübaşı Sait Ağa
Gedikpaşa
1337/1921 tarihinden beri Divan-ı
âli imam meşrutasıdır.
Lalizade Abdülhaki
Eyüp
Lalizade imamı merhumun ailesi
oturmaktadır.
Mahmudiye
Aksaray
Arsası yola katılmıştır.
Mehmet İzzet Efendi
Beşiktaş
Cami avlusunda olduğundan
hademesi ikamet etmektedir.
Mirimiran Mehmet ve
Sirkeci
Halil Paşalar
Vakıflarca Otelciler Cemiyetine
kiraya verilmiştir.
Molla Çelebi
Yeniköy
İdare-i Hususiyece yıktırılmıştır.
Muhaşşi Sinan Efendi
Anadoluhisarı
Belediyece kiraya verilmektedir.
Nalıncı İsmail Ağa
Kasımpaşa
Vakıflar tarafından satılmıştır.
94
Nevruz Kadın
Süleymaniye
Vakıflar tarafından evvelce
Süleymaniye müezzinlerinde
Şevket Efendi’ye satılmıştır.
Nimetullah (Emetullah)
Beyoğlu
Vakıflar kiraya vermiştir.
Valide Sultan
Pir Ahmet Çelebi
Fatih
Polis karakolu.
Piri Mehmet Bey
Galata
Vakıflar tarafından 1330/1914’de
satılmıştır.
Rabia Adviye Hanım
Beşiktaş
Belediye tarafından kiraya
verilmektedir.
Ragıp Paşa
Koska
Kütüphane memuru mukimdir.
Ramazan Ağa
Eyüp
İdare-i Hususiye kiraya
vermektedir.
Rami Mehmet Paşa
Eyüp
Aileler oturmaktadır.
Recep Ağa
Eminönü Rüstem
Belediyeye verilmiştir. İçerisinde
Paşa Camii hariminde kayyum oturmaktadır.
Reisülküttap İsmail Ağa
Galata
Vakıflar kiraya vermiştir.
Ruznameci Ali
Beyazıt
Şehremanetince satılarak yerine
bina yapılmıştır.
Sadr-ı Esbak Abdullah
Beyazıt
Vakıflar kiraya vermektedir.
Paşa
Sadr-ı Esbak Ahmet Paşa
Samatya
Fırka Ocağıdır.
Sadr-ı Esbak Hasan Paşa
Beyazıt
Himaye-i Etfal tarafından işgal
edilmiştir.
Saliha Hatun
Zeyrek
İdare-i hususiye tarafından kiraya
verilmektedir.
Saliha Sultan
Galata (Azapkapı)
Muallimlerden eski müdür Ali Rıza
Bey işgal etmektedir.
95
Sarı Emine Hanım
Galata
Halk fırkası işgal etmektedir.
Selimiye
Üsküdar
Polis karakolu yapılmıştır.
Serhalife Mustafa Efendi
Kandilli
İmam meşrutasıdır.
Silahtar Mehmet Efendi
Kadırga
Polis Hasan Efendi mukimdir.
Sinan Ağa
Beykoz
İdarece hademe nöbet odası olarak
kullanılmaktadır.
Sinan Paşa-i Atik
Beşiktaş
Belediye dairesi olarak işgal
edilmektedir.
Söğütlü
Beşiktaş
Muradiye Cami içinde olduğundan
hademe ikamet etmektedir.
Sultan Ahmet Han-ı Evvel
Sultanahmet
Üst katın sakıfı yoktur. Alt kat
İdare-i hususiye tarafından kiraya
Ayasofya Camii
verilmektedir.
Muhasebe-i Umumiyece imama
Avlusunda
kiraya verilmektedir.
Sultan Mustafa-i Salis
Paşabahçe
Çeşme üzerindeyken yıkılmıştır.
Sultan Mustafa-i Salis
Kadıköy
Müezzin meşrutasıdır.
Sultan Selim-i Evvel
Sultan Selim Camii
Müezzin Şakir Efendi oturmaktadır.
Sultan Mahmut
Kapısı bitişiğinde
Süheyl Bey
Tophane
Vakıflar kiraya vermektedir.
Süleyman Subaşı
Unkapanı
İdare-i hususiye tarafından kiraya
verilmektedir.
Süleyman Subaşı
Eyüp
İdare-i hususiye tarafından kiraya
verilmektedir.
Şah-ı Huban
Galata Arap Camii
1334/1918’de Vakıflar tarafından
satılmıştır.
Şehit Ahmet Paşa
Üsküdar
Vakıflar kiraya vermektedir.
96
Şehit Mehmet Paşa
Galata
Vakıflar satmıştır.
Tavaşi Hasan Ağa
Üsküdar
Vakfın mütevellisi ikamet
etmektedir.
Topçubaşı Bali Ağa
Tophane
Dört duvarı ve kapısı olup perükar
(berber) dükkânı yapılmıştır.
Topçubaşı Hacı Mehmet
Tophane
Vakıflar kiraya vermektedir.
Ağa
Emetullah Valide Sultan
Beyazıt
Halk fırkası işgal etmektedir.
Vanî Mehmet Efendi
Vaniköy
Polis karakoludur.
Zenbilli Ali Efendi
Zeyrek
Belediyece kiraya verilmektedir.
Zeynelabidin Efendi
Küçükmustafapaşa
Vakıflar tarafından satılmıştır.
Zeynep Hatun
Eyüp
Camiinin son cemaat mahallinde
olduğundan hademe, camiye ait
eşya koymaktadır.
Zincirlikuyu Vakıf
Edirnekapı
İdare-i hususiye tarafından
satılmıştır.
Tarihi ve mimari kıymeti olan mekteplerin tahsis talepleri için zaman zaman
Müzeler İdaresi’nin de görüşleri alınmıştır. Örneğin 25 Mayıs 1936’da Fatih Camii
bitişiğinde bulunan Nakşidil Valide Sultan Sıbyan Mektebi, İstanbul Maarif Müdürlüğü
tarafından ilkokul haline getirilmek istendiğinde Vakıflar İdaresi durumu İstanbul
Müzeleri İdaresi’ne sormuştur. Konu, Eski Eserleri Koruma Encümenine havale edilmiş,
encümen yapının tarihi eser olduğunu mutlaka tamir edilerek korunması gerektiğini, bu
suretle tahsis yapılmasının uygun olacağını bildirmiştir. İl Maarif Müdürlüğü daha sonra
yaptığı değerlendirmede yapının son derece harap olduğundan önce tamir edilmesi
gerektiğine, tamirin ardından da çocuk okuma odası yapılmasına karar vermiştir.270
Burada ilginç bir nokta da Vakıflar İdaresi’nin mülkiyetinde bulunan yapıları çok iyi takip
edemediğinin anlaşılmasıdır. Vakıflar, İstanbul Müzeleri Umum Müdürlüğü’ne yazdığı
270
Encümen Arşivi, Dosya 51
97
yazıda Nakşidil Valide Sultan mektebinden isim zikretmeden “muhterik (yanmış) mektep
binası” olarak bahsetmiştir. Müze adına rapor yazmak için sahayı dolaşan İzzet
Kumbaracılar, zikredilen yerde yanmış bir mektep arsası bulunmadığını, bahsedilen
eserin Nakşidil Valide Sultan mektebi olabileceğini söylemiştir. Rapor üzerine, İstanbul
Müzeleri Genel Müdürü Aziz Ogan, Vakıflar’a yazı yazarak zikredilen mektebin Nakşidil
Valide Mektebi olup olmadığını sormak zorunda kalmıştır.271 (Belge 2.)
Arazice daha büyük yer kaplayan medreselerin durumu da benzer bir nitelik
göstermektedir. Harap durumda olan medreselerin enkazları ve arsaları satılmış, sağlam
durumda olan medreselerin bir kısmı gerek oda oda gerekse tamamen depo ya da çok
fakir halka konut olarak kiraya verilmiştir. Bazı örneklerde bir ya da iki kişinin bir
medresenin tamamını kiralayarak, oda oda fakir halka kiraya verdiği de görülmektedir.
Örneğin 1929 yılında Kadırga’daki Sokullu Mehmet Paşa Medresesi, Mazlum Efendi ve
Huriye Hanım isimli iki kişiye kiralanmış, onlar da medreseyi oda oda başka insanlara
kiralamıştır. Ancak bu iki kişinin uygunsuz davranışları dolayısıyla hem medrese
içerisinde oturanlar, hem camii cemaati ve hem de mahalle sakinleri rahatsız olmuş, Son
Saat Gazetesi’ne şikâyet mektubu göndererek Vali Muhittin Bey’den kontratın
yenilenmemesini istemişlerdir.272 Aynı yıl gazetelerde bir şirketin on beş medreseyi
toptan kiralayarak başkalarına kiraya vermek istediğine dair haberler çıksa da teşebbüsün
gerçekleşmediği anlaşılmaktadır.273 Medrese odalarında ikamet eden insanların normal
bir evi kiralayamayacak kadar fakir olduğu, bu nedenle medrese binalarını sağlam tutacak
bakımı sağlamak bir yana, kiralarını ödeyemediklerinden çıkartılmak zorunda kaldıkları
dahi görülmüştür.274 Hikmet Feridun (Es) medreselerdeki yaşamı şu sözlerle anlatır;
“Fatih’te bir medrese hayatı vardır. Etrafta medrese çok, yangından kaçan medreseye
gitmiş… Bunlar ara sıra kavga etmez değiller. Fakat birbirlerine öyle alışmışlardır ki
ayrı yaşayamazlar…”275
Camii avlularında bulunan medreselerin bu şekilde oda oda konut olarak kiraya
verilmesi dolayısıyla çeşitli sorunlar da yaşanmıştır. Mesela külliye kapıları geceleri
kapatılamamış, avlularda güvenlik sağlanamamış, bu nedenle camilerden çini ve bir
takım eşya çalınmıştır. Yaşanan rahatsızlıkların en ilginç örneğini R. E. Koçu, İstanbul
271
Encümen Arşivi, Dosya 51
Son Saat, 24.04.1929.
273
Cumhuriyet, 27.02.1929; İkdam, 27.02.1929.
274
Akşam, 16.03.1932.
275
Akşam, 23.11.1929.
272
98
Ansiklopedisi’nde kaydetmektedir. Koçu, 1930’lu yıllarda geçen hadisede Ankaravî
Mehmet Efendi ya da Abdülhalim Medresesi olarak bilinen medresenin randevu evi
haline dönüşmesini şöyle aktarır;
“…Şehzade, Fatih ve Aksaray semtlerinin ayak takımı hovardaları
arasında büyük bir şöhreti olan “Şişman Bahriye” de bir ara Abdüllhalim
Medresesi’nde oturmuştu. Seccadesi pencere önünde serili, bir ayak sesi işitti
mi namaza dururdu. Sokağa ancak camilerde vaaz dinlemek üzere çıkan ve
hemen her gün kadınlı erkekli bazı akrabaları tarafından ziyaret edilip
yoklanan abide ve zahide Bahriye Teyzenin esrarı bir gün sabıkalı bir
esrarkeşin metresiyle beraber onun odasında yakalanması üzerine
öğrenilmişti.”276
Yabancı turistler tarafından sıkça ziyaret edilen büyük ve tarihi camilerin avlularında yer
alan medreselerin konut olarak kiraya verilmesi görsel olarak da çirkin bir manzara
yaratmıştır. (Fotoğraf 31.-32.) Özellikle medrese sakinlerinin çamaşırlarını avlulara
gerilen iplere asması Müzeler İdaresini rahatsız etmiş, 1934 yılında İstanbul
Belediyesi’ne bu çirkin görüntülere son verilmesi için başvurmuştur. Belediye de
yayımladığı bir genelge ile bu hallere son verilmesini ve İdare-i Hususiyeler tarafından
kira sözleşmelerine çamaşır asılmaması hususunda kayıt konulmasını bildirmiştir.277
Benzer sebeplerle Diyanet İşleri Başkanlığı, Vakıflar’dan cami avlularında olan bu
yapıları İdare-i Hususiye’den satın almasını ve geceleri avlu kapılarının kapanmasına
mani olmayacak şekilde mağaza veya depo olarak kiraya vermesini istemiştir.278 Vakıflar,
esasen cami avlularındaki medreselerin İdare-i Hususiyelere geçmemesi gerektiğini,
durumun hukuksuz olduğunu, ayrıca bu yapıların tarihi ve mimari kıymeti de olduğu
hakkında bir rapor hazırlayıp tahliye ettirmek istemesine rağmen girişimin sonuçsuz
kaldığı anlaşılmaktadır.279 Böylelikle Vakıflar’ın kendi malını bir kez daha satın alması
gibi ilginç bir durum ortaya çıkmıştır.280 1937 yılında ise İstanbul’un imar planını
hazırlamakla görevli bulunan Henri Prost, medreseler üzerinde çalışmış, yapıları mimari
ve tarihi kıymetlerine göre tasnif etmiştir. Prost, çalışmalarını derinleştirerek bazı
276
“Abdülhalim Medresesi”, REK. İ.A., C. 1 İstanbul 1958, s. 87.
Akşam, 14.08.1934
278
Politika, 19.01.1930.
279
Politika, 02.06.1930.
280
İnkılâp, 25.10.1930.
277
99
medreselerin müze yapılmasını istemiştir.281 Bu karar üzerine Dâhiliye Vekâleti’nden
gelen bir emirle medreselerin artık kiraya verilmemesi, kira kontratı biten kiracılarla
yeniden sözleşme imzalanmaması kararı alınmıştır.282 Ancak kararın uygulanamadığı,
medreselerin depo ve mesken olarak kiraya verilmeye devam edildiği anlaşılmaktadır.
Fotoğraf 31. Sultan Selim Medresesi, Encümen Arşivi, Dosya 7.
Fotoğraf 32. Davud Paşa Medresesi (Aralık 1935), Artamanoff Arşivi.
281
282
Akşam, 15.02.1937.
Cumhuriyet, 14.02.1937; Akşam, 15.02.1937.
100
Fotoğraf 33. Safiye Ali, Süt Damlası Müessesi Olan Beyazıt’ta Yer Alan Seyyid Hasan Paşa
Mederesesi’nde, Taha Toros Arşivi, 001562346008.
İdare-i Hususiye mülkiyetine geçirilen medreseler dönemin ihtiyaçlarına göre hazır yapı
stoğu olarak görülerek bazı kurumlara tahsis de edilmiştir. (Tablo 5.) Örneğin
Beyazıt’daki Seyyid Hasan Paşa Medresesi, Süt Damlası Müessesesine tahsis edilirken283
Divanyolu’ndaki Mehmet Ağa Mektebi, Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından tamir
ettirilerek çocuk kütüphanesi haline getirilmiştir.284 (Fotoğraf 33.) Bazı zamanlarda
medreseler yıktırılıp yerine yeni bina yaptırılması için de kurumlara devredilmiştir.
Örneğin Saraçhane’de ismi zikredilmeyen bir medrese, yerine Himaye-i Etfal Cemiyeti
tarafından 80 çocuğun barınabileceği bir yurt yaptırılmak üzere285, yine ismi
zikredilmeyen üç medrese ise yıktırılıp yerine yeni bina yapılmak üzere Darüşşafaka
Cemiyeti’ne tahsis edilmiştir.286
283
Süt Damlası müessesesi, “Küçük Çocuklar Muayenehanesi” adıyla Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin girişimleri ve
Fransız Kızılhaçı Kadınlar Cemiyeti’nin çalışmaları sayesinde yoksul ve yardıma muhtaç Türk çocuklarının süt
ihtiyacını ve bakımını sağlamak amacıyla 1921 yılında kurulmuştur. Süt Damlası merkezinde annelere, çocukların
bakımına ve sağlıklarının korunmasına yönelik bilgiler verilmiştir. Bkz; Didem Konya, "Türkiye'nin İlk Türk Kadın
Doktoru: Safiye Ali ve Çalışmaları", Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırmaları Dergisi
19 (2018), s. 41.
284
Son Posta, 01.02.1936.
285
Akşam, 08.03.1930.
286
Akşam, 20.01.1930.
101
Medreseler açısından bir diğer önemli
kullanım da bazı medreselerin İstanbul
Üniversitesi
öğrencilerine
yurt
olarak
verilmesidir. (Fotoğraf 34.) 1933 yılında
Gazeteci Hikmet Feridun, Fatih medresesine
yaptığı ziyarette öğrencilerin çok zor şartlar
altında ikamet ettiklerini şu cümlelerle
aktarır;
“Meşhur Kurşunlu Medrese…
Kapıda
tebeşirle
kalın
“Darülfünunluların
bir
yazı:
odaları
buradadır”. İçeriye girdik. Kapılı
kapılı taş hücreler… İlk gözüme ilişen
en baştaki odanın önünde dersine
çalışan bir talebe oldu. Beyaz boyalı
saçtan masasını medresenin avlusuna
çıkarmış… Bir yanında mangalı, bir
yanında gaz ocağı.… Bu sırada karşıki
odalarda bir hareket belirdi. İki odanın
kapısı açıldı. Dışarıya bir leğen çıktı.
İki talebe su dolu leğenin başına
geçtiler.
Yanımdaki
Fotoğraf 34. Metruk Medreselerde Zor
Şartlarda Yaşam Süren Öğrenciler
Hakkında Bir Haber, Kaynak, 25.04.1936.
hukuklu:
Çamaşır!.. dedi. Onların programında
bugünmüş demek ki. Bundan sonra bir felsefecinin odasına girdim. Bu
kubbeli medrese odaları görülecek bir yer... Odaya kapıdan girdiniz mi
evvela küçük bir taşlık. Sonra iki basamak tahta bir merdiven, ondan sonra
odaya çıkılıyor. Bir köşede iki şeker sandığının üzerine serilmiş bir yatak. Bir
tahta masa. Masanın üstünde bir petrol lambası. Boş yere elektrik
aramayın….”287
287
Akşam, 18.05.1933.
102
Aynı medresede oturan üniversite öğrencilerinin durumuna dikkat çeken bir yazı
da Akşam Gazetesi’nin 12 Mart 1938 tarihli nüshasında yayımlanmıştır. Yazıda
medresenin kurşunlarının çatlamış, tavanın açılmış, odaların bir kısmının rutubet bir
kısmının ise sular içinde sırıl sıklam bir halde bulunduğunu belirttikten sonra yapılan
müracaatlara Vakıflar Umum Müdürünün “Bu eski medreseler İdare-i Hususiye’ye
tâbiidir!” cevabını verdiği bildirilmiştir.288 Şüphesiz tüm bu kullanım durumları tarihi
medreseler üzerinde tahribat yaratmıştır.
288
Akşam, 12.03.1938.
103
Tablo 5. Bazı Medreselerin Cumhuriyet Döneminde Kullanım Durumu
Medresenin Adı
Kullanım Durumu
Ayasofya
Şehremaneti tarafından 1929 yılında İdare-i Hususiye’den
Medresesi289
kiralanmış, yapılan tamiratın ardından 1929 yılı Haziran ayında
gündüz çalışıp gece kalacak yeri olamayan kimsesiz çocuklar
için yurt haline getirilmiştir.290 Ancak ilk ay içerisinde kimsenin
başvurmadığı yurt verimsiz kalmıştır.291 1934’te Ayasofya
Camii’nin Vakıflar İdaresi’nden alınarak Müzeler Genel
Müdürlüğü’ne devredilmesinden sonra kısa bir süre daha yurt
olarak kullanılmış, 1935 yılında boşaltılmıştır.292 1936 yılı
Şubat ayında Müzeler İdaresi ile İstanbul Belediyesi arasında bir
anlaşma yapılarak Ayasofya’nın ihtişamını ortaya çıkarmak ve
park
yaptırmak
üzere
medresenin
yıktırılmasına
karar
verilmiştir.293 1936 yılı Eylül ayında yıkımına başlanan294
yapının taş, tuğla ve kereste enkazı aynı yılın Kasım ayında
1000 lira açılış fiyatıyla müzayedeye konulmuştur.295 Medrese
ile birlikte kayyumhane olarak anılan bir yapı da yıktırılmıştır.
Mustafa isminde bir zat tarafından alındığı anlaşılan enkaz,
gazete ilanlarıyla perakende olarak satılmıştır.296 Ancak enkazın
alıcısı
çıkmadığından
molozlar
aylarca
Ayasofya’nın
bahçesinde kalmıştır.297 (Fotoğraf 35.-36.-37.-38.-39.-40.-41.42.-43.-44.-45.)
289
İlk inşası Fatih dönemine dayanan çeşitli tamirler görerek klasik mimari üslubu büyük ölçüde sürdürmüş olan
medrese 1873 yılında yıktırılarak modern bir okul görünümünde yeniden yaptırılmıştı. Dolayısıyla Cumhuriyet
döneminde yıktırılan medresenin 1873 yılında inşa edilen medrese olduğunu unutmamak gerekir. Bkz; M. Kütükoğlu,
a.g.e., s. 44.
290
Milliyet, 02.06.1929; İkdam, 01.06.1929; Cumhuriyet, 02.06.1929.
291
Milliyet, 14.07.1929; İkdam, 19.10.1929;
292
Semavi Eyice, “Ayasofya”, DİA, C. 4, İstanbul 1991, s. 215.
293
Kurun, 05.02.1936; Zaman, 05.02.1936; Cumhuriyet, 27.02.1936; Haber, 31.03.1936.
294
Cumhuriyet, 24.09.1936.
295
Cumhuriyet, 24.10.1936.
296
Cumhuriyet, 08.12.1936.
297
Cumhuriyet, 30.03.1937.
104
Soğukçeşme
1925’de Ressamlar Cemiyetine tahsis edilmiştir.298
Zeynep Sultan
Medresesi
Sinan Paşa
1926’dan itibaren 15 yılı bedelsiz olmak üzere 35 yıl ayakkabıcı
Medresesi
esnafı tarafından kullanılmıştır.299
Süleymaniye
Askerî matbaaya tahsis edilmiştir.300
Darüşşifası
Kemankeş Kara
Ayakkabıcılar cemiyetine kiralanmıştır.302
Mustafa Paşa
Medresesi301
Mahmut Paşa
Oda oda mesken olarak kiraya verilen yapı 1932 yılında
Medresesi
yıktırılarak arsasına ilkokul yaptırılmıştır.303
Bayezıt Medresesi
Önce Darülfünun’a öğrenci yurdu olarak tahsis edilmiş 1931
yılında İnkılap Müzesi
ve şehir
kütüphanesine tahsis
edilmiştir.304 Yapılan tamirin ardından 1933 yılında kütüphane
olarak açılmıştır.305 1934 yılında içerisine elektrik tesisatı
kurulması için ihale açılmıştır.306
Fatih Külliyesi
1932 yılında Belediye medresenin sinema filmleri deposu
Medreselerinden
yapılmasına kadar vermiştir.308 İçerisine elektrik tesisatı
biri307
kurulması ve depo için uygun tadilat yapılmasının ardından
1933 yılında kullanıma açılmıştır.309
298
N. Öztürk, a.g.e., s. 435.
M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 102.
300
Akşam, 11.01.1937.
301
Çarşıkapı’daki medrese günümüze ulaşamamıştır.
302
Akşam, 15.01.1932.
303
Akşam, 01.12.1933.
304
Yeni Gün, 31.01.1931; İnkılâp, 01.02.1931; Cumhuriyet, 04.05.1932.
305
Akşam, 01.11.1933.
306
Haber, 03.11.1934.
307
Haberlerde kurşunlu medrese olarak anılmaktadır.
308
Cumhuriyet, 23.02.1932.
309
Cumhuriyet, 04.03.1932; Akşam, 16.04.1933.
299
105
Üsküdar Mihrimah
1933 yılında kimsesiz fakir çocuklar için bakım evi yapılmasına
Sultan Medresesi
karar verilmiştir.310
Damat İbrahim
1933 yılında taş ve kum deposu yapılmıştır.311
Paşa Medresesi
Sultanahmet
Medresesi
Fatih Külliyesi
Tabhane Medresesi
1935’de gördüğü bir tamirattan sonra depo yapılmak üzere
Başbakanlık Arşivine devredilmiştir.312
1935’de bir kısmının Belediye deposu bir kısmının da Haliç
İdman Yurdu Kulübü Merkezi olarak kullanıldığı tespit
edilmiştir.313 (Fotoğraf 46.)
Rüstempaşa
1936 yılında kimsesizler yurdu olarak kullanıldığı tespit
Medresesi
edilmiştir.314 1938 yılında da çok kötü şartlar altında aynı
işlevini sürdürdüğü tespit edilmiştir.315
Köprülü Mehmet
1929 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.316
Paşa Medresesi
Süleymaniye
1930 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.317
Medresesi
Sinan Ağa
1930 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.318
Medresesi
Kılıç Ali Paşa
1930 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.319
Medresesi
310
Cumhuriyet, 16.02.1933.
Encümen Arşivi, Dosya 647.
312
M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 39.
313
Encümen Arşivi, Dosya 284.
314
Haber, 23.03.1936.
315
Cumhuriyet, 03.04.1938.
316
Cumhuriyet, 05.10.1929.
317
Cumhuriyet, 11.01.1930.
318
Politika, 19.02.1930.
319
Cumhuriyet, 21.08.1930.
311
106
Fatih Çifte
1931 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.320
Kurşunlu Medrese
Zeyrek’te Kanlı
1931 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.321
Medrese
Süleymaniye
1934 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.322
Darülhadis
Dizdariye
Sultanahmet yangınında evleri yanan ailelerden otuz kişi 1934
Medresesi
yılında medreseye yerleştirilmiştir.323
Çorlulu Ali Paşa
1935 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.324
Medresei
(Fotoğraf 47.)
Hoşkadem
1936 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.325
Medresesi
Süleymaniye Tıp
1937 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.326
Medresesi
Hacı Feyzullah
1938 yılında arsasına ortaokul yaptırılmıştır.327
Medresesi
320
Akşam, 12.03.1931.
Akşam, 23.02.1931.
322
Milliyet, 21.04.1934.
323
Akşam, 14.06.1934.
324
Cumhuriyet, 13.04.1935.
325
Cumhuriyet, 18.07.1936.
326
Akşam, 11.01.1937.
327
Akşam, 19.04.1938.
321
107
Fotoğraf 35. Kimsesiz Çocuk Yurdu Olarak Kullanılan Ayasofya Medresesi (1936), Encümen Arşivi,
Dosya 245.
Fotoğraf 37. “Kimsesizler Yurdu Kimsesiz”, Cumhuriyet,
14.07.1929.
Fotoğraf
36.
Ayasofya
Medresesi’nin
Kimsesiz
Çocuk
Yurdu
Olarak
Kullanılacağına Dair Haber,
İkdam, 1 Haziran 1929.
108
Fotoğraf 38. Kimsesiz Çocuk Yurdu Olarak Kullanılan Ayasofya Medresesi (1936), Encümen Arşivi,
Dosya 245.
Fotoğraf 39. Kimsesiz Çocuk Yurdu Olarak Kullanılan Ayasofya Medresesi (1936), Encümen Arşivi,
Dosya 245.
109
Fotoğraf 40. Kimsesiz Çocuk Yurdu Olarak Kullanılan Ayasofya
Medresesi’nin Ayasofya’nın Minaresinden Görünümü (1936), Encümen
Arşivi, Dosya 245.
Fotoğraf 41. “Öksüzler Yurdu Yıkılıyor”, Cumhuriyet, 24.09.1936. Fotoğraf 42. “Satılık Ucuz Enkaz”,
Cumhuriyet, 08.12.1936.
110
Fotoğraf 43. Kimsesiz Çocuk Yurdu Olarak Kullanılan Ayasofya Medresesi’nin Avlusu, (1936)
Encümen Arşivi, Dosya 245. Fotoğraf 44. Kimsesiz Çocuk Yurdu Olarak Kullanılan Ayasofya
Medresesi’nin Üst Kat Revakı (1936), Encümen Arşivi, Dosya 245.
Fotoğraf 45. Kimsesiz Çocuk Yurdu Olarak Kullanılan Ayasofya Medresesi’nin Üst Kat Revakı
(1936), Encümen Arşivi, Dosya 245.
111
Fotoğraf 46. Haliç İdman Yurdu Kulübü
Merkezi Olarak Kullanılan Fatih Külliyesi
Tabhane Medresesi, Encümen Arşivi, Dosya 284.
Fotoğraf 47. Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde
Yaşanan Bir Asayiş Olayı ile İlgili Haber,
Cumhuriyet, 13.04.1935.
112
Tekke ve türbe yapılarının mülkiyeti ile alakalı ilk hukuki düzenleme ise 2413
sayılı “Tekâyâ ve Zevâyânın Seddine ve İlmiyye Sınıfı Kisvesine ve Bi’l-umûm Devlet
Me’mûrlarının Kıyâfetlerine Dâir İcrâ Vekîlleri Hey’etinin 2 Eylül 1341 (1925) Târihli
İctimâ’ında Müttehiz Karâr Üzerine Tanzîm Edilmiş Olan Karârnâme”dir. 5 Eylül 1341
(1925) tarihli Resmi Ceride’de yayınlanan kararname ile bütün tekke, zaviye ve türbeler
kapatılmakla beraber, zamanla tekke fonksiyonu da kazanmış olan camii ve mescitlerin
yalnızca ibadethane olarak hizmet vermeye devam etmeleri kararlaştırılmıştır.328
Kararnameye göre kapatılan tekke veya zaviyelerin vakfiyesinde şeyhinin ikametine
mahsus ayrıca bir hüküm varsa, şeyhler buralarda hayatları boyunca oturabileceklerdir.
Bu kararname ile birlikte tekke fonksiyonlarını yitirecek olan binalardan elverişli
olanlarının okul haline getirilmesine, olmayanların Evkaf Müdüriyet-i Umumiyesi
tarafından tıpkı sıbyan mektebi ve medreselerde olduğu gibi nakde dönüştürülerek, elde
edilecek parayla köylerden başlayarak icap eden yerlerde okul inşa edip, bunları da hususi
idarelere terk etmesine hükmedilmiştir.329 Yine, tekke ve zaviyelerle birlikte
kapatılmasına karar verilen türbelerin ise “haiz-i kıymet” olanlarının muhafaza ve idaresi
Maarif Vekâleti’ne emanet edilmiştir. Bu türbelerde görevli türbedarların da makamları
mülga olmuş fakat bekçi göreviyle maaşlarının ödenmesine devam edilmiştir. Camii ve
mescitlerde boşalan imamet, müezzinlik veya kayyumluk gibi görevlere yapılan
atamalarda Diyanet İşleri Reisliği’nce türbedarlara öncelik tanınmıştır.330 Tekke ve türbe
yapılarının hangilerinin tarihi ve mimari kıymeti olup Maarif Vekâleti’ne devredilmesi
gerektiğini tespit için bir de komisyon kurulmuştur.331
Zikredilen hükümet kararnamesinin ardından, 13 Aralık 1925 tarihinde Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı “Tekke Ve Zaviyelerle Türbelerin
Seddine Ve Türbedarlıklar İle Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” ile
tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması bir de meclis tarafından kabul edilen bir kanun ile
garanti altına alınmıştır. Kanuna göre camii ve mescit olarak kullanılan tekke ve zaviyeler
bu amaçla kullanılmaya devam edilecektir. Kanunda yer alan “sahiplerinin diğer şekilde
hakkı temellük ve tasarrufları baki kalmak üzere” ifadesi, hizmete kapatılan binaların
328
Cem Apaydın, "Belgeler Işığında Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması Üzerine Bir Değerlendirme", Yakın
Dönem Türkiye Araştırmaları Dergisi, 16 / 32 (Aralık 2017), s. 154.
329
C. Apaydın, a.g.m., s. 154.
330
C. Apaydın, a.g.m., s. 154.
331
N. Öztürk, a.g.e., s. 407.
113
mülkiyetlerine el konulmadığını göstermektedir.332 677 sayılı kanun ile tüm Türkiye’de
773 tekke ve 905 türbe kapatılmış, 9362 parça eşya müzelere alınmıştır.333
Tekke ve Türbeleri Tefrik Komisyonu’nun üç aylık çalışmasından sonra
gazetelerde yer alan ilk habere göre, komisyon işe Maarif emrine devredilmesi gereken
tekke ve türbelerden başlamıştır. Daha sonra camiye dönüştürülebilecek tekkelerle
ilgilenmiştir. En son ise yapıların içerisindeki eşyalar kayıt altına alınarak ambarlara istif
edilmiştir. Haberde komisyonun her hafta toplandığı ve istif edilen eşyaların tasnifine de
yakında başlayacağı yer almaktadır. Ayrıca Maarife devredilen tekke ve türbelerin
adedinin 100’ü geçtiği de belirtilmiştir.334 Komisyon, 1926 yılının Şubat ayında 64 adet
türbenin itina ile muhafazasına karar vermiştir. Haberde bunlar Eyüp Sultan, Şehzade,
Damat İbrahim Paşa, Hüsrev Paşa, Kılıç Ali Paşa, Barbaros Hayreddin Paşa, Şah-ı Huban
Sultan, Mihrişah Valide Sultan, Zal Mahmud Paşa, Ferhad Paşa, Nişancı Mehmed Paşa,
Kuyucu Murad Paşa, Sokullu Mehmed Paşa, Sinan Paşa, Siyavuş Paşa Nakşidil Valide
Sultan, Pertevnihal Valide Sultan ve diğer bütün sultan türbeleri olarak anılmıştır.
Muhafaza-i Asar-ı Atika Encümeni tarafından bu türbelerin adeta envanter kaydını
oluşturacak bir defter de tanzim edilmiştir.335
Kapatılan tekkelerin ve türbelerin kapısına kilit vurulmuş, mühürlenmiş,
anahtarlar cinslerine göre müzelere ve valiliklere verilmiştir.336 Tekke ve türbelere izinsiz
olarak girmenin cezası kanunda üç aydan eksik olmamak üzere hapis ve elli liradan aşağı
olmamak üzere para cezası olarak belirlenmiştir.337 Tekke ve türbeler kapatıldıktan sonra
uzun müddet açılmadığı ve temizlenmediği için bakımsızlık baş gösterdiği
anlaşılmaktadır. Örneğin; Sultan Mahmud, Ayasofya, Eyüp Sultan, Şehzade, Fatih Sultan
Mehmed, Pertevnihal Valide Sultan türbelerinde kurşun levhalar bozulmuş olduğundan
yağmur suları içeri girmiş, hem mimariyi hem de türbe içerisinde kalan halı, puşide, örtü,
vazo gibi eşyalar ile altın yaldızlı tezyinat parçalarını tahrip etmiştir.338
332
N. Can, a.g.e., s. 21-22.
Bu tekkelerden 300’den fazlasının İstanbul’da yer aldığı sanılmaktadır. Bkz; N. Öztürk, a.g.e., s. 409.
334
Son Saat, 01.01.1926.
335
Son Saat, 07.02.1926.
336
N. Öztürk, a.g.e., s. 407.
337
N. Can, a.g.e., s. 21-22.
338
Milliyet, 21.12.1926.
333
114
1926 yılı Aralık ayında içerisindeki
kıymetli eşyalarda çürümeler başladığı için
Tekke ve Türbeleri Tefrik Komisyonu, Vakıflar
İdaresi ile Maarif Vekâleti nezdinde başvurularda
bulunmuştur.
Ancak
İstanbul
Vakıflar
Müdürlüğü artık türbelerle bir alâkalarının
kalmadığını, bütçelerinde bunlara ayrılacak bir
tahsisat da bulunmadığını, taleplerini ancak
Vakıflar Umum Müdürlüğüne iletebileceğini
bildirmiştir. Maarif Vekâleti adına İl Müdürü
Nafi Atıf Bey ise türbelerin muhafazasının
Vakıflar İdaresine ait olduğunu söylemiştir.339
Böylelikle
türbeler
girişimde
üzerinde
bulunulmadığı
herhangi
bir
anlaşılmaktadır.
(Fotoğraf 48.)
1928 yılı Eylül ayında türbelerle ilgili
olumlu bir gelişme yaşanmıştır. Maarif Vekâleti
gerek mimarî gerek tarihî kıymetleri dolayısıyla
özel bir komisyon tarafından seçilen Fatih Sultan
Mehmed, Barbaros Hayreddin Paşa, Kanuni
Sultan Süleyman, Sultan Mahmud, Sinan Paşa,
Sultan Ahmed gibi türbelerin de aralarında
bulunduğu 60 türbenin ve Bursa’da bulunan bazı
türbelerin idaresini İstanbul Müzeleri Umum
Müdürlüğü’ne
Umum
vermiştir.
Müdürlüğü
bu
İstanbul
türbelerden
Fotoğraf 48. “Türbeler Ne Halde”,
Milliyet, 21.12.1926.
Müzeleri
18’ine
Başbakanlık’tan sağlanan özel ödenekle bekçi tayin etmiştir.340 Aynı zamanda Vakıflar
Umum Müdürlüğü de, İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne verdiği emirle kurşun, cam
gibi basit onarım kapsamına girecek tamiratın tamamlanmasını istemiştir. Ancak
türbelerin ne halka ne de seyyahlara (turistlere) kesinlikle açılmayacağı bir kez daha
339
340
Milliyet, 21.12.1926.
BCA, 30-10-0-0 / 192-314-16. (04.04.1929).
115
bildirilmiştir.341
peyderpey
Bu
müze
vasıtayla
memurları
türbeler
tarafından
açılmış, bir kısmının duvarlarında rutubet
nedeniyle
küf
oluştuğu,
puşidelerde
çürümeler başladığı görülmüştür. Türbeler
hemen akabinde temizletilmeye başlanmış,
her türbede “muhafız” ismi ve kadrosu altında
bir
memur-bekçi
bulunmasına
karar
verilmiştir. Hem türbenin güveliğinden hem
de
temizliğinden
sorumlu
olacak
bu
kişilerden ilk etapta 36 kişi işe başlatılmıştır.
Bu kişilerin bir kısmı eski türbedarlardan
seçilirken bir kısmı da müracaat üzerine
göreve başlamıştır.342 (Fotoğraf 49.) 4 Nisan
1929’da Maarif Vekili Hüseyin Vasıf Bey
tarafından Başvekâlete yazılan bir yazıda
İstanbul’daki türbelerin muhafazası için 8800
liraya Bursa’daki türbelerin muhafazası için
ise
2500
liraya
ihtiyaç
olduğundan
bahsedilmiş, bu rakamın Maarif Vekaleti
bütçesinden karşılanamayacağı belirtilerek
Vakıflar
bütçesinden
karşılanması
talep
edilmiştir.343 (Belge-3)
Fotoğraf 49. “Türbelerin Muhafazası”,
Milliyet, 11.09.1926.
Türbelerle beraber kapatılan tekke
yapıları, mülkiyeti şahıslarda ise herhangi bir
tasarrufta bulunulmamıştır. Bir vakfa bağlı olarak faaliyet gösteriyorsa genellikle camii
olarak kullanılmış “Vakıf Müessesesinin Çözülmesi Dolayısıyla Yaşanan Tahribat”
bölümünde zikredileceği üzere kadro uygulamasına tabii tutulmuştur. İdarecisi kalmayıp
341
Son Saat, 12.09.1928.
Milliyet, 11.09.1928.
343
BCA, 30-10-0-0 / 192-314-16. (04.04.1929).
342
116
Fotoğraf 50. Keşfi Efendi Cafer Efendi Tekkesi, Encümen Arşivi, Dosya 322.
mazbut vakıf hale düşen binalar ise Vakıflar Umum Müdürlüğü tarafından çeşitli
kurumlara tahsis edilmiş, kiraya verilmiş ya da elden çıkartılıp paraya dönüştürülmüştür.
Örneğin Fındıklı’da Meclis-i Mebusan Caddesi üzerinde yer alan ve bir külliye
teşkil eden Keşfi Cafer Efendi Tekkesi’nin Kütüphanesi 1930'dan itibaren Güzel Sanatlar
Akademisi seramik bölümünün ocağı olarak kullanılmıştır. Yanındaki Arap Ahmed Paşa
ve Saraylı Perizat Hatun’a ait Mimar Sinan eseri iki türbe ise sandukaları ve diğer iç
aksamı kaldırılarak
Güzel
Sanatlar
Akademisi’nde
çalışan
hademelerin
lojmanı
olarak
kullanılmıştır.344 (Fotoğraf 50.) Bazı tekkelere ise hukuksuz olarak Vilayet Belediyeleri
ya da Vilayet İdare-i Hususiyeleri tarafından el konulmuştur. 1933 yılında İstanbul İdarei Hususiyesi eski ve harap durumda olan tekkelerin yıktırılarak enkazlarının satılmasına
karar vermiştir.345 Karara göre enkazı ilk olarak satışa çıkarılacak olan tekke ise
Koska’daki Abdüsselam Tekkesi’dir.346
344
Baha Tanman, “Keşfi Cafer Efendi Tekkesi”, TVİA, C.4, İstanbul 1994, s. 550.
Akşam, 03.09.1933.
346
Tekkenin enkazı 600 liraya satışa çıkarılmıştır. Bkz; Akşam, 09.09.1933. Ancak bu tarihten önce de tekke ve dergâh
satışları görülmektedir.
345
117
Sıbyan mektebi, medrese, tekke ve türbelerden sonra çeşme ve sebillerin
mülkiyeti de Vakıflar İdaresi’nden alınmıştır. 28 Nisan 1926’da çıkartılan 831 sayılı
“Sular Hakkında Kanun” ve 12 Ağustos 1928 tarihinde yayınlanan, kanunun uygulanması
hakkındaki nizamnameye göre abidatdan olan sebil, çeşme ve şadırvanların mülkiyetleri
ve bakımları belediyelere devredilmiştir.347 2 Haziran 1929 tarih ve 1525 numaralı “Şose
ve Köprüler Kanunu”na göre Türkiye Cumhuriyeti’ndeki bütün şoseler ile köprülerin inşa
ve tamirleri ile iyi bir halde muhafazaları Nafia Vekâleti’ne bırakılmıştır. Tarihi köprüler
de bu suretle Nafia Vekâleti’ne devrolunmuştur.348 14 Nisan 1930 tarih ve 1580 numaralı
“Belediye Kanunu”nun 115. maddesine göre ise bediî ve mimarî kıymeti olan kapalıçarşı,
bedesten, arasta, pasaj, cesim han ve benzeri büyük yapıların her parçası veya odası ayrı
ayrı kişilerin mülkü olsa da; çatı, örtü, kubbe, kemer, sayvan, sütun, cümle kapıları,
methal ve mahreçleri, geçitleri, su hazineleri ve çeşmeleri ve su yolları, dahilî mecraları
ve sokak kaldırımları ile emsali müşterek tesisat aksamının inşa, tanzim ve tamiri sahibine
tebligat icra edildikten sonra yapılmadığı takdirde bunların ifası belediyelere ait olduğu
belirtilmiştir.349
Eski eserlerin bu şekilde değişik kurumlara bırakılması bir dizi olumsuz sonucu
da beraberinde getirmiştir. Yapılan değişikliklerin idari sistem içerisinde ve halk
nezdinde yerleşmesi vakit almıştır. Örneğin 1931 yılı Evkaf Umum Müdürlüğü bütçe
görüşmelerinde söz alan Manisa Milletvekili Refik Şevket Bey kürsüde; “Çeşmelerin
akıtılması yolundaki müracaatlar vakfın parasını yiyen Evkaf İdaresi tarafından ihmal
edilir. Hâlbuki susuz ve çorak mahallerde Evkaf İdaresi, mevcudundan daha fazla hizmet
göstermekle mükelleftir” cümlelerini kurmuştur. Konuşmaya cevap veren Evkaf Umum
Müdürü Niyazi Bey, çeşmelerin 1926 yılında belediyelere devredildiğini ve kanunen
sorumlulukları bulunmadığını hatırlatmak zorunda kalmıştır.350 Eski eserlerin bu şekilde
farklı kurumların mülkiyetine bırakılması onarım uygulamalarında da zorluklara yol
açmıştır. Birkaç kuruluşun yönetiminde bulunan külliyelerde onarım keşfinin
hazırlanması için ilgili kuruluşlardan oluşması gereken kurullar kimi zaman
toplanamamıştır. Bu kurulların teşkil edildiği yerlerde camiinin onarım ödeneğinin
Vakıflar Umum Müdürlüğü; medrese, kütüphane ve türbenin onarım ödeneğin Maarif
347
N. Can, a.g.e., s. 17.
N. Can, a.g.e., s. 17.
349
N. Can, a.g.e., s. 19-20.
350
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 4, Fevkalade İçtima, Cilt: 2, 11. İnikat, 8 Haziran 1931, s. 45, 50.
348
118
Vekâleti; okulun onarım ödeneğinin ise İl Özel İdaresi’nden istenmesi sorun
yaratmıştır.351
Mülkiyet problemlerinin yanı sıra Cumhuriyet döneminde yaşanan eski eser
tahriplerinin bir nedeni de eski eser tahribinin bağımsız bir suç olmamasıdır. 1906 yılında
çıkarılan ve Cumhuriyet döneminde 1973 yılına kadar yürürlükte kalan Asar-ı Atika
Nizamnamesi’nde yasaklanan eski eser tahripleri şunlardır;
I-
Bina ya da her türlü taşınmaz eski eseri ne suretle olursa olsun yerinden
oynatmak, yıkmak, sakatlamak ve mahvetmek veyahut yapılan tahrip
sonucu eski eserden kopan/ayrılan parçaları yetkili kurumlardan ruhsat
almadan zapt eylemek,
II-
Eserler ve taşınmaz eski binalara 300 metreden yakın kireç ocağı ve tuğla
harmanı inşa etmek,
III-
Eski binalara gerek doğrudan ve gerek herhangi bir vasıta ile zarar verecek
yakınlıkta her türlü çalışmada bulunmak,
IV-
Eski binaları ölçmek, kalıplarını ve stampajlarını yapmak için veya her ne
maksatla olursa olsun -özellikle ruhsatsız- eski eserlere iskele kurmak,
V-
Eski eserler içerisinde ikamet etmek,
VI-
Eski eserleri ahır, zahire ya da ot ve saman ambarı ya da başka bir şekilde
kullanmak.
1906 Asar-ı Atika Nizamnamesi sayılan bu tür tahripleri yapanlara ceza kanunun
ilgili maddesi gereğince tazminat ve para cezası ile birlikte bir aydan bir seneye kadar da
hapis cezası öngörmektedir.352 1906 Nizamnamesinde eski eserlerin tahribine dair tek
hüküm budur ve çok yetersizdir. Öyle ki 1906 ile 1973 yılları arasında Türkiye’de yasal
anlamda dünya kültür mirasının önemli bir parçası kabul edilen eski eserlere zarar
vermenin örneğin; Sultanahmet Cami’nin mihrabını parçalamanın yahut bir çeşmeyi
yerinden söküp atmanın cezası bir ay ile bir yıl arasında değişen hapis cezasıdır. Üstelik
351
352
E. Madran, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kültür…, s. 102; N. Öztürk, a.g.e., s. 417.
N. Can, a.g.e., s. 70.
119
bu ceza Osmanlı Ceza Kanunun 138. maddesi gereğidir ve sadece 1926 yılına kadar
geçerli olabilmiştir. 1926 yılında kabul edilen yeni Türk Ceza Kanunu’nda eski eser
tahribine dair açık bir hüküm yer almadığı için nizamnamede belirtilen suçun cezası
kadük kalmıştır. Yapılan araştırmada, incelenen dönemde bir kaymakamın görevinden
alınması hariç, işlenen eski eser tahribi suçuna verilen bir ceza tespit edilememiştir.
Cumhuriyetin ilk yılları ile ilgili yanlış bir kabul de Cumhuriyet idaresinin, Türk
tarihinin önemli bir dönemine mesafe koyduğu, bu nedenle Osmanlı döneminde üretilen
abidelerin ve mimari eserlerin harap duruma düştüğü düşüncesidir. Cumhuriyet
döneminde tekâmül eden milliyetçilik akımı ile birlikte Avrupa’da 19. yüzyıldan itibaren
görülmeye başlayan Türk kültürünü ve meydana getirdiği eserleri küçümseme
yaklaşımları Anadolu’daki Türk varlığının binlerce seneye dayandığını ispat edebilme
çabalarına yol açmış, bu nedenle devlet tarafından Osmanlı Sanatı yerine bu ispatı
sağlayabilecek arkeolojik kazılara daha çok önem verilmiştir. Hatta bu amaç adına Hitit,
Frig, Sümer gibi eski çağ medeniyetleri Türk kültür tarihinin parçaları olarak kabul
edilmiştir. Bu medeniyetler üzerinde yapılan arkeolojik kazılarda çıkartılan eserler, Türk
sanatı tarihinin en eski devirlerine ait göstergeler olarak kabul edilmiştir. Zaman zaman
bu aşırı sanat tarihi teorileri daha da ileri giderek, “Türkler ve Şimali Asya Sanatı’nın Buz
Devrindeki Menşei” gibi ilginç denilebilecek kronolojide makaleler yazılıp353 Antik
Yunan ve Mısır Medeniyetlerinin dahi Türkler tarafından kurulduğu iddia edilmiştir.354
Ancak gerek Atatürk’ün yazdığı notlarda gerekse verdiği talimatlarda Selçuklu
kültürünün ve eserlerinin Türk medeniyetinin parlak bir dönemi olduğuna vurgu vardır.355
İstanbul özelinde ise Mimar Sinan ve eserleri Cumhuriyetin övünçle bahsettiği grubu
oluşturmaktadır. Afet İnan, Atatürk’ün Sinan’a olan ilgisini şöyle aktarır; “O, Türk
büyüklerinden Alparslanlar, Fatihler, Yavuz ve Kanunilerin hayranı olmakla beraber,
bizzat uygarlık eserleri vücuda getirmiş olan Mimar Sinanlar ve Piri Reislere de ayrı
değer verirdi.”356 Mimar Sinan eserleri ile ilgili fikrini ise “Bir de asıl kendisi,
Süleymaniye'de bir Sinan Sitesi geliştirmek ve onun yaptığı bütün eserleri restore
ettirerek, yeni ihtiyaçlara göre kullandırmak istemiştir” sözleriyle açıklar.357
353
Ülkü, Mart 1937.
Akşam, 21.01.1937.
355
BCA, 30-10-0-0-213-445-12, 23.03.1931.
356
Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatırlar ve Belgeler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2009, s. 366.
357
A. İnan, a.g.e., s. 248.
354
120
Özellikle her yıl nisan ayı başlarında ağırlıklı olarak Türk Ocakları ve Halkevleri
şubelerinde düzenlenen Mimar Sinan’ı anma etkinlikleri çerçevesinde pek çok şehirde
Mimar Sinan hakkında konferanslar verilmiştir. Ayrıca bu anma etkinlikleri dâhilinde
radyoda da konferans ve konuşmalar yapılarak Mimar Sinan çok daha geniş kitlelere
tanıtılmaya çalışılmıştır. Mimar Sinan’ı anma etkinlikleri çerçevesinde 1930’da Edirne
Türk Ocağı’nda, Mimar Kemal Bey (Altan)358, Çanakkale Türk Ocağı’nda Maarif Mimarı
Mahzar Bey tarafından Mimar Sinan’ın hayatı ve eserleri hakkında konuşmalar
yapılmıştır.359 1932 yılında İstanbul Halkevi Güzel Sanatlar Şubesi’nin bulunduğu tarihi
Alay Köşkü’nde düzenlenen Mimar Sinan’ı anma etkinliği çerçevesinde ise hayatı ve
şahsiyeti üzerine Ahmet Refik (Altınay), Türk mimarisindeki mevkii ve eserlerinin
kıymeti hakkında ise Celal Esad (Arseven) tarafından iki konferans sunulmuştur.
Konferansların ardından Mimar Sinan’ın başlıca eserleri projeksiyonla gösterilmiştir.360
1934 yılında yapılan Mimar Sinan’ı anma etkinlikleri çerçevesinde İstanbul
Halkevi salonunda Muhafaza-i Asar-ı Atika Encümeni üyelerinden Efdaleddin Bey,
Sinan’ın hayatı ve eserleri hakkında konferans verirken361, Mimar Kemal (Altan) Bey
radyoda “Türk Sinan ve Türk Sanatı” başlığı altında bir konuşma yapmıştır.362 Aynı yıl
Edirne Halkevi’nde ise lise öğretmenlerinden Fahri Bey, mimarın hayatı ve şahsiyeti
hakkında bir konuşma yapmıştır.363 1936 yılında yapılan Mimar Sinan’ı anma etkinlikleri
münasebetiyle Ankara halkevinde Mimar Necmettin Emre tarafından “Mimar Sinan’ın
Hayatı ve Sanatı” başlığı altında projeksiyonlu bir konferans düzenlenmiştir. Emre, aynı
konuşmayı akşam radyoda da tekrarlamıştır.364 1938 yılı Mimar Sinan etkinlikleri
kapsamında ise Fatih Halkevi’nde modern tabirle “Mimar Sinan Semineri”
diyebileceğimiz bir etkinlik düzenlenerek birkaç konuşma arka arkaya yapılmıştır. Kemal
Altan tarafından “Sinan’ın Eserleri ve Sinan’ın Devrine Kadar Eski Türk Mimarlarının
Yaptığı Eserler”, Mimar Talat Özışık tarafından “Sinan’ın Hayatı ve Sanatı”, Reşat
Ekrem Koçu tarafından ise “Büyük Türk Yapıları Üzerinde Bir Konuşma” başlıklı
projeksiyonlu sunumlar yapılmıştır.365
358
Cumhuriyet, 01.04.1930.
Cumhuriyet, 02.04.1930.
360
Akşam, 30.03.1932.
361
Cumhuriyet, 01.04.1934.
362
Milliyet, 01.04.1934.
363
Milliyet, 01.04.1934.
364
Ulus, 10.04.1936.
365
Cumhuriyet, 09.04.1938.
359
121
Mimar Sinan ile ilgili
tüm bu olumlu gelişmelere
rağmen aynı dönemde Mimar
Sinan eserlerinin büyük bir
harabiyet içerisinde olması
son derece çelişkili ve ilginç
bir durumdur. Zaman zaman
bu hâl basın tarafından da
eleştirilmiştir. Duruma güzel
bir örnek olarak Siyavuş Paşa
Kasrı
verilebilir.
Sinan’ın
Mimar
en
ilginç
denemelerinden biri olan bu
av köşkü/çiftlik evine 1930’lu
yıllarda son derece çirkin bir
ikinci
kat
ilave
edilerek
kubbesi kaldırılmıştır.
Oldukça
da
harap
vaziyette
olan
yapı
deposu
bir
kireç
olarak
kullanılmaktadır.366
Fotoğraf 51. Siyavuş Paşa Kasrı, Encümen Arşivi, Dosya
262.
(Resim
51.)
Bir başka örnek olarak ise Üsküdar Şemsi Paşa Külliyesi verilebilir. İhmalkârlık
neticesinde 1938 yılına gelindiğinde Şemsi Paşa Medresesi’nin odalarının bir kısmı inek
ve koyun ağılı yapılmış, kubbelerin kurşunları büyük ölçüde ortadan kalkmış, kalanlar ise
çatlamış, yer yer delinmiştir. Külliyeyi çevreleyen avlu duvarlarından da eser
kalmamıştır. İbrahim Hakkı Konyalı, Tan Gazetesi’nin 7 Nisan 1938 tarihli nüshasında
“Koca Sinan’ın Ahır Yapılan Son Eseri” başlığıyla sert bir yazı kaleme almıştır. (Fotoğraf
52.) Konyalı, külliyenin durumunu şu sözlerle açıklar;
“Solumuzda taşları parçalanmış, yerlere serilmiş perişan bir mezarlık var.
İçeriye girince üstündeki saçakları çökmüş, yüksek birer sanat eseri olan
366
Kemal Altan, “Siyaveş Paşa Kasrı”, Arkitekt, S. 57 (1935 Eylül), s. 268.
122
başlıkları
sırıtmış
mermer
bir
sütun,
sıra
onların
arkasında da kapıları kırılmış,
bazılarına teneke çakılmış 14
oda görüyoruz. Kapının birisini
itiyorum: içeride geviş getiren
beş, on inek var. Birisini daha
açıyorum: burası koyun ağılı.
Üçüncüsü abdesthane yapılmış,
beşine fakir insanlar sığınmış...
Kubbelerin,
duvarların
üstlerine dağ sarmaşıkları bir
kanser gibi sarılmış, yıkıcı ve
kemirici
köklerini
içerilere
kadar işletmiş. Sağ tarafta
kapıları,
pencereleri,
parmaklıkları sökülmüş narin
bir kubbenin örttüğü taş bir
binanın çatlaklarını, yıkıklarını
görüyoruz….
Fotoğraf 52. “Koca Sinanın Ahır Yapılan Son
Eseri”, Tan, 07.04.1938..
Sinan için ihtifaller yapıyoruz,
onun sanat ve dehasını tebarüz ettirmek için kitaplar hazırlıyoruz. Fakat
gözümüzün önünde en muhteşem bir eseri harıl harıl çöküyor da görmüyoruz.
Müzemizi, Belediyemizi, Evkaf idaresini ve bunların başında yüksek koruyucu
Tarih Kurumumuzu vazifeye çağırıyorum. Birkaç sene sonra ayakta duran
enkazı da toprağa uzanacak”367
İbrahim Hakkı Konyalı’nın yayımladığı bu yazı, aynı dönemde İstanbul’da
bulunan Cumhurbaşkanı Atatürk’ün de dikkatini çekmiş Vakıflar İdaresi’ne bütçe
ayrılarak tamir edilmesi emrini vermiştir.368
367
Tan, 07.04.1938.
İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Üsküdar Tarihi, C. 2, Türkiye Yeşilay Cemiyeti Yayınları,
İstanbul 1976, s. 291.
368
123
3.2 TARİHİ ESERLERİN TAHRİP OLMA NEDENLERİ
Cumhuriyet’in ilk on beş yılında (1923-1938) İstanbul’da eski eser tahribine
neden olan altı başlık tespit edilmiştir.
1. Doğa Olaylarının Yarattığı Tahribat
2. Hırsızlık Dolayısıyla Yaşanan Tahribat
3. Eski Eser Bilinci Eksikliğinden Kaynaklanan Tahribat
4. İhmal ve Bakımsızlık Dolayısıyla Yaşanan Tahribat
5. Vakıf Müessesesinin Çözülmesi Dolayısıyla Yaşanan Tahribat
6. Siyasi ve İdeolojik Sebeplerden Kaynaklanan Tahribat
7. İmar Faaliyetleri Dolayısıyla Yaşanan Tahribat
3.2.1 Doğa Olaylarının Yarattığı Tahribat
Tarihi yapılar üzerinde tahrip yaratan önemli bir unsur deprem, yangın, fırtına gibi
doğal afetlerdir. Osmanlı dönemindekiler kadar büyük olmasa da Cumhuriyet döneminde
de yangınlar şehrin tarihi eserlerine zarar vermeye devam etmiştir. Mesela 1926 yılında
Maltepe’de çıkan yangında 1728 tarihinde inşa edilen Şeyhülislam Feyzullah Efendi
Camii yanarak yok olmuştur.369 (Fotoğraf 53.) Üsküdar’da Kapıağası semtine ismini
veren, II. Bayezid’in kapı ağalarından Süleyman Ağa tarafından 1506 yılında yaptırılan
Babüssaade Ağası Camii de 1926 yılında yanmıştır.370
369
Milliyet, 10.10.1926. Tahsin Öz, caminin 1935’de yandığını kaydetmiştir. Bkz; T. Öz, a.g.e., C. 2 s. 45. Rezan
Çelebi ise 1928’de yangın geçirdiğini öne sürer. Bkz; Rezan Çelebi, “Feyzullah Efendi Külliyesi”, TVİA, C. 3, İstanbul
1994, s. 308.
370
Vasıf Hiç, “Babüssaadeağası Camii”, REK. İ.A., C. 4, İstanbul 1960, s. 1777.
124
23 Ağustos 1927 günü Üsküdar
Valide-i Atik Cami’nin hemen arkasında
başlayan bir başka yangın, kısa sürede
büyük bir sahaya yayılmış, Kazasker Ahmet
Mescidi371,
Efendi
Arakiyyeci
Hacı
Mehmet Camii ve Salı Tekkesi’ni tamamen
yakmıştır.372 Yangın, Divitçiler Cami’ne de
sıçramış ancak çok büyük hasar yapmadan
söndürülmüştür. Yüzlerce insanın evini
kaybettiği bu yangında açıkta kalan bazı
aileler
Üsküdar’daki
cami,
tekke
ve
medreselere yerleştirmiştir.373
1929 yılında Çarşıkapı’da 18. yüzyıl
eseri Taş Han’ın bekâr odası olarak
kullanılan on sekiz hücresi yanarken374,
1930 yılında Galata Kulesi’nin on birinci
katında yangın çıkmış, ateş katın sol
bölümünü ve saçaklarını yaktıktan sonra
çok fazla büyümeden söndürülmüştür.375
Aynı
yıl
Fener-Atik
Mustafa
Paşa
mahallesindeki Emir Buharî Tekkesi de
yanmıştır.376 1932 yılında Büyük Valide
Han’ın içerisinde küçük çaplı bir yangın
çıkarken,
1933
yılında
Laleli
ile
Şehzadebaşı arasındaki Yeşil Tulumba
semtinde
bulunan
bir
tekke
kısmen
Fotoğraf 53. Maltepe’de Feyzullah Efendi
Camii Yangınıyla İlgili Haber, Milliyet,
10.10.1926.
371
Mescit daha sonra ihya edilmiştir. Bkz; T. Öz, a.g.e., C. 2, s. 38.
Hamit Pehlivanlı, “Üsküdar’da Valide-i Atik Yangını [2]3 Ağustos 1927”, Uluslararası Üsküdar Sempozyumu VII:
2-4 Kasım 2012, C. 1, Üsküdar Belediyesi, İstanbul 2014, s. 298.
373
H. Pehlivanlı, a.g.m., s. 303.
374
Akşam 16.01.1929; Milliyet 16.01.1929.
375
Cumhuriyet 20.04.1930; Vakit, 20.04.1930; Politika 21.04.1930; Milliyet, 20.04.1930.
376
Verilen haberde Saim Efendi Tekkesi olarak geçmektedir. Bkz; Cumhuriyet 23.05.1930.
372
125
yanmıştır. Tekkenin kasten yakıldığı iddiası üzerine polis soruşturma başlatmış iki kişiyi
gözaltına almıştır.377
Cumhuriyet tarihinde İstanbul’un geçirdiği en önemli yangınlardan biri de
Sultanahmet Adliye Sarayı yangınıdır. Sultan Abdülmecid döneminde Darülfünun binası
olarak Gaspare ve Giuseppe Fossati kardeşler tarafından inşa edilen yapı, Osmanlı
döneminde Adliye Nezareti’ne ev sahipliği yapmış, bir ara Meclis-i Mebusan ve Ayan’a
tahsis edilmiş, Cumhuriyet döneminde ise İstanbul Adliyesi olarak kullanılmıştır.
Ayasofya’nın Marmara Denizi cephesinde bulunan bu kütlevi yapı 3 Aralık 1933 gecesi
yanarak kullanılamayacak hale gelmiştir.378 İstanbul itfaiyesi yangını söndürme
çalışmalarının yanı sıra yangının binanın yakınında bulunan Sultanahmet Camii,
Ayasofya, Topkapı Sarayı gibi tarihi eserlere sıçramaması için de tedbirler almıştır.
Yangın vasıtasıyla Ayasofya Haseki Hürrem Sultan Hamamı bir kez daha
kamuoyunun gündemine gelmiştir. Mimar Sinan eseri olan hamam, Adliye Sarayı yangını
esnasında İstanbul Belediyesi’nin benzin deposu olarak kullanıldığından itfaiyenin
sorumluluğu ve işi bir kat daha artmıştır.379 Olay yerine gelen Vali Muhittin Bey ve
Başsavcı Kenan Bey, hamamdaki benzinin derhal tahliye edilmesi emrini vermiş, itfaiye
tedbiren binaya su sıkarak ıslatırken benzin dolu variller kamyonlara yüklenerek
uzaklaştırılmaya çalışılmıştır.380 Gazetelerde hamamın soğutulma çalışmaları nedeniyle
yangının söndürülemediği dahi yazılmıştır.381 Yangından sonra Vakit Gazetesi konuyu
gündeme getirerek ilk sayfasında çerçeve içerisinde “Tarihi Bina Benzin Deposu
Olmaz!” başlığıyla bir yazı yayımlamıştır.382 (Fotoğraf 54.) İstanbul Belediyesi ise ortaya
atılan iddiayı yalanlamış, esasında yapının sadece benzin deposu olarak değil belediyenin
kırtasiye ve diğer her türlü ihtiyacı için bir depo ittihaz edildiği bilgisini vermiştir.
377
Akşam, 01.03.1933.
Akşam, 04.12.1933.
379
Önceki bölümlerde zikredildiği üzere Ayasofya Hamamı, Cemil Paşa’nın şehreminliği zamanında istimlâk edilerek
yıkılmak istenmiş ancak daha sonra Asar-ı Atika Encümeni’nin devreye girmesiyle korunması gerektiğine karar
verilmiştir. 1932 yılında İstanbul Belediyesi, fakir halka temiz bir hamam temin etmek için bu yapıyı kullanmak
istemiştir. İçerisinde kurulacak tertibatla alaturka ve modern banyolar tesisatı yapılması düşünülmüş, ancak yapılan
incelemede hamamın etrafındaki mahalle dokusunun ortadan kalkması ile korunaklı olmadığı, bu sebeple zor ısıtılacağı
anlaşıldığından artık hamam olarak çalıştırılmasının mümkün olmadığına karar verilmiştir. Bkz; Akşam, 12.08.1932;
Cumhuriyet, 13.08.1932.
380
Vakit, 04.12.1933.
381
Vakit, 07.12.1933.
382
Vakit, 07.12.1933. Vakit Gazetesi daha önce de tarihi eserlerin benzin deposu olarak kullanıldığına dikkat çeken bir
yazı yayımlamıştır. Bkz; Vakit, 04.04.1930.
378
126
Hamamda
bulunduğu
cüzi
belirtilen
miktarda
benzin
açıklamada
mevcut
benzinin tehlike yaratacak surette olmadığı
söylenmiştir.383
Meselenin
basında
gündem
olması
üzerine durum Ankara’ya da yansımış, Dâhiliye
Vekili Şükrü Kaya, aldığı malumata binaen
Başvekil İsmet Paşa’ya kısa bir rapor sunmuştur.
Raporda Belediye’nin zikredilen açıklamalarına
yer verilmiş, Belediye’nin ihtiyacı oldukça azar
azar satın aldığı benzinlerin bu hamamın bir
kısmında kontrol edildikten sonra ilgili şubelere
dağıtıldığından bahsedilmektedir.384 (Belge 4.)
Milliyet Gazetesi’nin edindiği bilgiye göre
yangın gecesi yapıda yaklaşık dört ton (3949
kilo) benzin bulunuyordu. Yangından sonra
kalan yüz kilo kadar benzin aşama aşama
belediye
dairelerine
dağıtılmıştır.385
Kamuoyunda oluşan bu tepkiden sonra İstanbul
Müzeleri İdaresi harekete geçmiş, Müdür Aziz
Fotoğraf 54. “Tarihî Bina Benzin
Deposu Olamaz”, Vakit, 07.12.1933.
Ogan yapının İstanbul Müzeleri İdaresi’ne
geçmesi için girişimlerde bulunmuştur.386 Ancak
girişimden bir sonuç alınamamış bina depo olarak
kullanılmaya devam etmiştir. (Fotoğraf 55.)
383
Cumhuriyet, 08.12.1933.
BCA, 30-10-0-0 / 213-446-1. (10.02.1934).
385
Milliyet, 08.12.1933. BCA, 30-10-0-0 / 213-446-1. (10.02.1934).
386
Cumhuriyet, 28.12.1933.
384
127
Fotoğraf 55. Ayasofya Haseki Hürrem Sultan Hamamı, Encümen Arşivi, Dosya 199.
Şükrü Kaya’nın Başvekâlete yazdığı raporda ise hamamın mülkiyetinin belediye
tarafından yıllar önce satın alındığı ve binanın “hal-i aslîsi” tamamen muhafaza edilmek
üzere yapılacak modern ihtiyaçlara uygun ilavelerle yeniden hamam olarak kullanılacağı
belirtilmektedir.387
Milliyet Gazetesi 5 Kasım 1934 tarihinde verdiği bir haberinde hamamın yakıcı
[yanıcı] bazı maddeler için depo olarak kullanılmaya devam edildiğini, yangın tehlikesine
karşı da bütün dış duvarlarının demir kepenkler ile kaplanacağını yazmıştır.388 İstanbul
Belediyesi bu haberi yalanlayarak gazeteye tekzip yazısı göndermiş, ancak Milliyet
Gazetesi tekzip yazısını yayımlamadığı gibi yazıya cevap da vermemiştir. Bunun üzerine
387
BCA, 30-10-0-0 / 213-446-1. (10.02.1934).
Milliyet, 05.11.1934. Hamamın depo olarak daha verimli kullanılabilmesi için erkekler ve kadınlar kısmının
ortasındaki kalın duvarlarda gayet geniş bir kapı açılarak birleştirilmiştir.” Bkz; “Ayasofya Hamamı”, REK. İ.A., C. 3,
İstanbul 1960, s. 1479. Ayasofya Hamamı gibi bu dönemde pek çok hamam da depo olarak kullanılmıştır. Kadırga
Meydanı’nda bulunan ve 16. yüzyılda inşa edilip İstanbul’un büyük çifte hamamlarından birisi olan Çardaklı Hamamı
bu durumun güzel bir örneğidir. Çardaklı Hamam şer’i hile ile satılıp, şahıs mülkü olduktan sonra daha çok kira
getirecek bir depo haline getirilmiştir. Hamam 1935-1940 arasında depo, dokuma atölyesi ve sonra tekrar depo
olmuştur. Kurnaları, mermer döşemeleri sökülmüş; taşçı esnafına satılmış, Türk yapı sanatının güzel bir örneği olan bu
hamam Reşat Ekrem Koçu’ya göre taş duvarlarla kubbelerden ibaret heyula olmuştur. Koçu, durumu şu sözlerle
eliştirir; “Bir memleketin kendi halkı tarafından ecdadının bıraktığı büyüklü küçüklü tarihi eserleri kendi hasis çıkarları
yolunda yok edilmesi halen yurdumuzda aydın bir hakikattir ki vahşet krizi halindedir, yakın gelecekte torunlarımız
neslimizi te’lin etmekte yerden göğe haklı olacaktır”. Bkz; “Çardaklı Hamam”, REK. İ.A., C. 7, İstanbul 1965, s. 3751.
388
128
İstanbul Belediyesi, Milliyet Gazetesi aleyhine “asılsız neşriyat yapmak” suçuyla dava
açmıştır.389 İstanbul Belediyesi’nin tekzip yazısı Milliyet Gazetesi’nin 3 Aralık 1935
tarihli nüshasında yayımlanmıştır. Tekzip yazısında “Ayasofya hamamında yakıcı hiçbir
madde yoktur. Yanan adliye binası tarafındaki zemin pencerelerinden bir kaçına demir
kepenk yaptırılması hariçten herhangi bir zarara maruz kalmaması maksadına
müstenittir.” ifadelerine yer verilmiştir.390 1935 yılı sonlarında bir kez de Türk Tarih
Kurumu, tarihi hamamı müze yapma girişiminde bulunsa da yapılan yazışmalardan bir
netice alınamamıştır.391 (Belge 5.)
Yanan İstanbul Adliyesi Binası’nın enkazı kaldırılırken de çevresindeki tarihi
eserleri tahrip etmiştir. Öyle ki binanın ayakta kalan duvarları yıktırılırken Ayasofya
tarafındaki duvarları birden çökmüş fırlayan parçalar Ayasofya Türbelerinin avlu
kapısına zarar vermiştir.392 İstanbul yangınlarına kurban giden bir diğer yapı ise
Fener’deki Cafer Sübaşı (Camcı) Mescidi’dir. Küfeki taşından yapılmış mescit 1938
yılında yanmıştır.393
İstanbul’da tarihi eserleri yıpratan doğa olaylarından biri de şiddetli fırtınalar ve
ağır kış şartlarıdır. Zaten harap durumda olan bazı tarihi yapılar kuvvetli yağış ve şiddetli
fırtınalara mukavemet gösteremeyerek çökmüştür. Zaman zaman fırtınalara yıldırımlar
da eklenmiş, özellikle cami minareleri yıldırımlardan tahrip olmuştur. Örneğin ilk yapımı
17. yüzyılın ilk yarısına dayanan, 1902 yılında tamir edilen Üsküdar Malatyalı İsmail Ağa
Cami’nin minaresi 1926’da yıldırım düşmesi sonucu şerefeye kadar yıkılmış ve daha
sonra tekrar yapılmıştır.394 1927 Şubatında ise Anadolu Hisarı Cami’nin çatısı kış
şartlarına dayanamayarak aniden çökmüştür.395
1927 Mayıs ayında yine bir yağmur ve dolu fırtınası hâsıl olmuş, Koca Mustafa
Paşa’da Sümbül Efendi Cami’nin minaresine namaz vakti bir yıldırım isabet etmiş,
minarenin ahşap kısmı tutuşmuştur. Yıldırım, minarenin kargir kısmında da 20 santimetre
bir oyuk yapmış, caminin elektrik tesisatını bozmuştur.396 (Fotoğraf 56.)
389
Haber, 06.12.1934.
Milliyet, 03.01.1935.
391
BCA, 30-10-0-0 / 213-447-2. (16.12.1935).
392
Milliyet, 31.08.1934.
393
Hakkı Göktürk, “Cafer Sübaşı Mescidi”, REK. İ.A., C. 6, İstanbul 1963, s. 3335.
394
İ. H. Konyalı, a.g.e., C. 1 s. 83; Ahmet Vefa Çobanoğlu, “Malatyalı İsmail Ağa Camii ve Tekkesi”, TVİA, C. 5,
İstanbul 1994, s. 279.
395
Son Saat, 21.02.1927.
396
Milliyet, 26.05.1927; Son Saat, 26.05.1927.
390
129
Kalenderhane
Camii’nin
minaresine ise 1928’de bir yıldırım
isabet etmiştir.397
Aynı yıl yaşanan
şiddetli kışta Yedikule taraflarındaki
surlarda çökmeler de yaşanmıştır.398
1929 Şubat ayında çıkan bir fırtınada
Ayasofya ve Sultanahmet camilerinin
minarelerinin
külahını
kaplayan
kurşunlar savrulurken399 aynı yılın Mart
ayında Fener Mürsel Paşa Caddesi’nde
bulunan ve basında Bizans döneminden
kaldığı yazılan taş evin çatısı karın
oluşturduğu
yüke
dayanamayarak
çökmüştür.400
1930 yılının Ocak ayında ise
çıkan fırtınalarda Üsküdar’da Selimiye
Camii minaresinin alemi devrilirken401
Mart
ayında
gerçekleşen
Fotoğraf 56.
“Evvelki Gece Şehrimize
Yıldırımlar Düştü!”, Milliyet, 26.05.1927.
lodos
fırtınasında Ortaköy, Bayezid, Laleli,
Beylerbeyi, Ayasofya ve Sultanahmet Camileri de dahil olmak üzere yüze yakın caminin
kurşunları sökülmüş, pencereleri hasara uğramıştır.402 Fatih Cami’nin kubbesinde hemen
hemen hiç kurşun kalmamıştır.403 Aynı yılın Ekim ayında İstanbul’da yine bir lodos
fırtınası yaşanmış, Üsküdar Selimiye ve Cihangir Camilerinin kurşunları ağır
savrulmuştur.404
1931-32 kışı da oldukça sert geçmiş Üsküdar Ahmediye Külliyesi’nin son cemaat
yeri üzerindeki ahşap Rufai dergâhı yağan karın oluşturduğu ağırlığa dayanamayarak
çökmüştür.405
397
Müller-Wiener, a.g.e., s. 156.
Akşam, 26.05.1929.
399
Milliyet, 25.02.1929.
400
İkdam, 08.03.1929.
401
Vakit, 15.01.1930.
402
Milliyet, 03.04.1930; Politika, 02.04.1930.
403
Politika, 24.03.1930.
404
İnkılâp, 08.10.1930.
405
Enkazı ile ahşap bir bölme yapılmıştır. Bkz; “Ahmediye Camii ve Külliyesi”, REK. İ.A., C. 1, İstanbul 1963, s. 380.
398
130
Aynı yıl Davutpaşa Medresesi’nin kubbesi
de çökmüştür.406 (Fotoğraf 57.) 1934 yılında bir
yıldırım Karaköy’deki Kemankeş Kara Mustafa
Paşa Camii’nin minaresine isabet etmiş, minareden
bazı taş parçalar kopmuştur.407 (Fotoğraf 58.) Aynı
yıl Milliyet Gazetesi’nde yer alan bir habere göre
Atik Ali Paşa Camii’nin revaklarındaki sütunlar
dört yerinden çatlamıştır.408
11 Şubat 1936 gecesi İstanbul, Batı Ege ve
Trakya’da çok sert bir kar fırtınası başlamış, iki gün
süren eksi derecelerdeki sıcaklık, şiddetli rüzgâr ve
kar yağışı sebebiyle tüm vasıtaların işlemesi
durmuş,
Unkapanı
köprüsü
parçalanmıştır.409
İstanbul’da bir milyonun üzerinde zarara yol açan
Fotoğraf 57.
Davut Paşa
Medresesi’nin Çöken Kubbesi,
Encümen Arşivi, Dosya 63.
fırtına ve soğuk hava nedeniyle Trakya havalisinde
ise 56 kişi hayatını kaybetmiştir.410
Bu kuvvetli fırtına İstanbul’daki tarihi
eserler üzerinde de önemli etki yapmış, tarihi
ağaçlar devrilmiş, üst örtüleri kaplayan kurşunlar
savrulmuş,
minareler
yıkılmıştır.
(Tablo
6.)
(Fotoğraf 59.-60.) Fırtınanın ardından Vakıflar
İdaresi’nin yaptığı tespitlere göre İstanbul’da
abidevi veya küçük ölçekli 151 camii tamire
muhtaç bir hale gelmiştir.411 Yapılan ilk tespitlerde
Müzeler İdaresi’ne bağlı yapılarda 40-50 bin liralık
bir hasar oluşurken Vakıflar İdaresi’ne bağlı
camilerde 25 bin liralık hasar oluşmuştur.412
Fotoğraf 58. Kara Mustafa Paşa
Camii’nin Minaresine Yıldırım
Düşmesiyle İlgili Haber, Akşam,
12.09.1934.
406
M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 288.
Akşam, 12.09.1934.
408
Haberde “camiinin iç tarafında mevcut sütunlar” ibaresi geçmekle beraber kış şartları düşünüldüğünde bahsedilen
sütunlarla revaklar kastedilmiş olmalıdır. Bkz; Milliyet, 16.02.1934.
409
Akşam, 12.02.1936; Haber, 12.02.1936.
410
Akşam, 13.02.1936; Haber, 14.02.1936.
411
Cumhuriyet, 14.02.1936; Haber, 14.02.1936.
412
Cumhuriyet, 15.02.1936; Kurun, 15.02.1936; Tan, 15.02.1936.
407
131
Ancak felaketin ardından tamirler başladıkça ihtiyaç duyulan rakamlar artmış,
örneğin sadece Ayasofya’da 10 bin liralık hasar tespit edilmiştir.413 Fırtına nedeniyle
tespit edilen son tahrip Balat’taki Kethüda Camii’nin ahşap kubbesinin şiddetli
yağmurlara dayanamayarak 8 Mayıs 1938’de çökmesidir.414
Fotoğraf 59. “Fırtınanın Zararları Çok Büyük”, Son Posta, 13.02.1936.
Fotoğraf 60. “Kar Fırtınası Şehri Altüst Etti”, Son Posta, 13.02.1936.
413
414
Son Posta, 26.02.1936; Cumhuriyet, 27.02.1936.
Akşam, 10.05.1938; Tan, 10.05.1938.
132
Tablo 6. 1936 Şubatında Çıkan Fırtınada İstanbul’da Bulunan Tarihi Eserlerin
Tahrip Durumu
Yapının Adı
Geçirdiği Tahrip
Sultanahmet Camii
Üç şerefeli minarelerinden birinin külah kısmı
tamamen uçmuş, iki şerefeli diğer minarenin külahı
da devrilme tehlikesi geçirecek kadar eğilmiştir.
Kubbesinin
kurşunlarının
bir
kısmı
da
savrulmuştur.415 (Fotoğraf 61.-62.)
Ayasofya Müzesi
Tuğla minaresinin hem külahı uçmuş hem de gövdesi
kısmen yıkılmıştır. Diğer bir minaresinin de külahı
savrulmuştur. Kubbesindeki kurşunların bir kısmı da
uçmuştur.416 (Fotoğraf 63.)
Süleymaniye Camii
Alemi düşmüş, bir minaresinin külahı uçmuştur.417
Minarelerinden birinin şerefesinin de hasar gördüğü
kaydedilen yapıda cam ve çerçeveler de kırılmıştır.418
Eminönü Yeni Camii
Kubbeden pek çok kurşun levha yere düşmüş,
minarelerinin külahları kayarak tehlikeli bir hal
almıştır.419
Bayezid Camii
Kubbesindeki
ve
minaredeki
kurşun
levhalar
savrulmuştur.420 Minaresindeki alem kaymıştır.421
Topkapı Sarayı
Köşklerin cam ve çerçeveleri parçalanmış, on bine
yakın kurşun levha uçmuştur.422
415
BCA, 30-10-0-0 / 121-861-18, (29.02.1936); Akşam, 12.02.1936; Haber, 12.02.1936; Cumhuriyet, 13.02.1936;
Kurun, 13.02.1936.
416
Haber, 12.02.1936; Cumhuriyet, 13.02.1936; Kurun, 13.02.1936; Son Posta, 13.02.1936.
417
BCA, 30-10-0-0 / 121-861-18, (29.02.1936); Cumhuriyet, 13.02.1936; Kurun, 13.02.1936.
418
Kurun, 15.02.1936.
419
BCA, 30-10-0-0 / 121-861-18, (29.02.1936); Cumhuriyet, 13.02.1936; Kurun, 13.02.1936.
420
Akşam, 13.02.1936.
421
BCA, 30-10-0-0 / 121-861-18, (29.02.1936).
422
Son Posta, 14.02.1936; Cumhuriyet, 15.02.1936.
133
Fatih Camii
Kurşunları uçmuş, sıvaları dökülmüş, bazı camları
kırılmıştır.423
Şehzade Camii
Kurşunları uçmuş, sıvaları dökülmüş, bazı camları
kırılmıştır.424
Atik Ali Paşa Camii
Kubbesindeki
ve
minaresindeki
kurşunlar
savrulmuştur.425
Nuruosmaniye Camii
Kurşunları uçmuş, sıvaları dökülmüş, bazı cam ve
çerçeveleri kırılmıştır.426
Çorlulu Ali Paşa Camii
Minarenin şerefeden yukarı kısmı yıkılmış, düşen
taşlar medresenin kubbelerini parçaladığı gibi boş bir
dükkanın damını da yıkmıştır.427 Yine örtü sistemine
ait kurşunları uçmuş, bazı camları kırılmıştır.428
Rüstem Paşa Camii
Minaresinin külahı devrilmiş, kubbesinin kurşunları
savrulmuştur. Elektrik tesisatı da zarar görmüştür.429
Samatya’da Ramazan Efendi
Avlusundaki iki selvi ağcı devrilmiş, caminin
Camii
saçakları zarar görmüştür.430 (Fotoğraf 64.)
Üsküdar Çinili Camii
Minaresinin külahı uçmuş, avizeleri kırılmış, kubbesi
harap olmuştur.431
Kumkapı’da Daltaban Camii
Kubbesi yıkılmıştır.432
423
Akşam, 14.02.1936.
Akşam, 14.02.1936.
425
Akşam, 12.02.1936.
426
Akşam, 14.02.1936; Kurun, 15.02.1936.
427
Akşam, 13.02.1936.
428
Akşam, 14.02.1936; Son Posta, 14.02.1936.
429
Son Posta, 14.02.1936.
430
BCA, 30-10-0-0 / 121-861-18, (29.02.1936); Akşam, 12.02.1936; Son Posta, 12.02.1936; Kurun, 13.02.1936; Tan,
13.02.1936.
431
BCA, 30-10-0-0 / 121-861-18, (29.02.1936); Kurun, 13.02.1936.
432
BCA, 30-10-0-0 / 121-861-18, (29.02.1936); Cumhuriyet, 13.02.1936.
424
134
İbrahim Paşa Sarayı
İstanbul Hapishanesi olarak kullanılan yapının bir
duvarı yıkılmıştır.433
Kasımpaşa’da Yahya Kâhya
Minaresinin külahı uçmuştur.434
Camii
Katip Sinan Camii
Minaresinin külahı devrilmiş, kurşunları uçmuş,
sıvaları dökülmüş, bazı camları kırılmıştır.435
Eyüp Nişancı Camii
Kurşunları uçmuş, sıvaları dökülmüş, bazı camları
kırılmıştır.436
Küçük Ayasofya Camii
Kurşunları uçuş, sıvaları dökülmüş, bazı camları
kırılmıştır.437
Davut Paşa Camii
Kurşunları uçuş, sıvaları dökülmüş, bazı camları
kırılmıştır.438
Mimar Acem Camii
Minaresinin külahı uçmuş, kapı üzerindeki kitabesi
düşmüş, türbe ve hazire zarar görmüştür.439
Çinili Köşk
Arkeoloji Müzesi binaları ile birlikte kurşunları
uçmuş, birçok pencereleri yerinden sökülmüş,
camları kırılmıştır.440
Kapalıçarşı
Esasen bozuk olan üst örtü sistemi fırtınada bir kez
daha hasar görmüş, örtüyü kaplayan kurşun ve
kiremitler savrulmuş, çarşının içine su dolmuştur.441
433
Tan, 13.02.1936.
Tan, 13.02.1936.
435
Akşam, 14.02.1936; Kurun, 15.02.1936.
436
Akşam, 14.02.1936.
437
Akşam, 14.02.1936.
438
Akşam, 14.02.1936.
439
İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 1, s. 90.
440
Cumhuriyet, 15.02.1936; Zaman, 15.02.1936.
441
Son Posta, 20.02.1936; Kurun, 20.02.1936.
434
135
Fotoğraf 61. “Kar Fırtınasının Sultanahmet Camii’nin
Minarelerine Verdiği Zarar”, Cumhuriyet, 13.02.1936.
Fotoğraf 62. Sultanahmet Medreseleri’nin Örtü Sisteminin
Fırtınada Gördüğü Hasar, Encümen Arşivi, Dosya 229.
136
Fotoğraf 63. Fırtına Sonrası Ayasofya’da Oluşan Tahribatın Fotoğrafı, Cumhuriyet,
13.02.1936.
Fotoğraf 64. Ramazan Efendi Camii (Mart 1936), Artamanoff Arşivi..
137
Fırtınaların yarattığı tahribat sadece o an ile sınırlı kalmamış, üst örtü
sitemlerinden savrulan kurşunlar kısa sürede yenilenemediği zamanlarda sızan yağmur
suları da yapıların nakışlarına zarar vermiştir. Gerek yeterli tahsisat bulunmaması gerekse
Vakıflarda çalışan kalifiye usta eksikliği442 nedeniyle eski eserlerin tamirleri uzun
sürmüş, fırtınaların açtığı yaralar kolay kolay sarılamamıştır.443 Örneğin 1929 yılında Son
Saat Gazetesi’nde yer alan bir haberde yaşanan fırtınaların ardından Ayasofya Camii’nde
600 camın kırık olduğu, kubbesinin aktığı, Bayezid Cami’nin ise son cemaat yerinin
yıkılmakta olduğundan bahsedilmiştir.444 15 Ocak 1930’da Politika Gazetesi’nde Kariye
Camii’nin kubbesinin aktığı, kırık pencerelerinden yağmur sularının camii içine dolduğu
ve nakışlarını bozduğuna dair bir yazı yayımlanmıştır. Vakıflar İdaresi’nin tamir
konusunda atıl kaldığı düşünülen yazıda “Evkaf idaresi camiin pencerelerini bile tamir
ettiremeyecekse bunları elinden alıp müzeler idaresine vermeli” gibi dikkati çekici bir
cümle de zikredilmiştir.445
Zikredildiği üzere 1930 yılının Mart ayında çıkan lodos fırtınasında zarar gören
eserlerin tamiri neredeyse yıl sonuna kadar sürmüştür. Vakıflar İdaresi aynı yılın Temmuz
ayında küçük camilerin ve mahalle mescitlerinin tamiri için tahsisat kalmadığından
Ankara’daki Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne başvurmuştur.446 Ancak yeterli tahsisatın
yine bulunmadığı halkın gazetelere gönderdiği şikâyet mektuplarından anlaşılmaktadır.
Nitekim posta memurlarından Rasim Efendi, 1930 yılının Kasım ayında Cumhuriyet
Gazetesi’nde yayımlanan mektubunda Edirnekapı, Nişanca, Hekimoğlu Ali Paşa
Camilerinin Mart ayındaki fırtınada hasar gördüğünü hatırlatarak henüz tamir
edilmediğinden şikâyet etmiş, “Şimdi üç yüz liradan daha az bir masrafla tamiri mümkün
olan bu yaralar maalesef kubbelere de dokunmaktadır. Fatih Nişanca Cami’ne namaza
gitmiş idim. Orta yerden halılar kaldırılmış idi. Çünkü kubbe akıyordu. Evkaf İdaresi
acaba bu güzel mabetlere niye bakmıyor. Bir an evvel tamire başlanması lazım değil
midir? ” diye sormuştur.447 Mahmut Paşa Camii ise çok daha şanssızdır. Yapı 1932
yılında dahi tamir edilmemiş, revak kubbelerinde çökmeler yaşanmıştır.448 (Fotoğraf 65.)
442
Bu konuda örnek olarak “minareci” adı verilen, minarelerin külah, alem ve kurşunlarını değiştiren ustalar verilebilir.
Son derece zor şartlarda çalışan bu ustalardan 1930 yılında İstanbul’da sadece 6 usta kalmıştır. Kubilay Arpacı,
“Üsküdar’ın Kadim Minareleri ve Minarecilik”, Üsküdar Kültür, Sanat ve Edebiyat Dergisi, S. 6 (2018/1), s. 70.
443
Haber, 25.02.1936.
444
Son Saat, 04.09.1929.
445
Politika, 15.01.1930.
446
Cumhuriyet, 17.07.1930.
447
Cumhuriyet, 22.11.1930.
448
Cumhuriyet, 15.07.1932.
138
1936 yılında yaşanan büyük fırtınadan
sonra Vakıflar İdaresi daha hızlı davranmış,
Eminönü Yeni Camii ve Süleymaniye’nin
minarelerinin tamirine afetin ardından iki gün
içinde başlanmıştır.449 Ayasofya ise artık
İstanbul
Müzeler
İdaresi’nin
tasarrufunda
olduğundan Müzeler Umum Müdürlüğü minare
külahlarının
tamirinin
acilen
yapılması
talimatını vermiştir.450 Hasar gören camiler
Vakıflara bağlı olmasına rağmen Müzeler
İdaresi tarihi kıymetlerine binaen tamirlerine
müdahil olmuş, Müzeler Mimarı Kemal Altan
yapıları
birer
birer
gezerek
yapılacak
uygulamalar hakkında yol göstermiştir.451
Ancak alınan bu tedbirlere rağmen yine
tahsisat ve usta sıkıntısı yaşanmış, bu nedenle
önce Sultanahmet, Süleymaniye, Yeni Cami
Fotoğraf 65. “Zavallı Mahmutpaşa
Camii Yıkılıcak Mı?”, Cumhuriyet,
15.07.1932.
gibi abidevi camilerin kubbe ve minareleri
tamir edilmesine daha sonra küçük camilerin
tamirine geçilmesine karar verilmiştir.452 1936 Mart ayı sonuna kadar ancak 26 cami
tamir edilebilmiştir.453 Sayısı yüzlerle ifade edilecek tarihi eserlerin zikredilen çapta bir
zarar görmesi, sadece kuvvetli bir fırtına ile alakalı değil aynı zamanda bu eserlerin harap
durumları ya da başarısız tamirleri ile de açıklanabilir. Hikmet Münir (Ebcioğlu) Kurun
Gazetesi’nde yazdığı “Tarihi Eserleri Fırtınadan Önce Tamir Edelim” başlıklı yazısında
haklı olarak tarihi eserlerin iyi bir tamirden geçirmek için neden fırtınaların beklendiğini
sormaktadır;
“İstanbul’un tarihi camilerinden birçoğunun minareleri şu dakikada
sapı kopmuş şemsiyelere benziyor. Bu minarelerin külahları son fırtınada
uçtu. Şimdi şunu düşünüyorum: Acaba tarihi birer eser saydığımız bu
449
Akşam, 14.02.1936; Kurun, 14.02.1936; Tan, 15.02.1936.
Cumhuriyet, 14.02.1936; Kurun, 14.02.1936.
451
Haber, 25.02.1936.
452
Haber, 25.02.1936.
453
Son Posta, 30.03.1936.
450
139
camilerin minareleri her fırtınanın sonunda mı tamir görecektir? Geçenlerde
bir fırtına oldu Bir kaç minarenin tepesi kıkırdadı. Sonra oralara birer adam
çıktı. Herkesin hayreti, heyecanı karşısında parıl parıl yeni kurşunlarla o
külâhları yeniledi. İş bitti... Bitti mi ya?. Bir diğer fırtına hemen yetişerek bu
defa öteki külâhları devirdi. Yanı sıra kubbelerden de bir kaç kurşun sıyırdı.
Minarenin balkonlarından bir iki taş düşürdü. Haydi yeniden tamir başladı...
Bize kalırsa, tarihi eserleri, minaresinden eşiğine kadar müsait bir havada
baştan başa alıcı gözüyle gözden geçirmek lazımdır. Minareler ne zaman
tamir görmüştür? Külâhları kaç yıllıktır? Toptan bir yenilik istiyorlar
mı?...”454
Eski eserler üzerinde tahrip yaratan bir diğer doğal afet de depremlerdir. Şehrin
deprem bölgesinde konumlanmasından dolayı tarihi boyunca büyüklü küçüklü pek çok
deprem yaşanmış, Şehir surları, Topkapı Sarayı’nın bazı bölümleri, Fatih Camii,
Kapalıçarşı gibi abidevi yapılar dahi bu depremlerden zarar görmüş ya da yıkılmıştır. Bu
çerçevede eski eserlerin Cumhuriyet Dönemine harap bir vaziyette intikal etmesine sebep
olan önemli etkenlerden biri 1894 depremidir. Konu edindiğimiz dönemde ise iki
depremin eski eserler üzerinde hasara yol açtığı tespit edilmiştir. Bunlardan ilki 4 Ocak
1935’de akşamüzeri saatlerinde Erdek merkezli yaşanan 6.4 büyüklüğündeki
depremdir.455 Deprem ve sonrasında yaşanan artçı sarsıntılar İstanbul’da da şiddetlice
hissedilmiş, Edirnekapı’dan Ayvansaray’a kadar uzanan surların bazı yerlerinde büyük
çatlaklar olmuş, yangın yerlerindeki mahzenler çökmüş, Aksaray’da Emir Sinan ve
Mercanağa Camilerinin minare şerefesi yıkılmıştır.456 Yine Aksaray’da Camcılar
Camii’nin minaresi çatlamış, alemi yere düşmüştür.
454
Kurun, 24.02.1936.
Özdoğan Sür, “Türkiye’nin Deprem Bölgeleri”, Ankara Üniversitesi Türkiye Coğrafyası Araştırma ve Uygulama
Merkezi Türkiye Coğrafyası Dergisi, Ankara Üniversitesi Basımevi, S. 2 (1993), s. 59.
456
Haber, 05.01.1935; Kurun, 05.01.1935; Milliyet, 06.01.1935.
455
140
Fotoğraf 66. 5 Ocak 1935’de İstanbul’da Meydana Gelen Depremin Yarattığı Tahribata Dair Haber,
Cumhuriyet, 04.01.1935.
Kariye Camii’nin kubbelerinden de sıvalar dökülmüştür.457 Milliyet Gazetesi’ne
göre deprem, Çemberlitaş’ta, Sultanahmet Camii minaresinde ve Fuat Paşa Camii kubbe
kasnağında hafif hasar yapmıştır.458 (Fotoğraf 66.) Deprem şehirdeki yangınların takip
edildiği Beyazıt Kulesi’nde de hasara yol açmış, dokuz cam kırılarak duvarların sıvaları
çatlamıştır.459 Edirnekapı ile Tekfur Sarayı arasındaki çatlak surun bir kısmı
çökmüştür.460 Depremin Çemberlitaş’ı yıktığı söylentisi şehirde yayılsa da kısa sürede
gerçek olmadığı anlaşılmıştır.461
457
Zaman, 06.01.1935.
Milliyet, 06.01.1935.
459
Kurun, 06.01.1935.
460
Kurun, 06.01.1935.
461
Haber, 05.01.1935.
458
141
2 Temmuz 1938 günü yaşanan depremde ise Fatih Nişanca’da kadro dışı olup
içerisinde bir ailenin barındığı Kâtip Sinan Camii’nin harap durumdaki bir duvarı
yıkılmıştır.462 İstanbul’daki tarihi yapılar üzerindeki ilginç bir tahrip de otomobil
çarpması sonucu yaşanmıştır. 1 Aralık 1928 gecesi Çarşıkapı’daki Sinan Paşa Türbesi’ne
otomobil çarpmış, türbe hasara uğramıştır.463
462
463
BCA, 30-10-0-0_119-841-17. (11.07.1938); Cumhuriyet, 03.07.1938.
Milliyet, 03.12.1928.
142
3.2.2 Hırsızlık Dolayısıyla Yaşanan Tahribat
Cumhuriyetin ilk yıllarında tarihi yapılarda hırsızlık dolayısıyla da tahribat
yaşanmıştır. Camii, türbe, tekke gibi yapılardaki halı, şamdan, levha, rahle gibi
taşınabilir objelerin çalınmasından başka mimari tezniyata ait parçalar da sökülüp
çalınmıştır. Özellikle yasal olarak kapalı durumda bulunan tekke, türbe gibi yapılarla
artık işlevlerini kaybetmiş sebil, çeşme gibi yapıların mimari ve tezyinî parçaları
çalınmıştır. Örneğin; 1929 yılı Mayıs ayında Eyüp’teki Şeyhülislam Mustafa Efendi
Tekkesi’nin tunçtan mamul altın yaldızlı havuz parmaklığının bir kısmı çalınmıştır.464
(Fotoğraf 67.) Yine 1929 yılının Ekim ayında ise Laleli’deki III. Mustafa türbesinin
tarihi parmaklıkları çalınmıştır.465 Aynı yıl içerisinde başka türbelerde de hırsızlık
yaşanmış olacak ki Sultanahmet ve Valide Türbesi (Pertevnihal Valide?) etrafına tel
örgü çekilmesine karar verilmiştir.466 İstanbul Müzeleri Umum Müdürü Halil Ethem
Bey Cumhuriyet Gazetesi muhabirine verdiği demeçte “Geçenlerde de Süt Damlası
binasının (Seyyid Hasan Paşa Medresesi) yanındaki eski bir binanın parmaklıkları
çalınmıştı. Hırsızlık vakaları bu şekilde devam ederse günün birinde Türk mimarisinin
kıymetli eserleri olan türbelerin içinde bir şey kalmadığını göreceğiz. Eskiden camii
kubbelerinin
kurşunları
çalınıyordu,
şimdi
de
türbeler soyulmaya başlandı. Polis biraz daha
müteyakkız
olsa
yapmıştır.467
iyi
1930
açıklamasını
olacak”
yılının
Ocak
ayında
Azapkapı’daki Saliha Sultan ve Beyazıt’daki Kaptan
İbrahim
Paşa
sebillerinin
pirinç
şebekelerini
çalınmıştır. Bu hırsızlık üzerine sebillerin bağlı
olduğu Vakıflar İdaresi, sebilin diğer şebekelerini de
sökerek ambarda muhafaza etmeğe başlamıştır.
468
Aynı uygulama harap durumda olan medreselerde de
yaşanmış, üst örtü sistemindeki kurşunların birkaç
kez
çalınması
üzerine
kalan
kurşunlar
Fotoğraf
67.
Eyüp’teki
Şeyhülislam Mustafa Efendi
Tekkesi’nde
Gerçekleşen
Hırsızlığın Haberi, Son Saat,
18.05.1929.
da
464
Son Saat, 18.05.1929.
Cumhuriyet, 11.10.1929.
466
Cumhuriyet, 01.11.1929.
467
Cumhuriyet, 11.10.1929; İkdam, 11.10.1929.
468
Politika, 31.01.1930.
465
143
toplatılmaya başlamıştır.469 Böylelikle medreselerdeki harabiyet daha da artmıştır.
1934 yılı Eylül ayında Niyazi isimli bir hırsız Fatih Camii avlusundaki
türbenin470 demir parmaklıklarını birkaç kez kurcalamış, sökmek istemiş ancak
sökememiş, son teşebbüsünde yakalanmıştır.471 1937 yılı Kasım ayında ise Kadıköy
zabıtası bazı türbe ve mezarlıklardaki parmaklıklara musallat olan bir hırsızı
yakalamıştır. Hasan ismindeki hırsız, Kadıköy Kuşdili’ndeki Mahmud Baba Türbesi’nin
ve hazirede bulunan diğer şebekeleri birer birer söküp bir tarafa yığdığı sırada
yakalanmıştır.472
1937 yılında ise Karagümrük’te Öksüz Mehmet Paşa Cami’nin pencere
camlarını (revzenleri?) söken bir hırsız çuvala koyup kaçarken yakalanmıştır.473
Osmanlı döneminde sıklıkla karşılaşılan çini hırsızlığının Cumhuriyet döneminde
İstanbul’da azaldığı ya da yaşanan olayların basına çok fazla yansımadığı
görülmektedir. Tespit edilen iki
çini hırsızlığından ilki 1937 yılı
Mart
ayında
Silivrikapı’daki
yaşanmış,
Bali
Süleyman
Ağa Camii’nin 18 parça çinisi
çalınmıştır.
Hırsızlar
içeride
başkaca tahribat da yapmışlardır.474
(Fotoğraf 68.) İkinci çini hırsızlığı
ise 1938 yazında yaşanmış, Fatih
devrinden kalma Mahmut Paşa
Türbesi’nin dış cephesini süsleyen
mozaik
çinilerin
çalınmıştır.
İstanbul
bir
Fotoğraf 68. “Bali Süleyman Ağa Camii’nde
Yaşanan Çini Hırsızlığı Haberi”, Cumhuriyet,
02.03.1937.
kısmı
Müzeleri
İdaresi türbenin muhafazası için
etrafına
parmaklık
çekilmesine
469
Politika, 04.02.1930.
Haberde hangi türbe olduğu belirtilmemekle birlikte bahsedilen türbe Fatih Sultan Mehmet yahut Nakşidil
Sultan’ın türbesi olmalıdır.
471
Akşam, 03.09.1934.
472
Akşam, 12.11.1934.
473
Cumhuriyet, 26.03.1937.
474
Cumhuriyet, 02.03.1937.
470
144
karar vermiştir.475
Cumhuriyet döneminde yarattığı etki ve ortaya çıkardığı sonuçlar açısından eski
eserlere zarar veren en önemli hususlardan biri de kurşun hırsızlığıdır. Eski eserlerin üst
örtü sistemini kaplayarak yağmur, kar gibi etkenlerden koruyan ve aynı zamanda
Osmanlı mimarisinin sembolü haline gelen kurşun levhalar, madeni kıymetleri için
zaman zaman çalınmışlardır. Kurşun hırsızlığı sadece üst örtü sistemini görsel açıdan
olumsuz etkilememiş, yapıların kuvvetli yağışlarda su almasına, nakışlarda ve taşıyıcı
sistemlerde bozulmalara da neden olmuştur. Kurşunlar, üzerlerinde su tutmadıklarından,
kurşunsuz kalan yapılarda ahşaplar ve tuğlalar suyu emerek belli bir ağırlığa yol açmış,
bu nedenle zaman zaman çökmeler yaşanmıştır. (Fotoğraf 69.-70.) Örneğin
Karagümrük’teki Atik Ali Paşa Camii’nin kurşunları kalmadığı için 1932 yılında
kubbelerde çökmeler başlamış, yağan yağmurlarda kubbe aktığından halılar çamur
içerisinde kalmıştır.476
Kurşun eksikliğinin bir diğer olumsuz sonucu da yapıların üst örtü sistemlerinde
ot ve sarmaşık tarzı, esere zarar verici bitkilerin ortaya çıkmasıdır. Bu duruma ilginç bir
örnek olarak Topkapı Sarayı’nın Silah seksiyonunun teşhir salonu olarak bilinen iç
hazine bölümü verilebilir. İç hazinenin kubbeleri uzun süre kurşunsuz kalmış olacak ki
II. Meşrutiyet yıllarında yapının kubbelerinin üzerinde meyve verecek büyüklükte bir
incir ağacı peyda olmuştur.477
475
Cumhuriyet, 27.07.1938; Kurun, 07.07.1938.
Cumhuriyet, 29.02.1932; Son Posta, 28.02.1932.
477
Abdurrahman Şeref’in Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası’ndaki makalesinden aktaran Sedad Hakkı EldemFeridun Akozan, Topkapı Sarayı Bir Mimari Araştırma, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1982, s. 20.
476
145
Fotoğraf 69. Gazanfer Medresesi’nin Kubbesinin Çalınan Kurşunları. Encümen Arşivi,
Dosya 153.
Fotoğraf 70. Davutpaşa Medresesi’nin Kubbelerinin Kurşunlarının Çalınması ve
Bakımsız Hali. Encümen Arşivi, Dosya 63.
146
Kurşun hırsızlığının Cumhuriyetin ilk
yıllarında hem harap ve atıl durumdaki tarihi
yapılarda hem de mamur ve kullanılan tarihi
yapılarda oldukça yaygın olduğu anlaşılmaktadır.
(Tablo 7.) Yine basına yansıyan haberlerden
öğrenildiğine göre kurşun hırsızlığı, birkaç kişi ile
yapılan
organize
bir
hırsızlıktır.
Genellikle
geceleri camii, medrese, türbe gibi binaların üst
örtü sistemlerine çıkan hırsızlardan biri keser,
çekiç gibi aletler vasıtasıyla levhaları kaldırmış,
bir diğeri gözcülük yapmış daha sonra yere
indirilen kurşunlar bir vasıta ile taşınmıştır.
Çalınan rakamlar da oldukça yüksektir. Örneğin;
1927 yılında iki hırsız Aksaray Vatan Caddesi
üzerinde bulunan Sultan Selim Medresesi’nden
iki ton kurşunu sökmüşler ancak polis baskınına
uğradıklarından
kaçmışlardır.
478
kurşunları
bırakıp
(Fotoğraf 71.) 1935 yılında ise
Fotoğraf 71. “Kurşun Hırsızlığından
Yakalanan İki Kişiyle İlgili Haber”.
Son Saat, 10.11.1927.
İstanbul Polisi bir kurşun hırsızlığı çetesine
yaptığı baskında 200 kilodan fazla kurşun levha
ele geçirmiştir.479 Aynı yılda bir başka grubun evine yapılan baskında ise 118 kilo
eritilmiş kurşun bulunmuştur.480
Kurşun hırsızları bu kadar yüklü miktardaki kurşunları zaman zaman bir gecede
değil birkaç geceye yayarak da çalmaya çalışmışlardır. Laleli III. Mustafa Türbesi’nde
yaşanan hırsızlık bu durumun güzel bir örneğidir. Türbenin üzerindeki kurşun
levhalardan üç tanesi, 30 Nisan 1938 gecesi bir hırsız tarafından sökülüp götürülmüş,
kalan parçaları ertesi güne bırakan hırsız, tekrar geldiğinde türbenin bekçisi tarafından
yakalanmıştır.481
Bazı zamanlarda bu eserleri korumakla görevli olan bekçilerin de hırsızlık
yaptığı görülmektedir. Örneğin; Süleymaniye Külliyesi’nin bekçisi Mevlut Efendi 1930
478
Son Saat, 10.11.1927.
Akşam, 03.10.1935.
480
Cumhuriyet, 03.10.1935.
481
Cumhuriyet, 04.05.1938.
479
147
yılında camii ve medrese üzerindeki kurşunları çaldığı ve sattığı anlaşıldığından
yakalanmıştır.482 Bir başka ilginç durum da yapı içerisinde oturan bir kişinin kendi
oturduğu medresenin kurşunlarını çalıp satmasıdır. Bu duruma örnek olarak gazete
haberinde Fatih’teki Kuyulu Medrese olarak geçen medresede kiracı olarak oturan
Ramazan isimli şahıs güzel bir örnektir. Ramazan Efendi geceleri medresenin
kurşunlarını parça parça çalmış, kendisinin çaldığının anlaşılmaması için de medresenin
diğer sakinleriyle beraber polise gidip şikâyette bulunmuştur. Hırsız, 1 Ağustos 1933
gecesi yine medresenin kubbesine hırsızlık için çıktığında yakalanmıştır.483
Cumhuriyetin ilk yıllarında kurşun hırsızlığı
o boyuta gelmiştir ki, Ayasofya,
Süleymaniye
Camileri ve hatta Eyüp Sultan Türbesi’nin kubbeleri
dahi hırsızlığa sahne olmuştur. 3 Ocak 1929’da
Ahmet isimli bir hırsız Ayasofya’nın 55 metre
yüksekliğindeki
kubbesine
kadar
çıkmış,
yeni
yapılan kurşunları sökmeye başlamıştır. Hırsız 17
okka kurşun sökmüş, inerken bekçi tarafından fark
edilmiş, kurşunları bırakarak kaçmıştır.484 (Fotoğraf
72) Yine aynı tarihlerde iki hırsız Süleymaniye
Cami’nin
kubbelerinden
kurşun
çalarken
yakalanmıştır.485 Eyüp Sultan Türbesi’ndeki hırsızlık
teşebbüsü ise 24 Nisan 1934’de yaşanmıştır. Cavit
isimli tanınmış bir kurşun hırsızı türbenin kubbesi
üzerinde dolaşırken görülmüş, çalmaya çalıştığı
kurşun levhalarla birlikte yakalanmıştır.486
Fotoğraf
72.
“Ayasofya
Camii’de Yaşanan Kurşun
Hırsızlığı Teşebbüsü İle İlgili
Haber”. Son Saat, 05.01.1929.
482
Cumhuriyet, 17.05.1930.
Akşam, 04.08.1933; Cumhuriyet, 05.08.1933.
484
Milliyet, 06.01.1929; Son Saat, 05.01.1929.
485
İkdam, 18.01.1929.
486
Akşam, 27.04.1934; Milliyet, 28.04.1934.
483
148
Kurşun hırsızlığının geldiği en ilgi çekici
nokta ise minarelerdeki kurşunların çalınmasıdır.
Onlarca metre yükseklikteki minarelerin külah
kısımlarına kadar çıkan hırsızların genellikle 1418 yaş arasındaki gençler olduğu görülmektedir.
29 Kasım 1933 günü yaşanan bir örnekte,
Muhterem, Abdullah ve Rıza isimli üç genç hırsız
Üsküdar’da Yeni Valide Camii’nin minaresinin
kapısından girerek, en üst şerefeye kadar çıkmış,
oradan da minarenin külahına tırmanmış, külah
üzerindeki kurşunları sökmeyi başarmışlardır.
Aşağıya indiklerinde ise yakalanmışlardır.487
1938 yılında daha da ilginç bir hadise yaşanmış,
hırsızlar
minarelere
külahlardaki
dışarıdan
kurşunları
tırmanarak
çalmaya
teşebbüs
etmişlerdir. Daha önce başka eski eserlerin
üzerindeki kurşunları da söktükleri bilinen 16
yaşlarındaki Hüseyin ve Mustafa isimli iki genç,
Şehzade Camii
minaresinin
minaresi
külahlarındaki
ile
Laleli
kurşun
Camii
levhaları
çalmak için minarelerin kapısına yönelmişler,
ancak kapının kilitli olduğunu görmeleri üzerine
minarelerin en uç noktasındaki siper-i saika
(paratoner) direğine topraklama için bağlanan
tele
tutunarak,
tırmana
tırmana
minarenin
Fotoğraf 73. “Şehzade Camii ve
Laleli
Camii
Kurşunlarının
Çalınması Teşebbüsü”. Akşam,
15.05.1938.
külahına ulaşmışlar bu suretle her iki minarenin
de kurşunlarını söktükten sonra yine bu tel vasıtasıyla aşağı inerek kaçmışlardır.
Hırsızlar bir başka camiinin minaresi üzerindeki kurşunlarını çalma hazırlığındayken
yakayı ele vermişlerdir.488 (Fotoğraf 73.)
487
488
Akşam, 01.12.1933.
Akşam, 15.05.1938; Cumhuriyet, 15.05.1938.
149
Tablo 7. 1926-1938 Yılları Arasında Yaşanan Kurşun Hırsızlığı Olaylarından
Örnekler
Yapının Adı
Hırsızlık / Hırsızlık Teşebbüsünün
Tarih
Mahiyeti
Ayasofya Sebili
1926 yılı
Mart ayı
Üsküdar Çinili Camii
Ayasofya’nın İstanbul Adliye Sarayı’na bakan
cephesindeki sebilin kurşunları günden güne
çalınmış, yapı kurşunsuz kalmıştır.489
Enver ve Sabri isimli iki hırsız, camiinin
19.01.1927
üzerindeki her biri 50-60 okka ağırlığındaki üç
levhayı sökerken yakalanmıştır.490
Küçük Ayasofya Camii
Üç hırsız camiinin sakıfına çıkarak birkaç parça
06.09.1927
kurşun
levha
sökmüş
yere
atarken
yakalanmışlardır.491
Küçük Ayasofya Camii
Kubbesinden her biri 30 okka ağırlığındaki 14
05.01.1929
levha kurşun sökülmüş, 8 levha çalınmış 6
levha götürülemeden orada bırakılmıştır.492
Kasımpaşa’da Sinan
Kurşunları çalan sabıkalı Ali yakalanmıştır.493
23.01.1929
Paşa Camii
Fethiye Camii
18.02.1929
(Fotoğraf 74.)
Arabacı Şevket, Veysel ve Halil ismindeki üç
hırsız, on levha kurşun çalarken cürmümeşhut
halinde yakalanmıştır.494
489
Milliyet, 09.03.1926.
Son Saat, 22.01.1927.
491
Son Saat, 08.09.1927.
492
Milliyet, 07.01.1929; Son Saat, 07.01.1929.
493
İkdam, 25.01.1929; Son Saat, 25.01.1929.
494
Milliyet, 19.02.1929; Son Posta, 19.02.1929.
490
150
Kasımpaşa’da Sinan
24.03.1929
Paşa Camii
Recep, Ahmet ve Salih ismindeki üç hırsız
kubbesinin 45 okka kurşununu sökmüş,
kaçarken yakalanmışlardır.495
Köprülü Mehmet Paşa
12.04.1929
Medresede oturan Hüseyin ismindeki hırsız
çaldığı kurşunları satmak üzere çuvalla dışarıya
Medresesi
çıkarırken suçüstü yaşanmıştır.496
Sultanahmet Medresesi
15.04.1929
Medresenin kurşunlarını çalan Hüseyin isimli
hırsız yakalanmıştır.497
Şehzade Camii
27.06.1929
Mustafa isimli hırsız kurşunları çalarken
yakalanmıştır.498
Fatih Medresesi
07.07.1929
Saim isimli hırsız kurşunlarını sökmüş,
kaçarken yakalanmıştır.499
Davutpaşa Medresesi
29.07.1929
Kurşun boruları söken Remzi ve Pehlivan isimli
iki kişi yakalanmıştır.500
Toklu Dede Camii ve
14.08.1929
Türbesi
Mehmet, Eyüp, İsak, Necip, Sait ve Nuri
ismindeki altı kişi kurşunları sökerken zabıta
tarafından yakalanmıştır.501
Kalenderhane
Medresesi
10.09.1929
Demir Ali isimli sabıkalı bir hırsız kurşunları
çalarken yakalanmıştır.502
495
Son Saat, 24.03.1929.
Son Saat, 14.04.1929.
497
Son Saat, 18.04.1929.
498
Son Saat, 29.06.1929.
499
Milliyet, 09.07.1929; Cumhuriyet, 11.07.1929; Son Saat, 09.07.1929.
500
Milliyet, 01.08.1929.
501
İkdam, 16.08.1929; Milliyet, 17.08.1929; Son Saat, 17.08.1929
502
Cumhuriyet, 12.09.1929.
496
151
Saraçhanebaşı’ndaki
16.09.1929
Hasan Paşa
Kubbesinden kurşunları söken Hasan ve Hüsnü
ismindeki iki kişi yakalanmıştır.504
Medresesi’nin
yanındaki Kütüphane503
Sinan Paşa Medresesi
18.11.1929
Ali isimli hırsız 30 okka kurşun çalarken
yakalanmıştır.505
Fatih Külliyesi
29.03.1930
İsmail Hurşit ve Bayram isimli üç hırsız
medresenin
Karadeniz Medresesi
yakalanmıştır.
Üsküdar Şemsi Paşa
21.05.1930
Asım
isimli
kurşunlarını
çalarken
506
hırsız
medresenin
kubbeleri
üzerindeki kurşunları kaldırıp sandala taşıdığı
Medresesi
sırada yakalanmıştır.507
Ragıp Paşa
02.08.1930
Kütüphanesi
Koca Mustafa Paşa ve
Sabıkalı İbrahim kubbe kurşunlarını çalıp
kaçarken yakalanmıştır.508
17.10.1930
Koca Mustafa Paşa ve civarındaki cami ve
civarındaki cami ve
medreselerden 300 okka kurşun çalan Ali, Sami
medreseler
ve Yani isimli üç hırsız yakalanmıştır.
Vefa civarındaki cami
ve medreseler
22.10.1931
Himmet ve Eto isimlerindeki iki hırsız, Vefa
civarındaki cami ve medreselerin kurşunlarını
çalarken yakalanmışlardır.509
503
Beyazıt’daki Seyyid Hasan medresesinin yakınlarında bir yer ya da Ali Emirî-Millet Yazma Eserler
Kütüphanesini kastediyor olmalıdır.
504
Cumhuriyet, 18.09.1929; Son Saat, 18.09.1929.
505
Akşam, 20.11.1929.
506
Politika, 31.03.1930.
507
Politika, 23.05.1930.
508
Akşam, 04.08.1930.
509
Akşam, 24.10.1931.
152
Fatih Medreseleri
24.11.1931
Ali, Ahmet ve Şükrü ismindeki üç kişi,
kurşunları çalarken yakalanmışlardır.510
Sultanahmet Medresesi
01.04.1932
Cico, Osman ve Ramazan ismindeki üç hırsız
medresenin kubbesinden külliyetli miktarda
kurşun sökerek yere yığmış, polisin olay yerine
gelmesi üzerine kaçmışlardır. Daha sonra
yapılan tahkikatta hırsızlar yakalanmıştır.511
Fethiye Cami
05.04.1932
Pire Hasan lakaplı hırsız camiden 100 kilo
ağırlığındaki kurşun levhaları çalmaya teşebbüs
ederken yakalanmıştır.512
Zal Mahmut Paşa
30.08.1932
Hüsnü ismindeki hırsız medresenin kubbelerine
çıkarak levhaları sökmeye başlamış, 50 okka
Medresesi
kurşunu sökmesinin akabinde yakalanmıştır.513
Karagümrük Kaba
05.12.1932
İki hırsız medreseden söktükleri kurşunlarla
kaçarken polis tarafından fark edilmiş, Hasan
Halil Medresesi
isimli hırsız yakalanırken diğeri kaçmıştır.514
Sultan Selim
civarındaki bir medrese
22.12.1932
Selim isimli hırsız Sultan Selim Mahallesindeki
ismi bilinmeyen bir medresenin kubbesindeki
kurşunları sökerken yakalanmıştır.515
Akşam, 26.11.1931.
Akşam, 04.04.1932.
512
Cumhuriyet, 08.04.1932.
513
Akşam, 30.08.1932.
514
Akşam, 08.12.1932.
515
Akşam, 25.12.1932.
510
511
153
Karagümrük’te Nişancı
30.11.1933
Daha önce pek çok cami ve medreselerin
kurşunlarını çaldığı bilinen sabıkalı Hasan ve
Mehmet Paşa Camii
Ali isimli iki hırsız, camiinin kubbesinde
çekiçle kurşun levhaları sökerken devriye gezen
polis tarafından fark edilmiş, kaçarlarken polis
tarafından yakalanmışlardır.516
Süleymaniye
1933 yılı
Ömer, Ahmet ve Hüseyin isimli üç hırsız
Medreseleri
Şubat ayı
Süleymaniye
Külliyesi’nin
medreselerinden
birinin kubbelerindeki tüm kurşunları çalmışlar,
daha sonra yakalanmışlardır.517
Üsküdar’da bir camii
23.02.1933
Ömer
ismindeki
hırsız
Üsküdar’da
ismi
bilinmeyen bir camiinin kubbesinden kurşun
sökerken yakalanmıştır.518
Fatih Külliyesi
07.04.1933
isimli
hırsız
medresenin
kurşunlarını sökerken yakalanmıştır.519
Başkurşunlu Medrese
Sultanahmet Medresesi
Abdülkadir
12.11.1933
İbrahim ve Ahmet isimli iki hırsız kurşunları
sökmeye teşebbüs halindeyken yakalanmıştır.520
Arap Camii
07.12.1933
Ali
ismindeki hırsız Arap Camii’nin
su
oluklarını sökmüş kaçarken yakalanmıştır.521
Süleymaniye
medreseleri
03.09.1934
Selim isimli hırsız medreselerin kubbelerindeki
kurşunları
çalmaya
çalıştığı
anda
yakalanmıştır.522
Akşam, 02.12.1933.
Akşam, 04.03.1933.
518
Akşam, 26.02.1933.
519
Akşam, 10.04.1933.
520
Milliyet, 14.11.1933.
521
Akşam, 09.12.1933.
522
Akşam, 05.09.1934.
516
517
154
Beşiktaş civarındaki bir
14.09.1934
Ali ve Recep ismindeki iki hırsız Beşiktaş
civarındaki
medrese523
bir
medresenin
kubbesinde
kurşunları sökmeye çalışırken yakalanmışlardır.
Yapılan tahkikatta bu iki hırsızın o civarda
diğer bir medresenin ve Fatih, Şehzade gibi
medreselerin
de
kurşunlarını
çaldıkları
anlaşılmıştır.524
Fethiye Cami
02.12.1934
hırsız
Muammer
isimli
levhaları
çalmaya
camiden
teşebbüs
kurşun
ederken
yakalanmıştır.525
Kılıç Ali Paşa
Medresesi
Mahmut Paşa Camii
1936 yılı
Galip isimli hırsız medresenin üzerinden 300
Ocak ayı
kilo kadar kurşun sökerek kaçmış, ertesi gün
yakalanmıştır.526
1936 yılı
Hamdi, Ahmet, Sabahattin ve Tevfik isimli dört
Şubat ayı
hırsız
camiden
kurşunları
fırtına
çalmışlar,
esnasında
düşen
daha
sonra
yakalanmışlardır.
Küçük Ayasofya Camii
Kapalıçarşı İç Bedesten
1936 yılı
Hasan isimli hırsız 450 kilo kurşun çalmış, daha
Mart ayı
sonra yapılan tahkikatta yakalanmıştır.527
25.03.1936
Mustafa isimli hırsız Kapalıçarşı’da iç bedesten
kubbelerinin üzerindeki kurşunları çalarken
yakalanmıştır.528
Hekimoğlu Ali Paşa
16.11.1936
1934 yılında yenilenen kurşunları çalınmıştır.529
Sebili
İsim belirtilmeyen medrese Sinan Paşa ya da Kılıç Ali Paşa Medresesi olmalıdır.
Akşam, 17.09.1934.
525
Haber, 04.12.1934.
526
Cumhuriyet, 26.01.1936.
527
Son Posta, 19.03.1936.
528
Son Posta, 27.03.1936.
523
524
155
Fatih Külliyesi
11.02.1937
Mehmet Ali, Hasan ve Hakkı isimli hırsızlar
medreseden
Başkurşunlu Medrese
100
kilo
kurşunu
sökerken
yakalanmıştır.530
Süleymaniye
08.03.1937
Medreseleri
Ahmet ve İsmail isimli hırsızlar medreselerin
kubbelerindeki
kurşunları
sökmüşler,
kaçacakları anda yakalanmıştır.531
Fethiye Cami
01.05.1937
Habibullah isimli hırsız caminin kubbesinden
25 kilo ağırlığındaki kurşun levhaları çalmaya
teşebbüs ederken yakalanmıştır.532
Samatya Abdi Çelebi
23.10.1937
çalmaya çalışırken yakalanmıştır.533
Camii
Fatih Külliyesi
Alber ve Yani isimli iki hırsız çinko boruları
03.04.1938
Mustafa isimli hırsız medreseden 170 kilo
kurşunu sökmüş, kaçamadan yakalanmıştır.534
Başkurşunlu Medrese
Hekimoğlu Ali Paşa
1938 yılı
Kütüphanesi
Temmuz
Bir kısım kurşun levhaları çalınmıştır.535
Ayı
Laleli Taşhan
10.08.1938
Çorlulu
üzerindeki
İbrahim
isimli
kurşunları
hırsız
Taşhan’ın
sökmeye
çalışırken
suçüstü yakalanmıştır.536
529
Cumhuriyet, 19.11.1936.
Cumhuriyet, 13.02.1937.
531
Akşam, 11.03.1937.
532
Akşam, 03.05.1937.
533
Akşam, 26.10.1937.
534
Akşam, 06.04.1938.
535
Cumhuriyet, 17.07.1938.
536
Akşam, 12.08.1938.
530
156
Tabloya alınan bu hırsızlıklar sadece
mekân ve zaman belirterek basına yansıyan
olaylardan
oluşmaktadır
ve
şüphesiz
gazetelerde de yer almayan pek çok hadise
daha yaşanmıştır. Kurşun hırsızlığına bu kadar
rağbet edilmesinin önemli bir nedeni de çalınan
kurşunların satılabileceği bir pazarın her daim
bulunmasıdır. Öyle ki 1927 yılında Ali ve
İhsan isimli iki hırsız Aksaray Pertevnihal
Valide Sultan Camii’nden 1 ton kurşunu
söktükleri
sırada
polisler
tarafından
fark
edilmiş, polise karşı silah dahi kullanan
hırsızlar ifadelerinde “Ne yapalım kilosu 15
[kuruş]’e gidiyor. Gecede 1000 kilo kurşun
sökersek 150 papel var! Böyle kârlı sanat terk
Fotoğraf 74. “Sinan Paşa Camii’nin
Kurşunlarını
Çalarken
Suçüstü
Yakalanan Hırsız’ın Haberi”. İkdam,
25.01.1929.
edilir mi? ” demiştir. Yapılan tahkikatta iki
hırsızın çaldığı kurşunları Koska’da leblebicilik yapan Hasan Ağa’nın satın aldığı
anlaşılmıştır.537 Kurşun hırsızları çaldıkları kurşunları bu tarz kurşun ticareti yapan
tüccarlara satmışlar, çalınan levhaların yerine yeniden kurşun levhalar yaptırmak
isteyen Vakıflar İdaresi de bu tüccarlara yeniden levhalar sipariş etmişlerdir. Böylelikle
aynı kurşunlar defalarca çalınıp eritilmiş, belki de aynı binanın üzerine yeniden
takılmıştır. Bu durumu gösteren bir diğer ilginç bilgi de Vakıflar İdaresi ve İstanbul
Belediyesi’nin tarihi yapıların kurşunlarını tamir ettirmek için, yıllar içerisinde tonlarla
ifade edilecek miktarlarda kurşun satın almasına rağmen, kurşun satışı yapan tüccarların
İstanbul dışından bu miktarlara yaklaşabilecek siparişler vermemesidir.538
Kurşun hırsızlarına verilen cezalar 1 ay ile 1 sene 2 ay arasında değişmektedir.
(Tablo 8.) Kurşun hırsızlarının ceza almalarına rağmen bu işi defaatle yaptıkları
anlaşılmaktadır. Örneğin Osman, Şükrü ve Ali isimlerindeki hırsızlar İstanbul’da pek
çok medresenin kubbe kurşunları ve pencere parmaklıklarını çalmaktan ceza almışlar,
537
538
Son Saat, 10.11.1927.
Politika, 27.01.1930.
157
ancak Cumhuriyetin 10. yılında çıkartılan çıkan af kanunu ile serbest bırakıldıklarında
yeniden kurşun hırsızlığına başlamışlardır.539 Sadece hırsızlar için değil zaman zaman
hırsızlık sonucu temin edildiği bilinen kurşunları satın alanlar hakkında da takibat
başlatılmıştır.540
Tablo 8. 1927-1938 Yılları Arasında Yaşanan Kurşun Hırsızlığı Olaylarında
Hırsızların Aldığı Cezalardan Örnekler
541
Osman ve Ali isimli hırsızlara Şehzade 7 ay hapis cezası almışlardır.
ve
Fatih
Camileri
ile
çeşitli
medreselerdeki kurşunları çalmaktan
Osman
ve
Şükrü
isimli
542
hırsızlara 1 sene iki ay hapis cezaları almışlardır.
Şehzade Camii ile çeşitli medreselerdeki
kurşunları çalmaktan
Ali isimli hırsız Ortaköy ve Fatih 1 sene hapis cezası almıştır. Ancak kurşun
Camiileri
ile
çeşitli
medreselerdeki hırsızlığından daha önce de sabıkası
kurşunları çalmaktan
olduğundan cezası 1/6 oranında arttırılarak
2 ay daha eklenmiştir.543
544
Ali isimli hırsız ismi zikredilmeyen bir 6 ay hapis cezası almıştır.
medreseden kurşunları çalmaktan
İsmail ve Feto isimli hırsızlara
1 sene iki ay hapis cezaları almışlardır.545
Süleymaniye Medreselerinin
kubbelerindeki kurşunları çalmaktan
Akşam, 11.01.1934.
Akşam, 20.12.1933.
541
Akşam, 03.06.1934.
542
Akşam, 12.03.1934.
543
Akşam, 21.02.1934.
544
Akşam, 18.08.1932.
545
Akşam, 09.09.1934.
539
540
158
Abdullah
isimli
546
Beyazıt 4 ay 20 gün hapis cezası almıştır.
hırsız
Medresesi’ndeki kurşunları çalmaktan
547
Alaeddin isimli hırsız Çorlulu Ali Paşa 1 ay hapis cezası almıştır.
Medresesi’nden
20
kilo
kurşun
çalmaktan
Yahya ve Salim isimli hırsızlara Bayram Yahya 3,5 ay, Salim ise 1 ay hapis cezası
548
Paşa Medresesi’nden 45 kilo kurşun almıştır.
çalmaktan
549
Mustafa isimli hırsız Fatih Külliyesi 3 ay hapis cezası almıştır.
Başkurşunlu
Medrese’den
170
kilo
kurşun çalmaktan
Mustafa
isimli
Medresesi’nden
550
Cerrahpaşa 3 ay 15 gün hapis cezası almıştır.
hırsız
2,5
kilo
kurşun
çalmaktan
Mehmet
isimli
hırsız
551
Aksaray 2 ay hapis cezası almıştır.
Camii’nden (Pertevnihal Valide Sultan
Camii?) kurşun çalmaktan
Ahmet ve Hayri isimli hırsızlara
1,5 ay hapis cezası almıştır.552
Süleymaniye Medreselerinin
kubbelerindeki kurşunları çalmaktan
546
Haber, 21.01.1935.
Akşam, 07.01.1937; Cumhuriyet, 07.01.1937.
548
Akşam, 29.08.1937.
549
Akşam, 06.04.1938; Cumhuriyet, 06.04.1938.
550
Cumhuriyet, 15.04.1938.
551
Cumhuriyet, 17.04.1938.
552
Cumhuriyet, 20.10.1938.
547
159
Yaşanan hırsızlıklar üzerine Vakıflar İdaresi de çaresiz kalmıştır. 1929 yılında
gazetelerde kubbelerin üzerine kırık cam parçalarının konulacağı, böylelikle hırsızlara
mani olunacağı gibi ilginç bir haber553 yer alsa da, hırsızlığı mani olunamadığı
anlaşılmaktadır. S. Eyice’nin kaydettiği ilginç bir önlem denemesi ise Fethiye Camii ile
alakalıdır. Yukarıdaki listede dört kez kurşun hırsızlığı ile karşılaşan Fethiye Camii
1936-1938 arasında Vakıflar İdaresi tarafından restore edilmiştir. Ancak yapı İstanbul
Müzeler İdaresi’ne devredilerek uzun yıllar sahipsiz ve bakımsız kalmış, kubbe
kurşunlarını hırsızlardan korumak için caminin kubbelerinde Müzeler İdaresi
kadrosundan bir kurt köpeği beslenmiştir.554
553
554
Akşam, 20.06.1929.
Semavi Eyice, “Fethiye Cami”, TVİA, C. 4, İstanbul 1994, s. 300.
160
3.2.3. Eski Eser Bilinci Eksikliğinden Kaynaklanan Tahribat
Gerek Osmanlı’nın son döneminde gerekse Cumhuriyetin ilk 15 yılında
Türkiye’de eski eserlerle akademik anlamda ilgilenip araştırmalar yapacak, elde edilen
sonuçları gelecek nesillere aktaracak, yüksek öğrenim düzeyinde eğitim veren bir Sanat
Tarihi bölümü kurulamamıştır. Arkeoloji bölümü ise bu dönemde İstanbul
Üniversitesi’nde henüz ilk filizlerini yeşertmektedir. II. Meşrutiyet devrinden itibaren
Halil Ethem Eldem (1861-1938), Celal Esad Arseven (1876-1971), Ahmet Refik Altınay
(1881-1937), Sedat Çetintaş (1889-1965) ve İbrahim Hakkı Konyalı (1896-1984) gibi
isimler
gazete
ve
mecmualarda
Türk
sanatı
tarihi
hakkında
inceleme
ve
değerlendirmelerini yayınlayarak toplumu bilinçlendirmeye çalışmışlardır. Ancak buna
rağmen bu dönemde henüz kamuoyunda açık bir eski eser bilincinin oluşmadığı,
akademik gayretlerin de gereksiz addedildiği görülmektedir. (Fotoğraf 75.) Öyle ki Halil
Edhem Bey, bu dönemde “Bu kırık taşları bu kadar masrafla toplamakta ne mana vardır?
Bunlar hükümete büyük yük oluyor. Bunları satıp başımızdan def etmeliyiz !” gibi
tepkilerle karşılaştığını kaydetmektedir.555 Amerika’daki ismi bilinmeyen bir kültür
müessesesinin gönderdiği bir mektupla, İstanbul’daki minarelerin inşa ve mimari usulleri
üzerine araştırma yapması, kaç minare olduğunu, bu minarelerin nasıl inşa ve tamir
edildiğini sorması ise kamuoyunda “garip” olarak görülmüştür.556
Fotoğraf 75. Cemal Nadir’in 1930’ların Meşhur Karikatür Kahramanı Amca Bey’e Göre
İstanbul’daki Tarihi Eserlerin Durumu Ve Turistlere Göstermemiz Gerekenler, Akşam,
26.12.1931.
555
Halil Ethem Bey, “Müzeler”, Birinci Türk Tarih Kongresi Konferanslar Müzakere Zabıtları, TTK Basımevi Ankara
2010, s. 539.
556
Akşam, 11.06.1930.
161
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de “Eski
Eser” Kavramı bölümünde de zikredildiği üzere,
kamuoyunu yönlendirmede dönemin en etkili aracı
olan gazetelerin tarihi eserlere karşı yaklaşımı
şaşırtıcı bir mahiyet arz etmektedir. Örneğin; Akşam
Gazetesi 1556/1557 tarihli Ayasofya Hürrem Sultan
Hamamı için 1932 yılında verdiği bir haberde
“Vaktiyle yola kalbedilmek üzere belediye tarafından
istimlâk edilen meşhur Ayasofya Hamamı’nın
bilahare asar-ı atikâdan olduğu anlaşılmış ve olduğu
gibi muhafaza edilmesi muvafık görülmüştür” gibi
gülünç denilebilecek ifadelere yer vermiştir.557
(Fotoğraf 76.) Akşam Gazetesi’nin verdiği bir başka
haberde ise gerek başlık için seçtiği “Tarihi
Binaların Hangilerinin Muhafazası Lazım Geldiği
Tayin Edilecek” ifadesi, gerekse metin içerisinde
kullanılan ifadelerle şehirdeki bazı tarihi yapıların
korunmaya layık olmadığını ima etmesi de ilginçtir.
Haberde şehrin haraplığından yakınıldıktan sonra
“Ara sıra bazı şehreminleri bir teşebbüste bulunmak
Fotoğraf 76. Ayasofya Hamamı
İle
İlgili
Haber,
Akşam,
12.08.1932.
istedikleri zaman da ortaya bir takım kimseler
çıkarak
“bu
binanın
tarihi
kıymeti
vardır.
İlişilemez!”, “Bu ağaç tarihidir, el sürülemez!”, Bu duvar şu kadar seneliktir,
yıktırılamaz!” gibi itirazlar karşısında kalmışlardır.” cümleleri ile korumacı yaklaşımları
eleştirilmiştir.558 (Fotoğraf 77.) Yine Akşam Gazetesi, 2 Haziran 1932 tarihli nüshasında
verdiği bir başka haberde, şehir surlarının büyük bir harabiyet içerisinde olduğunu, bir
takım kişilerin taşlardaki kireçleri çıkarmak için surları yıktığını bildirdikten sonra
“Tarihî kıymeti olmayan bu gibi hisarları yıktırarak bir kazaya meydan vermemek ve
bunların taşlarından istifade etmek en makul harekettir” gibi akıl almaz bir teklifte
bulunmuştur.559 Son Saat Gazetesi de 1929 yılında benzer yaklaşımla bir habere imza
atmıştır. Çarşıkapı’daki Sinan Paşa Sebili, yolu genişletmek maksadıyla biraz daha geride
557
Akşam, 12.08.1932.
Akşam, 27.04.1929.
559
Akşam, 02.06.1932.
558
162
bir yerde inşa edilmek istendiğinde, orijinal harcın bir
daha
yapılamayacağı
ve
sebilin
eski
kıymeti
kalmayacağı düşüncesi ile Asar-ı Atika Encümeni
duruma karşı çıkmıştır. Bunun üzerine İstanbul
Belediyesi Fen İşleri Müdürü Ziya Bey, gazeteye
verdiği
demeçte
“Bir
kere
ağzımdan
asar-ı
atikadandır sözü çıktı, hedmine müsaade edemem”
diyen Müzeler Müdürü Halil Bey sebil yıkılarak geriye
inşa edildiği takdirde hiç kıymeti kalmayacağını iddia
ediyor!” diyerek sitem etmiştir. Gazete de haberi
“Yıkılır da arkaya yapılırsa kıymeti kalmazmış!” gibi
bilinçsiz ve sitemkâr sözlerle vermiştir.560
Kapalıçarşı üzerine yapılan haberler ise eski
eser
bilinci eksikliğinin yöneticiler nezdindeki
vahametini ortaya koyması açısından daha da
ilginçtir. İlk nüveleri Fatih döneminde atılan çarşı,
Fotoğraf 77. “Tarihi Binalar
Hangilerinin Muhafazası Lazım
Geldiği Tayin Edilecek”, Akşam,
27.04.1929.
uzun süren ihmallerin neticesi olarak harap bir duruma
düşmüş, 1934 yılında İstanbul Belediye Meclisi çarşıyı tamir ettirmek istediğinde çarşının
tarihi kıymeti olup olmadığına karar verememiş, bunun için uzmanların çarşıyı
incelemesi yolunda bir karar almıştır.561 Yapılan inceleme neticesinde neredeyse beş
asırlık çarşının tarihi kıymeti olduğu anlaşılmıştır.562 Bu durumun bir diğer tezahürü de
1929 yılında Topkapı tarafındaki surlarda yaşanmıştır. İstanbul Polis Müdürü Şerif Bey,
İstanbul polisinin gerçek tabancalarla atış talimi yapması emrini vermiş, bu amaç için
uygun alan olarak da Topkapı tarafındaki surlar seçilmiş, İstanbul polisi atış kabiliyetini
sur önüne kurulan nişangâhlarda tecrübe etmiştir.563 (Fotoğraf 78.) Yine aynı yılda bir
başka benzer hadise de Çemberlitaş’taki Vezir Han’da yaşanmış, 1660 yılında inşa edilen
Vezir Han’da oturan hamal Murat ile bekçi Şerif yeni aldıkları tabancaları tarihi han
üzerinde tecrübe etmişlerdir.564
560
Son Saat, 02.04.1929.
Cumhuriyet, 14.02.1934.
562
Vakit, 30.03.1934.
563
Akşam, 24.12.1929. Yapılan atışlarda birinci gelen polisler kendi aralarında bir kez daha aynı sahada yarışmıştır.
Bkz; Cumhuriyet, 27.05.1930.
564
Son Saat, 04.08.1929.
561
163
8 Temmuz 1929’da ise bir
başka ilginç tahribat yaşanmış, gece
saatlerinde kimliği bilinmeyen üç
kişi Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nin
tramvay caddesine bakan hazire
duvarının bir kısmını anlaşılamayan
bir sebeple yıkmışlardır. Tahribat
sebebiyle
iki
kırılmıştır.565
ayında
ise
durumda
mezar
taşı
da
Aynı yılın Ağustos
uzun
yıllar
kalmış
Azapkapı’daki
harap
bulunan
Saliha
Sultan
Sebili’nin üst örtü sistemi ve zarif
kubbeleri talimatı kimden aldığı
bilinmeyen
işçiler
tarafından
Fotoğraf 78. Topkapı Tarafındaki Surlarda
Yapılan Atış Talimleri İle İlgili Haber, Akşam,
24.12.1929.
yıktırılmıştır.566
Zaman zaman halkın eski eserlere sahip çıkma girişimleri de tahrip ile
sonuçlanmıştır. Özellikle bilinçsiz ellerce yapılan tamirler, kimi zaman eserlerde geri
dönülemeyecek hasarlara yol açmıştır. (Tablo 9.) Restorasyon kavramının çok yeni
olduğu bu yıllarda eserlere yapılan müdahalelerde aslına uygun olup olmadığına dikkat
edilmemiş, sağlamlık prensibi ön planda tutulmuştur. Bu nedenle 1930’lu yıllarda yapılan
tamirlerde çimento, yağlı boya gibi Osmanlı mimarisinde yer almayan unsurlara
başvurulmuştur. Uygulamayı yapan ustaların da eski eser bilincinin ne düzeyde olduğu
gözden kaçırılmamalıdır. Örneğin Cağaloğlu’ndaki Rüstem Paşa Medresesi 1920’li
yıllarda içerisinde bulunan demirciler tarafından tamir edilmeye çalışılmıştır.567
Kimi zaman eski eserleri, modern kullanımlara uygun hale getirme için yapıların
plan şemasını değiştirebilecek düzenlemeler dahi yapılmıştır. Duvar kaldırma, kapı ve
pencere açma gibi uygulamalarda kimseden müsaade alınmadığı ve Müze İdaresi’nin
oldukça geç haberdar olduğu anlaşılmaktadır. Asar-ı Atika Encümeni zaman zaman
565
Son Saat, 11.07.1929.
Son Saat, 12.08.1929.
567
Encümen Arşivi, Dosya no. 338.
566
164
medreselerin mülkiyetini elinde bulundurup kiraya veren İstanbul Belediyesi’ne
şikâyetlerini bildirmiştir. Bunlardan ilki Fatih Tabhane Medresesi’nin tamiratı hakkında
yapılan şikâyettir. İkinci şikâyet ise Üsküdar Mihrimah Sultan Medresesi hakkındadır.
Dispanser olarak kullanılması için yapılan tamiratta medresenin pek çok yeri tahrip
edilmiştir. Sütunlar daha fazla yer kazanabilmek için tıraş edilerek inceltilmiş,
dershanenin sol tarafında cephe üzerinde fazladan pencereler açılmış bir de yapının
Üsküdar Meydanı ile bağlantısının kurulabilmesi için dershanenin sağ tarafında bir kapı
açılarak merdiven inşa edilmiştir. 24 Temmuz 1936’da yapılan tahripler müzenin bağlı
bulunduğu Maarif Vekâletine bildirilmiştir.568 (Fotoğraf 79.)
Fotoğraf 79. Üsküdar Mihrimah Sultan’ın Medresesi (1940). Dershanenin Solunda
Açılan Pencereler ve Sağına Açılan Kapı ile Eklenen Merdiven Görülüyor, Encümen
Arşivi, Dosya No. 463.
568
Encümen Arşivi, Dosya no. 463.
165
1936 yılı Ağustos ayında Vakıflar Umum Müdürlüğü bir genelge yayınlayarak,
eski eserlere bilinçsiz ellerce yapılan müdahaleleri durdurmayı amaçlamıştır. Mezkur
genelgenin metni şöyledir;
Tarihi ve mimari kıymeti haiz abidatın kıymet ve teşekkülâtı esasiyesi
haleldar olmayacak tarzda bakasını temine gayret etmeliyiz. Salâhiyettar
mimarların tensibi olmadıkça tarihi ve bedii kıymeti haiz mebani üzerinde
evvelce de müteaddid defalar tamim edildiği veçhile tamirat icra edilmemekle
beraber bu gibi asara yeni kısımlar ilâveten inşa etmek, yahut mahallerine
boya sürmek, kalem işlemek, üzerlerine sıva vurmak velhasıl esasındaki fikri
imal ve tezyin ve malzemenin mahiyeti asliyesini bozacak her türlü
teşebbüsat-ı tamiriyeden ihtiraz ederek mermer, taş, alçı, duvar, sütun,
minber, mihrap ve bütün oymalar üzerine boya ve badana gibi şeylerin
katiyyen yapılmaması lazımdır. Maili inhidam olanlarını aksam ve
teferrüatını zedelememek ve yaralamamak şartıyla mahirane yapılmış ahşap
direk ve payandalarla takviye ve idame, yağmur ve kar sularının
tahribatından vikaye için üzerlerini aktarmak ve katranla kâğıt veya bezle ve
çimento istimalini kat'iyyen terketmek üzere yumuşak bir kil veya harç
tabakası ile setretmek, esaslı kısımlarını oymamak ve delmemek üzere
çimento veya kurşun su boruları, dereler ve boruları imal etmek, kırmak,
camları tebdil ve tahdit etmek, çürük çerçeveleri tamamı ile eskisi gibi tamir
veya kısmen tecdid etmek, eski ahşap kapıları muhafaza etmek, alafranga kilit
ve topların talikile kapıları yarmaktan içtinab etmek en ziyade iltizamı icap
eder.569
569
Cumhuriyet, 27.08.1936.
166
Tablo 9. Bilinçsiz Ellerle Yapılan Yanlış Restorasyonlardan Örnekler
Şehremini’de Yayla Çeşmesi
1675/1676 tarihinde inşa edilen çeşmenin
mermer ve küfeki taşı ile inşa edilen
cephesi kahverengi, beyaz, yeşil yağlı boya
ile
boyanarak
“güzelleştirilmiştir”.
Kitabesi ise çimento ile sıvanarak adeta
yok edilmiştir.570 (Fotoğraf 80.)
Beyazıt Kaptan İbrahim Paşa Sebili
18. yüzyılın ilk yarısında yapılan sebilin
1930 yılında pirinç şebekelerinden bazıları
çalınmış, kalanları depoya kaldırılmıştır.
Bu tarihten sonra yapılan restorasyonda
şebekelerin bulunduğu gözler tuğla ile
örülmüş ve çimento ile sıvanmıştır. Aynı
şekilde kubbe kurşunları da kalmadığından
kubbe de çimento ile örtülmüştür.571
(Fotoğraf 81.)
Şehremini’deki Küçük Hamam Çeşmesi
1622/1623 tarihli çeşme, küfeki taşından
yapılmış ve zamanla patlamış olan cephesi
mahallenin ileri gelenlerinin sağladığı
maddi kaynak ile 1929-1930 yıllarında,
bilinçsizce ve İngiliz çimentosu gibi yanlış
bir malzeme seçimi ile sıvanmıştır.572
570
Encümen Arşivi, Dosya no. 21.
Politika, 31.01.1930; Encümen Arşivi, Dosya no. 66.
572
Encümen Arşivi, Dosya no. 18.
571
167
Fatih’te Bali Paşa Camii
16. yüzyıl eseri olup, 1934-35 yıllarında
tamir edilen caminin tamamen yıkılan
kubbesi klasik Türk mimarisinin ölçülerine
uygun olmayan şekilde betonarme olarak
yeniden yapılmıştır.
Son cemaat yeri
cephesi ise yine çimento ile sıvanmıştır.573
Şehremini’de Emine Sultan Çeşmesi
18. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen
çeşmenin
ayna
kısmı
çimento
sile
sıvanmıştır.574 (Resim 82.)
Fındıklı Molla Çelebi Camii
1935 yılında yapılan tamiratta kubbe
kasnağına çimento derz yapılmış, içindeki
mahfil kaldırılmıştır.575
573
Encümen Arşivi, Dosya no. 56.
Encümen Arşivi, Dosya no. 77.
575
Encümen Arşivi, Dosya no. 264.
574
168
Fotoğraf 80. Şehremini Yayla Çeşmesi, Encümen
Arşivi, Dosya No. 21.
Fotoğraf 81. Beyazıt Kaptan İbrahim Paşa Sebili,
Encümen Arşivi, Dosya No. 66.
169
Fotoğraf 82. Şehremini Emine Sultan Çeşmesi, Encümen
Arşivi, Dosya No. 78.
Hiç şüphesiz eski eser bilinci eksikliğinden en çok nasibini alan yapı grubu şehir
surlarıdır. (Fotoğraf 83.) Geniş bir alana yayılan şehir surları tarihi kıymetleri hiçe
sayılarak, evsiz ve sabıkalı insanlara mesken olmuş, yangın yerleri ile birlikte asayişin en
zor sağlandığı alanların başında gelmiştir.576 Şehir surları, özellikle yakınında yapılacak
inşaatlara taş ve tuğla gibi yapı malzemesi sağlamak için tahrip edilmiştir.577
Fotoğraf 83. Edirnekapı Civarındaki Surlardan Tekfur Sarayına Kadar Olan Sahadaki 6
Kale Burcunun Uzaktan Tekfur Sarayı İle Beraber Görünüşü (1936), Encümen Arşivi, Dosya
No. 1639.
576
Örneğin 1937 yılında Sarayburnu tarafındaki Bizans dönemine ait mahzenlerin içerisinde bir cinayet işlenmiştir.
Bkz; Akşam, 10.01.1937.
577
Politika, 01.03.1930; Zaman, 28.09.1934. Bu amaçla en fazla tahribata uğrayan kısım Edirnekapı ile Yedikule
civarıdır. Bkz; Cumhuriyet, 28.09.1935.
170
1931
yılında
şehir
surlarının
artan
tahribine karşı Akşam Gazetesi’nin aktardığı
çözüm önerisi de oldukça ilginçtir. İstanbul
surlarının baştan sona tamire muhtaç olduğundan
bahseden gazete, ne Belediye’nin ne de Müzeler
İdaresi’nin
bütçesinde
surların
tamirine
ayrılabilecek tahsisat olmadığını, bu nedenle ağır
hasarlı olup yıkılma tehlikesi bulunan kısımların
yıktırılıp taşlarının satılmasını, buradan elde
edilecek bütçe ile de daha sağlam durumda
bulunan surların tamir edilmesinin gündemde
olduğunu yazmıştır.578 Şehir surları yalnızca taş
olarak maddi değerleri için değil, çok farklı
amaçlar için de tahrip edilmiştir. Mesela
Çatladıkapı’daki Marmara Denizi surlarının bir
burcu 1933 yılında bazı kişiler tarafından
delinerek kumarhane haline getirilmiştir.579 1934
yılında ise polis, Yedikule taraflarında surlar
içerisinde oluşturulan bir kumarhaneye baskın
580
yapmıştır.
Tekfur Sarayı ve çevresindeki surlar
da evsiz ve sabıkalı insanlara mesken olduğundan
Fotoğraf
84.
Anemos
Zindanları’nda
Kaçak
Rakı
Fabrikası Kurulmasına İlişkin
Haber, Cumhuriyet, 13.01.1930.
içerisi kısa zamanda çöp ve pisliklerle dolmuş,
geceleri içeride ateş yakılmış, duvarlara çeşitli yazılar yazılarak yapıya zarar
verilmiştir.581 Aynı yapı 1937 yılında ise kaçak bir mezbahaya dönüştürülmüştür.582 Yine
bir başka ilginç kullanım örneği de Ayvansaray’da yaşanmıştır. Şehir surlarının bir kısmı
ile Anemas zindanları, içerisinde 400 kiloluk büyük bir kazan kurulan kaçak rakı
imalathanesine dönüştürülmüştür.583 (Fotoğraf 84.) Tarihi şehir surları açısından bir
başka ilginç kullanım denemesi de Topkapı tarafındaki bir burç üzerinde su deposu inşa
edilme projesidir. Tarihi burçta İstanbul Belediyesi tarafından terkos su şebekesi için
578
Akşam, 11.11.1931.
Akşam, 30.07.1933. Aynı tarihlerde Bukoleon Sarayı’nın içerisinde ise bir balıkçı ailesi yaşamaktadır. Bkz; Akşam,
01.04.1933.
580
Zaman, 07.08.1934.
581
Akşam, 29.11.1932.
582
Cumhuriyet, 01.03.1937.
583
Cumhuriyet, 13.01.1930; Politika, 14.01.1930.
579
171
büyük bir depo yapılmak istenmiş, fakat Asar-ı Atika Encümeni duruma itiraz ederek
surların tarihi kıymeti itibariyle su deposu yapılamayacağını bildirmiştir. Belediye,
encümene tekrar başvurarak deponun surların tarihi kıymetini bozmayacağını, encümenin
halkın ihtiyaçları karşısında alınan tedbirlere karşı koymamasını istemiştir. Asar-ı Atika
Encümeni konuyu bir kez daha görüşmüş, ancak kararını değiştirmemiştir.584
Şehir surlarının ardından,
şehirdeki hanlar da tarihi kıymeti
anlaşılamamış eserler
dâhil
edilmelidir.
grubuna
Genellikle
Vakıflar mülkiyetinde olan bu
hanlar oda oda kiraya verilmiş ya
da satılmış, mesken, depo, atölye,
mağaza
olarak
kullanılmıştır.
Sıhhi durumları da iyi olmayan bu
hanları mesken olarak kiraya
vermek yasaklanmıştır. Ancak
yine de oda ve han sahipleri yasak
olmasına rağmen Anadolu’dan
İstanbul’a
çalışmaya
Fotoğraf 85. “Maili İnhidam Üç Han Yıktırılıyor”
Cumhuriyet, 29.02.1932.
gelen
gençlere bu han odalarını kiraya vermişlerdir.585 İstanbul Belediyesi Fen Heyeti zaman
zaman şehirdeki eski han yapılarını teftiş etmiş, mail-i inhidam (çökme tehlikesi bulunan)
hanları tespit etmeye çalışmıştır.586 Yapılan denetimlerin ardından bazı hanlar tarihi
kıymetleri dikkate alınmaksızın ortadan kaldırılmıştır. 1932 yılında yıktırılan
Nuruosmaniye civarındaki Yağlıkçı, Çarşıkapı’daki Sorguççu ve Baltacı Hanları bu grup
hanlar arasındadır.587 (Fotoğraf 85.)
Tarihi eser bilinci henüz toplum nezdinde oluşmadığı için, halkın yıkılmış
durumda olan tarihi eserlerin hatıraları ya da kalıntıları ile de ilgilenmediği, bu son
584
Cumhuriyet, 29.06.1934; Milliyet, 29.06.1934. Benzeri ilginç bir proje de İstanbul sarnıçlarının hava saldırılarına
karşı sığınak olarak kullanılma projesidir. İstanbul Belediyesi Fen Heyeti 1936 yılında şehirdeki bilinen sarnıçları harita
üzerinde tespit etmiş, ne kadar bir masrafla birer hava sığınağı haline getirilebileceğini ve bu sarnıçlara kaçar kişi
alabileceğini tespit etmiştir. Bkz; Haber, 27.03.1936.
585
Akşam, 23.11.1933; Akşam, 19.09.1934.
586
Politika, 24.02.1930.
587
Cumhuriyet, 29.02.1932.
172
nüvelere sahip çıkmak yerine enkazlarının bir an önce kaldırılmalarını talep ettikleri
anlaşılmaktadır.588 Bu duruma güzel bir örnek olarak Sirkeci’de Yalı Köşkü Caddesi’nde
bulunan Selim Efendi Mescidi verilebilir. Osmanlı’nın son döneminde Liman Han,
gümrük binaları ve antrepolarla çevrilen caddede, yapım tarihi tam olarak bilinmeyen
Selim Efendi Mescidi 1928’den önceki bir
tarihte
antrepo
binası
yapımı
için
yıktırılmış589, sadece dört kemerden oluşan
ve caddeye doğru bir çıkıntı teşkil eden
küçük bir bakiyesi kalmıştır. Mescide gelir
getirmek için vakfedilen dükkân duvarları
olduğu
da
söylenen
54
metre
uzunluğundaki bu kalıntıları Belediye
kaldırmak istediğinde Vakıflar idaresi
istimlâk
bedeli
olarak
15.000
lira
istemiştir. Belediye bu parayı vermeye
yanaşmadığı için kalıntılar olduğu yerde
kalmış, hem halkın hem de gazetelerin
tepkisini çekmiştir.590 (Fotoğraf 86.) 1929
yılı Temmuz ayında hırsızların cadde
üzerinde bir set teşkil eden bu kalıntıların
üzerine çıkarak
gümrük
Fotoğraf 86. Sirkeci’deki Selim Efendi
Mescidi’nin Enkazının Kaldırılamamasına
İlişkin Tepkiler, Akşam, 10.05.1929.
antrepolarını
soyması üzerine Gümrük idaresi bir kez daha ilgili makamlara başvurarak enkazın
kaldırılmasını istemiştir.591 1 Temmuz 1930’da Vakıflar İdaresi, bina yapacak genişlikte
de olmayan bu arsayı Belediye’nin istimlâk etmeyi kabul etmemesini Başvekâlete ve
Dâhiliye Vekâletine şikayet etmiştir. Şikâyet üzerine Başvekâlet, İstanbul Belediyesi’ne
588
Haber Gazetesi 24 Mart 1936 tarihli nüshasında “Şehrin Dertleri” başlığıyla verdiği bir haberinde “Şehrin muhtelif
yerlerinde bir takım yıkık duvarlar ve taş yığınları vardır ki bunların manzarası şehrin güzelliğini iyiden iyiye
bozmaktadır” tespitini yaptıktan sonra Fatih parkının karşısındaki “eski İstanbul’un medreseli dar sokaklarından arta
kalan çirkin duvarların”, Beyazıt Meydanı’ndaki “taş yığınlarının” ve Alemdar Sineması karşısındaki “harap
duvarların” ortadan kaldırılmasını istemiştir. Gerekli ödenek sağlanamaması durumunda ise duvarların parasız olarak
yıkıcılara verilmesini, yıkıcıların taşların maddi değeri karşılığında parasız olarak bu işi yapabileceği hatırlatılmıştır.
Bkz; Haber, 24.03.1936.
589
Selim Efendi Mescidi, Tahsin Öz’ün İstanbul Camileri kitabında, Ekrem Hakkı Ayverdi’nin yayınladığı haritada,
Alman Mavileri olarak bilinen haritada ve Pervititch haritasında yer almamaktadır. Mehmet Nermi Haskan eserinde
kaynak vermeden eserin inşa tarihini H.1305/M.1887 olarak vermektedir. Bkz; Mehmet Nermi Haskan, Hâmid-i Evvel
Külliyesi ve Çevresi, İstanbul Ticaret Borsası Yayınları, İstanbul 2018, s. 23.
590
Son Saat, 23.10.1928; Akşam, 10.05.1929; Son Saat, 11.10.1929.
591
İkdam, 11.07.1929; Milliyet, 11.07.1929.
173
bir yazı yazarak istimlâk bedelini ödemesi talimatını vermiştir.592 (Belge 6) Mescidin son
kalıntıları da bu tarihten sonra kaldırılmış olmalıdır.
Nitekim benzer yönde bir tepki de Saraçhane’deki bir hamamın kalıntıları üzerine
yaşanmıştır. Yeşil Tekke Sokağında oturan Hilmi Lütfi Efendi 1929 yılında Son Saat
Gazetesine yazdığı mektubunda Saraçhanebaşı’nda Haydarane Mahallesi’nde bulunan,
günümüze ulaşamamış Çelebi Hamamı’nın ayakta kalan parçalarının günden güne
yıkıldığını, kendi oturduğu sokağa bakan duvarının da çatladığını, eğer bu duvar kontrollü
bir biçimde yıktırılmazsa hem caddenin ulaşıma kapanacağından hem de kendi oturduğu
32 numaralı hanenin yıkılma tehlikesi göstereceğinden bahsetmektedir.593 Sahipsiz
olduğu anlaşılan ve yıkılma tehlikesi bulunan bu hamam için Fatih Belediye Dairesi, 11
Şubat 1930 tarihinde gazeteye verdiği bir ilan ile hamamın sahibine ulaşılamadığını, 15
gün içerisinde yapının sahibi tarafından yıktırılmasını, aksi takdirde belediyece
yıktırılacağını bildirmiştir.594
Fatih Külliyesi’nin Irgatlar Hamamı da kamuoyunda herhangi bir itirazla
karşılaşmadan bu dönemde yıktırılmıştır. Irgatlar Hamamı olarak bilinen yapı 1916
yılında çıkan bir yangın sonucu yandığından, yalnız dört duvar kalmış, 1930 yılında da
ayakta kalan duvarları yıktırılarak yerine evler yaptırılmıştır.595 Benzer bir durum,
Osmanlı Devletine bağlı bir beylik halinde idare edilen Boğdan voyvodalarının
ikametlerinde kullandıkları ve Boğdan Sarayı olarak anılan yapıda da yaşanmıştır. Fener
ile Karagümrük semtleri arasında geniş bir arazi içinde yer alan bu sarayın II. Bayezid
döneminde yaptırıldığı sanılmaktadır. Boğdan Sarayı’nın ayrıca esası Bizans dönemine
inen küçük ibadet yeri (şapel) de bulunmaktaydı. Bizans'ın bu bölgedeki eski büyük
manastırlarının kalıntısı olan bu yapı, sarayın içinde kaldığından, onun özel kilisesi
yapılmıştır. Boyu yedi metreyi geçmeyen bu tek nefli yapı iki katlı idi. Esas ibadet yeri
olan üst katını, sonradan yapıldığı açıkça belirli basık bir kubbe örtüyordu. Alt kat ise
beşik tonozla örtülü, tek nef halinde olup burası bir mezar mekânı (kripta) idi. Semavi
592
BCA, 30-10-0-0 / 192-314-19. (05.07.1930)
Son Saat, 03.04.1929; Son Saat, 06.04.1929.
594
Politika 11.02.1930.
595
Ekrem Hakkı Ayverdi, “Fatih Sultan Mehmed Camii Kebiri ve Külliyesi”, REK İA., C. 10, İstanbul 1971, s. 5555.
593
174
Eyice’nin ifadesine göre şapelin üst katı anlaşılamayan bir sebeple 1930'lu yıllarda
bütünüyle yıktırılarak, yalnız alttaki mahzen katı kalmıştır.596 (Fotoğraf 87.)
Fotoğraf 87. “Boğdan Sarayı”, Encümen Arşivi, Dosya No. 922.
1933 yılında İstanbul, eski eser bilinci eksikliğinin bir sonucu olarak çok kıymetli
bir ahşap sivil mimari örneğini de kaybetmiştir. Bayezid Camii ile aşhane-imaret
arasındaki boşlukta, sahaflar çarşısına girişi sağlayan kapının iki yanı ve üzerinde bulunan
bu ahşap yapı II. Mahmud tarafından Kasr-ı Hümayun olarak yaptırılmıştır.597 Zemin
katının üstünde bir asma kat, bunun üstünde de çifte sıra pencereli, dışa şahnişin çıkmalı
esas kasır bulunuyordu.598 Reşat Ekrem Koçu’nun tespit ettiği tarih kitabesinden
H.1225/M.1810'da inşa ettirilmiş olduğu öğrenilen bu zarif bina, iç mekân fotoğrafları ve
tanımlamalardan da anlaşıldığına göre harap bir hale gelmekle beraber 1930’lu yıllara
kadar ulaşmıştı.599 (Fotoğraf 88.)
596
1950'lerde kalan son kısım ev haline getirilmiş, 1970'lerde ise, Boğdan Sarayı Şapeli ve çevresinin mülkiyetinin
kendisine ait olduğunu iddia eden bir kişi, buralarda inşaat yapmak için başvurularda bulunmuştur. Eyice’nin tespitine
göre Boğdan Sarayı’nın son hatırası olan şapeli de hemen hemen kaybolmuş gibidir. Bkz; Semavi Eyice, “Boğdan
Sarayı ve Şapeli”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 292-293.
597
Dönemin gazeteleri yapıyı II. Bayezid dönemine tarihlendirerek II. Bayezid Vakfı’nın idare binası olarak anar ve
İstanbul’un en eski evi olarak tanımlar. Aynı tarihte yayımladığı makalesinde Sedat Hakkı Eldem de binayı II. Bayezid
dönemine tarihlendirir ve II. Mahmud döneminde tamir gördüğünü söyler. Bkz; Sedad Hakkı (Eldem), “Eski Bir Türk
Evi”, Mimar, S. 39 (1934 Mart) s. 80. Tahsin Öz ise Şeyh Hamdullah’ın yazılarını bu binada hazırladığına dair rivayeti
kaydeder. T. Öz, a.g.e, C. 1, s. 34.
598
Semavi Eyice, “Bayezid Külliyesi”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 96.
599
“Bayazid Sultan Mahmud Kasrı/ İmaret Kasrı”, REK İA., C. 4, İstanbul 1960, s. 2257-2258.
175
Fotoğraf 88. II. Mahmud tarafından Yaptırılan Kasr-ı Hümayun, Salt Araştırma,
Ali Saim Ülgen Arşivi.
Politika Gazetesi 16 Mart 1930 tarihli nüshasında ahşap binanın istifade
edilemeyeceği için tamir edilmediğini, tarihi eser olduğu için de yıktırılamayıp kaderine
terk edildiğini bildirir. Habere göre yapı terk edilmiş, güvercinlere yuva olmuş, çıkan son
lodos fırtınasında da bazı parçaları daha koparak savrulmuştur. Gazete, binanın kendi
kendine çöküp birkaç kişinin ölümüne sebep olmaması için ya tamir edilmesini ya da
yıktırılmasını önermiştir.600 Aynı yılın Kasım ayında Belediye, binanın yıkılma
tehlikesini dikkate alarak mülkiyet sahibi olan Vakıflara yıkım için müracaat etmiş,
Vakıflar da durumu Asar-ı Atika Encümeni’ne bildirmiştir.601 Asar-ı Atika Encümeni’nin
direnişi ile üç sene kadar daha ayakta kaldığı anlaşılan yapının yıktırılacağını haber alan
Gazeteci Hikmet Feridun (Es) 1933 yılının Şubat ayında binayı ziyaret etmiştir.
“İstanbul’un En Eski Evi Nasıl Bir Yerdir? İçinde Ne Vardır?” başlıklı yazısında Hikmet
Feridun, binanın yıktırılarak yerine kadınlara mahsus helâ yaptırılacağını kaydeder.
Habere göre tamamen terk edilmiş olan bu ahşap yapı sahaflar çarşısında eskicilik yapan
Hacı Ali isimli bir zat tarafından “güvercin hastanesi” haline getirilmiş, dört tarafı tellerle
çevrili bir oda içerisinde hasta, sakat, topal, bir kanadı kopmuş yahut kuyruğu yolunmuş
güvercinler, tedavi edilmeye çalışılmıştır. Hikmet Feridun binayı şu satırlarla tasvir eder;
600
601
Politika, 16.03.1930.
İnkılap, 10.11.1930.
176
“İstanbul’un en eski evi hakikatten görülecek şey… Büyük kapıdan
içeriye girdiniz mi önünüze büyük bir avlu çıkıyor. Yerde mermerler döşeli.
Sağlı sollu birer sarnıç. Eve girmek için iki büyük dâhili kapı. Avluya doğru
açık pencerelerde güvercinler kovandaki arılar gibi. Bir pencereden 15-20
güvercin giriyor, öteki pencereden 20-25 güvercin dışarı çıkıyor. Eski evde
fevkalâde güzel tahta oymalar var.”602
Yazıda, bu zarif 18. yüzyıl evinin
yıktırılması
karşısında
eskici
Hacı
Ali’nin düşüncelerine yer verilmesi,
toplumun eski eser yıkımlarına ne derece
tepkisiz kaldığını göstermesi açısında
dikkate
değerdir.
Hikmet
Feridun,
yapının yıktırılması hakkında fikrini
sorduğunda Hacı Ali; “Burası kadınlar
için ayak yolu yapılırsa bu hastane
nereye gider? Haydi sağlam güvercinler
karşıda,
camide
tünesin
diyelim…
Bunları ne yapalım… Bu mesele benim
geceli gündüzlü uykumu kaçırıyor…
Onların hepsini ciğer parem evladım
gibi severim…” cevabını vererek yapı ile
Fotoğraf 89. “En Eski Ahşap Bina Yıktırıldı.”,
Cumhuriyet, 01.12.1933.
ilgili hiçbir bilgisi ve bağı olmadığını göstermiştir..603 Zikredildiği üzere son derece harap
bir halde bulunan bu ahşap Kasr-ı Hümayûn 1933 yılı Kasım ayının son günlerinde tarihe
karışmıştır.604 (Fotoğraf 89.) Yapının rölöve çizimleri, planı ve birkaç fotoğrafı Sedat
Hakkı Eldem tarafından dört ay sonra yayımlanmıştır.605 (Fotoğraf 90.)
602
Akşam, 28.02.1933.
Akşam, 28.02.1933.
604
Milliyet, 30.11.1933; Cumhuriyet, 01.12.1933.
605
Sedad Hakkı (Eldem), “Eski Bir Türk Evi”, Mimar, S. 39 (1934 Mart), s. 80-81.
603
177
Fotoğraf 90. “II. Mahmud tarafından Yaptırılan Kasr-ı Hümayun.”, Sedad Hakkı (Eldem), “Eski
Bir Türk Evi”, Mimar, S.39 (1934 Mart), s. 81.
Halkın ilgisizliğini ortaya koyan benzer bir hadise 1937 yılında İstinye’de
yaşanmıştır. O dönemde henüz bir köy olan İstinye’de kadro dışı kalan ve haberde ismi
zikredilmeyen bir camii, Vakıflar idaresi ile Maarif idaresi arasındaki anlaşma ile üç
dershaneli mektebe dönüştürülmüştür. Fakat minareyi gören ve o civardaki tarlalarda
çalıştığı için binanın mektep olduğundan haberi olmayan halk, sık sık abdest alıp namaz
kılmak için binaya kadar gelmişler ancak binanın mektep olarak kullanıldığını görüp geri
dönmek zorunda kalmışlardır. Yine binanın yeni işlevi ön plana çıkmış, bölge halkı bir
dilekçe yazarak “mektep olarak kullanılan bir binada minarenin lüzumsuz ve sakil
düştüğünü” söyleyerek minarenin yıktırılmasını istemişlerdir. Akşam Gazetesi de
İstinyelilerin bu müracaatlarını haklı bularak ilk sayfadan verdiği haberde minarenin bir
an evvel yıkılmasının doğru olacağını bildirmiştir.606
Teze konu edilen dönemde eski eser bilincinin, toplumun eğitimli kesimlerinde
dahi ne derece eksik olduğunu gösteren son örnek İbrahim Paşa Sarayı üzerine yaşanan
tartışmalardır. Topkapı Sarayı’nın ardından İstanbul’da 20. yüzyıla erişebilmiş en büyük
ve en eski saray kompleksi olma özelliğini taşıyan yapı, tarihi süreç içerisinde Enderun
606
Akşam, 19.07.1937.
178
Mektebi, Sadrazam İkametgâhı, Mehterhane ve Defterhane gibi amaçlarla kullanılmıştır.
19. yüzyılın ikincisi yarısından itibaren yıktırılarak arsasına çeşitli binalar yapılması için
planlar hazırlanan607 ve bir kısmına 1908 yılında Mimar Vedat Tek tarafından Defter-i
Hakanî binası inşa edilen saray yapısı, 1938 yılına kadar 5 avlu 68 müstakil oda ve 6 salon
ile ulaşmıştır.608 Saray, Osmanlı’nın son döneminden yıktırılmasına kadar Umumi
Hapishane, Maliye ve Evrak Hazinesi, Askeri şubeler ve Dikimhane ambarı gibi kurumlar
arasında paylaştırılarak sıradan bir bina gibi her türlü tadilat ve ekler yapılarak
kullanılmıştır.609 (Fotoğraf 91. - 96. )
607
Fransız Mimar Joseph Antoine Bouvard (1840-1920) II. Abdülhamid döneminde İbrahim Paşa Sarayı'nın ortadan
kaldırılarak, 480 m uzunluğunda cephesi olan anıtsal bir polis müdürlüğü binasının yapılmasını tasarlamıştır. M. Rıfat
Akbulut, “Joseph Antoine Bouvard”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 315-16; Z. Çelik, a.g.e., s. 93-94.
608
Nurhan Atasoy, İbrahim Paşa Sarayı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2012, s. 79, 231; Sedat
Çetintaş, İstanbul ve Mimari Yazıları, TTK Basımevi, Ankara 2011 s. 326.
609
1937 yılında içerisinde altı yüz kadar mahkûm bulunmaktadır. Bkz; Akşam, 25.05.1937. Tarihi yapılarda yapılan
tamirler ve özensiz kullanımlar, eserlerin tarihi kimliklerini adeta bir örtü gibi kapattığı için, zaman zaman çok kıymetli
tarihi yapılar dahi niteliksiz binalar olarak görülerek yıkılmasına müsaade edilebilmiştir. Bu durumdan en çok etkilenen
yapı grubu olarak hamamlar zikredilebilir. Eski hamamlar çeşitli sebeplerle yıkılmak istendiğinde camekân kısmının
orijinal halini kaybetmiş olması yıkım gerekçesi olarak gösterilmiştir. Bkz; Semavi Eyice, “Çemberlitaş Hamamı”,
TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 484.
179
Fotoğraf 91. İbrahim Paşa Sarayı’nın Avlusundan Bir Görünüm, TTK Arşivi Dosya No. 22-12.
Fotoğraf 92. İbrahim Paşa Sarayı’nın Duvar Dokusu, Encümen Arşivi, Dosya No. 2544.
180
Fotoğraf 93. İbrahim Paşa Sarayı’nın Kurşun Kaplı Kubbeleri, TTK Arşivi, Dosya No. 22-12.
Fotoğraf 94. İbrahim Paşa Sarayı’nın İç Mekanlarından Bir Görünüm, TTK Arşivi, Dosya No. 2212.
181
Fotoğraf 95. İbrahim Paşa Sarayı’nın At Merdivenleri, TTK Arşivi, Dosya No. 22-12.
Fotoğraf 96. Sedat Çetintaş’ın Belgelediği İbrahim Paşa Sarayı’ndan Sütun Başlığı, TTK
Arşivi, Dosya No. 22-12.
182
İbrahim Paşa Sarayı için “Doğa Olaylarının Yarattığı Tahribat” bölümünde
zikredilen 1933 Aralık ayında yaşanan İstanbul Adliye Sarayı/Darülfünun binası yangını
bir dönüm noktası olmuştur. Yangının hemen ardından İstanbul’da yeni bir adliye binası
inşası için arsa arandığında ilk akla gelen yerlerden biri İbrahim Paşa Sarayı olmuştur.
Cumhuriyet Gazetesi 6 Ocak 1934 tarihli nüshasında “Yeni Adliye Binası Nereye
Yapılmalıdır?” başlığıyla verdiği haberinde en münasip yeri İbrahim Paşa Sarayı arsası
olarak ilan etmiştir. Haberde saha üzerindeki kütlesel saray yapısının adeta boş bir arsa
gibi sunulması da çok ilginçtir;
“Yeni Adliye binası nerede yapılmalıdır? Biz, bunun için en müsait
yeri gene Sultanahmet’te buluyoruz. Bu yer Tapu ve Kadastro Müdüriyeti
binasının bittiği noktadan Âli Ticaret Mektebinin bulunduğu caddeye kadar
uzanan ve derinliği Binbirdirek’e kadar giden sahadır. Sultanahmet
meydanına nazır olan bu mahallin üç tarafı yoldur. Bu sahanın üstünde ahşap
birkaç ev ile askeri dikimhane denilen eski kargir bir bina ile müştemilatı
vardır.”610
1934 yılında yapılan bu önerinin ardından yeni adliye sarayının yaptırılacağı
arsanın seçilmesi üzerinde uzun etütler yapılmış, konu istimlâkler, şehircilik ve imar
planları açısından da değerlendirildiğinde 1937 yılı Mart ayında binanın Sultanahmet
bölgesinde yaptırılmasına karar verilmiştir. Adliye Vekâleti, İstanbul’un imar programını
hazırlamakla görevli olan Henri Prost’a görüşünü sormuş; Prost, Sultanahmet civarının
şehir planında “asar-ı atika mıntıkası” olarak ayrıldığını, yeni tarzda yapılacak bir binanın
çevrenin ahengini bozacağını söylemiştir.611 Adliye Vekâleti bu görüşe rağmen İbrahim
Paşa Sarayı arsasından vazgeçmemiş, yeni yapılacak binanın cephesi için Prost’un
muvafakatinin alınacağını bildirmiştir.612 Prost 1937 Haziran ayı içerisinde İstanbul
Belediyesi İmar Müdürü Ziya Kocainan ile yerinde inceleme de yapmıştır.613
610
Cumhuriyet, 06.01.1934.
Akşam, 01.03.1937.
612
Akşam, 09.03.1937; Akşam, 14.03.1937. İbrahim Paşa Sarayı’nın arsası öylesine büyüktür ki Vilayet, Belediye,
Emniyet Müdürlüğü gibi bütün kamu kurumlarının burada yapılacak binalara taşınması düşünülmüş, saraydan başka
Tapu Dairesinin, Ticaret Mektebinin de kaldırılarak çok büyük bir meydan yapılması tahayyül edilmiştir. Prost,
Sultanahmet Meydanını bu şekilde genişletmeyi de lüzumsuz bulmuştur. Bkz; Akşam, 21.05.1937.
613
Akşam, 25.06.1937.
611
183
1937 yılı sonlarına kadar devam eden istimlâk çalışmalarının ardından, hapishane
olarak kullanılan kısmındaki mahkûmların bir kısmı da 1938 yılı başlarında diğer
hapishanelere gönderilmişlerdir. 18 Şubat 1938 tarihinde Akşam Gazetesi’nde
yayımlanan bir ilan ile İbrahim Paşa Sarayı’ndan çıkacağı tahmin edilen molozlar, henüz
yıktırılmadan, toptan olarak 12 959 lira 35 kuruş ihale açılış bedeli ile satışa çıkarılmıştır.
Toptan olarak satışa sunulan malzemelerin cins, tahmini sayı ve perakende olarak
satılması istenilen fiyatları şöyledir;
3800 metreküp taş
Her metreküpü 2 lira 30 kuruş
88511 tuğla
Her 1000 adedi 15 lira
15000 adet kiremit
Her 100 adedi 8 kuruştan
58459 metreküp
Her metreküpü 30 lira
kereste
Bunların haricinde yıkımın ardından çıkacak çinko, kurşun ve saire gibi malzeme
de bilahare taraflar arasında kararlaştırılan bedeller üzerenden satışa sunulacaktır.614 1938
yılı Mart ayında ise İbrahim Paşa Sarayı’nın yıkım ihalesi yapılmış, ihaleyi on yedi bin
liranın üzerinde verdiği teklif ile bir müteahhit kazanmıştır. Kazanan müteahhit yıkıma
derhal başlamak üzere, dört ay içerisinde yıkımı tamamlamayı ve arsayı molozlardan da
temizleyerek teslim etmeyi vaat etmiştir.615
İhale ile birlikte yıkım süreci başlarken, tarihi sarayın ortadan kaldırılmaması için
en önemli mücadeleyi veren isimlerden Mimar Sedat Çetintaş’ın devreye girdiği
görülmektedir. 11 Mart 1938 tarihinde Kültür Bakanlığı616 Abideleri Koruma Heyeti
614
Akşam, 18.02.1938.
Akşam, 15.03.1938; Cumhuriyet, 15.03.1938
616
Bu dönemde Maarif Vekaleti’nin ismi Kültür Bakanlığı olarak değiştirilmiştir.
615
184
adına yapıyı inceleyen Çetintaş, tarihi bir vesika olarak saklanmak üzere sarayın esaslı
surette planlarını ve rölövelerini çıkarmıştır.617 Sedat Çetintaş bu incelemeleri sırasında
gördüğü mimari ögelerin, basit ve sıradan bir yapıya işaret etmediğini fark etmiş, sütun,
kemer gibi aksamın klasik dönem Osmanlı mimarisine ait önemli göstergeler olduğunu
tespit etmiştir. Daha sonraki yıllarda yazdığı bir yazıda Çetintaş, henüz Hapishane
Müdürü’nün odasındaki masanın üzerinde plan ve rölöveleri hazırladığı sırada konuyu
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hikmet Onat’a açtığını ancak sert bir tepki ile
karşılaştığını hatta çıkan münakaşada Hikmet Bey’in “bağırsanız da çağırsanız da
yıkacağım!” dediğini kaydeder.618 Bu tartışmanın ardından İbrahim Paşa Sarayı’nın
yıktırılmaması için önemli bir mücadeleye başlayan Sedat Çetintaş konuyu ilk olarak
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Şemsettin Günaltay’a açmıştır.
Çetintaş yaptığı bu girişimi şu sözlerle anlatır; “Hiç unutmam, Zeynep Hanım konağında,
imtihanlarla meşgul olmasına rağmen, haber yolladım geldi, dekanlık dairesinde bir
odanın halıları üzerine yaptığım planları yayarak, köşelerine sigara tablaları ve saire ile
tutturarak kendisine, başka hiç kimsenin haberi olmayan bu muazzam sarayı tarif ettim
ve yıktırılmak istendiğini haber verdim.”619
Verdiği izahatın ardından Şemsettin Günaltay’dan destek alan Çetintaş, İlk olarak
henüz tamamlanmamış da olsa yaptığı tetkiklere dair hazırladığı raporu, eserin ansızın
yıktırılma tehlikesi karşısında bir mektup ile Kültür Bakanı Saffet Arıkan’a göndermiştir.
(Belge 7.) Çetintaş’ın 27 Nisan 1938 tarihli mektubu şöyledir;
“Çok muhterem bakanımız,
İstanbul hapishanesi yerindeki eski eserlerin kıymeti şimdiye kadar
nazarlarında meçhul kaldı ise kabahat benim değildir. İş benim elime
geçtikten sonra buradaki binaların tahminden daha yüksek ve kıymetli şeyler
olduğunu anladım, bunların Cumhuriyet devrinde ve sizin zamanınızda
yıktırılmasına tahammül edemeyerek tahkikatımın sonunu beklemeye vakit
olmadığından şimdi, müstacelen yüce makamınıza bir rapor sundum, lütfen
tetkikini rica ederim. 2 Mayıs 1938’de hapishanedeki binaların yıkılması işi
617
Akşam, 04.04.1938; TTK Arşivi, 22/12; Sedat Çetintaş’ın 10.08.1938 tarihli raporu. Bu ve bundan sonra TTK
Arşivi’nden kullandığım belge ve fotoğrafları benim için temin eden Serkan Kılıç’a teşekkür ederim.
618
S. Çetintaş, a.g.e., s. 330.
619
S. Çetintaş, a.g.e., s. 329.
185
Nafiaca ihale edilecekmiş bu ihaleden bizim kıymetli eserlerim hariç
tutulması için kuvvet ve himayenize sığındığımı hürmet ve minnetlerimle arz
ederim.”620
Kültür Bakanı Saffet Bey, Çetintaş’ın mektubunu “Bu zatın kıymetli eserler
hakkındaki mütalaasının yerinde olup olmadığını ancak yüksek kurumunuz takdir
buyuracaktır” ifadeleri ve görüşlerini bildirmesi istemiyle 30 Nisan 1938’de Türk Tarih
Kurumu’na göndermiştir.621 Türk Tarih Kurumu, 7 Mayıs 1938 günü Ankara’da yaptığı
ve Sedat Çetintaş’ın da davetli olup, kurum üyelerine sarayın fotoğrafları ile beraber
sunum yaptığı toplantıda, yapının bir kez de İstanbul’da Prof. Şemsettin Günaltay
başkanlığında kurulacak bir komisyon tarafından tetkik edilmesine karar vermiştir.
Günaltay’a görevi tebliğ için yazılan 9 Mayıs tarihli mektupta konunun çok acil olduğu,
komisyonun binayı hemen görerek bir rapor hazırlaması gerektiği bildirilmiştir.622 TTK,
kararın Kültür Bakanlığı’na bildirildiği yazıda ise Mimar Sedat Çetintaş’ın verdiği
izahata nazaran binanın kıymetli bir Türk sanat eseri olması ihtimaline binaen, tamiri
mümkün olmayan hatalar yapılmaması adına, kurulan komisyonun raporu gelinceye
kadar yıkımın ertelenmesi için gerekli girişimlerin yapılmasını talep edilmiştir.623 Türk
Tarih Kurumu gibi dönemin kültür-sanat alanındaki en önemli uzmanlarından oluşan bir
kurulun dahi, sütun başlıkları, kemer, kubbe, tonoz gibi mimari elemanlar ve duvar
örgüsü Klasik dönem Osmanlı mimarisine işaret eden bir yapı için “kıymetli bir Türk
sanat eseri olması ihtimali”nden bahsetmesi son derece ilginçtir. Yazının ardından Kültür
Bakanlığı, Adliye Bakanlığı’nın yıkım işini bir süreliğine ertelemesini, binanın tarihi
kıymetinin araştırılması için müsaade edilmesini istemiştir.624
17 Mayıs 1938 günü mesele, ilk defa kamuoyuna hacimli ölçüde yansımış, Sedat
Çetintaş saray üzerine yaptığı incelemelerle ilgili Akşam Gazetesine bir röportaj
vermiştir. (Fotoğraf 97.) Çetintaş, İbrahim Paşa Sarayı için yaptığı incelemeleri ve
tespitleri şu sözlerle aktarır;
620
TTK Arşivi, 22/12 Sedat Çetintaş’ın 27.04.1938 tarihli mektubu.
TTK Arşivi, 22/12; Kültür Bakanı Saffet Arıkan’ın Türk Tarih Kurumuna 30.04.1938 tarihli yazısı.
622
TTK Arşivi, 22/12; Türk Tarih Kurumu Başkanı Hasan Cemil Çambel’in Şemsettin Günaltay’a 09.05.1938 tarihli
mektubu.
623
TTK Arşivi, 22/12; Türk Tarih Kurumu’nun Kültür Bakanlığına 09.05.1938 tarihli yazısı.
624
Akşam, 14.05.1938
621
186
“Şimdiye kadar hapishanenin bulunduğu adadaki binaların yalnız
zemin kat planını çıkarabildim. Araya Edirne abidelerinin tescili ve daha
sonra da Ankara seyahati ve Ankara şehri abidelerinin tescili işleri
girmeseydi mesai biraz daha ilerlemiş olurdu. Mamafih bu kadarcık mesai
muhassalası dahi bence buradaki binaların hüviyeti hakkında kati hükümler
verdirebilecek mertebeyi bulmuştur… İşte bu geniş sahaya yayılmış olan
binalar bir kül olarak on altıncı asrın klasik stiline göre ve çok zengin bir
müessese olarak yaşamaktadır…”625
Fotoğraf 97. Sedat Çetintaş’ın Yıktırılmak İstenen Hapishane Binasının Esasında İbrahim Paşa
Sarayı Olduğunu Kamuoyuna İlan Ettiği Mülakat, Akşam, 17.05.1938.
625
Akşam, 17.05.1938.
187
Henüz araştırmalarını tamamlamadığını söyleyen Çetintaş, yapı ile ilgili vardığı
kanaati “şimdi yarı tahmin şekilde arz edebilirim ki burası ya Acemi Oğlanlar Mektebi
yahut İbrahim Paşa Sarayı’dır” sözleriyle ifade etmiştir. Eserin 19. ve 20. yüzyılda
yapılan tadilat ve eklerle tarihi siluetini kaybettiğini de bildiren Sedat Çetintaş, “Bunların
yıkılması doğru mudur?” sorusu karşısında biraz da çekimser bir tavırla “Bu cihetten
mütalaa beyan edecek vaziyette değilim. Ancak şahsi kanaatim bu binaların çok kıymetli
olduğudur. Bu kıymetten lazım gelen makamları haberdar ettim. Cumhuriyet kültürü
yapıcı ve daima yapıcıdır. Fakat mimari ve tarihi abidelerin korunma işi ve bunlar
üzerindeki hassasiyet Cumhuriyet devrinde misli görülmedik bir samimiyete
dayanmaktadır. Bu itibarla diyebilirim ki Cumhuriyet hükümeti birçok adliye sarayları
yapacak, fakat buradaki binaların kıymetlilerini yıkmayacaktır. Ben müsterihim.”
cevabını vermiştir.626
Sedat Çetintaş’ın bu demeçleri gazetede yayımlandığı gün yani 17 Mayıs 1938
günü İstanbul’da yapıyı incelemekle görevli komisyonun iki üyesi Güzel Sanatlar
Akademisi hocalarından Mimar Sırrı Bilen ve Mimar Sedat Hakkı Eldem komisyon
başkanı Şemsettin Günaltay’a hazırladıkları raporu sunmuşlardır. İbrahim Paşa Sarayı’nı
13 Mayıs’ta yerinde inceleyen bu iki isim yazdıkları son derece kısa raporlarında şu
ifadeleri kullanmıştır;
“Mezkûr binanın mimari bakımından klasik devre ait sivil Türk
mimarisinin pek kıymetli bir eseri olduğu görülmüştür. Bu eserin velev ki bir
kısmının bile olsa yıkılmak suretiyle tahribinin caiz olamayacağı
mütalaasıyla raporumuzu sunarız.”627 (Belge 8.)
Komisyon başkanı Şemsettin Günaltay, 20 Mayıs 1938’de Türk Tarih Kurumu’na
komisyon adına yazdığı tek sayfalık raporunda yapının –yanlış olarak- 17. yüzyılda
Sedefkâr Mehmet Ağa tarafından inşa edildiğini bildirdikten sonra kısaca tarihinden
626
Akşam, 17.05.1938.
TTK Arşivi, 22/12; Mimar Sırrı Bilen ve Mimar Sedat Hakkı Eldem’in 17.05.1938 tarihli raporu. Mimar Sedat Hakkı
Eldem’in çok açık ifadelerle İbrahim Paşa Sarayı’nın çok kıymetli bir tarihi eser olduğunu ve bir kısmının dahi
yıktırılmasının önüne geçilmesi gerektiğini bildirdiği bir rapora imza atmasına rağmen, sonraki yıllarda eserin
yıktırılmasını desteklemesi, İbrahim Paşa Sarayı’nın ortadan kaldırılması ile açılacak arsa için Adliye Sarayı projesi
hazırlaması bir mimar ve mimarlık tarihi hocası açısından son derece ilginç bir durumu açığa çıkarmıştır.
627
188
bahsetmiş ve son görüş olarak da “bina tarihi kıymete haiz muazzam Türk eserlerinden
biridir. Bu sahada boş ve geniş arazi bulunduğundan bu binaya dokunulmayarak adliye
binasının yapılması imkânı vardır. Burası da tamir edilmek suretiyle adliye evrak
hazinesi olarak kullanılabilir” fikrini sunmuştur.628
Sedat Çetintaş’ın, yıktırılarak yerine İstanbul Adliye Sarayı yaptırılmak istenilen
binanın aslında 16. yüzyıla kadar dayanan İbrahim Paşa Sarayı olduğunu iddia etmesi
kamuoyunda İbrahim Paşa Sarayı tartışmasını da başlatmıştır. Çetintaş’a göre binayı
yıktırmak isteyen İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hikmet Onat, siyasi gücünü kullanarak
bazı gazetecileri yanına çekmiş, sarayın tarihi bir kıymeti olmadığına dair Ankara’nın
kararını etkileyebilecek yayınlar yaptırmıştır. Çetintaş’ın sarayın tarihi ve mimari bir
kıymeti olamadığını ispat etmek için uğraştığını iddia ettiği bir isim ise İbrahim Hakkı
Konyalı’dır.629 Yazarlar, akademisyenler ve gazeteciler gibi dönemin önde gelen pek çok
şahsiyeti saray ile ilgili lehte ya da aleyhte fikirlerini gazete sütunlarında paylaşmışlardır.
Tartışmalar, toplumun eğitimli kesiminde dahi eski eser bilincinin ne kadar zayıf
olduğunu göstermesi açısından da oldukça ilginçtir. (Tablo 11.)
Zikredildiği üzere 1938 yılı Mart ayında İbrahim Paşa Sarayı’nın yıktırılması için
bir müteahhit tarafından kazanılan ihale, ihale bedeli yüksek bulunduğundan dolayı iptal
edilmiştir.630 İhalenin iptal edilmesinin Sedat Çetintaş’ın Ankara bürokrasisi nezdinde
yaptığı ilk girişimin bir sonucu olarak da görülebilir. Ancak aynı ihale Türk Tarih
Kurumu tarafından hazırlanan uzman raporuna rağmen 2 Haziran 1938 tarihinde yeniden
yapılmış, gazetelerde mimar olduğu ifade edilen Cemil Bey, yıkım ihalesini arsayı ekim
ayında teslim etmek üzere 22.000 lira teklif bedeli ile kazanmıştır.631 İhalenin
sonuçlanması ile birlikte Sedat Çetintaş bir kez daha yayın faaliyetlerine başlamıştır. 5
Haziran 1938 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımladığı “Kör Kazma Hortlayabilir
Mi? Sinan Eseri Olan Atmeydanı Sarayı Yıkılamaz” başlıklı yazısında sarayın
hususiyetlerini uzun uzadıya anlatıp mutlaka korunması gerektiğine vurgu yapmıştır.
Kendisi de bir memur olduğundan dengeleri iyi kurmaya çalışmış ve yıkım ameliyesinden
doğrudan hükümeti mesul tutmamaya çalışmıştır;
628
TTK Arşivi, 22/12; Şemsettin Günaltay’ın 20.05.1938 tarihli raporu.
S. Çetintaş, a.g.e., s. 329.
630
Cumhuriyet, 02.08.1938.
631
İkinci ihale ilk ihaleye göre 6.000 lira düşük fiyatla kapanmıştır. Bkz; Akşam, 04.06.1938; Tan, 05.06.1938.
629
189
“Geçenlerde bir muhterem dostum bana ihtar ediyordu. – Bu iş
hükümet işidir; hükümet ister ve lüzum görürse daha büyüklerini de yıkar.
Sen ne telaş ediyorsun? Evet. Hükümet isterse yıkar, bu hükme ezelden evet
diyenlerdenim. Fakat unutmayalım ki hükümet kıymetli mimari abidelerimizi
katiyen yıkmak istemez, onların en samimi ve candan hamisidir. Ancak o
binanın kıymetini hükümet nazarında tebarüz ettirmek lazımdır.”632
Cumhuriyet devrinde Osmanlı’ya nazaran eski eserleri koruma adına daha fazla
gayret gösterildiğini de ifade Çetintaş, son hükmü ve kendisine biçtiği görevi şöyle
açıkları;
“Şu halde, Cumhuriyet Hükümeti’nin Sinan’ın on altıncı asırda yaptığı meşhur
Atmeydanı Sarayı’nın kör kazmaya kurban olmasını katiyen istemeyeceği muhakkaktır.
Ancak dediğim gibi bu sarayın kıymetini hükümet nazarında tebarüz ettirmek şarttır.
Bunu yapacak kimse kalmadı ise bu işi ben üzerime alıyorum. Davanın bütün avakıbını
[sonuçlarını] ve bütün mesuliyetini kabul ederek, burada klasik devirden kalma muazzam
bir saray bulunduğunu haber veriyorum.”633 (Fotoğraf 98.)
Yazının
yayımlanmasının
ardından
kamuoyunda bir süre sessizliğin yaşandığı
görülmektedir. 1938 yılı Haziran ayına ait her
hangi bir belge de tespit edilememiştir. Ancak
Çetintaş’ın bu yazısının Ankara nezdinde
önemli bir etki yarattığı ve yıkımın hemen
başlamadığı anlaşılmaktadır. Nitekim sonraki
yıllarda yazdığı bir yazısında Çetintaş, yukarıda
zikredilen yazısının ardından Başsavcı Hikmet
Bey’in Ankara’ya giderek Adliye Vekâleti
nezdinde girişimlerde bulunduğunu, özellikle
de Adliye Vekili Şükrü Saraçoğlu’nu etki altına
aldığını iddia etmiştir.634 Gerçekten de Hikmet
Onat, bu tarihlerde Ankara’ya gitmiş, 28
Fotoğraf
98.
“”Kör
Kazma
Hortlayabilir mi? Sinan Eseri Olan
Atmeydanı
Sarayı
Yıkılamaz.”,
Cumhuriyet, 05.06.1938.
632
Akşam, 05.06.1938.
Akşam, 05.06.1938.
634
S. Çetintaş, a.g.e., s. 402.
633
190
Haziran
1938’de
İstanbul’a
dönmüştür. Dönüşte gazetecilere
yaptığı açıklamada Ankara’ya idari
işler
hakkında
bakanlık
ile
görüşmek için gittiğini, Adliye
Sarayı’nın
inşaatına
1938
yılı
içerisinde başlanacağını kuvvetle
düşündüğünü söylemiştir.635
Sedat Çetintaş’ın, yapılan
arkeolojik
kazılar
sırasında
Sultanahmet Cami’nin temellerinin
zarar göreceği iddialarına karşı
yazdığı 18 Temmuz 1938 tarihli
yazıda
konuyu
İbrahim
Paşa
Fotoğraf 99. İbrahim Paşa Sarayı’nın Tarihi Kıymeti
Olup Olmadığını Tespit için Komisyon Kurulması
Kararı İle İlgili Haber, Cumhuriyet, 21.07.1938.
Sarayı’na getirmesi ve yazıya alt
başlık olarak seçtiği“Ne gariptir ki ecnebi bir âlim bir Bizans Sarayını meydana
çıkarmaya çalışırken, biz biraz ileride sapasağlam bir Türk Sarayını (Atmeydanı
Sarayı’nı) yıkmaya çalışıyoruz” ifadeleri Ankara’yı İbrahim Paşa Sarayı hakkında tekrar
harekete geçirmiştir. Mimar, yazısında şu ifadelere yer vermiştir;
“Bizler on altıncı asır başlarından kalma ve sivil mimarimiz tarihinde
eşsiz bir kıymetle sapasağlam yaşamakta olan bir Türk sarayını (Atmeydanı
Sarayı’nı) şunun bunun sözüne uyarak, şunu ve bunu vesile edinerek, mutlaka
yıkıp ortadan kaldırmaya uğraşırken diğer taraftan bir ecnebi âlim gelip bu
sarayın iki yüz metre yakınındaki toprakları kazıp yedi sekiz metre aşağıda
bir Bizans sarayını meydana çıkarmak için ihtisasla mesleki heyecanla ve
oldukça mühim bir masrafla çalışmaktadır.”636
Bu yazıdan birkaç gün sonra Dâhiliye ve Kültür Bakanlığı ortak bir karar alarak
İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ başkanlığında Adliye, Dahiliye, Kültür Bakanlıkları
temsilcileri ile Türk Tarih Kurumu, Müzeler İdaresi ve Vakıflar temsilcilerinden oluşan
635
636
Tan, 30.06.1938.
Cumhuriyet, 18.07.1938.
191
16 kişilik bir komisyon kurulmasına karar vermiştir.637 (Fotoğraf 99.) Komisyon üyeleri
ile ilgili dönemin gazetelerinde farklı haberler yer almaktadır. Yapılan araştırmada
komisyona ait herhangi bir belgeye de rastlanmamıştır. Zaman zaman haberlerde faklı
isimlerden bahsedilmesi üyelerin bazılarının sonradan dahil olduğunu bazılarının ise
üyelikten çekildiğini düşündürmektedir. Keza Mükrimin Halil Yinanç karar toplantısına
seyahatte olduğu gerekçesi ile katılamamış yerine Osman Şevki Uludağ vekâlet etmiş ve
oy kullanmıştır.638 Karar celsesinde oy veren üye sayısının 17 olduğu tespit edilmiştir.
Tespit edilebilen üyelerin isimleri şöyledir;
1. İstanbul Cumhuriyet Müddeiumumîsi (Baş Savcısı) Hikmet Onat,
2. İstanbul Belediyesi Fen İşleri ve İmar Müdürü Ziya Kocainan
3. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı ve Türk Tarih Kurumu
Azasından Şemsettin Günaltay (Günaltay ayrıca Sivas Milletvekilidir.)
4. İstanbul Maarif Müdürü Tevfik Kut
5. İstanbul Müzeleri Umum Müdürü Aziz Ogan
6. Nafia Başmimarı Bedri Bey
7. Mimar Sedat Çetintaş
8. Asar-ı Atika Encümeni Üyesi Efdalettin Tekiner
9. Yeni Yapılacak Adliye Sarayı projesini çizen mimar Mimar Asım
Kömürcüoğlu
10. Mimar Sedat Hakkı Eldem
11. Mimar Vedat Tek
637
638
Cumhuriyet, 21.07.1938.
Cumhuriyet, 19.08.1938.
192
12. İstanbul Üniversitesi Hocalarından Mükrimin Halil Yinanç (Son
toplantıda seyahatte olduğundan yerine Türk Tarih Kurumu Üyelerinden
Konya Milletvekili Osman Şevki Uludağ katılmıştır)
13. İstanbul Milletvekili Salah Cimcoz
14. Belediye Mektupçusu Osman Nuri Ergin
15. Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu
16. Mimar Mahzar Altan
Komisyon ilk toplantısını Vali Muhittin Bey başkanlığında 28 Temmuz 1938’de
yapmış, toplantıda komisyonun nasıl çalışacağı üzerine konuşulmuş ve yapılacak yerinde
incelemenin esasları belirlenmiştir.639 Heyet, Sedat Çetintaş’ın ortaya attığı iddiaları
incelemek üzere sonraki günlerde de toplanarak çalışmalarını sürdürmüştür. Önemli
kültür insanlarının üye bulunduğu komisyon toplantılarının oldukça hararetli geçtiği
anlaşılmaktadır. Dönemin gazetelerinde toplantılarda yapının fonksiyonu ve tarihlemesi
ile ilgili tartışmaların yaşandığı, komisyon üyelerinin yapının esasında ahır, kervansaray,
hastane, imaret olarak inşa edildiğini iddia ettiği yer almaktadır.640 Buradaki ilginç bir
nokta da Sinan çağından sonra yapılmış bu tarz eserlerin korunmaya layık olmadığı gibi
ilginç bir durumun açığa çıkmasıdır.
Çetintaş’a göre komisyonda en yetkin isimler Üniversite, TTK ve Eski Eserleri
Koruma Encümeni delegeleridir ve tamamıyla kendisi ile aynı fikirdeydiler. Ancak sayı
olarak azınlıkta kalan bu grubun karşısında Belediye ve Vilayet memurları sayıca
kalabalığı teşkil ediyordu. Yine Çetintaş’ın bildirdiğine göre komisyonda hiçbir görevi
olmadığı halde Başsavcı Hikmet Bey’le beraber Gazeteci İbrahim Hakkı Konyalı da
toplantılara katılmıştır. İki ismi de komisyonu etkilemekle suçlayan Sedat Çetintaş, İ. H.
Konyalı için şu sert değerlendirmelerde bulunmuştur; “Ankara’dan aldıkları direktifle
olmalı ki Hikmet Onat ile İbrahim Hakkı Konyalı mütehassısları ve profesörleri
susturmaya kalkışarak hepimizden daha yüksek konuşuyorlardı… İbrahim Hakkı
Konyalı, aramızda hepimizden salahiyetli birer ilim azası gibi konuşuyor, herkesten çok
639
640
Akşam, 29.07.1938; Cumhuriyet, 29.07.1938.
Son Posta, 01.08.1938.
193
gürültü yapıyordu.641 Mimara göre komisyonu sevk ve idare eden Vali de açık ve pervasız
bir tarafgüderlikle neticeyi Ankara’nın isteğine uygun bir şekilde kara kaplı kitaba
uydurmaya çalışıyordu.642
Komisyon çalışmalarını bu
gergin ortamda yürütürken İstanbul
Cumhuriyet
Başsavcısı
Hikmet
Onat, hapishane olarak kullanılan
sarayı
gazetecilere
gezdirmiştir.
(Fotoğraf 100.) Henüz komisyonun
tetkik
etmediği sarayı, Hikmet
Bey’in,
gazetecilere
gezdirerek
toplum
nezdinde
kamuoyu
oluşturma çabası, esasında iki grup
arasındaki mücadelenin ne denli
büyük olduğunun bir göstergesidir.
Hikmet Bey gezi boyunca yapının
korunmasını isteyenlerin, burasının
İbrahim Paşa Sarayı olduğunu ispat
edemediğini
noktası
söylemiştir.
olarak
ise
İspat
Fotoğraf 100. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı
Hikmet Onat’ın Hapishane Binasını Gazeticelere
Gezdirmesi İle İlgili Haber, Yeni Sabah, 31.07.1938.
yapının
mimarının kim olduğunun tespitini
seçmiştir;
“Ben tarihi eserlerin üzerine titrerim, Hiç birinin yıkılmasına taraftar
değilim. Fakat şu hapishane ismi altındaki mezbeleyi yıkmaya kalkılınca
ortaya bazı muarızlar çıktı. Buranın eski ve büyük bir saray olduğunu iddia
ettiler, Fakat muarızlara: -Peki mademki bu bir eski saraydır. Kimin
tarafından yapılmıştır? Kimin sarayıdır? Bu hususta vesaikiniz nedir? Diye
sorulunca ortaya hiç bir vesika koyamıyorlar ve müspet bir şey
söyleyemiyorlar. Evet anlarım. Bu saray şayet meselâ İbraniler veya daha
eski bir devre ait olsaydı, buranın mimarını, kimin sarayı olduğunu
641
642
S. Çetintaş, a.g.e., s. 330
S. Çetintaş, a.g.e., s. 330
194
bilmemeğe cevaz verilirdi. Fakat Osmanlı İmparatorluğu zamanında
mimarların, padişahların, vezirlerin yaptırdıkları bütün eserler tespit
edilmiştir. Bu sarayın kimin tarafından ve kimin için yapıldığı nasıl
anlaşılmaz? Ben 27 senelik adliye memuruyum. Bu işe zabıt kâtipliğinden
başladım. Bana şimdi bu 27 sene içinde bir adliye kararı gösteriniz. İmzasına
bakmadan bu kararın hangi reis tarafından verildiğini derhal size
söyleyeyim. Âsar-ı atika mimarları, bir sarayın, hem de kıymeti olduğunu
iddia ettikleri ve nispeten yakın bir devirde yapılan bir binanın kimin eseri ve
kimin için yapıldığını nasıl bilmezler? 643
Hikmet Bey’in, sarayın yıktırılmasını sağlamak için tarihi delillere yönelmesi de
oldukça ilginçtir;
“Malumdur ki her devrin mefkûresi ayrı ayrı şekillerde tecelli eder.
Mevzuumuz, bundan evvelki devirlere ait olmuş bulunsaydı, “Burası âsar-ı
atikadır, yıkılamaz, şeriat böyle emreder! şeklindeki mütalaalara sebebini
sormadan boyun eğerdik. Fakat bugünkü haliyle hiç bir kıymeti olmayan bu
harabe hakkındaki tarihi malumatın neden ibaret olduğunu hapishane
binasının yıkılmaması hakkında bilhassa neşriyatta bulunarak itiraz eden
tarihçilerimizden Bay Efdalettin ve Mimar Bay Sedat’tan dün sordum.
Aldığım cevapta buranın İbrahim Paşa Sarayı olduğunu bildiriyordu. Aslen
adliyeci olmaklığıma rağmen bu iş üzerinde yaptığım basit araştırma ile
İbrahim Paşa Sarayı enkazının hapishanenin sol tarafındaki yıkık
duvarlardan ibaret olduğunu tarihi delâille tesbit ettim… [Komisyon
toplantısında] Bay Efdalettin burasını I. Ahmed’in darüşşafaka olarak
yaptırdığını ileri sürdü. Hâlbuki tetkik ettiğimiz I. Ahmed’in vakfiyesinde
aynen şu sözler yazılıdır: “Ben darüşşafakamı, imarethanemi, tabhanemi,
camiimin cenubunda ve mektebimi de camiimin şimali şarkisinde,
yaptırdım.” Yaptığımız araştırmalarda bu İmaretlerin olduğu gibi sanayi
mektebinin arkasında olduğu meydana çıktı.”644
643
644
Akşam, 31.07.1938.
Yeni Sabah, 31.07.1938.
195
Adeta bir tarihçi gibi değerlendirmelerde bulunan başsavcının bu görüşleri bir
uzman yardımı ile sarf ettiği düşünülebilir. Keza başsavcı sadece İbrahim Paşa
Sarayı ile ilgili değil, bölgenin Bizans dönemi hakkında da yorumlarda
bulunmuştur;
“Deniliyordu ki bilhassa binanın ve müştemilâtının altında kıymetli
Bizans eserleri gizlidir. Bu mesele etrafında da gerek ecnebi ve gerekse öz
mütehassıslarımız nezdinde yaptığım temaslarda ve eski eserler üzerindeki
araştırmalarımda burasının Bizans devrinde alelâde bir setten ibaret
olduğunu ve buradan dikili taşa kadar bir araba yolunun uzanmakta olduğu
neticesine vardım.”645
Başsavcı Hikmet Bey, gezi sırasında sarayın en harap yerlerini gazetecilere
göstermiş, böyle bir harabenin İbrahim Paşa Sarayı olamayacağına ikna etmeye
çalışmıştır. Gazetecilerle birlikte merdivenlere geldiği sırada “-Aman.., birer birer
geçelim... Zira merdivenlerin birdenbire yıkılıp aşağı düşmemiz çok muhtemeldir”,
kubbelerin üstünde ise “-Aman dikkatli basınız... Zira bastığınız yerin birdenbire çökmesi
ihtimali çok kuvvetlidir” ifadelerini kullanması yine kamuoyunu etkileme çabaları olarak
değerlendirilebilir.646 Ziyaretin ertesi günü hemen hemen tüm gazeteler Hikmet Bey’in
açıklamalarını ilk sayfadan vermiştir. Başsavcının bu yoğun çabaları, “Osmanlı kültürüne
ve eserlerine duyduğu bir düşmanlığın sonucu mu?” sorusunu akıllara getirebilir, ancak
süreç boyunca basında Osmanlı kültürü veya mimarisini küçümseyen bir beyanatına
rastlanmamıştır.
Başsavcı Hikmet Bey’in gazetecilere düzenlediği geziden birkaç gün sonra,
İbrahim Paşa Sarayı’nın tarihi kıymetini değerlendirmekle görevli komisyon da yerinde
inceleme yapmıştır. İncelemeye Sedat Çetintaş da katılmış, komisyon üyelerine bina ile
645
646
Yeni Sabah, 31.07.1938.
Akşam, 31.07.1938.
196
ilgili
fikirlerini
aktarmıştır.647
(Fotoğraf
101.)
Gazetelerin
aktardığına
göre
Çetintaş’dan
başka, Mükrimin Halil Yinanç ve
Efdalettin Bey de sarayın tarihi
kıymeti
olduğunu
çalışmış,
açıklamaya
yıkılmasına
şiddetle
karşı çıkmışlardır. Bu fikirlere
karşı
sarayın
yıktırılmasını
destekleyenler de düşüncelerini
dile getirmiş, zaman zaman sert
tartışmalar yaşanmıştır. Örneğin
komisyon
üyesi
İstanbul
Milletvekili Salih Cimcoz yapılan
tetkik
gezisinde
yapıyı
Fotoğraf 101. Komisyonun Yaptığı Yerinde İnceleme
İle İlgili Haber, Cumhuriyet,04.08.1938.
kervansaray olarak tanımlamış ve
mimari kıymetsizliğini “Bu kervansarayın eşsiz olduğunu söylüyorlar. Hâlbuki bu bina
Gebze’deki Çoban Mustafa Paşa’nın kervansarayı yanında ahır bile olmaz. Yurdun her
köşesinde bu çeşit binalara sık sık rastlarız. Bence hiçbir kıymeti yoktur” sözleriyle ifade
etmiştir.648 Başsavcı Onat, Vali Üstündağ’a parmağı ile bir bölgeyi gösterip: “Bakınız
şuraya! Ne kadar gayr-i fenni yapılmış!” deyince Çetintaş kendimi tutamayarak “Hikmet
Bey bilmediğin şeye karışma sen onu da diğerleri gibi bilmezsin!” cevabını vermiştir.649
Komisyon toplantılarında olduğu gibi tetkik gezisinde de tartışmalar özellikle
sarayın mimarının kim olduğu noktasında düğümlenmiş, Sedat Çetintaş’ın yapının
mimarının tam olarak tespit edilemediğini söylemesi üzerine Vali Muhittin Üstündağ,
mimarının kim olduğunda ihtilafa düşülen bir eserin tarihi kıymetinde neden bu derece
ısrar edildiğini öğrenmek istemiştir. Çetintaş, verdiği cevabında birçok büyük abidenin
mimarının kati suretle tespit edilemediğini, Beyazıd Camii örneği ile açıklamaya
çalışmıştır.650 Komisyona üye olmamasına rağmen İbrahim Hakkı Konyalı’nın da bu
yerinde incelemeye katıldığı
ve komisyon
üyelerini
yönlendirmeye çalıştığı
647
Cumhuriyet, 04.08.1938.
Tan, 04.08.1938.
649
S. Çetintaş, a.g.e., s. 330
650
Cumhuriyet, 04.08.1938.
648
197
anlaşılmaktadır. Keza Sedat Çetintaş sonraki yılarda yazdığı bir yazıda durumu şöyle
anlatır; “...İbrahim Paşa Sarayı’nın damlarındayız, İbrahim Hakkı Konyalı yüksek sesle
konuşmayı o derece ileri götürmüştü ki Mükrimin Halil kendini tutamayarak haykırdı;
“Sen sus burada âlimler toplanmış bir ilim konusu konuşuluyor, senin ne işin var burada?
Sus ve geri çekil git!...”651
Son Posta Gazetesi’nin yapılan inceleme ilgili verdiği tespit de oldukça ilginçtir.
Gazete, haberi “Hapishanenin Tarihi Kıymeti Olmadığı Anlaşıldı” gibi kesin bir başlıkla
vermiş, metin içerisinde ise “Hapishane binasının tarihi bir bina olduğunu iddia eden
Mimar Sedat Çetintaş bu iddiasını ispat edememiş, İbrahim Hakkı Konyalı, Mimar Kemal
Altan, Müddeiumumî Hikmet Onat, hapishane binasının yıkılmasında bir mahzur
olmadığını vesikalar göstermek suretiyle komisyon azalarına anlatmışlardır.” şeklinde
ifadelerle kesin hükümler vermiştir.652
Durumun vahameti üzerine Sedat Çetintaş Cumhuriyet Gazetesi’nin 5 Ağustos
1938 tarihli nüshasında Adliye Vekili Şükrü Saraçoğlu’na hitaben bir açık mektup
yayınlamıştır. Mektubunda kendi iddialarını idari personele, devletin memurlarına,
muharrirlere değil, âlimlere, tarihçilere, arkeologlara ve mimarlara tetkik ettirilmesini
istemiştir. Başsavcı Hikmet Bey ile ilgili düşüncelerini ise oldukça açık bir dille ifade
etmiştir;
“Muhterem Müddeiumumîmiz Hikmet
Onat evvela
kendileri
aldanıyorlar, gazete muhabirlerini çağırıp neşriyat yaptırmakla ve yahut
herhangi bir gazete başmuharriri ile birlikte nokta-i nazarını propagandaya
sevk etmekle bu koca hakikat tahrif edilebilir ve bu tarihi saray gizlenebilir
mi ve hiç Saraçoğlu gibi çok iyi düşünen bir Vekilimizi bir kapris peşinde
sürükleyebilir mi?”
Çetintaş, mektubun sonunda binanın, idareye bağlı memurların ağırlıklı olduğu
bir komisyon tarafından değil, Türk Tarih Kurumu tarafından seçilecek âlimler,
arkeologlar ve mimarlar tarafından incelenmesini istemiştir.653 Yazının yayınladığı gün,
komisyon da yine Vali Muhittin Bey başkanlığında toplanmış, yapılan hararetli
651
S. Çetintaş, a.g.e., s. 330
Son Posta, 04.08.1938.
653
Cumhuriyet 05.08.1938.
652
198
tartışmalar
kadar
gazete sütunlarına
yansımıştır.
Çetintaş’ın
sonraki
Sedat
yıllarda
kaleme aldığına göre Hikmet
Onat
bu
toplantıda
“Ben
abidelere hürmetkâr olmasa idim
sizin saray dediğiniz şeyi çoktan
yıktırırdım”
demesi
üzerine
Şemsettin Günaltay gürleyen bir
sesle “Sen onu yıktırmazdın, eğer
farzımuhal
yapabilseydin
o
hapishaneye kanun seni tıkardı”
cevabını
gazetelere
vermiştir.654
de
Mesele
yumuşatılarak
Fotoğraf 102. “Hapishane Binası İşinde Münakaşalı Bir
Toplantı”, Cumhuriyet, 07.08.1938.
yansımış, Şemsettin Günaltay’ın
cevabı “Adliye, bu cinayeti yapamaz. Siz şahsen bunu yaptığınız takdirde bir cürüm
işlemiş olurdunuz” şeklinde çıkmıştır.655 Toplantıda İbrahim Paşa Sarayı’nın bir kez de
uzman mimarlar tarafından incelenmesine karar verilmiş ve İstanbul Belediyesi İmar
Şubesi Müdürü Ziya Kocasinan, Güzel Sanatlar Akademisi hocalarından Arif Hikmet
Koyunoğlu ile Sedat Hakkı Eldem, Vakıflar Başmimarı Vasfi Egeli ve İstanbul Asar-ı
Atika Müzeleri Mimarı Kemal Altan’dan oluşan bir alt komisyon kurulmuştur.656
(Fotoğraf 102.)
Her iki komisyonun çalışmalarında da sarayın tarihi kıymeti olmadığı ve
yıktırılmasının yerinde olacağı fikrinin ağır bastığının anlaşılması üzerine Sedat Çetintaş
meseleye bir kez daha Türk Tarih Kurumu’nu dâhil etmiş, 11 Ağustos 1938’de Kurum
heyeti de kendi rehberliğinde bir yerinde inceleme gezisi düzenlemiştir.657 (Fotoğraf 103.)
654
S. Çetintaş, a.g.e., s. 331.
Cumhuriyet, 07.08.1938.
656
Akşam, 07.08.1938; Cumhuriyet, 07.08.1938; Son Posta, 07.08.1938; Yeni Sabah, 07.08.1938.
657
Akşam, 13.08.1938; Cumhuriyet, 13.08.1938; Yeni Sabah, 13.08.1938.
655
199
Çetintaş ayrıca tetkik gezisinden bir gün
sonra -12 Ağustos 1938’de- Kurum için
yapının mimari özelliklerini açıklayan
bir rapor kaleme almıştır. Raporda
yapının tarihi ve mimari kıymetinden
bahsetmiş, üzerini örten ve etrafını saran
muhdes yapıların, eklemelerin ve kötü
tamirlerin sökülerek asli şekline tahvil
edilmesini talep etmiştir.658 Türk Tarih
Kurumu Heyeti yaptıkları gezi ve
ellerinde bulunan veriyi değerlendirmek
üzere 14 Ağustos 1938’de Dolmabahçe
Sarayı’nda bir toplantı yapmışlardır.
Çetintaş bu toplantıyı sonraki yıllarda
şöyle anlatmıştır; “Bir cuma günü idi,
Dolmabahçe Sarayı’nda saat 14.00'ten
17.00'ye kadar süren bir toplantı
yapıldı. Burada da yapmış olduğum
Fotoğraf 103. Türk Tarih Kurumu Üyelerinin
Yaptığı Yerinde İnceleme İle İlgili Haber,
Cumhuriyet, 13.08.1938.
planlar üzerinde kurum üyelerine kâfi derecede izahat verdim. Neticede iddiamı, yani
burasının tarihi İbrahim Paşa Sarayı olduğunu kabul ve bu hususta oy birliğiyle karar
verdiler.”659
İbrahim Paşa Sarayı’nın tarihi ve mimari kıymetinin olup olmadığını araştırmakla
görevli komisyon son toplantısını 15 Ağustos 1938’de yapmıştır. Son derece hararetli
geçtiği anlaşılan toplantıda ilk olarak mimarlardan oluşan alt komisyonun hazırladığı
heyet raporu okunmuştur. Mimarlar raporda binanın sanat ve mimari bakımından hiçbir
kıymet taşımadığı, sanat ve süsleme olarak da korunmasına gerek olmadığı bildirilmiş,
binanın yıktırılarak Sultanahmet meydanının tarihi dokusuna mütenasip, abidevi bir
Adliye Sarayı yapılmasını istemişlerdir.660 Ancak bu alt komisyonun üyesi Mimar Sedat
658
TTK Arşivi, 22/12; Mimar Sedat Çetintaş’ın 10.08.1938 tarihli raporu.
S. Çetintaş, a.g.e., s. 332.
660
Akşam, 17.08.1938. Şemsettin Günaltay toplantı sonrası Türk Tarih Kurumu’na verdiği raporunda mimarlar
komisyonunu şu sözlerle eleştirir; “Milli tarihle iştigalleri olmadığı bu ciheti asla nazarı itibare almamış olmalarından
anlaşılan mimarların, binanın yıkılmasına cevaz veren raporları dikkatle okununca bu raporda ilmi ve tarihi
esaslardan ziyade otorite sahiplerinin arzularını tatmin endişesinin hakim olduğu variz bir surette anlaşılmaktadır.
Yani istenildiğine göre fetva verilmiştir.” Bkz; TTK Arşivi, 22/12; Şemsettin Günaltay’ın 17.08.1938 tarihli raporu.
659
200
Hakkı Eldem rapora şerh koymuş
mevcut bina cephesinin tamir edildiği
takdirde meydanı süsleyeceği ve
Sultanahmet
Camii
ile
birlikte
ahenktar olduğunu söylemiştir.661
Raporun okunmasının ardından Türk
Tarih
Kurumu
adına
Şemsettin
Günaltay cevap vermiş, Yapının
bugünkü harabe durumuna göre
hüküm
vermek
değil,
tarihi
kaynakların rehberliğinde yapının
tarihi kıymetine göre bir hüküm
vermek gerektiğini söylemiştir.662
Ardından Türk Tarih Kurumu’nun
yapının
korunması
lehinde
hazırladığı rapor okunmuş ve bu
rapor
üzerine
yapılmıştır.
müzakereler
Fotoğraf 104. İbrahim Paşa Sarayı’nın Tarihi Kıymetini
Tetkik Komisyonu’nun Karar Toplantısı İle İlgili
Haber, Akşam, 17.08.1938..
Nihayetinde
oylamaya geçilmiş ve Umumi Hapishane olarak kullanılan İbrahim Paşa Sarayı’nın tarihi
ve mimari kıymeti olmadığı ve yıktırılarak yerine adliye sarayı yapılabileceği kararı 11
oya 5 red 1 çekimser oy ile kabul edilmiştir.663 (Fotoğraf 104.) (Tablo 10.)
661
TTK Arşivi, 22/12; Şemsettin Günaltay’ın 17.08.1938 tarihli raporu.
Cumhuriyet, 17.08.1938; TTK Arşivi, 22/12; Şemsettin Günaltay’ın 17.08.1938 tarihli raporu.
663
Akşam, 17.08.1938; Cumhuriyet, 17.08.1938.
662
201
Tablo 10. İbrahim Paşa Sarayı’nın Tarihi Kıymetini Tespit etmek için
kurulan komisyonda yapılan oylama sonucu verilen karar664
Tarihi ve Mimari Kıymeti
Yoktur. Yıktırılarak yerine
Adliye Sarayı Yaptırılabilir.
Hikmet Onat, Salih Cimcoz, Ziya Kocainan, Vasfi
Egeli, Kemal Altan, Asım Kömürcüoğlu, Sedat
Hakkı Eldem666, Mahzar Altan, Arif Hikmet
Koyunoğlu, Nafia Başmühendisi Bedri Bey, Tevfik
(11 Üye)665
Kut.
Tarihi ve Mimari Kıymete
Sedat Çetintaş, Şemsettin Günaltay, Osman Şevki
Haizdir. Yıktırılarak Yerine
Uludağ (Mükrimin Halil Yinanç’ın yerine), Aziz
Adliye Sarayı Yaptırılması
Ogan, Efdalettin Tekiner.
doğru değildir.
(5 Üye)
Çekimser
Osman Nuri Ergin
(1 Üye)
Alınan karar da tartışmaların sonunu getirmemiş, Sedat Çetintaş ve muhalifleri
gazete sütunlarında İbrahim Paşa Sarayı hakkında yazılar kaleme almaya devam
etmişlerdir. Bu karar üzerine Şemsettin Günaltay TTK’ya yazdığı 17 Ağustos 1938 tarihli
raporunda binayı yıktırmak azminde olanların karara istinaden hemen tahribe
başlayacağını, tamiri mümkün olmayan bir vaziyet karşısında kalmamak ve bir faciaya
meydan vermemek için Kurumca acilen Başvekâlete bir yazı yazılmasını istemiştir.667 Bu
raporun ardından Başvekâlete 19 Ağustos 1938’de Dolmabahçe Sarayı’ndan yazılan
Başkan Hasan Cemil Çambel imzalı bir yazı ile TTK, yapının 16. Yüzyıla tarihlenen
664
Cumhuriyet, 17.08.1938.
Yıkılması lehinde oy verenlerin tam listesi dönemin gazetelerinde yayımlanmamıştır. Tespit edilebilen isimler
aktarılmıştır.
666
Yukarıda da zikredildiği üzere Sedat Hakkı Eldem mimarlar komisyonu raporuna yapının korunması için şerh
koymuştur, ancak ilginç bir şekilde hiçbir kaynakta yapılan oylamada Sedat Hakkı Eldem’in aleyhte oy kullandığına
dair bir kayıt bulunmamaktadır.
667
TTK Arşivi, 22/12; Şemsettin Günaltay’ın 17.08.1938 tarihli raporu.
665
202
İbrahim Paşa Sarayı olduğunu, etrafına sonradan yapılan binalar ve ilavelerin yıktırılarak
sarayın asli suretinin açığa çıkartılması ile muhafazasını ve adliye sarayının ise başka bir
sahada yapılması gerektiğini bildirmiştir.668 (Belge 9.)
Türk Tarih Kurumu'nun bu görüş ve kararı üzerine meselenin Cumhurbaşkanı
Atatürk'e aksettirildiği anlaşılmaktadır. Hastalığının seyrinin ağırlaştığı günlere denk
gelmesine rağmen tarih ve kültür meselelerin yakın bir ilgi ile takip ettiği bilinen
Atatürk'ün müdahalesinin meselenin yürüyüş istikametini birdenbire değiştirdiği
görülmektedir.669 Çünkü bilindiği üzere Atatürk’ün himayelerinde çalışmalarını sürdüren
Türk Tarih Kurumu’nun aldığı kararlar, dönemin özelliğine göre kamuoyunda esasında
Cumhurbaşkanı Atatürk’ün fikri ve emri olarak kabul edilmektedir.670 Keza TTK’nın
fikri Başvekâlet’te kabul görmüş, 5 Eylül 1938’de alınan bir kararla saraya sonradan
eklenen binaların ve ilavelerin kaldırılıp asıl cephenin meydana çıkartılması ve ona göre
gereğinin yapılması istenilmiştir.671 (Belge 10.) Bu tarihten Atatürk’ün vefatına kadar
İbrahim Paşa Sarayı’nda her hangi bir yıkım ameliyesi görülmemektedir. Saray ne yazık
ki yerine Adliye Sarayı inşa edilebilmesi için sonraki yıllarda tahrip edilmiştir. Sedat
Çetintaş, İbrahim Paşa Sarayı’nın korunmasında Atatürk’ün etkisini şu sözlerle ifade
eder;
“Eğer Ata'mız ölmemiş olsaydı
İbrahim Paşa
Sarayı’nın tek taşını
koparamazlardı.”672
668
BCA, 30-10-0-0 / 213-447-10-4 (19.08.1938); TTK Arşivi, 22/12; TTK’nın Başvekalete 19.08.1938 tarihli yazısı.
S. Çetintaş, a.g.e., s. 332.
670
S. Çetintaş, a.g.e., s. 396.
671
BCA, 30-10-0-0 / 213-447-10-6 (05.09.1938).
672
S. Çetintaş, a.g.e., s. 395.
669
203
Tablo 11. İbrahim Paşa Sarayı’nın Yıktırılması Etrafında Yapılan Yazılı
Tartışmalardan Örnekler
Yazar Burhan Felek Yayımlandığı Tarih ve Yer 15.05.1938, Tan Gazetesi
…Eski mehterhane binası yıkılmak üzere iken: “-Dursun! Antika olup olmadığına
bakalım!” denmiş… Şu uğursuz Mehterhane binası antika olsa ne olacak, olmasa ne
olacak! İçerisinde yapılan bin türlü tadilat ve tamirat yüzünden şüphesiz şimdi eski
çehre ve karakterini tamamen kaybetmiş olan bu köhne binanın tarihi kıymeti olacağı
yıkılıncaya kadar kimsenin hatırına gelmedi mi?... Düne kadar bir zindan olarak
kullanılan bu binanın kıymeti bugün yerine Adliye Sarayı yapılırken mi meydana
çıkmıştır? Ve nihayet “tarihi kıymet” denilen bu iddiaların ölçüsü de nedir? Korkulan
şudur ki; İstanbul gibi her tarafı eciş bücüş binalar, hesapsız ve kontrolsüz harabelerle
dolu olan bir şehirde imar hareketi ve bu zaruretle istimlak ve yıkıp açmak işleri
başlarken önümüze gelen her taşa “-Aman tarihi kıymeti vardır. Kabakçı üzerinde
kibrit çakmıştır” gibi iddialarla bir yığın moloza antikalık tevcih etmeye kalkarsak hele
bu iş bir de moda olursa… Bence bu gibi iddiaları kontrol için salâhiyettar
arkeologlardan, mimarlardan ve tarihçilerden mürekkep bir heyet yapıp İstanbul’un
“tarihi kıymete haiz” binalarını sıkı bir tetkik mahsulü olarak tespit ettirmek lazımdır…
Yazar İmzasız Yayımlandığı Tarih ve Yer 20.05.1938, Akşam Gazetesi
…Şayet hapishane binası fevkalade hatırları saklayan bir bina ise en tipik bir odası, bir
kemeri yahut bir kapısı, müstakbel mamur kısmın ortasında parmaklıklarla çevrili bir
hatıracık olarak kalabilir…
Yazar Ahmet Emin Yalman Yayımlandığı Tarih ve Yer 30.05.1938, Tan Gazetesi
204
…Bugün hapishane olan binalardan çoğu çör çöpten yapılmış döküntülerdir. İçlerinde
biraz fazla hareket edilse yıkılmaları tehlikesi vardır. Binalardan yalnız biri eskidir…
Amerika gibi yüz sene evvel yapılan her eseri tarih sayan, üzerine titreyen ve hatta göz
göre göre efsaneler uyduran yeni bir memlekette olsak bu binaya el uzatmak günah
olurdu. Bunun hudutsuz külfetlerle en eski haline benzetmek ve eski günlerin bir
müzesi diye kullanmak zarurî sayılırdı. Fakat memleketimi için aynı ölçüyü
kullanamayız. Aynı tarihi devre ve aynı mimara ait güzel bir numune istiyorsak
Sultanahmet Camii bütün güzelliği ile karşımızda duruyor. Sonra hapishanede koğuş
diye kullanılan binadan kat kat kıymetlileri, memleketin dört tarafında sayısız miktarda
vardır…
Yazar Süheyl Ünver Yayımlandığı Tarih ve Yer 1938 5-6. Sayı, Arkitekt Dergisi
…Dâhili tertibatı itibarı ile pek mühim olan bu sarayı yıkmayı değil, yıkılmasını bile
hatıra getirmemek ve hatta imkan varsa bunu rüyada bile görmemek lazımdır. Sarayın
yıkılmasını istemeyenler burasının tanzimi hakkında şayan-ı temenni bir takım tamir
ve ihya planları tertibini de düşündüler… Sarayı yıkmak istemek, Türkün Istanbul’daki
tapu senetlerinden birisini daha yıkmak demektir. Merkezi sıkletini Türk eserleri teşkil
eden bu şehirde şimdiye kadar yıkılan eserleri de yeniden yerine koymalıdır ki bu
muvazene bizden kaybolmasın… Bu binanın yalnız tarihi demekle tarihi olması mutlak
icap etmez, tarihi bilinmeyen bir çok binalar da tarihidir. Esasen İbrahim paşa sarayı
gibi her vechile ve hatta taşı toprağı ile tarihi bir bina bile... Ora da gizli kalmaktan
başka bir kabahati olmayan bu asil yüzlü Türk eserinin tarihi yalnız binası değil, ta
kendisidir. O tarihi bile olmasa bedii ve mimari bir eserimizdir. İbrahim paşa sarayı
yıkılmamalıdır... Ziyanı yok yine bir asır harabe halinde dursun…
Yazar Niyazi Ahmet (Banoğlu) Yayımlandığı Tarih ve Yer 31.07.1938, Kurun
Gazetesi
…Bu binayı bu şekilde muhafaza etmek zaruri midir? Tarihi kıymeti o derece üstün
müdür? Tarihten eser olarak kalan bir tek taşın bile bir kıymet olduğunu kabul
205
ettiğimize göre vereceğimiz cevap şudur: -Evet… Umumi hapishanenin bulunduğu yer
tarihi bir yerdir. Tarihin izleri vardır. Yıktırılmamalı. Islah edilmelidir…
Yazar Suad Derviş Yayımlandığı Tarih ve Yer 31.07.1938, Son Posta Gazetesi
…Eski eserleri korumak için en ufak bir hassasiyet ve faaliyet göstermeyen eski eser
meraklıları niçin tam İstanbul şehri için faydalı bir işe teşebbüs edilirken daima
seslerini yükseltiyorlar ve şehrin imarına mâni olmağa kalkışıyorlar? Bu eserler bu
kadar kıymetliyse… Neden onları daha evvel alıp temizleyip, tamir edip, kıymetini ve
manasını tayin edip içinde cereyan etmiş tarihi hadiseleri tespit ettikten sonra kapısına
bir kapıcı ve içeriye ziyarete geleceklerden bir duhuliye alarak bunu hem
İstanbullulara, hem de İstanbul’u ziyarete gelen ecnebi seyyahların tecessüsüne
açmamışlardır? Ortada böyle bir şey yoktur. Sadece şehrin en güzel bir meydanı
kıyısında bir mezbele vardır ve bu yıkılamadığı için de bir takım talihsiz Türk
vatandaşları cezalarını hiçbir medeni memlekette hiçbir mahpusun geçirmediği şerait
içinde geçirmektedirler…
Yazar Hüseyin Cahit Yalçın Yayımlandığı Tarih ve Yer 01.08.1938, Yeni Sabah
Gazetesi
…Bu eser kimin tarafından yaptırılmıştır, neden yaptırılmıştır, bunlar şimdiki halde
ikinci derece kalır. Tarihini, banisini bilmiyoruz diye, şayet ortada tarihi bir eser varsa,
yıkmak icap etmez ya… Kıymetli bir eski eserin mevcudiyetini teslim etmek için Türk
mimarı bile olmaya hacet yoktur… Bizim imar namı ile ortaya koyacağımız şeyler,
hakiki tarihi kıymete haiz harabelerin bir taşı kadar maneviyat ve güzel sanatlar
bakımından kıymete haiz olamaz…
Yazar İbrahim Hakkı Konyalı Yayımlandığı Tarih ve Yer 04.08.1938, Tan Gazetesi
(Fotoğraf 105.)
206
…İstanbul Hapishanesi’nin yerine yapılması mevzuu olan Adliye Sarayı tam hakikat
olacağı zaman ortaya bir takım iddialar atıldı. Hapishane binasının tarihi kıymeti
olduğundan bahsedildi. Hâlbuki bu iddia hiç de doğru değildir. Ve bu iddiaların Adliye
Sarayı’nın inşasını geri bırakmaktan başka hiçbir faydası olmadı… Şimdi yıkılması
mevzuu bahsolunan hapishane binasının sarayla bir alakasını göremiyorum. Eski
resimlerden ve maliye hazine-i evrakına jandarma kumandanlığı tarafından dayanan
kısmında bir bağlantı olmadığı derhal göze çarpıyor. Buradaki kemerin sonradan
örüldüğü de görülüyor. Eski resimlerde hapishane binasının burada yüzü Firuzağa
Camii tarafına dönmüş sütunlu bir kapı ve methali vardır… Ayasofya ve Sultanahmet
Meydanı kurbünde tarih birçok kervansaraylar, hanlar ve misafirhaneler sayıyor… o
günkü ticaret şeraiti göz önüne getirilince bu kesif muhitte muhtelif han ve
kervansarayların bulunmasını kabul etmek zarureti vardır. Ben şimdiki hapishane
binasını Kuyucular Kervansarayı olarak kabul ediyorum.
Yazar İmzasız Yayımlandığı Tarih ve Yer 05.08.1938, Yeni Sabah Gazetesi
“…Umumi hapishanenin mimari kıymeti yoktur. Plan, cephe dahili tertibat itibarı ile
her türlü mimari anasırı şamil değildir. İddia edildiği gibi duvarlarının dört, sekiz veya
on metre kalınlığında olması, mimari bakımından üstünlünü göstermez… hapishane
binasının karşısında duyduğumuz his sonsuz bir hüsran, bitmeyen bir acıdır. Bir harabe
karşısında duyulan acı… çünkü onda bir devrin ifadesini okumak şöyle dursun, zerre
kadar mimari kıymeti yoktur. Ve denilebilir ki, umumi hapishane binası acaibi
seb’adandır. İşte bu itibarladır ki umumi hapishanenin yıkılmasında hiçbir tarihi ve
mimari mahzur görmüyoruz… eskilik tarihin ve kıymetin ifadesi değildir. Sekiz on
arşın enindeki duvarların mimari kıymet ifadesi olmadığı gibi bu itibarla hapishane
binasına hemen kazmayı vurmak lazımdır…”
207
Fotoğraf 105. “Hapishane Binası Niçin Yıkılabilir”, İbrahim Hakkı Konyalı, Tan,
04.08.1938.
208
3.2.4. İhmal ve Bakımsızlık Dolayısıyla Oluşan Tahribat
Eski eser algısı zayıflığının yanı sıra ihmaller neticesinde de pek çok tarihi yapı
ortadan kalkmış ya da zarar görmüştür. Yukarıda da sıkça zikredildiği üzere
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e yaşanan doğal afetler ve savaşlar, ekonomik yetersizliklerle
de birleşince tarihi yapılara uzun yıllar hiçbir müdahalede bulunulamamasına neden
olmuştur. Bu sebeple yapılarda harabiyete sürüklenmeler, çökmeler, yıkılmalar sıklıkla
yaşanmıştır. (Tablo 11.) 1936 yılında Vakıflar Umum Müdürlüğü’nün hazırladığı keşif
bedellerine göre bütün harap durumdaki camilerin tamirleri için 1,5 milyon liraya
ihtiyaç vardır.673 Bu dönemde yaşanan ihmal ve ekonomik sıkıntılardan dolayı sadece
tarihi eserler değil, nispeten yeni sayılabilecek Alman Çeşmesi (1901), Abide-i Hürriyet
(1911) gibi anıtlara dahi bakım yapılamadığından harap duruma düşmüştür. 674 Bu
durumun ilginç bir diğer örneği de Mimar Kemaleddin tarafından 1911 yılında inşa
edilen Beyoğlu Kamer Hatun Cami’nin 1930 yılındaki durumudur. Bir mahallelinin
Cumhuriyet
Gazetesi’ne
gönderdiği
mektupta
caminin
durumu
şu
sözlerle
anlatılmaktadır; “Bakımsızlık şimdi burasını tahrip ediyor. Camiinin kurşunları
çürümüştür. En hafif yağmurlarda bile sular içeriye girmektedir. Yazık günah değil
mi?”675 Zaman zaman bu ihmalkârlık öyle boyutlara ulaşmıştır ki, harap durumda da
olsa ayakta olan eski eserler tıpkı bir arkeolojik malzeme gibi yeniden keşfedilmiştir.
Örneğin 1926 yılında Kapalıçarşı’nın kuyumcular kısmında kargir, minaresi demirden
yapılmış küçük ve metruk bir camii-i şerif “keşfedilmiştir”.676
Günümüzde dahi ihmalkârlıkla kendi haline bırakılan şehir surları bu dönemde
kendi kendine çöken eser grubunun başında gelmektedir. Yukarıda sıkça zikredildiği
üzere şehir surlarına uzun yıllar müdahale edilememiş, adeta kaderine terk edilmiştir.
Bu terk edilme sonucu 1 Mart 1929 günü Yedikule surlarından 6 metrelik bir kısım,
büyük bir gürültü ile yıkılmıştır. 677 (Fotoğraf 106.) Aynı tarihlerde Bozdoğan/Valens
Kemeri’nden de bazı taşlar tutunamayarak savrulmuştur. 678 Ortaya çıkan tehlikeli
durum karşısında Beyazıt Belediyesi Fen Heyetinin önerdiği koruma yöntemi de
oldukça ilginçtir. Buna göre heyet, harap bir hale gelerek kemerden düşme ihtimali olan
673
Cumhuriyet, 06.10.1936.
Politika, 12.02.1930; Cumhuriyet, 28.10.1930.
675
Cumhuriyet, 25.05.1930.
676
Son Saat, 18.09.1926.
677
Cumhuriyet, 03.03.1929.
678
İkdam, 03.03.1929.
674
209
taşlara
müdahale
edilerek
düşürülmesine karar vermiştir.679 Kimi
zaman kendi kendine çöken surların
taşları belediye tarafından satılarak
gelir de elde edilmeye çalışılmıştır.
Örneğin Ayvansaray Korucu Mehmet
Çelebi
mahallesinde
yıkılan
sur
duvarının taşları ile yine bu sur
mahallinden çıkacak horasan harcın
İstanbul Belediyesi tarafından satışa
çıkarılması bu durumun güzel bir
örneğidir.680
Şehir surları özellikle eğitimli
ve
ilgili
güzergâhında
turistlerin
ziyaret
olduğundan
Belediye
Fotoğraf 106. “Yedikule Surları Tehlikede”,
Akşam, 26.05.1929.
zaman zaman Yedikule, Altınkapı, Marmara Sahil Surları gibi bölümlerinde tamirat
yaptırmayı ve ziyaretleri kolaylaştırabilecek kapı, merdiven gibi aksamlar yaptırsa da
yapılan uygulamalar da kısa sürede tahrip edilmiştir.681 Örneğin Edirnekapı tarafında
turistlerin rahatlıkla gezebilmesi için 300 lira masrafla yaptırılan merdiven, kısa sürede
çevre halkı tarafından tahrip edilmiştir. 682 Şehir surları sadece yıkılma tehlikeleri ile
dikkatleri üzerine çekmemiş, hiçbir güvenlik önlemi alınmadığından zaman zaman
üzerinde dolaşanların düşerek yaralanmaları ile de gündem olmuşlardır. Örneğin 1937
yılında Cibali’de Ayşe isimli bir çocuk, Çatladıkapı’da ise Sami isimli bir çocuk
surlardan düşerek yaralanmıştır.683 1938 yılında ise Mehmet Lütfi Bey, Edirnekapı ile
Topkapı arasındaki surlardan düşen düşerek yaralanmıştır.684 Bozdoğan kemeri üzerinde
bir takım kişilerin çıkıp dolaştığının ve kemere zarara verdiğinin tespit edilmesi üzerine
kemerin üzerine kimsenin gezmemesi için bir duvar örülmüş ve son derece çirkin bir
kapı takılmıştır.685
679
Cumhuriyet, 04.03.1929.
Milliyet, 13.09.1933.
681
Akşam, 03.04.1932; Akşam, 17.09.1932.
682
Akşam, 11.03.1930.
683
Akşam, 23.06.1937; Akşam, 14.04.1937.
684
Akşam, 02.02.1938.
685
Akşam, 11.01.1934.
680
210
Fotoğraf 107. “Üç Asırlık Mısırçarşısı Yıkılmak Tehlikesi Geçiriyor”, Son Posta, 13.11.1932.
İncelenen dönemde sadece kıyıda köşede kalmış tarihi eserlerin değil şehrin tam
merkezinde yer alan ve aktif olarak kullanılan eserlerin de harabiyete sürüklenmesi
oldukça ilginçtir. 1932 yılında Mısır Çarşısı’nda yaşanan hadise bu durumun güzel bir
örneğidir. Uzun yıllar tamir görmeyen ve hasarlı durumda olan çarşının Sultanhamamı
tarafına açılan kapı kemerinin üzerindeki dendan şeklindeki destek payandalarından bir
taş parçası 12 Kasım 1932 günü saat 17.30 sıralarında koparak düşmüş ve kapı önünden
geçmekte olan bir kadını yaralamıştır.686 (Fotoğraf 107.) Belediye Fen heyeti ertesi gün
yaptığı incelemede çarşının duvarlarında ani bir çökme tehlikesi olmadığını tespit etmiş,
ancak düşen taşın bulunduğu kapı her ihtimale karşı kapatılarak, yakınında bulunan
dükkan sahiplerine tamirat yaptırılması için birer ihtarname göndermiştir. Heyet aynı
yerde çatlak durumda olan ve kopma ihtimali bulunan iki taşı da düşürmüştür. 687
Gazetelerde, Belediye’nin dükkan sahiplerine yıkılan kapının tamiri için 48 saat mühlet
verdiği, aksi takdirde kapının yıktırılacağı haberleri yer alsa da mal sahipleri ve Müzeler
Akşam, 13.11.1932; Son Posta, 13.11.1932; Milliyet, 14.11.1932. Çarşıdan düşen taşın nispeten küçük olmasına
rağmen gazetelerin haberi “Çarşının Kapısı Yıkılıyor Mu?”, “Üç Asırlık Mısır Çarşısı Yıkılmak Tehlikesi Geçiriyor”
gibi manşetlerle vermesi de oldukça ilginçtir.
687
Akşam, 14.11.1932.
686
211
İdaresi’nin gereken bütçeyi sağlamalarının ardından tamirat başlamış, Müzeler
İdaresi’nden gelen bir uzman ile belediyeden gelen bir mühendis de tamirata eşlik
etmiştir.688
1933 yılında ise Ayasofya ile ilgili bir ihmal tartışması yaşanmıştır. Cumhuriyet
Gazetesi başyazarı Yunus Nadi köşesinde, Fransa’nın Vichy kentine yaptığı bir gezi
sırasında okuduğu bir yabancı gazetede henüz cami statüsünde bulunan Ayasofya’nın
yıkılma tehlikesi ile ilgili haberlerin çıktığını yazmıştır. Nadi, yazısında “Hakikaten
böyle bir tehlike varsa ve onun önüne geçmek de mümkünse hükümetin yapılması lazım
her şeyi yaparak bu büyük eseri yere düşmek felaketinden koruyacağına şüphe
yoktur…” ifadeleri ile hükümete duyduğu güveni belirttikten sonra “Ayasofya
İstanbul’a ziynet veren uçsuz bucaksız kıymetlerden biridir. Medeniyetin tarihi
merhalelerinde bir abide gibi yükselen bu paha biçilmez esere karşı Cumhuriyet
Türkiyesi’nin göstereceği itina ve ihtimam pek fazla olmalıdır…” ifadesi ile
Ayasofya’nın ihmal edildiğine dair bir tarizde bulunmuştur. İstanbul’daki diğer
mabetlerin durumunu örnek göstererek de fikirlerini desteklemiştir; “Sultanahmet,
Süleymaniye, Fatih gibi emsali medeniyet abidelerinin şimdi içinde bulundukları
bakımsız halden kurtarılarak her biri başlı başına bir medeniyet şahikası sayılmak
lazım gelen hakiki mahiyetlerine layık bir itina ile ihata edilmeleri lüzumunu dahi
hatırlatmaktan kendimizi alamayız…”689
Yunus Nadi’nin bu yazısının ardından Vakıflar Umum Müdürü, Cumhuriyet
Gazetesine cevap maiyetinde bir mektup göndermiştir. Umum Müdür mektubunda
Ayasofya Cami hakkında zaman zaman Avrupa gazetelerinde yer bulan “Ayasofya
tehlikede” haberlerinin beş, altı sene evvel hükümetin de dikkatini çektiğini ve Bakanlar
Kurulu kararı ile Mimar Kemalettin Bey’in başkanlığı altında “memleketin en güzide
mühendis ve mimarlarından mürekkep bir heyet”in binanın mevcut durumunu
araştırdığını söylemiştir. Bu heyetin aylarla devam eden uzun bir tetkikten sonra camide
hiçbir tehlike olmadığına dair rapor vermiş olduğunu, daha çok üst örtü sistemi
kurşunlarını içeren bazı tamiratın da yapıldığını hatırlatmıştır.
688
Milliyet, 17.11.1932; Son Saat, 20.11.1932; Akşam, 19.11.1932; Milliyet, 19.11.1932; Milliyet, 20.11.1932; Akşam,
21.11.1932.
689
Cumhuriyet, 03.09.1933.
212
Umum Müdür Niyazi
son
Bey,
söz
olarak
“Binaenaleyh
mektubunda
tehlike
şayiasının
kıymeti
yoktur”
hiçbir
demiştir.
Gerek Ayasofya gerek Yunus
Nadi’nin
eleştirdiği
mimari abideler ile
diğer
ilgili
olarak ise “Yapılan işler
istenilen
bundan
derecede
o
değilse
eserlerin
ehemmiyetleri de mühim bir
Fotoğraf 108. Evkaf Umum Müdürü Niyazi Bey’in
Cumhuriyet Gazetesi’ne Gönderdiği Mektubun Haberi
Cumhuriyet, 16.09.1933.
amildir. Filhakika asırlardan
beri ihmal edilen, ufak bir
taşının değiştirilmesi bile çok derin bir vukuf ve ihtisasa muhtaç olan ve her biri
cihanşümul birer ehemmiyeti haiz bulunan bu eserlerin tamiri çok mühim ve ince bir
meseledir. Mütehassıs işçi bulmakta çok müşkülat çekilmektedir. Bu cihetlerde lütfen
nazarı dikkate alınırsa sekiz, on sene gibi kısa bir zamandan daha fazla iş beklemek pek
de doğru olmasa gerektir. Bu itibarla makalede mevzubahis bakımsızlık tabirinin eski
devirler için kullanıldığını zannetmek isteriz. Esasen bu devir her şeyde olduğu gibi
bilhassa milli harsı alakadar eden bu gibi işlerde hiç bakımsızlığa tahammül
gösteremez” cevabını vermiştir.
690
Gerek Yunus Nadi’nin gerek Niyazi Bey’in
mektubunun kamuoyunda yarattığı etkinin ardından Vakıflar, uzman bir heyete yeniden
Ayasofya Camii’ni inceleterek yıkılma tehlikesi bulunmadığına dair rapor almıştır.691
(Fotoğraf 108.)
Yine Ayasofya kadar göz önünde olup, İstanbul’daki hükümet merkezi olarak
kullanılması dolayısıyla idareciler tarafından düştüğü harap durumun en kolay fark
edilmesi beklenen bir yapı ise tarihî Sadaret makamı ve bu makama da ismini veren
kapısı “Babıâli”dir. Cumhuriyet idaresinin ardından İstanbul Valiliğine tahsis edilen
Sadaret makamı binalarının girişini sağlayan tarihi kapı giriş çıkışlara kapatılmış,
üzerinde yer alan II. Mahmud’a ait tuğralar da örtülmüştür. Son Saat Gazetesi 1928
690
691
Cumhuriyet, 16.09.1933.
Cumhuriyet, 30.09.1933.
213
yılında kapının durumuna “İhmal ve
dikkatsizlikler gözümüze battığı halde
biz bunun farkında olmuyoruz. İşte
bunlardan bir numune… Bu kapının
bir tarafındaki çeşmenin üzerinde
güzel bir saçak vardır ve hatıramız
bizi aldatmıyorsa bir hayli de kıymet-i
tarihiyesi vardır. Hâlbuki aynı kapının
diğer tarafındaki çeşmenin üstündeki
saçak, resmimizde de görüldüğü üzere
harap olmuş ve yalnız bir direkten
ibaret kalmıştır. Bu çirkin manzarayı
acaba gören yok mu? Ve hükümet
konağını velev ki arka kapısında olsun
Fotoğraf 109. Babıâli’nin Harap Durumu İle
İlgili Dikkati Çeken Bir Haber, Son Saat,
20.11.1928.
bu manzara bir az ayıp teşkil etmez
mi?” sözleriyle verdiği bir haber ile
dikkat çekmeye çalışmıştır.692 (Fotoğraf 109.)
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün kapının yakınındaki binalara taşınması üzerine
Babıâli yeniden kullanıma açılmış, ancak herhangi bir tamir görmediği için 1934 yılı
Mart ayında tıpkı Mısır Çarşısı’nda olduğu gibi bazı aksamından taşlar düşmeye
başlamıştır. Hem bir kazaya meydan vermemesi hem de tarihi kıymetini daha fazla
kaybetmemesi için kapı yeniden kullanıma kapatılmıştır. 693 Durum üzerine Emniyet
Müdürlüğü tarihi kapıyı yıkılma tehlikesi olduğu gerekçesi ile tamir ettirmek yerine,
yıktırmak istediğini bildirmiş, Müzeler İdaresi’nden fikrini sormuştur. Müzeler İdaresi
de beklenileceği üzere kapının tezyinî kıymete haiz bir eser olmaktan başka ayrıca bir
tarih hatırası da olduğunu bildirerek yıkılmamasını ve bilakis tamirini temenni etmiştir.
Ancak gerekli tahsisatı hiçbir kurum sağlayamadığı için kapının tamiri geri
bırakılmıştır.694 Nihayetinde Maliye Vekâleti tarihi kapıya sahip çıkmış ilk olarak 800
692
Son Saat, 20.11.1928.
Akşam, 05.03.1934.
694
Milliyet, 16.03.1934.
693
214
lira ardından da 2000 lira tahsisat göndererek Müzeler İdaresi denetiminde tamirini
yaptırmıştır.695
1936 yılında ise İstanbul’un ortasındaki bir başka tarihi eser, Binbirdirek Sarnıcı
ile ilgili çökme tehlikesi iddiaları gündeme gelmiştir. İstanbul Belediyesi Fen Heyeti
yaptığı yerinde incelemede sütunların birkaç tanesinde çatlamalar olduğunu ve eğer
sarnıcın harabiyeti giderilmezse çökme riskinin bulunduğunu tespit etmiştir.
696
Durumun İstanbul Müzeler İdaresi’ne bildirilmesinin ardından İdare bir komisyon
kurarak sarnıcın incelenmesine karar vermiştir. Müze ve Fen Heyeti’nin beraber yaptığı
incelemenin ardından sütunlardaki çatlaklıkların sarnıçta çöküntüye sebep olabilecek
mahiyette bir problem olmadığına ancak ağır vasıta araçların sarnıç üzerinden
geçmesinin yasaklanmasına karar vermiştir.697 (Fotoğraf 110.)
Fotoğraf 110. Binbirdirek Sarnıcı’nda Yaşanan Çökme
İddiaları İle İlgili Haber, Son Posta, 11.02.1936.
695
Milliyet, 05.04.1934; Milliyet, 06.09.1934.
Tan, 09.02.1936; Son Posta, 10.02.1936.
697
Cumhuriyet, 11.02.1936; Akşam, 12.02.1936; Akşam, 11.02.1936; Akşam, 14.02.1936; Cumhuriyet, 14.02.1936;
Tan, 15.02.1936.
696
215
Tablo 11. 1923-1938 Yılları
Kaynaklanan Tahribattan Örnekler
Yapının Adı
Tarih
Vezir Hanı
21 Eylül 1924
Arasında
İhmal
Ve
Bakımsızlıktan
Geçirdiği Tahribat
1894
depreminden
sonra
duvarlarında
derin
çatlaklar oluşan Vezir Han uzun yıllar bakımsız
kalmış, kubbeleri ve duvarları üzerinde ağaçlar
çıkmıştır. Gittikçe güçsüzleşen duvarların etkisi ile
5 hücresi aniden çökmüştür. Bir kadın enkaz altında
kalarak can vermiştir.698 (Fotoğraf 111.)
Büyük Valide
21 Mart 1926
Çakmakçılar Yokuşu’nda Büyük Valide Han’ın
ikinci kısmı olan ve Han-i Sagir (Küçük Han)
Han
olarak
anılan
75
hücreli
bölümde
çökme
yaşanmıştır. Esasında harap durumda olan hanın bir
bölümü ile ilgili Beyazıt Belediye Şubesi Fen
Heyeti
yıkılmak
üzere
bulunan
kubbeli
kemerlerinden bir kısmının yıktırılmasına karar
vermiş, ancak uygulamaya geçilemeden kendi
kendine çökmüştür. 699 (Fotoğraf 112.)
Eyüp Pertev
1927
Paşa Türbesi
1572 tarihinde inşa edilen Pertev Paşa Türbesi’nin
ana mekân üzerindeki ahşap kubbesi çökmüştür.700
Kapalıçarşı
1929 Nisan
Sandal
Ayı
Bedesteni
Kapalıçarşı’daki
Nuruosmaniye
yanındaki
Sandal
tarafındaki
köhne
dükkân
Bedesteni’nin
kapısı
ve
yıkılma
kapının
tehlikesi
gösterdikten sonra boşaltılmış, birkaç saat sonra da
büyük bir gürültü ile birdenbire yıkılmıştır.701
Beyoğlu Ağa
1929 Mayıs
Camii
Ayı
Cadde
üzerindeki
avlu
duvarlarının
sıvaları
dökülmüş, taşların bir kısmı yerinden oynamıştır.702
Tevhid-i Efkâr, 23.09.1924. Bulduğu gazete kupürünü benimle paylaşan Serkan Kılıç’a teşekkür ederim.
Milliyet, 22.03.1926; “Büyük Valide Hanı”, REK. İ.A., C. 6, İstanbul 1963, s. 3313.
700
Müller-Wiener, a.g.e., s. 531.
701
Cumhuriyet, 30.04.1929; Akşam, 01.05.1929.
702
Akşam, 10.05.1929.
698
699
216
Yerebatan
1929 Temmuz
Sarnıcı
Ayı
Gündeme
gelen
çökme
iddialarının
ardından
Şehremaneti Fen Heyeti, yerinde inceleme yapmış,
sarnıcın
tonozlarından
görülmüş,
çöküntüler
bazılarının
üzerleri
çatladığı
doldurulmak
suretiyle tamir edilmeye çalışılmıştır. Sarnıcın
üzerindeki mahalledeki yıkılma tehlikesi bulunan
bazı evlerin de kaldırılmasına karar verilmiştir.703
Eyüp Eskiyeni
1930 Mart Ayı Kadınlar kısmında kadınlar yıkanırken birdenbire
Hamamı
hamamın üst örtü sisteminde çökme yaşanmış, olay
üzerine Belediye hamamı kapatmıştır.704
Ebulfazl
1930’dan
1894 depreminde oldukça zarar gören eser, 19l4'te
Mahmud Efendi
sonra
harap durumda olduğu için kadro dışı bırakılmıştır.
Medresesi
1930'dan sonraki yıllarda, revakları, bütün kubbe,
kemer ve sütunları ortadan kalktığı gibi, cadde
üzerindeki gösterişli giriş ve duvar da yok
olmuştur.705
Sur-İ
Sultanî’nin
Gülhane
Bahçesine Girişi
1932 Mart Ayı Yağmur ve kar sularının tesiri ile Sur-ı Sultanî’nin
Gülhane Parkına girişi sağlayan kapısı ve iki
yanındaki
sur
parçalarında
çatlaklar
ve
taş
düşmeleri yaşanmıştır.706 (Fotoğraf 113.)
Sağlayan Kapısı
Nuruosmaniye
1932 Mart Ayı Kütüphanenin kuzey tarafındaki duvarları ve
Yazma Eserler
mermer levhalarında eski yangınların da tesiri ile
Kütüphanesi
çatlaklar oluşmuştur. Binanın altındaki dükkânların
demircilere ve fırıncılara kiralanması sebebiyle
gürz sesleri ve örs darbeleri binayı sarsmaya
başlamış, orijinalinde bacasız olan dükkânlardan
çıkan duman ise hem binanın cephe tezyinatını hem
de kitapları olumsuz etkilemeye başlamıştır.707
703
Cumhuriyet, 18.07.1929; Son Saat, 19.07.1929; Milliyet, 22.07.1929.
Vakit, 15.03.1929.
705
Semavi Eyice, “Ebulfazl Mahmud Efendi Medresesi”, TVİA, C. 3, İstanbul 1994, s. 121.
706
Son Posta, 12.03.1932.
707
Son Posta, 29.03.1932.
704
217
Kapalıçarşı
15 Temmuz
Sandal
1936
Kapalıçarşı’nın Sandal Bedesteni kısmında 4
numaralı dükkânın çatısı birden bire çökmüştür.708
Bedesteni
Sultanahmet
1936 Eylül
Bir ara bir yemişçinin deposu olmuş, daha sonra
Arasta Sebili
Ayı
terk edilmiştir. Çatısı çöken yapının kapısı kırılmış,
İçindeki renkli çiniler sökülmüş, kitabe taşları
yerinden oynatılmıştır.709
İvaz Efendi
1936 Ekim
Camlarının bazıları kırılmış, kurşunları eksilmiştir.
Camii
Ayı
Bu nedenle sıvalarda dökülmeler başlamış olup
üzerinde otlar bitmeye başlamıştır. Minaresi de
yıkılmıştır.710
Haseki Bayram
1936 Aralık
Paşa Türbesi ve
Ayı
metruk
kalmış,
yıkılacak
bir
hal
almışlardır. Cephe taşlarının önemli kısmı kırılmış
ve dökülmüştür.711
Sebili
Cağaloğlu
Tamamen
1937’den önce Güneydoğu köşesindeki kısım ve odalardan üçünün
Rüstem Paşa
kubbesi çökmüştür.712
Medresesi
Kız Taşı
1937 Mart Ayı Kaidesinin kaydığı ve devrilme tehlikesi olduğu
iddiasının tetkiki için müzeler idaresi tarafından bir
(Markianos
Sütunu)
heyet
görevlendirilmiş
ve
yerinde
inceleme
yapmıştır.713 (Fotoğraf 114.)
Şehir Surları
1937 Mayıs
Ayı
Edirnekapı-Sulukule mevkiinde surdan büyük bir
parça
tamamıyla
yıkılmıştır.
Sulukule
halkı
faciadan kıl payı kurtulmuştur.714
708
Cumhuriyet, 17.07.1936.
Encümen Arşivi, Dosya 26.
710
Encümen Arşivi, Dosya 44.
711
Cumhuriyet, 20.12.1936.
712
Encümen Arşivi, Dosya 338.
713
Cumhuriyet, 29.03.1937; Cumhuriyet, 30.03.1937.
714
Akşam, 26.05.1937.
709
218
Vaniköy Camii
1937 Aralık
Caminin iç ve dış sıvaları döküldüğü gibi önündeki
Ayı
sahilin dalgaların tesiri ile günden güne çökmüştür.
Dış avlusunun bazı duvarlarında da çökmeler
yaşanmıştır.715
Topkapı Kara
1938 Ağustos
Camiinin iç kısmında sıva tabakaları ve kalemişleri
Ahmet Paşa
Ayı
dökülmüş, mermer oyma korkulukları kırılmıştır.
Medrese odalarının kurşun örtülerinin çalınması
Camii
nedeniyle harap bir durumdadır.716
Balat Ferruh
1938
Bakımsızlıktan çatısı çökmüştür.717
Kethüda Camii
Akşam, 22.12.1937.
Cumhuriyet, 03.08.1938.
717
Encümen Arşivi, Dosya 397.
715
716
219
Fotoğraf 111. Vezir Han’da
Yaşanan Çökme ile İlgili Haber,
Tevhid-i Efkâr, 23.09.1924.
Fotoğraf 113. Gülhane Parkının Bir Kısım
Duvarları Dökülüyor, Son Posta, 12.03.1932.
Fotoğraf 112. Valide Han’ın 1937 Yılındaki
Harap Durumu, Encümen Arşivi,337
Fotoğraf 114. Kız Taşında
Yaşanan Kayma İddiaları İle
İlgili Bir Haber, Cumhuriyet,
30.03.1937.
220
3.2.5. Vakıf Müessesesinin Çözülmesi Dolayısıyla Yaşanan Tahribat
İslam kültüründe hayır yapma ve yardımlaşmanın en önemli aracı olan vakıflar,
yüzyıllar süren tekâmülün ardından sadece bir kavram ve müessese olmaktan çıkarak
bir kültür muhitine dönüşmüştür. II. Mahmud döneminde Yeniçeri Ocağı‟nın
kaldırılmasının ardından Evkaf-ı Hümâyun Nezâreti kurularak önemli vakıfların
denetimi devlet eline geçmiştir. Tanzimat‟la birlikte vakıfların idaresini düzenleyen
mevzuat genişletilmiştir. 718 Evkaf-ı Hümayûn Nezareti‟nin kurulması ile vakıflar
ekonomik özgürlüklerini kaybetmiş, gelir ve gider kalemleri merkezi bütçe tarafından
yönetilmiş, bu uygulama sonucunda yeterince ilgi göremeyen vakıf eserler harap ve
bakımsız bir hale gelmiştir. Hatta kimi zamanlarda görevlilerin maaşları ödenememiş,
vakıflar yaşamlarını idame ettirebilmek için borçlu vaziyete dahi düşmüşlerdir. 719 II.
Meşrutiyet yıllarında Evkaf-ı Hümayûn Nezareti öyle bir durumdadır ki, İstanbul‟da
dahi vakıf hayır eserlerinin ve akarlarının sayısı ile bunlardan hangilerinin tamire
muhtaç olduğu sıhhatli bir şekilde tespit edilememiştir. Bilindiği üzere Ankara
Hükümeti tarafından 1921‟de kurulan Şer„iyye ve Evkaf Vekâleti, 3 Mart 1924‟te
kaldırılmış, yerine Başvekâlete bağlı Evkaf/Vakıflar Umum Müdürlüğü kurulmuştur.
Vakıflara bağlı tarihi eser statüsündeki hayır eserleri ya da bu hayır eserlerine
gelir sağlayacak emlakin Osmanlı döneminden itibaren yaşadığı en önemli problem, asli
vazifesinden çıkartılarak başka maksatlarla kiraya verilmesi ya da satılmasıdır. Vakıf
mallarının satılamayacağı hükmü uyarınca İmparatorluk döneminde bu satışlar “bilicareteyn” denilen usul ile elden çıkartılmıştır. “Çifte kira” anlamına gelen bu yöntem
ile elden çıkarılmak istenilen bir emlak, satış bedeli üzerinden 200-300 yıllığına kiraya
verilir ardından bu kiralama bedelinin önemli bir kısmı hemen tahsil edilir, kalan cüzi
kısmı aylık ya da senelik taksitler halinde kiralayan tarafından ödenirdi. Bu yöntemle
bir emlaki kiralayan kişinin vefatının ardından her türlü tasarruf hakkı çocuğuna ve
torununa geçmektedir. Ancak kiralayan kişi resmi olarak hiçbir zaman bu mülkün sahibi
olmamış, kiraladığı malı satması, şeklini değiştirmesi gibi durumlara başvurması
halinde ise uygulama hukuken geçerli sayılmamıştır.
718
719
Bahaeddin Yediyıldız, “Vakıf”, DİA, C. 42, İstanbul 2012, s. 485.
N. Öztürk, a.g.e., s. 200.
221
Fakat bu kadar uzun zamana dayalı olarak
yapılan kiralamalarda şüphesiz kiracı, çoğu zaman
mülk sahibi gibi davranmış, Vakıflar da devletin en
zor
zamanlarında
bu
mülklerin
takibini
yapamadığından çoğu zaman bu mülkler elden
çıkarılmış yahut asli şeklini kaybetmiştir. 720
1935 yılında çıkartılan Vakıflar Kanunu ile
bu duruma son verilmiş, üzerlerinde bu suretle bina
ve arsa bulunan kimseler, kalan kiralarının yirmi
senelik kısmını ödemek şartıyla mülklerin tapularını
doğrudan kendi üzerlerine almışlardır. İcaretyn
uygulamasından en çok zarar gören eski eser grubu
hamamlardır. Pek çok hamam bu vasıta ile şahsi
mülk olmuş, evlerde modern banyo tesisatlarının
kurulması ile müşterileri de azalınca yıktırılıp
yerlerine
iş
yapılmıştır.
721
hanı,
apartman
gibi
binalar
Elde bulunan bu gibi mülkleri
yıkamayanlar ise daha fazla gelir sağlayabilmek
adına yapıları genellikle depo, imalathane, atölye
olarak kiraya vermişlerdir. 722 (Fotoğraf 115.) Bu
şekilde
büyük
Üsküdar‟daki
tahribe
Mimar
uğrayan
Sinan
bir
eseri
hamam
Çarşı
Hamamı/Nurbanu Sultan Hamamı‟dır. Bi‟l-icareteyn
usulüyle elden çıktığı anlaşılan 16. yüzyıl eseri
Fotoğraf
115.
Cumhuriyet
Döneminde
Hamamların
Vaziyetini Tasvir Eden Önemli
Bir Haber, Bugün, 17.10.1938.
hamam, hamam olarak işletilmesinden istenilen kârı
getiremeyince Cumhuriyetin ilk yıllarında Salim
Nuri Bey‟e tütün deposu olarak kiraya verilmiştir.
“Bilicrateyn”, REK. İ.A., C. 5, İstanbul 1961, s. 2777-2778.
Hamamlar ile ilgili 1938 yılında Bugün Gazetesi‟nde yer alan bir bahis kaydedilmeye değerdir; “…Hamamları
yıkmak çok zor olduğu gibi tonozdan ibaret olan enkazı da para etmiyor. Bu yüzden birçok hamamlar metruk
kalmışlar ve harap olmaya yüz tutmuşlardır. Müzeler İdaresi tarihi kıymeti olan hamamların yıkılmaması için
tedbirler almaktadır. Geçen sene Üsküdar’da yıktırılmaya başlanan iki hamam durdurulmuştur…” Bkz; Bugün,
17.10.1938.
722
Reşat Ekrem Koçu, duruma tepkisini şu sözlerle vermiştir; “O canım İstanbul hamamlarının içleri bozuldu,
mahvoldular. Yer yüzünde hiçbir tarihi belde, koca koca ve biri öbüründen güzel çarşı hamamlarını kaybeden
İstanbul kadar ağır tecavüze uğramamıştır. İstanbul hamamlarını yıkanlar, bozanlar ve onlara bu imkânı verenler,
pis hasis maddi çıkarları uğruna bu şenaati irtikap edenler, Türk İstanbulu’nun tarihinde, zaman gelecek isimleri
kaydedilerek haşre kadar lanet ile anılacaklardır.” Bkz; “Bilicrateyn”, REK. İ.A., C. 5, İstanbul 1961, s. 2778.
720
721
222
R. E. Koçu‟nun ifadesine göre Nuri
Bey yedi sene kadar hamamı içerisinde en
küçük bir tahribat yapmadan kullanmıştır.
Sonraki yıllarda on altıya çıkan varisler, daha
fazla gelir elde edebilmek adına hamamın
içerisindeki bütün mermerleri ve kurnaları
söktürerek satmıştır. Daha sonra hamam bu
on altı varisten Mehmet Bozkurt isimli başka
bir tüccarın eline geçmiş, yapılan ekleme ve
tamiratların ardından günümüzdeki çarşı
şeklini almıştır.723
Özel mülk haline gelmiş olan vakıf
malları, zaman zaman bankalar tarafından
haczedilmiş, zaman zaman da serbest olarak
satılmıştır. Örneğin Cerrah Mehmet Paşa
Fotoğraf 116. Kayış Mustafa Ağa
Medresesi Dershanesi (1936), Encümen
Arşivi, Dosya 330.
Külliyesi‟nin çifte hamamı zamanla özel mülkiyete geçmiş, 20. yüzyılın başlarında
harap olmuş ve 1934‟de sahibinin 500 lira vergi borcundan dolayı yıktırılmıştır. 724
Benzer bir şekilde Hocapaşa‟da yer alan ve 17. yüzyılın başlarında inşa edilen Kayış
Mustafa Ağa Medresesi‟nin de Emlak ve Eytam Bankası tarafında haczedildiği
anlaşılmaktadır. (Fotoğraf 116.) Vakıflar tarafından 1915 yılında Hicaz Demiryolu
İdaresi‟ne satılan
725
ve Emlak ve Eytam Bankası‟nın mülkiyetine nasıl geçtiği
bilinmeyen medrese için 24 Şubat 1930 ve 6 Mart 1930 tarihinde banka tarafından
Cumhuriyet Gazetesi‟ne satış ilanı verilmiştir. 2500 lira teminat bedeli istenilen
medrese 10 Mart günü yapılan müzayedede satılamamıştır. 14 Nisan 1930‟da bedeli
senelik sekiz taksit halinde ödenmek şartıyla yeniden satışa sunulsa da yine alıcı
çıkmamıştır.726 Aradan geçen üç yılın ardından Emlak ve Eytam Bankası, medreseyi
mevcut haliyle satamayacağını anlamış olacak ki, üzerindeki yapıyı kaldırıp daha sonra
arsasını satılığa çıkarma düşüncesi ile Kayış Mustafa Ağa Medresesi‟nin ayakta kalan
aksamını 25 Şubat 1933 günü satışa çıkarmıştır.
“Büyük Hamam”, REK. İ.A., C. 6, İstanbul 1963, s. 3281-3284.
Emin Nedret İşli, “Cerrahpaşa”, TVİA, C. 2, İstanbul 1993, C. 1 s. 418.
725
Encümen Arşivi, Dosya 330.
726
Cumhuriyet, 24.02.1930. Medrese ilanlarda Kalın Mustafa Ağa Medresesi olarak anılmştır.
723
724
223
İlanda moloz olarak sayılan aksamın miktarı şöyledir; Moloz taşı tahminen 758
m3, yonca taşı 55 m3, tuğla miktarı; 15.000-16.000 adet. 727 Bu satışın gerçekleşip
gerçekleşmediği bilmemekle birlikte, bir sonraki ay verilen bir başka ilanda arsa ya da
mimari aksamından bahsetmeden 4000 lira teminat bedeli ile tekrar satışa
çıkarılmıştır.728 1934 ve 1936 yılında da satışa konulan medrese ile ilgili son ilan 1936
Temmuz ayında verilmiştir ve artık Kalın Mustafa Ağa Medresesi arsası olarak
anılmıştır.729 Encümen Arşivi‟nde yer alan 29 Aralık 1936 tarihli fotoğrafta ise yapı
harap olmakla birlikte ayakta görülmektedir. (Fotoğraf 117.) Medreseden geriye kalan
mimari aksam 1938‟de yıktırılmış, arsasına Maliye Tahsil Şubesi olarak kullanılan bina
yaptırılmıştır.
730
Böylelikle medresenin Emlak ve Eytam Bankası‟ndan Maliye
Bakanlığı‟na yani yine devlete devredildiği ya da satıldığı anlaşılmaktadır.
Fotoğraf 117. Kayış Mustafa Ağa Medresesi Hücreleri (1936), Encümen Arşivi, Dosya 330.
727
Cumhuriyet, 22.02.1933.
Cumhuriyet, 03.04.1933.
729
Cumhuriyet, 23.07.1933.
730
M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 52.
728
224
Fotoğraf 118. Çukurçeşme Hamamı’nın Enkazının Satış İlanı, Zaman, 24.09.1934.
Benzer bir şekilde elden çıkarılan bir hamam da Laleli‟de bulunan Çukurçeşme
Hamamı‟dır. Fatih döneminde inşa edilip Kazasker Hamamı olarak da anıldığını tespit
eden S. Eyice, hamamın 1851 yılındaki satış ilanını yayımlamıştır.731 Laleli - Aksaray
semtlerini tahrip eden 1911 yılındaki yangına kadar çalışan hamam, bu yangından
kullanılamayacak hale gelmiştir. Yangından sonra tamir edilmeyen bu eski eser
çevresindeki yangın yeri boşluğunun ortasında harap bir halde uzunca süre kalmıştır.
1918 Fatih yangınından sonra hemen yakınına yapılan Tayyare Apartmanları‟nın
istimlâk sahası içinde bulunan hamam Tayyare Cemiyeti tarafından satın alınmış
olmalıdır. Nitekim 1934 yılında Tayyare Cemiyeti‟nin verdiği bir ilan ile satışa
çıkarılmıştır.732 (Fotoğraf 118.)
“XX. Yüzyıl Başlarında (1900-1922) Eski Eser Yıkımları ve Tahribi
Durdurmaya Yönelik Çalışmalar” başlıklı bölümde incelendiği üzere Hayri Efendi‟nin
Evkaf Nazırlığı sırasında çıkartılan bir kanunla harap durumdaki vakıf mallarının satışı
hukuki güvence altına da alınmıştır. Vakıfların II. Meşrutiyet yıllarından itibaren
toparlanma ve gelir arttırma çabaları ile zikredilen satış ve uzun süreli kiralama
uygulamaları birleşince ortaya oldukça ilginç sonuçlar çıkmıştır.
Örneğin Ayasofya Cami‟nin bahçesinde yer alan bazı kahveler ve dükkânlar bir
şekilde şahısların mülkiyetine geçtiğinden, bu şahıslar zamanla Ayasofya‟nın avlusunun
bir kısmına da sahip olduklarını iddia etmiş, yapılmak istenilen istimlâklere
731
732
Semavi Eyice, “İstanbul’un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri II…”, s. 160-161.
Cumhuriyet, 18.09.1934; Milliyet, 22.09.1934; Zaman, 24.09.1934.
225
Fotoğraf 119. Ayasofya Camii Avlusundaki 60 ve 108 Hisseli Dükkanlara Ait İstimlak İlanı,
Akşam 23.02.1933.
direnmişlerdir.733 Verilen istimlâk ilanlarından bu dükkânların bazılarının mülkiyetinin
108 hisse sahibine kadar bölündüğü anlaşılmaktadır.734 (Fotoğraf 119.) Daha da ilginç
bir durum ise Ayasofya Cami‟nin minaresinin giriş/kaide kısmını teşkil eden kürsü
kısmının bir kişinin özel mülkiyetinde bulunmasıdır. Yine hukuksuz bir şekilde ele
geçirildiği anlaşılan zikredilen minare, sahibi tarafından 1930‟lu yıllarda Şekerci
Ramazan isminde bir şahsa odun deposu olarak kiraya verilmektedir.735 Minarenin alt
kısmının nasıl ele geçirilip şahıs mülkü haline gediğine dair pek çok rivayet yayılmıştır.
Bunlardan ilkine göre Sultan II. Mahmud zamanında bir cariye saraydan azat edilmiş,
azat edilen cariyeye usulden olduğu üzere bol kira getirecek bir yer tahsis edilmek
istendiğinde o vakit çarşı ve şekerci dükkânlarının içinde kalan bu yer seçilmiştir.
Şekerci Ramazan da depo olarak kullandığı mekânı, cariyenin soyundan gelenlerden
kiraladığını iddia etmiştir.736 Bir diğer rivayete göre ise yine II. Mahmud döneminde
Ayasofya ile Alemdar Caddesi‟ni ayıran sokakta “Börekçi Güzeli” namıyla bilinen bir
börekçi dükkânı ortadan kaldırıldığından, dükkân sahibi börekçi yersiz yurtsuz kalmış,
bir gün camii çıkışında Sultan Mahmud‟a durumu anlattığında padişahın ihsanı ile
karşılaşmış ve istediği bir yeri seçebileceği söylenmiştir. Bunun üzerine börekçi, börek
ve tatlı yapacak alet ve edevatını koymak için minarenin altını istemiş, padişah da kabul
etmiştir.737 Ayasofya içerisindeki bu farklı mülkiyetlerin bir kısmı 1933 yılında738, kalan
kısmı ise müzeye dönüştürülmesi sırasında istimlâk edilmiştir.739
733
Son Saat, 04.05.1929; Politika, 24.04.1930.
Akşam, 23.02.1933.
735
Politika, 27.04.1930; Cumhuriyet, 08.06.1932.
736
Cumhuriyet, 08.06.1932.
737
Akşam, 18.10.1932.
738
Akşam, 23.02.1933.
739
Son Posta, 26.02.1936. Burada zikredilmesi gereken ilginç bir nokta da Ayasofya‟nın müzeye dönüştürülme
kararnamesinde bulunan bir hükümdür. Buna göre Evkaf Umum Müdürlüğü‟nün Ayasofya dâhilinde ve çevresinde
bulunup özel mülkiyete geçirilmiş yapıları istimlâk etmeye bütçesi yeterli gelmediğinden, istimlâk masrafları
müzenin bağlı bulunacağı Maarif Vekâleti bütçesinden karşılanmıştır. Bkz; BCA, 30-18-1-2 / 49-79-6. (24.11.1934).
734
226
Sultanahmet
Cami‟nin,
dikilitaşların bulunduğu meydana bakan
dış avlu kapısı üzerindeki odalar da 20.
yüzyıl itibariyle Vakıflar tarafından
elden çıkarılmış bulunmaktadır. Öyle ki
bu kapı üzerinde yer alan ve “mahya
odaları” olarak anılan yerlerin tapusunu
elinde bulunduran şahıs, 1932 yılı
Temmuz ayında yeni inşaat yapmak
üzere kapıyı yıktırmaya başlamıştır.
Olaya Müzeler İdaresi ve İstanbul
Belediyesi hemen müdahil olmuş, yıkım
Fotoğraf 120.
Sultanahmet Külliyesi
Kapılarından Birinde
Yaşanan Yıkım
Hakkında
Çıkan
Haber,
Cumhuriyet,
12.07.1932.
yarıda durdurulmuştur. 740 (Fotoğraf 120.) Günümüzde de kapının bir kısmı yıkık
vaziyettedir. Halil Edhem Bey aynı yıl içerisinde düzenlenen I. Türk Tarih
Kongresi‟nde sunduğu tebliğinde bu konuya şu sözlerle değinmiştir; “Sultanahmet
Camii’nin avlu kapılarının üzerindeki odalardan Ticaret Mektebi tarafındakinin bir
kısmını şu son günlerde birisi hainâne bir surette yıktı. Meğer vaktiyle Evkaf orayı da
satmış imiş. Kimse mani olamadı. Zira mahkemeden ilam almış imiş. Orayı tekrar inşa
etmeye bu adamı mecbur etmeli. Bu cüretinden dolayı da kendisini veya sebep olanları
ağır bir surette cezaya çarpmalıdır.”741
Yine benzer bir durum Taksim‟de bulunan I. Mahmud dönemine ait su
makseminin mülkiyetinin tespiti konusunda yaşanmıştır. İstanbul Belediyesi, tarihi
maksemin bulunduğu arsada tiyatro binası inşa etmek istediğinde I. Dünya Savaşı
yıllarında Taksim Meydanı, kışlası ve civarını satın alan şirket 742, tarihi maksemi de
satın aldığını, kendi mülkü olan bu yapının yıkımı için bedel ödenmesi gerektiğini iddia
etmiştir.
Cumhuriyet, 12.07.1932; Akşam, 24.09.1932; Kemal Altan, “Klasik Türk Mimarları: Mimar Mehmet”, Arkitekt,
S. 80 (1937), s. 226.
741
Halil Edhem, a.g.m., s. 566.
742
İstanbul Emlak Şirket-i Osmaniyyesi isimli şirket tarafından satın alınmak istenen kışla ve çevresi için devlet ile
şirket arasındaki müzakereler 1915 yılında başlamıştır. Ardından maliye ile şirket temsilcileri arasında yapılan satış
mukavelesindeki bazı maddelere ve arazinin ifrazına dair hususlara Şehremaneti itiraz edince, satış ve kışlanın devir
süreci sekteye uğramıştır; bu arada süren I. Dünya Harbi ve onun yarattığı olağanüstü şartlar kışlanın adı geçen
şirkete devrini de geciktirmiştir. Şirket bu süreçte kışla arazisine küçük ölçekli bir takım binalar inşa etmiştir. Bu
durum, Cumhuriyetin ilanından sonra kışla yapılarının ve meydanın (Talimhane‟nin) Türkiye Cumhuriyeti‟nin malı
olarak tasdikiyle son bulacaktır. Bkz; Yüksel Çelik, “Mit ve Gerçek Arasında: Taksim Topçu Kışlası (Beyoğlu Kışlai Hümâyûnu)”, Osmanlı İstanbulu III: III. Uluslararası Osmanlı İstanbulu Sempozyumu Bildirileri 25-26 Mayıs
2015, İstanbul 2015, s. 472.
740
227
Belediye ise maksemin, çeşme ve
sebillerin Vakıflardan belediyelere devredilmesi
hakkındaki kanun kapsamında kendi idarelerine
bırakıldığını bildirmiştir.
743
Konu ile ilgili
davanın 1938 yılı Şubat ayında dahi devam
ettiği tespit edilmiştir. 744 (Fotoğraf 121.) Yine
aynı
şekilde
mülkiyeti
de
Kalenderhane
bir
şahsın
Medresesi‟nin
eline
geçmiştir.
Bedestani Ali Bey ismindeki bir kişi medrese
arazisi üzerinde aidiyet iddia etmiş ve aldığı bir
mahkeme kararı ile bunu belgelendirmiştir.
Tevhid-i Tedrisat kanunu ile medrese binalarının
devredildiği İstanbul Belediyesi, karar aleyhine
temyize giderek davanın yeniden görülmesini
talep etmiştir.745
Fotoğraf 121. Taksim Meydanındaki
Tarihi Su Makesemi İle İlgili Dava
Haberi, Cumhuriyet, 12.07.1932.
Vakıflar İdaresi, tapuyla sahip olunmuş bu eski eserleri istimlâk etmek için
ayrıca para harcamıştır. Ancak Vakıfların şahısların eline geçen eski eserleri kolayca
takip edemediği de görülmektedir. Öyle ki Cumhuriyet döneminde henüz Vakıflar adına
tapuya geçirilmemiş bazı eski eserlerin tapu kaydı yapılacağı sırada gazetelere ilanlar
verilerek bu eser üzerinde hak iddia edenler olup olmadığı sorulmuştur. Örneğin 1934
yılında Eyüp‟deki Mihrişah Valide İmareti‟nde ve Eminönü Küçükpazar‟daki Salih Ağa
Mescidi arsasında hak sahibi olduğunu iddia edenler için gazetelere ilan verilmiştir.746
Vakıflar açısından eski eserlere müdahale etmeyi zorlaştıran bir diğer durum da
İstanbul Belediyesi ile yıllarca aşamadığı problemlerdir. “XX. Yüzyıl Başlarında (19001922) Eski Eser Yıkımları ve Tahribi Durdurmaya Yönelik Çalışmalar” başlıklı
bölümde zikredildiği üzere Vakıflar İdaresi ile İstanbul Belediyesi, Hayri Efendi‟nin
Evkaf Nazırlığı – Cemil Topuzlu‟nun Şehreminliği döneminden (1912-1914) itibaren
rekabet ve anlaşmazlık içinde olmuş, iki kurum da birbirlerinin yaptıkları işlere çeşitli
zorluklar çıkartmışladır. İki kurumun İmparatorluk döneminden miras kalan bu
Cumhuriyet, 10.02.1930; İnkılâp, 10.02.1930; Akşam, 01.09.1932.
Akşam, 10.02.1938.
745
Akşam, 02.12.1933.
746
Milliyet, 11.02.1934. Aynı durum İstanbul Belediyesi için de geçerlidir. Bkz; Haber, 22.11.1934.
743
744
228
yaklaşımları
Cumhuriyet
döneminde
kabul
edilen
yasalarla
vakıf
eserlerin
mülkiyetlerinin başka kurumlara nakledilmesinin ardından daha çetrefilli bir hal
almıştır. (Fotoğraf 122.) Bu iki devlet kurumu arasındaki problemlerin, devlet
mekanizmasının yekvücut bir hale geldiği tek parti döneminde devam etmesi de oldukça
ilginçtir. İki kurum arasında olan gerginliği göstermesi açısından Evkaf Umum Müdürü
Niyazi Bey‟in 1929 yılında İstanbul‟a geldiği sırada gazetelere verdiği mülakat
önemlidir. Niyazi Bey, ilk olarak İstanbul Şehremaneti‟ne devredilen çeşme ve sularla
ilgili şu açıklamayı yapar;
“Şehremaneti vakıf suları aldı, fakat Yeni Camii şadırvanları,
Nuruosmaniye, Fatih ve Sultan Selim Camilerinin çeşmeleri akmıyor.
Emanet, vakıf suların varidatını istiyor; derhal vermeye hazır olduğumuzu
müteaddit defalar bildirdik. -Vakfiyeleri gelin birlikte tetkik ederek sulara
ait varidatı devralın- dedik; olmadı. -Vakfiyelerin fotoğraflarını aldırın da
siz bu tetkikatı yapın- dedik; gene olmadı. Tahsisat yok dediler. Buna
benzer şeyler ileri sürdüler. Fakat rica ederim Evkafın bu meseledeki hüsnü
niyet ve itilafperverliğini gösterecek daha munsif idare nerede bulunur?
Halk bilmez, sular akmıyor, Evkaf kabahati diyor. Biz razıyız vakıf suları
gene bize iade etsinler de suları akıtalım. Aksi halde bentlerin üstü akıyor,
bentler bakımsızlıktan süratle harap olacak, koca İstanbul bu gidişle iki
sene sonra susuz kalacaktır.”747
Niyazi Bey‟in gündemindeki bir başka konu ise Üsküdar Doğancılar Cami‟nin
Şehremaneti tarafından yıktırılmasıdır. Niyazi Bey mülakatta bu konu ile ilgili oldukça
sert açıklamalar yapmıştır; “Şehremaneti âlemin hakkını tanır, çünkü mahkeme vardır.
Fakat Evkafa gelince, nasıl olsa uyuşurum der ve yıkar. İşte Doğancılar Camii
meydanda. İki gündür nezafet amelesi caminin asar-ı atikadan o canım halis
duvarlarını insafsızca yıkıyorlar! Bir kere olsun Evkafa sormayı hatıra getirmemiş!”
Niyazi Bey‟in mülakatta ayrıca şehremaneti ile aralarındaki ada çamları, Nuruosmaniye
helâları gibi meselelerde de emaneti suçlaması üzerine muhabir, Şehremini Muhittin
Bey‟in “Şehremaneti müessesesinin bütün devlet müesseseleri içinde en iyi işleyen
daire” olduğu iddiasını hatırlatmıştır. Evkaf Umum Müdürü ise muhabire “Emanet
böyle diyor, ben de Evkaf daha iyi işliyor diyorum. Hükümet bir hakem gönderir, iki
747
Cumhuriyet, 19.06.1929; Akşam, 20.06.1929; Son Saat, 20.06.1929.
229
müesseseyi de tetkik ettirir. Biz verilecek kararı,
emniyetle
karşılayacak
vaziyetteyiz”
gibi
ifadelerle cevap vermiş, iki kurumun adeta bir
rekabet halinde olduğunu açığa çıkarmıştır.748
Mülakatın yayınlandığı günün ertesi
günü
ise
İstanbul
Şehremaneti‟nin
cevabî
röportajı yayınlanmıştır. Şehremini Muhittin
Bey‟in; “Bu tarz münakaşaya girmeye mevkiim
müsait değildir. Bunun için Niyazi Bey’in
sözlerine cevap vermeyeceğim. Yalnız şunu
söyleyeyim ki emanetin dört sene evvelki bir
tezkeresine Evkaf, daha yeni cevap vermiştir.
Evkafın tamirini deruhte ettiği Nuruosmaniye
Fotoğraf 122. “Birbiri İle Bir Türlü
Anlaşamayan İki Daire”, Son Posta,
26.03.1932.
helâsı işindeki süratini (!) de bu cevabî
tezkeresinin
canlı
bir
misali
olarak
gösterebilirim. Bu vaziyette iki dairenin mukayesesine bilmem hacet var mıdır?”
sözleriyle başlayan mülakatta, Vakıfların iddia ettiği suçlamalara şehremanetinin ilgili
şubeleri tek tek cevap vermiştir.
749
Bu araştırmanın konusu dâhilinde bulunan
Doğancılar Cami‟nin habersizce yıktırılması ile ilgili ise Üsküdar Belediye Başkan
Yardımcısı İsmail Hakkı Bey cevap vermiştir. İsmail Hakkı Bey, Vakıfları “yıkılan
camii değil, önündeki küçük, zaten yıkılmış ve metruk bir mezarlık duvarıdır; yolun hattı
istikametinde bulunan bu mezarlığın bir tarafı park, bir tarafı C.H.F. binasıdır.
Meydanı tevsi için orayı yıktık. Mezar da kalktı, camii güzel bir tarzda meydana çıktı”
sözleriyle yalanlamıştır.750
Vakıflar İdaresi gerek yukarıda zikredilen mülkiyet problemlerini çözebilmek
için gerekse yine yukarıda zikredilen Belediye ile itilaflı meselelerin halledilebilmesi
için, mahkemelerin yolunu tutmuş, yıllarca süren pek çok dava açılmıştır. Örneğin 1927
yılı Ocak ayında mahkeme süreci devam eden 3000‟i aşkın davası bulunan Vakıflar,
gücünü ve ilgilisini önemli ölçüde bu davalara harcamıştır. Davaların takibini yapacak
Cumhuriyet, 19.06.1929; Akşam, 20.06.1929; Son Saat, 20.06.1929.
Cumhuriyet, 20.06.1929.
750
Cumhuriyet, 20.06.1929. Camii günümüzde ayaktadır.
748
749
230
sadece 8 avukatının bulunması da ayrıca dikkate değerdir.751 1933 yılına gelindiğinde
İstanbul Belediyesi ile Vakıflar arasındaki davalar Ankara‟yı da rahatsız etmiş, Vakıflar
Umum Müdürlüğü ve Dahiliye Vekaleti bir araya gelerek iki kurumu uzlaştırmaya
çalıştırmıştır.752 Bu çerçevede her iki kurumun da temsilcilerinden oluşan komisyonlar
kurulmuş mezarlıklar, su varidatı, vergiler ve mülkiyet problemleri gibi konuları
çözmek üzere toplantılar yapılmıştır. 753 Ancak bu komisyonlarda da bazı konular
halledilemediğinden
durum
Başvekâlete
intikal
etmiş
754
,
1935
yılında
milletvekillerinden oluşan bir hakem heyeti kurulmuştur. 755 Hakem heyeti yaptığı
araştırma ve toplantılar neticesinde 1937‟de iki kurum arasındaki ihtilaflı meselelerin
dörtte üçünü Belediye lehine neticelendirmiştir. Bu karar üzerine Vakıflar önemli
miktarda gelirinden olduğu gibi İstanbul Belediyesi‟ne nakit olarak da ödeme yapmıştır.
756
Cumhuriyet döneminde kendi bütçesi ile gelir ve gider hesabı yapıp özerk bir
konumda olan Vakıflar Genel Müdürlüğü‟nün, diğer kurumlara göre nispeten zengin
sayılan gelirleri, zaman zaman yapılan düzenlemelerle Cumhuriyet Hükümeti‟nin genel
bütçesine aktarılmıştır. 1937 yılında hazırlanan bir rapora göre Cumhuriyetin
kuruşundan itibaren geçen on iki yıl içerisinde Vakıflar bütçesinden 2.762.615 lira genel
bütçeye aktarılmıştır. Bütün Türkiye genelindeki vakıf abidelerinin tamirleri için
10.000.000 lira gibi bir rakama ihtiyaç olunduğunu hesaplayan Vakıflar İdaresi, ilk
etapta merkezi bütçeden 2.000.000 TL borç istemiş ve bu paranın daha önce merkezi
bütçeye aktarılan miktara sayılmasını teklif etmiştir. Ancak hükmet, daha önce
kullandığı rakama karşılık bir ödenek vermek bir yana, Vakıflara istediği bütçeyi
sağlaması için kredi dahi kullandırmamıştır. Bu süreç nedeniyle Vakıflar, kendi
gelirlerini öz kaynakları vasıtası ile arttırmaya yönelmiştir. 757 Bu öz kaynakları
oluşturacak gelir ise şüphesiz vakıf eserlerinin kiralanması ya da satılarak elden
çıkarılması ile sağlanabilmiştir.
“Cumhuriyet Döneminde Tarihi Eserlerin Genel Durumu” başlıklı bölümde
detaylıca bahsedildiği üzere Evkaf Umum Müdürlüğü 1925 yılı bütçe kanununun 4.
751
Milliyet, 06.01.1927.
Akşam, 04.02.1933.
753
Akşam, 28.04.1933; Akşam, 19.05.1933.
754
Akşam, 31.07.1933; Akşam, 28.08.1933.
755
Ulus, 09.08.1935.
756
Cumhuriyet, 20.03.1937; Cumhuriyet, 01.06.1938.
757
N. Öztürk, a.g.e., s. 204.
752
231
maddesi ile harap durumdaki eserlerin satılabileceğini, 1911 yılında Meclis-i
Mebusan‟da kabul edilen yasaya atıf yaparak vurgulamıştır. Tıpkı Meşrutiyet yıllarında
olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de Vakıfların İstanbul‟daki politikası özellikle
şehrin kıymetli arazilerinde kalmış harap durumdaki vakıf mallarını yıktırarak yerlerine
gelir getirebilecek apartman, han, mağaza gibi modern binalar yapılmasıdır. 758 Bu
durum eski eserlerin korunması açısından sıklıkla basında gündem olmuştur. Bunlardan
ilki Beyoğlu Ağa Camii avlusunda bir bina yapma planıdır. 1929 Mayıs ayında çıkan
habere göre Ağa Cami‟nin caddeye bakan ve harap durumda olan bir duvarı kaldırılarak
yerine vakıf hanlar gibi Vakıflar İdaresi‟ne önemli ölçüde gelir getirecek büyük bina
yapılması planlanmıştır. 759 Ancak aynı yılın Temmuz ayında çıkan haberlerde Ağa
Cami‟nin bulunduğu yerden kaldırıp, başka bir yere taşınacağı ve arsasına apartman
yapılacağı iddia edilmiştir.760
Vakıfların, Galata Kulesi‟nin yanına yaptırmak istediği bir başka apartman, eski
eser tahribi açısından kamuoyunda önemli ölçüde tepki ile karşılanmıştır. Yapılacak
apartmanın gün geçtikçe binalar arasında kaybolan Galata Kulesi‟ni bir kez daha
sıkıştıracağını hatırlatılan Cumhuriyet Gazetesi, apartmanın Ayaspaşa tarafında
yaptırılmasının daha doğru olacağı yazmıştır.761 Haberin ertesi gün ise başyazar Yunus
Nadi, Vakıflar İdaresi‟ni suçlayan oldukça sert bir yazı kaleme almıştır. Yazıda Yunus
Nadi, şu ifadelerle Vakıflara yüklenmiştir;
“Sırası düştükçe İstanbul şehri şöyle güzeldir böyle güzeldir diye
hepimiz methediyoruz. Fakat bilaistisna hepimiz bu güzelliğe bir şey ilave
etmek şöyle dursun onu her fırsattan bilistifade, bilafasıla tahrip ve imha
etmekten sanki adeta zevk alıyoruz. İşte Galata Kulesi’nin etrafını biraz
daha örterek onun tarih noktasından ve sanat itibariyle haiz olduğu kıymeti
baltalamak da işte bu cümleden bir harekettir. Bu tahrip ve imha işini
etraftan biri yapsa onu derhal menetmeğe çalışmakla beraber yaptığı işin
fenalığını bilmiyor diye belki mazur görmeğe temayül ederdik. Son inşaatı
yaptıran resmi bir daire olan Evkaftır. Binaenaleyh hareketin hiçbir
mazereti yoktur. Evkafın elinde bu tahripkârlığın günahı katmerlidir.
İkdam, 04.05.1929; Milliyet, 04.05.1929.
Akşam, 27.05.1929.
760
Cumhuriyet, 01.07.1929; Son Saat, 01.07.1929. Planın uygulamaya geçirilemediği anlaşılmaktadır.
761
Cumhuriyet, 17.11.1929.
758
759
232
Acaba Evkaf, sanki İstanbul’da bina
yapacak hiçbir yer kalmamış gibi ne için gidip
de
Galata
Kulesi’nin
dibini
kazmaya
başlamıştır? Yoksa bu daire yanlış bir telakki
ile hakikatten Galata Kulesi’ni tahrip etmek mi
istiyor? Olabilir ya “bu Ceneviz kulesidir,
fırsat elvermiş iken onu biraz da ben berbat
edeyim” diyebilir! 762
Yazının yayımlanmasının ardından Vakit
Gazetesi, Vakıflar Genel Müdürü Niyazi Bey‟e
fikirlerini sormuş, Niyazi Bey, Yunus Nadi‟nin
yazısı karşısında “Kulenin etrafında esasen halkın
birçok evleri, dükkânları vardır. Evkafın bu civarda
bir apartmanı, bir evi, birkaç dükkânı vardır. Ev
Fotoğraf 123.
Evkaf Umum
Müdürü Niyazi Bey’in Galata
Kulesi Hakkında Röportajı,
Vakit, 19.02.1930.
harap olmuş, yıkılmıştı, şimdi yeniden inşası
düşünülüyor. Binanın temelleri açılıyor. Mesele
bundan ibarettir. Kulenin etrafı eskiden açıktı da şimdi Evkaf bir bina yaptırıyor diye
mi kapanıyor acaba? İnşası düşünülen bina eskiden de vardı ve eskiden mevcut
bulunduğu zaman kuleyi tahrip etmiş değildi. Evkaf şehirdeki tarihi abideleri tahrip
etmez. Bilakis hüsnü muhafazalarına çalışır.” açıklamasını yapmıştır.763(Fotoğraf 123.)
Vakıflar daha sonra apartmanı Kuledibi‟nde yaptırmaktan vazgeçerek Teşvikiye Camii
civarına yaptırmaya karar vermiştir.764
Kendi öz kaynaklarını arttırmak için Vakıfların yaptığı uygulamalardan biri de
artık asli işlevi ile istifade edilemeyen hayır eserlerinin kiralanması yahut satılmasıdır.
Vakıflar İdaresi satış işlemlerine getirisi az ya da hiç olmamasına rağmen vergi ve tamir
masrafları çok olan emlakin satışı ile başlamıştır. Şüphesiz hem Vakıf kültürü tarihi
açısından hem de siyasi bakımdan en hassas noktayı, mescit ve camilerin kadro dışı
bırakılmaları ve ardından harap durumda bulunan yahut kalıntısı kalıp arsa haline
gelmiş olanların elden çıkarılmaları teşkil etmektedir.
762
Cumhuriyet, 18.02.1930.
Vakit, 19.02.1930.
764
Cumhuriyet, 25.06.1930.
763
233
İmparatorluk döneminde Evkaf-ı Hümayûn Nezareti görevlilerinin ilgisizliği ve
kontrolsüzlüğü yaşanan doğal afetlerin de etkisi ile birleşince ibadethaneler oldukça
bakımsız bir halde kalmıştır. Bu dönemde Vakıfların ilgisizliği yüzünden bazı
camilerdeki şadırvanlar yosun tutmuş, içerisindeki sular kullanılamayacak duruma
gelmiştir. İbadet mahalli olan camii avluları ile çevresine pazarlar kurulmuş, bazılarında
İslam adabına uymayacak şekilde kahvehaneler bile açılmıştır.765 Bu davranışlar sonucu
oluşan yasadışı kullanımların ortadan kaldırılması için 1868‟de Ayasofya ve Beyazıt,
1906‟da Fatih, Süleymaniye ve Şehzade Camilerinin çevreleri kamulaştırılmış ve bu
amaçla milyonlarca lira harcanmıştır. 766 Vakıflar tarihi üzerine önemli araştırmaları
bulunan N. Öztürk‟e göre 19. yüzyılın son yılları ve 20. yüzyılın başlarında, camii ve
mescitlerin bakım, onarım ve tamirlerinde fazla bir şey yapılamadan Cumhuriyet
dönemine gelinmiştir.767
“Cumhuriyet Döneminde Tarihi Eserlerin Genel Durumu” başlıklı bölümde
açıklandığı üzere, Cumhuriyetin ilk yıllarında İmparatorluk döneminden miras geniş
yangın sahaları içerisinde harabeye dönmüş mescitlere, ekonomik yetersizlikler
nedeniyle müdahalede bulunulamamıştır. Camilerin harap duruma düşmesi yahut
kurtarılamamasında camii cemaatinin rolü de dikkate alınmalıdır. On yıl süren sürekli
savaş boyunca cephelerde verdiğimiz on binlerce şehit, cemaatin önemli ölçüde
azalmasına sebep olmuştur. Şüphesiz bu maddi nedenlerin yanı sıra siyasi bir takım
nedenlerle de camiler harap bir durumda kalmıştır. Yeni kurulan Cumhuriyetin laiklik
prensibi özelinde ibadethanelere karşı bir mesafesi olduğu da gözden kaçırılmamalıdır.
Ancak zikredilen tüm bu olumsuz koşulların yanı sıra dönemin eski eserlerini
korumakla görevli bulunan Asar-ı Atika Encümen-i Daimisi fotoğrafları üzerinde
yapılan incelemede bir tarafta farklı amaçlarla kullanılan yahut harabe haline gelmiş
camii ve mescitler görülürken diğer taraftan cemaatin sahip çıktığı bazı camilerin son
derece mamur olduğu, hatta “müzelik” olarak kabul edilmesi gereken taşınabilir kültür
varlıklarının dahi temiz tutularak aynı amaçla kullanıldığı görülmüştür. (Fotoğraf 124.)
N. Öztürk, a.g.e., s. 202.
E. Madran, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e…, s. 67.
767
N. Öztürk, a.g.e., s. 202.
765
766
234
Yine
bazı
camilerin
cemaati
dönemin
gazetelerine
mektuplar
yazarak
ibadethanelerindeki sorunlara çözüm bulmaya çalışmışlardır.768
Cumhuriyetin ilk on yılında genellikle camii ve mescitler hakkında doğrudan bir
tasarrufta bulunulmamış, daha çok Diyanet İşleri Reisliği‟ne bağlı olarak görev yapan
camii personelinin azaltılması amaçlanmıştır. Keza bu hedef II. Meşrutiyet yıllarında da
benimsenmiş, 1913 yılında çıkartılan Tevcih-i Cihat Nizamnamesi ile ibadethanelerde
görevli personel sayısının azaltılmasına ve görevlilerin tasnife tabi tutulmasına
çalışılmıştır.769 Cumhuriyet döneminde aynı düşünce ile yapılan ilk düzenleme Diyanet
İşleri Reisliği tarafından 2 Haziran 1924‟de hazırlanan bir talimatnamedir.
Talimatname, Osmanlı dönemindeki nizamname ile büyük ölçüde benzerlik
göstermesine rağmen sadece Ankara, Bursa, Edirne, Konya, Amasya, Adana, Trabzon,
Kastamonu ve İzmir‟i kapsamaktadır.770
Fotoğraf 124. Fatih Haydar Mahallesinde Hacı Ferhad Ağa Camii’nin 1940 Yılındaki Durumu,
Encümen Arşivi, Dosya 453
768
Bu konuda iki örnek olarak posta memurlarından Rasim Efendi‟nin 1930 yılında Cumhuriyet Gazetesi‟nde
yayımlanan Nişanca Camii hakkındaki mektubu ve Hoca Paşa Camii ile ilgili 1934 yılında Milliyet Gazetesinde
yayınlanan şikâyet verilebilir. Bkz; Cumhuriyet, 22.11.1930; Milliyet, 16.11.1934.
769
A. Kıvanç Esen, “Tek Parti Dönemi Cami Kapatma/Satma Uygulamaları”, Tarih ve Toplum: Yeni Yaklaşımlar, S.
13 (2011), s. 96.
770
A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.96-97.
235
Camilerin durumu ile ilgili ilk tartışma ise 1925 yılı Diyanet İşleri Riyaseti‟nin
bütçe görüşmeleri sırasında yaşanmıştır. 771 Söz alan Kayseri Milletvekili Vehbi Bey
harap durumda olan mescitlerin elden çıkartılmasını istemiştir;
“…Sonra efendiler! Hatip: Memlekette birçok yerler, bilhassa
Ankara gözünüzün önüne gelsin. Memlekette adım başına bir mescit,
Anadolu’nun birçok yerlerini gözünüzün önüne getiriniz, sokak başında bir
mescit, adım başında bir mescit fakat hepsi harabe. Bendeniz Diyanet İşleri
Riyaseti’nden talep ediyorum. Bu mescitleri akara tahvil etsin! Her
mahallede bir mescit, memlekette büyük bir cami, fakat cami yok, adı cami,
memleketi cem edici yer. Hani Ankara'da memleketi cem edecek bir cami?
Yok, hepsi birer mescitten ibaret. Sonra adım başında birer harabe, sonra
ledelhace askerden kaçmak için belki bir adam sığınıyor. Adam sığınacak
ise neden? O da yok. Kapısı kapalı, örümcekler, hatta köpekler yatar.
Dokunursanız kıyamet kopar. Köpek yatarken neden sesin çıkmaz, gübre
atılırken niçin sesin çıkmıyor efendi? Binaenaleyh bunları ıslah etmeli ve
varidat temin edecek hale getirmeli…”772
Vehbi Bey konuşmasının bir kısmında da camii personeline değinmiş “Mademki
bu adamlardan bu hizmetleri istiyoruz, bunların da karnını doyurmak lâzımdır. Elli, yüz
veyahut yüz elli kuruşa Hacıbayram Müezzini. Böyle yüz elli, iki yüz kuruşa seksen tane
adam besleyeceğine bir adamın karnını doyursun ve o işle meşgul edersin. Camii sakız
gibi temiz olsun, mademki camii var, ya camii olsun veyahut yıkalım. Girdiğimiz vakit
iğrenmeyelim…” sözleriyle kadro uygulamasının yararlı olacağını savunmuştur. 773
Vehbi Bey‟in ardından söz alan Başvekil Ali Fethi Bey, Vehbi Bey‟e tamamen
katıldığını, harap bir halde kalmış olan mescit ve camilerin elden çıkartılarak akara
tahvil olunması için 1925 senesi Vakıflar bütçesine bir madde eklendiğini söylemiştir.
Başvekil meclisten de ilgili maddenin kabulü için destek istemiştir; “Ümit ederim ki,
Evkaf bütçesi müzakere olunduğu zaman Heyeti Celileniz bu maddeyi kabul eder ve
bunun neticesinde hakikaten manzarası pek de hoş olmayan birtakım mesacit ve cevamii
satılır ve akara tahvil olunur.”774
A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.97.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 2, Cilt: 14, 61. İçtima, 21 Şubat 1341 (1925), s. 214.
773
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 2, Cilt: 14, 61. İçtima, 21 Şubat 1341 (1925), s. 215.
774
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 2, Cilt: 14, 61. İçtima, 21 Şubat 1341 (1925), s. 218.
771
772
236
1925 Vakıflar Bütçe Kanunu‟nun 4. ve 5. maddesinde harap durumda olup
satılması planlanan vakıf mallarına yer verilmiştir. Maddelerin mecliste görüşülmesi
sırasında oldukça hararetli tartışmalar yaşanmıştır. Örneğin Antalya Milletvekili Rasih
Efendi kanunun gerekçesini ve satışlardan elde edilecek meblağın harcanacağı yerleri şu
sözlerle açıklar;
“Geçen gün Evkaf Müdürü Umumisi Beyle bu hususta görüşürken
bize hakikaten düşünülmeye lâyık bir madde söylemiştir. Fatih Cami’nin
bugün tahtı idaremizde kalan arazi dahilinde vakıf kalmamıştır. Bu gibi
müessesat-ı mühimmemiz, ihya ve tamir noktasından birçok varidata
mütevekkiftir. Sonra, bu müessesatın müstahdemini bugüne kadar Allah'lık
kullanılıyordu. Bugünden sonra kimse Allah'lık hizmet etmez. Onlara da bir
insan gibi, maişetlerini temin edecek derecede bu bütçeden bir tahsisat
vermek mecburiyetindeyiz. Bunu ne ile vereceğiz? Bugünkü evkafın akarı
bunu temin edemiyor. Bundan sonra Evkaf, mevcut olan ve Vasıf Bey
biraderimizin bahis buyurdukları bu kabil müstağnii anha kalmış arsalar ve
mebani akar yapılmak suretiyle ve arz ettiğim Fatih Camii gibi, bugün
tamiri iktiza edecek olursa karşılığında tek bir varidatı olmayan, pek mühim
müesseselerin tamir masrafına, idaresi masrafına ve müstahdemini maaşat
ve masarifatına karşılık bulmak zaruretindedir. Onun için Meclisi Âli
müstağnii anha kalmış olan Evkafı, bugün memleketin muhtaç olduğu
müessesatın gerek tamirat, gerek müstahdeminin idare masrafım temin
etmek için, muhafaza, imar ve ihya zarureti karşısındadır.”775
Giresun Milletvekili Hakkı Tarık Bey ise vakıf mallarının elden çıkartılması
konusunda çekinceleri olan isimler arasındadır;
“Bendeniz Rasih Efendinin fikirlerine iştirak edemiyorum. Esasen bu
medreseler bir maksat üzerine bina edilmişti. O maksat da talim ve
terbiyedir. Bugün eğer binası harap olmuşsa, arsa halinde kalmışsa, bunu
tekrar mektep olarak ihya etmekten başka uhdemize düşen bir vazife yoktur.
Bu medrese binalarını veya arsalarını mektepten başka bir maksat uğrunda
istimal etmek için zannediyorum ki salâhiyetimiz olamaz. O, ne maksatla
775
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 2, Cilt: 17, 92. İçtima, 2 Nisan 1341 (1925), s. 53.
237
tesis edilmişse onu yine aynı maksat uğrunda istimal etmek lâzımdır.
Bendenizin kanaatim budur. Diğer müessesatı diniye için paraya ihtiyaç
varsa, bunu başka yoldan temin ve tedarik etmek mümkündür. Binaenaleyh,
bendeniz Vasıf Beyin fikrine iştirak ediyorum. Bu medrese binalarının
veyahut arsalarının mektep haline ifrağı için ne yapmak mümkün ise onu
yapmak lâzım geldiğine kani oluyorum.”776
Tüm bu tartışmalarla birlikte, 1911 yılında Meclis-i Mebusan tarafından kabul
edilen, harap durumda bulunup artık istifade edilemeyen vakıf mallarının satılmasına
dair kanunun uygulanmasını amaçlayan iki madde 1925 yılı Vakıflar Bütçe Kanunu‟nun
4. ve 5. maddeleri olarak kabul edilmiştir. Kabul edilen maddeler şöyledir;
Madde 4. — Aynından intifa edilmeyen ve müstağni anha oldukları
usulen tahakkuk eden bilcümle vakfı mebani ve arsaların ve metruk
kabristanların akar olarak istimaline veyahut 19 Mayıs 1327 tarihli kanun
mucibince nakit ile istibdaline ve hâsıl olacak mebaliğin bir tarafa sarf
olunmayarak tenmiyesine ve kezalik hayratı kısmen veya tamamen mahv ve
münderis olan veya müstağni anha mahiyetini iktisap eden vakıfların bu
kısma ait masarifinin muhasebelerine ithaliyle nukudu mevkufe idaresine
itası ile evkaf namıma tenmiyesine Evkaf Müdüriyeti Umumiyesi memurdur.
Madde 5. — Vakfı akar ve arsa ve arazinin menafii evkaf gözetilerek
kısmen veya tamamen nakit ile bilistibdal yeniden ve daha nafi bir surette
akar vücuda getirilmesine yahut bu kabil mahallerin üzerlerine bina
yapmak ve hitamı müddette vakfa terk edilmek şartıyla uzun müddetle
icarına Evkaf Müdüriyeti Umumiyesi mezundur.777
Görüldüğü üzere kanun maddelerinde camii ve mescitlere yönelik doğrudan bir
hüküm bulunmamakla birlikte, tüm vakıf mallarını kapsadığı açıktır. Doğrudan camileri
konu alan ilk kanuni düzenleme ise 1927 yılı Muvazene-i Umumiye Kanunu‟nun 14.
maddesidir. Maddeye göre Diyanet İşleri Riyaseti, hazırlayacağı bir talimatnameye göre
1927 yılı sonuna kadar ülke genelindeki tüm camileri hakiki ihtiyaca göre tasnife tabii
tutacak ve tasnif haricinde kalarak ibadete kapatılacak camilerdeki görevlilerin
776
777
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 2, Cilt: 17, 92. İçtima, 2 Nisan 1341 (1925), s. 54.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 2, Cilt: 17, 92. İçtima, 2 Nisan 1341 (1925), s. 65.
238
kadrolarını bir başka camiye naklederek birleştirecektir. Kanun teklifi ile ilgili ilk sözü
alan Konya Milletvekili Musa Kazım Bey, maddenin ne amaçla hazırlandığını
anlayamadığını belirterek “Bundan sonra bir de cevaminin ihtiyaca göre tasnifi filan
diye bir şey var. Yani şu kısmın şu kadar camiye ihtiyacı vardır, şu kısmı yıkalım böyle
mi?” diye sorar. Bitlis Milletvekili Muhittin Nami Bey‟in söze karışarak “-Tabii”
cevabını vermesi üzerine Musa Kazım Bey “Tabii mi? Encümenden soruyorum, zatı
devletinizden sormuyorum. Şimdi muhatabım encümendir.”diye karşılık vermiştir.778
Komisyon adına cevap veren Gaziantep Milletvekili Ahmet Remzi Bey ise
Diyanet işleri Riyaseti‟nin 1924 yılından beri camii ve mescitlerde görevli personelin
kadro listelerini hazırlayamadığını, bu sebeple devletin hala camilerde çalışan
personelin sayısının ne kadar olduğunu ve bu personelin ne kadar maaş aldığını tespit
edemediğini söylemiştir. Ayrıca bu kadrolar altında bugün vazifesine lüzum kalmayan
salâcılar, buhurdancılar, tesbihciler, muvakkitler gibi kadroların bulunduğunu 25 kuruş
kadar maaş alan personel dahi bulunduğunu aktarmıştır. Bu düzenleme ile camilerin
sayısının, sınıflarının, her camide kaç personel çalıştırılacağının tespit edileceğini
söyleyen Ahmet Remzi Bey, uygulama ile kadroda kalan personelin maaşlarının
artacağına da vurgu yapmıştır. Kadro dışında kalacak camilerle ilgili ise “yıkalım”
gibisinden bir hükmün olmadığını hatırlatmıştır. 779 Müzakereler sırasında söz alan
Aydın Milletvekili Tahsin Bey ise İstanbul'da ve bazı büyük şehirlerde yanı başında
muazzam, muhteşem bir camii olduğu halde sokağın diğer tarafında da küçük bir mescit
olduğunu, fakat bu küçük mescidin cemaati olmayıp, görevlilerinin fuzuli yere maaş
aldıklarını söylemiştir. Tahsin Bey‟e göre bu yıkık, şerefeleri kalmamış mescitleri
oralarda “nazar boncuğu gibi tutmak” gereksizdir. Tahsin Bey bu işlevsiz camiiler
hakkında bir teklifte de bulunmuştur; “…Birçok ahali, muhacirin Anadolu'ya geliyor,
Türkiye'de iskân ediliyor, oralarda da cemaat var, fakat camii yoktur. Hasbelzaman o
mevkilerde lüzumu kalmamış olan bu mescitlerin müezzin ve imamlarını o karyelere
nakledip aynı müesses namına orada inşa edilse ve eski mescitlerde lağvedilse münasip
olmaz mı?...”780 Muş Milletvekili İlyas Sami Bey ise tasnifin ilmi bir heyet tarafından
yapılmasının daha doğru olacağını söylemiştir.781
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 4, Cilt: 31, 55. İçtima, 17 Nisan 1927, s. 202.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 4, Cilt: 31, 55. İçtima, 17 Nisan 1927, s. 202-203.
780
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 4, Cilt: 31, 55. İçtima, 17 Nisan 1927, s. 204.
781
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 4, Cilt: 31, 55. İçtima, 17 Nisan 1927, s. 204.
778
779
239
Kanun teklifi ile ilgili görüşmelerin yapıldığı sırada Kastamonu Milletvekili
Hasan Fehmi Bey‟in yaptığı bir hesap da oldukça ilginçtir;
“…Bursa'dan uzaklaşmak üzere de bulunduğum bir sırada Bursa'da
mevcut cami ve mescitlerin muhterem imam ve hatip efendileri bana
gelmişlerdi.
Millet
Meclisine
gidiyorsunuz,
vekâleti
âmmeyi
haiz
bulunuyorsunuz, bizim de halimizi düşününüz dediler. Derdiniz nedir diye
sordum. Hükümet bir mübaşirine, bir tahsildarına 35-40-50 lira kadar ayda
aylık ve maaş veriyor, Ulu Camii gibi abidat-ı İslamiyeden madut bulunan
koca bir camiin o kutsî vazifesini ifa eden imamına, müezzinine, kayyumuna
10 - 15 lira maaş veriyorsunuz. Bugüne kadar bu yaptığınız iş doğru ve
mantık ile kabili telif midir? Diye sordular. Bendeniz o muhterem hatip ve
imam efendilere sordum; Bursa şehrinin elyevm ihtiva ettiği nüfusun miktarı
nedir dedim? - Hatırımda kaldı ise- evvelce 38 bin nüfusu vardı, şimdi her
halde azalmış olacaktır dediler. Bursa'nın minberi mihrabı mevzu mamur
mescidi ve camii kaçtır diye sordum -375’tir, dediler. Dedim ki; efendiler
abidat-ı İslamiyeden Yeşil, Ulu, Muradiye, Hudâvendigâr Camileri beşer
bin kişiden yirmi beş bin kişiyi beleğan mabelağ istiap eder ve mevkii
itibariyle de muhitin halkını tamamen içine toplayabilir. Şu halde 375
camiin imam, hatip, müezzin kayyum efendilerin miktarı dörder kişiden ne
eder? dedim, hesap yaptık 1 500 kişi ediyor diyelim de yirmi beşer liradan
maaş verelim ne tutar? Bunun üzerine hesap ettik bir ayda 37 500 lira,
senede 450 bin lira tuttu. 375 camiin, mescidin tamiratı, tenviratı, tefrişatı
için de senede 100 bin lira koyalım. 550 bin lira eder. Bursa'nın 800 tane
kazası var. 600 tanede köyü vardır dersek, sade yalnız Bursa'nın halkı
Müslüman değil ya, köydeki camilerin imamlarını müezzinlerini de iki misil
olarak koyduk. Bir milyon iki yüz bin liraya bağli oldu. Döndüm sordum
efendiler: Bursa vilâyetinin bütçe ile tarh olunan vergisi ne kadardır diye,
aşağı yukarı hesap ettik. O da 1 000 000 lira kadar bir şey tuttu. Demek
bütün hidemat ve devairi umumiyeyi, devleti tatil etsek, bu hidematı
hayriyenin ifasiyle meşgul olan zevata ancak ve ancak yirmi beşer lira maaş
vereceğiz. (Bravo sesleri). Müsaade buyurunuz efendiler, dedim; siz eğer
375 camiin imam, müezzin ve kayyumunu yaşatacak kadar maaş tahsis
240
olunacak
ümidinde
kalırsanız
aldanırsınız.
Çünkü
imkân
yoktur,
dedim…”782
Hasan Fehmi Bey‟in konuşmasında değindiği bir ilginç nokta da 1911 yılında
çıkartılan kanunun camileri de kapsadığı ve kanun hazırlanırken dönemin salâhiyettar
ulemasının görüşünün alındığını söylemesidir. 783 “XX. Yüzyıl Başlarında (1900-1922)
Eski Eser Yıkımları ve Tahribi Durdurmaya Yönelik Çalışmalar” bölümünde esaslıca
değinildiği üzere böyle bir durum söz konusu değildir. Yapılan müzakerelerin ardından
kanun kabul edilmiştir.
Kanunda Diyanet İşleri Riyaseti tarafından hazırlanacağına atıf yapılan
talimatname, 8 Ocak 1928 günü İcra Vekilleri Heyeti tarafından kabul edilip yürürlüğe
girmiştir. 9 maddeden oluşan talimatnamenin 3. ve 5. maddesi kadro harici bırakılacak
camii ve mescitleri düzenlemektedir. Buna göre beş vakitte açık olanlar ile sadece
belirli vakitte açılan camii ve mescitler tasnif edilecektir. Kadro tasnifi yapılırken ise
caminin büyüklüğü, mevkii ve ehemmiyeti dikkate alınacak, kaç personel ile hizmet
verebileceği tespit edilecektir. Talimatnamede tasnif açısından en önemli husus mescit
ve camilerin arasında en az 500 metre bulunması kuralıdır. Ancak camilerin mimari
kıymetleri, mevkii, büyüklülükleri ve cemaatin çokluğu dikkate alınarak 500 metre
kuralının esnetilebileceği kaydedilmiştir.784
Osmanlı toplumunun hayır eseri kazandırma konusundaki tercihinin mescit ve
camii yaptırmaktan yana olduğu açıktır. Böylelikle bir mahalle içersinde onlarca mescit
olabildiği gibi aynı sokak içerisinde dahi iki ibadethane yer alabilmiştir. Eyüp‟teki Zal
Mahmud Paşa Camii ile Silahi Mehmed Bey Camii bu durumun güzel bir örneğidir. 16.
yüzyıl eseri olan iki camii aynı sokak üzerinde karşılıklı yer almaktadır ve arasında
sadece birkaç metre mesafe bulunmaktadır. 785 (Fotoğraf 125.) Bu çerçevede yaklaşık
14.5 kilometrekare olan tarihi Suriçi İstanbul‟da 18. yüzyılın sonunda yazılıp ilavelerle
1865 yılında basılan Hadikatü‟l-Cevamî nüshasına göre 489, sur dışında ise 37 mescit
bulunmaktadır. 1915‟de Tevcih-i Cihat Nizamnamesine göre yapılan tasnifte ise yanmış
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 4, Cilt: 31, 55. İçtima, 17 Nisan 1927, s. 204-205.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 4, Cilt: 31, 55. İçtima, 17 Nisan 1927, s. 205.
784
A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.102.
785
Bu tespitini benimle paylaşan Erman Gez‟e teşekkür ederim. Silahşör Mehmed Bey Mescidi, tasnif talimatnamesi
gereği kadro harici bırakılmış ve sonraki yıllarda harabiyete sürüklenmiştir. Bkz; Semavi Eyice, “Bey Mescidi”, DİA,
C.6, İstanbul 1992, s. 20.
782
783
241
ve yıkılmışlar 127 olmak üzere 756 camii
görülmektedir. 786 1930 tarihinde Vakit
Gazetesi‟nin
İstanbul
Müftülüğüne
dayanarak verdiği bir habere göre ise
İstanbul‟da 542 camii bulunmaktadır. 787
1938
yılında
tasnif
komisyonunun
çalışmaları ile ilgili verilen bir haberde
1938‟e
kadar
komisyonun
354‟ü
İstanbul‟da, 113‟ü Anadolu Yakası‟nda,
113‟ü de Beyoğlu havalisinde olmak
üzere 580 camii ve mescidi saydığı
bildirilmiştir.788 Bu rakamlara göre Suriçi
İstanbul‟da 1865 yılında 500 m2‟de 16,
1930‟lu
yıllarda
ise
12
camii
bulunmaktadır.
Şüphesiz verilen bu rakamlar
kesin
değildir.
tespitlere
Ancak
dayanan
bir
fikir
rakamlar
vermesi
Fotoğraf 125. Eyüp Silahi Mehmed Bey
Mescidi’nin Avlusundan Zal Mahmud Paşa
Cami’nin Görünümü, N. Orbey, S. G. Küçük,
S. S. Güngör, “Eyüp Silahi Mehmed Bey
Mescidi Onarım Evrelerinin Belgeler Işığında
Değerlendirilmesi”, Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
Tasarım+Kuram Dergisi, C. 13, S. 23 (2017) s.
88.
açısından önemlidir. Aşağıda ise bir
örnek olarak Üsküdar Yeni Valide Camii merkez alınarak yakınındaki mescit ve
camilerin arasındaki kuş uçumu mesafeler gösterilmiştir. Buna göre Üsküdar Yeni
Valide Camii merkez tutulduğunda çevresindeki 500 metre içerisinde 20 cami yer
almaktadır. (Tablo 12.) Bu rakamlar Suriçi‟nde daha da artmaktadır.
N. Öztürk, a.g.e., s. 484.
K. Arpacı, a.g.m., s. 68; Vakit, 19.06.1930. Haberde kadro harici ya da harabe olanların dahil olup olmadığı,
İstanbul‟dan kastedilen coğrafi sınırlar bildirilmemektedir.
788
Bugün, 05.10.1938.
786
787
242
Tablo 12. Üsküdar Yeni Valide Camii Merkez Alınarak Yakınındaki Mescit
Ve Camilerin Arasındaki Kuş Uçumu Mesafeler (Günümüze Ulaşamayanlar da
Dâhildir.)
1.
Geredeli Çelebi
30 m
2.
Camii
3.
Gülfem Hatun
Mihrimah Sultan
105 m
4.
Muhasebeci
Kara Davud Paşa
195 m
Camii
210 m
6.
Camii
7.
105 m
Camii
Camii
5.
Selman Ağa
Hüsrev Ağa
220 m
Camii
229 m
Abdi Efendi
8.
Şeyh Devatî
263 m
Camii
Camii
9.
Aziz Mahmud
266 m
Hüdayî Camii
11. Kaptan Paşa
305 m
345 m
369 m
14. Rumi Mehmed
350 m
16. Evliya Hoca
371 m
Mescidi
396 m
Mescidi
19. Ahmediye Camii
336 m
Paşa Camii
Camii
17. Bulgurlu
12. Serçe Hatun
Camii
Camii
15. Ahmet Çelebi
290 m
Alaeddin Camii
Camii
13. Şemsi Paşa
10. Kara Kadı
18. Toygar Hamza
450 m
Camii
480 m
20. Adliye Camii
500 m
Klasik Osmanlı döneminde bir vakıf idaresinde kurulan mescit ve camilerde
istihdam edilen personellerinin maaşları o vakfın bütçesinden karşılandığı için
mescitlerin birbirlerine olan uzaklığı göz önünde bulundurulacak bir kıstas olmamıştır.
Ancak Evkaf Nezareti‟nin kuruluşunun ardından yeterli geliri olmayan ve mütevellisi
bulunmayan vakıfların nezarete bağlanması ile maaşların devlet tarafından ödenmesi,
kadro uygulamalarını da peşinden getirmiştir. Bu durumla ilgili şaşırtıcı bir örnek
243
Ayasofya Cami‟dir. Ayasofya Cami‟nin müzeye dönüştürülmesi kararnamesinde Evkaf
Umum Müdürlüğü‟ne dayandırılarak geçen ifadelere göre Bizanslılardan kalma bir eser
olması hasebiyle hiç bir vakfı yoktur. Yine kararnamede her ne kadar cami olduktan
sonra sultanlar ve halk tarafından bazı gelirlerin bağlandığı söylense de bunlardan âşâr
olarak bağlanan sultan gelirlerinin kaldırılmış olması, halk tarafından bağlanan
gelirlerin ise Kur‟an okumak ve buna benzer belli ve nerede olursa olsun yapılabilir dinî
emekler için olduğu söylenmiştir. Vakıflar İdaresi‟nin kararname öncesi verdiği bu
bilgide Fatih Sultan Mehmed‟in vakfiyesinin ne kadar dikkate aldığı anlaşılamamakla
birlikte, 1934‟e kadar yapılan tamirat ve bakım masraflarının merkezi bütçesinden, yani
başka vakıfların gelirinden karşılandığı da eklenmiştir.789 (Belge 11.)
1928 yılında kabul edilen tasnif nizamnamesinin 5. maddesi tasnif edilecek
camii ve mescitlerdeki görevlilerin durumuna açıklık getirmektedir. Maddeye göre
kadro harici kalacak ibadethanelerde görev yapan personel, vazifelerine kadro dâhilinde
kalan bir camii ve mescitte yer açılıncaya kadar eski maaşlarıyla devam edeceklerdir.
Bir ibadethanede boşluk olması halinde kadroları oraya aktarılacak ve yeni zamlı
maaşlarını oradan alacaklardır.790 İstanbul‟daki cami ve mescitlerde görev yapanların
sayısı Son Saat Gazetesi‟nin 1927 yılında verdiği bir habere göre 2000‟e yakındır.791
Talimatname 1928 yılı başında çıkartıldığı için 1927 yılı Muvazene-i Umumiye
Kanunu‟nda belirtilen “1927 sonuna kadar” ifadesi 24 Mayıs 1928‟de alınan bir kararla
“1928 sonuna kadar” olarak değiştirilmiştir.792
Zikredilmesi gereken önemli husus kadro harici kalacak camilerin, personelinin
ayrılmasının ardından ne yapılacağıdır. Talimatnamede bununla ilgili bir hüküm
bulunmamaktadır. Bu duruma sebep, cami ve mescitlerin mülkiyetinin Vakıflar Genel
Müdürlüğü‟ne ait olması gösterilebilir. Keza bu dönemde Diyanet İşleri, camilerde din
hizmetini yürütmekle görevli olup, camilerin mülkiyetini elinde bulundurmamaktadır.
Vakıfların bu tasnife dair fikri bilinmemekle birlikte 1928 yılında İstanbul Dini
Müesseseler Müdürlüğü‟ne verdiği bir cevap, Vakıflar İdaresi‟nin düşünce yapısını
göstermesi açısından zikredilmeye değerdir. Dini Müesseseler Müdürlüğü yazdığı bir
yazıda yangın yerlerindeki yıkık ve harap durumdaki camilerin mülkiyet itibarıyla
789
BCA, 30-18-1-2 / 49-79-6. (24.11.1934).
A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.103.
791
Son Saat, 23.04.1927.
792
Resmi Gazete, 29.05.1929, S. 900.
790
244
Vakıflara ait olduğunu, bu gibi yerlerde bir takım
uygunsuz kadınların fuhuş yaptıklarından rezalete
mahal vermemek için bu tarz binaların yıktırılmasını
istemiştir. Vakıflar
verdiği
cevabında, bu
gibi
yapıların mülkiyet hakkını ancak enkaz ve duvarların
sağladığını, taşlardan istifade etmek için bu duvarlar
yıktırıldığı takdirde arsanın mülkiyet sahipliğini iddia
etmek
için
bildirmiştir.
başka
793
bir
vesile
kalmayacağını
Diyanete bağlı Dini Müesseseler
Müdürlüğü‟nün
harap
durumdaki
camilerin
yıktırılmasını istemesi, Vakıfların ise gelir getirmek
için dahi bu yapıları satmak istemediğini belirtmesi
oldukça ilginçtir.
Hazırlanan talimatnameye göre İstanbul‟daki
tasnif komisyonu İstanbul Müftüsü Mehmet Fehmi
Efendi‟nin başkanlığında ilk toplantısını 2 Şubat 1928
Perşembe
günü
İstanbul
Müftülüğü
binasında
yapmıştır. Komisyon, Evkaf Müdür Muavini Hacı
Fotoğraf 126. Camii ve
Mescitleri Tasnif Komisyonunun
İlk
Toplantısı
Hakkında Çıkan Haber, Son
Saat, 04.02.1928.
Hakkı Bey, Ulemayı Mahalliyeden Hacı Ali, Halil
Vehbi ve Mustafa Şevki Efendiler, Müessesat-ı Diniye
Müdürü Esad Bey ile Teberrükat Komisyonu 794 üyelerinden Doktor Mustafa Münif
Paşa ve Ali Rıza Efendi‟den oluşmaktadır.
795
İki saat kadar süren toplantıda
İstanbul‟daki camilerin vaziyeti birer birer ele alınmış, bunlardan hangilerinin tarihi ve
mimari kıymete haiz oldukları ile hangilerinin namaz vakitlerinde açık oldukları tetkik
edilmiştir. Komisyon Başkanı ve İstanbul Müftüsü Mehmet Fehmi Efendi gazetecilere
verdiği mülakatta ilk toplantıda Beyoğlu ile Üsküdar hariç olmak üzere İstanbul‟da 161
mescit ve camiin gündeme alındığını, bunların hangilerinin cemaatinin çok, mamur ve
tarihi kıymete haiz bulundukları hakkında bir cetvel hazırlanmasına karar verildiğini
İkdam, 17.12.1928.
Teberrükat Komisyonu, Tekke, Zaviye ve türbelerin kapatılmasının ardından, bu yapılardaki tarihi kıymeti olan
taşınabilir objelerin tasnifini yapan komisyondur.
795
Son Saat, 04.02.1928.
793
794
245
söylemiştir. 796 Komisyon bazı camiler için ise yerinde inceleme kararı almıştır. 797
(Fotoğraf 126.)
İkinci toplantısını 8 Şubat 1928‟de yapan komisyon, camilerin çevresindeki
mahallelerin Müslüman mahalleri olup olmadığının tespiti için mıntıka defterleri
tutulmasını kararlaştırmıştır. Bu arada komisyonun dört üyesi Eyüp ve Edirnekapı
havalisindeki camileri yerinde incelemiştir. Komisyon, hem nüfusa dayalı bu mıntıka
defterleri hem de yerinde inceleme raporlarının gelmesinin ardından kadro tespitlerine
başlanmasına karar vermiştir.798 Bazı camilerin tarihi ve mimari açıdan kıymetlerinin
belirlenmesi için ise İstanbul Müzeleri İdaresi‟ne başvurulmuştur. İlk etapta Suriçi
İstanbul‟da 40, Beyoğlu‟nda 47, Üsküdar‟da 14 camiin durumu Müzeler İdaresinden
sorulmuştur. Durum üzerine müzede kurulan tetkik heyeti İstanbul tarafını üç mıntıkaya
ayırarak işe başlamış ve 22 Şubat‟a kadar Yerebatan, Şehzadebaşı, Eğrikapı, Balat ve
Fener‟deki camilerin vaziyetlerini incelemiştir. Bu aşamada müze heyeti, Fatih Sultan
Mehmed‟in İstanbul‟a girdiğinde ilk inşa ettiği eser olarak andığı Balat‟taki Hızır Bey
Camii ile Kantarcılar‟da Mimar Sinan eseri olan küçük bir mescidin tarihi kıymetlerine
binaen muhafaza edilmesi gerektiğini bildirmiştir. Ancak burada kadro dâhilinde
tutulmasının daha doğru olacağına dair bir hüküm yer almamaktadır.799
Tasnif komisyonu çalışmalarını 1928 yılı Temmuz ayında tamamlayarak,
camilerin tasnif durumunu bir liste halinde Diyanet İşleri Riyaseti‟ne sunmuştur. Son
Saat Gazetesi‟nde yer alan habere göre İstanbul‟da mevcut 600 adet camii içerisinden
Suriçi‟nde 60, Beyoğlu‟nda 15, Üsküdar‟da 7 olmak üzere toplam 82 camiyi kadro
harici bırakılmıştır. Gazete, haberinde Beyoğlu‟nda kadro harici bırakılan camilerin bir
kısmının kapı ve diğer aksamının dükkân, han gibi yapıların içinde kalmış olduğunu,
bunların zaten bir süredir camii olarak kullanılmayan metruk yapılar olduğunu, Üsküdar
ve Suriçi‟ndekilerin ise çoğu tekkelerden mescide çevrilmiş bakımsız ve tamir imkânı
olmayan yapılar olduğunu yazmıştır.800 Komisyon tarafından hazırlanan liste Müzeler
İdaresi‟ne de son kez gönderilmiştir. Ancak Müzeler İdaresi‟nin cevabı beklenmeden
hazırlanan tasnif listesi Ankara‟ya sunulmuştur.801 Camilerin tasnif edilmesi ve kadro
dışı bırakılmaları için liste hazırlıklarının 1929 yılı başlarına kadar sürdüğü ve kadro
796
Milliyet, 04.02.1928.
Cumhuriyet, 03.02.1928.
798
Milliyet, 10.02.1928.
799
Milliyet, 23.02.1928.
800
Son Saat, 17.07.1928.
801
Son Saat, 17.07.1928.
797
246
dâhiline alınıp çıkartılan camilerin değiştiği anlaşılmaktadır. Milliyet Gazetesi 1928 yılı
sonlarında verdiği bir haberinde kadro harici kalacak camilerin sayısını Suriçi‟nde 75,
Beyoğlu‟nda 25, Üsküdar‟da ise 10 olmak üzere 110 çıkarmıştır.802
Komisyonun listesine dair ilk net bilgi 1929 yılının ilk ayında Son Saat
Gazetesi‟nde yer almıştır. Buna göre İstanbul‟daki camilerin tasnifi tamamlanmış,
Suriçi‟nde 81, Beyoğlu‟nda 30 ve Üsküdar‟da 15 olmak üzere toplam 126 camii kadro
harici bırakılmıştır. (Tablo 13.) Kadro harici bırakılan camiler hemen kapatılmamış,
camide görevli memurların açık olan başka camilere nakillerinin ardından kapatılarak
Vakıflar‟a teslim edilmiştir. Haberde tasnife tabi tutulan camilerin çoğunun yanmış,
yıkılmış durumda bulunduğu da bildirilmiştir.803 (Fotoğraf 127.)
Fotoğraf 127. Geçirdiği Yangın Sonrası Harap Bir Halde Bulunan Musalla Camii (1935), Encümen
Arşivi, Dosya 1231.
802
803
Milliyet, 18.12.1928.
Son Saat, 07.01.1929.
247
Tablo 13. 1928 Yılında Çıkartılan Talimatnameye Göre Tasnif Harici
Bırakılan Camii ve Mescitler804
Hüsamettin, Hatuniye, Bali Hoca, Saçlı Abdulkadir, Habib Efendi,
İstanbul
Mıntıkası
(Suriçi)
Maktul Mustafa Paşa, Nazperver Kadın, Ahmet Çelebi, Musa Çavuş,
Lalazade Kalender, Harami Ahmet Paşa, Hatice Sultan, Toklu İbrahim
(Ayvansaray), Nakşidil Sultan, Avcıbaşı Mehmet Bey, Kadı Said (Balat),
Hatice Sultan (Acıçeşme), Kâtip Musluhiddin, Karabaş, Hasanzade,
Muhittin Koçevi, Haydar, Akseki, Hacı İhsan, Yavaşça Şahin, Mehmet
Ağa, Muhtesip İskender, Fatma Sultan, Kazgani Sadi, Süleyman
Ekmeleddin, Alaeddin Haydari Hüseyin Dede, Papazzade, Canbaz
Mustafa Bey, Cerrah İshak, Kızıltaş, Şişehane (Eğrikapı), Lala Hüseyin
Paşa, Mirahur, Çıkrıkçı Hasan, Sitti Hatun, Arakiyeci Cafer, Karagöz
(Hacı Evhat), Fatma Hatun, Hasırcı Katip Murat, Hoca Ali, Koruk
Mahmut, Pir Mehmet Paşa, Şucaattin, Hatice Usta, Kepenkçi Sinan, Hacı
Salih, Demirtaş, Firuz Ağa, Merdivenler, Esir Kemal, Sofalı, Değirmen
Ocağı, İbrahim Çavuş, Lala Hayrettin, Damat İbrahim Paşa, Servili
Mescit, Koca Rüstem, Saman Veren, Bezzazı Cedit, Çakmakçılar,
Acemoğlu, Hoca Piri, Daye Hatun, Bayram Paşa, Kabasakal, Ahızade
Yusuf, Gebeciler, Meydancık.
Kâtip Mustafa Çelebi, Sirkeci Mustafa, Galatasaray Lisesi (Mescidi),
Beyoğlu
Mıntıkası
Hacı Mimi, Gedik Abdi (Kasımpaşa), Seferikoz, Çatma Mescit,
Divanhane, Hacı Bedreddin, Şaban Kaptan, Sahaf Muhittin, Kurt Çelebi,
Hüsrev Çelebi, İbrahim Efendi, Çeşmi Hüseyin, Emekyemez, Şehsüvar,
Bereketzade, Hocazade, Hüseyin Ağa (Beşiktaş) Hacı Şaban (Hasköy),
Kale Mescidi (Rumelifeneri), Kayısı (Sütlüce), Mehmet Çavuş (İstinye),
Kayalar (Rumelihisarı), Ekmekçibaşı Süleyman (Tophane), Ketani Ömer
Paşa, Uzarı Mehmet Efendi, Kışla İçinde Süleymaniye, Kadîrîhane.
804
Son Saat, 07.01.1929. İsimler gazetede yer aldığı şekilde alınmıştır.
248
Üsküdar
Mıntıkası
Toygar Hamza, Abdi Hoca (Yeni Çeşme), Bandırmalı Yusuf Efendi,
Kurbağa Nasuh, Arakiyeci Hacı Mehmet, Mihrişah Sait Efendi (Anadolu
Kavağı), Kil Nazırı Mustafa (Yakacık), Gerede, Çilehane (Küçük
Çamlıca), Teşrifatçı Akif, Hamal Ahmet Ağa, Evliya Hoca, İsfendiyar
Bey, Mehmet Ağa, Muhasebeci Abdi.
Komisyonun çalışmaları ile ilgili gazetelerde yer alan son haber 1929 yılı Mart
ayında İkdam Gazetesi‟nde çıkmış, Beyoğlu ve Üsküdar‟daki rakamlar aynı olmakla
birlikte, Suriçi‟nde sayı 75‟e düşürülmüştür. 805 Tasnif süreçleri bu şekilde ilerlerken
tasnif haricinde kalan camilerin durumu da netleşmeye başlamıştır. Esasında 1927
yılında kabul edilen kanunda ve 1928 yılında çıkartılan talimatnamede kadro haricinde
kalan camilerle ilgili herhangi bir hüküm bulunmazken, Evkaf Umum Müdürlüğü
inisiyatif alarak 1927 yılında bu yapıları elden çıkarmaya başlamıştır. 806 1928 yılı
sonlarında Milliyet Gazetesi‟nde çıkan bir haberde boş kalan camilerin bir kısmının
depo olarak kullanılması için müracaatların olduğundan bahsedilmiştir. Haberde henüz
bu binaların satılığa çıkarılmadığı için bu müracaatlara olumlu cevap verilemediği
bildirildiğine göre, depo olarak kullanmak isteyenler, yapıları kiralamak değil, satın
almak istemişlerdir.807 (Fotoğraf 128.) Cumhuriyet Gazetesi ise bu haberden altı gün
sonra verdiği haberinde, Vakıfların kadro harici bırakılan bu camileri elden
çıkartacağını söylemiştir.808 Keza ilk satışlar da 1927 yılında başlamıştır. (Bkz. Ek 1)
1930 yılında Politika Gazetesi‟nde yer alan bir habere göre İstanbul Vakıflar Müdürlüğü
şehirde kadro harici bırakılan camileri tetkik ettirmiş, yıkılma tehlikesi içerisinde
olanlarla esaslı surette tamire ihtiyacı olanları yıktırmaya, imalathane olarak
kullanılması mümkün olanları ise kiraya vermeye karar vermiştir.809
İkdam, 05.03.1929.
N. Öztürk, a.g.e., s. 485
807
Milliyet, 24.12.1928.
808
Cumhuriyet, 30.12.1928.
809
Politika, 10.04.1930.
805
806
249
Kadro harici bırakılan her caminin hemen
boşaltılıp kapısına kilit vurulduğunu ve ardından da
elden çıkartıldığını söylemek son derece yanlıştır.
Nitekim yukarıdaki listede yer alan camilerin bir
kısmı zaman içerisinde harabiyete sürüklenip
ortadan kalkma noktasına gelseler de, arazileri
elden çıkarılmamış, sonraki yıllarda tamir edilerek
yeniden hizmete alınmışlardır. Bahsedildiği üzere
bu dönemde, cami ve mescitlerin mülkiyeti Vakıflar
Genel Müdürlüğü‟nde olup Diyanet İşleri Riyaseti
sadece camilerde din hizmetini yürütmekle görevli
idi. Bu çerçevede din görevlilerinin maaşları
Diyanet bütçesinden ödenmektedir. 1931 yılına
gelindiğinde ise camilerin idaresi ve personeli
Evkaf Umum Müdürlüğü‟ne bırakılmıştır.
810
Bu
değişikliğin sebebini Bütçe Encümeni Başkanı
Gümüşhane Milletvekili Hasan Fehmi Bey şöyle
Fotoğraf 128. Kadro Harici
Kalan Camii Ve Mescitlerin
Durumu İle İlgili Çıkan Haber,
Milliyet, 24.12.1928.
açıklamıştır;
“…Evvelce hademe-i hayratın maaş ve ücretlerine mukabil Evkaf
İdaresi, vakıflarından topladığı hâsılattan altı yüz bin lirayı maliyeye
veriyordu. Maliye de bunun üzerine bir miktar daha ilâve ederek hademe-i
hayratın maaşatını Diyanet İşleri bütçesinden tediye ediyordu. Hükümet bu
gayri tabiiliği kaldırmak için hademe-i hayrat maaşatını doğrudan doğruya,
bir muaveneti içtimaiye müessesesi demek olan, Evkaf bütçesine devretmiş
oldu ki, zaten kısmen de merci orası idi. Bu suretle Devlet bütçesi ile
hademe-i hayratın alâkası kesilmiş oldu…”811
Hasan Fehmi Bey‟in belirttiği gibi bu değişiklikte camii personelinin bütçe
kaynağı meselesi etkili olduğu kadar, devlet bütçesinin camii personeli ile alakasının
kesilmesi isteği de etkili olmuştur. Camii personelinin maaşlarının, bağlı bulunduğu
vakıftan ya da Evkaf Umum Müdürlüğü‟nün bütçesinden ödenmesi, Osmanlı
810
811
A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.103.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 4, Fevkalade İçtima, Cilt: 2, 11. İnikat, 8 Haziran 1931, s. 46.
250
dönemindeki uygulamaya dönüş olduğu gibi 1930‟lu yıllarda yükselen laiklik
prensibine de uygun düşmektedir. Bu kanun ile birlikte tasnif ve kadro işlemleri de
Vakıflara bırakılmıştır. Durum üzerine Evkaf Umum Müdürlüğü 1932 yılı sonlarına
doğru yeni bir tasnif talimatnamesi hazırlamıştır. Bu talimatname, 1928 yılında kabul
edilen talimatnameden farklı olarak camii ve mescitlerin tasnif kriterlerini daha
detaylandırmaktadır. 25 Aralık 1932‟de Bakanlar Kurulu tarafından tasdik edilen
talimatnamenin 3. maddesine göre, önce camii ve mescitlerin hangi vakit namazlarında
açık olduğu, cemaatin kalabalıklığı, civarındaki camii ve mescitler ile olan mesafesi
tespit edilecektir. Bu camilerin isimleri, çarşı ve pazar mahallinde olup olmadığı,
büyüklüğü, minare ve şerefe sayıları, tarihi ve mimari kıymeti olup olmadığı ve harap
veya mamur bir halde bulunduğu da kayıt edilecektir. 812 Yapılacak bu tespitlerin
arkasından beş vakit namaz kılınmayan, cemaati olmayan, civarındaki mescitler ile
arasında 500 metre mesafe bulunmayan camii ve mescitler kadro dışı bırakılacaktır.813
İstisna durumlar ise 5. ve 8. madde ile tespit edilmiştir. Buna göre beş vakit namaz
kılınmasa dahi cemaatinin kalabalık olması, beş yüz metre civarında camii olmaması ve
mamur olması halinde camiiler tasnif dâhilinde bırakılabilecektir. Aynı şekilde zaruret
halinde 500 metre dâhilinde bulunan birkaç camii de tasnif dâhilinde tutulabilecektir.
Ancak tüm bu istisnaların geçerli bir sebebe dayalı olarak izah edilmesi istenmiştir.814
Talimatname ile getirilen en büyük değişiklik sadece Vakıflar Umum
Müdürlüğü tarafından idare edilen mazbut vakıf camilerinin değil, mütevelli ve cemaat
tarafından idare edilen camii ve mescitlerin de tasnife tabi tutulmasıdır. Bu kararla
yeniden yapılacak tasnifte, tasnife tabii tutulacak ibadethane sayısı artarken 10. madde
ile kadro dâhilinde bırakılacak mescitlerin ilk yapılan tasnifteki sayıyı aşmaması
gerektiği bildirilmiştir.815 Ancak N. Öztürk‟ün belgelere dayalı olarak verdiği rakamlara
bakıldığında ikinci tasnif faaliyetinde sayının 1928 yılında yapılan tasnife göre azaldığı
görülmektedir. Buna göre 1928 yılında İstanbul‟da 128 camii ve mescit kadro harici
bırakılmıştır. Daha sonra bu camilerden 11‟i tekrar kadro dâhiline alınmış, böylece
kadro dışına çıkartılan camii sayısı 117‟ye inmiştir. 1932 yılından sonra başlatılan ikinci
tasnifte ise bu sayı 111‟e düşmüştür. Müze Müdürlüğü‟nün otuz caminin daha eski eser
özelliği taşıdığı ve bunların da kadro dâhiline alınması gerektiğini bildirmesinin
N. Öztürk, a.g.e., s. 478; A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.106.
N. Öztürk, a.g.e., s. 484; A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.106.
814
N. Öztürk, a.g.e., s. 484; A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.107.
815
N. Öztürk, a.g.e., s. 475.
812
813
251
ardından
rakam
81‟e
düşmüştür.
816
Talimatnamenin 7. maddesinde tarihi ve
mimari kıymeti bulunanlar ile mütevelli veya
cemaat tarafından idare edilen camii ve
mescitlerin kadro almada önceliği olduğu
bildirilmiştir. 817 Talimatname ile getirilen bir
yenilik
de
tasnifi
yapacak
komisyonun
başkanlığını İl Müftüsünün yerine Vakıflar İl
Müdürünün üstlenmesidir.
Fotoğraf 129. “52 Cami Kapatılacak”,
Cumhuriyet, 05.10.1935.
Diyanet İşleri Riyaseti henüz taslak sürecinde talimatnamenin bazı maddelerine
karşı çıkmıştır. Komisyon başkanlıklarını müftülerin yapmaması, mütevellisi olan
camilerin de tasnife tabi tutulması, beş vakit namaz kılınma ve mamur olma şartı gibi
maddeler bunlardan bazılarıdır.818 Bu talimatnamede de kadro harici kalacak camilerin
nasıl değerlendirileceği ile ilgili bir hüküm bulunmamaktadır. Kabul edilen
talimatnamenin ardından tasnif işlerine yeniden başlanmıştır. 1934 yılı Temmuz ayında
Evkaf Umum Müdürlüğü tespit edilemeyen bir sebepten dolayı hazırlanan listeyi
İstanbul Evkaf Müdürlüğü‟ne yeniden bir değerlendirme yapılmak üzere iade
etmiştir. 819 1935 yılı Ekim ayında ise Vakıflar Genel Müdürlüğü, 52 caminin kadro
harici bırakılması için İstanbul Evkaf Müdürlüğü‟ne talimat vermiştir.820 (Fotoğraf 129.)
Kadro harici kalacak camilerle ilgili açık bir hüküm bulunmamasına rağmen
Vakıflar tarafından paraya çevirme işlemleri devam etmiştir. Ancak 1934 yılında
İstanbul Belediyesi, Vakıflar ile olan ezeli problemlerinin de etkisiyle şahısların ya da
vakıfların mülkiyetinde olan metruk mescit, camii ve medrese gibi binaların sahiplerine
şehir planı yapılıncaya kadar satış için ruhsatname vermeyi durdurmuştur. 821 Atıl
durumda kalan camii ve mescitlerle ilgili hukuki düzenlemeler 1935 yılında yapılmıştır.
İlk olarak 13 Haziran 1935‟de Resmi Gazete‟de yayınlanan Vakıflar Kanunu‟nun 10. ve
12. maddelerinde konu ile ilgili hükümler yer almaktadır. İlgili kanunun 10. maddesi
şöyledir;
N. Öztürk, a.g.e., s. 484-485. Ülke genelinde bu rakam 2815‟dir ve yaklaşık %50 gibi bir orana tekabül
etmektedir. Bkz; N. Öztürk, a.g.e., s. 492.
817
A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.107.
818
A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.108; N. Öztürk, a.g.e., s. 475.
819
Cumhuriyet, 19.07.1934.
820
Cumhuriyet, 05.10.1935.
821
Cumhuriyet, 12.02.1934; Milliyet, 12.02.1934.
816
252
“Madde 10 — Tahsis edildikleri maksada göre kullanılmaları
kanuna veya amme intizamına uygun olmayan veyahud işe yaramaz bir hale
gelen hayrat vakıflar, İdare Meclisi’nin teklifi ve Bakanlar Heyeti’nin
kararı ile mümkün mertebe gayece aynı olan diğer hayrata tahsis
edilebileceği gibi bu kabil hayrat ayın veya para ile değiştirilerek elde
edilecek ayın veya para dahi aynı suretle diğer hayrata tahsis olunabilir.
Mimarî veya tarihî değeri olan eserler satılamaz.”822
Görüldüğü üzere 1935 yılında TBMM tarafından kabul edilen Vakıflar
Kanunu‟nun 10. maddesi ile 1911 yılında Meclis-i Mebusan tarafından kabul edilen
“Harap Mebani-i Vakfiyye ve Vakıf Arsalarının Nakde Tahvili Hakkında Kanun”
arasında önemli bir fark yoktur. Böylelikle 1935 yılından sonra harap durumdaki vakıf
malların satışı için 1911 yılında kabul edilen kanun yerine Vakıflar Kanunu‟nun 10.
Maddesine atıf yapılmaya başlanmıştır. Maddenin son cümlesi olan “mimarî veya tarihî
değeri olan eserler satılamaz” hükmünün ise ne kadar uygulanabildiği tartışma götürür
mahiyettedir. Aynı kanunun 12. maddesi ise aynı durumdaki vakıf akarlarının satışını
düzenlemektedir.
15 Kasım 1935‟de TBMM‟de kabul edilip 22 Kasım 1935 tarihli resmi gazetede
yayımlanan 2845 sayılı “Cami ve Mescidlerin Tasnifine ve Tasnif Harici Kalacak Cami
ve Mescid Hademesine Verilecek Muhassasat Hakkında Kanun”, kadro dışı kalan
mescitlerin satışının hızlanması açısından önemlidir. Kanunun ilk maddesi şöyledir;
Madde 1 — Evkaf Umum Müdürlüğünce, Cami ve mescidler hakikî
ihtiyaca göre tadilen tasnif ve zaman ve mekân itibarile birleştirilmesi kabil
olan vazifeler birleştirilmek ve hizmetlerin icablarına göre lâzımgelen
nakiller yapılmak suretile hademe kadroları tesbit olunur. Tasnif harici
kalacak cami ve mescidler usul ve mevzuata göre kendilerinden başkaca
istifade edilmek üzere kapatılır. Kapatılan cami ve mescid hademesinin
vazife ve tahsisatları yeni bir vazifeye tayinlerine kadar nısıf ve bunlardan
yaşı elliyi ve ayni zamanda hizmet müddeti yirmi yılı doldurmuş olanların
vazife ve tahsisatları tam olarak verilir.
822
Resmi Gazete, 13.06.1935, S. 3027.
253
Görüleceği üzere bu kanunda da kadro harici bırakılan mescitlerle ilgili açık bir
hüküm yer almamaktadır. Kanunun görüşmeleri sırasında Manisa Milletvekili Refik
İnce bu duruma dikkat çekmiş, konuşmasında “Burada tasnif harici kalacaklar, usul ve
mevzuata göre başka şekilde istifade edilmek üzere kapatılır, deniyor. Bu usul ve
mevzuattan maksat nedir? Hangi usul ve mevzuattır. Kapatılır ve başka şekilde istifade
edilir, deniyor. Bundan maksat nedir?” diye sormuştur. Oturumda söz alan Evkaf
Umum Müdürü Fahri Kiper kapatılan mescitlerle ilgili fiiliyatta yapılan uygulamayı
açık olarak ifade etmiştir; “Tasnif neticesinde lüzum kalmayan cami ve mescitler satılır.
Bu satış muamelesi diğer mebani-i resmiyenin tabi olduğu usule tabidir. Eğer akara
tahvil etmeği tensib edersek ve kâr getirecek şekilde ise bunlardan bu şekilde istifade
ederiz. 2’ncisi; bundan hasıl olacak parayı diğer kutsal abidelere sarfetmek noktasıdır.
Buna ihtimam edeceğiz.”823
Camii ve mescitlerin elden çıkartılması 1927 yılından 1936 yılına kadar Evkaf
Umum Müdürlüğü‟nün teklifi, bu tarihten sonra ise Vakıflar İdare Meclisi‟nin aldığı
karara binaen yine İcra Vekilleri Heyeti kararıyla gerçekleştirilmiştir.
824
20 Nisan
1936‟da kabul edilen 2950 numaralı “Vakıf Malların Taksitle Satılması Ve Kiraya
Verilmesi Ve Satış Paralarının Kullanılması Ve Emaneten İdare Edilen Mülhak
Vakıflardan İdare Ve Tahsil Masrafı Alınması Hakkında Kanun” ile Vakıflar
Kanunu‟nun 10. ve 12. maddesine göre satılacak eserlerden 2000 liranın üzerinde
olanlara taksitle satış imkânı getirilmiştir. 825
1937 yılında Başvekâlet, valiliklere yayınladığı bir tamimde Vakıflar Umum
Müdürlüğü‟nün vaki olacak müracaatları konusunda yardımcı olunmasını, kadro harici
hayratın satış işlerinin bir an önce tamamlanmasını istemiştir. Tamimde ayrıca son
tasnifte birçok yerlerde lüzumundan fazla camii ve mescit bırakıldığının yapılan
tetkiklerde anlaşıldığından hakiki ihtiyacın valiler tarafından çok yakından takip
edilmesi istenmiştir.826 1937‟den sonra camilerin tasnifi işine İstanbul‟un şehir planını
yapmakla görevli olan şehircilik mütehassısı Henri Prost da dahil olmuş, Belediye
hazırlanan imarı plan için açılacak olan caddelerin üzerinde kalan camiler hakkında
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 5, Cilt: 6, İçtima: 1, 3. İnikat, 8 Kasım 1935, s. 20.
N. Öztürk, a.g.e., s. 486.
825
Resmi Gazete, 27.04.1936, S. 3289.
826
Akşam, 18.05.1937.
823
824
254
planlama yapabilmek için, tarihi ve mimari kıymeti olan camilerin listesini Vakıflardan
istemiştir.827
Kadro harici bırakılan camilerin mimari ve tarihi kıymetlerine ne kadar dikkat
edildiği her zaman şüphe ile karşılanması gereken bir durumdur. Vakıflar zaman zaman
Müzeler İdaresi‟nin fikrini sorsa da bunun genel bir kurul olduğunu söylemek oldukça
zordur. Örneğin 1934 yılı Mayıs ayında İstanbul Vakıflar Müdürlüğü kadro harici
bırakılacak bazı camilerin asar-ı atikadan olup olmadığının tetkikini müzeden talep
etmiştir. 828 İstanbul Asar-ı Atika Müzeleri Umum Müdürlüğü bu incelemeleri Asar-ı
Atika Encümeni vasıtası ile yapmıştır. Mesela İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü 9 Eylül
1937‟de Taşkasap‟ta Selçuk Sultan Camii karşısında Mehmed Nureddin Efendi
Dergahı/Semahanesi‟ni paraya çevrilmesinde herhangi bir mahzur olup olmadığını
Asar-ı Atika Encümeni‟ne sormuştur. Encümen yaptığı yerinde incelemenin ardından,
satılacak yerin bir krokisinin çizilip gönderilmesini istemiştir. Vakıflar istenilen krokiyi
hazırlatıp Encümen‟e tekrar göndermiştir. Asar-ı Atika Encümeni aldığı kararında
semahanenin arsa haline geldiğinden asar-ı atika ile alakası kalmadığını ancak
bitişiğindeki 18. yüzyıldan kalan mezar taşlarının ve kitabelerinin korunması adına
arsanın bahçe olarak kullanılmasının daha doğru olacağını bildirmiştir. Encümenin
kararında “eski şeyhi hayatta ve tekke binasında ikamet etmekte ve bu hazirede de
Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin 5. maddesine dâhil olan mezar ve kitabeleri hüsnü
muhafaza eylemekte olmasına ve arsa haline gelen semahanenin medhali bu
ikametgâhla müttehid bulunmasına göre bu arsanın bahçe halinde kullanılmasının
muvafık olacağından” bahsetmesi de koruma politikaları açısından zikredilmeye
değerdir. 829 Sadece satışlarda değil kimi zaman kiralamalarda da müzenin görüşünün
sorulduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Kumkapı‟da kadro harici bırakılan Çadırcı Ahmet
Camii, 1936 yılında kiraya verileceğinde müzenin görüşü sorulmuş, konuyu görüşen
Asar-ı Atika Encümeni kiraya verilmesinde her hangi bir mahzur olmadığına karar
vermişlerdir.830
Akşam, 17.10.1937.
Milliyet, 28.05.1934.
829
Encümen Arşivi, Dosya 954.
830
Encümen Arşivi, Dosya 1250.
827
828
255
Bazı
mimari
camilerin
kıymeti
tarihi
olduğu
ve
İstanbul
Asar-ı Atika Müzeleri uzmanları
tarafından raporlanmasına rağmen,
Vakıflar
tarafından
kadro
dışı
bırakılmışlardır. Örneğin; İlk tasnifte
kadro harici bırakılan Üsküdar Solak
Sinan Cami‟nin tarihi kıymeti olması
dolayıyla yeniden kadro dâhiline
alınması Müze İdaresi tarafından
1936 yılında talep edilmiş ancak
Vakıflar
İdare
Meclisi
muhafaza
edilmesinin sağlanması ile birlikte
Fotoğraf
130.
Ayvansaray
Mescidi
(1951),
İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 1 s. 213.
ilgili kanunun gereği yeniden kadro
dâhiline alınmasının mümkün olmadığını bildirmiştir.
831
Kadro harici bırakılan
camilerin korunması ile ilgili en üst düzeyde tepkiyi 20 Mayıs 1938 tarihli yazısı ile
Kültür Bakanı Saffet Arıkan vermiştir. Arıkan, Vakıfların yaptığı tasnifte bakanlığın
bazı mahzurlar gördüğünü, tali değerdeki eserler büyük masraflarla tamir edilirken
tarihi kıymeti olan bazı camilerin tasnife tabi tutularak bakımsız ve sahipsiz
bırakıldığını Başvekâlete şikâyet etmiştir.
832
(Belge 12) Başvekâlet durumu
Vakıflar‟dan sorduğunda Vakıflar İdaresi tasnif işlemleri yapılırken tarih ve mimari
kıymeti olanlara dikkat edilmeye çalışıldığını, cemaati olmamasından dolayı kapalı olan
ve kadro dışında bulunan camilerden tarihi kıymeti olanların da hademesi veya bekçileri
tarafından iyi muhafaza edilmeye çalışıldığı bildirilmiştir.833
Ancak kadro dışı bırakılan ve daha sonra elden çıkarılan her mescidin de tarihî
ve mimari kıymeti olmadığını da unutmamak gerekir. Örneğin; Ayvansaray Mescidi‟nin
ilk yapımı 1589 yılına kadar dayanmasına rağmen yangın ve depremlerde hasar görmüş
1883 de ahşap olarak yenilenmiştir. Fotoğraflardan anlaşılacağı üzere ahşap bir ev
görünümündedir. 1930‟lu yıllarda kadro harici bırakılmış, Vakıflar İdaresi tarafından
kiraya verilmiş, tutan kişi de burayı gemi ve kalafat ameleleri için bekâr pansiyonu
haline getirmiştir. Altında bir dükkân ve 1567 tarihli Mimar Sinan eseri İskender Paşa
N. Öztürk, a.g.e., s. 488.
BCA, 30-10-0-0 / 192-317-3-3. (20.05.1938)
833
BCA, 30-10-0-0 / 192-317-3-2. (26.05.1938)
831
832
256
çeşmesi vardır. Bugün çeşme yerindedir. Mescid 1951 yılından sonra da yanmıştır.834
(Fotoğraf 130.) Yine kadro harici bırakılan Koca Mustafapaşa‟daki Öksüzce Hatip
Mescidi‟nin 1930‟lu yılardaki görüntüsü tek katlı bir evi hatırlatmaktadır.835 (Fotoğraf
131.) Vakıfların, tasnif yaparken tarihi kıymetleri, vakıf kayıtları ve taşıdıkları
hatıralarından ziyade mimari ve süsleme özelliklerini dikkate aldıkları anlaşılmaktadır.
Böylece yukarıda zikredilen hususiyetlere sahip 19. yüzyılda ihtimam gösterilmeden
yenilenmiş mescit ve camiler kolaylıkla kadro dışı bırakılmıştır. Bu hususta güzel bir
örnek Avcı Bey Camii‟dir. Vakıf kayıtları 16. yüzyıla kadar dayanmaktadır ancak II.
Mahmud döneminde yenilenmiştir. 1929 yılında tarihi kıymeti olmadığı gerekçesi ile
kadro dışı bırakılmıştır. 1933 yılında ayakta kalan kısmı yıkıcılara satılarak
yıktırılmıştır. Asar-ı Atika Encümeni dosyasında yer alan ve Ali Saim Ülgen tarafından
düzenlenen fişinde caminin mimari açısından bir kıymeti olmadığı kaydedilmiştir. 836
(Fotoğraf 132.)
Fotoğraf 131. Öksüzce Hatip Mescidi (1939), Encümen Arşivi, Dosya 414.
İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 1 s. 213; Semavi Eyice, “Ayvansaray Mescidi”, TVİA, İstanbul 1993,
C. 1, s. 496.
835
Encümen Arşivi, Dosya 414.
836
İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 1 s. 34; Encümen Arşivi, dosya 47.
834
257
N. Öztürk‟ün Vakıflar arşivinde
yaptığı tespitlere göre zikredilen tasnif
faaliyetleri sonucunda tüm Türkiye‟de
1926-1938 yılları arasında 301 camii, 459
camii arsası, 1 muvakkithane, 19 türbe, 5
medrese, 6 mektep, 70 tekke ve zaviye, 3
mevlevihane, 1 çilehane, 1 imaret elde
çıkartılmıştır.
837
İstanbul özelinde ise
1926-1949 yılları arasında 27 camii, 53
camii arsası, 16 mescit, 8 mescit arsası, 2
muvakkithane, 1 kilise, 1 türbe, 8 türbe
arsası, 1 medrese, 1 medrese arsası, 3
mektep, 11 mektep arsası, 15 dergâh, tekke
ve zaviye, 7 dergâh, tekke ve zaviye arsası,
6 semahane, 1 imaret, 1 imaret arsası, 9l
Fotoğraf 132. Avcı Bey Camii (1939), Encümen
Arşivi, Dosya 47.
çeşme ve sebil arsası Vakıflar İdaresi
tarafından elden çıkartılmıştır. 838
Vakıfların genellikle kadro harici kalan yapıların elden çıkartılmasını
desteklediği anlaşılmaktadır. Örneğin Varidat Müdürü Kemal Güç 1936 tarihli bir
belgede “Kadro harici camileri hemen satmak lazımdır. Bunun için her tarafta tasnifler
yapılmış ise de satılabilecek camiler tamamen anlaşılamamıştır. Ankara’da bile kadro
harici camilerden hangilerinin tarihi ve mimari kıymetinin olduğu tespit ettirilememiştir
ki satılacaklar ayrılsın da satılığa çıkartılsın… Bir de camiler camii halinde satılığa
çıkarıldığı takdirde isteklilerin çok az olacağı anlaşılıyor. Rağbeti arttırmak için enkazı
ayrı, arsalarını ayrı satmak muvafık olur” görüşünü savunmaktadır.839 Halkın camii ve
mescitlerin elden çıkartılmasını hoş karşılamadığı ve satılığa çıkarılan bu yerleri satın
almaya pek hevesli olmadığı 1938 yılında Halim Baki Kunter‟in kaleme aldığı ve
Vakıflar Umum Müdür Muavini İsmet Berkil‟in imzalayıp Tekirdağ Valiliği‟ne yazılan
17.1.1938 tarihli yazıda da bahsedilmektedir. Yazıda satılmasına Vekiller Heyeti‟nce
N. Öztürk, a.g.e., s. 544.
N. Öztürk, a.g.e., s. 531.
839
N. Öztürk, a.g.e., s. 488.
837
838
258
karar verilip tebliğ edilmiş ve edilecek olan camii ve mescitlerin satış ilanlarının mevkii
mahalle, sokak ve vakıf adı açıkça belirtilmek suretiyle “harap vakıf bina” şeklinde
neşrettirilmesi, camii veya mescit denilmemesi istenmiştir. 840 Ancak bu tarihten sonra
olan gazete ilanlarında da camii ve mescit isimleri açıkça yazılmıştır. (Bkz; Ek -1) N.
Öztürk, satılıp parası alındığı halde bugün bu camilerden bir bölümünün ayakta ve
ibadete açık olmasını insanımızın toplumun temel değer yargılarına olan saygı ve
bağlılığı olarak değerlendirir ve ardından Anadolu‟da yaşanan bazı sahip çıkma
örneklerini verir.841
Vakıfların bu dönemde yaptığı satış işlemleri az da olsa dönemin kültür insanları
tarafından da eleştirilmiştir. Örneğin Sedat Çetintaş, Vakıfların Edirne‟de bazı yapıların
kurşunlarını sattığını öğrenmesi üzerine 16 Ağustos 1935 tarihinde Cumhuriyet
Gazetesi‟ne yazdığı yazıda önemli ölçüde Vakıfların tavrını eleştirmiştir;
“Evkaf müdürleri aklı estiği vakit herhangi bir mülkü kendi evindeki
tenceresi gibi kolaylıkla satabiliyor. Başka müessesatta hiçbir makam
süprüntülerini bile satamaz. Çünkü bu hak Maliye’nindir. Hâlbuki uzun
yıllardan beri Evkaf İdareleri yalnız kurşun değil birçok tarihsel
anıtlarımızı sata sata ortaya öyle berbat bir durum koymuştur ki camilerden
başka anıtlarımızın birçoğu eşhasın eline geçmiş eşhas da bunları istediği
gibi ezmiş, büzmüş ve yıkmıştır. Bugün bakıyorsunuz ki Sinan’ın en kıymetli
bir binası ya Tavukçu David’in elinde ya Kuyumcu Mardiros’un ve yahut da
Çömlekçi Hasan’ındır. Kayıtlarını araştırınız, görürsünüz ki beş yıl evvel
Evkaf bu abideyi satılığa çıkarmış; bu adam veya bu adamın babası mezada
girerek parasını vermiş almıştır, aldıktan sonra da her aklı estikçe bu binayı
ezmiş büzmüş, şeklini birkaç defa değiştirerek tanımaz bir hale getirmiş
nihayet yerine asri bir bina yaptırmak kastıyla temellerini sökmeğe
kalkışmış. “Aman yahu ne yapıyorsun” dediğiniz vakit, evvela tapusunu
çıkarır; sonra o size sorar: “Arkadaş bu memlekette sen Tasarruf
Kanunu’nu sen hiç okumadın mı?”842
N. Öztürk, a.g.e., s. 488.
Bkz; N. Öztürk, a.g.e., s. 497.
842
Sedat Çetintaş, İstanbul ve Mimari Yazıları, TTK, Ankara 2011, s. 20.
840
841
259
Vakıflar Genel Müdürlüğü‟nün zaman zaman kadro harici bırakma
uygulamalarına ve sonrasında gelecek tahsislere direndiği de görülmektedir.
Örneğin Bayezıt‟daki kadro harici bırakılan Kaptan Paşa Camii, 1928 yılı
sonunda Darülfünun tarafından “kütüphane dâhilinde kıraat salonu olmaya
elverişli genişçe bir oda mevcut olmadığından” yüz elli kişilik okuma
salonu yapılmak istenmiştir. Maarif Vekili Mustafa Necati imzası ile
Başvekâlete yazılan yazıda camiinin senelerden beri cemaatsiz ve metruk
bir halde kaldığı belirtilere Vakıflar‟dan Darülfünun‟a tahsisinin sağlanması
talep edilmiştir.843 Evkaf Umum Müdürü Niyazi Bey tarafından verilen 31
Ağustos 1929 tarihli cevapta ise Kaptan İbrahim Paşa Camii‟nin tasnif
harici bırakıldığı doğrulanmakla birlikte Diyanet İşleri Riyaseti‟nden
aldıkları yazıya göre caminin halen ibadete açık olması dolayısıyla tahsisin
yapılamayacağı bildirilmiştir.844 (Belge 13.) 1933 yılına kadar kullanıldığı
anlaşılan camii için Maarif Vekâleti 11 Şubat 1933‟de tekrar bir girişim
yapmış, camiinin Darülfünun için bir okuma salonu yapılabilmesi için
tahsisini yeniden istemiştir. 845 Vakıflar 27 Şubat 1933 tarihinde verdiği
cevabında 13671 sayılı kararname uyarınca cami ve mescitlerin tasnifine
yeniden başlandığını bildirerek netice elde edilmeden bu hususta kati bir şey
denilemeyeceğini Genel Müdür imzası ile bildirmiştir.846 (Belge 14.) Ancak
bu yazıdan bir gün sonra Başvekâlet tarafından “mevkii ve vaziyetine
nazaran tasnif neticesinde kadro harici bırakılması ihtimali yüksek
olduğundan en yüksek irfan müessesesinin mühim bir ihtiyacını temin için”
gerekli muamelenin yapılmasının istenmesi 847 üzerine 16 Mart 1933‟de
tahsis izni verilmiştir.848
Vakıflar açısından eserlerine sahip çıkma şansı yaratan bir diğer hadise de 1936
yılında Başvekâlet tarafından askeriye işgali altında bulunan eski eserler ile ilgili olarak
yayımlanan bir genelge olmuştur. 10 Nisan 1936 tarihli genelge ile tasnif harici dahi
olsa, Vakıflar Umum Müdürlüğü‟nün muvafakati alınmadıkça hiçbir cami, mescit ve
vakfa ait diğer binaların Vakıflardan izin alınmadıkça hiçbir kurum tarafından işgal
843
BCA, 30-10-0-0 / 192-315-13-8. (06.12.1928).
BCA, 30-10-0-0 / 192-315-13-7. (31.08.1929).
845
BCA, 30-10-0-0 / 192-315-13-5. (11.02.1933).
846
BCA, 30-10-0-0 / 192-315-13-4. (27.02.1933).
847
BCA, 30-10-0-0 / 192-315-13-3. (28.02.1933).
848
BCA, 30-10-0-0 / 192-315-13-2. (16.03.1933); N. Öztürk, a.g.e., s. 495.
844
260
edilemeyeceği ve yıktırılamayacağı tebliğ edilmiştir. 849 (Belge 15.) Fakat 26 Eylül
1936‟da Milli Müdafaa Vekili Kazım Özalp, Başvekil İsmet İnönü‟ye yazdığı resmi
yazıda askeri garnizonların her yerde olmamasından ve bunları inşa etmeye bütçenin de
yeterli gelmemesinden ötürü, camii, mescit ve medrese gibi binaların askeri amaçla
kullanıldığını ve yeni bina yapılmadıkça da bu binaların boşaltılmasına imkân
bulunmadığını yazmıştır. Aynı yazıda Başvekâletin yayınladığı genelgeden sonra pek
çok Vali ve Kaymakamın genelgeyi öne sürerek tarihi kıymeti olsun, olmasın ne kadar
camii ve mescit varsa hemen hepsinin boşaltılmasını talep ettiklerini bildirmiş, bunun
asla mümkün olmadığını bildirmiştir.
850
(Belge 16.) Başvekâlet, Milli Müdafaa
Vekâleti‟nden gelen bu olumsuz görüş karşısında Evkaf Umum Müdürlüğü‟ne “mezkur
tamimden maksat sanat ve tarih bakımından kıymeti haiz olduğu ve korunulması icap
edeceği salahiyetli makamlarca tespit edilen eserlerin muhafazası olduğuna göre
tamime dayanılarak böyle bir mahiyet ve kıymeti olmayan binaların da derhal
boşaltılması için cihet-i askeriyenin tazyik edilmesi”nin doğru olmadığında dair bir yazı
yazmıştır.
Vakıfların
gazete
ilanlarıyla
yaptığı
satışlardan
kimi
zaman
İstanbul
Belediyesi‟nin ve İstanbul Valiliği dolayısıyla da hükümetin haberi olmadığı
anlaşılmaktadır. Nitekim 1938 yılı Şubat ayı içerisinde İstanbul Vali ve Belediye
Başkanı Muhittin Üstündağ, Başvekâlete yazdığı bir yazıda Galata‟da bulunan Yeni
Camii arsasının satışa çıkarıldığını gazetelerde gördüğünü ve bunun şehir planını
güçleştirecek bir karar olduğunu söylemiştir. Üstündağ, Galata‟nın son derece sıkışık
bir mahallinde bulunan arsanın mahallenin bir hava menfezi olduğu ve şehir planını
hazırlayan Prost‟un da yapmış olduğu planda bu sahayı bir meydan olarak gösterdiğini,
bu nedenle arsanın Vakıflar tarafından satılıp binalarla doldurulmak yerine Bakanlar
Kurulu kararıyla İstanbul Belediyesi‟ne bırakılmasını istemiştir. (Belge 17.) Başvekil
Celal Bayar ise henüz kesinleşmeyen ve kanuni bir düzenleme yapılmayan müstakbel
tasavvurların tatbikatını kolaylaştırmak maksadıyla şimdiden bir girişimde bulunmanın
Vakıfların tasarruf hakkını sınırlayacağı gerekçesi ile reddetmiştir. Yazıda belirtilen bir
ilginç nokta da Vakıfların dar bütçesi ile kendisine ait tarihi eserleri mükemmelen imar
849
850
BCA, 180-09-31/168-1-26 (09.04.1936)
BCA, 30-10-0-0 / 192-316-2-3. (26.09.1936).
261
hatta kanunen mükellef olmadığı fedakârlıklardan ihtiyar ederek şehrin imarına yardım
ve iştirak eden bir idare olarak tanımlanmasıdır.851
Tablo 14. Vakıflar Umum Müdürlüğü Tarafından Kadro Dışı Bırakılan,
Yıktırılan ve Elden Çıkartılan Camii ve Mescitlerden Örnekler852
Çıkırıkçı Mescidi
Samatya‟da bulunan mescit, Reşat Ekrem Koçu‟nun semtin
eski
sakinlerinden
derlediği
bilgiye
göre
Narlıkapı
Caddesi‟nde eski kale duvarına karşı ahşap bir mescitmiş.
Mahalle sakinlerinden Bahaeddin Özyazıcı mescidi şöyle
anlatır; “Çıkırıkçı Mescidi‟nin yeri, halen evimin bulunduğu
yerdir minaresi de bahçe kapısının bulunduğu noktada idi.
Mescidi evkaf sattı. Yerine bizim oturduğumuz ev yapıldı.
Enkazı Kumcu Numan adında biri aldı. Evimin bahçesinde
bir kabir vardır, biz mescidi yaptıran zatın kabri diye biliyor
idik, hürmetle muhafaza ediyoruz”. (Mayıs 1964)”853
Hammal Mehmed Ağa
Üsküdar‟da Hamal Sinan mahallesinde bulunan mescit,
Mescidi
Hamal Mehmet Ağa tarafından yaptırılmıştır. 1935‟de kadro
harici bırakılarak Vakıflar İdaresi tarafından satılmış ve
yıktırılmıştır.854
Karanlık Mescit
Beyoğlu Karanlıkçeşme Sokağında banisi Hacı Ferhad Ağa
olup 16. yüzyılda yapılmış, arsası 1937‟de satılmıştır.855
851
BCA, 30-10-0-0 / 82-538-8. (09.03.1938).
Bu tablo temel başvuru kaynakları ve arşiv belgelerine göre hazırlanmıştır. Gazete ilanları ile Vakıflar tarafından
elden çıkarılan ya da farklı amaçlarla kullanılan tarihi eserlerin için Bkz; Ek-2. ve Ek-3.
853
Hakkı Göktürk, “Çıkırıkçı Mescidi”, REK. İ.A., C. 7, İstanbul 1971, s. 3896.
854
İ. H. Konyalı, a.g.e., C. 1, s. 160.
855
T. Öz, a.g.e., c.2, s. 37.
852
262
Kadı Mescidi (Selime
17. yüzyıla ait yapının banisi İstanbul Kadısı İbrahim
Hatun Mescidi)
Efendi‟dir. 1933‟de kadro harici bırakılarak minaresi
yıktırılmıştır. Kiraya verilen bu mescit daha sonra konut
olarak
kullanılmıştır.
açılmıştır.
Daha
sonra
yeniden
ibadete
856
Cerrahpaşa Ahmet
Mescit, 1936-1937 yıllarında Evkaf tarafından kadro harici
Kethüda Mescidi
bırakılmıştır ve ahşap olan son cemaat yeri mesken olarak
kiraya verilmiştir.857
Çingene Fırını Mescidi
Üsküdar'da Atlamataşı civarında, Selamsız Caddesi ile
Kassam Çeşmesi Sokağı kavşağı yanında idi. 1936-1938
arasında yıkılmış ahşap bir yapı idi, minaresi de ahşap olup
bu mescit yıkılınca bir yük arabasına yüklenip Yeni Valide
Camii civarında Geredeli Mescidine naklolunmuştur.858
Acem Ağa Mescidi
Eski bir Bizans kilisesi olan yapı, Zeynep Sultan Camii‟nin
sokak aşırı yanında bulunmaktadır. İlk yapımı 5. yüzyıla
kadar gider. Acemağa Mescidi tasnif kanununa kadar bütün
aksamı tamam halde duruyorken 1936‟da Vakıflar İdaresi
tarafından minaresi yıktırılıp kiremidi, çatısı, ahşap kısımları
yıkıcılara
satılmak
suretiyle
dört
duvar
halinde
bırakılmıştır.859
Eyüp Mihrişah Sultan
İmareti
1926‟dan
1929‟a
kadar
Kibrit
İnhisar
İdaresi‟ne
kiralanmıştır. 1929‟da yine aynı idareye 3 sene müddet ve
150 lira kira bedeli ile kiralanmıştır.860
“Ayaspaşa Camii Sokağı”, REK. İ.A., C. 3, İstanbul 1960, , s. 1487; N.Esra Dişören, “Kadı Mescidi” , TVİA C.4,
İstanbul 1994, s. 329.
857
“Cerrahpaşa Ahmet Kethüda Mescidi”, REK. İ.A., C. 1, İstanbul 1958, s. 387.
858
“Çingene Fırını Mescidi”, REK. İ.A., C. 7, İstanbul 1971, s. 4001.
859
Semavi Eyice, “Acemağa Mescidi”, TVİA, İstanbul 1993, C. 1 s. 61.
860
BCA, 30-18-1-2 / 4-39-2. (3.07.1929).
856
263
Yedikule İlyas Çelebi
Civarında namaz kılacak açık başka camii bulunduğu ve
Camii
etrafındaki sakinlerinin ekseriyetle gayrimüslim olması
hasebiyle tarihi ve mimari bir kıymeti de bulunmadığı
gerekçesi ile Vakıflar Umum Müdürlüğü‟nün 900 liraya
satış teklifi 12 Temmuz 1934‟deki Bakanlar Kurul Kararıyla
kabul edilmiştir.861
Babıâli‟de İbrahim Paşa
1936 yılından önce Vakıflar tarafından satılan arsasının bir
Mescidi (Nallı Mescit
kısmını Giresun Milletvekili Hakkı Tarık Us satın almıştır.
Civarı, Acı Musluk
1936 yılında geri kalan kısmı ile cami binası ve muhafaza
Sokağında)
duvarının işe yaramaz bir hale gelmesinden dolayı 2.877
liraya satılmak istenmiş, Müzeler İdaresi‟nin tarihi kıymeti
olmadığını
bildirmesinin
ardından
Vakıflar
İdare
Meclisi‟nin talebi ve 1 Nisan 1936 tarihli Bakanlar Kurulu
Kararı ile satılmasına karar verilmiştir.862
Karagümrük‟de Apardı
1936 yılında tekke ve mescidin paraya çevrilmesine lüzum
Muslihiddin Tekke ve
görüldüğünden, arsanın bir köşesinde toplu bir halde
Mescidi
bulunan kabirlerin olduğu gibi muhafaza edilmesi kaydıyla
Müzeler İdaresi‟nin tarihi kıymeti olmadığını ve kabirlerin
muhafaza edilmesi gerektiğini bildirmesi ardından Vakıflar
İdare Meclisi‟nin talebi ve 1 Nisan 1936 tarihli Bakanlar
Kurulu Kararı ile satılmasına karar verilmiştir.863
Fatih‟te Haraccı Kara
1936 yılında Gelenbevi Ortaokulu karşısında bulunan tekke
Mehmet Mahallesinde
arsasının
Kubbe Tekkesi Arsası
Müzeler İdaresi‟nin tarihi kıymeti olmadığını, Maarif
paraya
çevrilmesine
lüzum
görüldüğünden
İdaresi‟nin ise okul yapmaya elverişli olmadığını bildirmesi
ardından Vakıflar İdare Meclisi‟nin talebi ve 20 Nisan 1936
tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile satılmasına karar
verilmiştir.864
861
BCA, 30-18-1-2 / 46-50-12. (12.07.1934).
BCA, 30-18-1-2 / 63-24-16. (01.04.1936).
863
BCA, 30-18-1-2 / 63-24-16. (01.04.1936).
864
BCA, 30-18-1-2 / 64-31-11. (20.04.1936).
862
264
Kasımpaşa‟da Kadı
1936
yılında
arsasının
paraya
çevrilmesine
lüzum
Mehmet Efendi Camii
görüldüğünden içindeki taşlarla beraber, Müzeler İdaresi‟nin
Arsası
tarihi kıymeti olmadığını bildirmesinin ardından Vakıflar
İdare Meclisi‟nin talebi ve 13 Mayıs 1936 tarihli Bakanlar
Kurulu Kararı ile satılmasına karar verilmiştir.865
Çemberlitaş‟ta Molla
1936 yılında mütevellisinin de onayı alınarak 1995 liraya
Fenari Camii Arsası
elden çıkarılmak istenmiştir. Müzeler İdaresi yapının
satılmasında bir mahsur olmadığını belirtmekle birlikte
caminin banisi Ahmet Paşa‟nın tarihi hatırasını yad etmek
üzere arsa üzerinde yapılacak binanın bir yerine bir levha
veya sütun konulması gerektiğini bildirmiştir. Ardından
Vakıflar İdare Meclisi‟nin talebi ve 13 Mayıs 1936 tarihli
Bakanlar Kurulu Kararı ile satılmasına karar verilmiştir.866
Beyoğlu‟nda Sarı Lütfu
Camii Arsası
1936
yılında
arsasının
paraya
çevrilmesine
lüzum
görüldüğünden Vakıflar İdare Meclisi‟nin talebi ve 4 Eylül
1936 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile satılmasına karar
verilmiştir.867
Samatya‟da Hatuniye
1936 yılında Ağa Hamamı Caddesi‟ndeki caminin paraya
Camii Arsası
çevrilmesine lüzum görüldüğünden, arsanın içerisinde bulan
kabristanın olduğu gibi muhafaza edilmesi ve bir ihata
duvarı ile çevrilmesi kaydıyla Vakıflar İdare Meclisi‟nin
talebi ve 4 Eylül 1936 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile
satılmasına karar verilmiştir.868
Şehremini‟de Yavaşca
25 Eylül 1936 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile satılmasına
Şahin Camii ve Tekke
karar verilmiştir.869
Arsası
865
BCA, 30-18-1-2 / 64-38-19.
BCA, 30-18-1-2 / 64-38-19.
867
BCA, 30-18-1-2 / 68-74-07.
868
BCA, 30-18-1-2 / 68-74-07.
869
BCA, 30-18-1-2 / 68-78-07.
866
(13.05.1936).
(13.05.1936).
(04.09.1936).
(04.09.1936).
(25.09.1936).
265
Galata‟da Yeni Camii
Bedeli diğer hayrata tahsis edilmek üzere 10 Mart 1937
tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile satılmasına karar
verilmiştir.870
Tophane‟de Gülşeni
Bedeli diğer hayrata tahsis edilmek üzere 2 Nisan 1937
Tekkesi Arsası
tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile satılmasına karar
verilmiştir.871
Yedikule‟de Uşakî
Bedeli diğer hayrata tahsis edilmek üzere 16 Şubat 1937
Tekkesi
tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile satılmasına karar
verilmiştir.872
Şehremini‟de Arpa
Emini Şahin Camii ve
Dönemin parti il başkanının isteği üzerine 1936 yılında 1000
lira bedel ile partiye satılmıştır.873
Tekke Arsası
Üsküdar Adliye Camii
II. Mahmud devrinde yapılan bu camii Şemsipaşa‟da
karakolun yanındaydı, 1930 yıllarında yıkılmıştır.874
Rumelihisarı‟nda Torluk
Dede Mescidi
Kadro harici bırakılmış ve harap olduğundan 1934 yılında
enkazı satılmıştır.875
Fatih Camii‟nin
Fatih devrine kadar dayanmaktadır. 1915‟de yanmıştır.
yakınlarında Haraccı
Camii, bu yangından etkilense bile 1927 yılına kadar ibadete
Muhyiddin Mescidi
açık kalmıştır. Ancak cami onarılmadığından 1927 yılında
yıktırılarak ortadan kaldırılmıştır. Ardından da Vakıflar,
camii arsasını satmıştır.876
870
BCA, 30-18-1-2 / 72-17-09. (10.03.1937).
BCA, 30-18-1-2 / 73-26-13. (02.04.1937).
872
BCA, 30-18-1-2 / 72-13-05. (16.02.1937).
873
N. Öztürk, a.g.e., s. 496.
874
İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Üsküdar Tarihi, Türkiye Yeşilay Cemiyeti Yayınları, İstanbul
1976, C.1 s. 81-82.
875
T. Öz, a.g.e., C. 2 s. 66.
876
İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 1, s. 229.
871
266
Tophane‟de Sakabaşı
Mescidi
Lala Hayrettin Camii
1590‟da yapılmış olup, kadro harici kalmış ve 1936‟da
satılmıştır.877
1484 de inşa edilmiştir. 1936‟da Vakıflar İdaresi tarafından
minaresi yıktırılıp kiremidi, çatısı, ahşap kısımları yıkıcılara
satılmak suretiyle dört duvar halinde bırakılmıştır.878
Langa‟da Çobançavuş
1936 Haziran ayında Vakıflar tarafından yıktırılmıştır. Bu
Camii
caminin yıkılma işinde çalışan amelelerden Armanak
caminin bir duvarının üstüne çıkmış, kazması ile taşlara
vururken
duvar
yıkılmış,
Armanak
ağır
surette
yaralanmıştır.879
Baba Hasan Mescidi
15. yüzyılın ikinci yarısına kadar dayanan mescit, 1936 yılı
Eylül ayında kadro dışı bırakılarak ayda 2.5 liraya kiraya
verilmiştir. Kiracılar, tamir masadıyla bir çivi dahi
çakmadığından harabiyeti daha da artmıştır.880
Çınar Davud Bey
İlk yapımı 16.yüzyıla dayanmaktadır. Bakımsız kalan cami,
Mescidi
1937 yılında yıktırılarak yerine parti binası yaptırılmıştır.
Daha sonra uzun süre Halk Evi ve sinema olarak da
kullanılmıştır.881
T. Öz, a.g.e., C. 2, s. 57.
İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2, s. 67.
879
Cumhuriyet, 30.06.1936.
880
Yapı 1956 yılında yıktırılmıştır. Bkz; İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2, s. 108.
881
İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2, s. 125.
877
878
267
Sarı Musa Camii
Aksaray Taşkasap semtinde bulunan Camii, Fatih dönemi
top ustalarından Sarı Musa tarafından yaptırılmıştır.
Yangınlarda harap olan caminin enkazı ve taşları 1936
yılından önce Vakıflar tarafından bir enkazcıya satılmıştır.
Müzeler İdaresi bulunduğu caddeye Sarı Musa isminin
verilmesini Belediyeden teklif etmiş, teklif Belediye
Meclisi‟nde kabul edilmiştir. Haber Gazetesi 7 Şubat 1936
tarihli nüshasının ilk sayfasında “Sarı Musa’nın Hatırasını
Yok Etmeyelim” başlıklı bir haber ile çıkmıştır.882 (Fotoğraf
133.)
Üsküdar‟da Bandırmalı
1737/1738 tarihinde Şehla Ahmet Paşa tarafından yenilenen
Tekkesi Ve Camii
yapı tekkelerin kapandığı sırada tamire muhtaç halde idi.
Camii, tekke hariminde bulunduğu için Vakıflar tarafından
kadro dışı bırakılmıştır. Kısa bir zaman sonra da
yıkılmıştır.883
882
883
Haber, 07.02.1936.
“Bandırmalı Tekkesi ve Camii”, REK. İ.A., C. 4, İstanbul 1960, s. 2102.
268
Üsküdar Süleyman Paşa Üsküdar Halkevi‟nin yapacağı faaliyetler için yetersiz
Camii
gelmesi üzerine CHP Genel Sekreterliği 21 Ağustos 1935‟de
Üsküdar Halkevi için kadro dışı kalan Süleyman Paşa
Cami‟nin kirasız olarak tahsis edilmesini istemiştir. Genel
Sekreterlik, bu talebi Evkaf Genel Müdürlüğü‟ne iletmiştir.
Müdürlük tarafından kaleme alınan 11 Ekim 1935 tarihli
cevap yazısında, Süleyman Paşa Cami‟nin tarihi eser
olduğu, ancak şeklinin değiştirilmemesi şartıyla kiraya
verilebileceği belirtilmiş ve münasip bir bedelle Üsküdar
Halkevi‟ne kiralanabileceği bildirilmiştir. Kurumlar arası
yazışmalarda,
Üsküdar Halkevi‟ne
Süleyman
ancak
Paşa
kira
Camii‟nin
karşılığında
tahsis
edilmesinin kararlaştırıldığı dikkati çekmektedir. İbrahim
Hakkı Konyalı ise Süleyman Paşa Camii‟ni 12 Haziran 1941
tarihinde gezdiğini belirterek “tamirinden evvel camii,
Vakfılar İdaresi, Kayış dağı suyu şişe deposu olarak
kullanılıyordu.” demektedir.884
Esasında hayır eserlerinin yanı sıra hayır eserlerine gelir sağlayacak tarihi ve
mimari kıymeti olmayan akarların da elden çıkartıldığı görülmektedir. Akarların elden
çıkartılması, kısa süreli olarak Vakıflara gelir sağlasa da uzun vadede vakfiyesi ile bağlı
bulunduğu hayır eserinin gelirini eksiltmiştir. Vakıflara ait satılan akar sayısı, hayır
eseri satışından çok daha fazladır. Cumhuriyetin ilk yirmi yılında (1923-1943) tüm
Türkiye‟de satılan akarlardan elde edilen gelir 5.952.046 lira iken hayrat satışından elde
edilen miktar 2.817.560 liradır. 885 Harap ya da mamur durumdaki hayır eserlerinin
satışından elde edilen meblağın nereye harcandığı da önemli bir meseledir. Vakıflar
Genel Müdürlüğü tüm Türkiye genelinde Cumhuriyetin ilk yirmi yılında yaptığı hayır
eserleri satışlarından elde edilen gelirden çok ufak bir kısmı -82.079 lira kadarı- Nukudu Mevkufe Müdürlüğü‟ne aktarılmış, geri kalan yüksek bedel, vakıf eserlerine gelir
884
Kubilay Arpacı, “Üsküdar Cumhuriyet Halk Fırkası Binası” Uluslararası Üsküdar Sempozyumu X 19-20-21 Ekim
2018 Bildiriler, C. 1, İstanbul 2019, s. 281-282.
885
N. Öztürk, a.g.e., s. 440.
269
sağlayacak akar inşası, çeşitli hayır kurumlarına yardım ve bina onarımlarına
harcanmıştır.886
Bina onarımlarından kastedilen daha çok abidevi vakıf eserleri yani yine
camilerdir. Örneğin Edirne‟de meydana gelen büyük bir fırtınada hasar gören Edirne
camilerinin Cumhurbaşkanı Atatürk‟ün talimatı ile bir an evvel tamir edilebilmesi için
1931 yılı Vakıflar bütçesine hayır eserlerinin satışından elde edilen 67.508 lira tahsisat
konulmuştur. 887 Vakıfların eski eser onarımları bilhassa 1928 yılından sonra başta
camiler olmak üzere bir kısım hayrat eserler satılarak bu satışlardan elde edilen paralar
karşılık gösterilmek suretiyle Vakıf Paralar Müdürlüğü‟nden alınan borçlarla önemli
görülen bazı cami ve diğer hayrat eserler onarılmıştır.888 Cumhuriyetin ilk 10 yılında
Vakıflar Umum Müdürlüğü‟nün idaresi altında bulunan hayır eserlerinin inşa ve
onarımına hayrat satış bedeli hesabından 382.321 lira 82 kuruş gelmiştir. 889 Bunun
haricinde Vakıflar zaman zaman tasarrufu altında bulundurdukları hayır eserlerinin
tamirlerinde kullanmak üzere kredi borçlanması yapmak üzere bu hayrat satış
bedellerini de teminat olarak göstermişlerdir.
Vakıf eserlerinin tamiri için 1935 yılı sonrasında elden çıkarılacak cami ve
arsaların satış bedelleri karşılık göstermek suretiyle iki defa 200.000 lira bir defa da
600.000 lira olmak üzere üç ayrı kanunla 1.000.000 lira kredi de alınmıştır. 890 N.
Öztürk, alınan bu krediler ile Türkiye genelinde toplam 52 kalemde 47 camii ve mescit
1 imaret, 1 hastahane onarılmıştır. Bu eserlerden 30 adedi İstanbul‟dadır.891 (Tablo 15.)
N. Öztürk, a.g.e., s. 440.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 4, Fevkalade İçtima, Cilt: 2, 11. İnikat, 8 Haziran 1931, s. 39.
888
N. Öztürk, a.g.e., s. 205.
889
N. Öztürk, a.g.e., s. 203.
890
N. Öztürk, a.g.e., s. 489.
891
N. Öztürk, a.g.e., s. 230-233.
886
887
270
Tablo 15. Vakıflar Umum Müdürlüğü’nün Hayrat Satışından Elde Ettiği
Gelirden İstanbul’daki Tarihi Eserlerin Tamirine Harcadığı Meblağ892
Tamir
Harcanan Harcama Tamir Edilen
Harcanan Harcama
Edilen
Meblağ
Yılı
Eserin İsmi
Meblağ
Yılı
58.441
1936-
16.
13.075
1938-
Camii
Lira
1939
Camii
lira
1939
Mahmut Paşa
24.416
1936-
17.
4.195 lira
1938
Camii
Lira
1939
Paşa Camii
Atik Ali Paşa
8.957 Lira
1936-
18.
10.057
1938-
1937
Camii
lira
1939
1936-
19.
16.227
1938
1937
Camii
1936-
20.
1937
Camii
1936-
21.
1938
e Camii
Eserin İsmi
1. Süleymaniye
2.
3.
Camii
4.
Mihrimah
6.851 Lira
Camii
5.
Çorlulu Ali
1.350 Lira
Paşa Camii
6.
Çarşamba‟da
7.169 Lira
Fethiye
Eyüp
Kılıç Ali
Çinili
Ortaköy
lira
Cihangir
1.519 lira
1938
Teşvikiy
3.470 lira
1938
Cafer
1.400 lira
1938
12.289
1938-
lira
1939
22.835
1938-
Camii
7.
8.
Mesih Paşa
24.846
1936-
22.
Camii
Lira
1939
Ağa Camii
Dolmabahçe
8.936 Lira
1936-
23.
1937
Ahmet Camii
1936-
24.
1937
Paşa Camii
lira
1939
18.533
1936-
25.
6.438 lira
1938-
lira
1937,
Paşa Camii
Camii
9.
Sinan Paşa
9.982 Lira
Camii
10. Sultan Selim
Camii
Sultan
Şemsi
Bali
1939
1939
11. Yeni Camii
Kadırga
29.293
1936-
26.
lira
1939
Sokullu Mehmet
34.508
1938-
lira
1939
Paşa Camii
892
N. Öztürk, a.g.e., s. 230-232.
271
12. Laleli Camii
15.147
1936-
27.
Azapkap
27.163
1938-
lira
1937
ı Sokullu
lira
1939
Haseki
5.308 lira
1939
Nişancı
4.979 lira
1939
8.291 lira
1939
Mehmet Paşa
Camii
13. Küçük
589 lira
Ayasofya
1936-
28.
1937
İmareti
1936-
29.
1937
Mehmet Paşa
Camii
14. Gureba
9.875 lira
Hastahanesi
Camii
15. Beyoğlu Ağa
19.716
Camii
1936-
30.
Atik
1937,
Valide Camii
1939
Vakıf eserlerin tamir edilmesinin haricinde 1924-1932 yılları arasında Vakıflar
Umum Müdürlüğü bütçesinden, Darüşşafaka, Darülfünun, Maarif Cemiyeti, Çocuk
Esirgeme Kurumu, Şehitlikleri İmar Cemiyeti, Türk Ocakları gibi çeşitli eğitim, kültür
ve sosyal amaçlı kuruluşlara 1.967.886 lira, 1933-1942 yılları arasında ise 1.053.490
lira olmak üzere Cumhuriyetin ilk yirmi yılında toplam 3.021.376 lira aktarılmıştır.893
Bu rakamlar Vakıflar Genel Müdürlüğü‟nün gelir ve gider kalemlerini kapsayan yıllık
bütçeleri dikkate alındığında daha da anlam kazanmaktadır. Örneğin Vakıflar Genel
Müdürlüğü‟nün 1926 yılı bütçesi 3.322.790 liradır. 1936 yılı bütçesi ise 2.623.787
liradır.
Kendi mütevellisi olan mülhak vakıflara ait camileri elden çıkarıldığında ise elde
edilen paranın bir kısmının mütevelliye verildiği görülmektedir. Örneğin İstanbul‟da
Büyük Postahane karşısındaki Kazasker Abdülkadir Efendi vakfından olan Meydancık
Camii arsasının 1933‟de 50.101 liraya elden çıkarılması istendiğinde Evkaf Umum
Müdürlüğü 20.000 liranın vakıf şartlarına göre evladına bırakılmasına, kalan paranın ise
Şile‟de bir camii yaptırmak için inşaat masraflarına, inşaat masrafından artacak paranın
893
N. Öztürk, a.g.e., s. 445.
272
ise yine Şile‟deki caminin daimi masraflarına harcanmak üzere Vakıf Paralar
Müdürlüğüne verilmesini düşünmüştür.894
Fotoğraf 133. “Sarı Musa’nın Hatırasını Yok Etmeyelim”, Haber, 07.02.1936.
Durum 22 Kasım 1933‟de Başvekâlete yazılmış, Başvekâlet kararı yerinde bularak bir kararname taslağı
hazırlamıştır. Ancak kararname taslağına Vakıflar uzun müddet cevap vermemiş, Başvekâletin durumu sorması
üzerine Vakıflar alıcı müşteri ile yaşanan bir sıkıntıdan dolayı kararnamenin bekletilmesini 14 Mayıs 1934‟de
bildirmiştir. Bkz; BCA, 30-10-0-0 / 20-120-4. (19.05.1934).
894
273
3.2.6. Siyasi ve İdeolojik Sebeplerden Kaynaklanan Tahribat
İnkılâp yapmış ve yeni kurulmuş bir devletin kendinden önceki yönetimin
mimari eserlerini yetersiz, hatta çirkin bulması olağandır. Öyle ki 1924 yılında Beyazıt
Meydanına yapılan süs havuzunun açılışında “Ecdadımız içinde asırlarca yaşadıkları
bu şehre böyle muhteşem bir eser hediye edemediler” gibi konuşmalar dahi
yapılmıştır.895 Ahmet Emin Yalman 1938 yılında yazdığı bir yazıda bu durumu şöyle
ifade eder; “İnkılâbın ilk zamanlarında şurada burada bazı cahiller türediler. İnkılâbın
eskiye düşmanlık demek olduğu yolunda bir takım menfi düşünceleri ortalığa yaymaya
çalıştılar. Akıllarınca mesela zavallı serviye bir irtica ağacı gözüyle bakmak lazımdı.
Kübik olmayan her şeyin yıkılması vacipti. Huluskârlık diye şurada burada eski eserlere
karşı saygısızlıklar, hatta cinayetler işlendi. Rejimimi, derhal bu yanlış telakkilerin
önüne geçti. Eski üzerine himaye kanatlarını gerdi, Türkün yarattığı her türlü güzel ve
tarihi eserleri benimsedi ve bunları yaşatmayı kendine iş edindi.”896 Keza durum
sıklıkla karikatürlere dahi konu olmuştur. (Fotoğraf 134.)
Fotoğraf 134. 1930’lu Yıların Meşhur Karikatür Karakteri Amca Bey’e Göre Konak Yaşamı,
Akşam, 30.04.1934.
Paşazade- Modern Sanat falan şöyle dursun Amca Bey…
…Şu bizim konağın tavanlarındaki nakışlara bak bir kere…
… Bu nefis sanat eserler cennetmekan dedelerimizin…
…bizden fazla zevki selim sahibi olduklarına delalet eder!…
Amca Bey- Hayır, bütün ömürlerini sırtüstü yatıp tavan seyretmekle geçirdiklerine delalet eder!
895
896
Vakit, 14.04.1930.
Tan, 30.05.1938.
274
Bu tarz kıyaslamalara gidilse de Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan devrimin
etkisi ile kitlesel tahrip hareketlerine girilmemiş, siyasi anlamdaki eski eser tahripleri
belirli simgelerle sınırlı kalmıştır. Rejim değişikliğinin yaşandığı bu dönemde
Osmanlı’dan kalan mirasa karşı mesafeli bir duruş olduğu da sıklıkla zikredilen bir
durumdur. Ancak gerek eski eserlere karşı girişilen koruma politikalarından gerekse
kamuoyunda Osmanlı döneminden kalan mimarlık abidelerinin değerlendirilme
biçiminden durumun çelişkilerle dolu karmaşık bir süreç olduğu anlaşılmaktadır. Bir
tarafta Osmanlı devrinin önemli abidelerine binlerce lira ödenek ayrılarak tamir
edilmekte bir tarafta ise harap duruma düşmüş eski eserler elden çıkartılmaktadır.897
Çelişkili bir durumu ifade etmesi açısından zikredilmesi gereken bir diğer örnek de
Üsküdar Mihrimah Sultan Külliyesi’nin yıktırılan iki eserinin ardından merkezi
hükümetin takındığı tavırdır. 1932 yılı Mayıs ayında Üsküdar-Beykoz yolu çalışmaları
kapsamında çatlak duvarları ile harap bir halde bulunduğu iddiası ve çökme tehlikesi
gösterdiği gerekçesi ile külliyenin kervansaray yapısı yıktırılmaya başlamıştır.898
Yıkımın ardından Üsküdar Kaymakamı İzzettin Bey Üsküdar ve havalisinde yaptığı
imar faaliyetleri dolayısıyla hükümet tarafından takdirname ile ödüllendirilmiştir.899
Ancak 1933 yılı Kasım ayında kervansarayın hemen arkasında bulunan aynı külliyenin
imaret yapısı ortadan kaldırıldığında hükümet kaymakam için soruşturma açtırmış ve
soruşturma sonunda görevinden alınmıştır.900
Konu ile ilgili Asar-ı Atika Encümeni’nin raporunda değinilen önemli bir husus
da Üsküdar Kaymakamı İzzettin Bey’in tarihi eserlere karşı olan tavrıdır. Bu durum
raporda şu şekilde değerlendirilmiştir; “Üsküdar mıntıkasında Türk mevcudiyetinin en
mütehaccir [sağlam/abidevi] eserlerinin düşmanca suikasta uğraması tevali [kesintisiz
sürmektedir] etmektedir. Mezarlıklarda, mebanide birbirini veli eden tahribata Üsküdar
idare-i mülkiyesi mani olmadıktan başka bizzat Kaymakamın bu gibi eserlere karşı
husumeti fiilen görülmüş ve tevatürü şayi olmuştur.”901 (Belge 18.)
Cumhuriyet ideolojisinin camilere karşı yaklaşımını göstermek açısından iki ilginç örnekten ilki 1932 yılında cami
ve mescitlere 100 metredeki meyhane ve gazinoların men edilmesidir. Bkz; Akşam, 11.06.1933. İkincisi ise Ramazan
aylarında camilerin eksikliklerinin tamamlanması ve büyük camilere sesleri güzel müzezzin ve imamların tayin
edilmesidir. Bkz; Milliyet, 24.11.1933.
898
Anılcan Sıçrayık, “Üsküdar Mihrimah Sultan Külliyesinin Günümüze Ulaşamayan İki Yapısı”, Uluslararası
Üsküdar Sempozyumu X 19-20-21 Ekim 2018 Bildiriler, C. 3, İstanbul 2019, s. 273.
899
A. Sıçrayık, a.g.m. s. 275.
900
A. Sıçrayık, a.g.m. s. 278-284.
901
BCA., 30.10.213.446.2.32 (7.12.1933).
897
275
Esasında kendi tarihine ve tarihi eserlerine
yabancılaşma sadece Türkiye’de yaşanmamış, Benzer
siyasi ve kültürel devrimler yaşayan ülkelerde de
görülmüştür. Örneğin Rusya hükümeti 1929 yılında
mevcut manastır ve kilise binalarının dökümünü yaparak,
bazılarını satmaya karar vermiştir.902 Çin hükümeti ise
Çin Seddi’ni harabiyete terk etmiştir.903 İstanbul’da
Cumhuriyet devrindeki Türk inkılâbının timsali olacak
bir abide yaptırılmak için arsa olarak seçilen Kız
Kulesi’nin esasında İstanbul’un tarihi simgelerinden biri
olması da oldukça ilginçtir. 1934 yılında çıkan haberlere
göre İstanbul’un pek çok yerinden görülebilen Kız
Kulesi’nin
bulunduğu
adacığa
mevcut
binanın
kaldırılarak Cumhuriyetin ilanından evvelki dahli ve
harici mücadelenin temsil edileceği bir abide yapılması
planlanmıştır.904 Ancak gazete haberlerinde yapılması
düşünülen abidenin Amerika’daki özgürlük anıtına
Fotoğraf 135. “En Büyük
benzemeyeceği “milli bünyemize ve zevkimize uygun”
İnkılap Abidesi Kızkulesine
bir şekilde yapılacağı özellikle vurgulanmıştır. (Fotoğraf
Yapılacak”,
135.)
08.04.1934
Siyasi
mahiyette
yapılan
bazı
Milliyet,
hukukî
düzenlemeler de tarihi eserlere zarar verilmesine vesile olmuştur. Örneğin; 31 Mayıs
1925 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile hükümet binalarında, resmi dairelerde ve
mekteplerde bulunan arma, tuğra ve saltanat resimlerinin “cumhuriyet mefhumu ile
kabil-i telif görülmemesi” nedeniyle kaldırılmalarına karar verilmiştir.905 Yeni bir
devletin kurulması ile son derece anlaşılır olan bu karar, sanat eserlerine de uygulanmış,
özellikle taş kitabelerde bulunan saltanat armaları ve tuğraları kırılmış, kazınmış yahut
örtülmüştür. 15 Haziran 1927 tarih ve 1057 numaralı “Türkiye Cumhuriyeti Dâhilinde
Bulunan Bilumum Mebanii Resmiye ve Milliye Üzerindeki Tuğra ve Methiyelerin
902
Son Saat, 13.09.1929.
Son Saat, 01.09.1929.
904
Cumhuriyet, 08.04.1934; Milliyet, 08.04.1934.
905
N. Can, a.g.e., s. 78.
903
276
Kaldırılması Hakkında Kanun” ile durum yasal güvence altına alınmıştır. Günümüzde
de yürürlükte olan kanunun maddeleri şöyledir;
Madde 1 – İçinde devlete mütehattim bir vazife icra, yahut
hükümetin veya belediyelerin efrat ile zarurî ve kanunî olan münasebetlerini
temine tahsis edilen binalarla alelumum mektep binalarında vaktiyle
Osmanlı saltanatını temsil için konulmuş olan, yahut vaziyetlerine göre
halen temsile delalet eden tuğra veya armalar ve bunlarla beraber olarak
sultanların mediherini ihtiva eden kitabeler hakkında ikinci madde hükmü
tatbik olunur. Bu kabil tuğra ve arma ve kitabe bulunan hususi binalar,
bunlar kaldırılmadıkça veya örtülmedikçe yukarda zikrolunan faaliyetler ve
münasebetlere tahsis olunamaz. Madde 2 – Birinci maddedeki kayıtların
şumulü dâhilinde olan tuğra ve arma ve kitabeler devlet veya belediye malı
olan binalarda bulunduğu halde kaldırılarak müzelere konulur. Yerlerinden
kaldırılmalarıyla gerek kendilerinin, gerek bulundukları binaların, bedii
veya tarihi kıymetlerine halel gelecek olanlar, eserin ve bulunduğu mahallin
bedii kıymetini nakisedar etmemek üzere münasip vesait ile örtülür. Madde
3 – Alakadar Vekâletlerin müracaatı üzerine Devlet binalarından hangi
eserlerin kaldırılması veya örtülmesi lazımgeldiğini tayin ve örtülmesi lazım
ise şekil ve suretlerini tesbit ile karar vermek Maarif Vekâletine aittir.906
Kanunda açık olarak sadece kamu hizmeti veren binalardaki tuğra ve armaların
kaldırılarak müzelere alınması ya da üzerlerinin birer vasıta ile örtülmesi belirtilmesine
rağmen, uygulama gerçekte daha sert olmuş, sadece resmi binalardaki tuğra ve
armaların kaldırılması değil kamuya açık mekânlardaki örneğin çeşmelerin üzerindeki
pek çok tuğranın kazınarak yok edilmesine sebep olmuştur. 1928 yılı Kasım ayından
itibaren harf inkılâbının uygulaması ile birlikte kanun çok daha yanlış yorumlanarak
sadece tuğra ve arma değil, eski yazı ile yazılmış pek çok kitabenin tahrip edilmesine de
yol açmıştır. (Fotoğraf 136.) Örneğin; Şehremini Seyyit Ömer Mahallesindeki 11211709/1710 tarihli Sadrazam Çorlulu Ali Paşa’nın yaptırdığı Koruk Çeşme’nin kitabelik
kısmı bilinmeyen şahıslar tarafından siyah boya ile mahvedilmiştir.907 (Fotoğraf 137.)
906
907
N. Can, a.g.e., s. 26.
Encümen Arşivi, Dosya 64.
277
Fotoğraf 136. Tahrip Edilmesine Rağmen Müzeye Kaldırılmış Tuğralı Taş Kitabe Örneği.
Topkapı Sarayı Müzesi Koleksiyonu, 32/103
Fotoğraf 137. Şehremini’de Kitabelik Kısmı Boyanarak Tahrip Edilen Koruk
Çeşme, Encümen Arşivi, Dosya 64
278
Cumhuriyet ideolojisi laikliği benimsemesine ve “Vakıf Müessesesinin
Çözülmesi Dolayısıyla Yaşanan Tahribat” bölümünde anlatıldığı üzere ülkedeki camii
ve mescit sayısını azaltmasına rağmen, dini ağırlıklı sanat eserleriyle arasına mesafe
koymamaya da çalışıyordu. Devlet bütçesinden ve üstelik Cumhurbaşkanı Atatürk’ün
bizzat talimatları ile yapılan tarihi ve abidevi camii restorasyonları bu durumun
kanıtıdır. Sedat Çetintaş, 1935 yılında yayınladığı “Kör Kazma” başlıklı yazısında
karşılaştığı ilginç bir hadiseyi nakleder. Yaptığı Lüleburgaz ziyareti sırasında bölgenin
önde gelen şahısları ile Türk anıtları üzerine yaptığı sohbetinde duyduğu “çok sakat”
fikirleri ve kendi cevabını şöyle aktarır;
“…Cumhuriyet, dedi.. Artık cami görmek istemiyor...! Ben bu sakat
sözün cevabını verdim ve susturdum. Fakat bu sözün ifade ettiği fikrin belki
Lüleburgaz’da olduğuna inansam buna ölmüş nazarile bakabilirim. Fakat
daha umumi bir şekilde bu sakat fikrin mevcut olmasından korktuğum için
bu söz üzerinde biraz durmak isterim. Hepimiz biliyoruz ki Cumhuriyetimiz
laiktir. Bunu kafasına, kalbine yazmadık tek bir ferdimiz kalmadı. Fakat bu
binaların en mutevazıı bile Türk tarihinin, türk medeniyetinin taştan
yazılmış birer sahifesi olduğu için laik cumhurluğumuz bunları her
zamankinden daha şuurlu bir saygı ile korumaktadır. Cumhuriyetin gözünde
cami, türbe, medrese diye bir sınıf farkı yoktur. Ancak Türk kültürü tarihinin
ayrı ayrı birer himayesini mertebe ve kuvvete göre birer sahife birer kitabını
yaşatan “Türk anıtları” vardır….. Lüleburgaz’daki bu arkadaşın şu sakat
fikir ve görüşlerinin eğer bu ulus arasında başkaca ortakları varsa derhal
geri dönmeleri, fikirlerini tashih etmeleri lazımdır. Aksi takdirde
cumhuriyete layık bir evlat olmak arzularından uzak düşerler. Çünkü bu
devir en başta bir kültür devridir.908
Yazısında Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesine de değinen Çetintaş, yapılan
düzenlemeyi desteklemiş ve hükümete bir öneri daha sunmuştur; “Bu mühim Bizans
binası Türklerin eline geçtiği günden beri ilim bakımından en yüce payeyi Cumhuriyet
elinden almış ve müze olmuştur, çok isterim ki Bursa’daki Yeşil Cami de bunun gibi bir
müze olsun, muhakkak ki o vakit daha iyi muhafaza edilebilecektir.”909
908
909
Cumhuriyet, 14.07.1935.
Cumhuriyet, 14.07.1935.
279
Fotoğraf 138. “Sultan Ahmet Camii Kütüphane Haline Konulacak”, Vakit,
07.09.1934
Çetintaş’ın da zikrettiği Ayasofya, Kariye gibi camilerin müzeye dönüştürülmesi
esasında sadece koruma boyuta ile ilişkili olmayıp siyasi bir karar niteliğindedir ve
günümüzde de tartışılmaktadır. Bu açıdan Cumhuriyetin ilk yıllarında zikredilmesi
gereken bir başka ilgi çekici iddia da Sultanahmet Cami’nin kütüphane olacağı
iddialarıdır. 7 Eylül 1934 tarihli İstanbul gazeteleri Ankara gazetelerine dayandırarak
verdikleri
haberlerde
Sultanahmet
Cami’nin
kütüphane
olacağını,
İstanbul
kütüphanelerindeki bütün kitapların da buraya nakledilerek camide adeta bir milli
kütüphane kurulması düşünüldüğünü yazmışlardır.910 (Fotoğraf 138.) Haber önce
İstanbul Maarif erkânı daha sonra ise Maarif Vekili tarafından bizzat yalanlanmıştır.911
Ancak haber yalanlanırken Sultanahmet Cami’nin kütüphaneye dönüştürülmemesinin
nedeni olarak dini hassasiyetlerden bahsedilmemiş, kitapların yangın tehlikesinden
muhafazası için cami içerisinde bölmeler yapılması gerektiği, bunun da caminin
güzelliğini bozacağından bahsedilmiştir.912 Bu haberden yaklaşık bir buçuk yıl sonra
Şubat 1936’da verilen bir haberde ise büyük camilerden birinin kütüphane haline
konulması düşünüldüğünden ancak bunların içinde yapılacak tesisatın ve bilhassa ısıtma
işinin çok pahalıya mal olacağı tespit edildiğinden vazgeçildiği yazılmıştır.913
Dönemin camii algısını takip edebilmek için Cumhuriyet Gazetesi’nden Yunus
Nadi’nin 3 Eylül 1933’de yazdığı yazı da dikkate değerdir. Henüz camii olan
Ayasofya’nın yıkılma tehlikesi bulunduğuna dair çıkan yazılara karşı yazdığı yazısında
Cumhuriyetin dini abidelere bakışını şöyle özetler;
Akşam, 07.09.1934; Cumhuriyet, 07.09.1934; Vakit, 07.09.1934; Zaman, 07.09.1934.
Milliyet, 09.09.1934; Zaman, 09.09.1934.
912
Akşam, 11.09.1934; Milliyet, 11.09.1934.
913
Cumhuriyet, 23.02.1936.
910
911
280
“İnkılâplarımız yeni olduğu için dinin dünya işlerinden tefriki
şeklindeki büyük hadisenin tesirleri medeni bir abide olan bu türlü eserlere
karşı çok mütekayyit olmaklığımıza hiçbir derecesinde bir mania teşkil
edemeyeceğine şüphe yoktur. Bu noktada şurasını da vazıhan kaydetmeliyiz
ki dinin dünyadan tefriki Türk milletinin medeni bir hamlesi olmakla
beraber kendi akidelerine merbut kalmakta ve onları dilediği gibi icrada
hür olan millet için bütün bir hürriyetle ittiba olunan din ahkam ve
merasimi dahi kendi âleminde içtimai ve binaenaleyh gene medeni bir
keyfiyettir. Ancak Ayasofya’nın yıkılma tehlikesinin önüne geçmekte dini
olmaktan ziyade medeni bir fikrin hâkim olacağını sarahatle ifade
ederiz.”914
Anlaşılacağı üzere Nadi, laiklik prensibinin kültürel mirasın korunmasına engel
olmadığını bildirdikten sonra Ayasofya’yı dini hüviyetinden çok kültürel miras olarak
korunmaya layık görmektedir. Ancak korumacı yaklaşıma rağmen Nadi’nin
Ayasofya’nın avlusuna Osmanlı döneminde yapılan binaları yıktırılmasını önermesi son
derece ilginçtir; “Ayasofya gibi bir mabedin avlusu çirkin binalarla, civarı ise
mezarlarla ve garip kuş yuvaları gibi kale duvarlarına yapıştırılmış tahta evlerle ihata
olunmuştur. Ayasofya’nın etrafı fena inşaattan kurtarılmak ve ortaya mabetle
Sultanahmet Çeşmesinden ve sarayın kale duvarlarından mürekkep bir manzume
çıkarılmak lazımdır.”915
Nadi’nin Bizans döneminden kalma eserlerin tarihi kıymetini överken Osmanlı
eserlerine karşı bu mesafeli yaklaşımı, en çok olmaması gereken yerde eski eserleri
korumakla görevli olan –Asar-ı Atika Encümeni’nde dahi görülmektedir. Nitekim Asarı Atika Encümeni 26 Kasım 1937’de yaptığı toplantıda Zeyrek’teki Piri Mehmet Paşa
Camii ve Medresesi’ni gündeme almış verilen kararda ilk olarak “Pir Mehmet Paşa,
Yavuz ve Kanuni’nin sadrazamlıklarında bulunmuş ve Molla Gürani’de Silivri’de ve
diğer mahallerde hayratı mevcut ve eski Osmanlı tarihinde şöhretli bir zattır. Altında
mermer somaki direkler üzerine bina olunmuş büyük bir Bizans sarnıcı olduğundan
buraya Soğukkuyu Cami ve Medresesi denmesi bundan dolayıdır” ifadeleri ile binanın
tarihi kıymetini tespit etmiştir. Ardından gelen “Mezkur cami ve medrese mahallinin
914
915
Cumhuriyet, 03.09.1933.
Cumhuriyet, 03.09.1933.
281
altındaki eski bir Bizans eserinin mevcudiyeti itibariyle Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin
beşinci maddesine dahil bulunduğundan müze sicilinin 457inci numarasına kaydedilmiş
olmakla iş bu Bizantin sarnıç ve fevkindeki medrese ve cami yerinin hükümet elinde
bulunması muktezi olup satılması caiz değildir” cümlesi ile klasik Osmanlı döneminden
kalan bir eserin altındaki Bizans sarnıcını hürmetine korunması gerektiği gibi tuhaf bir
anlam çıkmaktadır. Üstelik 16. yüzyıl eseri medresenin koruma açısından Asar-ı Atika
Nizamnamesi’nin kapsamına girmesine rağmen, doğrudan dahil edilmemesi de ilginçtir.
Kararın son cümlesi ise eski eserleri korumakla görevli olan bir heyetin gözünde bile
Osmanlı-Bizans eserleri arasındaki değerlendirme farkını göstermesi açısından önemli
bir belge niteliğindedir; “Ancak tehlikeli durumda bulunan ve kıymet-i mimariyesi
olmayan medrese binasının hedmine fennen lüzum gösterilmiş olmasına mebni satılacak
enkazının kaldırılacağı esnada Asar-I Atika Nizamnamesi’nin sekizinci maddesi
ahkâmına tevfikan altındaki sarnıç aksamının itina ile muhafazası esbabının temin
buyrulması zımmında belediye riyasetine cevap yazılmasına ve cami yeri hakkında ve
taalluku hasabeyli Vakıflar Başmüdürlüğü’ne işar olunmasına karar verildi.”916 (Belge
19.)
Osmanlı-Bizans ikileminin yaşandığı pek çok örneği daha zikretmek
mümkündür. Bu ikilemin önemli faktörlerinden biri de arkeolojik kazılardır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında toprak altındaki Roma dönemi eserlerini açığa çıkarabilmek
için üzerlerindeki Osmanlı eserlerinin tahrip edilebildiği görülmektedir. Nitekim
Beyazıt’taki Simkeşhane yapısı bu durumun güzel bir örneğidir. İlk olarak Fatih
döneminde inşa edilip III. Ahmet döneminde bugünkü şekliyle yenilenen yapının
altında Bizans’ın önemli meydanlarından Forum Theodosius’un arkeolojik kalntıları
bulunmaktadır. 1928 yılında İngiliz arkeologlar Casson ile Rice tarafından kazıla
başlatılmış, ancak çıkan mermer sütunların ve diğer parçaları büyüklüğü sebebiyle ve
binanın kapladığı saha itibariyle kazı ilerleyememiştir.917 Han istimlak edilip
yıktırılmak istenilse de her bir odasının ayrı mülkiyette bulunması nedeniyle
gerçekleştirilememiştir.918 Ancak 1957 yılında Beyazıt-Divanyolu aksının genişletilmesi
sırasında Simkeşhane’nin bir kısmı yıktırılmış, arkeolojik kazılar bu tarihten sonra
Encümen Arşivi, dosya 520; İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 1, s. 103.
Encümen Arşivi, dosya 555.
918
Milliyet, 30.07.1929.
916
917
282
yapılabilmiş, Forum Theodosius’un
arkeolojik
kalıntıları
bugün
bulunduğu alanda sergilenme imkânı
kazanmıştır.
Arkeolojik veriler elde etmek
için mevcut tarihi eserlerin ortadan
kaldırılmasını savunan bir başka isim
ise İstanbul’un tarihi eserleri ile ilgili
çalışmaları bulunan meşhur Ernest
Mamboury’dir.
Mamboury,
Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği bir
mülakatta
Sultanahmet
Meydanı’ndaki hipodromu bulmak
Fotoğraf 139. Ernest Mamboury’nin Hipodrom
için bölgedeki pek çok yapının
kazıları
ortadan
mülakat Cumhuriyet, 19.10.1936.
kaldırılmasını
teklif
için
Cumhuriyet
Gazetesine
verdiği
etmiştir.919 (Fotoğraf 139.) İstanbul
Asar-ı Atika Müzeleri Müdürü Aziz
Ogan birkaç gün sonra yayınlanan röportajında Mamboury’nin talebine şu sözlerle
cevap vermiştir; “Bugün ticaret mektebi ile tapu binasının hedmi [yıkımı] lüzumundan
bahsedilirken yarın gene bu sahada kâin 17. Asrın şaheseri olan Sultan Ahmet
Camiisi’nin mevzuu bahsedilmesi ihtimalden baid [uzak] değildir.”920
Sultan Ahmet Camii bir kez de 1938 yılında yapılan arkeolojik kazılar nedeniyle
gündeme gelmiştir. Son Posta Gazetesi 10 Temmuz 1938 tarihli nüshasında İngiliz
Arkeolog Baxter’ın Bizans’ın Büyük Sarayı’na ait kalıntılarını bulmak için Sultanahmet
Külliyesi’nin güneydoğusunda bulunan arasta mahallinde yaptığı kazıda caminin dış
avlu duvarları ile temellerine zarar verdiğini, caminin büyük bir tehlike altında
olduğunu iddia etmiştir.921 (Fotoğraf 140.) Cumhuriyet Gazetesi bu haberin arından
verdiği yorumunda toprak altındaki Bizans eserlerini çıkartmak için Osmanlı eserlerini
tahrip etme anlayışını şu sözlerle eleştirmiştir;
919
Cumhuriyet, 19.10.1936.
Cumhuriyet, 22.10.1936.
921
Son Posta, 10.07.1938.
920
283
“Sultan
temellerinin
Ahmet
Camii
tehlikeye
girdiği
hakkındaki mütalaalar bizim için
dikkatle tetkike değer. Yeraltındaki
Bizans eserlerini ortaya çıkarmak
şüphesiz her cepheden iyi bir şeydir
ama bu ameliye, asırlardır ayakta
duran ve duracak olan bir Türk
şaheserini tehdide başlarsa vaziyet
değişir. Alakadarların ehemmiyetle
nazarı dikkatini celbederiz.”922
Fotoğraf 140. “Sultan Ahmet Camii Yıkılma
Yapılan yayın üzerine Maarif
Tehlikesi Geçirdi”, Son Posta, 12.07.1938.
Vekâleti meseleyi incelemesi için Arif
Müfit Mansel’i görevlendirmiştir. Arif
Müfit Mansel başkanlığında Müzelere Mimarı Kemal Altan, Muhafaza-i Asar-ı Asar-ı
Atika Encümeni üyelerinden Efdalettin Tekiner, Nuri Bey, Belediye İmar şubesi
Müdürü Ziya Bey, Nafia Mimarlarından Faruk Bey ve Eski Müze Müdürü Halil Ethem
Bey’den oluşan bir heyet kazı sahasına giderek, yerinde inceleme yapmıştır. Son Posta
Gazetesi’nin haberine göre heyet, kazının camiye verdiği hasarı tespit etmiş ve kazıyı
durdurmuştur.923 Cumhuriyet Gazetesi ise incelemelerin sürdüğünü bildirmekle beraber
kazının durdurulduğunu yalanlamıştır.924 Birkaç gün süren incelemelerin ardından heyet
aşağıdaki raporu Maarif Vekâletine sunmuştur;
1- Profesör Baxter tarafından Sultanahmet’te arastalarda eski Bizans
eserlerini meydana çıkarmak için yapılan hafriyat Sultan Ahmet
Camii’ne ilerletildiği takdirde caminin temelleri tehlikeye maruzdur.
2- Hafriyat esnasında caminin avlusu delik deşik olmuştur. Avluya çirkinlik
veren b çukurlar derhal kapatılmalıdır.
922
Cumhuriyet, 11.07.1938.
Son Posta, 12.07.1938.
924
Cumhuriyet, 14.07.1938.
923
284
3- Arastanın zemini derinleştirilmiş, kemeler askıya alınmıştır. Altları
derhal
doldurulmadığı
takdirde
kemerler
bir
müddet
sonra
yıkılacağından hafriyatı idare eden Baxter’a kemerlerin altları
doldurulmalıdır.
4- Eski Bizans eserlerini meydana çıkarmak üzere yapılmakta olan
hafriyatın Marmara Denizine doğru yapılmasında mahzur yoktur.925
Ancak Roma ve Bizans dönemine ait eserleri ortaya çıkarmak için Osmanlı
eserlerinin tahrip edildiği bu örneklere karşılık Cumhuriyet döneminde tahrip edilen
Hıristiyan eserleri de mevcuttur. Bu grupta sayılabilecek bir yapı grubu, tarihi
kıymetleri göz önünde bulundurulmadan tahrip edilen ayazmalardır. Reşat Ekrem
Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’ne yazdığı maddeler ile tanınan Hakkı Göktürk bir
grup ayazmanın uğradığı tahribatı İstanbul Ansiklopedisi’nde kaydetmiştir. (Tablo 16.)
Tablo 16. Cumhuriyetin İlk Yıllarında Ayazmalarda Yaşanan Tahriplerden
Örnekler
Ayios Paraskevi Ayazması
Beykoz’da, Gümüşsuyu yolundaki benzincinin
önünde idi. 1921-1922 yıllarında yıktırılarak yeri
yola alınmıştır.926
Ayia Fotini Ayazması
Arnavutköy, Dubaracı Sokağı’nda bulunan üç dört
basamak taş merdiven ile inilen üstü tonoz örtülü
bir mahzen şeklindeydi. 1924-1925 yıllarında
Belediye
tarafından
toprak
ile
doldurularak
kapatılmıştır.927
925
Son Posta, 15.07.1938.
Hakkı Göktürk “Aya Paraskevi Ayazması”, REK İA., C. 3, İstanbul 1960, , s. 1543.
927
Hakkı Göktürk “Ayia Fotini Ayazması”, REK İA., C. 3, İstanbul 1960, s.1539.
926
285
Ayia Fotini Ayazması
Florya’da bulunan ayazma, bir şahıs tarafından
Milli Emlak idaresinden satın alınarak ufak bir
tamir
ve
tadilattan
sonra
yazlık
ev
haline
sokulmuştur. İkonalar ve kandiller kaldırılarak evin
mutfağı olmuş, mihrap ocağa dönüştürülmüştür.
Üstelik bir rivayete göre yapılan tadilat sırasında
işçiler tarafından kırılarak tahrip edilmiş bir kitabe
taşında bu ayazmanın 750 senelik olduğu yazılı
imiş.928
Ayios Terapon Ayazması
Sarıyer’de,
Mesarburnu
Caddesi’nde
Kocataş
menba suyunun bahçesinde idi. Ağzı 35 cm
çapında derin bir kuyudan ibaretti. Üzerinde
bulunan
tonoz
bir
yapı
1935
yıllarında
yıktırılmıştır.929
Ayia Ekarterini Ayazması
Moda’da, Koço’nun Gazinosu’nun altında bulunan
ayazma,
sünger
taşından
bir
tonoz
altında
merdivenle inilen bir mahzen şeklindedir. Vaktiyle
ahşap bir giriş kısmı da bulunan ayazma 1934-1935
yıllarında gazino yaptırılırken yıktırılmıştır.930
Ayios Nikolas Ayazması
İstinye koyundaki Mısırlı İsmail Paşa yalısının
arazisinde idi. 1938-1939 yıllarında sahil yolu
genişletilirken istimlâk edilerek kapatılmıştır.931
Hakkı Göktürk “Ayia Fotini Ayazması”, REK İA., C. 3, İstanbul 1960, s.1539.
Hakkı Göktürk “Ayios Terapon Ayazması”, REK İA., C. 3, İstanbul 1960, s.1589.
930
Gazinonun temel kazısında eski bir kilisenin temel kalıntılarına da rastlanmıştır. Hakkı Göktürk “Aya Ekarterini
Ayazması”, REK İA., C. 3, İstanbul 1960, s.1538.
931
Hakkı Göktürk “Ayios Nikolas Ayazması”, REK İA., C. 3, İstanbul 1960, s. 1580.
928
929
286
Tan Gazetesi 1937 yılının son günkü
nüshasında siyasilerin eski eserler üzerindeki
hâkimiyetini göstermesi açısından önemli bir
habere imza atmıştır. Gazete manşetten verdiği
“Soruyoruz: Tarihi Sütunlar Acaba Nerede?”
başlıklı
haberinde
okuyucularına
dört
soru
yöneltmiştir;
1- Kadıköy’de
Moda’dan
Frerler
mektebine [St. Joseph Fransız Lisesi]
giden cadde üzerinde öteden beri yerde
yatan
tarihi
bir
sütun
vardı.
Bu
Bizanslılardan evvelki zamana ait tarihi
kıymeti büyük bir sütundu. Nedense
müzenin gözünden kaçan bu sütun bir
müddetten beri yok oldu. Bu sütun şimdi
Fotoğraf 141. “Tarihi Sütunlar
Acaba Nerede?”, Tan, 31.12.1937.
nerededir?
2- Beylerbeyi’ndeki eski bir karakol binası yıktırıldı. Bu binanın gayet kıymetli
mermer sütunları vardı. Bu sütunlar da ortadan kaybolmuştur. Bunlar nereye
gönderilmiştir.
3- Şehrin bazı yerlerinde çok eski ve harap mescitler, camiler var. Bunlar kadro
harici olduğu için yıktırılıyorlar. Fakat bunlardan Küçükçekmece’de yıkılan
bir camiin mermer sütunları da aynı akıbete uğramıştır. Bunlar da ortada yok.
Acaba nerede?
4- Eski sanat eserlerine pek meraklı, fakat görünmez bir el bu mermer
sütunları topluyor ve ortadan yok ediyor. Soruyoruz, bu tarihi sütunlar
müzeye gönderilmediğine göre acaba nereye götürülmüştür?932
Gazetenin ilk sayfasında okuyucuya merak uyandıracak şekilde verilen bu
soruların cevapları iç sayfada “Sanat Meraklısı Zat Muhittin Üstündağ’dır” başlığı ile
verilmiştir. (Fotoğraf 141.) Gazete haberine göre sayılan tüm bu eserler İstanbul Vali ve
932
Tan, 31.12.1937.
287
Belediye
Başkanı
Muhittin
Üstündağ’ın
Fenerbahçe’deki “Çıngırlı’nın Bağı” olarak anılan
arsası üzerine taşınmıştır. Eserlerin Üstündağ’a ait
arsa üzerinde toplanmış fotoğraflarına da yer verilen
haberde Kadıköy’de bulunan sütunların Kadıköy
Halkevi
binasının
yapımında
kullanılmasının
düşünüldüğü ve hatta bina planında yeri dahi
belirlendiğini iddia etmiştir.933 (Fotoğraf 142.)
Ertesi gün iddianın sahibi Tan Gazetesi hariç hemen
hemen tüm gazeteler “Valinin kendi muhabirlerine
özel olarak verdiği” cevabî mülakatı yayınlanmıştır;
“Gazeteyi okumadım. Vaziyeti bana
arkadaşlarım anlattılar. Bu meselede kendimi
cevaptan müstağni [gereksiz] addederim.934
Ancak sorduğunuz suali cevapsız bırakmayı
Fotoğraf 142. “Sanat Meraklısı
da nezaketsizlik sayarım. Tan Gazetesi üç
Zat,
meseleden
bahsediyormuş
Beylerbeyi,
Muhittin
Üstündağ’dır”
Tan, 31.12.1937.
Küçükçekmece ve Kadıköy’ündeki kıymettar
bazı taşlara ve sütunlara el koyduğumu ve bunları kendi arsama
naklettiğimi iddia ediyormuş. Gerçekten Beylerbeyi karakolunun eski
sütunları benim arsamda bulunuyor. Fakat bu sütunlar evvelce karakolun
enkazıyla birlikte Emlak Bankası tarafından müzayede ile satılmış ve
sütunları o vakit Bay Ziya adında biri namına hareket eden Emlak Bankası
ikinci müdürü –ki şimdi İzmir Emlak Bankası müdürüdür- satın almıştır.
Ben de kendisinden şahsen satın aldım. Küçükçekmece’deki ve kıymetli
Bizans asarından olduğu iddia edilen Kadıköy’ündeki taşlardan ve
sütunlardan haberim yoktur. Gerçi arsamda bazı taşlar varsa da muhtelif
yıkıcılardan ve taşçılardan satın aldım. Hepsi hakkından tutulmuş
Tan, 31.12.1937. İbrahim Hakkı Konyalı, yıllar sonra yayınladığı bir kitabında haberi kendisinin yaptığını iddia
etmiştir. Ancak gazete haberinin aksine Konyalı, haberi Son Posta Gazetesi’nde yayınladığını ve sütunların
Aksaray’daki Murat Paşa Medresesi’nden getirildiğini yazmıştır. Beylerbeyi’ndeki karakol binasından çıkan
sütunların ise Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya’nın Erenköy’de yaptırdığı evinde kullanıldığını iddia etmiştir. Bkz; İ.H.
Konyalı, a.g.e., C. 2, s. 393-394.
934
Cumhuriyet Gazetesi’ndeki mülakatta bu kısım “Maksat-ı mahsusla yapılan bu neşriyatı cevaptan müstağni
gördüm. Bunu benden ancak salahiyettar makam sorabilir” şeklinde çıkmıştır. Bkz; Cumhuriyet, 01.01.1938.
933
288
dosyalarım vardır. Bu suretle yapılan
neşriyatta bir maksadı mahsusla hareket
edildiği açıkça görülmektedir.” Muhabirin
dava açmayı düşünüyor musunuz sorusuna
ise
“Şimdilik
daha
bu
mevzuyu
düşünmedim” cevabını vermiştir. 935
Valinin cevabı ile birlikte tüm gazetelerde
Kadıköy Halkevi’nin de tekzibi yayınlanmıştır.
Kadıköy Halkevi, yeni bina inşaatı için proje
yarışmasının yeni açıldığını, bu cihetle projede
herhangi
bir
sütunun
kullanılmasının
planlanmadığı ve ayrıca yapılacak yeni binanın
da tamamen modern bir görünüm taşıyacağı
bildirmiştir.936
Fotoğraf 143. “Çıngırlı’nın Bağı”na
Toplanan Sanat Eserleri Nerelerden
Alınmış?” Tan, 01.01.1938.
Gazetelerde bu tekzibin yayınlandığı gün
iddianın sahibi Tan Gazetesi, olay hakkında yeni bilgiler vermeye ve Vali Üstündağ’ı
tarihi eserlere karşı hürmetsizlikle suçlamaya devam etmiştir. Kadıköy’de bulunan
sütunların St. Joseph Lisesi’nden Yoğurtçuya inen caddenin açılışı sırasında
bulunduğunu ve ağır olduğu için kaldırılamayarak yol kenarına alındığını bildiren
gazete, baklava dilimli sütun başlıklarının ise klasik Osmanlı dönemine ait olduğunu
Rüstem Paşa Camii’nin sütun başlıklarının fotoğrafları ile karşılaştırarak ispata
çalışmıştır. Gazete ayrıca Üstündağ’ı eski eserlere karşı gerekli itinayı göstermediğini,
Asar-ı Atika Nizamnamesine göre yapılan uygulamanın suç olduğunu ve para
cezasından başka 1 aydan 1 yıla kadar hapis cezası olduğunu da hatırlatmıştır. Burada
zikredilmesi gereken bir ilginç nokta da haberin altına iliştirilen ve ilgisiz gibi görünen
başka bir tahrip haberidir. Mesih Paşa Medresesi kaça satılmış?” başlıklı ilişik haberde
Aksaray’daki Murat Paşa Külliyesi’nin medresesinin belediye tarafından yol açmak için
600 liraya yıkıcılara satıldığı, yıkımın yapıldığı sırada kitabelerini almak için Türk ve
İslam Eserleri Müzesi Müdürü Abdülkadir Erdoğan’ın bizzat medreseye gittiği ve
yıkıcıların “Biz medreseyi kitabeleri ile sütunlarıyla beraber satın aldık. Bir iğne bile
935
936
Akşam, 01.01.1938; Cumhuriyet, 01.01.1938; Kurun, 01.01.1938; Son Posta, 01.01.1938.
Akşam, 01.01.1938; Cumhuriyet, 01.01.1938; Kurun, 01.01.1938; Son Posta, 01.01.1938.
289
vermeyiz” dediğini aktarır.937 Habere göre Müze Müdürü kitabeyi zorla yıkıcıların
elinden almış, müzeye kazandırmış, kitabeyi kurtarırken de –Siz bunu 600 liraya nasıl
aldınız? Yalnız buradaki sütunlar 6000 lira eder demiştir.938
Murat Paşa Medresesi ile ilgili yıkım haberinin, Vali Üstündağ’ın arsasında
bulunan tarihi mimari plastik parçalar ile ilişkilendirilmesi ve meseleye Türk İslam
Eserleri Müzesi Müdürü Abdülkadir Erdoğan’ın da dâhil edilmesi dikkate değerdir.
Üstelik tüm bu bilgilerin verildiği haberin başlığı olarak da Valinin arsası kastedilerek
“Çıngırlı’nın Bağı”na Toplanan Sanat Eserleri Nerelerden Alınmış?” ifadesi seçilmişti.
(Fotoğraf 143.) Konyalı’nın sonraki yıllarda açık olarak yazdığı üzere, sütunlar ve
başlıklar Murat Paşa Medresesi’nden getirilmiş olmalıdır. Ancak gazete o dönemde
bunu açık olarak yazmak yerine Valinin siyasi olarak güçlü durumu itibari ile ima
etmeyi tercih etmiş olmalıdır. Gazete, 2 Ocak 1938 tarihli nüshasında Valinin tekzibine
cevap vermiş, Valinin iddiaları yalanlamadığına dikkat çekerek bu tarihi parçaları satın
almasını bir itiraf olarak değerlendirmiştir. Eski eser satışı ile uğraşan bir Valinin tarihi
eserleri korumada ne dereceye kadar başarılı olabileceği üzerinde duran gazete,
Üstündağ’ın arsasının üniformalı belediye zabıtası tarafından özel olarak korunduğu ve
sahada araştırma yapılmasının engellendiğini de aktarmıştır.939 Bu tarihten sonra
basında bu konu ile ilgili herhangi bir habere rastlanmamıştır.
937
Tan, 01.01.1938.
Tan, 01.01.1938. Gerçekten de kitabe 24 Ocak 1934’de İstanbul Türk ve İslam Eserleri Koleksiyonuna dahil
olmuştur ve 030 envanter numarası ile kayıtlıdır. Bkz; Mustafa Murat Bozcu, Türk ve İslam Eserleri Müzesi Taş
Eserler Koleksiyonu, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul
2017, s. 251.
939
Tan, 02.01.1938.
938
290
3.2.7. Ġmar Faaliyetleri Dolayısıyla YaĢanan Tahribat
İstanbul’da Cumhuriyet döneminde yaşanan eski eser tahriplerinin önemli ve son
boyutunu imar faaliyetleri dolaysıyla yaşanan tahribat oluşturmaktadır. Esasında “XX.
Yüzyıl Başlarında (1900-1922) Eski Eser Yıkımları ve Tahribi Durdurmaya Yönelik
Çalışmalar” bölümünde zikredildiği üzere, İstanbul’da imar faaliyetleri 19. yüzyılın
ortalarında başlamış, 20. yüzyılda bir eski eseri tahrip ederek yol açma veya yeni bina
inşa etme uygulamaları öyle noktalara gelmiştir ki, Osmanlı hükümeti kanuni tedbirler
almak zorunda kalmıştır. Bu tarz yaklaşımlar Cumhuriyetin ilk yıllarında da görülmüş,
birçok yerel yönetici imar adı altında kültür varlıklarını tahrip ve yok edici eylemler
gerçekleştirmiştir. Yapılan tahriplerin gerekçeleri de Osmanlı dönemindekilerin aynıdır.
Tahribat ya yeni yol düzenlemeleri ya da yeni kamu yapılarına arsa temini için
yapılmıştır. Bu benzerlik, bilinçsizlik ve imar fanatikliğinin dönem, yönetim biçim,
devlet yapısı vb. değişkenlere bağlı olmaksızın yöneticilerin ortak bir özelliği olduğunu
göstermektedir.940
Cumhuriyetin ilk yıllarında öncelikli olarak İstanbul’un altyapısı ile ilgili
çalışmalar yapılmış, bir şehir için elzem olan kanalizasyon, su ve elektrik altyapısı
oluşturulmaya başlanmış ve ardından sıra yol açma çalışmalarına gelmiştir. Şehirde ilk
imar hareketleri Emin Erkul’un şehreminliği döneminde başlar. Haziran 1924 ile Ocak
1926 arasında görev yapan Emin Bey döneminde, kanalizasyon çalışmaları yürütülmüş,
Kadıköy Hali’nin inşasına ve Boğazın Anadolu Yakası’ndaki sahil yolunun açılmasına
başlanmıştır.941 Ayrıca 1925 yılında Rahtree isimli bir uzmana İstanbul için bir şehir
planı çalışması yaptırılmıştır.942 Bu dönemde yaşanan sınırlı imar hareketleri
çerçevesinde de tarihi eserlerin yıktırıldığını ya da bulunduğu yerden sökülerek başka
yerlere taşındığı anlaşılmaktadır. Nitekim 1926 yılında İstanbul Evkaf İnşaat
Müdüriyeti, şehrin muhtelif yerlerinde yol genişletme alışmaları nedeniyle yıktırılan
camii ve çeşmelerin başka yerlerde inşası için çalışmalar yapmıştır.943
E. Madran, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e…, s. 69-70.
“Emin Erkul” , TVİA, C. 4, İstanbul 1994, s.180-181.
942
Bekir Cantemir, Çok Partili Hayata Geçiş Sürecinde İstanbul’un Mekân ve Sosyal Yapı Dönüşümü: 1946-1960,
Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 2013, s. 91.
943
Son Saat, 08.08.1926.
940
941
291
Şehirde gerçek anlamda imar faaliyetleri
Muhittin
Üstündağ’ın
Vali
ve
Belediye
Başkanlığı döneminde başlamıştır. 14 Temmuz
1928 tarihinde İstanbul Valisi olarak göreve
başlayan Üstündağ, önce vekâleten 1930 tarihli
Belediye Kanunu’nun kabul edilmesinden sonra
ise asaleten İstanbul Belediye Başkanlığı
görevini de 1938 yılı Aralık ayına kadar
yürütmüştür. Bu dönemde İstanbul’da geniş
caddeler
açılmaya,
yeni
kamu
binaları
yapılmaya çalışılmış, bir taraftan da konut
olarak apartmanlar ön plana çıkmıştır. Ancak
şehrin bu plansız değişimi ve büyümesi
idarecileri rahatsız etmiş, Osmanlı döneminde
de görülen “şehri bir plana bağlı imar etme”
düşüncesi yeniden gündeme gelmiştir.
Fotoğraf 144. Hermann Jansen’in
Ġstanbul’un
Ġmarı
Ġçin
Plan
Hazırlamaya BaĢlaması Ġle Ġlgili
Haber, Akşam, 14.08.1929.
Muhittin Üstündağ’ın valiliğinin ilk
yıllarında İstanbul için bir şehir planı düşünüldüğünde ilk akla gelen isim Ankara’nın
planını da yapan Hermann Jansen olmuştur. 1929 Ağustos’unda teklifi kabul eden
Jansen şehri dolaşıp tetkik etmeye başlamıştır.944 (Fotoğraf 144.) Ancak Jansen’in
çalışmalarını sürdürdüğü sırada belediye tarafından başlatılan altyapı yatırımlarını
eleştirmesi kamuoyunda yeni bir tartışma başlatmıştır. Jansen, planını hazırlamadan
önce şehremanetinin kanalizasyon işlerine girişmesini “cinayet” olarak isimlendirmiş,
yeni sokaklar ve yerleşim alanları açıldığında bu şebekenin atıl durumda kalacağını
söylemiştir.945 Jansen’in eleştirileri karşısında Şehremaneti Fen Heyeti’nden ismi
açıklanmayan bir yetkili cevap vermiştir. Yetkili, Jansen’in İstanbul’a yabancı
olmasından dem vurarak “İstanbul’un planı bir ecnebiden ziyade memleketi anlayan
şehri tanıyan bir Türk tarafından yapılabilir. Yeni imar haritası emanetin bugünkü mali
kudreti ile ancak 50 senede yapılabilir. Hâlbuki kanalizasyon şebekesi bir şehrin
sıhhiyesi için zaruridir” açıklamasını yapmıştır.946 Tartışmaya Ankara’nın temsilcisi
Akşam, 12.08.1929.
Akşam, 26.08.1929.
946
Akşam, 05.09.1929.
944
945
292
konumunda olan Falih Rıfkı da girmiş “İstanbul’u her gün daha bozan her gün daha
çirkinleştiren ve her ne yaparsa ama hepsini kötü, zevksiz yapan İstanbul Şehreminliği
Fen Heyetinin şehircilik anlayışı daha ileri değildir” diyerek Şehremanetine karşı
Jansen’i korumuştur. Bu tartışmadan sonra gazetelerde Jansen ve İstanbul planı ile ilgili
haberler kesilmiştir.947 Jansen’in esasında bir şehir planı hazırlayamadığı, bunun yerine
Emin Bey döneminden kalma planı revize ettiği anlaşılmaktadır. Jansen’in
görevlendirilmesinden yaklaşık bir yıl sonra Haziran 1930’da hazırlanan eski imar
programının yeni Belediye Kanununa ve şehrin ihtiyaçlarına uymadığı görüldüğünden
yeni bir plana ihtiyaç duyulduğuna dair haberler çıkmıştır.948 Keza Vali Muhittin Bey,
Jansen ile İstanbul Belediyesi için müşavirlik yapması konusunda anlaşamadıklarını
kamuoyuna açıklamıştır.949 Jansen ise verdiği bir mülakatta İstanbul’un imarı için
büyük bir bütçe lazım olduğunu, Belediye’nin vaziyetinin ise bu duruma müsait
olmadığını bildirmiştir.950 Nitekim durumu İstanbul Belediyesi Fen Heyeti Müdürü Ziya
Bey de doğrulamış, Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği mülakatta “İstanbul Belediyesi’nin
mevcut bütçesi ile şehrin imarı için yeni işler yapmak değil, mevcudu muhafaza etmek
bile müşküldür” ifadelerini kullanmıştır.951
İstanbul’un imarı konusunda 2-25 Ekim 1929 tarihleri arasında Akşam
Gazetesi’nden Mustafa Ragıp’ın İstanbul’un eski Şehreminleriyle yaptığı röportajlar da
dikkate değerdir. Mustafa Ragıp eski şehreminlerine İstanbul’un nasıl imar
edilebileceğini
sormuş,
ilginç
cevaplar
almıştır.
Mesela
Cumhuriyetin
ilk
şehreminlerinden Haydar Bey’e göre İstanbul bir darülfünun şehri yapılmalıdır.952
Osmanlı döneminde İstanbul’un çehresini yaptığı imar hareketleri ile oldukça değiştiren
ve aynı zamanda tez içerisinde sıkça zikredildiği üzere eski eserleri de tahrip eden
Cemil Paşa’ya göre şehir küçültülmelidir. Ayrıca Cemil Paşa yine geniş istimlâkler
düşünmektedir. Şehremini, Galata tarafında Azapkapı’dan Fındıklı’ya, İstanbul
tarafından ise Cibali’den Sarayburnu’na kadar sahil boyunca denizden karaya doğru 800
metre genişliğindeki sahanın istimlâk edilmesini ve bu sahadaki tüm binaların
Akşam, 12.09.1929
Akşam, 16.06.1930.
949
Politika, 01.06.1930.
950
Politika, 03.05.1930.
951
Cumhuriyet, 11.11.1930.
952
Akşam, 02.10.1929.
947
948
293
yıktırılmasını önermektedir. Cemil Paşa bu geniş saha
içerisindeki tarihi eserlerin durumu hakkında ise bir
değerlendirmede bulunmamıştır.953
1911 yılında Şehreminliği yapan Tevfik Bey ise
Cemil Paşa’ya “yıktıktan sonra yapmak kabil değildir.
Esasen milyonlarca kıymetteki emlaki yıkmaya ne
iktisadi ne fenni vaziyetimiz müsait değildir.” diyerek
karşı çıkmıştır.954 Muhittin Üstündağ’dan bir önceki
Şehremini Emin Bey, Boğaziçi’nin bir sanayi merkezine
çevrilmesinin doğru olacağını düşünürken955 Osmanlı
dönemindeki şehreminlerinden Sezai Bey’e göre ilk
olarak şehrin nüfusu arttırılması gerekmektedir.956
1931 yılına gelindiğinde İstanbul Belediyesi
şehrin imar planını hazırlaması için Avrupa’dan 3-5
Fotoğraf 145. “Ġmar Planı,
Avrupa’dan Bir Mütehassıs
Celbedilecek”
Akşam,
11.04.1932.
uzman davet edilmesine karar vermiştir.957 Bütçe
yetersizliği dolayısıyla bu proje 1932 yılına sarkmıştır.
1932 yılında Belediye bütçesinden 100.000 lira plan isine ayrılmış, dönemin Türk
mimarlarının muhalefetine rağmen Avrupalı uzmanlarla ilişkiye geçilerek İstanbul şehir
planının hazırlanması için bir yarışma düzenlenmiştir.958 (Fotoğraf 145.) Bu dönemde
Avrupa’nın tanınmış dört plancısı önerileri için İstanbul’a davet edilmiştir. Alfred
Agche959, Herman Elgötz960, H. Lamberte961 teklifi kabul ederken Henri Prost işleri
Akşam, 04.10.1929.
Akşam, 11.10.1929.
955
Akşam, 15.10.1929.
956
Akşam, 25.10.1929.
957
Akşam, 13.04.1931.
958
Akşam, 04.04.1932; Akşam, 11.04.1932; B. Cantemir, a.g.t., s. 92.
959
Alfred Agache (1875, Tours - 1959, Paris) Fransız mimar ve şehir plancısı. Paris ve Kuzey Fransa'da çok sayıda
mimari uygulama gerçekleştirdi. 1903'te Avustralya'nın yeni federal başkenti olacak Canberra şehrinin planlanması
için açılan uluslararası yarışmada birincilik ödülünü kazandı. Bu başarının ardından ağırlıklı olarak kent planlamasına
yöneldi. Fransa'da Dunquerque şehrinin planlaması, 1930'da görevlendirildiği, kendisine büyük ün sağlayan ve
İstanbul'a çağrılmasında da etkili olan Rio de Janeiro planlama çalışması ile 1945'te, Nijerya'da Inter-Lagos şehir
planları önemli çalışmaları arasında yer almaktadır. Bunların dışında, pek çok planlama ve kentsel düzenleme
çalışması gerçekleştirdi, birçok çalışmada yer aldı. Fransız Şehirciler Birliği'ni kurdu. İstanbul'a davet edildiğinde bu
birliğin ikinci başkanıydı. Bkz; Mehmet Rıfat Akbulut, “Alfred Agache”, TVİA, C. 1, İstanbul 1993, s. 89-90.
960
Herman Elgötz, Berlin Teknik Üniversitesi Şehircilik Kürsü’nde hocadır. Almanya’nın Essen şehrinin
planlanması dolayısıyla ünlenmiştir. Almanya’da birçok kentin planını tamamlamıştır. Bkz; B. Cantemir, a.g.t., s. 92.
961
H. Lamberte, Fransız İçişleri Bakanlığı’nın öneri üzerine yarışmaya çağrılmış olup; Chicago ve New York’un
planlanması çalışmalarına katılmıştır. Yarışmaya davet edildiğinde Prost’un yürüttüğü Paris Planı çalışmasında yer
almaktadır. Bkz; B. Cantemir, a.g.t., s. 92.
953
954
294
dolayısıyla teklifi kabul edememiştir. Diğer üç uzman bu davete uyarak İstanbul’a
gelmiş ve tetkik gezileriyle çalışmalarına başlamışlardır.962 İstanbul Belediyesi de şehir
planının hazırlayacak uzmanı bu üç kişi arasından seçebilmek için bir komisyon
kurmuştur. Oldukça kalabalık olan komisyonun üyeleri şöyledir;
Komisyon Başkanı Vali ve Belediye Reisi Muhiddin Bey
Üyeler; İstanbul Mebusu ve Müzeler Eski Müdürü Halil Ethem Bey
Bursa Mebusu Refik Bey (Doktor-Biyolog)
İstanbul Üniversite Rektörü Neşet Ömer
Müzeler Müdürü Aziz Ogan
Eski Nafıa Vekillerinden Muhtar Bey
Şehremaneti Eski Fen Müdürlerinden Cevdet Bey
Mühendis Mektebi Eski Profesörlerinden Limancı Mustafa
Mühendis Mektebi Profesörlerinden Su Mühendisi Burhaneddin Bey
Mimar Mösyö Deps
Sanat Tarihçisi Celal Esat Arseven
Belediye Fen İşleri Müdürü Ziya Bey
Belediye İmar Şubesi Müdürü Ziya Bey
Belediye Harita Şubesi Müdürü Galip Bey
Belediye Yol İşleri Müdürü Nebil Bey
Vilayet Sıhhiye Müdürü Ali Rıza Bey
Belediye Hıfzıssıha Mütehatssısı Dr. Zeki Bey
Belediye Reis Muavinlerinden Nuri Ve Hamit Beyler.
962
Akşam, 19.12.1933; B. Cantemir, a.g.t., s. 92.
295
Zikredilen üyelerden başka beş kişi şehir meclisi üyelerinden seçilecek, bir kişi
de Güzel Sanatlar Akademisi’nden davet edilecektir.963 (Fotoğraf 146.) Yapılan
yarışmanın ve kurulan jürinin gazetelerde İstanbul şehri imar planı olarak lanse edilmesi
üzerine, Belediye Başkanı Muhittin Bey bir açıklama yaparak gazetelerin jüri üyelerinin
mesaisini yanlış değerlendirdiğini esasında bu yarışmanın bir plan yarışması olmadığını,
şehir planını hazırlayabilecek uzmanın bilgi, zekâ ve zevklerini ölçmek için yapıldığını
söylemiştir. Her üç uzman da hazırladıkları raporlarında ve krokilerinde mimari
kıymetleri olan büyük binalara önem vermişlerdir. Üç uzman da bu mimarlık
abidelerinin mevkilerine göre caddelerin istikametlerinin belirlenmesi gerektiği fikrini
savunmuşlardır.964 (Fotoğraf 147.) Komisyon, uzmanların yapılacak plan için
hazırladıkları temel prensip önerilerini karşılaştırarak bir rapor hazırlamış ve Alman
Herman Elgötz’ün hazırladığı öneriyi İstanbul için uygun bulmuştur.965
Elgözt’ün “İstanbul’un Umumi Planı” için temel düşünceleri şu şekildedir: “Bu
güzel şehrin emsalsiz güzelliğini en uzun istikbale kadar muhafaza edebilmek için öyle
bir esas bulmak icap eder ki: eski kültürü yeni ihtiyaç ve medeniyet şartları ile ahenktar
bir surette birleştirsin.”966 Elgötz, “Şehri o suretle tanzim etmeli ki; dâhilde her
noktadan deniz manzarasını görmeye bir mani bulunmamalı, mevcut tepeler üzerine
yapılacak inşaat İstanbul’un sakin
siluetini
bozmayacak
olmalıdır”
prensibini
surette
de
önermiştir. Elgötz’ün Anadolu ve
Avrupa demiryollarını birleştirme
konusundaki tarihi eser hassasiyeti
de dikkati çekmektedir. Çünkü iki
yaka arasında köprü kurulmasının
estetik olarak sakıncalarını ve eski
eserlere vereceği zararı düşünerek,
demiryollarının
aracılığıyla
vapurlar
birleştirilmesini
önermiştir. Caddeler başlığında
Fotoğraf 146. “Ġstanbul’un Ġmar ĠĢi Ġçin Ġlk Mühim
Adım Atılıyor” Akşam, 16.01.1934.
Akşam, 16.01.1934.
Akşam, 15.04.1934.
965
B. Cantemir, a.g.t., s. 93.
966
B. Cantemir, a.g.t., s. 93.
963
964
296
ise; “Şimdi en mühim iş Marmara ve Haliç
Sahillerinde caddeler açmak ve eski Bizans’tan kalan
tarihi yol şebekesini tevsi ve ihya etmektir” şeklinde
şehrin tarihi topografisine uygun bir öneri getirmiştir.
967
Elgötz’ün plan teklifi yarışmayı kazanmıştır ancak
prensipte İstanbul’un siluetine ve tarihi eserlerine
oldukça saygılı olduğu anlaşılan bu plan çalışmasını
gerçekleştirme görevi Elgötz’e verilmemiştir.968 1935
yılında yine Alman şehircilik ekolünden Martin
Wagner, İstanbul’un planlanması için davet edilmiştir.
Ancak Wagner, daha çok bakanlık müşaviri olarak
çalışmıştır.969
1936 yılında ise Henri Prost970, İstanbul’un
planlama çalışması için davet edilmiştir. 1933’de açılan
yarışmaya ve yapılan davete katılmayan Prost, üç yıl
sonra yapılan teklifi, alan çalışmalarının İstanbul’da
Fotoğraf
147.
“Tarihi
Eserler
Olduğu
Gibi
Muhafaza Edilecek” Akşam,
15.04.1934.
belediye mühendis, mimar ve topograflarının katılımı ile
yapılması şartı ile kabul etmiştir. 1936 yılında çalışmalarına başlayan Prost, planını
ancak 1950 yılında tamamlayabilmiştir.971 Uzun süren plan çalışmaları sırasında,
şehirde imar faaliyetleri dondurulamamakta, yapılaşma devam etmektedir. Bu durumda
yapılan her plan hem eskimekte hem de uygulama alanları dolmaktadır. Prost planının
bir handikapı da hızlı nüfus artışının söz konusu olmadığı bir dönemde yapılmış
olmasıdır. Plan temel olarak Lütfü Kırdar döneminde uygulanmaya başlanmış, 1951’de
967
B. Cantemir, a.g.t., s. 93.
B. Cantemir, a.g.t., s. 94.
969
B. Cantemir, a.g.t., s. 94.
970
Henri Prost (24 Şubat 1874, Paris -1959, Paris) Fransız mimar ve şehircilik uzmanı. 1902'de Yüksek Mimarlık
Okulu'ndan mezun olmuştur. Roma'da, Medicis Villası'nda serbest inceleme ve araştırma çalışmalarında bulundu.
Prost bu süre zarfında aralarında Ayasofya'nın da yer aldığı pek çok tarihi anıtın rölövelerini ve arkeolojik etütlerini
gerçekleştirmiştir. İstanbul'un Bizans dönemi anıtlarını da içeren bu dönem çalışmalarının daha sonra İstanbul'a karşı
olan ilgisi ve yaklaşım tarzı üzerinde büyük etkisi olduğu ifade edilmiştir. 1910'da Belçika'nın Anvers şehrinin
düzenlenmesi ve büyütülmesi amacıyla açılan uluslararası yarışmada jüri üyeliğinde bulundu ve bu tarihten sonra
çalışmalarını özellikle kentsel ve bölgesel ölçekte planlama-düzenleme sorunlarına yöneltti. Daha sonra, Fas'a
giderek burada Casablanca, Fez, Marakeş, Rabat, Meknes gibi tarihi şehirlerle ilgili etütlerde bulundu, planlar
hazırladı. Bu çalışmalarında şehirlerin pitoresk özelliklerine ve kültürel mirasına saygıyla yaklaşıp onları koruyan
ancak modern bir kentin gerektirdiği donatıları da sağlayan bir tavır sergiledi. Paris’in bir bölgesinin planında da
çalışan Henri Prost, Atatürk’ün daveti üzerine İstanbul’da planlama çalışması için gelmiş ve çalışmalarını, İnönü
devrinde de sürdürmüş ve çok partili hayata geçiş sürecinde de 1951 yılına kadar sürdürmüştür. Bkz; Mehmet Rıfat
Akbulut, “Henri Prost”, TVİA, C. 6, İstanbul 1994, s. 285-286; B. Cantemir, a.g.t., s. 92. Esasında Menderes İmarı
olarak bilinen DP iktidarının son yıllarındaki imar hareketleri de Prost planının bir uygulaması niteliğindedir.
971
B. Cantemir, a.g.t., s. 96.
968
297
Prost’un işine son verilmesine rağmen planı büyük ölçüde devam ettirilmiş, Demokrat
Parti’nin İstanbul imarları için de temel oluşturmuştur.972
Prost planına tarihi eserler açısından bakıldığında esasında açılması önerilen yol
projelerinin pek çok tarihi eserin ortadan kaldırılması için bir tehdit oluşturduğu
görülmektedir. Karaköy’den Beşiktaş’a, Divanyolu’ndan Vatan ve Millet Caddeleri’ne,
Saraçhane’den Unkapanı sahillerine açılması planlanan ana yollar, tarihi eserlerle dolu
bir havzadır.973 Planın diğer hükümleri de eski eser yıkımlarını desteklemiştir. Örneğin;
“Eski Eser Bilinci Eksikliğinden Kaynaklanan Tahribat” bölümünde de zikredildiği
üzere Sultanahmet Atmeydanı’nında “Büyük Cumhuriyet Meydanı” planlanmış, tarihi
meydanın güney ucundaki binalar ile İbrahim Paşa Sarayına ait yapıların kaldırılarak
yerlerine Adliye Sarayı ve diğer devlet binaları yapılması ve tarihi Sultanahmet
meydanının büyük askeri geçit resimlerine müsait olacak şekilde tanzim edilmesini
önermiştir. Öyle ki bu meydana hem Marmara’dan hem de Boğaz’dan görülebilecek
140 metre yüksekliğinde bir de Cumhuriyet sembolü abide dikilmesini de
planlamıştır.974
Prost’un planında dikkat çektiği bir diğer yapı ise Beyazıt Meydanı’ndaki, o
dönemde henüz toprak altında bulunan Bizans dönemi eserlerinden Forum
Theodosius’un kalıntılarının meydana çıkartılması ve Beyazıt Meydanı’nın o sahaya
kadar uzatılmasıdır.975 “Siyasi ve İdeolojik Sebeplerden Kaynaklanan Tahribat” başlıklı
bölümde zikredildiği üzere bu kalıntıların açığa çıkartılabilmesi için 18. yüzyıldan kalan
Simkeşhane binasının bir kısmının yıktırılması gerekmiştir ve Prost bu yıkımı
onaylamıştır. Prost’un önerdiği bir başka meydan ise Atatürk Bulvarı ile Fevzi Paşa
Caddesi’nin birleştiği noktada oluşturulacak ve İnkılâp hatıralarını ihya edecek bir
abidenin bulunduğu meydanın ikmalidir.976 Şüphesiz böyle tarihi bir alanda yapılacak
her türlü düzenlemenin bir eski eserin arsası üzerinde konumlanması gerekmektedir.
972
B. Cantemir, a.g.t., s. 99-100.
Akşam, 20.01.1938.
974
Akşam, 20.01.1938; B. Cantemir, a.g.t., s. 99.
975
Akşam, 27.04.1938; B. Cantemir, a.g.t., s. 99.
976
B. Cantemir, a.g.t., s. 99.
973
298
Ancak planın eski eserlerle
ilgili
doğrudan
hüküm
veren
kısımlarına
baktığımızda
bazı
olumlu
yaklaşımlar
da
görülmektedir. Örneğin Sarayburnu
ile
Küçükayasofya
arkeolojik
bir
Süleymaniye’de
eserlerinin
arasında
park
tesisi,
Mimar
Sinan
restore
edilerek
oluşturulacak bir “Sinan Sitesi”
tesisi, kara surlarına dışarıdan en az
500 metre genişliğinde ve iç tarafta
kale boyunca mevcut mahallelerin
gelişimine bakılarak tespit edilecek
değişik genişlikte bina yapılması
yasaklanması,
şehir
manzarasına
Fotoğraf 148. “Yeni ġehir Planına Göre Bizans
Surları Yıkılacak” Cumhuriyet, 05.04.1938.
hâkim olan başlıca mühim eserlerin
civarına yüksek binaların yapılmamasını temin gibi hükümler bulunmaktadır.977 Ancak
sıra deniz surlarına geldiğinde, arkeolojik veya tezyini kıymetlerine ve bulundukları
mahallelerin hususi planlarına göre bazı kısımların muhafazasından bahsedilmiş,
böylece bir kısmının ortadan kaldırabileceği de kabul edilmiştir. Nitekim gazetelere
yansıyan bir habere göre de Bizans Surlarının yalnız 14 kapısı ile 96 kulesi muhafaza
edilecek aradaki kısımlar yıktırılacaktır.978 (Fotoğraf 148.) Haliç Surları ile ilgili ise
buradaki ticaret ve sanayi mahallesinin sıhhileştirilmesi ve seyrüsefere zarar
vermeyecek surette ancak çok karakteristik noktalardaki kısımların muhafazasından
bahsedilmiştir.979
Prost’un planı ile ilgili 16 Aralık 1937’de Cumhuriyet gazetesinde çıkan bir
yorum aslında İstanbul’un imarında tarihi eserlerin korunması ile ilgili düşünceleri en
güzel bir biçimde ortaya koymaktadır. V. Birson imzalı ve “M. Prost’un Çok Haklı
Görüş ve Tenkitleri” başlıklı yazıda , seçilen başlık nedeniyle düşünceler Prost’un
Akşam, 20.01.1938; B. Cantemir, a.g.t., s. 99.
Cumhuriyet, 05.04.1938.
979
Cumhuriyet, 09.07.1938; B. Cantemir, a.g.t., s. 99.
977
978
299
ağzından çıkmış gibi görünse de aslında bu dönemin kamuoyu tarafından paylaşılan bir
imar düşüncesidir;
“Yeni hayatımızın yeni bir abidesi olarak Şehzadebaşı’nda yapmak
istediğimiz Konservatuar binasının Süleymaniye’ye nispetle şöyle dursun,
Şehzadebaşı Camisi’ne nispetle görünüşü ve kıymeti ne olacaktır? Tarihi
eser ve abide ile dolu İstanbul tarafında milyonlar harcayarak yapacağımız
yeni bina ve abideler ya eskilerine nispetle sönük düşecek veya eskileri
onları sönük gösterecek kadar muhteşem olacaktır… Medrese, imaret,
çeşme ve sebilleri tarihe bırakarak yeni hayatına kavuşan yeni Türk neslinin
abidelerini Bizans, halife, padişah eserleri arasına serpiştirmek doğru
mudur? İnkılab Müzesi, İnkılab Abidesi, konservatuar, tiyatro, opera gibi
Atatürk neslinin yaratacağı yeni abideler için İstanbul’un üç tepesinden
birini seçmek lazım gelince ne eski, ne yeni hiçbir abidesi bulunmayan ve
Büyük Önderin inkılâp fikirlerine sahne olmuş olanı daha uygun düşmez
mi?”980
Prost’un planının ilk uygulamaları ancak 1938 yılının ikinci yarısından sonra
başlayabilmiştir. Atatürk’ün vefatının ardından Aralık 1938’de Vali Muhittin
Üstündağ’ın görevden alınmasıyla Prost’un planının gerçek anlamda uygulanması Lütfü
Kırdar’ın valiliği ve Demokrat Parti dönemine kalmıştır. Prost’un şehir planı ile
İstanbul, Osmanlı dönemindeki görünüşünden oldukça uzaklaşmıştır. İstanbul'u 20. yy
başındaki dokusu ve görünümü ile tanıyıp hayran olan Mimar Le Corbusier, 1930'lu
yıllarda İstanbul’daki imar hareketlerini şu sözlerle değerlendirmiştir;
"İstanbul'u gayet iyi tanıyorum... Orada gördüğüm güzellikler hâlâ
gözümün önünde. İstanbul'un çehresini hatırlatan acele ile çizilmiş krokileri
hâlâ saklıyorum. Ne güzel renkli ve canlı bir şehriniz var... Eğer... Atatürk'e
yazdığım mektup olmasa idi, bugün büyük rakibim Prost yerine güzel
İstanbul şehrinin imarıyla ben uğraşacaktım. Bu mektupta inkılâp yapmış
bir milletin en büyük inkılâpçısına İstanbul'u eski hali ile tozu toprağı ile
980
Cumhuriyet, 16.12.1937.
300
bırakmasını
tavsiye
ediyordum. Ne büyük
hata ettiğimi sonradan
anladım."981
Prost’un
sağlığında
Atatürk’ün
yapabildiği
ilk
düzenlemeler ise Eminönü
Yeni
Cami’nin
çevresinin
açılmasıdır. Esasında şehrin
en
kalabalık
biri
olan
bölgelerinden
Yeni
Cami’nin
etrafını açma fikirleri. “XX.
Yüzyıl
Başlarında
(1900-
Fotoğraf 149. “Eminönü’nde Ġlk Kazma Dün Vuruldu”
Cumhuriyet, 30.04.1938.
1922) Eski Eser Yıkımları ve
Tahribi Durdurmaya Yönelik
Çalışmalar” başlıklı bölümde açıklandığı üzere Osmanlı’nın son dönemine kadar
dayanmaktadır. Bölgede imar faaliyetleri Cumhuriyet döneminde de planlanmış ancak
ekonomik yetersizlikler ve şehir planının bir türlü hazırlanamaması dolayısıyla
gerçekleştirilememiştir. Vali Muhittin Üstündağ da daha 1930 yılında Politika
Gazetesi’ne verdiği mülakatta Yeni Cami’nin önünü kapatan adayı kaldırmak
istediklerini ancak bu iş için 10 milyon lira gibi bir istimlâk bedelinin temin edilmesi
gerektiğini söylemiştir.982 İstimlâki engelleyen bir önemli husus da adadaki hemen
hemen tüm
binaların Vakıflara ait
olması
ve Belediye’nin Vakıflarla iyi
uyuşamamasıdır.983
Henri Prost’un da imar planında Eminönü Yeni Cami’nin etrafındaki parazit
yapıların yıkılmasını önermesi ve meydan açılması tasavvuru üzerine Belediye, Merkezi
Hükümet ve Vakıflar arasında birlik sağlanmış, gereken istimlâk ücretleri ödenerek
meydana ilk kazma 29 Nisan 1938’de vurulmuştur.984 (Fotoğraf 149.)
Afife Batur, “Le Corbusier”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 441.
Politika, 06.06.1930.
983
Cumhuriyet, 19.10.1930.
984
Cumhuriyet, 30.04.1930.
981
982
301
Bu sahada ortadan
kaldırılan yapılar genellikle
19. ve 20. yüzyıl içerisinde
yaptırılmış,
Valide Han,
Selanik
Bonmarşesi,
Eminönü
Han
yapılardır.985
(Fotoğraf
Düzenlemelerde
150.)
camii
gibi
önünde
Bizans
dönemi şehir surlarının bir
bakiyesi olan ve “Çıfıt
Kapısı” olarak anılan kapı
ile Balık Pazarı İskelesi
Mescidi olarak da bilinen
İzzet Mehmet Paşa Camii de
yıktırılmıştır.986
Fotoğraf 150. “Eminönü Meydanında Faaliyet” Cumhuriyet,
21.10.1938.
(Fotoğraf
151.-152.)
Fotoğraf 151. Eminönü Yeni Camii Önündeki Ada, Zeki Sayar, Eminönü
Meydanı, Arkitekt, S. 81 (1937) s. 255.
985
Cumhuriyet, 21.06.1938.
“Balıkpazarı”, REK İA., C. 4, İstanbul 1960, s. 2023; Balıkpazarı İskelesi Mescidi”, REK İA., C. 4, İstanbul 1960,
s. 2027; “Çıfıt Kapusu”, REK İA., C. 7, İstanbul 1971, s. 3890.
986
302
Fotoğraf 152. Eminönü Yeni Camii Önündeki Adanın Kaldırılması, Güzelleşen İstanbul,
1943.
303
Eminönü
istimlâklerinin
tarihi eserler açısından en hassas
eseri şüphesiz Yeni Cami’nin
Hünkâr
Kasrı’dır.
İstanbul
camilerindeki
kasr-ı
hümâyunların en ihtişamlısı olan
yapı, Hatice Turhan Vâlide Sultan
tarafından 1663’te tamamlanan
Yenicami’nin
bir
durumundadır.
parçası
Caminin
güneydoğu yönünde yer alan,
konsollu
çıkmaları
ve
geniş
Fotoğraf 153. “Yenicami kemerindeki
çiniler”, Cumhuriyet, 21.10.1938.
saçaklarıyla dikkati çeken kasır
Bizans
dönemine
ait
kıymetli
sur
kalıntılarının üzerine oturmakta,
altında yer alan sivri beşik tonozlu geçit Eminönü Meydanı ile Bahçekapı arasındaki
bağlantıyı sağlamaktadır.987 Valide Sultan’a zaman zaman ikametgâh olan kasrın, iç
mekândaki kıymetli çini tasarımı Topkapı Sarayı Harem daireleri ile yarışır durumdadır.
Ancak sur parçası ve dolayısıyla üzerindeki kasrın geçişi engellediği gerekçesi ile
yıktırılması düşünceleri yine Osmanlı’nın son dönemine kadar uzanmaktadır ve bir
kısmı tıraşlanmıştır.988 (Fotoğraf 153.)
Kemer, Cumhuriyet döneminde de sık sık gündeme gelmiştir. Örneğin; 1927
yılında kemerin genişletilebilmesi için mevcut yolun yanında bir yol daha açılabilmesi,
yani surun delinmesi için İstanbul Şehremaneti bir karar almış ve uygulanabilmesi için
Müzeler İdaresi’ne başvurmuştur.989 Kemerin kaldırılması bir kez de 1938 yılı
istimlâkleri
sırasında
gündeme
gelmiştir.
Bazı
uzmanlar
etrafındaki
binalar
kaldırıldıktan sonra kemerin up uzun bir bina halinde kalacağını ve çok çirkin bir
manzara teşkil edeceğini, bu nedenle içerisindeki kıymetli çinilerin sökülüp başka bir
yere nakledildikten sonra kasrın yıktırılabileceğini iddia etmişlerdir.990 Kemerin
Baha Tanman, “Kasr-ı Hümayun”, DİA, C. 21, İstanbul 2001, s. 573.
İhtifalci, a.g.e., s. 220.
989
Son Saat, 11.11.1927.
990
Akşam, 24.01.1938.
987
988
304
kaldırılıp kaldırılamayacağı tartışmalarına Sedat Çetintaş da katılmış, Akşam
Gazetesi’ne verdiği mülakatta olayı şöyle değerlendirmiştir;
Yeni Camii kemerinin üstündeki dairenin yıktırılıp yıktırılmaması
meselesi üzerindeki münakaşa bana adeta bir gazetecilik şakası gibi geliyor.
Eğer hakikaten ortada böyle bir mevzuu varsa şayan-ı hayrettir ki söz
götürmez; eğer ben şimdi ortaya çıkıp da “Bu kemeri ipka edelim
[koruyalım] de camiyi yıkalım” diye bir teklif yapsam birincisinden daha
çok garip bir mevzu icat etmiş sayılmam”991
Tüm bu planlamalara rağmen Cumhuriyetin ilk yıllarında imar faaliyetlerine
bağlı olarak genellikle iki başlık altında eski eser tahribi görülmektedir. Bunlardan ilki
yol açma faaliyetleri kapsamında yapılan yıkımlar ve yıkım teşebbüsleridir. (Tablo 17.)
İkincisi ise arsasına yeni bir bina yapmak için eski eserlerin tahrip edilmesidir. (Tablo
18.)
991
Akşam, 22.01.1938.
305
Tablo 17. Yol Açma Faaliyetleri Kapsamında Yapılan Yıkımlar
Eserin Ġsmi
Tahrip
Tarihi
1558 tarihli mescit, bugünkü İstanbul Üniversitesi Çapa
Denizabdal
Mescidi Çeşmesi
Tahrip Nedeni
1924
Tıp Fakültesi Kampüsü sınırları içinde kalmaktadır. 1924
yılında haziresinin bir kısmı ve yakınındaki çeşme yol
ve Haziresi
geçmesi sebebiyle Şehremaneti tarafından yıkılmıştır.992
1926-1929 arasında tramvay yolunun genişletilmesi
Pertevnihal
çalışmaları
Valide Sultan
sırasında
yerinden
oynatılarak
geriye
çekilmiştir. 993
Türbesi
İnşaa tarihi 1617 olan camii, Fatih Feyzullah Efendi
1927
Halil Paşa Camii
Eylül
Ayı
Hatice Sultan
Camii
Medresesi karşısında ve bugünkü Millet Kütüphanesi’nin
batısında idi. Eylül 1927’de yıktırılmıştır.994
1927 yılında Fevzi Paşa Caddesi’nin genişletilmesi
1927
çalışmaları sırasında Belediye tarafından Vakıflardan
4996,45 liraya istimlâk edilerek ortadan kaldırılmıştır.995
Yaşmakçı
Şuceaddin Camii
1927 yılında Rumelihisarı’nda yapılan yol genişletilmesi
1927
çalışmaları sırasında Belediye tarafından Vakıflardan
istimlâk edilmiştir.996
Encümen Arşivi, Dosya no. 24.
Türbe daha sonra Fransız şehircilik uzmanı H. Prost’un imar çalışmaları sırasında tekrar geri alınan türbe 1958
yılında yıkılmıştır. Yapının parçaları lalelideki III. Mustafa türbesinin haziresine nakledilmiş, Pertevnihal Valide
Sultan’ın naşı ise bir süre Topkapı Sarayı Müzesi Silahdar Hazinesi’nde korunarak 1967’de II. Mahmut türbesine
gömülmüştür. Daha sonra Valide Sultan’ın Türbesi kendi yaptırdığı külliyenin avlusuna kalan parçaları kullanılarak
tekrar inşa edilmiştir. Naşı bugün kendi türbesine taşınmış bulunmaktadır. Bkz; Tarkan Okçuoğlu, “Pertevnihal
Valide Sultan Türbesi”, TVİA, C. 6, İstanbul 1994, s. 246.
994
İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2, s. 175.
995
N. Öztürk, a.g.e., s. 485.
996
N. Öztürk, a.g.e., s. 485.
992
993
306
İstanbul Belediyesi’nin giriştiği tamir faaliyetleri ile
surun
içerisinde
yapılmış
olan
evler
kaldırılarak
içerisinden Anadolu yakasının ana sahil asfalt yolu
geçirilmiştir. Bu düzenlemeler çerçevesinde Hisarpeçenin
Anadolu Hisarı
ve Anadolu
dışa açılan iki kapısı yıkılıp genişletilmiştir. Belediye bu
1928
Hisarı Cami
işlere girişirken iyi niyetle hareket etmiş bazı duvarları
sağlamlaştırılmış, ancak bazılarını da yıktırmıştır.997
Düzenlemeler sırasında camii de yıktırılmış, uzun süre
enkazı olduğu yerde kalmıştır.998 Daha sonra yerinden
kaldırılarak Hisar- Kanlıca yolu üzerinde yeniden inşa
edilmiştir.999
Aksaray
Bostancıbaşı
Camii
1929
Yol genişletme çalışmaları sırasında yıktırılmıştır.1000
Haziran
(Fotoğraf 154.)
Ayı
“Anadolu Hisarı”, REK İA., C. 2, İstanbul 1959, s. 809.
Son Saat, 30.06.1928.
999
“Anadolu Hisarı Camii”, REK İA., C. 2, İstanbul 1959, s. 819.
1000
Son Saat, 27.06.1929.
997
998
307
Esasında bir Bizans kilisesi olan Balaban Ağa Mescidi,
23 Temmuz 1911’de vuku bulan büyük Aksaray
yangınında harap olmuştur. Yangın sonrası yapılan
planlamalarda dama tahtası sistemine göre yeniden cadde
ve sokaklar geçirildiğinde Balaban Ağa Mescidi de bir
sokağın tam üstünde bırakılmış ve bu yüzden yıktırılması
Balabanağa
Camii
kararlaştırılmıştır. Uzun zaman harap bir halde durduktan
sonra 1930’da Vakıflar İdaresi tarafından enkazcılara
1930
satılmıştır. Yıkım işi bir müteahhite havale edilmiş ve
İstanbul’un ortasındaki bu tarihi eser toprak üstündeki
bütün aksamı yıkıldıktan sonra Amerikan Bizans
Enstitüsü’nün uyarısı ile İstanbul Arkeoloji Müzeleri
tarafından yine bu enstitüden sağlanan ödenekle 8 Nisan
1930’dan
1
Mayıs’a
kadar
süren
bir
kazı
ile
incelenmiştir.1001
Gülfem Hatun
Sıbyan Mektebi
1930’lar Üsküdar Meydanı açılıp 1930’larda ana
genişletilirken türbe ve mektep yıkılmıştır.1002
İskele
meydanında
bulunan
kilisenin,
cadde
meydanın
genişletil1mesi için 1929 yılında yıktırılmasına karar
verişmiştir.1004 İstimlak bedeli için 4.000 lira kıymet
takdiri yapan Şehremanetine karşı kilise vakfı 25.000 lira
Büyükada Rum
Kilisesi1003
bedel istemiştir. Mesele çözülemeyince konu mahkemeye
1932
gitmiş, 5. Hukuk Mahkemesi 6.000 kıymet takdiri
yapmıştır.1005 Ancak kilise vakfı bu duruma da itiraz
etmiş ve konu temyiz mahkemesine havale edilmiştir.
Temyiz Mahkemesi kilise vakfının itirazını haksız
bulmuş1006
1932
yılında
yıkımına
başlanmıştır.1007
(Fotoğraf 155.)
1001
Semavi Eyice, “Balabanağa Mescidi”, REK. İ.A., C. 4, İstanbul 1960, s. 1947; Semavi Eyice, “Balabanağa
Mescidi”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 9.
1002
1003
Semavi Eyice, “Gülfem Hatun Camii”, DİA, C. 14, İstanbul 1996, s. 238.
1929 yılındaki haberlerde kilisenin ismi Aya Yani, 1932 yılında Aya Nikola olarak geçmektedir.
308
Aksaray Murat
Paşa Medresesi
1934
1934 yılında yol genişletme amacıyla yıktırılmıştır.1008
Yapımı Fatih dönemine dayanan camii, 1921 yılında
meydana gelen bir yangında yanmış ve kubbesinin
Karagöz Camii
1935
kurşunlarının tamir edilememesi yüzünden harap olmuş,
1935 yılında arsası yola ve parka katılarak tamamen
yıktırılmıştır.1009
Üsküdar Ağa
Mescidi
Hâkimiyet-i Milliye Caddesi’nde bulunan mescidin
1935
banisi Çarşamba’daki Mehmet Ağa Cami’nin de banisi
olan Mehmet Ağa’dır. 1935 yılında yol açılırken
yıktırılmıştır.1010
Babıâli Nallı
Mescit’in
Önündeki İki
Yüzlü Çeşme
Bir yüzü caddeye bir yüzü de Vilayet Konağı bahçesine
bakan ikiyüzlü büyük çeşme, vilayetin bahçe duvarındaki
yüksek
parmaklıkların
kaldırıldığı
sırada
yıktırılmıştır.1011
Beşiktaş Sinan Paşa Camiinin kıble duvarının doğu
Beşiktaş Sinan
tarafına bitişik olarak yapılmış yapı inşa tarihi belli
Paşa Camii
olmayan ve eski fotoğraflarda görülen mahfil ya da
Hünkar Mahfili
meşruta 1936-1937 yıllarında Vakıflar idaresi tarafından
yaptırılan tamirde yıktırılmıştır.1012
İkdam, 28.06.1929; Milliyet, 28.06.1929; İkdam, 12.07.1929.
Akşam, 27.05.1930; Politika, 31.05.1930.
1006
Akşam, 29.12.1931; Cumhuriyet, 26.02.1932.
1007
Cumhuriyet, 07.04.1932; Akşam, 07.04.1932.
1008
M. M. Bozcu, a.g.t., s. 251.
1009
İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2, s. 56.
1010
T. Öz, a.g.e., C. 2, s. 2.
1011
“Ankara Caddesi”, REK. İ.A.,C. 2, İstanbul 1959, s. 864.
1012
Doğan Kuban, “Sinan Paşa Külliyesi”, TVİA, İstanbul 1994, C. 7, s. 4.
1004
1005
309
İlk yapımı 17. yüzyıla dayanan camii, 1937 yılında Koca
Ragıb Paşa Caddesi’nin açılmasına girişildiğinde camiin
Çoban Çavuş
Cami
1937
yıkımına başlanmış ve bunun için çatısı kaldırılarak,
ahşap kısımları ile minaresinin külâhı sökülmüştür.
Çalışmalara
devam
edilmeyerek
cami
öylece
bırakılmıştır.1013
Şahinpaşa Oteli karşısında bulunan caminin minaresi
tramvay yoluna doğru çıkıntı teşkil ettiğinden, minaresi
sökülerek avlu arasında yeniden inşa edilmiştir. Camiinin
Sirkeci’de Hasan
Halife Camii
minaresi söküldüğü sırada taşların arasından bez torba
1937
içerisinde 500 kadar altın, bir miktar gümüş ve bir miktar
da bakır olmak üzere bir çok tarihi paralar çıkmış, yıkım
işinde çalışan, işçiler, kimseye haber vermeden kendi
aralarında paylaşmışlardır. Daha sonra aralarında birinin
ihbar etmesi üzerine yakalanmışlardır.1014
Tablo 18. Arsasına Yeni Bina ĠnĢa Etmek Ġçin Yıktırılan Tarihi Eserlerden
Örnekler
Eserin Ġsmi
Tahrip
Tarihi
Tahrip Nedeni
1942’de minaresi temeline kadar yıktırılmıştır. S. Eyice, 25 Şubat 1942’de camiyi incelediğinde, eserin harap bir
halde sadece dört duvarı kalmış olduğunu görmüştür. 1959 yılında ise yol açılması sırasında tamamen yok edilmiştir.
İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2, s. 128; Semavi Eyice, “İstanbul’un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi
Eserleri I Çobançavuş, Adilşah Kadın, Hoca Teberrük, Revani Çelebi ve Yayla Camileri”, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, S. 26, (1972) s. 133.
1014
Akşam, 26.06.1937.
1013
310
1558 tarihli mescit, bugünkü İstanbul Üniversitesi Çapa
Denizabdal
Mescidi Çeşmesi
Tıp Fakültesi Kampüsü sınırları içinde kalmaktadır. 1924
1924
ve Haziresi
yılında haziresinin bir kısmı ve yakınındaki çeşme yol
geçmesi sebebiyle Şehremaneti tarafından yıkılmıştır.1015
Mescit, Sultan II. Bâyezid tarafından, Yavsî Muhyiddin
Mehmed Efendi için, eski bir kiliseden dönüştürülerek
yaptırılmıştır. 19. yüzyılda yenilenmiştir. Cami ve
müştemilâtı 1918 Büyük Fatih Yangını’nda da yanarak
Sivasî Dede
mescidi
1926
arsa halinde kalmış ve daha sonra müstağnen anh
[varlığına ihtiyaç kalmayan, gereksiz duruma gelen
vakıf]
sayılmış
olduğundan,
hem
Darüşşafaka’nın
bahçesini genişletmek ve hem de Darüşşafaka’nın
cephesini Çarşamba Caddesi’ne çıkarmak için bir
kararname ile Darüşşafaka’ya terk edilmiştir.1016
Hobyar Mescidi 16. yüzyılın başlarında Mısır Valisi
Hoca Üveys Paşa tarafından yaptırılmış, Şehlâ Ahmed
Paşa da buraya bir minber koydurmuştur. Mescit l692'de
yanmış, daha sonra yenilenmiş ve bu haliyle 20. yüzyılın
başlarına
kadar
ayakta
kalmıştır.
Cerrahpaşa
Hastanesi’nin genişletilmesi sırasında muvakkithanesi ile
Hobyar Camii
1929
birlikte istimlâk edilerek etmiştir.1017 Şehremaneti,
Vakıflar İdaresi’ne caminin binası için 4.000 lira, 418 m2
arsası için ise 5500 lira ödemiştir.1018 Bugün Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Pavyonunun altında
kalmıştır. (Fotoğraf 156.) Yine 16. yüzyıla kadar dayanan
aynı
bölgedeki
Şeyhülharem
Camii,
Cerrahpaşa
hastanelerinin genişletilmesi sırasında yıktırılmıştır.1019
Encümen Arşivi, Dosya no. 24.
İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2 s. 239.
1017
Cumhuriyet, 01.02.1929; Akşam, 02.02.1929.
1018
Son Saat, 29.11.1928.
1019
İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 1 s. 192.
1015
1016
311
Ayazmakapı
Kanuni devri ricalinden Hacı Davud Ağa tarafından
1934
Mescidi
Hacı Selim Ağa
Sıbyan Mektebi
XVI. yüzyılda yaptırıldığı tahmin edilen bu mescit sebze
hali yaptırıldığı sırada yıktırılmıştır. 1020
1782’de III.Selim’in hocası Tersan-i Amire Emini Hacı
1937
Selim Ağa tarafından kütüphane ile birlikte yaptırılmıştır.
1937 yılında mimari bir kıymeti olmadığı iddiası ile
yıktırılarak yerine ilkokul yapılmıştır.1021 (Fotoğraf 157.)
Hacı İlyas
Mescidi
Yedikule’de 18. yüzyıla dayanan mescit, 1930-1940
yılları arasında Yedikule istasyon meydanı genişletme
çalışmalarında yıkılmıştır.1022
İstanbul Kumkapı’da Medrese enkazı 1938 yılının
Musalla
Medresesi
sonlarında kaldırılarak yerine ilkokul yapılmasına karar
verilmiştir. Yıkım sırasında çıkarılacak sütun ve kemer
gibi aksamlar ise Vakıflar idaresine devredilmesine karar
verilmiştir.1023
İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 1 s. 136; T. Öz, a.g.e., C. 1, s. 51.
Encümen Arşivi, Dosya 329.
1022
İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 1, s. 160.
1023
Encümen Arşivi, Dosya 33.
1020
1021
312
313
Fotoğraf 154. “Aksaray’’da Yıkılan Muhterik BostancıbaĢı Camii”, Son Saat,
27.06.1929.
Fotoğraf 155. “Büyükada
Ġskele
Meydanı
GeniĢletiliyor”, Son Saat,
29.12.1931.
314
Fotoğraf 156. “Yakında Camii Yıkılacak” Son Saat,
29.11.1928.
Fotoğraf 157. Hacı Selim Ağa Sıbyan Mektebi, Encümen Arşivi,
Dosya 329.
315
4. DEĞERLENDĠRME VE SONUÇ
İstanbul’da eski eser tahribi sistemli olarak 19. yüzyılda başlamış, 20. yüzyılın
ilk yirmi yılında yasal önlemler almayı gerektirecek boyuta ulaşmıştır. Bununla Birlikte
19. yüzyılın sonu ile 20. Yüzyıl başlarında İstanbul’da yaşanan deprem, yangın gibi
doğal afetler ile siyasi çalkantılar tarihi eserlerin büyük bir harabiyet içerisinde
bırakılmasına neden olmuştur. Harap durumdaki eserleri kurtarmak için kapsamlı
çalışmalar yapılamamasının en önemli nedeni ise Cumhuriyetin devraldığı zorlu
ekonomik koşullardır. Osmanlı Devleti’nin son dönemde yaşadığı ekonomik
problemler, savaşlarla da birleşince devlet bütçesi sıkıntılı hale düşmüş, bu durum
içerisinde anıtlara ayrılacak pay da doğal olarak çok sınırlı kalmıştır. Ekonomik
anlamda böylesine zorlu koşulların yaşandığı bir dönemde eski eserlere müdahale
edilmesini zorlaştıran diğer husus da yasal düzenlemeler ile taşınmaz eski eserlerin
gerek mülkiyet gerek sorumluluk olarak farklı kurumların idaresine bırakılmasıdır.
Eski eserlerin bu şekilde değişik kurumlara bırakılması bir dizi olumsuz sonucu
da beraberinde getirmiştir. Eski eserler ve koruma konusunda uzmanlıkları bulunmayan
yerel kurulların bir medresenin “tarihî ve bediî kıymeti” olup olmadığı konusunda
alacağı bir kararın doğruluğu da her zaman bir tartışma konusudur. Çünkü olumsuz
alınan bir karar o yapının satılmasına ve çok büyük bir olasılıkla yıkılmasına neden
olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Osmanlı döneminde yaşanan ihmaller ve hatalar,
İstanbul Müzeleri İdaresi (Arkeoloji Müzeleri) bünyesinde tespit edilmiş, yeni bir
solukla koruma yoluna gidilmeye çalışılmıştır. Yaşanan tahribat üzerine zaman zaman
gazeteler ve yazarlar kamuoyunu yönlendirme etkilerini de kullanarak, yaşanan
gelişmeleri sütunlarına taşımışlardır.
Osmanlı’dan devralınan olumsuz miras üzerine, ağır doğa olaylarının yarattığı
tahribat da eklenince bazı eserlerde bakımsızlık daha da artmıştır. Eski eser tahriplerinin
bir boyutu da hırsızlıklardır. Harap durumda olan eski eserlerin zaman zaman kurşun
kaplamaları sökülmüş, bu durum harabiyetini daha da arttırmıştır. Kurumsal anlamda
ise vakıf müessesinde yaşanan çözülme ve devlet mekanizmasının uygulamacı olduğu
imar hareketleri tarihi eserler üzerinde yıpratıcı bir etki yaratmıştır. Cumhuriyetin ilk
yılları ile ilgili yanlış bir kabul de Cumhuriyet İdaresinin, Türk tarihinin önemli bir
316
dönemine mesafe koyduğu, bu nedenle Osmanlı döneminde üretilen abidelerin ve
mimari eserlerin harap duruma düştüğü düşüncesidir. Cumhuriyet döneminde tekâmül
eden milliyetçilik akımı ile birlikte Avrupa’da 19. yüzyıldan itibaren görülmeye
başlayan Türk kültürünü ve meydana getirdiği eserleri küçümseme yaklaşımları
Anadolu’daki Türk varlığının binlerce seneye dayandığını ispat edebilme çabalarına yol
açmış, bu nedenle devlet tarafından Osmanlı Sanatı yerine bu ispatı sağlayabilecek
arkeolojik kazılara daha çok önem verilmiştir. Hatta bu amaç adına Hitit, Frig, Sümer
gibi eski çağ medeniyetleri Türk kültür tarihinin parçaları olarak kabul edilmiştir. Bu
medeniyetler üzerinde yapılan arkeolojik kazılarda çıkartılan eserler, Türk sanatı
tarihinin en eski devirlerine ait göstergeler olarak kabul edilmiştir. Zaman zaman bu
aşırı sanat tarihi teorileri daha da ileri giderek, Antik Yunan ve Mısır Medeniyetlerinin
dahi Türkler tarafından kurulduğu iddia edilmiştir. Ancak gerek Atatürk’ün yazdığı
notlarda gerekse verdiği talimatlarda Selçuklu kültürünün ve eserlerinin Türk
medeniyetinin parlak bir dönemi olduğuna vurgu vardır. İstanbul özelinde ise Mimar
Sinan ve eserleri Cumhuriyetin övünçle bahsettiği grubu oluşturmaktadır.
317
5.EKLER
5.1. Belgeler
5.2. 1928-1938 Yılları Arasında Vakıflar Umum Müdürlüğü Tarafından Satılan Eski
Eserler Listesi
5.3. 1928-1938 Yılları Arasında Vakıflar Umum Müdürlüğü Tarafından Kiraya
Verilen Eski Eserler Listesi
5.4. 1928-1938 Yılları Arasında İstanbul Vilayeti ve Belediyesi Tarafından Satılan
Eski Eserler
5.5. 1928-1938 Yılları Arasında İstanbul Vilayeti ve Belediyesi Tarafından Satılan
Eski Eserler
5.6. Özel Mülk Haline Gelmiş Eski Eserlerin Satışlarından Örnekler
317
5.1. BELGELER
Belge 1. Gürcü Mehmet Paşa Çeşmesi’ne ait 9 Mart 1335/1919
Tarihli Fişin İlk Sayfası. Encümen Arşivi, Dosya 28.
318
Belge 2. Nakşidil Valide Mektebi Hakkında Rapor. Encümen
Arşivi, Dosya 51.
319
Belge 3. Maarif Vekili Hüseyin Vasıf Bey tarafından
Başvekâlete yazılan ve İstanbul’daki türbelerin muhafazası için
8800 liraya Bursa’daki türbelerin muhafazası için ise 2500 liraya
ihtiyaç olduğundan bahsedilen belge. BCA, 30-10-0-0 / 192314-16. (04.04.1929).
320
Belge 4. Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya’dan Başbakanlığa
Ayasofya Hamamı Hakkında Rapor. BCA, 30-10-0-0 / 213-4461. (10.02.1934).
321
Belge 5. Türk Tarih Kurumu’nun, Ayasofya Hamamı’nı müze
yapma girişimi ile ilgili belge. BCA, 30-10-0-0 / 213-447-2.
(16.12.1935).
322
Belge 6., Evkaf Umum Müdürlüğü’nün Sirkeci’deki Mescid ile
ilgili Başvekalet’le yaptığı yazışma BCA, 30-10-0-0 / 192-31419. (01.07.1930)
323
Belge 7., Sedat Çetintaş’ın Kültür Bakanı’na Mektubu TTK
Arşivi, 22/12
324
Belge 8., Mimar Sırrı Bilen ve Mimar Sedat Hakkı Eldem’in 17.05.1938
tarihli raporu. TTK Arşivi, 22/12;
325
Belge 9, İbrahim Paşa Sarayı Hakkında TTK Başkanı H. Cemil Çambel’in
Başvekalet’e yazısı, BCA, 30-10-0-0 / 213-447-10-4 (19.08.1938);
326
Belge 10. İbrahim Paşa Sarayı Hakkında Başvekalet Kararı,
BCA, 30-10-0-0 / 213-447-10-6 (05.09.1938).
327
Belge 11. Ayasofya’nın Müzeye Çevrilme Kararnamesi BCA, 30-18-1-2 /
49-79-6. (24.11.1934).
328
Belge 12. Kültür Bakanı Saffet Arıkan’ın Bşvekalet’e şikayeti. BCA, 3010-0-0 / 192-317-3-3. (20.05.1938)
329
Belge 13. Evkaf Umum Müdürü Niyazi Bey tarafından verilen 31 Ağustos
1929 tarihli cevapta Kaptan İbrahim Paşa Camii‟nin tasnif harici
bırakıldığı doğrulanmakla birlikte Diyanet İşleri Riyaseti‟nden aldıkları
yazıya göre caminin halen ibadete açık olması dolayısıyla tahsisin
yapılamayacağı bildiriliyor. BCA, 30-10-0-0 / 192-315-13-7. (31.08.1929).
330
Belge 14.. Vakıfların, Maarif Vekaleti’nin Talebini bir kez daha reddettiği
belge. BCA, 30-10-0-0 / 192-315-13-4. (27.02.1933).
331
Belge 15. Tarihi Eserlerin Korunması Hakkında Başvekalet genelgesi,
BCA, 180-09-31/168-1-26 (09.04.1936)
332
Belge 16. Milli Müdafaa Vekaleti’nden Başvekalet’e Yazı. BCA, 30-10-0-0
/ 192-316-2-3. (26.09.1936).
333
Belge 17. İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ’ın Talep
Yazısı. BCA, 30-10-0-0 / 82-538-8. (09.03.1938).
334
Belge 18. Üsküdar’da yıktırılan Mihrimah Sultan İmareti İle ilgili Asar-ı
Atika Encümeni’nin raporu, BCA., 30.10.213.446.2.32 (7.12.1933).
335
Belge 19. Asar-ı Atika Encümeni’nin 26 Kasım 1937’de yaptığı toplantıda
Zeyrek’teki Piri Mehmet Paşa Camii ve Medresesi ile ilgili kararı.
Encümen Arşivi, dosya 520;
336
EK-1; 1928-1938 Yılları Arasında Vakıflar Umum Müdürlüğü Tarafından Satılan Eski
Eserler
Bu bölüm 1928-1938 yılları arasında yayınlanan günlük gazetelerin taranması
suretiyle hazırlanmıştır. İlanların büyük bir kısmı müzayede usulüyle açılmıştır. Bazı ilanlarda
açılış bedeli konulmuş, bazı ilanlara ise konulmamış kiralayacak şahıs şartnamesini görmek
üzere İstanbul Vakıflar Müdüriyetine davet edilmiştir. Talip çıkmaması üzerine ilanlar
tekrarlanmıştır. Bu durum dipnotlarda belirtilmiştir. Hazırladığımız listede Eserin mevki –
ismi – türü gazetelerde yayınlanan şekliyle aynen alınmıştır.
Eski Eserin Mevki – İsmi - Türü
Müzayed Kira İlan Tarihi - Gazetesi
e Açılış
Bedeli
(Lira)
Babıali Acımusluk Sokak’da İbrahim Paşa
Camii Avlusunun 261,50 metrelik kısmı
2615
21.12.1928 ikdam
Üsküdar Tavaşi Hasan Ağa Mahallesi
İnadiye meydanında Bandırmalı Dergahı
bilcümle enkazı, (bahçe ve duvar türbeyi
ihata eden duvarlarıyla temel taşları hariç)1
1750
23.12.1928 İkdam
Mevlanakapı’da Kılıçlı Dergahı enkazı
200
30.01.1929 İkdam
153.700
30.01.1929 İkdam
Samatya Sancaktar Hayrettin Mahallesinde
Koca Mustafa Paşa Caddesinde Müstedam
Çavuş Camii Arsası
Sirkeci, Emirler Mahallesi, Vezir
Çıkmazında muhterik Camii enkazı2
06.01.1929 Son Saat
14.02.1929 Milliyet
11.02.1929 İkdam
Alıcı çıkmadığı için 02.03.1930 ve 16.04.1930 ve 24.06.1930 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 16.04.1930 Vakit,
02.03.1930 Vakit, 24.06.1930 Vakit
1
2
Önce enkazı satılmış ardından arsası kiraya verilmiştir.
337
Fındıklı, Yahya Çelebi Mahallesinde
bulunan dört duvardan ibaret münhedim
Camii takriben 20.000’den fazla tuğla ve bir
miktar taş (cami ve minarenin temel taşları
hariç) enkazı 3
250
Beykoz Kavak Deresi Caddesi’nde Tekke
arsası
27.02.1929 milliyet
13.03.1929 İkdam
Kocamustafapaşa’da Arabacı Beyazit
Mahallesi Silivrikapı Caddesinde münhedim
me. arsası ile içinde mevcut taşların tamamı
270
09.05.1929 Son Saat
Nallımescit Mahallesi Cağaloğlu yokuşunda
İran sefareti arkasında Civan Kethüda
Mesciti Enkazı ve arsası
1300
09.05.1929 Son Saat
15.05.1929 İkdam
19.05.1929 İkdam
Kocamustafapaşa Hacıhasan Mahallesinde
Hacıpiri Caddesinde Horozlu Mektebi arsası
(duvarlarındaki taşların tamamı 476 arşındır)
388
09.05.1929 Son Saat
Koca Mustafa Paşa’da Ramazan Efendi
sokağında 25-27 numaralı mektep arsasının
tamamı.
183,20L
09.05.1929 Son Saat
3600L
09.05.1929 Son Saat
Galata Emekyemez mahallesi İskender
Caddesinde 1200 arşın metruk kabristan
arsası.
Çakmakçılarda İbrahim Paşayı atik
mahallesinde çeşmeyi havi 165 arşın
miktarında kagir mektebin tamamı.
490000K 15.05.1929 İkdam
Rumeli hisarında Yaşmakçı Sücattin
mahallesinde kabristan arsası.
50000K
15.05.1929 İkdam
270L
15.05.1929 İkdam
Kocamustafa Paşa’da Silivri kapı
caddesinde münhedim mektep arsasıyla
3
Talip çıkmadığından ilan 27.03.1929’da tekrarlanmıştır.
338
içinde mevcut taşların heyeti mecmuası.
Kocamustafa Paşa’da Ramazan efendi
sokağında mektep arsasının tamamı.
Galata’da Ekmekyemez mahallesinde
İskender caddesinde metruk kabristan arsası.
183,20L
15.05.1929 İkdam
3600L
15.05.1929 İkdam
Ortaköy’de Büyük ayazma sokağında
hamam odaları.
15.05.1929 İkdam
Çemberlitaş’ta Tavuk pazarı sokağında cami
mahalli arsası.
15.05.1929 İkdam
Davutpaşa’da İsakapısı caddesinde medrese
ve cami harabesiyle birlikte arsası.
15.05.1929 İkdam
Sultanahmet’te Ayasofyayı sagir
mahallesinde Helvacıbaşı İskender Ağa
camisinin bir kısmı.
15.05.1929 İkdam
Ortaköy’de Hacı Mahmut Efendi
mahallesinde büyük ayazma sokağında
hamam odaları.
20.05.1929 İkdam
Ortaköy’de Hacı Mahmut Efendi
mahallesinde büyük ayazma sokağında
hamam külhanı odası.
20.05.1929 İkdam
20.05.1929 İkdam
20.05.1929 İkdam
Şehremini’de baruthane yokuşunda Mehmet
Ağa C. ile bitişiğindeki T. meşrutahanesinin
enkazı (mezkur cami ve tekkeyi haricen
ihata eden duvarlarla kabirleri müştemil
kabristan mahalli hariçtir)
500
01.11.1929 Son Saat
Beşiktaş Cihannüma mahallesinde
Hasırcıbaşı Sokağında takriben 1300 arşın
1000
01.11.1929 Son Saat
339
arsa üzerinde mebni harap semahane on yedi
hücre bahçesi ile birlikte eski Ebülhüda T.
tamamı
Eğrikapı’da Avcı Bey C. mevcut enkazı
Langa’da Mustafa Kemal Paşa Caddesinde
Mercimek Camii enkazı
200
17500
01.11.1929 Son Saat
12.12.1928 İkdam
19.12.1928 Milliyet
Eyüp’te Defterdar Caddesinde polis merkezi
karşısında münhedim olan çeşmenin 30 çeki
miktarında taşları.
15
06.06.1929 İkdam
Aksaray’da Mercümek Camii enkazından
kalan taşlar.
15 L
19.06.1929 İkdam
Topkapı’da Fatma Sultan camii avlusunda
18 çeki miktarındaki taşlar.
500
06.08.1929 İkdam
Sultan Ahmet civarında Kabasakal
mahallesinde muhterik Bayram Fırını
mektebinin arsasının tamamı. Miktarı zirai
245,34
36800k
05.07.1929 Milliyet
Davutpaşa Şahsultan Camii Şerifi Sokağı
627 arşın mektep arsasının tamamı.
31300k
05.07.1929 Milliyet
Babıali civarında Nallı Mescit mahallesinde
Cağaloğlu yokuşunda Civan Kethüda
mescidinin enkazı ile beraber tamamı.
130000k
05.07.1929 Milliyet
Beyazıt Yahnikapan sokağında 5 no’lu
Hatice usta kagir mektebi enkazı ve arsası
ile beraber tamamı.4
65000k
05.07.1929 Milliyet
Fatih Dülgerzade mahallesinde eski
devehanı caddesinde 5 no’lu muattal
çeşmeyi havi 142 arşın yedi numaralı
42678k
06.07.1929 Son Saat
4
Alıcı çıkmadığı için 13.03.1930 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 13.03.1930Vakit
340
kabristan arsasının tamamı.
Tophane’de Ketani Ömerpaşa mahallesinde
cami ittisalinde 240 arşın arsa üzerine mebni
tamire muhtaç mektep mahalinin tamamı.
70000k
06.07.1929 Son Saat
490000k
06.07.1929 Son Saat
Bahçekapısında Hobyar mahallesinde Aşir
Efendi Caddesinde yeni postane arkasında
metruk sebil müştemil mektep ve arsa.
35140L
06.07.1929 Son Saat
Küçük Ayasofya mahallesinde Camiişerif
sokağında 8 no’lu harap tonoz mahzenini
müştemil arsa. (ilk ilana bakılacak)
168L
08.08.1929 İkdam
Kabataş’ta Ömer Avni efendi mahallesinde
Tramvay güzergahında namazgah arsası.5
5848L
28.08.1929 İkdam
Çakmakçılar’da İbrahimpaşayıatik
mahallesinde Fincancılar sokağında çeşmeyi
havi 165 arşın miktarında bulunan kargir
mektebin tamamı.
30.01.1930 Milliyet
Bahçekapı’da Hobyar mahallesinde Aşir
Efendi Caddesinde çeşme, sebil ve mektebin
arsası. (bedel haddi layık görülmediği)
Kocamustafapaşa’da Hacıhasan
mahallesinde Hacıpiri caddesinde horozlu
mektebi arsası ile duvar taşların heyeti
mecmuası.
35140L
23.08.1929 Son Saat
28.08.1929 İkdam
388L
09.05.1929 Son Saat
15.05.1929 İkdam
Bahçekapısı’nda Hobyar mahallesinde Aşır
Efendi Caddesinde metruk sebil müştemil
mektep ve arsa.6
35140L
12.06.1929 İkdam
Fatih Dülgerzade mahallesinde eski deve
hanı caddesinde muattal çeşmeyi havi 142
arşın yedi numaralı kabristan arsasının
42678L
12.06.1929 İkdam
5
6
Alıcı çıkmadığı için 01.22.1930 - 12.02.1930 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 01.22.1930/12.02.1930 Vakit
Alıcı çıkmadığı için 13.11.1929 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 13.11.1929 İkdam
341
tamamı.
12.07.1929 Son Saat
17.07.1929 İkdam
Davutpaşa’da Şah Sultan Camii Şerifi
sokağı 627 arşun mektep arsasının tamamı.
31300L
12.06.1929 İkdam
Edirnekapı’da Hacı Muhittin mahallesinde
kâin caminin taşları.
20L
10.07.1929 İkdam
İğrukapı’da Hacı İlyas mahallesinde Sakalar
yokuşu caddesinde İskender Paşa mektebi
arsasının tamamı.
10000K
12.07.1929 Son Saat
Babıali civarında Cağaloğlu yokuşunda
Civan Kethüda mescidi enkazıyla tamamı.
130000k
12.07.1929 Son Saat
Beyazıtta Yahnikapan sokağında Hatice
Usta kagir mektebi enkazı ve arsası ile
beraber tamamı.
65000K
12.07.1929 Son Saat
Sultanahmet civarında Kabasakal
mahallesinde muhterik Bayram furunu
mektebi arsasının tamamı.
36800K
12.07.1929 Son Saat
Kasımpaşa’da Kamerhatun mahallesinde
Cumhuriyet Gazinosu ittisalinde ve
arkasında bulunan kabristan arsası.
275600K 12.07.1929 Son Saat
Eyüp’te Kızılmescitte balcı yokuşunda
münhedim çeşmenin tahminen 15 çeki
miktarında taşları.
17.07.1929 İkdam
7L
17.07.1929 İkdam
İğrukapuda Hacı İlyas mahallesinde Sakalar
yokuşunda İskender paşa mektebi arsasının
tamamı.
10000K
17.07.1929 İkdam
Fındıklı’da Yahya Çelebi Mahallesinde dere
içinde kâin dört duvardan ibaret tuğla ve bir
miktar taş ve minareyi müştemil cami
120L
31.07.1929 İkdam
342
enkazı.
Beşiktaş’ta Cihannüma Mahallesinde
Hasırcıbaşı sokağında, 1300 arşın üzerinde
harap semahane, 17 hücre, bahçe ve sabık
Ebülhüda tekkesinin tamamı.
1000L
Galata’da yolcuzade sokağında ahşap
mektepten munkalip hanenin tamamı.
700L
16.10.1929 İkdam
Üsküdar Kazasker Ahmet Efendi
Mahallesi’nde Şeyh Hicabi Efendi
Tekkesi’nin mevcut tuğla ve taşları.
150L
16.10.1929 İkdam
Cağaloğlu’nda Cezeri Kasım Paşa camisinin
bahçe duvarının hedminde çıkan tuğlalar.
20L
16.10.1929 İkdam
Şehremininde Baruthane yokuşunda
Mehmet Ağa Camisi ile ittisalindeki tekke
meşrutahanesinin enkazı.
500L
16.10.1929 İkdam
4866,96
13.11.1929 İkdam
Cağaloğlu’nda Terzi Kasım mahallesinde
kâin Valide Sultan bena emini elhaç İbrahim
Efendi’nin kabristan arsası. 7
6143L
13.11.1929 İkdam
Şehzadebaşı’nda Balaban Ağa mahallesinde
Balaban Ağa Camii enkazı.
100L
13.11.1929 İkdam
4866L,9
6k
01.01.1930 Vakit
Uzun Şacettin mahallesinde Fuat Paşa
türbesi karşısında Uzun Şacettin camii
arsasının tamamı.
Binbir direkte Fuatpaşa Türbesi karşısında
Peykhane caddesinde bulunan uzun
Şücaattin Camii arsası.
10.10.1929 Son Saat
16.10.1929 İkdam
08.01.1930 Vakit
22.01.1930 Vakit
Alıcı çıkmadığı için 12.02.1930 – 21.02.1930 ve 04.06.1930 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 12.02.1930 Vakit,
21.02.1930 Vakit, 04.06.1930 Vakit
7
343
Şehremininde Ereğli mahallesinde Ümmü
Sinan namı diğer Cuma tekkesinin üç oda
bir sofayı müştemil selamlık kısmının
enkazı.
400L
Cağaloğlu’nda Cezri Kasım mahallesinde
Sultan Bena Emini Camii arsası.8
4851L,
55K
01.01.1930 Vakit
08.01.1930 Vakit
08.01.1930 Vakit
22.01.1930 Vakit
30.01.1930 Milliyet
Nuruosmaniye civarında Vezir hanı
arkasında Sinan Paşa camii arsasının
tamamı.
623,20L
22.01.1930 Vakit
30.01.1930 Milliyet
Halıcıoğlu’nda Apdüsselam mahallesinde
Apdüsselam tekkesinin selamlık kısmının
enkazı.
75L
12.02.1930 Vakit
Çarşanba’da Koğacıdede mahallesinde
Koğacı Dede Camii şerifinden bakiye kalan
taşlar
15L
02.03.1930 Vakit
Üsküdar’da İnadiye meydanında Bandırmalı
Dergahı elyevm Hekimoğlu Camii ve odalar
ve minare ve dergahın selamlık yeri olan
dört oda.9
1750L
02.03.1930 Vakit
Ayasofya-i Sagir Mahallesinde Çatladıkapı
caddesinde Kasapbaşı Camii arsası
29.03.1930 Vakit
Süleymaniye Elmaruf Mahallesinde
Medrese Sokağında Nevruz Hatun Mektep
mahalli.
29.03.1930 Vakit
Vefa’da Molla Hüsrev Mahallesinde
Ataullah Efendi Mektebi.
29.03.1930 Vakit
8
Alıcı çıkmadığı için 24.06.1930 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 24.06.1930 Vakit
Alıcı çıkmadığı için 04.06.1930 - 05.07.1930 tarihlerinde tekrar ilan verilmiş fakat yine satılamamıştır. Tekrar 23.07.1930
tarihinde ilana çıkarılmıştır. Bkz; 04.06.1930 Vakit, 05.07.1930 Vakit, 23.07.1930 Vakit
9
344
Edirnekapı’da Canfeda Hatun Mektebi
29.03.1930 Vakit
Babıali’de Lala Hayrettin Mahallesinde Şah
Sultan Mektebi
29.03.1930 Vakit
Aksaray’da Cerrahpaşa Caddesi’nde
Arakiyeci Ahmed Mektebi
29.03.1930 Vakit
Şehremininde Molla Gürani Mahallesi’nde
Hekimbaşı Ömer Efendi Mektebi.
29.03.1930 Vakit
Kasımpaşa’da Hacışaban Camişerifi’nin
arsasının tamamı.
840L
16.04.1930 Vakit
Kasımpaşa’da Nalıncı Hacıhasan
mahallesinde muhterik cami arsası ve
muhtevi duvar taşları ile.10
484L
16.04.1930 Vakit
Fatih Dülgerzade Mahallesinde münhedim
Halil Paşa camii arsasından müfrez bir harita
no’lu arsa.
4116L
24.04.1930 Milliyet
07.06.1930 Vakit
14.06.1930 Vakit
Beşiktaş’ta Abbasağa Camii Şerifi
avlusunda bulunan 49 parça mermer.
18.06.1930 Vakit
Kocamustafa Paşa Camii avlusunda ve
civarında bulunan moloz taşlar.
30.07.1930 Cumhuriyet
Fatih Fevzipaşa Caddesi’nde Halilpaşa
Camii Şerifi arsasından müfrez 4 numaralı
arsa.11
1331L
18.02.1932 Cumhuriyet
Fatih Fevzipaşa Caddesi’nde Halilpaşa
Camii Şerifi arsasından müfrez 5 numaralı
arsa.12
1160L
18.02.1932 Cumhuriyet
Alıcı çıkmadığı için 03.02.1934 ve 27.04.1932 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 03.02.1934 Cumhuriyet,
03.02.1934Vakit, 27.04.1932 Cumhuriyet
11
Alıcı çıkmadığı için 12.08.1932 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 12.08.1932 Akşam - 22.08.1932 Akşam
12
Alıcı çıkmadığı için 15.06.1932 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 15.06.1932 – 19.06.1932 Cumhuriyet
10
345
Molla Fenari Mahallesinde Esirpazarı
Sokağında etrafı duvarla mahdut
Bayrampaşa Camii arsası.
1745L
21.03.1932 Akşam
28.03.1932 Akşam
04.04.1932 Akşam
Mollafenari’de Esirpazarı Sokağı’nda etrafı
duvarla mahdut Bayrampaşa Cami arsası.
1745L
11.04.1932 Akşam
Aksaray’da İlyasbey Mahallesi’nde
Baklalıkemalettin Cami minare ve mevcut
taşları (temeller hariç)
35L
23.05.1932 Akşam
Eyüp Nişancı Mustafa Paşa Mahallesi’nde
Şeyhmurat Tekkesi’nin selamlık kısmının
arka duvar ve temel taşları hariç enkazı.
280L
28.05.1932 Akşam
Küçükpazar’da Ayazma İskelesi
Caddesi’nde muhterik Salihağa Mescidi
arsası.13
1425L
31.07.1932 Cumhuriyet
Uzunçarşı’da Yavaşçaşahin mahallesinde
Muhasebe-i Anadolu Mahmut Efendi
mektep ve meşrutahanesi.
2260L
31.07.1932 Cumhuriyet
Fatih’te Kirmasti mahallesinde muhterik
Kirmasti Camii arsası.
1440L
27.08.1932 Cumhuriyet
04.06.1932 Akşam
06.09.1932 Cumhuriyet
11.09.1932 Cumhuriyet
Üsküdar’da Dürbali Mescidi mescidi arsası
ve mevcut taşları.
136,70L
27.08.1932 Cumhuriyet
06.09.1932 Cumhuriyet
11.09.1932 Cumhuriyet
Altımermer’de Silivrikapı caddesinde
Yolgeçen cami arsasının tamamı.14
708,26L
27.08.1932 Cumhuriyet
06.09.1932 Cumhuriyet
Alıcı çıkmadığı için 19.08.1932 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 19.08.1932 Cumhuriyet
Alıcı çıkmadığı için 23.04.1933 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 23.04.1933 Akşam 09.02.1933Akşam
16.02.1933 Cumhuriyet
13
14
346
11.09.1932 Cumhuriyet
Koska’da Çoban Çavuş Camiinin ahşap ve
kargir enkazı ile minaresi ve mevcut ağaçları
temel taşları dahil.
615L
Edirnekapı’da Neslişah Sultan mahallesinde
Neyzen sokağında bahçe mülgaa Kadiri
tekkesi binası.
967,50L
Fatih’te pirinççi mahallesinde muhterik
Pirinççi Sinan Camii şerifi arsası ile mevcut
enkazı.15
1765,55
L
02.02.1933 Akşam
1080L
09.02.1933Akşam
Fatih’te Çarşamba Caddesi’nde Kirmasti
Camii arsası.16
05.12.1932 Akşam
20.12.1932 Akşam
02.02.1933 Akşam
07.02.1933 Akşam
07.02.1933 Akşam
16.02.1933 Cumhuriyet
03.05.1933 Akşam
Çemberlitaş’ta Esirpazarı Sokağı’nda taş
duvarları havi Bayrampaşa Mescidi arsası.
1396L
13.02.1933 Akşam
20.02.1933 Cumhuriyet
Küçükpazar’da Hocahayrettin Mahallesi’nde
Salihağa Mescidi arsası.
1187L
13.02.1933 Akşam
20.02.1933 Cumhuriyet
Beykoz’da Yalıköy’de Çayır caddesinde
hamam arsasının tamamı
2437L
31.03.1933 Akşam
Hekimoğlu Alipaşa civarında Muslahaddin
Cami’nin etraf muhafaza duvarları ve beden
duvarlarının çatısının enkazı.
225L
31.03.1933 Akşam
Yedikule’de Hacıevhat Camii hariminde
tekke odalarının duvarlı ile temel taşları
hariç enkazı.
190L
31.03.1933 Akşam
Alıcı çıkmadığı için 28.01.1934 - 03.02.1934 - 25.02.1934 - 25.09.1934 - 17.01.1935 – 02.04.1935 tarihlerinde tekrar ilan
verilmiştir. Bkz; 28.01.1934 Cumhuriyet, 03.02.1934Vakit, 25.02.1934 Akşam, 25.09.1934 Cumhuriyet, 30.09.1934 Akşam,
17.01.1935 Milliyet, 02.04.1935 Cumhuriyet, 22.04.1935 Cumhuriyet
16
Alıcı çıkmadığı için 23.04.1933 - 27.02.1934 - 30.07.1934 - 16.11.1933 – 28.05.1934 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir.
Bkz; 23.04.1933 Akşam, 27.02.1934Vakit, 30.07.1934 Milliyet, 16.11.1933 Milliyet, 28.05.1934 Cumhuriyet
15
347
Çapa’da tramvay caddesinde köşebaşında
Kazasker Ahmet Efendi Camii’nin enkazı17
400L
20.04.1933 Akşam
03.05.1933 Akşam
05.05.1933 Cumhuriyet
İstinye’de Çayır Caddesi ittisalinde ve
altında iki dükkanı müştemil mektep.
390L
Tophane’de Kumbaracıyokuşu’nda Ayni
Hatun Mektebi elyevm arsasının tamamı.
1448L
23.04.1933 Akşam
03.05.1933 Akşam
05.05.1933 Cumhuriyet
10.05.1933 Cumhuriyet
Kadıköy’de Kızıltoprak Bağdat Caddesi’nde
30no’lu köşk.
18.05.1933 Cumhuriyet
Mahmutpaşa’da Dayahatun Tarakçılar’da
münhedim cami avlusunda oda ve halâ.
18.05.1933 Cumhuriyet
Yedikule’de Hacıevhat Camii hariminde 1
ve 2 satıhlı harap ve maili inhidam tekke
odalarının enkazı.
190L
25.05.1933 Akşam
Kartal kazasının Başıbüyük kariyesinde
Kerimnine Tekkesi
90L
06.07.1933 Akşam
Kasımpaşa’da Süruri Mehmet Efendi Cami
arsası.18
4200L
06.07.1933 Akşam
Üsküdar’da Evliyahoca Cami ile iki katta
odadan ibaret mahallin enkazı.
168L
07.07.1933 Akşam
Davutpaşa’da İsakapısı’nda İbrahimpaşa
Mektebi’nin maahava enkazı19
300L
18.07.1933 Cumhuriyet
Alıcı çıkmadığı için 28.01.1934 - 25.02.1934 - 02.03.1934 – 10.10.1937 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz;
28.01.1934 Cumhuriyet, 25.02.1934 Akşam, 03.02.1934Vakit, 03.03.1934 Akşam, 10.10.1937 Akşam
18
Alıcı çıkmadığı için 27.02.1934 - 23.05.1934 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 27.02.1934Vakit, 23.05.1934
Milliyet, 28.05.1934 Cumhuriyet
19
Alıcı çıkmadığı için 27.02.1934 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 27.02.1934 Vakit
17
348
Fatih’te muhterik Sinan cami şerifi arsası ile
beraber mevcut taşları.
1400L
19.07.1933 Akşam
Üsküdar’da Serçe Hatun caminin enkazı ile
beraber arsası.20
885L
19.07.1933 Akşam
Fatih’te Kadıçeşmesi’nde muhterik Yarhisar
Camii’nin istinat duvarları ile merdivenleri
ve caminin temelleri hariç olmak üzere
enkazı. 21
280L
19.07.1933 Akşam
Yenibahçe’de Arpaemini mahallesinde
Arpaemini Mustafa Efendi mescidinin
enkazı ile beraber arsanın tamamı.22
1130L
19.07.1933 Akşam
Edirnekapı’da Keçecipiri mahallesinde
neyzan sokağındaki tekkenin tamamı.
800L
19.07.1933 Akşam
Üsküdar’da Gerede Caminin enkazı ile
beraber arsası.23
1000L
19.07.1933 Akşam
Altımermer’de Katipmuslahattin Camii’nin
etraf duvarları ile mezar ve temel taşları
hariç enkazı.24
225L
16.09.1932 Akşam
Sultanahmet’te Üçler Mahallesi’nde
meydana nazır Üçler Camii arsası.25
3105L
Aksaray’da Langa’da muhterik Uncuferhat
Camii’nin mevcut taşları ile beraber
arsasının tamamı.
2010L
12.10.1932 Akşam
18.07.1933 Cumhuriyet
04.08.1933 Akşam
12.10.1933 Cumhuriyet
Alıcı çıkmadığı için 27.02.1934 – 29.01.1935 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 27.02.1934 Vakit, 29.01.1935 Kurun
Alıcı çıkmadığı için 27.02.1934 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 27.02.1934 Vakit
22
Alıcı çıkmadığı için 03.02.1934 - 25.02.1934 - 28.05.1934 – 10.10.1937 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz;
03.02.1934Vakit, 25.02.1934 Akşam, 28.05.1934 Cumhuriyet, 10.10.1937 Akşam
23
Alıcı çıkmadığı için 28.01.1934 - 03.02.1934 - 25.02.1934 – 28.05.1934 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz;
28.01.1934 Cumhuriyet, 03.02.1934Vakit, 25.02.1934 Akşam, 28.05.1934 Cumhuriyet
24
Alıcı çıkmadığı için mescid arsası ile taşları 19.07.1933 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. 19.07.1933 Akşam
25
Alıcı çıkmadığı için 02.05.1934 - 20.05.1934 – 29.04.1935 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 20.05.1934
Cumhuriyet, 02.05.1934 Akşam, 29.04.1935 Cumhuriyet
20
21
349
Karagümrük’te Derviçali mahallesinde
Bakkalismailağa sebili arsası ile mevcut
taşları.
63L
12.10.1933 Cumhuriyet
Salkımsöğüt’te Karakihüseyin Çelebi
mahallesinde İskenderağa Türbesinin
arsasının tamamı.
1100L
24.10.1933 Cumhuriyet
İstanbul Belediye Binası karşısında Sinan
Ağa Camii arsası.
4996L
12.10.1933 Cumhuriyet
03.11.1933 Akşam
03.11.1933 Milliyet
Kasımpaşa Camiikebir mahallesi’nde mescit
sokağındaki caminin arsasının tamamı.26
803,88L
16.11.1933 Milliyet
Üsküdar’da Kepçedede mahallesinde
muhterik Sancaktar Mehmet Efendi ve
Şeriki türbesi arsası.27
117,52L
16.11.1933 Milliyet
Fatih’te Sarıgüzel’de vaki muhterik Dibek
Camii Şerifi arsası ile beraber enkazı.28
679,60L
16.11.1933 Milliyet
Sultanahmet’te Üçler Camii arsası
03.01.1934 Milliyet
12.01.1934 Vakit
Yenibahçe’de Arpaemini Mustafa Efendi
Camii arsası.
Aksaray’da Valide Camii karşısında
muhterik Yakupağa Camii arsası.29
28.01.1934 Cumhuriyet
945L
03.02.1934 Cumhuriyet
08.02.1934 Vakit
Eyüp’te Bıçakçılar Caddesi’nde Musaçavuş
709L
03.03.1934 Akşam?
Alıcı çıkmadığı için mescid arsası ile taşları 24.01.1935 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. 24.01.1935 Cumhuriyet
Alıcı çıkmadığı için 27.02.1934 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 27.02.1934 Vakit
28
Alıcı çıkmadığı için 27.02.1934 - 17.01.1935 – 29.04.1935 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 27.02.1934Vakit,
17.01.1935 Milliyet, 24.01.1935 Cumhuriyet, 29.04.1935 Cumhuriyet
29
Alıcı çıkmadığı için 28.05.1934 - 30.07.1934 – 17.01.1935 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 28.05.1934
Cumhuriyet, 30.07.1934 Milliyet, 17.01.1935 Milliyet, 24.01.1935 Cumhuriyet
26
27
350
Mescit ve zaviyesi.
Sultanahmet’te Üçler Camii arsası30
2691L
07.05.1934 Akşam
Sultanahmet’te Üçler Camii arsası31
2694L
27.05.1934 Akşam
15L
04.06.1934 Milliyet
428,70L
16.08.1934 Zaman
Şehremininde Deniz Aptal Mahallesinde
muhterik Hasan Çelebi Caminin çeşme ve
temel taşları hariç olmak şartı ile mevcut
taşları.
Galata’da Arap Camii mahallesinde
Şemseddini Gürani Camii arsasının tamamı.
26.08.1934 Milliyet
Yedikule’de Mirahor İlyas Bey
mahallesi’nde İlyas Çelebi Camii arsası ile
mevcut taş ve enkazı.32
900L
Langa’da muhterik Hacıferhat Camii’nin
mevcut taşlarıyla beraber arsanın tamamı.33
2010L
27.02.1934 Vakit
Kadıköy’de Zühtüpaşa mahallesinde
Mecidiye Tekkesinden ifrazen satılacak olan
arsa. 34
425L
25.09.1934 Cumhuriyet
Kadıköy Zühtüpaşa’da Selami çeşmesi
karşısında Şuhihatun namazgah arsası.
16.08.1934 Zaman
26.08.1934 Milliyet
30.09.1934 Akşam
802,50L
30.10.1934 Milliyet
Çemberlitaş’ta Vezirhanı alt katta 64
numaraları bütün oda.
300L
24.01.1935 Cumhuriyet
Tophane’de Firuzağa Mahallesinde yanık
olan Gülşeni Tekkesi arsası.
2342L
29.04.1935 Cumhuriyet
Alıcı çıkmadığı için 06.06.1934 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 06.06.1934 Milliyet
Alıcı çıkmadığı için 06.06.1934 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 06.06.1934 Milliyet
32
Alıcı çıkmadığı için 30.10.1934 - 17.01.1935 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 30.10.1934 Milliyet, 17.01.1935
Milliyet, 24.01.1935 Cumhuriyet
33
Alıcı çıkmadığı için 26.08.1934 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 26.08.1934 Milliyet
34
Alıcı çıkmadığı için 08.10.1934 - 08.10.1934 - 23.10.1934 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 08.10.1934, 23.10.1934
Cumhuriyet
30
31
351
Sultanahmet’te Cankurtaran’da yanmış
Kabasakal Camii enkazı.
60L
23.10.1935 Akşam
Eyüp Servi Mahallesi’nde İzzet Mehmet
Paşa tekkesi ve mevcut bahçesi.35
800L
16.01.1936 Cumhuriyet
Karagümrük’te Hırkaişerif’te
Apardimüslahiddin namı diğer Tahtaminare
Mescidi ve müştemilatı.
1139L
09.05.1936 Cumhuriyet
Babıali Nallımescid mahallesi’nde
Acımusluk sokağında İbrahimpaşa Camisi
arsasının bir kısmı üzerine mebni kadro
harici cami ile beraber tamamı.
2877L
09.05.1936 Cumhuriyet
Çemberlitaş’ta Mollafenari mahallesinde
Nuruosmaniye Caddesi’nde Mollafenari
Camii’nin arsasının tamamı
1330L
10.08.1936 Cumhuriyet
Kürkçübaşı Süleymanağa Camisi arsası ile
mevcud enkazı.
400L
14.08.1936 Cumhuriyet
Sultanahmed’de İskenderağa mahallesi’nde
İskenderağa Camii arsasının tamamı.36
2080L
14.08.1936 Cumhuriyet
Kasımpaşa’da Hacıferhad Camisi arsası ile
taşları.
932,55L
14.08.1936 Cumhuriyet
Kasımpaşa’da Hacıhasan mahallesinde
Hacıhasan Camisi’nin arsasının tamamı.
208,80L
14.08.1936 Cumhuriyet
Bebek’te mektep bahçesinde bulunan
Mercan Dede Mescidi’nin arsasının tamamı.
702L
14.08.1936 Cumhuriyet
Cihangir’de Firuzağa Mahallesi’nde
muhterik Sakabaşı Camii arsası
1386L
22.10.1936 Cumhuriyet
35
Alıcı çıkmadığı için 08.02.1936 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. 08.02.1936 Akşam
36
Alıcı çıkmadığı için 10.10.1937 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 10.10.1937 Akşam
352
Cihangir’de Firuzağa Mahallesi’nde
Firuzağa Camii Şerifi’nden ayrı kalan
arsanın tamamı.
1597L
22.10.1936 Cumhuriyet
Beyoğlu’nda Sarılûtfi Camii arsası.
435L
22.10.1936 Cumhuriyet
Şehzadebaşı’nda Koğacılar Caddesi’nde
yıkık Revaniçelebi Camii enkazı
56L
20.12.1936 Cumhuriyet
Hırkaişerifte Akşemseddin mahallesi’nde
Çukur sokağında Mollaahaveyn Cami
enkazı.
56L
20.12.1936 Cumhuriyet
Atik Valide Mahallesi’nde Çamlıcalı
Mehmed Efendi Zaviyesi
100L
12.02.1937 Cumhuriyet
Atik Valide Mahallesi’nde Kavsaralı
Mustafababa Mescidi arsası.
90L
12.02.1937 Cumhuriyet
Arpaemini mahallesi’nde Yavaşça Şahin
Camii arsasının tamamı. 37
1500L
26.02.1937 Akşam
Cağaloğlu Alemdar mahallesinde Hoca
Rüstem Cami arsası ve meşrutahanesi.38
1916L
09.03.1937 Akşam
142,06L
09.03.1937 Akşam
Edirnekapı Acıçeşme’de Tramvay
caddesi’nde Hacı Muhiddin Camii ve
meşrutahanesi.
3109L
10.10.1937 Akşam
Langa’da Nişanca Caddesi’nde bulunan
Hacıferhad Cami arsasının tamamı.
1286L
10.10.1937 Akşam
Samatya’da Ağahamamı caddesi’nde
Hatuniye Camii arsası ile mevcud enkazı.
1377L
10.10.1937 Akşam
İğne Bey mahallesi’nde Mirahor Hamamı
arsasının tamamı.
Alıcı çıkmadığı için 21.09.1937 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 21.09.1937 Akşam
Alıcı çıkmadığı için 26.02.1937 – 20.08.1938 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 26.02.1937 Akşam, 20.08.1938
Cumhuriyet
37
38
353
Eyüp Düğmeciler’de Musaçavuş Mescidi ve
tekke binası.
Kasımpaşa’da Hacı Ahmed mahallesi’nde
Eburrıza tekkesinin harab olan semağhane
ve harem kısmının enkazı.
650L
10.10.1937 Akşam
18.12.1937 Akşam
354
EK-1; 1928-1938 Yılları Arasında Vakıflar Umum Müdürlüğü Tarafından Kiraya
Verilen Eski Eserler
Bu bölüm 1928-1938 yılları arasında yayınlanan günlük gazetelerin taranması
suretiyle hazırlanmıştır. İlanların büyük bir kısmı müzayede usulüyle açılmıştır. Bazı ilanlarda
açılış bedeli konulmuş, bazı ilanlara ise konulmamış, kiralayacak şahıs şartnamesini görmek
üzere İstanbul Vakıflar Müdiriyetine davet edilmiştir. Talip çıkmaması üzerine ilanlar
tekrarlanmıştır. Bu durum dipnotlarda belirtilmiştir. Hazırladığımız listede Eserin mevki –
ismi – türü gazetelerde yayınlanan şekliyle aynen alınmıştır.
Eski Eserin Mevki – İsmi - Türü
Müzayede
Kira İlan Tarihi - Gazetesi
Açılış Bedeli
(Lira)
Çarşıkapı’da Kemankeş Kara Mustafa Paşa
13.12.1928 İkdam
Medresesi.
Haseki Caddesinde Bayrampaşa Medresesi
13.12.1928 İkdam
altında 57. No dükkan.
Beykoz’da Kavakdere Caddesinde 3 no’lu
13.03.1929 İkdam
tekke arsası.
Şehremini Karabaş Mahallesi Bala Tekkesi
04.04.1929 İkdam
Sokağında Sadık Efendi Mektebi.
Kocamustafa Paşa’da Sancaktar Hayrettin
04.04.1929 İkdam
Tekkesi semahanesi ile meşrutahanesi.
355
Aksaray Katip Maslahaddin Mahallesi
04.04.1929 İkdam
Mektep Sokağında Arakiyeci Ahmet Ağa
Mektebi.
Davudpaşa, Bayezid Cedid Mah. Sadiye
04.04.1929 İkdam
Dergahı selamlık kısmı ile semahanesi.
Topkapı dışında Davutpaşa Caddesinde
04.04.1929 İkdam
Bektaşi Dergahı.
Sahafsüleyman Mahallesinde Cağaloğlu
04.04.1929 İkdam
yokuşunda Mektep Arsası.
Sirkeci, Emirler Mahallesi, Vezir
05.04.1929 İkdam
Çıkmazında muhterik Cami arsası.
30.05.1936 Cumhuriyet
Çemberlitaş Molla Fenari Mahallesinde
09.04.1929 İkdam
Köprülü Mektebi mahalli
05.06.1936 Cumhuriyet
356
Hocapaşa Karaki Hüseyin Çelebi Mahallesi
09.04.1929 İkdam
Orhaniye Caddesinde Kamer Hatun
Mektebi.
22.09.1934 Zaman
30.05.1936 Cumhuriyet
Mahmut Paşa Cami yanındaki mektep
09.04.1929 İkdam
mahalli
Üsküdar Atik Valide mahallesinde Tekke ve
09.04.1929 İkdam
semahanesi
22.04.1930 Cumhuriyet
Üsküdar Tavaşi Hasan Ağa mahallesinde
menzilhane yokuşunda Tekkenin selamlık
kısmı
09.04.1929 İkdam
18.05.1931 Akşam
02.09.1931 Yeni Gün
24.09.1931 Yeni Gün
13.04.1933 Akşam
21.06.1934 Milliyet
27.06.1934 Milliyet
03.07.1934 Milliyet
10.07.1934 Milliyet
Üsküdar Selman Ağa mahallesinde Karaca
09.04.1929 İkdam
Ahmet Caddesinde Selman Ağa Camii girişi
357
Hasköy Turşucu Mahallesi Ayazma
13.04.1929 İkdam
Sokak’da Ayazma Mahalli.
Kocamustafapaşa’da Ramazan Efendi
Tekkesi selamlık kısmı
15.04.1929 İkdam
17.07.1929 İkdam
26.07.1929 İkdam
Ayvansaray, Toklu Dede Mahallesinde
26.04.1929 İkdam
Korucu Mehmet Çelebi Sokak’da Tekke
odası
Küçük Ayasofya mahallesinde Helvacıbaşı
İskender Ağa Cami bir kısmı
05.05.1929 İkdam
12.07.1929 İkdam
18.07.1929 İkdam
24.07.1929 İkdam
30.07.1929 İkdam
Davutpaşa İsa Kapısı Caddesinde Medresesi
05.05.1929 İkdam
ve Cami harabesiyle arsası
Çemberlitaş Atik Ali Paşa Mahallesinde
05.05.1929 İkdam
Tavuk Pazarı Sokağında C. mahalli arsası
Tavukpazarında Arnavut Hanı karşısında
18.06.1929 İkdam
Bayrampaşa Cami mahalli
Davutpaşa’da İsa Kapısı Caddesi’nde
18.06.1929 İkdam
358
medrese mahalli.
Sütlüce’de Mustafa Efendi Dergahı ve
bahçesi.
18.06.1929 İkdam
06.07.1929 İkdam
26.07.1929 İkdam
Koca Mustafa Paşa Ramazan Efendi
Dergahı selamlık kısmı.
Helvacıbaşı Küçükayasofya Mahallesi
Suterazisi Sokak Tekkenin harem ve
selamlık daireleri.
06.07.1929 İkdam
18.06.1929 İkdam
12.07.1929 İkdam
18.07.1929 İkdam
24.07.1929 İkdam
30.07.1929 İkdam
08.04.1930 Cumhuriyet
18.04.1930 Cumhuriyet
22.04.1930 Cumhuriyet
02.07.1937 Akşam
Mahmutpaşa’da Şeref Sokağı’nda 26 ve 3
no.lu servili mescit ve odalar.
29.08.1929 İkdam
03.09.1929 İkdam
359
11.10.1929 İkdam
Beşiktaş’ta vapur iskelesinde kayıkhane ve
25.09.1929 İkdam
cami arsası.
Çelebioğlu Alaettin Mahallesin’nde Şişeci
07.01.1930 Cumhuriyet
Hanı’nın üçte bir hissesi.
Kabataş’ta Ömer Avniefendi mahallesinde
17.01.1930 Cumhuriyet
Dolmabahçe Caddesinde namazgah mahalli
09.04.1930 Vakit
22.04.1930 Cumhuriyet
İğrikapı’da Mollaaşki Mahallesi’nde 7
06.02.1930 Cumhuriyet
numaralı tekkenin selamlık kısmı.
Sütlüce’de Mahmutağa Mahallesi’nde
Tekke Çıkmazında semahane ve bahçe.
07.03.1930 Cumhuriyet
17.07.1929 İkdam
21.08.1929 İkdam
360
Şehremini İbrahimçavuş Değirmen Sokak
02.04.1930 Vakit
Kaşıkçı Mustafa Efendi mektebi.
09.04.1930 Vakit
30.05.1930 Cumhuriyet
04.06.1930 Cumhuriyet
10.06.1930 Cumhuriyet
31.05.1932 Cumhuriyet
Tavşataşı’nda Soğan Ağa Mahallesi’nde 2
02.04.1930 Vakit
nolu Mustafa Efendi mektebi.
09.04.1930 Vakit
Sarayburnu’nda Değirmenocağı Cami
08.04.1930 Cumhuriyet
hariminde taphane.
Kocamustafapaşa Sancaktar Hayrettin
08.04.1930 Cumhuriyet
Mahallesi 3-5 no. Semahane ve bir oda ile
meşrutahane.
18.04.1930 Cumhuriyet
Eyüp’te Vezirtekkesi Sokak’da 17-19 no.
08.04.1930 Cumhuriyet
Tekke.
18.05.1931 Akşam
13.04.1933 Akşam
Unkapanı’nda Üsküpi Mahalle ve Caddesi
08.04.1930 Cumhuriyet
51 no. Selamlık dairesi.
18.04.1930 Cumhuriyet
18.05.1931 Akşam
361
Üsküdar’da Atikvalde Mahallesi’nde Tekke
08.04.1930 Cumhuriyet
Sokağı’nda Dergah ve Semahane
18.04.1930 Cumhuriyet
23.05.1930 Cumhuriyet
24.06.1930 Cumhuriyet
Üsküdar’da Tavaşi Hasanağa
08.04.1930 Cumhuriyet
Mezarlıkhaneyokuşu 425 No. Tekkenin
selamlık kısmı.
18.04.1930 Cumhuriyet
22.04.1930 Cumhuriyet
19.03.1933 Akşam
Vefa’da Molla Hüsrev Mahallesi’nde
09.04.1930 Vakit
Ataullah Efendi Mektebi
15.04.1930 Vakit
28.03.1933 Cumhuriyet
Edirnekapı’da Derviş Ali Mahallesi’nde
09.04.1930 Vakit
Nurettin Tekkesi sokağında 25 no’lu
Canfeda Hatun mektebi.
15.04.1930 Vakit
22.09.1934 Zaman
07.06.1937 Akşam
Babıali’de Lala Hayrettin Mahallesinde
09.04.1930 Vakit
köşebaşında 7no’lu Şah Sultan Mektebi.
15.04.1930 Vakit
06.03.1932 Son Posta
30.05.1936 Cumhuriyet
362
Aksaray’da Katip Maslahaddin
09.04.1930 Vakit
Mahallesi’nde Cerrahpaşa Caddesi’nde
Arakiyeci Ahmetağa Mektebi.
15.04.1930 Vakit
Şehremaneti’de Ereyli Mahallesi’nde Saray
09.04.1930 Vakit
Meydanı’nda İsmail Çelebi Mektebi
arsasının bir kısmı.
Ayasofyayi Sağır Çatladıkapı Kasapbaşı
15.04.1930 Vakit
Camii arsası.
30.05.1930 Cumhuriyet
04.06.1930 Cumhuriyet
10.06.1930 Cumhuriyet
Haydarpaşa İbrahim Ağa Cami sokağında
15.04.1930 Cumhuriyet
19 nolu muvakkithane.
09.06.1930 Cumhuriyet
Saraçhane Mimarayas Haydarhane No.2
30.05.1930 Cumhuriyet
taşmektep.
04.06.1930 Cumhuriyet
10.06.1930 Cumhuriyet
Şehremini Mollagürani Hekimbaşı
30.05.1930 Cumhuriyet
Ömerefendi Mektebi.
04.06.1930 Cumhuriyet
10.06.1930 Cumhuriyet
363
Süleymaniye Elmaruf Medrese sokak
04.06.1930 Cumhuriyet
Nevruz Hatun mektep mahali
Sarayburnu Seyithasan Mahallesi’nde
06.06.1930 Cumhuriyet
Değirmen Ocağı Cami odaları.
24.06.1930 Cumhuriyet
Üsküdar’da Atikvalde imaret mahalli.
06.06.1930 Cumhuriyet
Mahmutpaşa’da Saatçiler Sokağı’nda
24.11.1930 Cumhuriyet
Çuhacı Hanı ittisalinde İğnecihasan Cami
mahalli.
30.03.1933 Cumhuriyet
31.05.1936 Cumhuriyet
Üsküdar’da Hace Hesnahatun Mahallesi’nde
02.09.1931 Yeni Gün
14 nolu imaretin alt kısmı ve arsa.
Beyazıt’ta Parmakkapı Mahallesinde
28.12.1931 Akşam
Makasçılar Caddesi’nde sebil.
Eyüp’te Bostan iskelesinde Mihrişah
29.06.1932 Cumhuriyet
imareti.
18.05.1934 Cumhuriyet
24.05.1934 Cumhuriyet
30.05.1934 Cumhuriyet
11.05.1937 Akşam
17.06.1938 Cumhuriyet
364
Sultanahmet’te Binbirdirek Fuatpaşa
Mektep mahalli
Çarşıkapı Makasçılar’da mescit mahalli.
16.07.1933 Akşam
22.02.1936 Akşam
02.11.1933 Milliyet
08.11.1933 Milliyet
Üsküdar Atikvalde’de tekke ve odalar
21.06.1934 Milliyet
24.06.1934 Milliyet
27.06.1934 Milliyet
Üsküdar Tavaşihasanağa Ağahamamı,
21.06.1934 Milliyet
İskenderbaba tekkesinin harem dairesi.
24.06.1934 Milliyet
24.06.1934 Milliyet
27.06.1934 Milliyet
03.07.1934 Milliyet
16.02.1936 Akşam
Büyükayasofya, Sarayburnu kale harici
01.08.1934 Cumhuriyet
Değirmen Camii.
14.08.1934 Cumhuriyet
Divanyolu’nda Yeniçeriler Caddesi’nde
14.08.1934 Cumhuriyet
Merzifoni Karamustafa Paşa Medresesi.
Taksim, Ayazpaşa’da Hadi İbrahim Efendi
26.08.1934 Cumhuriyet
Camii.
365
Eyüp, Kızılmescit 45 no’lu tabakhane camisi
26.10.1934 Cumhuriyet
ve altındaki mahal.
Rumelihisarı’nda Ahmet Sıtkı Cami ve
12.11.1934 Milliyet
odaları.
Galata’da Yolcuzade Mahallesi’nde 8 nolu
31.01.1935 Kurun
cami ve oda.
Taksim, Firuzağa, Sıraselviler Sirkeci
10.10.1935 Akşam
Mescid mahfelinden bölünmüş üç oda.
Aksaray’da Babahanisanialemi
Mahallesi’nde Babahasanialemi Camisi.
Haseki Bayrampaşa’da Yaşmakışerif
14.02.1936 Cumhuriyet
22.02.1936 Akşam
30.05.1936 Cumhuriyet
Tekkesi harem dairesi.
Vefa Mollahüsrev’de Sinekli Mescidi.
30.05.1936 Cumhuriyet
Ahıçelebi Odunkapısı’nda Hacısalihağa
30.05.1936 Cumhuriyet
Camii.
Eyüp Düğmeciler’de Oluklubayır
31.05.1936 Cumhuriyet
Tekkesi’nde tekke ve 2 dönüm arazi.
Çelebioğlualaeddin Çavuşbaşı’nda Han.
31.05.1936 Cumhuriyet
Uzunçarşı Yavaşçaşahin’de
05.06.1936 Cumhuriyet
Gaznevimehmed Efendi Mektebi
366
Cağaloğlu Alemdar’da Çatalçeşme
19.07.1936 Cumhuriyet
Sokağı’nda Hocarüstem Camii ve
meşrutahane.
Eyüp Nişancı Mustafa Paşa Nişacı
23.06.1932 Cumhuriyet
sokağında Şeyhmurad Dergahı odaları.
19.07.1936 Cumhuriyet
Cibali Seferikoz Vapur İskelesi’nde cami
avlusu.
23.01.1937 Akşam
11.08.1937 Akşam
26.10.1937 Akşam
Sultanahmet Cankurtaran’da 34 nolu cami
28.01.1937 Akşam
arsasından müfrez arsa.
Sultanahmet Cankurtaran’da 36 nolu cami
28.01.1937 Akşam
arsasından müfrez arsa.
Kocamustafa Paşa’da Vidin sokağında
Öksüzcehatib Camii.
13.03.1937 Cumhuriyet
17.03.1937 Akşam
17.06.1938 Cumhuriyet
Unkapanı Üskübi’de Ahmedbuhari Harem
29.04.1937 Akşam
ve selamlık dairesi.
17.06.1938 Cumhuriyet
Ayvansaray Defterdar, Akarçeşme
18.05.1937 Akşam
Sokağında Balçık Tekkesi’nin Selamlık
kısmı.
367
Fatih, Altay’da Fevzipaşa Sokağı’nda 1 nolu
cami yeri ve bahçe.
Uzunçarşı İbrahimpaşa’da İbrahimpaşa
18.05.1937 Akşam
05.06.1937 Akşam
18.05.1937 Akşam
Cami yeri.
Kapandakik Yavuzersinan,
Arabmeydanı’nda Papaszade cami mahalli.
18.05.1937 Akşam
05.06.1937 Akşam
17.06.1938 Cumhuriyet
Çemberlitaş Tavukpazarı’nda Hüseyinağa
01.07.1937 Akşam
Camii.
17.06.1938 Cumhuriyet
Ayvansaray’da Kuyulu Caddesi’nde 1 no’lu
01.07.1937 Akşam
Mehmedçelebi Camii.
Cerrahpaşa Kürkçübaşı’nda 73 no’lu
01.07.1937 Akşam
Ahmedkethüda Cami
Aksaray Haseki’de Haseki İmaret mahalli.
11.08.1937 Akşam
08.06.1938 Akşam
Balıkpazarı Değirmen’de Ahıçelebi Cami.
22.09.1937 Akşam
Cerrahpaşa Hobyar’da Canbaz Mustafa Bey
29.12.1937 Akşam
Camii ve avlusu.
Fatih Altay’da Fevzipaşa Sokağı’nda Altay
19.01.1938 Akşam
Camii.
17.06.1938 Cumhuriyet
Eyüp Kalenderhane’de Özbekler Tekkesi
22.03.1938 Akşam
içinde mescit binası.
Silivrikapı Hancıkaragöz’de Sittihatun Cami
01.04.1938 Cumhuriyet
368
mahalli.
Tavşantaşı Saraçisak İbrahimpaşa
Yokuşu’nda Kepenkçi Camii.
Saraçhane Mimarayas, Horhor’da
01.04.1938 Cumhuriyet
25.05.1938 Akşam
20.04.1938 Cumhuriyet
Haydarhane Camii yeri.
Uzunçarşı Bezzazıcedid’de Bezzazıcedid
03.05.1938 Cumhuriyet
Camii.
Alemdar Çatalçeşme’de Mollafenari Camii.
03.05.1938 Cumhuriyet
Sarayburnu’nda Kale dışında
13.05.1938 Cumhuriyet
Değirmenocağı Camii.
Babıali Lalahayrettin Beşirağa Tekkesi.
25.05.1938 Akşam
Eyüp Babahaydar, Arpaemini Caddesinde 7-
17.06.1938 Cumhuriyet
9 no’lu Mustafa Efendi Tekke odaları.
Kumkapı Çadırcıahmedçelebi’de Balipaşa
17.06.1938 Cumhuriyet
Yokuşu’nda Çadırcı Ahmed Çelebi Cami.
Edirnekapı Avcılar Kırkodalar Çıkmazı’nda
01.07.1938 Kurun
Tekke meşrutahaneleri ve mescit arsası.
Davutpaşa Kasap İlyas, Davutpaşa
17.08.1938 Akşam
İskelesi’nde Paşa Cami arsası.
Tahtakale’de Demirtaş Kantarcılar’da 1 nolu
17.09.1938 Cumhuriyet
Demirtaş Camii ve odalar.
Tavşantaşı Soğanağa’da Daltaban
28.10.1938 Cumhuriyet
yokuşunda mektep mahalli.
Cibali Haraccı Kara Mehmed’de Haraccı
28.10.1938 Cumhuriyet
Kara Mehmed Camii.
369
370
EK-4; 1928-1938 Yılları Arasında İstanbul Vilayeti ve Belediyesi Tarafından Satılan
Eski Eserler
Bu bölüm 1928-1938 yılları arasında yayınlanan günlük gazetelerin taranması
suretiyle hazırlanmıştır. İlanların büyük bir kısmı müzayede usulüyle açılmıştır. Bazı ilanlarda
açılış bedeli konulmuş, bazı ilanlara ise konulmamış, kiralayacak şahıs şartnamesini görmek
üzere İstanbul Vilayetine davet edilmiştir. Talip çıkmaması üzerine ilanlar tekrarlanmıştır. Bu
durum dipnotlarda belirtilmiştir. Hazırladığımız listede Eserin mevki – ismi – türü gazetelerde
yayınlanan şekliyle aynen alınmıştır.
Eski Eserin Mevki – İsmi - Türü
Müzayed
e Açılış
Bedeli
(Lira)
Kira İlan Tarihi - Gazetesi
Ayvansaray’da Atik Mustafa Paşa
Mahallesinde Nakşidil Valide Sultan
Mektebi
01.12.1928 Cumhuriyet
Sultanahmet Kabasakal’da Rüstem Paşa
Mektebi enkazı ve arsası
01.12.1928 Cumhuriyet
Sirkeci Emirler Mahallesi Vezir Çıkmazında
8 No. Muhterik Cami Arsası
01.03.1929 İkdam
Zeyrek’te Hamit Efendi Medresesi ile yan
ve arkasına tesadüf eden iki bap ahşap hane.
15.04.1930 Vakit
20.04.1930 Cumhuriyet
23.04.1930 Milliyet
Davut Paşa Medresesi’nin üzerinde mevcut
kurşunların satılması.
21.05.1930 Akşam
28.05.1930 Cumhuriyet
Davut Paşa Medresesi’nin üzerinde mevcut
ahşap aksamın satılması.
21.05.1930 Akşam
28.05.1930 Cumhuriyet
371
Davut Paşa Medrese binası taşlarının
yıkılarak gösterilen yere istif edilmesi işi.
21.05.1930 Akşam
Koska’da Papas Zade Mustafa Çelebi
Medresesi’nin müştemilat mülkiyeti.919
12.08.1930 Akşam
Şehzadebaşı’nda Mimar Hasanağa
Medresesi’nin satılması. 920
29.10.1930 Cumhuriyet
Eyüp’te polis merkezi karşısında kâin olup
evvelce hedmolunan çeşmeye ait küfeki ve
mermerler.
25.12.1930 Cumhuriyet
Koska’da Mimar Kemalettin Mahallesi’nde
Börekçi Sokağı’nda kain Papaszade Mustafa
Çelebi Medresesi.921
29.01.1932 Akşam
Şehzadebaşı’nda kâin Ebülfadıl Mehmet
Efendi Medresesi arsasında bulunan taşları.
08.06.1932 Akşam
Fatih’te Çarşamba caddesinde kain
Dibağzade Mehmetefendi Medresesi’nin
enkazı.
15.06.1932 Cumhuriyet
Fatih’te Kadıçeşmesi’nde Kıbrıslı Abdullah
Efendi Medresesi enkazı.
18.07.1932 Cumhuriyet
Çarşıkapı’da Beyazıt Caddesi’nde Sinekli
Medresesi’nin satılması.
Fatih’te Sinanağa Mahallesi’nde Tetemmeihamise Medresesi’nin taşları.922
28.05.1930 Akşam
16.02.1932 Akşam
10000L
20.09.1932 Cumhuriyet
15.11.1932 Akşam
15.11.1932 Milliyet
Alıcı çıkmadığı için 29.10.1930 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. 29.10.1930 Cumhuriyet
Alıcı çıkmadığı için 23.10.1934 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. 23.10.1934 Cumhuriyet
921
Alıcı çıkmadığı için 14.06.1932 ve 06.02.1936 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. 14.06.1932 Cumhuriyet – 06.02.1936
Akşam
922
Alıcı çıkmadığı için 17.02.1933 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. 17.02.1933 Akşam
919
920
372
Kadıköy Rasimpaşa Mahallesi’nin Halit Ağa
ve Karakolhane caddeleri noktai iltisakında
bulunan su terazisinin hedmile çıkacak taş
vesaire enkazı.
25.02.1933 Akşam
Alibeyköyü’nde Merdigarip Sokağı’nda
kâin ilk mektebe bitişik tekke binasının
harap haldeki semahane ve dedegan
dairesinin enkazı.
22.03.1933 Cumhuriyet
Şehzadebaşı’nda Kalenderhane
Mahallesi’nde cami sokağında kâin
Darilhadis Hasan Ağa Medresesi enkazı.
06.08.1933 Milliyet
Koska’da kâin Abdüsselam Tekkesi’nin
enkazı
Çarşamba’da Tevkıicafer Medresesi enkazı.
600L
22.08.1933 Milliyet
29.11.1933 Milliyet
22.12.1933 Akşam
Aksaray Gureba Hüseyin Ağa Mahallesi’nde
Hintler Tekkesi bahçesindeki Samahane
enkazı.
25.02.1934 Vakit
Şehzadebaşı’nda Kalenderhane
mahallesinde Kalenderhane Medresesi
enkazı.
26.04.1934 Milliyet
11.05.1934 Akşam
22.05.1934 Akşam
22.05.1934 Milliyet
Şehzadebaşı’nda Kalenderhane Medresesi
enkazı kiremitleri hariç olmak üzere
05.06.1934 Cumhuriyet
Fatih’te Piriççi Sinan mahallesinde Yahya
Tevfik Efendi medresesi arasında mevcut
taşlar.
22.08.1934 Zaman
19.06.1934 Akşam
373
Zeyrek’te Demir Han mahallesinde Hacı
Kasım Ağa Mektebi enkazı.
22.08.1934 Zaman
Süleymaniye’de kâin Ulu ve Sani
Medreseleri bahçesinde mevcut baraka
enkazları.
13.09.1934 Zaman
25.09.1934 Cumhuriyet
30.09.1934 Akşam
08.10.1934 Cumhuriyet
23.10.1934 Cumhuriyet
Kepenkçi Sinan Medresesi’nde 12 numaları
oda.
13.09.1934 Zaman
Sirkeci’de Demirkapı’da Darüsseadeağası
Sokağı’nda Cezayirli Ahmetpaşa Medresesi.
23.10.1934 Cumhuriyet
Süleymaniye’de Kirazlımescit Medresesi
enkazı.
23.10.1934 Cumhuriyet
Edirnekapı’da Kariye Mahallesi’nde Türbe
S. 33 numaralı ahşap Kariye Medresesi
enkazı.
12.10.1935 Cumhuriyet
Unkapanı’nda Elvanzade Mahallesi’nde
Süleyman Subaşı Mektebi enkazı.
12.07.1936 Cumhuriyet
27.10.1935 Akşam
374
EK-3; 1928-1938 Yılları Arasında İstanbul Vilayeti Tarafından Kiraya Verilen Eski
Eserler
Bu bölüm 1928-1938 yılları arasında yayınlanan günlük gazetelerin taranması
suretiyle hazırlanmıştır. İlanların büyük bir kısmı müzayede usulüyle açılmıştır. Bazı ilanlarda
açılış bedeli konulmuş, bazı ilanlara ise konulmamış, kiralayacak şahıs şartnamesini görmek
üzere İstanbul Vilayet Merkezine davet edilmiştir. Talip çıkmaması üzerine ilanlar
tekrarlanmıştır. Bu durum dipnotlarda belirtilmiştir. Hazırladığımız listede Eserin mevki –
ismi – türü gazetelerde yayınlanan şekliyle aynen alınmıştır.
Eski Eserin Mevki – İsmi - Türü
Müzayed
e Açılış
Bedeli
(Lira)
Kira İlan Tarihi - Gazetesi
Silivrikapı’da Hacı Timur Mahallesinde Bali
Dergahı bahçesi
01.12.1928 Cumhuriyet
Ayvansaray’da Atik Mustafa Paşa
Mahallesinde Nakşidil Valide Mektebi
01.12.1928 Cumhuriyet
13.03.1932 Akşam
23.02.1934 Cumhuriyet
19 oda 1 dershaneden müteşekkil Fatih
Akdeniz Baş Kurşunlu Medresesi
07.12.1928 Cumhuriyet
19 oda 1 dershaneden müteşekkil Fatih
Akdeniz Ayak Kurşunlu Medresesi
07.12.1928 Cumhuriyet
19 oda 1 dershaneden müteşekkil Fatih
Karadeniz Ayak kurşunlu Medresesi
07.12.1928 Cumhuriyet
Eyüp Otakcılar’da Abdi Efendi Mektebi
29.12.1928 İkdam
Beşiktaş Sinan Paşa Mahallesinde Sinan
Paşa Mektebi
29.12.1928 İkdam
Beşiktaş Malta Çarşısında Efdalzade
29.12.1928 İkdam
375
Medresesi
Çarşamba’da Dibağzade Medresesi
15.01.1929 Milliyet
03.06.1930 Cumhuriyet
06.06.1930 Vakit
30.06.1930 Vakit
Çarşamba’da Tevkii Cafer Medresesi
15.01.1929 Milliyet
16.01.1930 Vakit
17.01.1930 Cumhuriyet
09.02.1930 Cumhuriyet
11.02.1930 Akşam
29.08.1933 Cumhuriyet
Sirkeci Emirler Mahallesi Vezir Çıkmazında
8 No. Muhterik Cami Arsası
01.03.1929 İkdam
Şehzadebaşı’nda darülhadis Hasanağa
Medresesi içinde 5 numaralı oda.
28.05.1929 Milliyet
Rumelihisarı’nda Haymana Mektebi.
13.08.1929 Milliyet
Vefa’da Şemseddin Molla Gürani
Medresesi.
13.08.1929 Milliyet
24.07.1930 Akşam
02.08.1930 Cumhuriyet
12.07.1934 Cumhuriyet
09.05.1936 Cumhuriyet
Fatih’de Zincirlikuyu’da Kaya Halil
Medresesi.
13.08.1929 Milliyet
Üsküdar’da Birinci Valide-i Atik Medresesi.
13.08.1929 Milliyet
376
Küçükpazar’da Haffaf Şemseddin Türbe
odası.
13.08.1929 Milliyet
05.08.1930 Cumhuriyet
21.08.1930 Akşam
09.09.1934 Zaman
Beyazıt’ta Abdullah Paşa Mektebi Binası.
13.08.1929 Milliyet
Yirmi odalı Fatih Bahri Sefit çifte baş
medresesi.
07.01.1930 Vakit
11.01.1930 Milliyet
14.01.1930 Akşam
11.12.1933 Milliyet
Beyoğlu’nda Emin Camii’nde Emin cami
mektep binası.
07.01.1930 Vakit
09.01.1930 Cumhuriyet
11.01.1930 Milliyet
14.01.1930 Akşam
31.07.1930 Vakit
08.08.1930 Cumhuriyet
10.04.1932 Akşam
Üsküdar’da Yeni Cami’de iki odalı mektep
binası.
07.01.1930 Vakit
09.01.1930 Cumhuriyet
14.01.1930 Akşam
09.02.1930 Cumhuriyet
11.02.1930 Akşam
Üsküdar Rum Mehmet Paşa mektebi.
16.01.1930 Vakit
17.01.1930 Cumhuriyet
19.01.1930 Milliyet
377
Beşiktaş’ta Kaptan İbrahim Ağa mektebi.
16.01.1930 Vakit
17.01.1930 Cumhuriyet
19.01.1930 Milliyet
06.11.1933 Milliyet
Tophane’de Kılıç Ali Paşa Medresesi.
16.01.1930 Vakit
17.01.1930 Cumhuriyet
19.01.1930 Milliyet
09.02.1930 Cumhuriyet
07.03.1930 Cumhuriyet
07.03.1930 Vakit
08.03.1930 Akşam
15.07.1932 Cumhuriyet
31.07.1932 Cumhuriyet
30.09.1932 Cumhuriyet
30.03.1933 Cumhuriyet
16.04.1933 Akşam
03.02.1934 Vakit
18.02.1934 Vakit
Çarşamba’da 16 odalı Hüseyniye Medresesi.
16.01.1930 Vakit
17.01.1930 Cumhuriyet
19.01.1930 Milliyet
23.02.1931 Yenigün
378
Fatih Bahrisefit ayak kurşunlu medrese.
16.01.1930 Vakit
17.01.1930 Cumhuriyet
19.01.1930 Milliyet
09.02.1930 Cumhuriyet
11.02.1930 Akşam
24.07.1934 Akşam
Fatih’te Bahrisefit başkurşunlu medresesi.
16.01.1930 Vakit
17.01.1930 Cumhuriyet
19.01.1930 Milliyet
09.02.1930 Cumhuriyet
11.02.1930 Akşam
11.12.1933 Milliyet
Fatih’te Bahrisiyah ayak kurşunlu
medresesi.
16.01.1930 Vakit
17.01.1930 Cumhuriyet
19.01.1930 Milliyet
11.02.1930 Akşam
09.02.1930 Cumhuriyet
20.07.1932 Cumhuriyet
Koğacılar’da Ekmekçibaşı Ahmet Paşa
Medresesi.
14.02.1930 Vakit
06.10.1931 Akşam
379
Sultanahmet’te 8 odalı Dizdariye Medresesi
23.02.1930 Vakit
27.02.1930 Cumhuriyet
22.03.1931 Akşam
10.03.1932 Son Posta
30.01.1934 Milliyet
21.02.1934 Cumhuriyet
13.04.1934 Cumhuriyet
21.05.1934 Cumhuriyet
Süleymaniye’de Devoğlu yokuşunda Siyaviş
Paşa Medresesi.
23.02.1930 Vakit
27.02.1930 Cumhuriyet
01.04.1932 Akşam
Eyüp’te Bahariye Caddesi’nde Hekim
Kutbittin Mektebi.
14.03.1930 Vakit
30.01.1934 Milliyet
21.02.1934 Cumhuriyet
Çarşıkapı’da Sinekli Medresesi.
14.03.1930 Vakit
01.04.1932 Akşam
Ayasofya’da 13 odalı Cedit Mehmet Efendi
Medresesi.
14.03.1930 Vakit
08.06.1930 Vakit
14.06.1930 Akşam
21.06.1930 Cumhuriyet
30.05.1932 Cumhuriyet
08.06.1934 Akşam
380
Süleymaniye’de 21 odalı Ulâ Medresesi.
14.03.1930 Vakit
05.04.1931 Akşam
01.04.1932 Akşam
11.12.1933 Milliyet
06.02.1936 Tan
10.02.1936 Kurun
Süleymaniye’de Mülazimler Medresesi.
14.03.1930 Vakit
01.04.1932 Akşam
30.03.1933 Cumhuriyet
16.04.1933 Akşam
11.12.1933 Milliyet
08.07.1938 Kurun
04.08.1938 Cumhuriyet
Aksaray’da Horhor’da Odabaşı Hasanağa
Medresesi.
04.04.1930 Milliyet
08.04.1930 Cumhuriyet
13.04.1930 Akşam
16.04.1930 Vakit
30.05.1932 Cumhuriyet
Aksaray’da Yusufpaşa Mektebi Binası.
04.04.1930 Milliyet
08.04.1930 Cumhuriyet
13.04.1930 Akşam
16.04.1930 Vakit
13.03.1932 Akşam
30.09.1932 Cumhuriyet
381
Ayvansaray’da Nakşıdil Mektebi.
04.04.1930 Milliyet
08.04.1930 Cumhuriyet
13.04.1930 Akşam
16.04.1930 Vakit
05.04.1935 Cumhuriyet
Şehzadebaşı’nda Ebülfadıl Mehmet Efendi
arsası.
04.04.1930 Milliyet
08.04.1930 Cumhuriyet
13.04.1930 Akşam
16.04.1930 Vakit
10.04.1932 Akşam
Fatih’te Soğukkuyu Medresesi.
04.04.1930 Milliyet
08.04.1930 Cumhuriyet
13.04.1930 Akşam
16.04.1930 Vakit
30.04.1930 Cumhuriyet
05.08.1930 Cumhuriyet
21.08.1930 Akşam
10.09.1932 Cumhuriyet
11.12.1933 Milliyet
12.07.1934 Cumhuriyet
25.05.1936 Cumhuriyet
382
Küçük Ayasofya Medresesi.
04.04.1930 Milliyet
08.04.1930 Cumhuriyet
16.04.1930 Vakit
01.04.1932 Akşam
Fatih’te Haydar Medresesi.
16.04.1930 Cumhuriyet
23.04.1930 Milliyet
10.04.1932 Akşam
26.04.1934 Cumhuriyet
06.02.1936 Zaman
10.02.1936 Kurun
15.02.1936 Akşam
Şehzadebaşı’nda Darülhadis Medresesi.
16.04.1930 Cumhuriyet
23.04.1930 Milliyet
17.06.1930 Vakit
Şehzadebaşı’nda Hoşkadem Mahallesi’nde
Ankaravi İsmailefendi Medresesi.
16.05.1930 Cumhuriyet
23.05.1930 Akşam
26.04.1934 Cumhuriyet
05.02.1936 Kurun
09.02.1936 Son Posta
12.02.1936 Zaman
383
Fatih’te Kırkçeşmeler’de Gazanferağa
Medresesi.
16.05.1930 Cumhuriyet
23.05.1930 Akşam
05.08.1930 Cumhuriyet
21.08.1930 Akşam
16.09.1931 Yeni Gün
10.09.1932 Cumhuriyet
30.01.1934 Milliyet
05.04.1935 Cumhuriyet
Süleymaniye Sani Medresesi.
16.05.1930 Cumhuriyet
23.05.1930 Akşam
22.05.1932 Akşam
30.03.1933 Cumhuriyet
11.12.1933 Milliyet
Divanyolu’nda Darüsüadeağası Mehmetağa
Medresesi.
22.05.1930 Cumhuriyet
26.05.1930 Akşam
02.06.1930 Vakit
27.01.1937 Cumhuriyet
Nuruosmaniye Medresesi (13 odalı)
22.05.1930 Cumhuriyet
26.05.1930 Akşam
02.06.1930 Vakit
20.09.1931 Yeni Gün
Fatih’te Tabhane Medresesi.
29.05.1930 Akşam
03.06.1930 Cumhuriyet
384
Şehzadebaşı’nda 21 odalı Şehzade
Medresesi.
03.06.1930 Cumhuriyet
06.06.1930 Vakit
Sultanahmet’te 16 odalı Şehit Mehmetpaşa
Medresesi.
03.06.1930 Cumhuriyet
06.06.1930 Vakit
15.05.1932 Akşam
03.02.1934 Cumhuriyet (?)
Üsküdar’da Dıbağlar’da Hayrettinçavuş
Mektebi.
03.06.1930 Cumhuriyet
06.06.1930 Vakit
Fatih’te 6 odalı Damat Mehmetefendi
Medresesi.
03.06.1930 Cumhuriyet
06.06.1930 Vakit
12.08.1930 Akşam
24.08.1930 Cumhuriyet
14.10.1934 Zaman
Divanyolu’nda 9 odalı Merzifonlu Kara
Mustafapaşa Medresesi.
03.06.1930 Cumhuriyet
06.06.1930 Vakit
31.08.1930 Cumhuriyet
08.01.1932 Cumhuriyet
03.08.1933 Cumhuriyet
25.05.1936 Cumhuriyet
Cibali’de 4 odalı Muhittin Hocavi
Medresesi.
03.06.1930 Cumhuriyet
06.06.1930 Vakit
15.05.1932 Akşam
26.04.1934 Cumhuriyet
385
İstanbul Çiçek Pazarı’nda Haseki Mustafa
Ağa Mektebi.
17.06.1930 Vakit
15.05.1932 Akşam
21.06.1932 Cumhuriyet
Ortaköy’de Cavit Ağa Mektebi.
17.06.1930 Vakit
12.08.1930 Akşam
24.08.1930 Cumhuriyet
10.09.1932 Cumhuriyet
30.01.1934 Milliyet
29.04.1935 Cumhuriyet
Aksaray’da Muratpaşa Medresesi.
27.06.1930 Cumhuriyet
05.07.1930 Akşam
01.11.1931 Akşam
Sabık Hariciye Binası karşısında Beşir Ağa
Medresesi.
27.06.1930 Cumhuriyet
05.07.1930 Akşam
15.05.1932 Akşam
13.08.1933 Cumhuriyet
386
Zeyrek Saliha Sultan Mektebi binası.
27.06.1930 Cumhuriyet
05.07.1930 Akşam
08.01.1932 Cumhuriyet
03.08.1933 Cumhuriyet
12.10.1935 Cumhuriyet
17.10.1935 Akşam
17.10.1938 Cumhuriyet
Fatih Nişanca’da 9 odalı İncirli Medrese
binası.
27.06.1930 Cumhuriyet
05.07.1930 Akşam
16.09.1931 Yeni Gün
27.10.1931 Akşam
Fatih’te Bahrisefit Çifte Ayak Medrese
binası.
27.06.1930 Cumhuriyet
05.07.1930 Akşam
24.07.1930 Akşam
02.02.1934 Milliyet
27.01.1937 Cumhuriyet
Fatih’te Tetümmei Samine Medrese binası.
27.06.1930 Cumhuriyet
05.07.1930 Akşam
08.01.1932 Cumhuriyet
30.09.1932 Cumhuriyet
05.05.1936 Cumhuriyet
Koska’da Çobançavuş Medresesi binası.
27.06.1930 Cumhuriyet
05.07.1930 Akşam
28.11.1931 Akşam
387
Mahmutpaşa’da Mahmutğaşa Medresesi
binası.
27.06.1930 Cumhuriyet
Fatih’te Sinanağa Medresesi.
30.06.1930 Vakit
05.07.1930 Akşam
06.07.1930 Cumhuriyet
Şehzadebaşı’nda Kirazlı Mescit medresesi.
30.06.1930 Vakit
06.07.1930 Cumhuriyet
12.08.1930 Akşam
24.08.1930 Cumhuriyet
15.05.1932 Akşam
08.06.1934 Akşam
Küçük Ayasofya’da 3 odalı Mirzeban
(Mihriban) Hanım Medresesi.
09.07.1930 Vakit
12.07.1930 Cumhuriyet
21.07.1930 Akşam
15.05.1932 Akşam
08.06.1934 Akşam
Süleymaniye’de 15 odalı Tıp Medresesi.
20.07.1930 Cumhuriyet
15.07.1932 Cumhuriyet
08.01.1932 Cumhuriyet
21.02.1934 Akşam
388
Fatih’te Kaba Halil Medresesi.
24.07.1930 Akşam
26.07.1930 Vakit
02.08.1930 Cumhuriyet
30.08.1930 Cumhuriyet
Düyunu Umumiye civarında Rüstempaşa
Medrese binası.
31.07.1930 Vakit
08.08.1930 Cumhuriyet
02.09.1930 Akşam
14.11.1933 Milliyet
Zeyrek’te Haliliye Medrese binası.
31.07.1930 Vakit
08.08.1930 Cumhuriyet
23.01.1932 Akşam
14.10.1934 Zaman
Vezneciler’de Kuyucu Muratpaşa
Medresesi.
05.08.1930 Cumhuriyet
21.08.1930 Akşam
11.09.1932 Cumhuriyet
Silivrikapı’da kâin Perestevkadın Balâ
Mektebi binası.
12.08.1930 Akşam
24.08.1930 Cumhuriyet
Şehzadebaşı’nda Hoşkadem Mahallesi’nde
Mimarkasım Medresesi.
31.08.1930 Cumhuriyet
30.05.1932 Cumhuriyet
25.05.1934 Cumhuriyet
04.07.1934 Akşam
389
Beyazıt’ta Tavşantaşı’nda Abdullah Ağa
Mektebi.
03.09.1930 Akşam
14.09.1930 Cumhuriyet
Koska’da Papaszade Mustafa Çelebi
Medresesi.
03.09.1930 Akşam
14.09.1930 Cumhuriyet
Süleymaniye’de Dökmeci Sani Medresesi.
21.09.1930 Akşam
18.07.1938 Kurun
Sirkeci’de Cezairli Ahmet Paşa Medresesi.
24.09.1930 Akşam
26.09.1930 Cumhuriyet
29.08.1933 Cumhuriyet
Şehzadebaşı’nda Mimar Hasan Ağa
Medresesi.
24.09.1930 Akşam
26.09.1930 Cumhuriyet
29.10.1930 Cumhuriyet
30.09.1932 Cumhuriyet
Divanyolu’nda Köprülü Mehmet Paşa
Medresesi.
24.09.1930 Akşam
26.09.1930 Cumhuriyet
30.03.1933 Cumhuriyet
16.04.1933 Akşam
Beşiktaş’ta Kılınç Ali’de Asariye Mektebi.
24.09.1930 Akşam
26.09.1930 Cumhuriyet
Üsküdar’da Valide-i Atik Medresesi.
24.09.1930 Akşam
26.09.1930 Cumhuriyet
30.09.1932 Cumhuriyet
390
Haydarpaşa’da İbrahimağa Mektebi.
24.09.1930 Akşam
26.09.1930 Cumhuriyet
12.10.1931 Akşam
30.09.1932 Cumhuriyet
30.01.1934 Milliyet
05.04.1935 Cumhuriyet
Beşiktaş’ta Kaptan İbrahimağa Mektebi.
24.09.1930 Akşam
26.09.1930 Cumhuriyet
Üsküdar’da kâin Çinili Medresesi binası.
05.10.1930 Cumhuriyet
08.01.1932 Cumhuriyet
13.08.1933 Cumhuriyet
Zeyrek’te Zembilli Aliefendi Mektebi.
22.10.1930 Cumhuriyet
24.10.1931 Akşam
Tarakçılar’da 5 odalı Rahikizade Medresesi.
22.10.1930 Cumhuriyet
19.04.1934 Akşam
Fatih Nişanca’da 6 odadan ibaret küçük
medrese.
22.10.1930 Cumhuriyet
21.11.1930 Cumhuriyet
24.10.1931 Akşam
Küçük Mustafa Paşa’da hazine vekili İsmail
Ağa Mektebi binası.
12.01.1931 Akşam
08.12.1931 Akşam
14.10.1934 Zaman
06.02.1936 Tan
10.02.1936 Kurun
391
10.03.1936 Haber
Üsküdar’da Mihrimah Mektebi.
26.01.1931 Akşam
10.03.1932 Son Posta
14.11.1933 Milliyet
05.04.1935 Cumhuriyet
Haseki’de kâin Bayram Paşa Mektebi.
22.03.1931 Akşam
20.02.1932 Akşam
30.01.1934 Milliyet
29.04.1935 Cumhuriyet
Karagümrük’te Öksüz Mehmet Paşa Cami
yanında bulunan 3 odalı Öksüz Mehmet
Paşa Mektebi.
11.10.1931 Akşam
Beşiktaş’ta hazine vekili Osman Efendi
Mektebi.
12.10.1931 Akşam
Vefa Koğacılar caddesinde Defterdar Ricai
Efendi mektebi.
27.10.1931 Akşam
Tophane’de Topçu Mehmetağa Mektebi.
10.03.1932 Son Posta
Ortaköy’de Mecidiye Mektebi binası.
13.03.1932 Akşam
26.11.1931 Akşam
26.04.1934 Cumhuriyet
Divanyolu’nda Çorlulu Ali Paşa Medresesi.
01.04.1932 Akşam
03.02.1934 Cumhuriyet (?)
29.03.1934 Akşam
392
Şehzadebaşı’nda Darülhadis Bosnavi
Medresesi.
08.04.1932 Akşam
30.03.1933 Cumhuriyet
16.04.1933 Akşam
26.04.1934 Cumhuriyet
25.05.1936 Cumhuriyet
Cağaloğlu’nda Hadım Hasanpaşa Medresesi.
22.05.1932 Akşam
29.08.1933 Cumhuriyet
Mercan’da İbrahimpaşa Medresesi.
30.05.1932 Cumhuriyet
Kocamustafapaşa’da Ağaçkakan’da Hacı
Evhaddin Mektebi.
02.07.1932 Cumhuriyet
Üsküdar’da Rüstempaşa Mektebi.
15.07.1932 Cumhuriyet
Topkapı’da Ahmetpaşa Medresesi.
22.07.1932 Cumhuriyet
Topkapı’da Ahmetpaşa Mektebi.
22.07.1932 Cumhuriyet
05.04.1935 Cumhuriyet
Unkapanı’nda Süleyman Subaşı mektebi.
10.09.1932 Cumhuriyet
Fatih’te Eftalzade Medresesi.
11.09.1932 Cumhuriyet
06.04.1934 Cumhuriyet
05.05.1936 Cumhuriyet
Beylerbeyi’nde Hamid-i Evvel Mektebi.
30.09.1932 Cumhuriyet
05.04.1935 Cumhuriyet
393
Vefa’da Ekmekçibaşı Medresesi.
13.03.1933 Cumhuriyet
25.03.1933 Akşam
29.02.1936 Tan
Kantarcılar’da Kepenekçisinan Medresesi.
03.08.1933 Cumhuriyet
07.05.1934 Milliyet
27.06.1934 Milliyet
Kadıköy’de Zühtüpaşa Mektebi.
03.08.1933 Cumhuriyet
Kadıköy’de İbrahimağa Mektebi Medresesi.
06.11.1933 Milliyet
Eyüp’te Rami Mehmet Paşa Mektebi.
11.12.1933 Milliyet
06.08.1936 Cumhuriyet
Eyüp’te Sokollu Kütüphanesi.
11.12.1933 Milliyet
21.02.1934 Akşam
06.03.1934 Cumhuriyet
08.04.1934 Cumhuriyet
Horhor’da Hintler Tekkesi.
11.12.1933 Milliyet
05.04.1935 Cumhuriyet
Karagümrük’te Mesih Paşa Medresesi.
11.12.1933 Milliyet
05.04.1935 Cumhuriyet
Taş Kasap’ta Ser Çavuş Yusuf Ağa Mektebi
30.01.1934 Milliyet
Aksaray’da 29 numaralı Bekirpaşa Mektebi.
23.02.1934 Cumhuriyet
01.04.1935 Cumhuriyet
394
Fatih’te Celep Mehmetağa Medresesi.
26.04.1934 Cumhuriyet
Çarşamba’da Abdürrahim Efendi Medresesi.
26.04.1934 Cumhuriyet
Fatih’te Nişanca’da Kazasker Hasanefendi
Medresesi.
26.04.1934 Cumhuriyet
Eyüp’te Ebussuud Efendi Mektebi.
26.04.1934 Cumhuriyet
18.07.1938 Kurun
Çemberlitaş’ta Atikalipaşa Mektebi
12.07.1934 Cumhuriyet
31.07.1934 Akşam
Eyüp’te Ramazan Ağa Mektebi.
12.07.1934 Zaman
29.07.1934 Cumhuriyet
05.10.1935 Akşam
Küçükpazar’da Abdüsselam Mektebi.
31.07.1934 Akşam
Zeyrek’te Hacı Kasım Ağa mektebi arsası.
14.09.1934 Milliyet
Edirnekapı’da Mihrimah Medresesi
14.09.1934 Milliyet
Fatih’te Çiviciler Caddesi’nde Taş Mektep.
14.09.1934 Milliyet
Çarşıkapı Yeniçeriler Caddesinde Sinanpaşa
Medresesi.
24.09.1934 Milliyet
Süleymaniye’de Kirazlı Mescit Medresesi
enkazı.
23.10.1934 Cumhuriyet
395
Aksaray’da Haseki’de 2 nolu kârgir
İbrahimpaşa Mektebi.
01.04.1935 Cumhuriyet
Eyüp Nişanca’da 36 numaralı kârgir
Mehmedpaşa Mektebi.
05.04.1935 Cumhuriyet
Beyoğlu Lalahayreddin Mahallesi’nde
Hacıbeşirağa Medresesi.
05.04.1935 Cumhuriyet
Eyüp’te Büyükcami Mahallesi’nde Hekim
mektebi binası.
05.04.1935 Cumhuriyet
Topkapı’da Sulukule Caddesinde kale
burcu.
08.04.1935 Cumhuriyet
Karagümrük’te Fetva Emini Nuri Efendi
mektebi.
29.04.1935 Cumhuriyet
Eyüp’te Bostaniskelesi Sokağında 2 odalı
Mihrişah Validesultan Mektebi.
07.10.1935 Cumhuriyet
Cağaloğlu’nda Hadım Hasanpaşa
Medresesinin 3 no’lu odası.
11.02.1936 Akşam
Süleymaniye’de Elmaruf Mahallesi’nde bir
odalı taş mektep.
29.02.1936 Zaman
10.03.1936 Haber
Galata’da Çeşmemeydanı Mahallesi’nde
Sarı Eminehatun Mektebi.
05.05.1936 Cumhuriyet
Hocaalaeddin Mektep Sokağında
Abdüsselam Mektebi.
05.05.1936 Cumhuriyet
Çarşıkapı’da Yeniçeriler Sokağı’nda 40
no’lu Çorlulusani Medresesi.
05.05.1936 Cumhuriyet
396
Sultanahmed’de İshakpaşa Mahallesinde
İmrahor Aliağa Mektebi.
09.05.1936 Cumhuriyet
Süleymaniye’de Kepenekçisinan Sokağında
5 nolu Siyavüşpaşa Medresesi.
25.05.1936 Cumhuriyet
Çarşamba’da Türkağa Sokağı’nda Defterdar
İbrahimefendi Medresesi. (1 ve 2 nolu
odaları hariç.)
05.07.1936 Cumhuriyet
Fatih Çarşamba’da Cedid Abdürrahimefendi
Medresesi. (1 ve 2 nolu odaları hariç.)
20.07.1936 Cumhuriyet
Şehzadebaşı’nda Tramvay Caddesi’nde
Damat İbrahimpaşa Sebili.
01.07.1938 Kurun
Mevlevihane Kapısı’nda Aynalı Bakkal
Sokağı’nda Nişastacı Sadıkefendi Mektebi.
18.07.1938 Kurun
Kasımpaşa’da Küçükpiyale Mahallesinin
Mektep Sokağı’nda Abdülkadir Çavuş
Mektebi.
18.07.1938 Kurun
Süleymaniye-i Sani Medresesi (Depo olarak
kullanılmak üzere)
240
08.08.1938 Son Posta
Eyüp’te Ebussuud Efendi Mektebi
36
08.08.1938 Son Posta
Süleymaniye Mülazımlar Medresesi (Depo
olarak kullanılmak üzere)
120
17.08.1938 Son Posta
Şehzadebaşı Damat İbrahim Paşa Sebili1
60
10.08.1938 Yeni Sabah
22.08.1938 Son Posta
1
İlk ilanında talibi çıkmadığından verilen ilanda fiyatta pazarlık yapılabileceği bildirilmiştir.
397
EK-3; Özel Mülk Haline Gelmiş Eski Eserlerin Satış İlanlarından Örnekler
“Vakıf Müessesesinin Çözülmesi Dolayısıyla Oluşan Tahribat” bölümünde açıklandığı üzere
bazı eski eserler Vakıfların ihmali neticesinde özel mülk haline gelmiş, zaman zaman bu
mülkler bankalar tarafından haczedilmiş, zaman zaman da serbest olarak satılmıştır. Dönemin
günlük gazetelerinin taranması sonucu hazırlanan bu listede yer alan eserlerin satılıp
satılamadığını tespit etmek mümkün olamamıştır. Ancak satışa konulan eserlere talip
çıkmaması üzerine ilanlar tekrarlanmıştır. Bu durum dipnotlarda belirtilmiştir. Hazırladığımız
listede Eserin mevki – ismi – türü gazetelerde yayınlanan şekliyle aynen alınmıştır.
Eski Eserin Mevki –
Müzayede
İsmi - Türü
Açılış Bedeli
Satan Kurum
Kira İlan Tarihi Gazetesi
(Lira)
Hasköy
Piripaşa
Mahallesinde
Hamam
Sokağı’nda harap hamamın
2500 lira
(muhammen
bedeli)
Emlaki Metruke
26.07.1929 Cumhuriyet
Satış
Komisyonu
hazineye ait ½ hissesi. (I.
Dünya savaşı sonrası ülkeyi
terk
eden
gayrimüslim
Osmanlı
vatandaşlarından
hazineye
intikal
etmiş
olmalıdır.)
Hocapaşa’da
(Tramvay)
Hüdavendigar
Caddesi’nde
2500 lira
teminat
Emlak ve Eytam
24.02.1930 Cumhuriyet
Bankası
398
Kalın
Mustafa
Ağa bedeli
06.03.1930 Cumhuriyet
Medresesi1067
Beyoğlu
Kuloğlu
Mahallesi’nde
Ağahamamı
Emniyet Sandığı 17.05.1930 Cumhuriyet
Müdürlüğü
sokağında,
Ağa
Hamamı
(Hüseyin Kâmi
namı
bir
hamamın
Bey’in borcuna
ile
tamamı.
karşılık olarak)
Laleli
Apartmanları’nın 900 lira
Tayyare
arkasında
Cemiyet
Cemiyeti
malı (muhammen
bulunan Çukurçeşme hamamı bedeli)
enkazı.1068
18.09.1934 Cumhuriyet
22.09.1934 Milliyet
24.09.1934 Zaman
Alıcı çıkmadığı için 03.04.193, 22.02.1933, 02.02.1934, 28.05.1936, 16.07.1936 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir.
Bkz; Cumhuriyet, 03.04.1930; Milliyet, 03.04.1930; Cumhuriyet, 22.02.1933; Cumhuriyet, 03.04.1933; Cumhuriyet,
02.02.1934; Cumhuriyet, 08.02.1934; Cumhuriyet, 28.05.1936; Cumhuriyet, 16.07.1936; Cumhuriyet, 23.07.1936.
1068
Satışı ertelenmiş ve 10.10.1934 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; Milliyet, 10.10.1934.
1067
399
KAYNAKÇA
A . KİTAPLAR
Ahmet Refik, On Altıncı Asırda İstanbul Hayatı (1553-1591), Maarif Vekâleti Devlet
Basımevi, İstanbul, 1935.
Atasoy, Nurhan, İbrahim Paşa Sarayı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2012.
Batur, Afife, M. Vedat Tek Kimliğinin İzinde Bir Mimar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,
2003.
Beyatlı, Yahya Kemal, Aziz İstanbul, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 2008.
Can, Nurettin, Eski Eserler ve Müzelerle İlgili Kanun Nizamname ve Emirler, Milli Eğitim
Basımevi, Ankara, 1948.
Çelik, Zeynep, 19. Yüzyılda Osmanlı Başkenti Değişen İstanbul, Tarih Vakfı Yayınları,
İstanbul, 1998.
Eldem, Sedad Hakkı - Akozan, Feridun, Topkapı Sarayı Bir Mimari Araştırma, Kültür ve
Turizm Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1982.
Gerçek, Ferruh, Türk Müzeciliği, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1999.
Haskan, Mehmet Nermi, Hâmid-i Evvel Külliyesi ve Çevresi, İstanbul Ticaret Borsası
Yayınları, İstanbul, 2018.
İhtifalci Mehmet Ziya Bey, İstanbul ve Boğaziçi Bizans Ve Osmanlı Medeniyetlerinin Asar-ı
Bakiyesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş Yayınları, İstanbul, 2016.
İnan, Afet, Atatürk Hakkında Hatırlar ve Belgeler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
İstanbul, 2009.
İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları Suriçi (Fatih) Camileri ve Mescidleri, (Ed.: Fatih
Dalgalı), C. I-II, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı Kültür
Varlıkları Projeler Müdürlüğü, İstanbul, 2015.
400
Koçak, Cemil, Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, C. 1, İletişim Yayınları, İstanbul,
1996.
Konyalı, İbrahim Hakkı, Abideleri ve Kitabeleri ile Üsküdar Tarihi, C. 1, Türkiye Yeşilay
Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1976.
Konyalı, İbrahim Hakkı, Abideleri ve Kitabeleri ile Üsküdar Tarihi, C. 2, Türkiye Yeşilay
Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1976.
Madran, Emre, Osmanlı İmparatorluğunun Klasik Çağlarında Onarım Alanının Örgütlenmesi
16.-18. Yüzyıllar, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, Ankara, 2004.
Madran, Emre, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kültür Varlıklarının Korunmasına İlişkin
Tutumlar ve Düzenlemeler: 1800-1950, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, Ankara, 2002.
Meclis-i Vükelâ Kararı ile Müteşekkil Muhafaza-i Âsâr-ı Atika Encümen-i Daimisi, Topkapı
Saray-ı Hümayununun Tamiratı Münasebeti ile Encümenin Hükümet-i S'eniyenin Nazar-ı
Dikkatine Arz Eylediği Rapor, Darülhilafetülaliye Matbası, 1337/1921.
Meclis-i Vükela Kararıyla Müteşekkil Muhafaza-i Âsâr-I Atika Encümen-i Daimisi [nin] Bir
Senelik Mesaisine Dair Rapor 21 Mayıs 1334, Matbaa-i Amire, İstanbul 1336/1920.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 103. İnikat, 8 Mayıs 1327/21 Mayıs
1911.
Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 68. İnikat, 11 Mayıs 1327/24 Mayıs 1911.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 107. İnikat, 12 Mayıs 1327/25 Mayıs
1911.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 108. İnikat, 14 Mayıs 1327 (27 Mayıs
1911.
Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 70. İnikat, 14 Mayıs 1327/ 27 Mayıs 1911.
Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 68. İnikat, 11 Mayıs 1327/24 Mayıs 1911.
401
Müller-Wiener, Wolfgang,
İstanbul’un Tarihsel Topografyası, YKY, 3. Baskı, İstanbul,
2007.
Ogan, Aziz, Türk Müzeciliğinin 100’üncü Yıldönümü, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu,
İstanbul, 1947.
Öz, Tahsin, İstanbul Camileri I-II, C.1, TTK, Ankara, 2015.
Öztürk, Nazif, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, Ankara, 1995.
S. Kütükoğlu, Mübahat, XX. Asra Erişen İstanbul Medreseleri, TTK Basımevi, Ankara, 2000.
Şeyhülislam Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi, Meşrutiyet, Büyük Harp ve Mütareke Günlükleri
(1909-1922), Yayına Hazırlayan: Ali Suat Ürgüplü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
İstanbul, 2015.
Topuzlu, Cemil, İstibdat-Meşrutiyet- Cumhuriyet Devirlerinde 80 Yıllık Hatıralarım, İstanbul
Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1982.
B . MAKALELER
Altan, Kemal, “Siyaveş Paşa Kasrı”, Arkitekt, S. 57, 1935 Eylül.
Apaydın, Cem, "Belgeler Işığında Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması Üzerine Bir
Değerlendirme", Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları Dergisi, 16 / 32, Aralık 2017.
Arpacı, Kubilay, “Üsküdar’ın Kadim Minareleri ve Minarecilik”, Üsküdar Kültür, Sanat ve
Edebiyat Dergisi, S. 6, 2018/1.
Ayanoğlu, Fazıl, "İstanbul'da Yola Kalbedilen Cami Vesaire", Vakıflar Dergisi, S. 8, 1969.
Beyoğlu, Süleyman, “Topkapı Sarayı Bombalanacaktı!..”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, S. 54
1998.
Bülbül, Ahmet Hamdi, “IV. Vakıf Han’ın Yerindeki Önemli Eser: Hamidiye İmareti”,
Restorasyon Yıllığı, S. 4, 2012.
402
Çal, Halit, “Osmanlı Devletinde Âsâr-ı Atika Nizamnameleri”, Vakıflar Dergisi, S. 26 1997.
Eldem, Sedad Hakkı, “Eski Bir Türk Evi”, Mimar, S. 39, 1934 Mart.
Eyice, Semavi, “İstanbul’un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri I Çobançavuş, Adilşah
Kadın, Hoca Teberrük, Revani Çelebi ve Yayla Camileri”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Tarih Dergisi, S. 26, 1972.
Eyice, Semavi, “İstanbul’un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri II Bostan Cami, Kızlarağası
Abbasağa Hamamı, Çukurçeşme Hamamı, Kasım Ağa Mescidi”, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, S. 27, 1973.
Güler, Mustafa - Karadağ, Gülay, “Dârüssaâde Ağası Hacı Beşir Ağa’nın Üsküdar’daki
Hayratı”, IV. Üsküdar Sempozyumu: 3-5 Kasım 2006 Bildiriler, Ed. Coşkun Yılmaz, C. 2,
Üsküdar Belediyesi, İstanbul, 2007.
Halil Ethem Bey, “Müzeler”, Birinci Türk Tarih Kongresi Konferanslar Müzakere Zabıtları,
TTK Basımevi Ankara, 2010.
Konya, Didem, "Türkiye'nin İlk Türk Kadın Doktoru: Safiye Ali ve Çalışmaları", Muğla Sıtkı
Koçman Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırmaları Dergisi 19, 2018.
Kut, Turgut, “İstanbul Sıbyan Mektepleriyle İlgili Bir Vesika”, İstanbul Armağanı 3,
Gündelik Hayatın Renkleri, İstanbul, 1997.
Özkan, Suha, “Türk-Alman Dostluk Yurdu Öneri Yarışması 1916”, ODTÜ Mimarlık
Fakültesi Dergisi, C. 1, S. 2, Sonbahar, 1975.
Pehlivanlı, Hamit, “Üsküdar’da Valide-i Atik Yangını [2]3 Ağustos 1927”, Uluslararası
Üsküdar Sempozyumu VII: 2-4 Kasım 2012, C. 1, Üsküdar Belediyesi, İstanbul, 2014.
Selçuk, Mustafa, “Birinci Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri’nin İstanbul’a Yönelik Hava
Taarruzları”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, C. 1, S. 2, 2014.
Sür, Özdoğan, “Türkiye’nin Deprem Bölgeleri”, Ankara Üniversitesi Türkiye Coğrafyası
Araştırma ve Uygulama Merkezi Türkiye Coğrafyası Dergisi, Ankara Üniversitesi Basımevi,
S. 2 (1993).
403
Ünsal, Behçet, “İstanbul’un İmarı ve Eski Eser Kaybı”, Türk Sanat Tarihi Araştırma ve
İncelemeleri II, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, İstanbul, 1969.
Yavuz, Yıldırım, “Mimar Kemalettin Bey (1870-1927)”, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi,
C. 7, S. 1, Bahar 1981.
C . ANSİKLOPEDİ MADDELERİ
“Abdi Çelebi Cami”, REK. İA., C. 1, İstanbul, 1958.
“Abdülhalim Medresesi”, REK. İ.A., C. 1 İstanbul, 1958.
“Abdülhamid I Çeşmesi”, REK. İ.A., C. 1, İstanbul, 1958.
“Ağalar Cami”, REK. İA., C. 1, İstanbul, 1958.
“Ahmediye Camii ve Külliyesi”, REK. İ.A., C. 1, İstanbul, 1963.
“Alacahamam”, REK. İA., C. 1, İstanbul, 1958.
“Anadolu Hisarı”, REK İA., C. 2, İstanbul, 1959.
“Anadolu Hisarı Camii”, REK İA., C. 2, İstanbul, 1959.
“Ayasofya Hamamı”, REK. İ.A., C. 3, İstanbul, 1960.
“Ayaspaşa Hamamı”, REK. İ.A., C. 3, İstanbul, 1960.
“Ayaspaşa”, TVİA, C. 1, İstanbul, 1993.
“Bâbıhümayûn”, REK. İ.A., C. 4, İstanbul, 1960.
“Bağçekapusu”, REK. İ.A., C. 4, İstanbul, 1960.
“Balıkpazarı”, REK İA., C. 4, İstanbul,1960.
“Balıkpazarı İskelesi Mescidi”, REK İA., C. 4, İstanbul, 1960.
“Bayazid Sultan Mahmud Kasrı/ İmaret Kasrı”, REK İA., C. 4, İstanbul, 1960.
“Büyük Valide Hanı”, REK. İ.A., C. 6, İstanbul, 1963.
“Çardaklı Hamam”, REK. İ.A., C. 7, İstanbul, 1965.
“Çatalca’da Ali Paşa Cami”, REK İ.A., C. 7, İstanbul, 1971.
“Çıfıt Kapusu”, REK İA., C. 7, İstanbul, 1971.
“Demirkapusu Mescidi”, REK. İ.A., C. 8, İstanbul, 1966.
“Elvan Mescidi”, REK. İA., C. 9, İstanbul, 1968.
“Emin Erkul” , TVİA, C. 4, İstanbul 1994.
Ahunbay, Zeynep, “Feyzullah Efendi Medresesi”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994.
Ahunbay, Zeynep, “Hadım Hasan Paşa Medresesi”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994.
Ahunbay, Zeynep, “Medreseler”, TVİA, C. 5, İstanbul, 1994.
Ahunbay, Zeynep, “Medreseler”, TVİA, C. 5, İstanbul, 1994.
404
Akbulut, M. Rıfat, “Alfred Agache”, TVİA, C. 1, İstanbul 1993.
Akbulut, M. Rıfat, “Joseph Antoine Bouvard”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994.
Akbulut, M. Rıfat, “Joseph Antoine Bouvard”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994.
Alpay, İ. Birol, “Abdülhamid I Külliyesi”, TVİA, C. 1, İstanbul, 1993.
Alpay, İ. Birol, “Abdülhamid I Külliyesi”, TVİA, C.1, İstanbul, 1993.
Altun, Ara, “Bab-ı Seraskeri”, DİA, C. 4, İstanbul, 1991.
Arlı, Hakan, “Bebek Cami”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994.
Arlı, Hakan, “Bostancı Cami”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994.
Artan, Tülay–Neumann, Christoph K., “Kavak Sarayı”, TVİA, C. 4, İstanbul, 1994.
Ayverdi, Ekrem Hakkı, “Davudpaşa Cami”, REK. İ.A, C. 8, İstanbul, 1966.
Ayverdi, Ekrem Hakkı, “Fatih Sultan Mehmed Camii Kebiri ve Külliyesi”, REK İA., C. 10,
İstanbul, 1971.
Batur, Afife, “Le Corbusier”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994.
Büyük Valide Han”, REK. İA., C. 6, İstanbul, 1963.
Cahide Tamer, “Anadoluhisarı’nda Meşruta Yalı, Amucazade Hüseyin Paşa Yalısı”, REK.
İA., C. 2, İstanbul, 1959.
Çavaş, Raşit, “Direklerarası”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994.
Çelebi, Rezan, “Eyüp Sultan Külliyesi”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994.
Çelebi, Rezan, “Feyzullah Efendi Külliyesi”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994.
Çobanoğlu, Ahmet Vefa –Ertuğrul, Özkan, “Kemaleddin Bey, Mimar”, DİA, C. 25, İstanbul,
2002.
Divanyolu”, REK. İA., , C. 9, İstanbul, 1968.
Eyice, Semavi “Bayezid Külliyesi”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994.
Eyice, Semavi, “İstanbul Muhipleri Cemiyeti”, TVİA, C. 4, İstanbul, 1994.
Eyice, Semavi, “Ahmed III Kütüphanesi”, DİA, C. 2, İstanbul, 1989.
Eyice, Semavi, “Arslanhane”, DİA, , C. 3, İstanbul, 1991.
Eyice, Semavi, “Ayasofya”, DİA, C. 4, İstanbul, 1991.
Eyice, Semavi, “Aynalıkavak Sarayı”, DİA, C.4, İstanbul, 1991.
Eyice, Semavi, “Balabanağa Mescidi”, REK. İ.A., C. 4, İstanbul, 1960.
Eyice, Semavi, “Balabanağa Mescidi”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994.
Eyice, Semavi, “Bayezid Külliyesi”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994.
Eyice, Semavi, “Bayrampaşa Deresi Köprüsü”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
(DİA), C. 5, İstanbul, 1992.
405
Eyice, Semavi, “Boğdan Sarayı ve Şapeli”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994.
Eyice, Semavi, “Constantinus Forumu”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994.
Eyice, Semavi, “Çemberlitaş Hamamı”, TVİA, C. 1, İstanbul, 1993.
Eyice, Semavi, “Çemberlitaş Hamamı”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994.
Eyice, Semavi, “Çemberlitaş Hamamı”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994.
Eyice, Semavi, “Çinili Köşk”, DİA, C. 8, İstanbul, 1993.
Eyice, Semavi, “Ebulfazl Mahmud Efendi Medresesi”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994.
Eyice, Semavi, “Edirnekapı Camii ve Külliyesi”, DİA, C.10, İstanbul, 1994.
Eyice, Semavi, “Elçi Hanı”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994.
Eyice, Semavi, “Fatih Külliyesi”, TVİA, C.3, İstanbul, 1994.
Eyice, Semavi, “Fethiye Cami” TVİA, C. 3, İstanbul, 1994.
Eyice, Semavi, “Fethiye Cami”, TVİA, C. 4, İstanbul, 1994.
Eyice, Semavi, “Hadım Hasan Paşa Külliyesi”, DİA, C. 15, İstanbul, 1997.
Eyice, Semavi, “Hamidiye Külliyesi”, DİA, C. 15, İstanbul, 1997.
Eyice, Semavi, “İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni”, TVİA, C. 4, İstanbul, 1994.
Eyice, Semavi, “İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni”, TVİA, C. 4, İstanbul, 1994.
Eyice, Semavi, “İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni”, TVİA, C. 4, İstanbul, 1994.
Eyice, Semavi, “Kızlarağası Hamamı”, TVİA, C. 5, İstanbul, 1994.
Eyice, Semavi, “Toklu Dede Mescidi”, TVİA, C. 7, İstanbul, 1994.
Eyice, Semavi, “Gülfem Hatun Camii”, DİA, C. 14, İstanbul 1996.
Germiyanoğlu, Celaleddin, “Bebek”, REK İA., C. 5, İstanbul, 1961.
Göktürk, Hakkı, “Bahariye’de Taşlıburun Tekkesi”, REK İA., C. 4, İstanbul, 1960.
Göktürk, Hakkı, “Balihoca Mescidi”, REK İA., C. 4, İstanbul, 1960.
Göktürk, Hakkı, “Bezzaziye Mescidi”, REK. İ.A., C. 5, İstanbul, 1961.
Göktürk, Hakkı, “Cafer Sübaşı Mescidi”, REK. İ.A., C. 6, İstanbul, 1963.
Göktürk, Hakkı, “Çakırağa Mescidi”, REK. İ.A., C. 7, İstanbul, 1965.
Göktürk, Hakkı, “Çavuş Mescidi”, REK İA., C. 7, İstanbul, 1971.
Göktürk, Hakkı, “Davudpaşa İskelesi Mescidi”, REK. İ.A., C. 8, İstanbul, 1966.
Göktürk, Hakkı, “Drağman Mescidi”, REK İA., C. 8, İstanbul, 1966.
Gültekin, Gülbin, “Zeynep Sultan Camii ve Sıbyan Mektebi”, TVİA, C. 7, İstanbul, 1994.
Hiç, Vasıf, “Babüssaadeağası Camii”, REK. İ.A., C. 4, İstanbul, 1960.
İpşirli, Mehmet, “Hayri Efendi, Mustafa”, DİA, C. 17, İstanbul,1998.
Karaca, Zafer, “Yeoryios (Ayios) Kilisesi”, TVİA, C. 7, İstanbul, 1994.
406
Koçu, Reşat Ekrem, “Beşiktaş Sinan Paşa Hamamı”, İstanbul Ansiklopedisi (REK. İA.), C.5,
İstanbul Ansiklopedisi ve Neşriyat, İstanbul, 1961.
Kuban, Doğan, “Laleli”, TVİA, C. 5, İstanbul, 1994.
Kuban, Doğan, “Yalı Köşkü”, TVİA, C.7, İstanbul, 1994.
Mimaroğlu, Reşad, “Cerrahpaşa Hamamı”, REK. İA., C. 7, İstanbul, 1971.
Naza, Emine, “Kaptan İbrahim Paşa Cami”, TVİA, C. 4, İstanbul, 1994.
Okçuoğlu, Tarkan, “Pertevnihal Valide Sultan Türbesi”, TVİA, C. 6, İstanbul, 1994.
Şehsuvaroğlu, Haluk Y., “Aynalıkavak Kasrı”, REK. İA, C. 3, İstanbul, 1960.
Tanman, Baha, “Abdal Yakûb Tekkesi”, DİA, C. 1, İstanbul, 1988.
Tanman, Baha, “Eyüp Sultan Külliyesi”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994.
Tanman, Baha, “Kasr-ı Hümayun”, DİA, C. 21, İstanbul, 2001.
Tanman, Baha, “Keşfi Cafer Efendi Tekkesi”, TVİA, C.4, İstanbul, 1994.
Tanman, Baha, “Şeyh Vefa Külliyesi”, TVİA, C. 7, İstanbul, 1994.
Tanman, Baha, ‟Beşiktaş Mevlevihanesi”, DİA, C. 5, İstanbul, 1992.
Tanman, M. Baha, “Haşim Efendi Tekkesi”, TVİA, C. 4.
Tanman, M. Baha, “Kaymakçı Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi (TVİA), C.4,
Tarih Vakfı ve Kültür Bakanlığı Ortak Yayını, İstanbul, 1994.
Tanman, M. Baha, Yenikapı Mevlevihanesi, TVİA, C. 7, İstanbul, 1994.
Tanyeli, Gülsün, “Laleli Külliyesi”, TVİA, C. 5, İstanbul, 1994.
Vefa Çobanoğlu, Ahmet, “Malatyalı İsmail Ağa Camii ve Tekkesi”, TVİA, C. 5, İstanbul,
1994.
Yavuz, Yıldırım, “Birinci Vakıf Han”, TVİA, C. 2, İstanbul , 1994.
Yavuz, Yıldırım, “Dördüncü Vakıf Han”, TVİA, C. 3.
Yavuz, Yıldırım, “Fethiye Medresesi”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994.
Yavuz, Yıldırım, “İkinci Vakıf Han”, TVİA, C. 4, İstanbul, 1994.
Yavuz, Yıldırım, “Medresetû’l Kuzat”, TVİA, C. 5, İstanbul, 1994.
Yavuz, Yıldırım, “Mustafa III Mektebi”, TVİA, C. 5, İstanbul, 1994.
Yavuz, Yıldırım, “Üçüncü Vakıf Han”, TVİA, C. 7, İstanbul, 1994.
Yıldırım, Nuran, “Cemil Topuzlu”, TVİA, C. 7, İstanbul, 1994.
Yücel, Erdem, “Davudpaşa”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994.
407
D . TEZLER
Cantemir, Bekir, Çok Partili Hayata Geçiş Sürecinde İstanbul’un Mekân ve Sosyal Yapı
Dönüşümü: 1946-1960, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Doktora
Tezi, İstanbul 2013.
Diker, Hasan Fırat, Belgeler Işığında Ayasofya’nın Geçirdiği Onarımlar, Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul, 2010.
Gümüş, Müjde Dila, II. Meşrutiyet’te Saray İçin Çalışmak: Vedad (Tek) Bey’in Sermimarlık
Dönemi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul, 2018.
Halat, Yusuf, Osmanlı Döneminde İstanbul Divanyolu’nun Tarihsel Süreçte Değişimi, Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul,
2018.
Kaboğlu, Arzu, Hobyar Mescidi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk
Sanatı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2010.
Özyalvaç, Ali Naci, Bir Müfettiş Raporuna Göre Erken 20. Yüzyıl İstanbul’unda Suriçi
Sıbyan Mektepleri, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul, 2010.
Yavuz, Ünsal, Demokrat Parti İktidarı Döneminde İstanbul’a İlişkin İmar Politikaları ve
Faaliyetleri, İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yüksek Lisans
Tezi, İstanbul, 2008.
E. ARŞİV MALZEMESİ (İlgili belge metin içerisinde tasnif numarası ile gösterilmiştir.)
Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi
Salt Araştırma Ali Saim Ülgen Arşivi
Türk Tarih Kurumu Arşivi
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Encümen Arşivi
İstanbul IV. Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Arşivi
408
Taha Toros Dijital Arşivi
G. GAZETELER (İlgili nüsha metin içerisinde gösterilmiştir.)
Akşam
Cumhuriyet
Haber
Hakimiyet-i Milliye
Halk Dostu
İkdam
Kurun
Milliyet
Son Saat
Son Posta
Ulus
Tan
Tasvir-i Efkar
Vakit
Yeni Sabah
Zaman
409