Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ ANABİLİM DALI İSTANBUL’DA ESKİ ESER TAHRİBİ (1908-1938) YÜKSEK LİSANS TEZİ ANILCAN SIÇRAYIK İSTANBUL 2019 T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ ANABİLİM DALI İSTANBUL’DA ESKİ ESER TAHRİBİ (1908-1938) YÜKSEK LİSANS TEZİ ANILCAN SIÇRAYIK TEZ DANIŞMANI DOÇ. DR. F. NALÂN TÜRKMEN İSTANBUL 2019 MARMARA ÜNiVERS TE Si TÜRKiYAT ARAŞTlRMALARl ENST TüSü M üDüRLüĞü Yüksek | isans öğrencisi Anılcan SlÇRAY| K'ın "İ stanbul'da Eski Eser Tahribi (1908­1938)" konulu tez çalışması jürimiz tarafından Atatürk İ lkeleri ve İ nkılap Tarihi Anabilim Dalı, yüksek lisans tezi olarak oy blrliği / oy4skluğu ile başarılı bulunmuştur. imza Tez Danışmanı Doç. Dr. Fatma Nalan TÜRKMEN üniversitesi Marmara Üniversitesi üye Doç. Dr. Ali SATAN üniversitesi Marmara Üniversitesi Dr Öğr. üyesi Tuğba ERAY B| BER üy" üniversitesi MSGS. Üniversitesi oNAY jüri Enstitü Yönetim Kurulu'nun 2!ı,. kararı 2ğ3...l. ı.q.: 5.........., sayılı kararıyla onaylanmıştır. Yukarıdaki . l.§.ç...l 2o1g tarih İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ....................................................................................................................................III ÖZET ....................................................................................................................................... V ABSTRACT ............................................................................................................................ VI KISALTMALAR .................................................................................................................. VII 1.GİRİŞ...................................................................................................................................... 1 1.1. Metod ............................................................................................................................... 4 1.2. Araştırma ve Kaynaklar ................................................................................................... 6 1.3. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de “Eski Eser” Kavramı ....................................... 9 2. OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E İSTANBUL’DA ESKİ ESER TAHRİBİ VE TAHRİBİ DURDURMAYA YÖNELİK FAALİYETLER ................................................ 14 2.1. Klasik Dönemde (1453-1800) İstanbul’da Eski Eser Tahribi ....................................... 14 2.2. XIX. Yüzyılda Eski Eser Yıkımları ve Tahribi Durdurmaya Yönelik Faaliyetler ........ 18 2.3. XX. Yüzyıl Başlarında (1900-1922) Eski Eser Yıkımları ve Tahribi Durdurmaya Yönelik Çalışmalar ............................................................................................................... 27 3. CUMHURİYET DÖNEMİNDE İSTANBUL’DA ESKİ ESER TAHRİBİ (1923-1938) .................................................................................................................................................. 84 3.1. Cumhuriyet Döneminde Tarihi Eserlerin Genel Durumu ............................................. 84 3.2. Tarihi Eserlerin Tahrip Olma Nedenleri ...................................................................... 124 3.2.1. Doğa Olaylarının Yarattığı Tahribat ..................................................................... 124 3.2.2 Hırsızlık Dolayısıyla Yaşanan Tahribat ................................................................. 143 3.2.3. Eski Eser Bilinci Eksikliğinden Kaynaklanan Tahribat ....................................... 161 3.2.4. İhmal ve Bakımsızlık Dolayısıyla Yaşanan Tahribat ........................................... 209 3.2.5. Vakıf Müessesesinin Çözülmesi Dolayısıyla Yaşanan Tahribat .......................... 221 3.2.6. Siyasi ve İdeolojik Sebeplerden Kaynaklanan Tahribat ...................................... 274 I 3.2.7. İmar Faaliyetleri Dolayısıyla Yaşanan Tahribat .................................................. 291 4. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ .................................................................................. 316 5. EKLER .............................................................................................................................. 317 5.1. Belgeler ........................................................................................................................ 318 5.2. 1928-1938 Yılları Arasında Vakıflar Umum Müdürlüğü Tarafından Satılan Eski Eserler Listesi ..................................................................................................................... 337 5.3. 1928-1938 Yılları Arasında Vakıflar Umum Müdürlüğü Tarafından Kiraya Verilen Eski Eserler Listesi ............................................................................................................. 355 5.4. 1928-1938 Yılları Arasında İstanbul Vilayeti ve Belediyesi Tarafından Satılan Eski Eserler ................................................................................................................................ 371 5.5. 1928-1938 Yılları Arasında İstanbul Vilayeti ve Belediyesi Tarafından Kiraya Verilen Eski Eserler ........................................................................................................................ 375 5.6. Özel Mülk Haline Gelmiş Eski Eserlerin Satışlarından Örnekler .............................. 398 6. KAYNAKÇA .................................................................................................................... 400 II ÖNSÖZ Eski eser tahribi İstanbul’da her zaman güncel bir konudur. Son yıllarda, çeşitli sebeplerden günümüze ulaşamayan tarihi eserler ile ilgili çalışmalar artmakla birlikte henüz bu yapıların tam bir kataloğunu çıkardığımızı söyleyemeyiz. İstanbul gibi asırlarca payitaht olmuş, Asya ve Avrupa coğrafyasına kültür ihraç etmiş, büyük ve önemli bir şehrin kaybedilen tarihi eserlerinin kataloğunu çıkarmak ancak bir komisyon marifeti ile yapılabilecek bir çalışmadır. Bu nedenle bu tez de yıkılan tarihi eserlerin plan şemaları, mimari özellikleri ve belgeler ışığında geçirdiği tamirlerin bir katalog şeklinde incelendiği bir çalışma olmayıp, 1908 ile 1938 yılları arasında İstanbul’da eski eser tahriplerinin nedenlerini örnekler ve dönemin genel zihniyeti içersinde inceleyen bir çalışmadır. Tez sadece İstanbul özelinde ve başlıkta belirtilen tarih aralığını kapsamaktadır. Ancak günümüz İstanbul il sınırları içerisinde herhangi bir sınırlandırılmaya gidilmeden tespit edebildiğimiz tüm tahriplere yer verilmişti. Şüphesiz aynı yıllarda Anadolu’da da pek çok eski eser tahrip edilmiştir ve durum şehir monografileri bazında incelenmeye muhtaçtır. Tezin bir başka özelliği de sadece tahripler ve tahribi durdurma politikalarını ele almasıdır. Şüphesiz incelenen dönemde, henüz emekleme çağında da olsa koruma politikaları ve restorasyon alanında da gelişmeler vardır. Ancak bu faaliyetler de bağımsız ve ayrı bir çalışma konusunu teşkil edebilecek niteliktedir. Çalışmanın orijinal kısmını dönemin zihniyetini yansıtması açısından önemli bulduğumuz gazete haberleri ve çeşitli arşivlerden aldığımız belgeler oluşturmaktadır. Tez kapsamında 1926 ile 1938 yılları arasında on binlerce nüsha gazete, yaklaşık dört sene boyunca taranmıştır. Özellikle eklerde verdiğimiz gazete satış ilanları ile yayınlarda genellikle “1930’lu yıllarda yıktırılmıştır” şeklinde geçen eserlerin ortadan kaldırış tarihleri yıl, ay ve hatta bazen gün bazında tespit edilebilmektedir. Gazeteler kaynaklı tespit ettiğimiz bu bilgilerin başka araştırmacılar tarafından yeniden kullanımlarında, çalışmamızın kaynak gösterilmesi atlanarak doğrudan ilgili gazete nüshasının kaynak gösterileceğini tahmin etmek zor değildir. Bu durumda araştırmacıların insafına sığınmakla birlikte, kullandığımız her kaynağı ilmi bir tenkitten geçirdiğimizi ve değerlendirmeye tabi tutmaya çalıştığımızı hatırlatmak isteriz. Örnek vermek gerekirse Politika Gazetesi’nin 3 Nisan 1930 tarihli nüshasında Davut Paşa Medresesi’nin yıktırılmakta olduğu, yerine okul binası yaptırılacağı haberi verilmektedir. Ancak medrese yıktırılmadan günümüze kadar ulaşmıştır. Yine bir başka örnek olarak Reşat Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi’nin (Cilt 10, sayfa 5428) Evliya Hoca Mescidi maddesinde 1921/1922 yıllarında ortadan kaktığını söylemesine III rağmen, Üsküdar’daki mescit 1933 yılına kadar harap da olsa ayakta kalmış, 7 Temmuz 1933 tarihli Akşam Gazetesi’ne verilen ilanla Vakıflar tarafından elden çıkartılmıştır. Bu gibi durumlar fark edilebildiği ölçüde düzeltilebilmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan eski eser tahripleri, çeşitli araştırmalarda siyasi boyutta da değerlendirilmektedir. Özellikle ibadethanelerin durumu gündeme geldiğinde konu daha da hassaslaşmakta, bilgi ve belgeye dayanmayan pek çok yorum yapılmaktadır. Bu çalışmada siyasi değerlendirmelerden ve yorumlardan olabildiğince uzak durulmaya çalışılmış, yaşanan olaylar ve o dönemde öne sürülen fikirler, belgelere dayalı olarak aktarılmıştır. Burada, tezde geçen her ifadenin bizden önce bir araştırma eserinde, belgede veya gazete haberinde kaleme alındığını hatırlatmakta fayda görüyoruz. Yaptığım araştırmaların bir Yüksek Lisans Tezine dönüşmesini sağlayan ve akademik anlamda hiçbir sınır çizmeyerek konuyu kapsamlı şekilde ele almama sabırla müsaade eden kıymetli danışmanım Doç. Dr. Nalân Türkmen hocama çok teşekkür ederim. Personeli olmaktan onur duyduğum Topkapı Sarayı Müzesi’nin Başkanı Prof. Dr. Mustafa Sabri Küçükaşçı ve Müze Müdiremiz Ayşe Erdoğdu ile diğer idarecilere destek ve anlayışları için müteşekkirim. Çalışmaya fikrî katkıları ve desteklerinden dolayı hocalarım Prof. Vahdettin Engin ve Doç. Dr. Ali Satan’a teşekkürlerimi sunuyorum. Verdikleri destekler için İstanbul VI. Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürü Ahmet Hamdi Bülbül’e arkadaşlarım Arkeolog Mustafa Armağan, Tarihçi Mehmet Şahin, Sanat Tarihçisi Erman Gez ve özellikle tabloların yapılmasında saatlerce emek harcayan Sanat Tarihçisi Serkan Kılıç ile musavvirlik yapan kardeşim Araştırma Görevlisi Kubilay Arpacı’ya teşekkür ederim. Çalışmayı sonlandırdığım anda elindeki çok önemli bilgileri benimle paylaşarak tez hengâmesinin bir müddet daha uzamasına, ancak araştırmanın eksik kalan çok önemli bir kısmının tamamlanmasına yardımcı olarak araştırmanın çok farklı bir merhaleye geçmesine sebep olan arkadaşım Sanat Tarihçisi Elif Sağdıç’a ve son olarak da aileme teşekkürü bir borç bilirim. Son sözü ise Osman Nuri Ergin’e bırakıyorum; “Aczimi unutarak temas ettiğim bu yüksek mevzulardan dolayı tenkit ve techil edilmekten pek o kadar çekinmiyorum Bilâkis tenkit edilirsem sevinirim. Çünkü hakikat yıldırımının fikirlerin çarpışmasından doğacağını biliyorum.” Türkiye’de Şehirciliğin Tarihi İnkişafı, 1936 Anılcan Sıçrayık IV ÖZET İstanbul’da 1908-1938 yılları arasında yaşanan eski eser tahripleri bu tezin ana konusunu teşkil etmektedir. 19. Yüzyılın ikinci yarısında şehircilik çalışmaları ile tanışan İstanbul, modern bir kent görünümü almaya başlarken pek çok tarihi eserini de kaybetmiştir. 20. yüzyılın ilk on beş yılında yaşanan eski eser tahripleri öyle bir boyuta gelmiştir ki, devlet hukuki olarak tedbir almak zorunda kalmıştır. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise ekonomik sıkıntılar ve yapılan inkılâp hareketleri ile toplum nezdindedeki eski eser algısının belirleyici nitelikte olduğu görülmektedir. Bu kapsamda tezin ana omurgasını oluşturan bölümde Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal eden eski eserlerin hukuki durumu ve eski eserlere sahip idarelerin ekonomik koşulları hakkında bilgi verildikten sonra tahriplerin sebepleri örnekler üzerinden tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede tahrip sebebi olarak gösterilebilecek yedi ayrı başlık ortaya çıkmıştır; doğa olaylarının yarattığı tahribat, hırsızlık dolayısıyla yaşanan tahribat, eski eser bilinci eksikliğinden kaynaklanan tahribat, ihmal ve bakımsızlık dolayısıyla yaşanan tahribat, vakıf müessesesinin çözülmesi dolayısıyla yaşanan tahribat, siyasi ve ideolojik sebeplerden kaynaklanan tahribat ve imar faaliyetleri dolayısıyla yaşanan tahribat. Anahtar Kelimeler; İstanbul, Eski Eserler, Yıkımlar, İmar, Vakıflar V ABSTRACT Istanbul is one of the leading historical cities in the world with both its number and quality of historical places. Istanbul, the sucessor to the great civilizations, left to agains Ankara in 1923 as the capital city. From that date until today, Istanbul has lost the distinction of being the largest city in Turkey in terms of population. By the early 20th century, the city's increasingly crowded population reached big problems. Dusty roads, industrial areas very close to residential areas, districts not yet completed water and sewerage infrastructure, fire places, and neighborhoods surrounded by dead-end streets are some of these problems. While these problems were sought in modern ways many historical monuments built in different periods in terms of architecture and art were destroyed, from the second constitutional monarchy period (1908) In the thesis study, destruction of antiquities in Istanbul between the years 19081938 was studied. After giving information about the general situation of the ancient monuments from Ottoman Empire to the Republic, the reasons of the destruction were tried to be determined by examples. In this context, 7 separate titles have emerged as the reason for destruction; Destruction of natural events. Damage caused by theft. Destruction caused by the lack of ancient monument consciousness. Destruction resulting from negligence and neglect. Destruction resulting from the problems of the Foundations. Destruction due to political and ideological reasons. Destruction due to reconstruction activities. Keywords; Istanbul, Ancient Monuments, Destructions, Reconstruction, Foundations VI KISALTMALAR A.g.e. Adı geçen eser A.g.m. Adı geçen makale A.g.t. Adı geçen tez BCA Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi Belediye İstanbul Belediyesi Bkz. Bakınız C. Cilt DİA Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Müzeler İdaresi İstanbul Müzeleri Umum Müdürlüğü REK. İA. Reşat Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi s. Sayfa S. Sayı Şehremaneti İstanbul Şehremaneti TTK Türk Tarih Kurumu TVİA Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Tarih Vakfı-Kültür Bakanlığı Vakıflar Evkaf/Vakıflar Umum Müdürlüğü VII 1. GİRİŞ Sanat/Mimarlık tarihi araştırmalarında genellikle eserlerin yapım süreci, tanımlayıcı özellikleri ve kısmen de geçirdiği değişiklikler konu edinilirken, tarihi süreç içerisinde eserlerin tahrip edilmesi ya da tamamen ortadan kaldırılması aşamalarına oldukça kısa değinilmiştir. Oysa “tarihi eser” statüsündeki kültür varlıklarının tahrip süreçlerini yahut ortadan kaldırılışlarını incelemek, dönemin eski eserleri koruma politikalarını açığa çıkartacağı gibi günümüze ulaşamamış eserlerin tarihine de bir katkıda bulunmak anlamına gelir. Büyük medeniyetlerin varisi olan İstanbul, 1923‟e gelindiğinde başkent olma hususiyetini Ankara‟ya bırakmıştır. Ancak buna rağmen bu tarihten günümüze kadar nüfus olarak Türkiye‟nin en büyük şehri olma özelliğini kaybetmemiştir. 19. yüzyılda şehircilik çalışmalarıyla tanışan İstanbul, 20. yüzyılın başlarına büyük problemlerle ulaşmıştır. Milyona yaklaşan bir nüfusu, tozlu yolları, meskûn mahallere çok yakın sanayisi, henüz su ve kanalizasyon altyapısını tamamlayamayan semtleri, yangın yerleri ve çıkmaz sokaklarla çevrili mahalleleriyle İstanbul, 1930 yılına kadar Şehremaneti ile idare edilmiştir. Osmanlı dönemindeki imtiyaz usulünü devam ettiren Şehremaneti “Terkos Şirketi”, “Tramvay Şirketi”, “Kanalizasyon Şirketi” gibi özel kurumlar vasıtasıyla halka hizmet götürmeye çalışmıştır. 1930 yılında çıkartılan belediye kanunu ile birlikte Şehremaneti kaldırılıp İstanbul Belediyesi kurulmuş, böylece şehrin modern belediyecilik yöntemleriyle idare edilmesi istenmiştir. İstanbul hem sayı hem de nitelik bakımından üzerinde barındırdığı eski eserlerle dünyanın önde gelen tarihî şehirlerinden biridir.1 Ancak günümüze gelebilen eserlerinin yanı sıra pek çok tarihi eserini de yitirmiştir. Kimi zaman bilinçli olarak güdülen bir politika sonucu çoğu zaman ise ekonomik imkânsızlıklar ve eski eser bilinci eksikliği neticesinde farklı dönemlerde yapılmış, mimari ve sanat açısından kıymetli birçok tarihi eser yıkılmıştır. Kişilerin özel mülkiyetlerindeki sanatlı evlerini yeni ve modernlerini yaptırmak için yıktırmasından başka devlet de “İstanbul‟un İmarı” adı altında özellikle yol açmak için pek çok tarihi eseri ortadan kaldırmıştır. 1 Kültür ve Turizm Bakanlığının 2017 sonu verilerine göre İstanbul‟da 31.191 tescilli eser ve 105 sit alanı bulunmaktadır. Bkz; http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,44799/illere-gore-korunmasi-gerekli-tasinmaz-kulturvarligi-i-.html Erişim Tarihi; 15.08.2018. 1 Tez konusu olarak bu çalışmada, Osmanlı‟dan Cumhuriyet‟e uzanan 30 yıl içerisinde (1908-1938) İstanbul‟da eski eserlerin tahribi, tahribin nedenleri, ortaya çıkan tepkiler ve tahribi önleme faaliyetleri ile birlikte ele alınmıştır. İstanbul‟da eski eser tahribi genellikle imar hareketleriyle birlikte ve Vali ya da Belediye Başkanlarının ismiyle anılmıştır. İstanbul‟da Cumhuriyet döneminde yaşanan eski eser tahriplerini imar faaliyetleri ile birlikte değerlendirdiğimizde beş genel döneme ayrılabilmek mümkündür; 1. Şehremini Emin Bey Dönemi İmarı 1924-1928 2. Vali ve Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ Dönemi İmarı 1928-1938 3. Vali ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar Dönemi İmarı 1939-1942 4. Fahri Belediye Başkanı Adnan Menderes2 Dönemi İmarı 1956-1960 5. Belediye Başkanı Bedrettin Dalan Dönemi İmarı 1984-1989 Hem kapsadığı bölge ve sayı hem de tahrip gücü açısından İstanbul‟un en çok tarihi eserini kaybettiği dönem şüphesiz “Adnan Menderes İmarı” olarak bilinen 19561960 yılları arasındaki imar faaliyetleridir. Reşat Ekrem Koçu, bu dönemde yaşanan tahripleri İstanbul Ansiklopedisi‟nde, yıktırılan “Beşiktaş Sinan Paşa Hamamı” maddesinde şöyle eleştirir; “On altıncı asırda yapılmış Mimar Sinan eseri ve İstanbul hamamlarının en güzellerinden biri idi; 1957-58 arasında, “Menderes İmarı” adı verilen ve Türk İstanbul’un üzerinden korkunç bir tayfun, barbar Vandal akını gibi geçen kör kazmanın kurbanı sanat şaheseri bir yapı; yıkılması için zannederiz ki salâhiyetli bir kuruldan yahut ilmi otorite bilinen bir şahıstan fani ceberruta hasis, pis kaygılarla, zelil inkiyadın eseri bir hüccet alınmış olacaktır. Bir dâhinin eseri olan bu hamam, yıktıranı ve yıktırılmasına cevaz vereni, verenleri, o tüyler ürpertici Vandalizmin yok Başbakan Adnan Menderes‟e, şehirde gerçekleştirdiği imar ve güzelleştirme hareketleri münasebeti ile 1 Haziran 1957‟de İstanbul Belediye Meclisi tarafından “İstanbul Şehri Fahri Belediye Reisliği” unvanı verilmiştir. Ünsal Yavuz, Demokrat Parti İktidarı Döneminde İstanbul’a İlişkin İmar Politikaları ve Faaliyetleri, İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2008, s. 77. 2 2 ettiği ecdat yadigârı yüzlerce yapı ile beraber kıyamete kadar lanetle andıracaktır.”3 Adnan Menderes döneminde yapılan imar hamleleri aslında 1920‟li yıllarda başlayan İstanbul‟u bir plana bağlı olarak imar etme düşüncesinin bir sonucudur. Ekonomik imkânsızlıklar nedeniyle Henri Prost‟un 1936 yılında hazırlamaya başladığı İstanbul planlarının ancak bir kısmı tek parti iktidarı döneminde gerçekleştirilebilmiştir. Demokrat Parti iktidarının sonlarına doğru yapılan imar hamleleri aslında Henri Prost‟un planlarının devamı niteliğindedir. İstanbul‟da gerek imar faaliyetlerine bağlı olarak gerek diğer sebeplerle eski eser tahripleri 19. yüzyılda başlamış, Osmanlı‟nın son döneminden 20. yüzyılın ortalarına kadar artarak devam etmiştir. Dolayısıyla Menderes döneminde yaşanan geniş kapsamlı yıkımları uzun yıllar boyunca planlanmış, bazen başlanıp yarım bırakılmış işlerin bir sonucu olarak görmek gerekmektedir. 4 Bu çalışma ile az bilinen bir dönemde -Osmanlı döneminden başlayarak özellikle Cumhuriyetin ilk 15 yılında- İstanbul‟da yaşanan tahripler ortaya konulmaya çalışılmıştır. Çalışmanın odaklandığı zaman aralığı ise İstanbul‟da imar ve yıkım hareketlerinin kapsamlı bir şekilde başladığı II. Meşrutiyetin ilanı (23 Temmuz 1908) ile Muhittin Üstündağ‟ın valilik görevinden alındığı 29 Kasım 1938 tarihi arasında sınırlanmıştır.5 Bu ağır eleştirileri Demokrat Parti‟nin iktidardan düştüğü 27 Mayıs Darbesi sonrası yayınlanan ilk ciltte yazdığını da belirtmek gerekir. Reşat Ekrem Koçu, “Beşiktaş Sinan Paşa Hamamı”, İstanbul Ansiklopedisi (REK. İA.), C.5, İstanbul Ansiklopedisi ve Neşriyat, İstanbul 1961, s. 2579-2580. 4 Örneğin 1865 yılında Islahat-ı Turuk Komisyonu‟nun Divanyolu Caddesi‟nde yaptığı düzenlemeler ile Adnan Menderes‟in 1957 yılında aynı cadde üzerinde yaptığı düzenlemeler birbirini tamamlar niteliktedir. 5 1908 ile 1938 arasında İstanbul‟da imar hareketlerinin ve eski eser tahriplerinin büyük ölçüde aynı özellikler taşıdığı görülmektedir. Atatürk‟ün vefatının ardından göreve gelen Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ‟ı Atatürk‟ün cenaze merasiminin hemen ardından görevden almış yerine Manisa Valisi Lütfi Kırdar‟ı atamıştır. Muhittin Üstündağ‟ın görevden alınması sonrasında hakkında imar ve istimlak işlerinde usulsüzlük yaptığı gerekçesi ile davalar açılmış, bazı yarım kalan faaliyetler de durdurulmuştur. Yeni Vali Lütfi Kırdar ile Cumhurbaşkanı İsmet İnönü İstanbul‟da kendi adlarıyla anılacak yeni bir imar hareketine girişmişlerdir. Bkz; Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, C. 1, İletişim Yayınları, İstanbul 1996, s. 186-187. 3 3 1.1. Metod Osmanlı‟nın son döneminden başlayarak Cumhuriyet‟in ilk yıllarında sadece mimari yapılarda değil, mezarlık sahalarında, kütüphanelerde, arşivlerde ve kitabelerde de tahribat yaşandığı bilinmektedir. Bir yüksek lisans çalışması olması hasebiyle “İstanbul‟da Eski Eser Tahribi 1908-1938” geniş başlığının sınırları net bir biçimde belirlenmiştir. Buna göre çalışma, sadece mimari eserlerin tahribi ile sınırlı tutulmuştur. Yapı gruplarında ise sivil mimari tahripleri-yıkımları bu çalışmaya dâhil edilmemiştir.6 Mimarinin bir parçası olarak görülebilecek kitabe tahripleri de başlı başına bir çalışmanın konusu olabileceğinden bu tez çalışmasında değinilmemiştir. Eski eser tahriplerini incelediğimiz bu çalışmada restorasyonlar da ayrıca değerlendirilmesi gereken hacimli bir başlık olduğundan araştırmanın dışında tutulmuştur. Çalışmada dikkat edilen bir diğer unsur da incelenilen dönemdeki “eski eser” algısıdır. Geçmiş dönemlerdeki tarihi eser algısını, restorasyonlarını yahut koruma politikalarını konu edinen çalışmalar genellikle dönemin eski eser algısını doğru tespit edemez. Özellikle bazı yayınlarda abidevi yapıların vakfiyelerindeki tamirlere yönelik maddeler Osmanlı‟daki koruma bilincine ilişkin kaynaklar olarak sunulmaktadır. Oysaki yapı ile çağdaş olan bu vakfiyelerde yapıların inşa edildiği dönemde tarihi eser olarak görülmediği gözden kaçırılmaktadır. Şüphesiz bir eserin tarihi eser sayılabilmesi için inşasının üzerinden belirli bir süre geçmesi gerekir. Aksi takdirde yapılan tamir yahut tahrip “eski eser restorasyonu” ya da “eski eser yıkımı” olarak tanımlanamaz. Örneğin; Haydarpaşa Garı ya da IV. Vakıf Han, bugün bizim için korunması gereken tarihi eserler iken, Cumhuriyet‟in ilk yıllarında “ancak birkaç sene önce inşa edilmiş hoş eserler” olarak görülüyordu.7 Bu sebeple incelenilen dönemdeki tarihi eser algısını tespit ederek bu hususa çalışmada dikkat edilmiştir. Bir sonraki bölümde incelendiği üzere Cumhuriyetin ilk yıllarında 19. yüzyılın başına kadar yapılmış eserler tarihi eser olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle bu çalışmada II. Mahmud sonrasında inşa edilmiş ve Cumhuriyet döneminde tahrip edilmiş eserler dâhil edilmemiştir. Çalışmaya konu edilen tek sivil mimari örneği Bayezid Külliyesi‟nin bir parçası olan ve 1934 yılında yıktırıldığında dönemin basınında “İstanbul‟un en eski evi” olarak tanıtılan Hünkâr Kasrı‟dır. 7 Bu konuda en ilginç örneklerden biri Çırağan Sarayı‟ndan çalınan 4 ton kadar “hurda dökme demir”in yakalanmasının ardından hiçbir tarihi kıymeti yokmuşçasına Beşiktaş Mal Müdürlüğü tarafından müzayede usulüyle satışa çıkartılmasıdır. Bkz; Milliyet, 17.08.1933. 6 4 Tezin ilk bölümünde yukarıda zikredilen çerçevede konunun muhteviyatı ve konu edilen dönemin eski eser algısı incelenmiştir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İstanbul’da Eski Eser Tahribi ve Tahribi Durdurmaya Yönelik Faaliyetler başlıklı ikinci bölümde temel başvuru kaynaklarına dayanarak, Osmanlı devrinde eski eser tahribinin örneklerine ve bu tahribi durdurmaya yönelik atılan adımlar derlenmeye çalışılmıştır. Şüphesiz özellikle Osmanlı Devleti‟nin modernleşme döneminde İstanbul‟da yaşanan yıkımlar arşiv malzemelerinin ve gazetelerin de kullanılması ile başlı başına çalışılabilinecek bir tez konusudur. Bu bölüm Cumhuriyet döneminde sıkça görülen eski eser tahriplerinin, ekonomik çıkar sağlama amacıyla eski eser yıkımlarının, yanlış maksatlarla kullanma ve kadro harici bırakma uygulamalarının aslında Cumhuriyet öncesinde de görüldüğünü ortaya koymaktadır. Araştırmanın ana konusuna giriş teşkil ettiğinden dolayı bu bölümde doğal afetlerin getirdiği tahripleri alınmamış olup, sadece bilinçli! (bile-isteye) yapılan yıkımlara yer verilmiştir. Yine bu bölümde de dönemin tarihi eser algısına uygun olarak eserlerin yapım ve yıkım tarihleri arasında en az 100 sene olmasına dikkat edilmiştir. Örneğin; Sultan Abdülmecid döneminde yapılan bir eserin Sultan Abdülaziz döneminde yıkımı konuya dâhil edilmemiştir. Çalışmanın ana omurgasını teşkil eden Cumhuriyet Döneminde İstanbul’da Eski Eser Tahribi (1923-1938) başlıklı üçüncü bölümde, Osmanlı‟dan Cumhuriyet‟e intikal eden eski eserlerin genel durumu hakkında bilgi verildikten sonra tahriplerin sebepleri örnekler üzerinden tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede tahrip sebebi olarak gösterilebilecek yedi ayrı başlık ortaya çıkmıştır; 1. Doğa Olaylarının Yarattığı Tahribat 2. Hırsızlık Dolayısıyla Yaşanan Tahribat 3. Eski Eser Bilinci Eksikliğinden Kaynaklanan Tahribat 4. İhmal ve Bakımsızlık Dolayısıyla Oluşan Tahribat 5. Vakıf Müessesesinin Çözülmesi Dolayısıyla Yaşanan Tahribat 6. Siyasi ve İdeolojik Sebeplerden Kaynaklanan Tahribat 7. İmar Faaliyetleri Dolayısıyla Yaşanan Tahribat. 5 Ek olarak verilen bölümde ise yapılan gazete taramaları sonucunda 1928-1938 arasında yapılan eski eser satış ve kiralama ilanları liste şeklinde sunulmuştur. 1.2 Araştırma ve Kaynaklar Cumhuriyet döneminde İstanbul‟da özellikle Osmanlı eserlerinin bilinçli ve planlı bir şekilde yıkıldığı yahut tahrip edildiği anlayışı toplumumuzda adeta bir ön kabul olarak benimsenmektedir. Ancak bu alanda yapılan çalışmalar bu genel kabule göre oldukça azdır. Eski eser tahribi ile ilgili çalışmalar genellikle makale düzeyinde yahut monografilerde geçilen birkaç yakınma cümlesi ile sınırlı kalmıştır. Bu çalışmanın tarih aralığını (1908-1938) ve muhteviyatını doğrudan kapsayan bir araştırma bulunmamaktadır. İstanbul‟daki günümüze ulaşamamış tarihi eserler hakkında yapılan çalışmalar daha çok Adnan Menderes dönemi imar hareketleri kapsamında ortadan kalkan yapılar hakkındadır. Tespit edilen kapsamlı ilk önemli makale Behçet Ünsal tarafından Türk Sanat Tarihi Araştırma ve İncelemeleri Dergisi‟nde kaleme alınan “İstanbul’un İmarı ve Eski Eser Kaybı” (1969) başlıklı makalesidir. Ünsal, makalesinde ağırlıklı olarak –bizzat şahit de olduğu- Menderes dönemi imar hareketleri kapsamında yıktırılan mimari eserlere ait bilgileri plan, resim ve haritalarla birlikte yayınlamıştır. İkinci önemli makale ise Fazıl Ayanoğlu‟nun Vakıflar Dergisi‟nde aynı yılda yayınladığı “İstanbul'da Yola Kalbedilen Cami Vesaire”, (1969) isimli makalesidir. İstanbul‟da kaybolan ve kaybolmakta olan eserlere olan ilgisi ile bilinen Ayanoğlu, bu makalesinde -bizzat şahit de olduğu- Menderes döneminde imar hareketleri çerçevesinde yıktırılan eserler hakkında bilgi vermektedir. Semavi Eyice‟nin de İstanbul‟da günümüze ulaşamamış tarihi eserler hakkında makaleleri vardır. Münferit incelemeleri haricinde, “İstanbul’un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri” başlığı altında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi’nde bir dizi şeklinde (1972, 1973, 1979/1980, 1981/1982), çok farklı dönemlerde yıktırılmış on altı eser hakkında toplamda iki yüz on beş sayfa tutan dört adet makale yayınlamıştır. Bu alanda çıkan ilk kitap ise Fatih Güldal‟ın 2009 yılında yayınlanan “İstanbul’un 100 Kaybolan Eseri”dir. Güldal, eserinde çok farklı dönemlerde, farklı sebeplerle ortadan kalkan eserleri haritalar ve görseller eşliğinde temel başvuru kaynaklarına dayanarak incelemiştir. Günümüze ulaşamayan tarihi 6 eserler hakkında en kapsamlı çalışma, ilk cildi İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü ikinci cildi Kültür Varlıkları Projeler Müdürlüğü tarafından yayınlanan “İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları Suriçi (Fatih) Camileri ve Mescidleri” kitabıdır. Editörlüğünü Fatih Dalgalı, proje editörlüğünü Prof. Ahmet Kala (I. Cilt) ve Ahmet Nezih Galitekin (II. Cilt)‟in yaptığı hacimli kitap, eserlerin vakfiye şartları, tarihi süreçte geçirdiği onarımlar, arşiv belgelerindeki durumu ve mevcut şehir planındaki tescil durumlarını göstermesi açısından önemli bir kaynaktır. Ancak bu eserde de temel başvuru kaynaklarında tekrarlanan bazı hatalar ve eksiklikler mevcuttur. Tez çalışmasında zikredilen kaynaklar kullanıldığı gibi diğer araştırma eserlerine de müracaat edilmiştir. Reşat Ekrem Koçu‟nun “İstanbul Ansiklopedisi”, Tarih Vakfı ve Kültür Bakanlığı‟nın ortak yayınladığı “Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi”, Türkiye Diyanet Vakfı‟nın yayınladığı “İslam Ansiklopedisi” ve Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan Mübahat Kütükoğlu‟nun “XX. Asra Erişen İstanbul Medreseleri” kitabının tüm maddeleri taranmıştır. Özellikle Osmanlı devrinin sonlarında yıkılıp, günümüze ulaşamayan kültür varlıkları hakkında detaylı bilgiler vermesi açısından burada zikredilmesi gereken bir diğer kitap da İhtifalci Mehmet Ziya Bey‟in “İstanbul ve Boğaziçi” isimli kitabıdır. Konuya kültür tarihi boyutundan çok, hukukî ve siyasi açıdan yaklaşan araştırmacılar da mevcuttur. Cumhuriyet devrinde Vakıflar İdaresi‟nin genel durumunu izah etmesi ve Vakıflara bağlı eski eserlerin satışı konusunda belgelere dayanan ilk önemli eser Nazif Öztürk tarafından 1995 yılında yayınlanan “Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi” başlıklı kitaptır. Mehmet Şevket Eygi‟nin 2003‟de yayınladığı “Yakın Tarihimizde Cami Kıyımı” kitabı ve Abdullah Kıvanç Esen‟in 2010 yılında Fransızca olarak hazırladığı “Femetures Et Ventes De Mosquées Le Régime De Parti Unique En Turquie/ Tek Parti Dönemi Cami Kapatma/Satma Uygulamaları” isimli yüksek lisans tezi, eski eser tahriplerinin siyasi ve felsefi boyutuna yönelik çalışmalardır. Esen‟in tezinden Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar Dergisi‟nde aynı başlıkla yayınladığı çevirisi (2011) sayesinde istifade edilebilmiştir. 7 Tez çalışmasının orijinal yanı ise dönemin kamuoyunu oluşturmada en etkili araç olan günlük gazetelerin önemli ölçüde taranmasıdır. Günlük gazetelerde eski eser tahribi haberlerine sıklıkla yer verilmiş, kimi zaman korunması gerekli kültür varlıklıları ile yapılmaya dikkat çekici çalışılmıştır.8 yayınlar Özellikle günümüze ulaşılamayan eserlerin ne zaman ortadan kalktığını gazetelerin tespit tartışılamayacak konusunda bir önemi vardır. Satış ve yıkım haberi ile ilanlar sayesinde, yayınlarda genellikle “1930‟lu Fotoğraf 1. Davut Paşa Medresesi’nin Yıkım Haberi. Politika, 3 Nisan 1930. yıllarda yıktırılmıştır” denilerek geçilen eserlerin ortadan kaldırılma tarihleri bazen gününe kadar tespit edilebilmektedir. Ancak basında yer alan her haberin her zaman doğru olmadığı da gözden kaçırılmamalıdır. Örneği Politika Gazetesi‟nin 3 Nisan 1930 tarihli nüshasında Davut Paşa Medresesi‟nin yıktırılmakta olduğu, yerin okul binası yaptırılacağı haberi verilmektedir. 9 (Fotoğraf 1.) Ancak medrese yıktırılmadan günümüze kadar ulaşmıştır. Çalışmada verilen bilgiler oldukça kontrol edilmeye çalışmış, yer ve zaman bilgileri şüpheli görülen bazı bilgiler metne dâhil edilmemiştir. Araştırmada, Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyete Arşivi, Ankara Türk Tarih Kurumu Arşivi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri - Asar-ı Atika Encümeni Arşivi ve İstanbul IV Numaralı Koruma Kurulu Arşivi‟nden belgeler kullanılmıştır. Cumhurbaşkanlığı Arşivi - Atatürk tasnifine yazılı olarak başvurulsa da, konumuzu doğrudan ilgilendirecek bir belgeye rastlanmamıştır. Semavi Eyice yazdığı makalelerinde gazete haberlerine yer veren ilk araştırmacıdır. Şinasi Akbatu‟nun dönemin gazetelerinde yer alan bu tarz haber-ilanları kesip topladığı ancak yayınlayamadığı anlaşılmaktadır. Semavi Eyice, “İstanbul‟un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri I Çobançavuş, Adilşah Kadın, Hoca Teberrük, Revani Çelebi ve Yayla Camileri”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, S. 26, (1972), s. 130. 9 Politika, 03.04.1930. 8 8 1.3 Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de “Eski Eser” Kavramı Bir mimari eserin “tarihi kıymete haiz” yahut “eski eserler”den (asar-ı âtika‟dan) sayılabilmesi için hem toplum nezdinde hem de yasal olarak inşası üzerinden belirli bir süre geçmesi gerekir. Günümüzde yürürlükte olan 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu‟nun 6. maddesine göre 19. yüzyıl sonuna kadar inşa edilmiş tüm yapılar korunması gerekli eski eser olarak kabul edilmektedir. Kanunda eski eser sayılabilecek yapı türlerine örnek olarak ise sırasıyla; kale, hisar, burç, sur, tarihi kışla, tabya, istihkâm, harabeler, kervansaray, han, hamam, medrese, kümbet, türbe, köprü, su kemeri, sarnıç, tersane, saray, köşk, ev, yalı, konak, camii, mescit, çeşme, sebil, imarethane, darphane, şifahane, muvakkithane, simkeşhane, tekke, zaviye, arasta, bedesten, kapalı çarşı, sinagog, kilise, manastır ve külliyeler verilmektedir.10 Osmanlı toplumunun meskûn olduğu coğrafya antik çağlardan kendi zamanlarına kadar pek çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Bu nedenle Osmanlı toplumunun bu kalıntıları görmezden gelmesi, sağlam olanları yeniden işlevlendirip kullanmaması düşünülemez. Bu tarihle iç içe yaşama ve günlük hayatta kullanma hali “tarihi eser” bilincinin oluşmasını da geciktirmiştir. Osmanlı Devleti‟nin hukuk sisteminde “eski eser” tanımına dair ilk bilgi 1858 tarihli Ceza Kanunnamesinde geçmektedir. Kanunnamenin 133. maddesinde korunması gereken eserler belirli bir tarih kısıtlaması olmadan “hayrat-ı şerife ve tezyinat-ı beldeden olan ebniye” şeklinde geçmektedir.11 Genellikle arkeolojik kazılar ve eski eser kaçakçılığının önlenmesi bakımından değerlendirilen asar-ı âtika nizamnameleri de dönemin tarihi eser algısına ışık tutmaktadır. 1869 tarihli ilk Asar-ı Âtika Nizamnamesi daha çok kazılara yönelik maddeler içerir ve açık bir eski eser tanımı yapmaz.12 1874 tarihli Asar-ı Âtika Nizamnamesinde de taşınmaz eski eserlere dair bir tanım yer almamıştır. Sadece 2. T.C. Resmi Gazete, Sayı: 18113, 23.07.1983. Kanun ayrıca belirlenen tarihten sonra yapılmış olup önem ve özellikleri bakımından Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından korunmalarında gerek görülen taşınmazlar ve buna ek olarak milli tarihimizdeki önemleri sebebiyle zaman kavramı ve tescil söz konusu olmaksızın Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti‟nin kuruluşunda tarihi olaylara sahne olmuş binalar ile Mustafa Kemal Atatürk tarafından kullanılmış evleri de eski eser statüsüne dâhil etmektedir. 11 Halit Çal, “Osmanlı Devletinde Âsâr-ı Atika Nizamnameleri”, Vakıflar Dergisi, S. 26 (1997), s. 391. 12 Halit Çal, a.g.m., s. 395; Ferruh Gerçek, Türk Müzeciliği, Kültür Bakanlığı, Ankara 1999, s. 266. Nizamnamenin 5. maddesinde taşınmaz eski eserler herhangi bir tanım yapılmadan “merkûz olan her türlü asar-ı âtika ve anların müştemilât ve teferru’âtından olan şeylerin” şeklinde geçmektedir. 10 9 maddesinde taşınır-taşınmaz eski eser ayırımı yapan nizamname, taşımazlar için herhangi bir tanım ve tarih sınırlaması getirmez.13 1884 Nizamnamesi taşınmaz eski eser tanımı yapan ilk nizamnamedir. 1. maddede “Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde eski milletlerin bırakmış olduğu eserlerin hepsi „eski eser‟ addolunur” denilerek mabetler, saraylar, sirk denilen eski oyun yerleri, tiyatrolar, istihkâmlar, köprüler, su kemerleri, türbeler ve tezyinî‟den olan binalar tıpkı bugün yürürlükte olan kanunda olduğu gibi eski eser türlerine örnek olarak verilmiştir. Örnek olarak verilen eserler arasında antik sirk yapılarına dahi yer verilmesine rağmen medrese, mektep, hamam, çeşme, sebil gibi eserlerin sayılmaması ilginçtir. Ayrıca bu nizamnamede de herhangi bir tarih sınırlaması getirilmez. Bu nedenle örneklerde geçen “tezyinî‟den olan binaların” koruma açısından, modern veya eski eser olmasının bir önemi olup olmadığı anlaşılamamaktadır.14 1906 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi, Osmanlı Devleti‟nin son eski eser nizamnamesi ve çalışmaya konu edilen dönemde (1908-1938) de yürürlükte olan bir hukuk metni olması açısından önemlidir.15 Nizamnamede eski eser tanımı 5. maddede “Osmanlı Devleti sınırları içerisinde bulunan arazide vaktiyle yaşamış olan bütün eski kavimlerin güzel sanatlara, bilime, fenne, edebiyata, dinlere ve sanata ilişkin her türlü mamûlâtı” şeklinde yapılmış ve ardından örnekler sıralanmıştır. Verilen örneklerin sayısında 1884 Nizamnamesine göre bir artış görülmektedir. Verilen yapı örnekleri; “Camiler, hayır eserleri, kutsal eserler, metruk putperest mabetleri, hâlihazırda içerisinde ayin yapılmayan sinagoglar, kiliseler, manastırlar, kümbetler, hanlar, kale ve burçlar, kasaba surları, haneler, tiyatrolar, köprüler, sirkoslar, statlar ve hipodromlar, anfitiyatrlar, hamamlar, sarnıçlar ve mezar odaları”dır. Bir sonraki maddede kadim duvar ve anıtların kalıntıları ve genel olarak hangi cinsten olursa olsun anıtların ve diğer tarihi eserlerin parçalarının da eski eser olarak kabul edileceği kayda alınmıştır. Nurettin Can, Eski Eserler ve Müzelerle İlgili Kanun Nizamname ve Emirler, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1948, s. 1; F. Gerçek, a.g.e., s. 266. 14 N. Can, a.g.e., s. 6; F. Gerçek, a.g.e., s. 270. 15 Nizamname, Cumhuriyet döneminde Anayasa Mahkemesi tarafından kanun hükmünde kabul edilmiştir ve 1973‟e kadar yürürlükte kalmıştır. 1906 Nizamnamesinden sonra Türkiye‟de çıkartılan ilk eski eser kanunu 1973 tarihindeki 1710 sayılı Eski Eserler Kanunu‟dur. 1973 tarihli bu Eski Eserler Kanununun 53.maddesinde 10 Nisan 1322 (1906) tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi‟nin, 17 Temmuz 1328 (1912) tarihli Muhafaza-i Âbidat Nizamnamesi‟nin ve 13 Mart 1330 (1914) tarihli Esvar ve Kal‟a-i Atika‟dan Belediyelere, Vilâyete Terk Olunacak Yerler Hakkında Kanun‟un yürürlükten kaldırıldığı da kayıt altına alınmıştır. T.C. Resmi Gazete, Sayı: 14527, 06.05.1973 13 10 Maddede kaya parçaları, dağınık tuğlalar, taş, cam, ağaç kırıkları ile çiniler bu parçalara örnek olarak verilmiştir.16 1906 nizamnamesinde de herhangi bir tarih kısıtlaması yoktur. Ancak verilen örneklerde “hâlihazırda içerisinde ayin yapılmayan sinagoglar, kiliseler” tabirinin geçmesi ilginçtir. “Eski eser” - mevcut kullanılan “modern sanatlı eser” ayrımının yapılmaya çalışıldığı bu örnek camiler için kullanılmamıştır. Nizamnamedeki eski eser örneklerinde yine sıbyan mektebi, medrese, çeşme, sebil gibi İslamî eserler eksiktir ve üstelik bir önceki nizamnamede örnekler arasında bulunan ve belki de bu grubun genel manada dâhil edildiği “tezyinî‟den olan binalar” ibaresi de çıkarılmıştır. Bunun yerine kullanılan “hayır eserleri” tabiri ile bu grubun temsil edilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. 31 Temmuz 1912 tarihli Muhafaza-i Abidat Hakkında Nizamname de dönemin eski eser tanımlamasına çok yenilik getirmez. İlk maddesinde bütün kadim kaleler, burçlar ve kasaba surları ile hangi devre ait olursa olsun, bütün bu yerler ve eserlerin 1906 Nizamnamesinin 5. maddesi uyarınca eski eser olarak kabul edildiğini belirtir.17 Cumhuriyetin ilk yıllarında eski eser algısına dair önemli bir ipucu veren ve çalışmanın da sınırlarını belirleyen son belge 1921 tarihli Asar-ı Atika Kanunu taslağıdır. Ülkenin en zor zamanlarını yaşadığı bir tarihte, İstanbul Hükümeti‟nin Maarif Nezareti tarafından hazırlanan ancak yürürlüğe giremeyen kanun tasarısının ilk maddesi eski eserlerin tanımı üzerinedir. Buna göre 17. yüzyılın sonuna kadar yapılmış güzel sanatlara, bilime, fenne, edebiyata, dinlere ve sanata ilişkin her türlü eser korunması gerekli eski eser olarak kabul edilmiştir. Madde içerisinde önceki nizamnamelerde olduğu gibi örnekler verilmiş, ancak diğerlerinden farklı olarak daha önce görülmeyen tekke, kervansaray, çeşme ve sebil gibi İslamî yapılar da bu kanun taslağına girmiştir. Aynı maddeye son cümle olarak 18. yüzyılın sonuna kadar muhtelif çağlarda yapılmış İslam eserlerinin de aynı hükme sahip olduğu kaydedilmiştir. Nizamnamede tarih sınırlaması için eserler üzerinde ayrım yapılarak İslamî yapılar için 18. yüzyılın sonu diğer yapılar içinse 17. yüzyılın sonunun belirlenmesi ilginçtir. 18 N. Can, a.g.e., s. 68-69; F. Gerçek, a.g.e., s. 276-277. N. Can, a.g.e., s. 34; F. Gerçek, a.g.e., s. 284. 18 H. Çal, a.g.m., s. 395. 16 17 11 Böylelikle çalışmanın sınırları dönemin tarihi eser algısına uygun olarak İstanbul‟da 18. yüzyılın sonu - 19. yüzyılın başına kadar yapılmış, taşınmaz “tarihi eserlerin” 1908 ile 1938 yılları arasında tahribi olarak belirlenmiştir. Ancak yapılan ve tasarlanan bu yasal düzenlemelere rağmen bu dönemde henüz kamuoyunda açık bir “tarihi eser” algısının oluşmadığı görülmektedir. Örneğin dönemin eski eserlerini korumakla görevli kurumu olan Muhafaza-i Asar-ı Atika Encümeni 19. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış bazı tekkeleri gezip incelemiş, hakkında fişler tutup fotoğraflarını çekmiştir.19 Muhtemelen encümen bu tekkeleri mimarlık tarihi kıymetinden çok, kültür tarihi durumlarını göz önüne alarak tescil faaliyetine girişmiştir. Daha da ilginç olarak Encümen, 1901 yılında inşa edilen Alman Çeşmesi ile ilgili 1930 yılında bir düzenleme yapılmak istendiğinde çeşmeyi tarihi eser olarak görüp konuya müdahil olmuş, bu durum basında “Muhafaza-i Asar-ı Atika Komisyonu da sanki Alman Çeşmesi asar-ı atikadanmış gibi bu işin yapılıp yapılmamasında alakadar olmaktadır.” şeklinde eleştirilmiştir.20 1930‟lu yılların sonlarına doğru hem toplum hem de encümen nezdinde 19. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış Çağlayan Sarayı, Çırağan Sarayı, İmrahor ve Ihlamur Kasırları gibi sanatlı yapıların da tarihi eser olduğu ve korunması gerektiği fikri ortaya çıkmıştır.21 Encümenin bu yakın tarihli eserleri dahi koruma bilincine rağmen dönemin kamuoyunu yönlendirmede en etkili araç olan gazetelerin tarihi eserlere karşı yaklaşımı şaşırtıcı bir mahiyet arz etmektedir. Örneğin Akşam Gazetesi 1556/1557 tarihli Ayasofya Hürrem Sultan Hamamı için 1932 yılında verdiği bir haberde “Vaktiyle yola kalbedilmek üzere belediye tarafından istimlâk edilen meşhur Ayasofya Hamamı’nın bilahare asar-ı atikâdan olduğu anlaşılmış ve olduğu gibi muhafaza edilmesi muvafık görülmüştür” gibi gülünç denilebilecek ifadelere yer vermiştir.22 Kapalıçarşı üzerine yapılan haberler ise durumun vahametini ortaya koyması açısından daha da ilginçtir. İlk nüveleri Fatih döneminde atılan çarşı, uzun süren ihmallerin neticesi olarak harap bir duruma düşmüş, 1934 yılında Belediye Meclisi çarşıyı tamir ettirmek istediğinde çarşının tarihi kıymeti olup olmadığına karar verememiş, bunun için uzmanların çarşıyı 19 Üsküdar Kaymakçı ve Haşim Efendi Tekkeleri ile Cerrahpaşa Kaymakçı Tekkesi bu duruma örnek olarak verilebilir. Bkz; M. Baha Tanman, “Kaymakçı Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi (TVİA), C. 4, Tarih Vakfı ve Kültür Bakanlığı Ortak Yayını, İstanbul 1994, s. 506; M. Baha Tanman, “Haşim Efendi Tekkesi”, TVİA, C. 4, s. 16. Encümen, Mimar Kemaleddin tarafından 1912-13 yıllarında son şekli verilen Yenikapı Mevlevihanesi‟ni de 1940 yılında incelemiştir. M. Baha Tanman, Yenikapı Mevlevihanesi, TVİA, C. 7, İstanbul 1994, s. 485. 20 Politika, 12.02.1930. 21 Cumhuriyet, 31.07.1936; Cumhuriyet, 04.06.1938. 22 Akşam, 12.08.1932. 12 incelemesine karar vermiştir.23 Yapılan inceleme neticesinde neredeyse beş asırlık çarşının tarihi kıymeti olduğu anlaşılmıştır.24 (Fotoğraf 2.) Fotoğraf 2. Kapalıçarşı’nın Tamiri Hakkında Bir Haber. Politika, 14 Şubat 1934. 23 24 Cumhuriyet, 14.02.1934. Vakit, 30.03.1934. 13 2. OSMANLI’DAN CUMHURİYETE İSTANBUL’DA ESKİ ESER TAHRİBİ VE TAHRİBİ DURDURMAYA YÖNELİK FAALİYETLER 2.1. Klasik Dönemde (1453-1800) İstanbul’da Eski Eser Tahribi Klasik dönemde tespit edilebilen tarihi eser yıkımı vakası oldukça azdır. Sultan II. Mehmet’in 1453’de şehri alışının ardından İstanbul tarumar edilmemiş, İslam fetih geleneğine uygun olarak eski anıtlar ve binalar olabildiğince korunmuştur. Öyle ki Sultan, fetihten sonra doğruca Ayasofya’ya geldiği esnada bir askerin elindeki balta ile bazı taşları kırmakta olduğunu görünce sebebini sormuş, askerin “dinim bunu icap eder” cevabını vermesi üzerine sinirlenerek “emvâl (mallar) ve hazine sizin, şehrin mebânîsi (binaları) bana aittir” uyarısında bulunmuştur.25 Bu düşünceye binaen, sanata ve antik kültüre merakı ile de bilinen II. Mehmet’in, Bizans’tan kalan anıtlara saygı gösterdiği görülmektedir. Fatih döneminde bin yaşına yaklaşan ve şehrin en büyük yapılarından biri olan Aya İrini Kilisesi camiye dönüştürülmediği halde tahrip edilmemiş, Sur-ı Sultani alanı içine alınarak yeniden işlevlendirilmiştir. Bir başka örnek olarak, aynı şekilde Fatih döneminde dikilmelerinin üzerinden bini aşkın, üretilmelerinin üzerinden ise çok daha fazla yıl geçen Hipodromun spina duvarı üzerindeki dikilitaşların ve yılanlı sütunun tahrip edilmemesi verilebilir. Bizans döneminden kalan bu anıtlar zamanla Osmanlı İstanbulu’nun vazgeçilmiş bir parçası haline gelmiş, üzerlerine folklorik inanışlar bile addedilmiştir. Fethin ardından zamanla Müslümanlaşan şehirde Hıristiyan mabetlerinin cemaati azalarak harabiyete sürüklenmiştir. Örneğin; kökeni 4. yüzyıla dayanan ve 1453’de Patriklik makamının taşındığı Havariyyun Kilisesi, iki yıl sonra civara Müslüman halkın yerleşmesi ve nüfuslarının çoğalması üzerine terk edilmiş, Patirklik makamı da Teotokos Pammakaristos (Fethiye Camii) Kilisesi’ne taşınmıştır. Havariyyun Kilisesi ise patriğin isteği üzerine yıktırılmıştır.26 Hayrullah Efendi tarihinden aktaran; İhtifalci Mehmet Ziya Bey, İstanbul ve Boğaziçi Bizans Ve Osmanlı Medeniyetlerinin Asar-ı Bakiyesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş Yayınları, İstanbul 2016, s. 216. 26 İhtifalci, a.g.e., s. 232. 25 14 16. yüzyılda karşımıza Rüstem Paşa ve Mihrimah Sultan Camilerinin yapımıyla ilgili yıkım hikâyeleri çıkmaktadır. Rüstem Paşa 1555 yılında yaptırmak istediği Tahtakale’deki camiinin yerinde bulunan Fatih döneminden kalma Attar Halil Ağa Mescidi’ni Mimar Sinan’a yıktırarak bugünkü Vatan Caddesi üzerinde aynı adla yeniden yaptırmıştır.27 Kanuni Sultan Süleyman da kızı Mihrimah Sultan adına Edirnekapı’da inşa ettirdiği külliyesi için yapılışı 9. yüzyıla dayanan Aya Yorgi Kilisesi’nin bulunduğu arsayı istimlâk ettirerek kiliseyi yıktırmış ve Rumlara yine aynı semtte bir Aya Yorgi Kilisesi yapmaları için müsaade vermiştir.28 Yine 16. yüzyılda sadece devlet ya da devlet adamları değil halk tarafından yapılan bazı tahriplerle de karşılaşılmaktadır. Örneğin; Ahmet Refik’in yayınladığı 1572 tarihli bir belgeye göre aslı 12. yüzyıl yapısı olan Pantokrator Kilisesi/Zeyrek Cami’nin etrafına Zahide isimli bir kadın tarafından alçak ve yüksek evler yapılmış, bu suretle caminin iki penceresi kapanmıştır. Bununla da yetinilmeyerek üç kubbesinden birisi tavuk kümesi diğer ikisi ise ahır olarak kullanılmaya başlanmış, mahalle halkı durumu saraya şikâyet ederek binanın yeniden camii olarak kullanılmasını istemiştir.29 Aynı belgede yine Zeyrek’te bulunan 11. yüzyıl yapısı Pantepoptes Manastırı/ Eski İmaret Mescidi’nin etrafının evler tarafından sıkıştırıldığı, pencerelerinin ve bir kapısının kapandığı, bu evlerin saçaklarının ve oluklarının mescide zarar verdiği şikâyeti üzerine hassa mimarlarından Mustafa görevlendirilmiştir.30 Osmanlı döneminde sadece eski Bizans eserleri üzerinde değil, Osmanlı padişahlarının kendi atalarının yaptırdığı tarihi mekânlar üzerinde de hassasiyet eksiliği görülmektedir. 1719’da Sultan III. Ahmed’in Topkapı Sarayı’nda dağınık durumda bulunan kitapları bir yerde toplamak için yaptırdığı kütüphane bu durumun güzel bir örneğidir. Nitekim bu kütüphane için uygun bulunan mevkide Sultanın üçüncü kuşaktan dedesi II. Selim'in, Mimar Sinan tarafından yapılan Havuzlubahçe Köşkü mevcuttu. Yapımının üzerinden yaklaşık 150 yıl geçen ve bakımsız bir halde olan bu köşk, ortadan Mescit bir kez daha Menderes İmarı sırasında yıkılmıştır. Semavi Eyice, “Bayrampaşa Deresi Köprüsü”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. 5, İstanbul 1992, s. 274. 28 İhtifalci, a.g.e., s. 169, 592; Zafer Karaca, “Yeoryios (Ayios) Kilisesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi (TVİA), C. 7, İstanbul 1994, s. 488. Semavi Eyice bu bilgiye karşı çıkmaktadır. Semavi Eyice, “Edirnekapı Camii ve Külliyesi”, DİA, C.10, İstanbul 1994, s. 446. 29 Ahmet Refik, On Altıncı Asırda İstanbul Hayatı (1553-1591), Maarif Vekâleti Devlet Basımevi, İstanbul 1935, s. 20. 30 A. Refik, a.g.e., s. 20; Emre Madran, Osmanlı İmparatorluğunun Klasik Çağlarında Onarım Alanının Örgütlenmesi 16.-18. Yüzyıllar, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, Ankara 2004, s. 109. 27 15 kaldırılarak kütüphane binası buraya yapılmıştır.31 Yine III. Ahmed döneminde Ramazan ayı boyunca bütün selâtin camilerinin minareleri arasında mahya kurulması yolunda bir ferman çıkarılmış, bunun üzerine dönemin sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın girişimiyle Eyüp Sultan Camii’nin uzunluğu yeterli görülmeyen Fatih dönemi minareleri yıktırılarak bunların yerine 1723’de ikişer şerefesi olan daha uzun minareler inşa ettirilmiştir.32 Lale Devrinden birkaç yıl sonra Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa da, Davutpaşa yakınlarındaki külliyesini inşa ettirmek istediğinde inşa tarihi tam olarak bilinmeyen Abdal Yakup Tekkesi’ni yıktırarak arazisine katmış tekke için yeni bir binayı ise biraz ilerisinde yaptırmıştır.33 19. yüzyıla doğru giderken değişen mimari anlayışa uyum sağlayamayan iki tarihi sarayın III. Selim tarafından yıktırıldığı görülmektedir. İlk yapıları I. Ahmed dönemine dayanan Tersane Sarayı bunlardan ilkidir. Sultan İbrahim’in doğduğu bu saray harem köşkleri ve hizmet binalarıyla III. Ahmed devrinde en parlak dönemini yaşamış, III. Selim’in saltanatında Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa’nın gayretleriyle kısım kısım yıktırılarak, 1802/03’de Tersane-i Amire sahasına katılmıştır. Sarayın arta kalan taşları Mihrişah Valide Sultan’ın Eyüp’te inşa edilmekte olan külliyesinde kullanılmak üzere Eyüp Sultan’a nakledilmiştir. Saray yıkılırken Has Oda Köşkü’nün bulunduğu saha korunmuş, aynı yere Aynalıkavak Kasrı inşa edilmiştir.34 Tarihe karışan bir diğer saray ise Eski Saray ve Topkapı Sarayı’ndan sonra İstanbul’un üçüncü büyük sarayı olan Üsküdar Sarayı/Kavak Sarayı’dır. İlk yapılarının Kanuni döneminde inşa edilmiş olduğu düşünülen sarayda, Mimar Sinan’ın II. Selim ve III. Murad için köşkler ve hamamlar yaptığı bilinmektedir. I. Ahmed, IV. Murad ve III. Ahmed de burada çeşitli binalar yaptırmıştır. III. Ahmed, Patrona Halil’in başlattığı isyanı bu sarayda öğrenmiş ve Topkapı Sarayı’na dönmüştür. 18. yüzyılın ikinci yarısından sonra hanedan ve devlet ricali Boğaziçi’nin Rumeli sahillerine ilgi göstermiş olduğundan burası terk edilmiştir. III. Selim saray sahasında bir bostancı kışlasının inşasına izin vermiş, 1794 sonrasında saray yıkılarak bazı mermer parçalar kısmen Semavi Eyice, “Ahmed III Kütüphanesi”, DİA, C. 2, İstanbul 1989, s. 40. Baha Tanman, “Eyüp Sultan Külliyesi”, TVİA, C. 3, İstanbul 1994, s. 238. 33 Baha Tanman, “Abdal Yakûb Tekkesi”, DİA, C. 1, İstanbul 1988, s. 55. 34 Haluk Y. Şehsuvaroğlu, “Aynalıkavak Kasrı”, REK. İA, C. 3, İstanbul 1960, s. 1615; Semavi Eyice, “Aynalıkavak Sarayı”, DİA, C.4, İstanbul 1991, s. 264-266. 31 32 16 Topkapı Sarayı’na nakledilmiş bir kısmı da Selimiye Kışlası’nın inşasında kullanılmıştır.35 (Fotoğraf 3.) II. Mahmud döneminde yenileşme hareketleriyle birlikte yıkımların da arttığı görülmektedir. Örneğin; Bizans’ın Büyük Sarayı’ndan kalan küçük kiliselerinden biri fetihten sonra uzun yıllar Arslanhane ve Nakkaşhane olarak kullanılmış 1804'te henüz ayakta olan kâgir kilise, yanındaki cebehanenin genişletilebilmesi için ortadan kaldırılmıştır.36 Yeniçeriliğin kaldırılmasının ardından Yeniçerilere ait pek çok yapı da toplar ve mancınıklarla yıktırılmıştır. Buna bağlı olarak Kanuni Sultan Süleyman devrinde Topkapı Sarayı'nda bostancılar için tesis edilen "Hastalık Odası" ismi de verilen hastane yapısı ve Fatih'in İstanbul'da yaptırdığı Eski Saray’ın son kalıntıları da Asâkir Mansûre-i Muhammediyye'nin yönetildiği kışla inşa ettirilmesi için yıktırılmıştır.37 Fotoğraf 3. III. Selim Döneminde Yıktırılan Üsküdar Sarayı. Gabriel Florent Auguste De ChoıseulGouffıer. Voyage Pittoresque De La Grèce, Paris, J.-J. Blaise, 1822. Http://Eng.Travelogues.Gr/İtem.Php?View=44624 Erişim Tarihi; 16.09.2018 Tülay Artan – Christoph K. Neumann, “Kavak Sarayı”, TVİA, C. 4, İstanbul 1994, s. 494. Semavi Eyice, “Arslanhane”, DİA, , C. 3, İstanbul 1991, s. 404. 37 Ara Altun, “Bab-ı Seraskeri”, DİA, C. 4, İstanbul 1991, s. 365. 35 36 17 Tanzimat öncesi bir ilginç yıkım hikâyesi de Fatih Külliyesinin Darüşşifası ile ilgilidir. Darüşşifa, geniş külliyenin bir parçası ve İstanbul'un Türk dönemine ait ilk hastanesidir. Açık avlulu, etrafında hücreleri, güney tarafında da kubbeli bir mescit mekânı bulunan darüşşifa medrese formunda inşa edilmişti. S. Eyice’nin yayınladığı arşivdeki bazı belgelere göre darüşşifanın mütevellisi Osman Ağa 1824 tarihli yazısında, binanın 1766 depreminde hayli harap hale düştüğünü, metruk haldeki yapının üzerindeki kurşunların eksilmekte olduğunu bildirerek, darüşşifanın yıktırılarak arsasının satılmasını önermiştir. II. Mahmud ise darüşşifanın ihyasını veya hana çevrilmesini istemiş, hassa mimarı Mustafa Ağa'nın bu amaçla bir keşif yapmasını emretmiştir.38 Mütevelli ile iyi uyuştuğu anlaşılan mimar, darüşşifanın üstü ahşap çatılı, 35 odalı hana dönüştürülmesinin çok masraflı olacağını ileri sürmüş, fazla gelir sağlamayacak bu proje yerine darüşşifanın yıkılmasının ve ahşap haneler yapılmak üzere arsasının satılmasının daha doğru olacağını raporunda bildirmiştir. Mütevelli ile hassa mimarının önerilerine uygun olarak darüşşifa yıktırılarak yalnız keşif planında yemekhane olarak gösterilen mihrap kısmı ileri çıkıntı teşkil eden kubbeli mescit bırakılmış ve etrafı parsellenerek satılmıştır. Darüşşifadan geriye kalan bu parça Demirciler Mescidi adı ile anılırken darüşşifanın yıktırılan arsasına evler yapılmıştır.39 Semavi Eyice, “Fatih Külliyesi”, TVİA, C.3, İstanbul 1994, s. 269. 1894 depreminde, Darüşşifa-Demirciler Mescidi önemli ölçüde harap olmuş 1895'te bakımsız ve harabe halinde olan bu bölüm, 1908 Çırçır yangınında, arkasından da 1918 yangınında çevresindeki ahşap evlerle birlikte yanmıştır. Bkz; S. Eyice, a.g.m., s. 269. 38 39 18 2.2. XIX. Yüzyılda Eski Eser Yıkımları ve Tahribi Durdurmaya Yönelik Faaliyetler Osmanlı mimari geleneğinde saray yapılarının yeni padişahın zevkine göre sık sık yıktırılıp yeniden yaptırıldığı görülmektedir. Örneğin; 1816 yılında II. Mahmud’un emri üzerine Topkapı Sarayı’na ismini veren ve Bizans döneminde de varlığı tartışılan Santa Barbara/Top Kapusu’nun mermer ve kesme taştan yapılmış kuleleri yıktırmış yerine kargir saray binaları yaptırmıştır.40 İlginç bir yıkım örneği de Sultan Abdülmecid döneminde yaşanmıştır. Padişah, 1846 yılında Bebek civarında bir gezinti yaptığı sırada III. Ahmed döneminde yaptırılan Hümayûnabad Kasrı’nın bakımsız halini görmüş, kasrın muhafazasına memur bekçi ile tamiri üzerine konuştuğunda bekçi “Efendim, bu köşk daha birçok padişah eskitir” demesi üzerine padişah geziden döner dönmez kasrın yıkım emrini vermiştir.41 Dolmabahçe, Beylerbeyi, Yıldız gibi saraylar 18. yüzyıldan itibaren defalarca yıktırılıp yeniden yaptırılmıştır. Bu yeniden inşa faaliyetleri sırasında bazı tarihi yapılar da yıktırılmıştır. Örneğin; III. Selim, kız kardeşi Beyhan Sultan'dan devraldığı Çırağan Sahilsarayı’nı tamir ettirip genişlettiği 1804 yılında, ilk yapımı 1621 yılına dayanan Beşiktaş Mevlevihanesi'ni yıktırıp biraz ilerisinde yeniden inşa ettirmiştir. II. Mahmud aynı sarayı 1836-1838 arasında büyütmek istediğinde Hanım Kadın Mescidi ve Eğribozlu Hacı Ahmed Ağa Mektebi gibi diğer bazı hayır eserleriyle beraber mevlevihaneyi de yıktırarak arsasını saray arazisine katmıştır.42 19. yüzyıl ile birlikte modern şehircilik çalışmaları İstanbul’da da başlamış geniş yollar ve modern çok katlı binaların gündeme gelmesiyle gerçek anlamda tarihi eser tahripleri de başlamıştır. Modern İstanbul’da kıymetli arazileri için ilk feda edilecek yapılar artık herhangi bir işlevi bulunmayan şehir surları olmuştur. 1863 tarihli bir padişah iradesinde surların yararsız ve engelleyici konumu üzerinde durularak, yıkılmaları emredilmiş ve yıkım sırasında elde edilen malzemenin ve arsaların mezat 40 Wolfgang Müller-Wiener, İstanbul’un Tarihsel Topografyası, YKY, 3. Baskı, İstanbul 2007, s. 318; İthifalci, a.g.e., s. 503. 41 İhtifalci, a.g.e., s. 822. 42 Baha Tanman, ‟Beşiktaş Mevlevihanesi”, DİA, C. 5, s. 554. Yıkımın ardından mevlevihanenin, bitişikteki Musahib Abdi Bey Yalısına nakledildiği ve II. Mahmud’un saraya eklenen bölümde kalan Mevlevi kabirlerinde her gece kandil yaktırdığı bilinmektedir. Sultan Abdülaziz, ağabeyi Sultan Abdülmecid'in 1859-60’da yıktırdığı Çırağan Sahilsarayı'nın yerine eskisinden daha büyük ve iddialı olan bugünkü sarayını yaptırırken 1867- 68’de mevlevihane olarak kullanılan yalıyı da yıktırınca Beşiktaş Mevlevihanesi ikinci defa taşınmak zorunda kalmıştır. Bu defa mevlevihane önce geçici olarak Fındıklı'daki Karacehennem İbrahim Paşa Konağı'na, ardından 1870'te de Maçka sırtlarında inşa ettirilen yeni binaya taşınmıştır. Beşiktaş Mevlevihanesi'nin devamı niteliğindeki Maçka Mevlevihanesi de ancak dört yıl ayakta kalabilmiş ve 1874'te halen istanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi olarak kullanılan kışlaya yer açmak için o bina da ortadan kaldırılmıştır. Mevlevihane daha sonra Eyüp Bahariye’ye geçmiştir. 19 yoluyla satılarak belediyeye hatırı sayılır bir gelir getireceği savunulmuştur. Ayrıca surların yıkımından kazanılacak arazinin, yolları genişletmekte ve ihtiyaç duyulan yeni binaların yapımında kullanılması planlanmıştır.43 1864 yılında Galata surlarının büyük bir kısmı semtin büyümesini engellediği için yıkılarak, yeni bir imar düzenlemesi yapılmıştır. Şehir surlarının kaldırılması Altıncı Daire-i Belediye mühendisi Marie De Launay tarafından planlamış, yıkımdan önce haritalar hazırlanmış ve surlardaki bazı armalar ile kitabeler toplanarak Asar-ı Atika Müzesi’ne götürülmüştür.44 Galata surlarında yıkım çalışmaları kısım kısım 19. yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir. Tarihi yarımadada da 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren surların zaman zaman tahrip edildiği görülür ancak en radikal öneriyi 1872 yılında Sadrazam Mithat Paşa sunmuştur. Buna göre şehrin daha rahat genişletilebilmesi için İstanbul’un batı tarafındaki surlarının yıkılmasını önermiştir.45 Z. Çelik’e göre çağdaş Avrupa şehirlerindeki tarihi surların yıkımına denk gelen ve çağdaşlaşma merakı bilinen Sultan Abdülaziz kolaylıkla bu öneriyi benimseyebilirdi. Ancak, kendilerini "İngiliz asar-ı atika taraftarları" olarak tanımlayan bir grup, iradenin çıkarılmasından önce müdahale ederek, 1400 yıllık surları kurtarmıştır.46 19. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’da iki büyük tahrip dönemi görülür; I- Hocapaşa Yangını sonrası kurulan Islahat-ı Turuk Komisyonu’nun yaptığı tahripler. II- Rumeli Demiryolu inşası sırasında yaşanan tahripler. İstanbul 18 Eylül 1865 günü, tarihinin en büyük yangınlarından birini yaşamış, Hocapaşa semtinde başlayan yangınla, kısa zamanda güneyde Marmara Denizi, kuzeyde Haliç, Batı'da Bayezid Külliyesi ve doğuda Ayasofya-Sultanahmet Camii aksı içindeki çok geniş bir alan otuz iki saat içinde yerle bir olmuştur.47 Bu yangın İstanbul’da şehircilik çalışmalarının önünü açmış, kurulan Islahat-ı Turuk Komisyonu ile pek çok cadde yeniden düzenlenmiş, yangın yerlerinin haritaları çıkarılmış, yangın alanındaki ahşap binaların yerlerine kâgir binalar yaptırılması istenmiştir. Kaynaklarda Islahat-ı Zeynep Çelik, 19. Yüzyılda Osmanlı Başkenti Değişen İstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1998, s. 58. Müller-Wiener, a.g.e., s. 322. 45 Z. Çelik, a.g.e., s. 59. 46 Z. Çelik, a.g.e., s. 59. 47 Z. Çelik, a.g.e., s. 47. 43 44 20 Turuk Komisyonu’nun çalışmaları sırasında tarihi eserlere zarar vermemeye özellikle dikkat ettiği belirtilir.48 Ancak komisyonun çalıştığı saha Aksaray’dan Ayasofya’ya, Marmara Denizi’nden Haliç sularına kadar çok geniş bir sahayı kapsar. Tarihi anıtlarla çevrili bu sahada eserlere zarar vermeden geniş yolların açılması neredeyse imkânsızdır. Örneğin Hilal-i Ahmer Caddesi’nin açılması sırasında Hocapaşa yangınında zarar gören Cağaloğlu’ndaki Hadım Hasan Paşa Medresesi’nin kuzey cephesi yıktırılmıştır.49 Bugün Eminönü civarına ismini veren ve şehrin önemli kapılarından biri olan Bahçekapı/Bağçekapusu (Oreapili/Güzelkapı) da bu çalışmalar sırasında tarihe karışmıştır.50 Komisyonun en çok müdahale ettiği bölge Divanyolu Caddesi’dir. 15. yüzyıl yapısı Atik Ali Paşa Medresesi’nin dört hücresi Divanyolu'nu genişletmek için kesilmiş, ilginç bir düzenleme olarak bu dört hücre yapıya ikinci kat olarak eklenmiştir.51 Cadde üzerindeki 1584 tarihli Mimar Sinan eseri Çemberlitaş Hamamı’nın soğukluğu bu düzenleme sırasında kesilmiştir.52 1659'da inşa edilen ve medrese, kütüphane ve türbeden oluşan Köprülü Külliyesi'nin türbesi de Divanyolu'na taştığından sökülmüş ve genişletilen caddeye paralel olarak bugünkü yerine yerleştirilmiştir. Yine yola taşan Firuz Ağa Türbesi, Atik Ali Paşa ve Sinan Paşa hazirelerinin bir kısmı da kaldırılmıştır. Özelikle bu mezar yıkımları sebebiyle Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa, "frenkperest"likle suçlanmıştır.53 Tüm bu gelişmeler eski eser meraklısı idareciler arasında bir rahatsızlık yaratmış olacak ki, 1869 tarihli ilk Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin 5. maddesinde eski eser çıkarmak için verilecek izinlerin sadece toprak altında bulunan eserler için geçerli olduğu, her türlü tarihi binadan veya Z. Çelik, a.g.e., s. 49. Semavi Eyice, “Hadım Hasan Paşa Külliyesi”, DİA, C. 15, İstanbul 1997, s. 6; Zeynep Ahunbay, “Hadım Hasan Paşa Medresesi”, TVİA, C. 3, İstanbul 1994, s. 489. 50 İhtifalci, a.g.e., s. 357; “Bağçekapusu”, REK. İ.A., C. 4, İstanbul 1960, s. 1791. İhtifalci Mehmet Ziya bu kapıyı şöyle tanımlar; “İstanbul’un sair kadim kapıları gibi bu da kemerli ve alçak idi. Hatta Surre-i Hümayun buradan geçeceği zaman kapının zeminini kazarak irtifaını arttırırlardı ve bu surette Mahmil-i Hümayûn’u taşıyan deve rahatça geçebilirdi.” 51 Mübahat S. Kütükoğlu, XX. Asra Erişen İstanbul Medreseleri, TTK Basımevi, Ankara 2000, s. 104; Behçet Ünsal, “İstanbul’un İmarı ve Eski Eser Kaybı”, Türk Sanat Tarihi Araştırma ve İncelemeleri II, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, İstanbul 1969, s. 38. 52 Semavi Eyice, “Çemberlitaş Hamamı”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 484. 53 Mezar yıkımları üzerine “Köprülü Mehmet Paşa ile Firuz Ağa’nın ruhaniyetinden korkmalı” diyen bir zata Fuat Paşa “Hareketim Köprülü’nün hoşuna giden işlerdendir, onun ruhunun şad olacağından eminim, Firuz Ağa’ya gelince, emsalini eslafından katledenler vardır, ondan da korkmam” cevabını vermiştir. “Divanyolu”, REK. İA., , C. 9, İstanbul 1968, s. 4625; Z. Çelik, a.g.e., s. 50-51. 48 49 21 onların müştemilatından olan şeylerin tahrip edilmesinin Ceza Kanununa göre suç olduğu belirtilmiştir.54 İnşaatına 1870 yılı içerisinde başlanan Rumeli Demiryolu inşaatı da 19. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’da hem Roma hem de Osmanlı dönemine ait eski eserlerin kaybına sebep olmuştur. Rumeli Demiryollarının Topkapı Sarayı içinden geçerek Sirkeci’ye varması dönemin vezirleri arasında ihtilaf yaratmış, Mütercim Rüşdi Paşa Sirkeci gibi şehrin en önemli noktalarından birinin istasyon olarak seçilmesine ve özellikle de demiryolunun Saray-ı Hümayûn dâhilinden geçmesine şiddetle itiraz etmiştir. Sultan Abdülaziz ise demiryolu gibi önemli bir imar hamlesi için her türlü fedakârlığı göstermeye razı olmuş, Sadrazam Ali Paşa da Sultanı desteklemiştir.55 İstanbul’un tarihi surlarının Marmara’ya bakan önemli kısmı bu inşa faaliyeti sırasında yıkılmıştır.56 Çatladıkapı, Kumkapı, Yenikapı, Davutpaşa İskelesi gibi noktalarda zarar gören surlar, demiryoluna ikinci ray hattının döşendiği 1910-1914 arasında bir kez daha tahrip edilmiştir.57 Tahripler sadece surlar ile sınırlı kalmamış, surların hemen arkasındaki hücre, mahzen, alt yapı sistemleri gibi arkeolojik kalıntılar da zarar görmüştür. Örneğin kökeni 5. yüzyıla dayanan Bukoleon Sarayı 1870 yılından itibaren demiryolları yapımı sırasında tahrip edilmiştir. Müller-Wiener’e göre aslan heykelleriyle bezenmiş deniz cephesi tamamen yok olmuştur.58 Ancak Bukoleon Sarayı’ndan çıkan aslan heykelleri kırılmamış, Müze-i Hümayun’a taşınmıştır.59 Metinde “merkûz olan her türlü asar-ı atika ve anların müştemilât ve teferru’âtından olan şeylerin” şeklinde geçmektedir. H. Çal, a.g.m., s. 395. 55 İhtifalci, a.g.e., s. 348. 56 Bizans araştırmaları ile tanınan İstanbullu Rum Dr. Paspatis, Rumeli Demiryolu inşasına başlandığı sırada Sirkeci’den Çatladıkapı’ya kadar adım adım tetkikatta bulunmuş, işçilerin kazma ve kürekleri altından çıkan her türlü enkaz ve parçayı inceleyerek defterine kaydetmiştir. Bkz; İhtifalci, a.g.e., s. 474. Türklerin bu kalıntılara bigâne kalmalarını ise İhtifalci şu sözlerle kaydeder; “Bizce daha doğrusu memleketin tarihiyle, mazisiyle meşgul olanlarca bu havali hiçbir zaman layık-ı tetebbu görülmemiştir, zaman zaman ecnebi mektepleri talebesinin muallim veya mürebbileri refakatiyle bu taraflara gelerek tetebbuda bulunduklarını hatta yıkık dökük parçalarının kurşun kalemle heyet-i hazıralarını tersim ettiklerini gördükçe düşünür, bu hale karşı bizim lakaydimizi manidar bir surette tefsir eder idim.” İhtifalci, a.g.e., s. 472. 57 Müller-Wiener, a.g.e., s. 318. 58 Müller-Wiener, a.g.e., s. 228 59 İhtifalci, a.g.e., s. 489. Heykeller günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzelerinde sergilenmektedir. 54 22 Fotoğraf 4. Rumeli Demiryolları’nın Topkapı Sarayı Hasbahçesi İçerisinde Kalan Arkeolojik Kalıntılar Üzerinde Yarattığı Tahribat. Hülya Tezcan, Topkapı Sarayı ve Çevresinin Bizans Devri Arkeolojisi, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, İstanbul 1989 Ek Kroki Rumeli Demiryolları yapımı sırasında sadece Roma eserleri değil İslam eserleri de yıkılmıştır. Özellikle hattın Cankurtaran bölgesinden sonra Saray-ı Hümayûn bölgesine girmesi, Topkapı Sarayı’nın tarihî bütünlüğü bozmuş, Marmara Denizi kıyısındaki yapıların kalıntılarını ve Gülhane Meydanı da denilen sarayın hasbahçelerini tahrip etmiştir. Bu tahriplerden biri de Yalı Köşkü’dür. İlk kez II. Bayezid zamanında yaptırıldığı bilinen köşk, III. Murad döneminde Topkapı Sarayı’nın önemli bir birimi haline dönüşmüş, donanmanın sefere uğurlandığı ve karşılandığı törenlere ev sahipliği yapmıştır. III. Ahmed döneminde son şeklini alan Yalı Köşkü demiryolu yapımı için Keçecizade Fuad Paşa'nın sadaretinde tarihe karışmıştır.60 (Fotoğraf 4.) Çalışmalar sırasında tespit edebildiği kadarıyla iki camii de demiryoluna feda edilmiştir. Bunlardan biri Demirkapı civarındaki Daye Hatun Mescidi’dir. İsmini Fatih Sultan Mehmet’in sütannesi Daye Hatun’dan alan mescit 1485 yılında inşa edilmiş, 18. 60 Doğan Kuban, “Yalı Köşkü”, TVİA, C.7, İstanbul 1994, s.417. 23 yüzyılın ortalarında Darüssaade Ağası Hacı Beşir Ağa tarafından müceddeden ihya edilmiştir. Sirkeci Garı’nın yapımı için 1873’de yıktırılmıştır.61 Daye Hatun Mescidi’nin yakınındaki ilk yapımı 15. yüzyılın sonlarına dayanan Elvan Mescidi de aynı amaçla ortadan kaldırılmıştır. Camii, aynı büyüklükte ve yakın bir yerde yapılmak şartıyla Demiryolu Kumpanyası tarafından istimlâk edilmiş, tekrar yapılması için mahalle halkı defalarca arzuhaller sunmuş, yazışmalar yapılmış, projeler çizilmiştir. Yakınlardaki bir vakıf arsasına yapılması kararlaştırılmış, ancak yıllarca sürüncemede kalarak yapılamamıştır.62 1871 yılında tramvay rayları döşenebilmesi için Alemdar Caddesi genişletilirken ise cadde üzerindeki Sultan III. Murad zamanında Mehmet Ağa tarafından yaptırılan çeşme sökülmüştür.63 Aynı ameliye kapsamında 1769 tarihli Zeynep Sultan Cami’nin sebil ve türbesi de yıktırılmıştır. Sultan III. Ahmed’in kızı Zeynep Sultan'ın kemikleri bir sandukaya konularak mahzene gömülmüş, çok sonraları caminin haziresine nakledilmiştir.64 1873 yılında Ayasofya çevresinde de bazı yıkımlar görülür. Etrafındaki ahşap mahallelerle birlikte ilk inşası Fatih dönemine dayanan çeşitli tamirler görerek klasik mimari üslubu büyük ölçüde sürdürmüş olan medresesi yıktırılmıştır.65 Yerine modern üslupta bir medrese yaptırılmıştır.66Ayasofya’nın antik avlusuna/atriumuna ait son kalıntılar da aynı düzenlemeler çerçevesinde 1873 yılında sökülmüştür.67 Zikrettiğimiz yıkımların ardından gelen 1874 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesinde ilk defa eski eser yıkımlarına ait hükümler bulunmaktadır. Nizamnamenin 6. maddesinde “Taşınmaz kültür varlıklarından sahipli yerlerde bulunan ve mükemmel olan bazı mabetlerin ve diğer binaların muhafazası için” hükümet tarafından memur dahi gönderilebileceği söylenirken 14. maddesinde mabet, tekke, medrese ve mezarlıklarda kazı yapılması yasaklanmıştır. Nizamnamenin 35. maddesinde ise umumi veya hususi mahallerdeki tarihi binalara ve diğer dikili olan eski 61 İhtifalci, a.g.e., s. 340; İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları Suriçi (Fatih) Camileri ve Mescidleri, (Ed.: Fatih Dalgalı), C. 2, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı Kültür Varlıkları Projeler Müdürlüğü, İstanbul 2015, s. 137; “Demirkapusu Mescidi”, REK. İ.A., C. 8, İstanbul 1966, s. 4388; Tahsin Öz, İstanbul Camileri I-II, C.1, TTK, Ankara 2015, s. 47. 62 İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2, s. 144; “Elvan Mescidi”, REK. İA., C. 9, İstanbul 1968, s. 5028; İhtifalci, a.g.e., s. 339; T. Öz, a.g.e., C. 1, s. 51. 63 Fazıl Ayanoğlu, "İstanbul'da Yola Kalbedilen Cami Vesaire", Vakıflar Dergisi, S. 8 (1969), s. 334. 64 Gülbin Gültekin, “Zeynep Sultan Camii ve Sıbyan Mektebi”, TVİA, C. 7, İstanbul 1994, s. 550. 65 İçerisindeki talebe ise geçici olarak çeşitli yerlere dağıtılmıştır. Bkz; M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 44. 66 Bu medrese de 1936 yılında yıktırılmıştır. 67 Müller-Wiener, a.g.e., s. 93. 24 eserlere zarar verenlerin ceza kanunun ilgili maddesi uyarınca cezalandırılacakları kayda alınmıştır.68 Nizamnamede “umumi” ve “hususi” ayrımı yapılması özel mülkiyete geçen tarihi eselere de bir koruma getirilmeye çalışıldığı intibaını uyandırmaktadır. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde savaşların yarattığı tahrip, İstanbul’un eski eserlerine de sirayet etmiştir. 1877-78 Rus Savaşından kaçıp İstanbul’a gönderilen muhacirler bazı medreselere ve eski eserlere yerleştirilmişlerdir. Şüphesiz bu durum da eski eserler üzerinde bir tahrip yaratmıştır. Örneğin; Davud Paşa Cami’nde barınan muhacirler, caminin içerisinde ateş yaktığı için mukarnaslı mihrap zarar görmüştür.69 17. yüzyılın sonlarında inşa edilip, Boğaziçi’nin en eski yalısı olarak bilinen ve bugüne ancak divanhane kısmı gelen Amcazade Yalısı da göçmenlerin tahribinden nasibini almıştır. Asıl yalı olarak bilinen harem kısmına 1878 Rumeli bozgunundan kaçan muhacirler yerleştirilmiş, bu yüzden pek kısa bir zamanda harap olmuş, arta kalan kısımları ise I. Dünya Savaşı içinde yıktırılmıştır.70 Aynı dönemde eski eserlerin yıkılarak yerine gelir getirecek modern han binalarının yapıldığı da görülür. Mesela şehrin ilk külliyelerinden Mahmut Paşa Külliyesi’nin hamamının kadınlar kısmı harap vaziyete düşmüş 1878 yılında tamamen yıkılarak yerine Abud Efendi Hanı yaptırılmıştır.71 Yeni Cami Külliyesi’nin sıbyan mektebi ve darülhadisi ise Postane-i Amire binasının yapımı için ortadan kaldırılmıştır.72 Gelir getirmek için yapılan önemli bir düzenleme de yapıların işlevinin değiştirilmesidir. Bu çerçevede hamam, imaret hatta medrese gibi yapıların bazı parçaları ya da tamamı dükkâna dönüştürülmüştür. Örneğin; Eminönü Alaca Hamam’ın kadınlar kısmının camekânı mağazaya dönüştürülmüştür.73 Aynı şekilde ekonomik çıkar sağlamak maksadıyla yıktırılan bir diğer yapı da Elçi Hanı’dır. 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti’ne gelen yabancı elçiler bu handa ikamet ettirilmiş, elçilik maiyetinde İstanbul’a gelen pek çok ressam şehri bu handan resmetmiştir. Elçi Hanı, 1865 Hocapaşa yangınında harap olmuş, 1870’de aynı yerde bir F. Gerçek, a.g.e., s. 266-270; N. Can, a.g.e., s. 1-5. Ekrem Hakkı Ayverdi, “Davudpaşa Cami”, REK. İ.A, C. 8, İstanbul 1966, s. 4292. 70 Cahide Tamer, “Anadoluhisarı’nda Meşruta Yalı, Amucazade Hüseyin Paşa Yalısı”, REK. İA., C. 2, İstanbul 1959, s. 824-827. 71 Müller-Wiener, a.g.e., s. 330. 72 T. Öz, a.g.e., C.1, s. 153. 73 “Alacahamam”, REK. İA., C. 1, İstanbul 1958, s. 570. 68 69 25 kütüphane yapılması kararlaştırılmış ancak bir müddet sonra II. Abdülhamid’e yakın isimlerden Osman Bey’in mülkiyetine geçirilmiştir. Osman Bey de 1880’de (veya 1883) hanın kalıntısını tamamen yıktırarak yerine Matbaa-i Osmâniyye denilen büyük binayı inşa ettirmiştir.74 Tarihi eserlerin bu şekilde özel mülkiyete geçirilip kolayca yıktırılması rahatsızlık yaratmış olacak ki 1884 yılında Osman Hamdi Bey tarafından hazırlanan Asar-ı Atika Nizamnamesinde bu tarz eski eser tahriplerini önlemeye ilişkin maddelere yer verilmiştir. Nizamnamenin 4. maddesinde; “Cemaat ve şahısların tasarrufları altındaki arazi ve mekânlarda mevcut ve gömülü olan asar-ı atikayı hodbehot yıkıp kaldırmağa arazi sahiplerinin salahiyetleri yoktur. Ve bu eserleri vaziyet-i asliyelerinde korumak için lazım gelen tedbirleri hükümet alacaktır” ifadesi yer almaktadır. Nizamnamenin 5. maddesinde bu dönemde hangi tahriplerin yaşandığı, zikredilen yasaklarla gözler önüne serilmektedir. Buna göre sahipleri tarafından arazide ruhsatsız keşfolunacak tarihi binaları, antik yolları, kale duvarlarını, burç istihkâmlarını ve mezarları bozmak ve parçalayıp tahrip etmek yasaktır. Bu dönemde bazı harabelerden toplanan mimari parçaların yeni inşaatlarda ve kireç ocaklarında kullanıldığı anlaşılmış olacak ki eski eserlerde zarara sebep ve vesile olmamak için harabelerden 250 metre mesafede kireç ocakları inşası ve eski eserlerin yakınında, bunlara zarar getirebilecek her nevi inşaat ve ameliyat icrası yasaklanmıştır. Aynı madde içerisinde yıkılmış eski binalarda yerde yatan taşların kaldırılması ile ölçmek ve resim kalıplarını almak için velhasıl her ne maksatla olursa olsun eski binalara iskele kurulması da yasaklanmıştır. Bu iskele ve araştırma yasağının tarihi binalara ait mimari parçaların sökülerek çalınmasına engel olmak amacıyla eklendiği düşünülebilir. Yine bu nizamnamede geçen ifadelerden Cumhuriyet döneminde sıkça görülen yanlış kullanıma bağlı tahriplerin Osmanlı’nın son döneminde de yaşandığı görülmektedir. Nizamnamenin 5. maddesinde eski eserleri gerek tümüyle gerek kısmen özel maksatlar için kullanmanın, ev haline getirmenin, hububat, ot ve saman ambarı yapmanın, tarihi parçaları havuz, yalak ve çeşme gibi yerlerde kullanmanın kesinlikle yasak olduğu kayıt altına alınmıştır.75 Bu çağda eski eserler üzerinde yaşanan ilginç “Matbaacı” lakabıyla tanınan Osman Bey’in bu davranışı pek hoş karşılanmamış ve 1890’da ölümü dolayısıyla aleyhine yayınlar yapılırken bu tarihî eseri mülkiyetine geçirip yok edişi de kınanmıştır. Bkz; Semavi Eyice, “Elçi Hanı”, TVİA, C. 3, İstanbul 1994, s. 148. 75 N. Can, a.g.e, s. 6-7. 74 26 tahrip faktörlerinden biri de bilinçsiz ellerce yapılan tamiratlardır. Sanat tarihi ve restorasyon algısının henüz gelişmediği bir dönemde, tarihi abidelerin özellikle tezyinatında temizleme ve güzelleştirme adına tahripkâr müdahaleler yapılmıştır. Örneğin; Ayasofya Cami’nin 1847-1849 yılları arasında İsviçreli mimar G. Fossati tarafından gerçekleştiren tamiratında hem mimari aksamında (payanda, eski hünkâr mahfili gibi), hem de tezyinatında (çini ve kalemişleri gibi) bazı tarihî parçalar kaldırılmıştır.76 1848-1851 yılları arasında tamirat gören Süleymaniye Camii’nde de bazı kalemişleri ve çiniler kaldırılmış yerlerine Avrupa etkisinde süslemeler uygulanmıştır.77 Sultanahmet Camii’nde ise benzer tahripkâr tamirat 1868 yılında yapılmış yine bazı kalemişleri badana ile örtülmüş ve halıları Avrupa halıları ile değiştirilmiştir.78 Modernleşme adına benzer bir tahrip de Çinili Köşk’te yaşanmıştır. 1873 yılında Asar-ı Atika Müzesi’ne tahsis edilip müze binası olarak düzenlendiği sırada köşkte bulunan çinilerin bir kısmı tahrip edilmiş, mevcut merdiven iptal edilerek dışarıdan merdiven yapılmış, zeminine mermer döşenmiş, bazı bölme duvarlar, pencereler ve ocaklar kaldırılarak yeni kapı ve pencereler açılmıştır.79 (Fotoğraf 5.) Sultanahmet meydanında bulunan Örme Sütun’un 1894 yılındaki onarımı için Topkapı civarındaki şehir surlarından taş alınmasına müsaade edilmesi de restorasyon-tahrip bağlamında zikredilmesi gereken ilginç bir örnektir.80 Hasan Fırat Diker, Belgeler Işığında Ayasofya’nın Geçirdiği Onarımlar, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 2010, s.41, 72-86. 77 Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, s. 201. 78 Cumhuriyetin ilk yıllarında camilerle ilgili hazırlanan bir raporda durum şu sözlerle eleştirilmiştir; “Bu camiler asırlar geçirmiş, çürüyen taşlar, dökülen kalem işleri, düşen çiniler hep birbirini takip etmiştir. Tarihin ve fiziki çevrenin tahrip ettiği bu eserleri onarmak için cehalet ve bilgisizlik döneminde yapılan şey; sadece sıva, boya ve badanada başka bir şey değildir. Pırlanta değerinde ince işlerin hepsi onarım adına yapılan bu mülevves tabakalarla örtülmüştür. Bu tarihin yazdığı çok çirkin bir lekedir ki, şimdi bu lekeyi temizlemek vazifesi bize düşmüştür.” Bkz; N. Öztürk, a.g.e., s. 201-202. 79 Semavi Eyice, “Çinili Köşk”, DİA, C. 8, İstanbul 1993, s. 339. 80 Emre Madran, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kültür Varlıklarının Korunmasına İlişkin Tutumlar ve Düzenlemeler: 1800-1950, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, Ankara 2002, s.63. 76 27 Fotoğraf 5. Müze Olduğu Dönemde Çinili Köşk. İ.B.B. Atatürk Kitaplığı Kartpostal Koleksiyonu, Krt_005749.jpg. 28 2.3. XX. Yüzyılın Başlarında (1900-1922) Eski Eser Yıkımları ve Tahribi Durdurmaya Yönelik Çalışmalar İstanbul’da gerçek anlamda yıkımların ve tahriplerin 20. yüzyıl ile birlikte başladığı söylenebilir. Büyük savaşlar öncesi bu dönemde İstanbul’da nüfus artmış, demiryolu ve liman işletmelerinin de etkisiyle ticaret hayatı canlanmıştır. Bu gelişmeler şehircilik sahasına da yansımış imar faaliyetlerine girişilmiştir. Bunlardan ilki sadece fikir düzeyinde kalan Fransız Mimar Joseph Antoine Bouvard’ın (1840-1920) imar planlarıdır. Saltanatının son yıllarına doğru İstanbul'un bakımsızlığı konusunda Avrupa gazetelerinde yayımlanan yazılar üzerine II. Abdülhamid, o zamanki Paris elçisi Salih Münir Paşa'yı İstanbul’da bulunduğu bir sırada makamına çağırarak şehir planları yapılması için yardımcı olmasını istemiştir. Salih Münir Paşa'nın Fransa'daki girişimleri olumlu sonuca ulaşır ve 1900'de Bouvard ile anlaşılır. Kendisine yardımcı olması için İstanbul'un değişik yerlerine ait büyük ölçekli fotoğraflar yollanır. Bouvard İstanbul'u görmeden, genel bir plan yerine şehrin çeşitli yerlerine ait noktasal düzenlemeler içeren bir dizi öneriyi fotoğraflar yardımıyla Paris'te hazırlamıştır.81 Uygulanamayan ancak dönemin imar çalışmaları açısından ilginç öneriler sunan bu planlar pek çok yıkım önerisini de beraberinde getirir. Örneğin Sultanahmet Meydanı düzenlemesi için çizdiği görsellerde, Sultanahmet Medresesi ve Camii avlusunun bir bölümü yoktur. Antoine Bouvard, Sultanahmet Külliyesi'ne ait medresesinin yıkılmasını, kuzeyde kalan bahçesinin yok edilmesini, bunun yerine küçük bir Fransız bahçesi yapılmasını önermiştir. Yine meydanın diğer yanındaki İbrahim Paşa Sarayı'nın ortadan kaldırılarak, 480 m uzunluğunda cephesi olan anıtsal bir polis müdürlüğü binasının yapılmasını tasarlamıştır.82 Bouvard’ın hazırladığı projeler arasında Beyazıd Meydanına ait tasarımlar da bulunur. Yaptığı çizimde Seraskerlik Kapısı’nın tam karşısına gotik üslupta yüksek kulesi olan başta Münih olmak üzere pek çok Avrupa şehrinde bir benzeri bulunan belediye sarayı yerleştiren mimar, Bayezid Medresesi ile hamamını görsellerden 81 82 M. Rıfat Akbulut, “Joseph Antoine Bouvard”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 315-16. Z. Çelik, a.g.e., s. 93-94. 29 kaldırmıştır. Önerisine göre buraya yan yana Endüstri ve Tarım Müzesi ile Milli Kütüphane’nin büyük boyutlu binaları yapılacaktır.83 20. yüzyılın başlarında yol açma faaliyetlerine bağlı yıkımlar hız kazanmıştır. 1905 yılında Mimar Hasan Ağa Medresesi’nin bir kısmı yıktırılmıştır. İnşa tarihi hakkında çok fazla bilgi bulunmayan ve günümüze ulaşamayan medrese, Çarşıkapı’da Tavuk Pazarı yakınında olmalıdır. 1905’de yol genişletmesi sırasında medresenin arsasına müdahale edilmiş ve üçgen bir arazi üzerinde üç oda, gezinti yeri ve bahçeden ibaret kalmıştır.84 Bu dönemde ihmal kaynaklı tahriplerin de arttığı görülmektedir. İstanbul’un en büyük hanlarından biri olan Büyük Valide Han yapıldığı tarihten 20. yüzyıla kadar hiçbir ciddi tamir görmemiş, hanın bir kısmı 1906 senesinde çökmüştür.85 1906 yılında çıkarılan Osmanlı Devleti’nin son Asar-ı Atika Nizamnamesi’nde de eski eser tahriplerine ilişkin bir madde mevcuttur. Esasen tahriplere yönelik 1884 Nizamnamesindeki hükümlerle benzer içeriğe sahip olan Nizamname, Cumhuriyet döneminde 1973 yılında çıkarılan Eski Eserler Kanununa kadar yürürlükte olması açısından da önemlidir. Nizamnamenin 8. maddesinde o dönemde sıkça yaşandığı anlaşılan ve yasaklanan eski eser tahripleri şunlardır; I- Bina ya da her türlü taşınmaz eski eseri ne suretle olursa olsun yerinden oynatmak, yıkmak, sakatlamak ve mahvetmek, veyahut yapılan tahrip sonucu eski eserden kopan/ayrılan parçaları yetkili kurumlardan ruhsat almadan zapt eylemek, II- Eserler ve taşınmaz eski binalara 300 metreden yakın kireç ocağı ve tuğla harmanı inşa etmek,86 III- Eski binalara gerek doğrudan ve gerekse herhangi bir vasıta ile zarar verecek yakınlıkta her türlü çalışmada bulunmak, IV- Eski binaları ölçmek, kalıplarını ve stampajlarını yapmak için veya her ne maksatla olursa olsun -özellikle ruhsatsız- eski eserlere iskele kurmak, Semavi Eyice, “Bayezid Külliyesi”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 90. M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 103. 85 “Büyük Valide Han”, REK. İA., C. 6, İstanbul 1963, s. 3313. 86 1884 Nizamnamesinde bu mesafe 250 metre olarak belirlenmişti. 83 84 30 V- Eski eserler içerisinde ikamet etmek, VI- Eski eserleri ahır, zahire ya da ot ve saman ambarı ya da başka bir şekilde kullanmak. 1906 Asar-ı Atika Nizamnamesi sayılan bu tür tahripleri yapanlara ceza kanunun ilgili maddesi gereğince tazminat ve para cezası ile birlikte bir aydan bir seneye kadar da hapis cezası öngörmektedir.87 II. Meşrutiyetin ilanından itibaren İstanbul’da geniş çaplı yıkımların ve ihmallerin arttığı görülmektedir. Tıpkı Sirkeci Garı gibi, 1908 yılında inşası tamamlanan Haydarpaşa Garı da bir caminin yıktırılmasına vesile olmuştur. Haydar Dede Mescidi olarak anılan bu yapı, Nakşibendi Şeyhlerinden Buharalı Haydar Dede (ö.1700)’nin tekkesi olarak inşa edilmiş, III. Mustafa zamanında son şeklini almıştır. Haydarpaşa Garı yapılırken tekke ve mescit kaldırılmıştır.88 İlk inşası Fatih dönemine dayanan Kalenderhane Medresesi’nin ve 16. yüzyılın ikinci yarsında inşa edilen Semiz Ali Paşa Medresesi’nin bir kısmı 1909’da imar faaliyetleri çerçevesinde yıktırılmıştır.89 Yine Meşrutiyet’in ilk yıllarında yıkılma tehlikesi gösterdiği gerekçesi ile yeniden yapılmak üzere, ilk yapımı II. Bayezid dönemine dayanan son tamirini 18. yüzyılda gören Şeyh Vefa Camii, medresesi ile birlikte ortadan kaldırılmıştır. Ancak araya I. Dünya Savaşı’nın girmesi nedeniyle arsa uzun süre boş kalmıştır.90 1910 yılında Direklerarası semtine ismini veren Şehzadebaşı Damat İbrahim Paşa Külliyesi’nin dükkânları önündeki mermer sütunlu revaklar caddeden geçecek elektrikli tramvay hattı için sökülmüştür.91 Aynı cadde üzerinde yer alan ve ilk yapımı 17. yüzyıla dayanan kubbeli, sütunlara dayanan bir şebekeyle çevrilmiş Meczup Osman Baba Türbesi de yine aynı çalışma kapsamında bir gecede yıktırılmış, açık türbedeki diğer taşlarla birlikte, Osman Baba’nın mermer lahit biçimindeki sandukası Şehzade Camii haziresine 87 N. Can, a.g.e., s. 70. İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Üsküdar Tarihi, C. 1, Türkiye Yeşilay Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1976, s. 162. 89 M. Kütükoğlu, a.g.e., s.141; 249. 90 Baha Tanman, “Şeyh Vefa Külliyesi”, TVİA, C. 7, İstanbul 1994, s.174. Camii ancak 1990-1994 yılları arasında yeniden inşa edilmiştir. 91 Raşit Çavaş, “Direklerarası”, TVİA, C. 3, İstanbul 1994, s. 60. 88 31 taşınmıştır.92 Yine Cerrahpaşa Külliyesi’nin Hamamı da bu dönemde terk edilmiş ve bir kısmı tahrip edilmiştir.93 Meşrutiyet yıllarında Vakıflara bağlı eski eserler, yaşanan deprem ve yangınların ardından harap vaziyete düşmüş, tamir de edilemeyerek mahalle aralarında yıkıntı halinde bırakılmışlardır. Şehrin en kıymetli arazilerinde kalan ve artık istifade edilemeyecek durumdaki bu tarz eserler, arsaları için elden çıkartılmış ve yıktırılmıştır. Cumhuriyet döneminde de örnekleri görülen bu uygulamalar planlı bir şekilde, Ürgüplü Hayri Efendi’nin94 Evkaf Nazırı olarak, Mimar Kemaleddin’in de Evkaf Nezareti İnşaat ve Tamirat Müdürlüğü’nde görevlendirilmesi ile başlamıştır. Ürgüplü Hayri Efendi 1910 yılında Evkaf nazırlığına atandığında İstanbul’da boş vakıf arsaları ile harap ve yıkık vakıf yapılarının yerlerine modern binalar yapılarak hem vakıf kültürünün yeni hayat düzenine uyum sağlamasını hem de vakıfların gelirini arttırmayı hedeflemiştir. Hükümetin de desteği ile 21 Mayıs 1911’de “Harap Mebani-i Vakfiyye ve Vakıf Arsalarının Nakde Tahvili Hakkında Kanun” teklifi Meclis-i Mebusan’a sunulmuştur. Tek maddelik kanun teklifine göre maksatları açısında menfaati bitmiş ve artık ihtiyaç hâsıl olmayan vakıf binaları ile vakıf arsalarını nakde çevirmeye Evkaf Nezareti yetkilidir. Kanun metninde “satılma, satış” gibi kelimelerin kullanılmamasına dikkat edildiği, bu tabir yerine “nakit ile bilistibdal (değiştirme)” tabirinin kullanıldığı görülmektedir. Madde hükmüne göre satıştan hâsıl olan meblağ ise yine kendi cinslerinden olan hayır müesseseleri inşasına, bölgede buna ihtiyaç görülmediği takdirde de civarında bulunan hayır müesseselerinin daimi masrafları temin edildikten İhtifalci, a.g.e., s. 615. 1944 yılında bölgeyi gezen Reşad Mimaroğlu ancak birkaç parça moloza ve kurnaya rastlayabilmiştir. Reşad Mimaroğlu, “Cerrahpaşa Hamamı”, REK. İA., C. 7, İstanbul 1971, s. 3507. 94 1867 yılında Ürgüp’te doğan Mustafa Hayri Efendi, Fâtih Medresesi’nden ve Mekteb-i Hukuk’dan mezun olmuştur. Hem medreselerde hocalık hem de mahkemelerde hâkimlik yapan Hayri Efendi, Selânik’te iken İttihat ve Terakkî Cemiyeti’ne katılmıştır. II. Meşrutiyet’in ilânından sonra Niğde mebusluğu ve Evkāf-ı Hümâyun nazırlığı yapmıştır. Sait Halim Paşa kabinesinde Evkaf nazırı iken aynı zamanda 16 Mart 1914’te şeyhülislâmlığa da atanmıştır. Hayri Efendi’nin Evkaf nâzırlığı ile şeyhülislâmlığı 6 Mayıs 1916’ya kadar sürmüştür. Bir süre köşesine çekilen Hayri Efendi, Vahdeddin’in saltanatında 14 Ekim 1918’de kurulan İzzet Paşa kabinesinde Adliye Nazırlığı görevini üstlenmiştir. İstanbul’un işgalinin ardından, İngilizler tarafından Malta’ya sürgüne gönderilmiş, serbest bırakılmasının ardından Anadolu’ya geçerek Mustafa Kemal ve diğer devlet erkânıyla görüşmelerde bulunmuştur. Bu tarihten sonra yaşlılığı ve hastalığı sebebiyle görev almayan Hayri Efendi, ömrünün geri kalan kısmını Ürgüp’te geçirmiş ve 8 Ağustos 1922’de vefat etmiştir. Şeyhülislâm Hayri Efendi, üstlendiği meşihat ve bilhassa Evkaf nazırlığı sırasında çok önemli ve köklü icraata girişmiştir. Bu icraatı, medrese-mektep programlarının ve vakıfların ıslahı şeklinde başlıca iki noktada toplanabilir. Medrese ıslahatının ilk olarak İstanbul’dan başlaması uygun görülmüş, İstanbul medreseleri bir heyet tarafından tek tek dolaşılarak çeşitli açılardan durumları tespit edilmiştir. Hayri Efendi’nin Evkaf nazırlığı zamanında vakıflarda da önemli ıslahat ve gelişmeler sağlanmıştır. İmaretlerin ıslahı, vakıf kiralarının arttırılması, vakıf müzesinin (Evkāf-ı İslâmiyye Müzesi) ve matbaasının (Evkāf-ı İslâmiyye Matbaası) teşkili, kendine has mimarileriyle büyük vakıf hanlarının inşa edilmesi, Gureba Hastahanesi’nin yeni bina ve imkânlara kavuşturulması, vakıf kütüphanelerinin tamiri, Fâtih Camii’ne elektrik tesisatı döşenerek ilk defa bir vakıf eserin bu yolla aydınlatılması söz konusu gelişmeler arasında sayılabilir. Bkz; Mehmet İpşirli, “Hayri Efendi, Mustafa”, DİA, C. 17, İstanbul 1998, s. 62-64. 92 93 32 sonra, bulundukları mahallerin ihtiyaçlarına dikkat ve itina edilerek evvela mescitler, ikinci olarak sıbyan mektepleri ve medreseler üçüncü olarak hastane gibi hayır müesseseleri inşası ve masraflarının karşılanması için kullanılacaktır. Sunulan yasa teklifi hem Meclis-i Mebusan’da hem de Meclis-i Ayan’da uzun tartışmalar yaratmıştır. Meclis-i Mebusan’da ilk sözü alan İzmir Mebusu Seyyit Bey, memleketin pek çok yerinde artık istifade edilemeyecek derece harap vakıf eserleri olduğunu, bunların başkalarının işgali altından kurtarılıp Evkaf İdaresi tarafından değerlendirilmesi gerektiğini söyler. Ardından Çankırı Mebusu Mehmet Tevfik Efendi söz alarak Evkaf Nazırının şahsına ve yapmak istediği uygulamalara karşı saygısı olduğunu ancak geleceği düşününce maddeyi reddetme taraftarı olduğunu ifade eder. “Tesis maksatlarına göre menfaati bitmiş ve artık ihtiyaç hâsıl olmayan” 95 gibi ifadelerin bugün olmasa bile ileride Galata civarındaki pek çok camilerin, medreselerin ve mescitlerin “cayır cayır yakılarak yerine mağazalar, apartmanlar” yapılmasına sebep olacağından korktuğunu söyler. Bu sebeple ifadenin daha açık surette yazılmasını teklif eder. Konuşmaya cevap veren Seyyit Bey kullanılan tabirin fıkhî bir terim olduğunu, hiçbir vakit hiç kimsenin bu tabiri suiistimal ederek namaz kılınan bir camii veya içinde tedrisat icra olunan bir medreseyi satmaya cesaret edemeyeceğini beyan eder. Müzakerelerde ilginç olarak bir gayrimüslim mebus da söz alarak maddeye karşı çıkmıştır. Serfice Mebusu Vanvaka Efendi konuşmasında satılması düşünülen mallara ait bir listenin kanuna ek olarak verilmesinin daha doğru olacağını bildirerek “Bu satılacak emval, emval-i menkule meyanında mescit ve camii gibi mebanî var mı? Ve bunların istibdali şer’an caiz midir, değil midir?” diye sorar. Ardından söz alan Bursa Mebusu Ömer Fevzi Efendi kanunu destekleyerek “Etrafında ehl-i İslam bulunan bir mahalde hiçbir camii, hiçbir mescit yıktırılıp da satılamaz. Hiçbir medrese satılamaz. Bunlardan katiyen emin olmalıyız” der. Karesi Mebusu Abdülaziz Mecdi Efendi ise bu kanunun şer’i hükümler içerdiğini, bu nedenle bu kararı alacak merciin meclis değil meşihat makamı olduğunu söylemiştir. Tüm bu konuşmalar üzerine o sırada mecliste bulunan teklifin mimarı Evkaf Nazırı Ürgüplü Hayri Efendi söz alarak kanunun içeriğine açıklama getirir; Orijinal Metinde “Maksad-ı tesislerine nazaran menfaati fevt ve müstağni-i anha olan mebani-i vakfiyye” şeklindedir. 95 33 “Evvela bir nokta hakkında fikirleri biraz tenvir etmek isterim. Bir kere, Tevfik Efendi biraderimizin dediği gibi, mamur olan bir camii-i şerifi lağıv ile tebdil etmek gibi bir fikir hiç kimsenin aklına gelmez. Zaten ne madde-i kanuniyyede öyle şey var ve ne de böyle bir şey tasavvur olunabilir. Ve bunlar zaten “müstağni-i anh” de değildir. Biz burada medrese gibi, mektep gibi, çeşme gibi mesela harap olmuş, arsa haline gelmiş ve mezbele ittihaz edilmiş mahalleri kastediyoruz. Bunların bulunduğu mevki itibariyle de orada mektep yapmak, medrese yapmak imkânı yoktur ve yapmak için de ne vakıf varidatı var ve ne de faydası vardır ve ona da ihtiyaç yoktur. Eğer civarında yapmaya imkân ve ihtiyaç varsa, orada yapmak ve eğer ihtiyaç yok ise, civarında bulunan ve cinsten olan emakin-i vakfiyyenin masarif-i daimesi temin edildikten sonra, fazla kalan para ile oranın ihtiyacı nazar-ı itibara alınacak. O ihtiyaç nedir? Orada mescid-i şerif yapmak lazım ise, evvela o nazar-ı itibara alınarak mescid yapmak, mescid-i şerifeye ihtiyaç yok ise, mekâtib-i iptidaiyyeye, medreseye ihtiyaç var ise onu yapmak. Ona da ihtiyaç yoksa, hastahaneye ihtiyaç varsa onu yapmak yani o şeyi nakit ile istibdal edip hâsıl olan mebaliğ ile bu suretle birtakım emakin-i mukaddese vücuda getirmektir. Maksat işte budur. Yoksa hiçbir kimsenin hatır ve hayaline gelmez ki mamur olan bir şeyi satalım da onun parasını başka bir yere sarfedelim. Bu hatıra bile gelmez. Farz edelim ki gelse bile yapılamaz bir şeydir.” Ancak bu açıklamalar da tartışmaların önünü alamaz. Kanun üzerinde pek çok değişiklik teklifi verilir ancak hiçbiri kabul edilmez. Bu teklifler arasında satılacak eserlerin tarihi kıymetine dikkat çeken tek isim Denizli Mebusu Gani Bey’dir. Verdiği değişiklik teklifinde, kanuna “tarih ve sanat açsından özel bir önemi olmayanlar” ibaresinin eklenmesini ister ancak teklifi reddedilir. Hayri Efendi bu teklife “Zaten kıymet-i tarihiyyesi olanlar muhafaza ediliyor efendim. Hatta bugün bizim elimizde birçok harap binalar vardır ki, kıymet-i tarihiyyeleri hasebiyle bunları muhafaza ediyoruz.” cevabını vermiştir. Ankara Mebusu Hacı Mustafa Efendi’nin söz alarak kanun teklifinin İslam hukuku açısından herhangi bir mahsur taşımadığını açıklayan 34 konuşmasının ardından kanun teklifi altmış dört kabul, yirmi ret oyla kabul edilip Meclis-i Ayan’a gönderilmiştir.96 24 Mayıs 1911’de Meclis-i Ayan’da ilk olarak komisyon tarafından incelenen teklifin baş kısmına, gelen eleştirilerin dindirilmesi maksadı ve İslam hukukunun mescitlerin ve camilerin hayır için bile olsa nakde çevrilemeyeceği hükmünce “gerek mamur ve gerek harap mescit ve camilerden başka” ibaresi eklenmiştir. Satılacak binaların gelirinden elde edilecek meblağ ile yapılacak hayır eserlerinin yine aynı mahalde inşa edilmesini sağlamak maksadıyla “orada” ifadesi de kanun teklifine eklenmiştir. Yapılan bu değişikliklerle dahi tasarı Meclis-i Ayan’da özellikle İslam hukuku açısında tartışmalara yol açmıştır. Evkaf Nazırı Hayri Efendi, Meclis-i Ayan’da da kanun teklifi ile ilgili kısa bir izahat vermiştir. Meclis-i Ayan’a kanunun aleyhinde gönderilen bir telgraf da tartışmaların şiddetini arttırmıştır. Mekteb-i Kuzat hocalarından Halis isimli bir zat, çekiği telgrafta “Mesacid-i Şerife’nin ayaklar altında kalıp mahal-i fuhuşiyat olmasını şeriat-ı İslamiyye’nin asla tecviz etmeyeceğini”, yapılacak kanuni düzenleme için meşihat makamından fetva alınması gerektiğini yazmıştır. Evkaf Nazırı, İslam hukuku açısından bu telgrafa meclis kürsüsünde cevap verse de bazı üyeler fetva makamından sorulmadıkça rey vermekte tereddüt edeceklerini söylerler. Ancak oylama sonucu komisyonun kabul ettiği değişiklik tasarısı kabul edilerek yeniden Meclis-i Mebusan’a gönderilir.97 Meclis-i Ayan tarafından değiştirilen kanun teklifi Meclis-i Mebusan’ın gündemine tekrar geldiğinde önce komisyona havale edilir.98 27 Mayıs 1911’de yeniden görüşülen teklif aleyhte görüşler beyan edilse de önce Meclis-i Mebusan’da ardından da Meclis-i Ayan’da kabul edilmiştir.99 Yapılan değişikliklerle kabul edilen kanun metni şöyledir; 96 Oylamada çekimser oylar sayılmamıştır. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 103. İnikat, 8 Mayıs 1327 (21 Mayıs 1911), s. 1-22. 97 Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 68. İnikat, 11 Mayıs 1327 (24 Mayıs 1911), s. 316-318. 98 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 107. İnikat, 12 Mayıs 1327 (25 Mayıs 1911), s. 174. 99 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 108. İnikat, 14 Mayıs 1327 (27 Mayıs 1911), s. 214-215. Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 70. İnikat, 14 Mayıs 1327 (27 Mayıs 1911), s. 376. 35 Harap Mebani-i Vakfiyye ile Vakıf Arsalarının Nakde Tahvili Hakkında Kanun Gerek mamur ve gerek harap cevami ve mesacid-i şerife’den maada maksad-ı tesislerine nazaran menfaati fevt ve müstağni-i anha olan mebani-i vakfiyye ile vakıf arsaların nakit ile bilistibdal, mebaliğ-i hasıla ile orada kendi cinslerinden müessese-i aynıyye inşaatına ihtiyaç görülemediği takdirde, civarında bulunan o kabîl müessese-i hayriyyenin masarif-i daimesi temin edildikten sonra, bulundukları mahallerin ihtiyacatı nazar-ı dikkat ve itinaya alınarak evvela mesacid-i şerife, saniyen mekatib-i iptidaiyye ve medaris-i ilmiyye, salisen, hastahane gibi müessesat-ı hayriyye inşasına ve masarif-i daimesini temine Evkaf Nazareti mezundur.100 Kabul edilen kanun ile İstanbul’da artık harap ya da arsa haline gelmiş vakıf eserleri ile etrafı binalar tarafından sıkıştırılmış yahut yangın mahalline dönerek tamamen ıssızlaşmış bir adanın ortasında kalan, artık işlevini sürdüremeyen eserler tespit edilmeye başlanmıştır. Kanun hükmünde açıkça harap ya da mamur camii ve mescitlerin satılamayacağı, satılacak harap hayır eserlerinin yerine de yeniden aynı cinste eserlerin tesis edileceği, eğer bu mümkün değilse ihtiyaca göre mescit, mektep, medrese hastahane gibi hayır müesseselerinin yapılabileceği belirtilmesine rağmen Evkaf Nezareti bu hususlara dikkat etmeden harap durumdaki eserlerin yerinde gelir getirecek pek çok yeni bina projelendirmiştir. Vakıfların mimarı Kemaleddin Bey bu arsalar üzerine İstanbul’da 7 adet modern han binası projelendirmiştir.101 Yasa çerçevesinde Eminönü’nde 17. yüzyıl eseri olan Vani Efendi Medresesi yıktırılarak yerine I. Vakıf Han102, yine Eminönü’nde Saka Çeşmesi ve Su Deposu yıktırılarak II. Vakıf Han103, Beyoğlu’nda ilk yapılışı 17. yüzyılın başlarına dayanan Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 68. İnikat, 11 Mayıs 1327 (24 Mayıs 1911), s. 317. Yıldırım Yavuz, “Mimar Kemalettin Bey (1870-1927)”, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi, C. 7, S. 1, Bahar 1981, s. 63. 102 Mimar Kemaleddin tarafından 1911’de tasarlanan hanın inşaatı 1918 yılında tamamlanmıştır. İş muhitinin ortasında kaldığı gerekçesi ile yıktırılan Vani Mehmet Efendi Medresesi’nin hatırası ise yine Mimar Kemaleddin tarafından Zeynep Sultan Cami’nin bitişiğinde aynı yıllarda inşa edilen modern binada yaşatılmaya çalışılmıştır. Yıldırım Yavuz, “Birinci Vakıf Han”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 243; M. Kütükoğlu, a.g.e, s. 57-59. 103 Mimar Kemaleddin tarafından 1912’de tasarlanan hanın inşaatı 1914 yılında tamamlanmıştır. İkinci Vakıf Han, Eminönü’nde Sultanhamam meydanında Saka Çeşme Sokağı’nın başında yer alır. Hanın bulunduğu arsa üzerindeki eski Saka Çeşmesi ve buna bağlı su deposu, han yaptırılırken Evkaf Nezaretince yıktırılmış, ancak adı sokağa verilerek anısının yaşatılmasına çalışılmıştır. Kemaleddin Bey hanın ön cephesinin sağ köşesinde yeni bir çeşme yapılmasını önermişse de gerçekleşememiştir. Yıldırım Yavuz, “İkinci Vakıf Han”, TVİA, C. 4, İstanbul 1994, s. 148. 100 101 36 Kuloğlu Camii ve Hacı Ferhad Ağa Sıbyan Mektebi yıktırılarak III. Vakıf Han 104, Vezneciler civarındaki 18. yüzyıl eseri Kaptan İbrahim Paşa Külliyesi’nin hamamı yıktırılarak Medresetû’l Kuzat Binası105, Laleli Camisi’nin yangın geçirmiş harap medresesi yıktırılarak Harikzedegân Apartmanları106 yaptırılmıştır. Yine aynı dönemde Çemberlitaş Atik Ali Paşa Külliyesi’nin harap durumdaki imareti yıktırılarak yerine bir vakıf han yaptırılmak istenmiş, Mimar Kemaleddin tarafından projelendirilerek temeli atılmış, ilk katın beton kolonları atıldıktan sonra sürdürülememiş uzun yıllar böylece kalan inşaat daha sonra kaldırılmıştır.107 Çıkarılan kanunla yaşanan yıkımlar arasında en kapsamlı olanı ise Suriçi İstanbul’unun son büyük külliyesi olarak anılan Bahçekapı’daki I. Abdülhamid Külliyesi’nin (1780/1781) parçalanarak bir kısmının yıktırılmasıdır. Küçük bir mescit, medrese, kütüphane, imaret, sıbyan mektebi, sebil ve ardından eklenen I. Abdülhamid türbesi ile Osmanlı-Barok tarzının İstanbul’daki önemli örneklerinden olan külliye, Hamidiye Caddesi’nin iki tarafına yayılmış bulunuyordu. I. Abdülhamid’in oğlu II. Mahmud döneminde en parlak dönemini yaşayan ve önemli gelirler bağlanan Hamidiye Külliyesi 20. yüzyılın başında ticaret mahallinin ortasında kalmıştır. 17. yüzyılın başlarında sarayda çamaşırcıbaşı olarak çalışan Kuloğlu Mustafa Bey tarafından yaptırılan Beyoğlu Kuloğlu Cami 20. yüzyılın başlarına geldiğinde harap bir hale düşmüş, yanındaki Hacı Ferhad Ağa Sıbyan Mektebi ile birlikte etrafında namaz kılacak Müslüman nüfus kalmadığı gerekçesi ile Evkaf Nezaretince yıktırılarak yerine Mimar Kemaleddin’e 1911-1913 yılları arasında III. Vakıf Han yaptırılmıştır. Evkaf nezareti yıktırdığı bu camiye ve sıbyan mektebine karşılık, hem camisi olmadığı hem de Kuloğlu Vakfı’nın kendi arazisi olduğu için 1913 yılında Bostancı’ya bugünkü mevcut Kuloğlu Cami’ni ve mektebini yaptırmıştır. Hakan Arlı, “Bostancı Cami”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 305 ; Yıldırım Yavuz, “Üçüncü Vakıf Han”, TVİA, C. 7, İstanbul 1994, s. 334; N.Öztürk, a.g.e., s.270. İhtifalci Mehmet Ziya Bey ise Bostancı’da yapılan mektebin Bahçekapı’da yıktırılan I. Abdülhamid Sıbyan Mektebi’nin yerine yaptırıldığını kaydeder. 105 II. Mahmud zamanında hamam, Takvimhane Matbaası olmuş, sonra rüştiyeye ve 1889'da da dilsiz okuluna çevrilmiştir. 1894'teki depremden zarar gören binanın yerinde Mimar Kemaleddin tarafından bir medreseler enstitüsü olarak 1911’de tasarlanan Medresetû’l Kuzat binası 1913 yılında tamamlanmıştır. Cumhuriyetten sonra medreseler kapatıldığında bina İstanbul Üniversitesi'ne Merkez Kütüphanesi olarak düzenlenmiş günümüzde de İ.Ü. Nadir Eserler Kütüphanesi olarak hizmet vermektedir. Yıldırım Yavuz, “Medresetû’l Kuzat”, TVİA, C. 5, İstanbul 1994, s. 226; Emine Naza, “Kaptan İbrahim Paşa Cami”, TVİA, C. 4, İstanbul 1994, s. 433. 106 Laleli Medresesi 1911’deki yangınla harabeye dönmüştür. Restore edilmek yerine Mimar Kemaleddin tarafından arsasına 1918 Cibali yangınında açıkta kalmış aileler için Harikzedegan Apartmanları projelendirilmiştir. Gülsün Tanyeli, “Laleli Külliyesi”, TVİA, C. 5, İstanbul 1994, s. 192; Doğan Kuban, “Laleli”, TVİA, C. 5, İstanbul 1994, s. 189. 107 Semavi Eyice, “Constantinus Forumu”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 440. İnşaatı dönemin Şehremini Cemil Paşa, Evkaf İdaresi ile arasında olan sıkıntılar dolayısıyla durdurmuştur. Durumu hatıralarında şöyle nakleder;“Çemberlitaş’ın ta dibindeki Evkafa ait arsaya büyük bir han yaptırmaya kalktılar. İnşaata hemen başlanması emri verilmiş. Zemini kazıp putrelleri koymuşlar bile!... Bin müşkülatla inşaatı durdurdum.” Cemil Topuzlu, İstibdat-Meşrutiyet- Cumhuriyet Devirlerinde 80 Yıllık Hatıralarım, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yayınları, İstanbul 1982, s. 138-139. 104 37 Fotoğraf 6. Eminönü Hamidiye Caddesi’nde Sultan I. Abdülhamid Külliyesi’nin Yıktırılan Sıbyan Mektebi ve Taşınan Sebili. Ahmet Hamdi Bülbül, “IV. Vakıf Han’ın Yerindeki Önemli Eser: Hamidiye İmareti”, Restorasyon Yıllığı, S. 4 (2012), s. 11. Evkaf Nezareti, 1911 yılında çıkarılan Şehzade, Fatih, Nur-u Osmaniye, Laleli ve Üsküdar imaretleri haricindeki tüm imaretlerin kapatılması kanunu vesilesi ile kapatılan Hamidiye imareti binasını yeniden değerlendirmek ister.108 Evkaf Nazırı Hayri Efendi, harap durumdaki vakıf mallarının satılmasına yönelik kanunun Meclis-i Mebusan’daki görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmasında “Yoksa hiçbir kimsenin hatır ve hayaline gelmez ki mamur olan bir şeyi satalım da onun parasını başka bir yere sarfedelim. Bu hatıra bile gelmez. Farz edelim ki gelse bile yapılamaz bir şeydir” demesine rağmen son derece mamur olan Hamidiye Caddesi’nin kuzey tarafında kalan imaret ve sıbyan mektebini yerine IV. Vakıf Han yapılması için yıktırılmıştır. 1913 yılından önce yıktırılan109 iki binanın da plan ve rölöveleri alınmadığı ve ciddi suretle fotoğrafları çekilmediği için elimizde bu binalar hakkında ancak kapılarını gösteren birkaç fotoğraf kalmıştır. (Fotoğraf 6.-7.-8.-9.) İmaret binası ile birlikte hemen önündeki Hattat Yesarizade Mehmet Efendi imzalı kitabesi bulunan Türk Rokokosu üslubunun Ahmet Hamdi Bülbül, “IV. Vakıf Han’ın Yerindeki Önemli Eser: Hamidiye İmareti”, Restorasyon Yıllığı, S. 4 (2012), s. 6-16. 109 İ. Birol Alpay, “Abdülhamid I Külliyesi”, TVİA, C.1, İstanbul 1993, s. 36; İhtifalci yıkım tarihini (1333) 1914/1915 olarak verirken Yıldırım Yavuz 1912 olarak verir. Yıldırım Yavuz, “Dördüncü Vakıf Han”, TVİA, C. 3 s. 102. 108 38 Fotoğraf 7. Sultan I. Abdülhamid İmareti’nin Giriş Kapısı. Fotoğraf 8. Sultan I. Abdülhamid İmareti’nin Avluya Açılan Kapısı. Ahmet Hamdi Bülbül, “IV. Vakıf Han’ın Yerindeki Önemli Eser: Hamidiye İmareti”, Restorasyon Yıllığı, S. 4 (2012), s. 13-14. Fotoğraf 9. Sultan I. Abdülhamid İmareti’nin Avlusu. Fotoğraf 10. Sultan I. Abdülhamid İmareti’nin Giriş Kapısının Yan Cephesinde Yer Alan Çeşme. Ahmet Hamdi Bülbül, “IV. Vakıf Han’ın Yerindeki Önemli Eser: Hamidiye İmareti”, Restorasyon Yıllığı, S. 4 (2012), s. 13-14. 39 güzel bir örneği sayılan çeşme de yıktırılmıştır.110 (Fotoğraf 10.) Sıbyan Mektebinin önündeki zarif sebil bugün bulunduğu Zeynep Sultan Cami’nin önüne taşınırken111 İmarete ait bazı kitabeler de Evkaf-ı İslamiye müzesine kaldırılmıştır.112 Şehrin en merkezi yerinde, harap durumda da olmayan iki önemli hayır eserinin yıktırılması dönemin münevverleri arasında da infial uyandırmıştır. İhtifalci Mehmet Ziya eserinde vakıflarda görevli zatları kastederek “Evkaf Müsteşarlığında bulunan evliya-ı umur”, Mimar Kemaleddin’i kastederek “sahib-i kemâl mimarlarımız” nezdinde eserlerin yıktırılmaması için “yana yakıla” girişimlerde bulunduğunu söylese de bir sonuç alamamıştır. İhtifalci’ye göre bu dönemde Vakıflar personelinin ve mimarlarının bazı tarihi eserlerin yıktırılmasına göz yummaları, yapıların mimari üslupları ile ilgilidir. Yaptığı girişimlerde sık sık “Bu bina Avrupa tarzındadır, rokokodur”, “Frenk tarzındadır” cevabını aldığını söyler.113 Hamidiye Külliyesi’nin Hamidiye Caddesi’nin güney tarafında kalan medrese ve kütüphane binalarının da yıktırılması ve yerine bir han yapılması planlanmış, bu iki yapının hatırasını yaşatmak için Sultan Selim Külliyesi’nin harap durumdaki imareti yıktırılarak114 yerine yine Mimar Kemaleddin tarafından modern bir Abdülhamid-i evvel Medresesi inşa edilmiştir. Ancak Bahçekapı’daki medrese ve kütüphane yıktırılmamış başka amaçlarla kiraya verilmiştir.115 Aynı külliye ile ilgili ve Osmanlı döneminde yaşanan yıkımların ve yıkım planlarının ne dereceye kadar geldiğini gösteren önemli bir tasarı da İhtifalci Mehmet Ziya Bey’in kaydettiği I. Abdülhamid Türbesi’nin yıkımı projesidir. İstanbul ve Boğaziçi isimli eserinde Mehmet Ziya, tarih ve isim vermeden116 bazı kimselerin bu türbenin ve haziresinin yıktırılarak yerinin değiştirilmesini teklif ettiğini, bu kişilere “Abdülhamid I Çeşmesi”, REK. İ.A., C. 1, İstanbul 1958, s. 92. Hamidiye Külliyesi’nin sebili ilk yapıldığında I. Abdülhamid Türbesi sırasındaydı. Cadde genişletmeleri sırasında Sıbyan Mektebi önüne alınmış, mektep yıktırılınca bugün bulunduğu Zeynep Sultan Cami’nin önüne taşınmıştır. Bkz; İhtifalci, a.g.e., s. 427. 112 İhtifalci, a.g.e., s. 426-429. 113 İhtifalci, a.g.e., s. 426-427. 114 Müller-Wiener, a.g.e, s. 478. 115 Medrese, 1926 yılında yıktırılıp yerine bir borsa binası yapılması şartı ile Evkaf İdaresi tarafından Ticaret ve Zahire Borsası’na tahsis edilmiştir. Ancak yapı, müzeler idaresinin karşı çıkması ile yıktırılmamış, borsa ihtiyaçlarına cevap verecek bir biçimde düzenlenerek kullanılmıştır. İ. Birol Alpay, “Abdülhamid I Külliyesi”, TVİA, C. 1, İstanbul 1993, s. 36; Semavi Eyice, “Hamidiye Külliyesi”, DİA, C. 15, İstanbul 1997, s. 465; M. Kütükoğlu, a.g.e, s. 56; Son Posta, 04.02.1936. 116 İhtifalci, Muhafaza-i Asar-ı Atika Encümen-i Daimisi’nden bahsettiğine göre 1917 sonrası olmalıdır. 110 111 40 destek olarak da Tasvir-i Efkâr Gazetesinde “ne medfûnun ve ne de medfenin bir kıymeti tarihiyesi vardır” nevinden yazılar yayınlandığını kaydeder. Bu yıkım planının uygulanamamış olmasını ise kendisinin de üyesi bulunduğu Muhafaza-i Asar-ı Atika Encümen-i Daimisi’nin gerek Evkaf gerekse Şehremaneti nezdinde yaptığı teşebbüslere bağlamaktadır.117 Yine yıkım tasarılarının ne dereceye kadar uzandığını gösteren bir başka örnek Topkapı Sarayı Ağalar Cami’dir. Enderun ağalarının vakit namazlarını kılabilmesi için Fatih Sultan Mehmed döneminde inşa edilen camii, 1881’e kadar açık kalmış, bu tarihten sonra bir kısmı eşya deposu bir kısmı yemekhane olarak kullanılmıştır.118 1910’dan sonra kurşun örtüsü de söküldüğünden dört duvar haline gelmiş yıktırılması dahi teklif edilmiştir.119 Zikredildiği üzere Hayri Efendi’nin Evkaf Nazırlığı döneminde Vakıflara ait gelir ve gideri sağlayan İstanbul’daki bütün gayrimenkullerin kaydı tutulmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede 1912-1914 yılları arasında Sıbyan Mektepleri tek tek dolaşılarak teftiş edilmiş, öğrenci sayıları, eğitimin kalitesi ve çoğu tarihi eser olan mekteplerin fiziki durumları yerinde incelenmiştir.120 (Tablo 1.) 1914 yılında ise İstanbul medreseleri aynı teftişe tabi tutulmuştur.121 İlginç olarak bu iki raporda da yapıların çevresel şartların değişmesi ile artık amacına uygun olarak kullanılamayacağını bildirilmiş, hatta bazı tarihi medrese ve mekteplerin dönemin şartlarına uygun olmadığı gerekçesi ile yıktırılıp, başka bir yerde yeniden yapılması istenmiştir.122 Örneğin Sirkeci’deki Kamer Hatun Mektebi’nin 30 Mart 1913 deki teftişinde “mektep olamaz çünkü civarında birkaç haneden başka Müslüman kalmamış, binaenaleyh birkaç sene sonra onlar da oturamayacakladır” notu düşülmüştür.123 Sirkeci’de bulunan bir başka mektep olan Mirimiran Mehmet Paşa Mektebi’nin teftişinde ise “o civarda lüzumu yoktur. Civarı dükkân mağaza ve hristiyandan İhtifalci, a.g.e, s. 413. “Ağalar Cami”, REK. İA., C. 1, İstanbul 1958, s. 247. 119 T. Öz, a.g.e, C. 1, s. 19. Ağalar Camii, Cumhuriyet döneminde tamir edilerek Topkapı Sarayı Müzesi Yazma Eserler Kütüphanesine tahsis edilmiştir. 120 Ali Naci Özyalvaç, Bir Müfettiş Raporuna Göre Erken 20. Yüzyıl İstanbul’unda Suriçi Sıbyan Mektepleri, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2010, s. 1. 121 İstanbul Müftülüğü Şeriyye Sicilleri Arşivi Ders Vekaleti Medrese ve Müderris Defteri adıyla kayıtlı olan ve Mübahat Kütükoğlu tarafından yayınlanan belgeye göre 1914'te İstanbul'da 185 medrese bulunuyordu. (Günümüze 80 kadarı ulaşabilmiştir.) Defterdeki ayrıntılı saptamalarda medreselerin hücre sayısı ve şadırvan, helal, çamaşırhane, gibi işlevsel birimleri belirtilmiş aydınlanma, havalanma, nem sorunları hakkında gözlemlerde bulunulmuştur. Yapılar arasına sıkışmış, avlusu dar, iyi aydınlanmayan, sağlık koşulları uygun görülmeyen, donatıları yetersiz, harap medreselerin yıkılması önerilmiştir. Bkz; Zeynep Ahunbay, “Medreseler”, TVİA, C. 5, İstanbul 1994, s. 322. 122 Bu konuda verilen bir örnek Divanyolu’ndaki Köprülü Mehmet Paşa Medresesi’dir. Bkz; M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 73. 123 A. N. Özyalvaç, a.g.t., s. 122 117 118 41 ibarettir” denilmiştir.124 Kılıç Ali Paşa Medresesi ile ilgili düzenlenen raporda ise Galata’nın, ticari piyasaların merkezinde oluşu ve etrafının apartmanlarla çevrili bulunması dolayısıyla medreseden başka bir maksatla kullanılması daha doğru bulunmuştur.125 Tablo 1. 1912-1914 Yılları Arasında Yapılan Sıbyan Mektepleri Teftişinde Bazı Mekteplerinin Tahrip ve Yanlış Kullanım Durumları Sıbyan Mektebinin Adı Bayram Paşa Teftiş Tarihi 4 Şubat 1913 Durumu Mektebin bir kısmı yola gitmiştir.126 Çelebi Mehmet Efendi 19 Ocak 1913 İçerisinde bir kadın ikamet ettiğinden kapalıdır.127 Emin Ganem Mustafa - Çavuş İki seneden beri kapalı olan mektep muhacirlere barınak olmuştur.128 Mektep süresiz olarak tatil edilmiş Fatma Sultan 23 Şubat 1913 olup, bir hocalarından kısmında merhum eski Tahsin Efendi’nin eşi Muzaffer Hanım otururken diğer kısımları da başkasına kiraya vermiştir.129 A. N. Özyalvaç, a.g.t., s. 129. M. Kütükoğlu, a.g.e, s. 312. 126 A. N. Özyalvaç, a.g.t., s. 72. 127 A. N. Özyalvaç, a.g.t., s. 77. 128 A. N. Özyalvaç, a.g.t., s. 85. 129 A. N. Özyalvaç, a.g.t., s. 90. 124 125 42 Gazi Yahya Paşa 25 Şubat 1913 Teftişten bir vakit önce muhacirlere barınak olarak kullanılan yapı daha sonra tahliye ettirilerek temizletilmiştir.130 Muslih Mustafa Çavuş 4 Mart 1913 Teftiş raporunda yakında yol geçeceği için Belediye tarafından istimlak edilerek yıktırılacağı bildirilmektedir.131 Nişanca Mektebi 19 Ocak 1913 Teftişten bir vakit önce muhacirlere barınak olarak kullanılan yapı daha sonra tahliye ettirilerek temizletilmiştir. 132 Vakıflar ve Mimar Kemaleddin açısından dikkati çeken bir diğer husus ise 20. yüzyılın başında harap hale düşen bazı vakıf eserlerinin tamir/restore edilmek yerine, yukarıda zikredilen yasa çerçevesinde yıktırılarak aynı işlevde aynı isimli yeni binaların yapılmış olmasıdır. Mimar Kemaleddin üzerine yapılan çalışmalarda Vakıflar’da çalışarak eski eserleri yakından inceleme şansına sahip olması hasebiyle Türk restorasyon tarihinde önemli bir yeri olduğu vurgulanır.133 Gerçekten de restorasyon bilgisi ile Mescid-i Aksa’nın restorasyonunda yer alması onu uluslararası mimarlık camiasına da tanıtır.134 Ancak Mimar Kemaleddin’in İstanbul’da vakıf malı olan bazı eserleri restore etmek/kurtarmak yerine yıkılmasına göz yumması bir mimar olarak kendi projelerini bu vasıta ile uygulama şansı bulması olarak değerlendirilebilir. Bir başka bakış açısına göre ise bu durum, artık çağın koşullularına uyum sağlayamayan mimari yapıların yerine yine aynı işlevde, vakıf kültürüne hizmet eden modern binalar yapılması olarak değerlendirilebilir. Ancak her iki değerlendirmede de tarihi eser A. N. Özyalvaç, a.g.t., s. 97. A. N. Özyalvaç, a.g.t., s. 132. 132 A. N. Özyalvaç, a.g.t., s. 136. 133 Y. Yavuz, a.g.m, s. 62. 134 Ahmet Vefa Çobanoğlu – Özkan Ertuğrul, “Kemaleddin Bey, Mimar”, DİA, C. 25, İstanbul 2002, s. 231. 130 131 43 Fotoğraf 11. Mimar Kemaleddin’in Müdahalesinden Önce Bebek Camii. http://www.eskiistanbul.net/1936/bebek erişim tarihi; 15.09.2018. statüsünde olan binaların ya da kalıntıların şehrin görsel hafızasından silindiği değişmez bir gerçektir. Zikredilen çerçevede Mimar Kemaleddin tarafından harap durumdaki Fethiye Medresesi ile Kamer Hatun Camii 1911 yılında, Bebek Camii ile Üsküdar Ayazma Mektebi ise 1913 yılında yıktırılarak aynı yerde, aynı isimde ve işlevde yeni yapılar inşa edilmiştir.135 (Fotoğraf 11.) Mimar Vedat Tek’in de Hobyar Mescidi’nde benzer bir uygulamaya gittiği görülmektedir. 1473/74 gibi İstanbul için erken sayılabilecek bir tarihte inşa edilmiş Hobyar Mescidi elimizdeki bir fotoğraftan anlaşıldığına göre 1900’lü yılların başına sağlam denilebilecek bir şekilde ulaşmış, Fatih devri mimarisinin küçük boyutlu, kare planlı, tek kubbeli, kargir mahalle mescitlerinin belki de tek örneği Hakan Arlı, “Bebek Cami”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 116. Kamer Hatun Cami ilk olarak Yavuz Sultan Selim’im süt annesi Kamer Hatun adına yaptırılmıştır. Bkz; T. Öz, a.g.e., C. 2 s. 34. Fethiye Medresesi 16. yüzyıl eseridir. Mimar Kemaleddin kendi medrese projesinde avlu duvarlarını da kaldırılarak külliyenin bütünlüğüne zarar vermiştir. Bkz; Semavi Eyice, “Fethiye Cami” TVİA, C. 3, İstanbul 1994, s. 300; Yıldırım Yavuz, “Fethiye Medresesi”, TVİA, C. 3, İstanbul 1994, s. 301-302. Yıldırım Yavuz, “Mustafa III Mektebi”, TVİA, C. 5, İstanbul 1994, s. 555. 135 44 idi.136 1905’de başlanan Büyük Postahane inşaatı sırasında tarihi eserin zarar gördüğü ve 1907 yılında tamir edilmek yerine yıktırılarak yerine Vedat Tek tarafından yeni bir mescit tasarlandığı anlaşılmaktadır.137 (Fotoğraf 12.) Fotoğraf 12. Büyük Postahane Binası İnşaatı Sırasında Temelleri Zarar Gördüğü İçin Yıktırılan Eski Hobyar Mescidi. Arzu Kaboğlu, Hobyar Mescidi, Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türk Sanatı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2010, s. 40. 136 Arzu Kaboğlu, Hobyar Mescidi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Sanatı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2010, s.19; Tahsin Öz, a.g.e., C.1, s.73. 137 Afife Batur, M. Vedat Tek Kimliğinin İzinde Bir Mimar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2003, s. 94. 45 Şüphesiz İstanbul’da yıkımlar dendiğinde akla gelen önemli bir isim de Şehremini Operatör Cemil (Topuzlu) Paşa’dır.138 18 Ağustos 1912 - 7 Kasım 1914 tarihleri arasında İstanbul Şehreminliği yapan Cemil Paşa, şehrin imarına önem vermiş ancak yaptığı yanlış uygulamalarla pek çok tarihi eseri de yok etmiştir. Öyle ki bir tarihi eseri yıkma çabası Heyet-i Vükela tarafından engellenince istifasını sunmaktan dahi çekinmemiştir. Şehremini Cemil Paşa’nın İstanbul’a yaptığı hizmetlerin başında Topkapı Sarayı’nın Gülhane bağçesinin 1912 yılında park olarak düzenlenerek halka açması gelir. Cemal Paşa aracılığıyla Sultan V. Mehmed’den gerekli müsaadeyi alan Cemil Paşa ilk olarak II. Abdülhamid döneminde yapılan kışlaları yıktırmıştır.139 Ardından Topkapı Sarayı’na ait set duvarlarını ve bazı Bizans kalıntılarını yıktırarak, arkeolojik katmanları tahrip etmiştir.140 İhtifalci Mehmet Ziya Bey, Cemil Paşa’nın yaptığı yıkımları şu sözlerle eleştirmiştir; “Her millet kendi tarihine, milli hatıralarına hürmet ve onu muhafaza etmekle mükellef iken bu tarihi eserleri asla nazar-ı dikkate almayarak tahribata devam ve böylece asırlardan beri insanlık hafızasında yer tutan bir takım tarihi hatıraları –her türlü itirazlara ve haklı müdafaalara rağmen- imha edilmişti... Bizde henüz bilim vicdanı, milli vicdan şahsi fikirlere galebe çalmamış olduğundan tarihini, milletini sevenlerin yaptıkları şikâyetler henüz karşılık bulamamıştır. Her şeyi Avrupa’dan taklit etmeyi gurur ile ilan ettiğimiz bir devirde bu gibi milli eserler hakkında yine Avrupa’da ne derecelere kadar hürmet gösterdikleri 1866 Yılında İstanbul’da doğan Cemil Topuzlu 1886’da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’yi yüzbaşı rütbesi ile bitirmiştir. 1887-1890 arasında Fransa’da tahsiline devam etmiş yurda dönüşünün ardından çeşitli hastanelerde cerrahi operatörlük yapmıştır. Yaptığı pek çok ameliyat ile İstanbul seçkinleri arasında şöhreti yayılan Cemil Bey 1905 tarihinde müşir rütbesine yükseltilmiştir. 1909’dan itibaren Tıp Fakültesi dekanlığı yapmış, 21 Ağustos 1912’de İstanbul Şehreminliğine tayin edilmiştir. 21 Kasım 1914’e kadar sürdürdüğü bu görevinde şehirde imar ve temizlik hareketlerine girişmiş, ilk modern belediyecilik uygulamalarını hayata geçirmiştir. Mayıs 1919- Şubat 1920 arasında ikinci defa yaptığı Şehreminliğinin ardından Nisan 1920’de Damat Ferid Paşa kabinesinde Nafia Nazırlığı görevini kabul etmiştir.1920’de Nice’e gitmiş 1929’dan itibaren İstanbul’a dönmüştür. Bu tarihten sonra siyasetle ilgilenmemiş şehir hakkındaki görüşlerini günlük gazetelerde aktarmıştır. Cemil Topuzlu 24 Ocak 1958’de İstanbul’da vefat etmiştir. Nuran Yıldırım, “Cemil Topuzlu”, TVİA, C. 7, İstanbul 1994, s. 296. 139 C. Topuzlu, a.g.e., s. 109-110. 140 Cemil Topuzlu, Topkapı Sarayı’na ait setlerin yıkımı sırasında karşılaştığı ilginç bir olayı şöyle anlatır; “Bir gün bu saraya ait duvarlardan biri yıkılırken ben nezaret ediyordum. Duvarın dibini kazan ameleden biri, aman burada ölü yatıyor, diye bağırdı! Koştuk, duvarın içindeki iskeleti meydana çıkarttık, yanında bir takım mücevher parçaları, küçük inci küpeler bulundu. Vaktiyle bu sarayda öldürülerek eşyasıyla gömülmüş bir kadın olduğu anlaşıldı. Bu eşyayı müze müdiriyetine teslim ettik, ayrıca hükümete de resmen bildirdik.” C. Topuzlu, a.g.e., s. 110. 138 46 aranmalı, hiç olmazsa eski eserlere dair Avrupa’da neşrolunan ilim eserlerini okuyarak biraz ibret almalı idik.”141 Parkın içinde yapılan düzenlemelerin ardından sıra parkı çeviren Sur-ı Sultanî’nin bazı kısımlara gelir. Cemil Paşa, parka girişi sağlayan Fatih Sultan Mehmet döneminde inşa edilen Sur-ı Sultanî’nin iki burç arasındaki küçük kapısını yıktırıp parka girişi sağlayacak özel bir antre yapmak ister. 142 Lakin hem siyaset çevresinde hem de basında bu yıkım büyük yankı bulur ve mesele sadrazam Sait Halim Paşa’ya kadar gider. Karara muhalif olan Sait Halim Paşa “Katiyyen bu kapıyı yıkmayınız, bu sur, sarayı muhafaza eden duvardır.” uyarısını yapar. Cemil Paşa, parkın surlar nedeniyle kıyıda köşede kaldığını en azından parkın girişinin açılması ile İstanbulluların yeni bir gezinti yerine kavuşacağını çeşitli teşebbüslerle anlatmaya çalışır. Fakat Heyet-i Vükela kale duvarlarının muhafaza edilmesi için kesin bir karar alır. Sur-ı Sultanî’yi yıktıramayan şehremini, istifa etmeye karar verir ancak Talat Paşa istifasını kabul etmeyerek iki tarafında uzlaşabileceği bir teklifte bulunur. Cemil Paşa’nın da razı olduğu bu teklife göre surun üzerindeki mevcut kapının iki yanına surlar delinerek iki kapı daha açılır. Böylelikle parkın girişi bugünkü şekli almıştır.143 (Fotoğraf 13.) Bu civarda yapılan tahripler ve düzenlemeler önemli bir etki yaratmış olacak ki Cemil Paşa’nın şehreminliğinden sonra 18 Eylül 1916’da padişah fermanı şeklinde çıkartılan “Topkapı Sarayı’nın Suret-i Muhafazası Hakkında Nizamname”nin 3. maddesinde padişahın izni dâhilinde Topkapı Sarayı’nın sahasına giren bir takım yerlerin park olarak düzenlenebileceği kaydedilmiş ancak parkın tanzimi esnasında saray surları ile kapılarının ve diğer mahallerinin eski şeklinin bozulması ve kazılar esnasında çıkarılan taşlara şehremanetince müdahale edilmesi yasak edilmiştir.144 İhtifalci, a.g.e., s. 505. Cemil Paşa’nın hatıralarında surun Bizanslara ait olmayıp Fatih tarafından yaptırılan duvarlar olduğunu adeta tarihî kıymeti yokmuş gibi vurgulaması dönemin eski eser algısının hala arkeolojik boyutta kaldığını göstermesi açısından ilginçtir. Bkz; C. Topuzlu, a.g.e., s. 111. 143 C. Topuzlu, a.g.e., s. 111. 144 Sedad Hakkı Eldem-Feridun Akozan, Topkapı Sarayı Bir Mimari Araştırma, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1982, s. 94. 141 142 47 Fotoğraf 13. Gülhane Parkı’na Girişi Sağlamak İçin Sur-ı Sultanî’ye Açılan Kapılar, 1918. Bibliothèque Nationale de France, (Album de Photographies d'un Militaire Français à Constantinople 1918) https://gallica.bnf.fr/ark:/12148/btv1b8432824p erişim tarihi; 19.09.2018. Sarayburnu bölgesinde Cemil Paşa zamanında tarihe karışan önemli bir diğer yapı ise Topkapı Sarayı’nın kayıkhanesidir. İlk yapımı Kanuni Sultan Süleyman dönemine dayanan Sepetçiler Kasrı bitişiğindeki tarihi Kayıkhane Ocağı, mutfağı ve hamamı ile birlikte en son III. Selim’in validesi Mihrişah Sultan tarafından yenilenmiştir. Abdülaziz dönemine kadar aktif olarak kullanılan bina sonraki yıllarda terk edilmiş ve bakımsız kalmıştır. Denize bakan iki yanı çinili ve çerçeveleri mermerden yapılmış olan süslü kapısının üstündeki 25 beyitli ve 1795/1796 tarihli tamir kitabesi mevuttu. Kitabenin üzerinde III. Selim’in tuğrası ve altında ocağın sembolü olmak üzere köşklü bir hünkâr kayığı kabartma olarak işlenmiştir.145 (Fotoğraf 14.) 20. yüzyılın başlarına içerisinde mutfak bulunan iki katlı yüksekçe koğuş binası, kayıkhaneler, bir mescit ve harabe durumdaki hamam binası gelebilmiştir. Mahmut Şevket Paşa’nın sadrazamlığı döneminde 1913 Nisan’ında ortada açık bir sebep yokken hükümet kararıyla yıktırılmış yerine askeri ihtiyaçlara kullanılmak üzere ambarlar yaptırılmıştır. Kayıkhane Ocağının yıktırılmaması için Müzeler Müdürü Halil Ethem Bey teşebbüste bulunmuş ancak başarılı olamamıştır. Bugün İstanbul Deniz Müzesi’nde Binanın kitabesi günümüzde Deniz Müzesi’nde muhafaza edilmektedir. http://denizmuzesi.dzkk.tsk.tr/tr/content/332 Erişim Tarihi; 15.12.18 145 48 sergilenen tarihi Saltanat Kayıkları binanın yıkımına kadar burada saklanmış, yıkılma kararı üzerine kayıklar Haliç’teki Tersane-i Amireye nakledilmiştir.146 Bina ile ilgili Halil Ethem Bey, Şehbal Dergisinin 75. sayısında tanıtıcı bir yazı yazmıştır.147 (Fotoğraf 15.) Cemil Paşa’nın yaptığı yıkımlar kamuoyunda sönük de olsa bir tepki tepkilerin yaratmıştır.148 başında Bu İstanbul Muhipleri Cemiyeti ve üyelerinin ortaya koyduğu yaklaşım gelir. 15 Temmuz 1911'de kurulan cemiyet İstanbul’un güzelliklerini ve eski Fotoğtaf 14. Topkapı Sarayı Kayıkhane Ocağı Kapısı, 1913. Şehbal, 1 Mayıs 1329 eserlerini tanıtmayı ve bu eserlerin korunmaları için gerekli makamlar ile temasa geçmeyi amaçlamıştır. Cemiyet içerisinde başta sonraki yılların sadrazamı Said Halim Paşa olmak üzere, Maarif Nazırı Emrullah, Müze-i Hümayun Müdürü Halil Edhem (Eldem), tarihçi Abdurrahman Şeref, İhtifalci Mehmet Ziya Bey, Adliye müşaviri olarak Osmanlı Devleti'ne davet edilen Kont Leon Ostrorog, Darülfünun muallimlerinden Ahmet Mithat Efendi, Müze-i Hümayun’dan Teodoros Makridis ve Efdaleddin (Tekiner) Bey, mimar ve Sanayi-i Nefise-i Şâhâne Mektebi muallimlerinden Vedat (Tek) gibi isimler çalışmıştır. Cemiyet kısa sürede Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı, Bizans’ın Büyük Sarayı’nın Marmara tarafı surları üstünde olan ve Iustinianos Evi Binanın yıkımı sırasında II. Mahmut'un köşklü bir saltanat kayığı da zarar görmüştür. Halil Ethem Bey makalesinde İstanbul’un siluetinden silinip giden bu yapı için şöyle der; “Beş on sene sonra pek çok kişi orada böyle bir binanın bulunmuş olduğunu bile derhatır edemezler ve nihayet her şey gibi o da unutulur gider. Belki o zaman Şehbal’de derc ettiğimiz şu fotoğraflar ki kadırganın 14 Mart 1329 tarihinde vuku bulan naklinden birkaç gün evvel aldırılmış idi eski İstanbul’un muhibbanı için bir yadigâr kalır.” Halil Ethem Bey’in Şehbal’deki makalesinden aktaran İhtifalci, a.g.e., s. 329. İhtifalci Mehmet Ziya ise durumu şöyle değerlendirir; “Yine söylerim bizde her şey rey-i hod ile yapılır. Erbab-ı ilim ve ihtisasın reyi alınmıyor vesselam!” İhtifalci, a.g.e., s. 325-332. 148 Yahya Kemal Beyatlı, Cemil Paşa’nın icraatlarını 26 Ocak 1921’de Payitaht Gazetesinde çıkan yazısında şu sözlerle eleştirir; “Şimdiye kadar Cemil Paşa gibi mütemeddinlerimiz[medeni, görgülü] bir yol açmak için Mimar Sinan’ın bir eserini kör kazma ile kökünden yıkar, bir iş yaptığına zâhib olurdu[inanırdı]. Eğer itiraza uğrarsa halkın taassubundan şekva[şikayet] ederdi. Bu mütemeddinlere Gülhane Parkı methalinde Fatih’in geçtiği kapıyı yıkmamak bir dağ-ı derûn oldu. Şimdi bize o kapı, Gülhane Parkı’na götürecek düz bir caddeden daha güzel görünüyor.” Yahya Kemal Beyatlı, Aziz İstanbul, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul 2008, s. 129. 146 147 49 Fotoğraf 15. Topkapı Sarayı Kayıkhane Ocağı, 1913. Şehbal, 1 Mayıs 1329 olarak bilinen yapısı ve Kuledibi'ndeki Bereketzade Çeşmesi ile ilgili araştırma, restorasyon ve yayın çalışması yapmıştır.149 İstanbul Muhipleri Cemiyeti kurulduktan hemen sonra başlayan savaşlar silsilesi başarılı çalışmalar yapmasına mani olmuştur. Eski eserler üzerine bağımsız bir sivil toplum örgütü olarak çalışan cemiyet, 1917’de yerini resmi bir kurum olarak Asar-ı Atika Encümeni Daimisi’ne bırakacaktır. Reşit Saffet Atabinen, 1923'te kurduğu Türk Seyyahin Cemiyeti'nde (Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu) İstanbul’u Sevenler Grubu adı altında, cemiyeti canlandırmak istemiş ve eski cemiyetten kalan 800 liralık parayı bu yeni kuruluşa devrettirmiştir. "İstanbul'u Sevenler Grubu", her ay toplantılar yaparak şehrin tarihi eserleri ile ilgili şikâyet ve dileklerini gerekli makamlara iletmiştir.150 İstanbul Muhipleri Cemiyeti, Cemil Paşa’nın şehreminliği döneminde Gülhane Parkı düzenlemeleri, Feyzullah Efendi Medresesi, Sultanahmet Haseki Hamamı gibi Aziz Ogan, Türk Müzeciliğinin 100’üncü Yıldönümü, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, İstanbul 1947, s. 2022. 150 Semavi Eyice, “İstanbul Muhipleri Cemiyeti”, TVİA, C. 4, İstanbul 1994, s. 236. 149 50 pek çok tarihi eser yıkımına da karşı çıkmıştır. Cemiyetin bu dönemde en aktif çalışan isimlerinden biri de eski eserlere merakı ile tanınan İstanbul’da görevli Fransa elçisi Maurice Bompard’ın eşi Madame Bompard’dır.151 Madame Bompard, Cemil Paşa’nın Gülhane’de yaptığı düzenlemeler sırasında parkı ziyaret etmiş, Topkapı Sarayı’na ait setlerin yıkıldığını görünce de Padişah V. Mehmed Reşad’a “Cemil Paşa İstanbul’un asar-ı atikalarını berbat ediyor” diyerek müracaatta bulunmuştur. Şikâyet üzerine Şehremini Paşa’ya Hazine-i Hassa’dan “Sarayın civarını tahrip ediyorsunuz, setleri yıkmaktan kat’iyyen vazgeçin” manasında sert bir yazı gönderilmiştir. Ancak Paşa’ya göre yıktıkları kıymeti olmayan şeylerdir. Cemil Paşa bu yazıya verdiği tepkiyi hatıralarında şöyle nakleder; “Ben, tezkereye ehemmiyet vermedim. Amelemi ziyadeleştirdim, setleri yıkmağa devam ettim. Bir kaç gün sonra Madame Bompard Şehremanetine geldi, buralarını yıkmamamı tekrar rica etti, ben asar-ı atika olmadıklarını madama anlatınca dargın olarak benden ayrıldı.”152 Yapılan düzenlemelerle birlikte Gülhane Parkı’nda, Cemil Paşa’nın övündüğü en önemli olay Bizans devrinden kalma bir sarnıcın açığa çıkarılmasıdır. Şehreminine göre park içerisinde yapılan düzenlemelerin tamamlanmasının ardından Madame Bompard da çok memnun kalmıştı ve kendisine teşekkür ziyaretinde dahi bulunmuştu.153 Madame Bompard’ın yıkılmasına engel olup Cemil Paşa ile karşı karşıya geldiği bir eser de Fatih’teki Feyzullah Efendi Medresesi’dir. II. Mustafa’nın hocası Şeyhülislam Feyzullah Efendi tarafından yaptırılan medrese kitaplık, mektep ve çeşmeleriyle küçük bir külliye görünümündeydi. 1912’de Cemil Paşa’nın teşebbüsü ile Macar Kardeşler Caddesi’nin genişletilmesi sırasında mektebi yıktırılmıştır.154 Yolun kenarında kalan medresenin de yıktırılarak sahanın meydan yapılmasını isteyen Şehreminine yine Madame Bompard ve İstanbul Muhipleri Cemiyeti engel olmuştur. Hükümet nezdinde yapılan girişimler ve basının da desteği ile medrese yıktırılmaktan 151 A. Ogan, a.g.e., s. 21. C. Topuzlu, a.g.e., s. 110. 153 Cemil Paşa’nın hatırlarında görüşme şöyle yer almaktadır; “Madam içeri girince beşuş bir çehre ile -Dün parka gittim, duvarın yıkılmasından sonra meydana çıkan kilise harabesiyle sarnıcı gördüm, tebrik ederim, çok memnun oldum. Duvarı yıktığınıza çok isabet ettiniz, mühim eserleri meydana çıkartınız, bundan evvel sizi bu hususta rahatsız ettiğimden dolayı af edersiniz- dedi.” Bkz; C. Topuzlu, a.g.e., s. 111. 154 Zeynep Ahunbay, “Feyzullah Efendi Medresesi”, TVİA, C. 3, İstanbul 1994, s. 308. 152 51 Fotoğraf 16. Yıktırılmak İstendiği Yıllarda Ayasofya Haseki Hürrem Sultan Hamamı, Encümen Arşivi, Dosya no.199. kurtulmuş, Cemiyet tarafından restore edilerek Ali Emiri Efendi’nin çoğu yazma eserlerden oluşan zengin kütüphanesini bağışlamasıyla Millet Kütüphanesi olarak hizmete açılmıştır.155 Cemil Paşa’nın hedefindeki bir diğer eser de Sultanahmet’deki Haseki Hürrem Sultan Hamamıdır. Şehremini, Ayasofya ve Sultanahmet camilerinin arasında bulunan mahalleyi kaldırmayı, Haseki Hürrem Sultan Hamamı ve Sultanahmet medresesi ile türbeleri de yıktırarak bölgede Paris’teki Concorde Meydanı gibi ortasında bir abide bulunan asfalt bir meydan yapmayı planlıyordu.156 İki cami arasındaki mahalle bir gecede tamamen yanınca halk arasında Cemil Paşa’nın yangını bilerek söndürtmediği rivayetleri dahi çıkmıştır. Cemil Paşa hatırlarında bu olayı “yalandır!” diyerek reddeder. Ancak mahallenin ortadan kalkmasına sevindiğini de açık açık ifade etmiştir. Ortaya çıkan bu yangın yerlerinin istimlâk edilmesinin ardından, kalıntıları yıktırır ve yeniden inşaata müsaade edilmez. Sıra hamama geldiğinde ise yine İstanbul Muhipleri Cemiyeti 155 156 M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 265. Cemil Topuzlu, a.g.e., s. 136; Akşam, 19.12.1933. 52 ve Sadrazam Said Halim Paşa’nın muhalefeti ile karşılaşan Cemil Paşa’nın girişimi sonuçsuz kalmıştır.157 (Fotoğraf 16.) Cemil Paşa’nın yıkımlar vasıtası ile sık sık karşı karşıya geldiği bir diğer isim ise dönemin Evkaf Nazırı Ürgüplü Hayri Efendi’dir. Şehremini, sekiz metre genişliğindeki Alemdar Caddesi’nin genişliğini yirmi metreye çıkartmak için Gülhane Parkı’nın kapısı karşısındaki türbeyi ve tekkeyi yıktırmak ister. Vakıflar idaresinin karşı çıkmasına rağmen bir gece habersizce türbeyi ve tekkeyi yıktırmıştır. Yolun ortasında kalan Alemdar Mustafa Paşanın kabrini de baki kalan mezarlığın arka tarafına taşıtarak ve yeniden bir duvar yaptırmıştır.158 Bu olayın ardından Şehremini Cemil Paşa’nın Evkaf Nazırı Hayri Efendi ile yıldızı bir daha hiç barışmaz, iki isim de birbirlerinin yaptıkları işlere çeşitli zorluklar çıkartırlar.159 Örneğin Cemil Paşa, Alemdar Caddesi’ni Galata Köprüsü’ne kadar yirmi metre genişletmek istediğinde karşısına yıktırılarak kaldırılması gereken pek çok vakıf eseri çıkmıştır. Bunlardan biri de Salkımsöğüt Tekkesi’dir. Tekkenin Şeyhi İzzî Efendi, Enver Paşa ile Evkaf Nazırı Hayri Efendiye müracaat ederek tekkenin yıkılmasına mani olmalarını sağlar.160 Hayri Efendi, hatıralarında “Türklüğü ve İslamlığı sarsıntıya uğramıştır” dediği Cemil Paşa’nın eski eser yıkımları konusunda sık sık Mimar Kemaleddin ile karşı karşıya geldiğini, hatta bir gün bir meseleden dolayı -kayınpederi Şeyhülislam Cemaleddin Efendi’ye de güvenerek- “beni kızdırmayınız fetvasını alır hepsini yıkarım” dediğini rivayet eder.161 Yukarıda zikredildiği gibi aynı dönemde Hayri Efendi’nin başında bulunduğu Vakıflar İdaresi de bir yıkım faaliyeti içerisindedir. I. Abdülhamid İmareti’ni yıktırıp Mimar Kemaleddin’e IV. Vakıf Han’ı yaptırmak isteyen Evkaf Nezareti, Cemil Paşa’nın başında bulunduğu Şehremaneti tarafından engellenir. Bu büyük binanın 157 “O esnada orta yerdeki hamamı yıkmak için çok uğraştım” diyen Cemil Topuzlu muhalefet edenleri Muhafaza-i Asar-ı Atika Cemiyeti olarak anar. Bkz; C. Topuzlu, a.g.e., s. 136. 158 C. Topuzlu, a.g.e., s. 113. 159 Türbenin yıkımı sırasında sandukayı da açtıran Cemil Paşa, büyük bir öküz kafası bulur. Durumu polis, mahalle imamı ve halkın önünde tespit ederek zabıt tutturur ve Şeyhülislam Hayri Efendi’ye bildirir. Bu olay da ikisi arasındaki gerginliği arttırmıştır. Cemil Paşa hatıralarında olayı şöyle anlatıyor; “Evkafa bir türlü meram anlatamıyordum; hele Hayri Efendi, aynı zamanda Şeyhülislam da olunca, benim için Şehremanetinde çalışmak imkânı kalmıyordu. Hayri Efendi, şehir işlerini Evkafa bağlamak ve Meşihat makamının vesayeti altına almak istiyordu. Her yaptığım işte karşıma çıkıyor, müdahale ediyordu. Her gün, bu ihtilaf yüzünden işler yürümüyor, mahkemelere başvurmak zorunda kalıyordum.” Bkz; C. Topuzlu, a.g.e., s. 114. 160 C. Topuzlu, a.g.e., s. 113. 161 Şeyhülislam Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi, Meşrutiyet, Büyük Harp ve Mütareke Günlükleri (1909-1922), Yayına Hazırlayan: Ali Suat Ürgüplü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2015, s. 274. 53 caddeyi daraltacağını düşünen Cemil Paşa bir süreliğine inşaatı durdurmuştur.162 Şehremini, Vakıfların yaptığı yıkımı ise şu sözlerle eleştirir; “Seleflerimizin yaptırdıkları bu imaretin, çok hayırlı sosyal yardım müessesesinin, yıktırılmayarak ıslah ve tanzim edileceğine ve yeniden buna benzer aşhaneler yaptırılacağına Evkaf’a fazla varidat temini için yıktırılıp yerine bir han yapılmasına hala bir türlü akıl erdiremiyor ve müteessir oluyorum.”163 Şehremini Cemil Paşa başka pek çok tarihi yapıyı da imar faaliyetleri çerçevesinde yıktırmıştır. Tespit edilebildiği kadarıyla Paşa’nın şehreminliği döneminde Saraçhanebaşı’ndaki Canfeda Saliha Hatun Sebili164, Mesadet Han’ın karşısında Hattat Rakım Efendi kitabeli II. Mahmud’un çifte tuğralı kitabesi bulunan çeşme165 yol geçmesi sebebiyle ile ortadan kaldırılmıştır. Harap durumdaki Saraçhane Mescidi ise 1913 yılında Fatih Belediye Dairesi inşa edilirken yıktırılmıştır.166 Aynı yıl Şehremanetinin giriştiği Divanyolu Caddesi’ni genişletme projesine göre Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Külliyesi’nin türbe, sebil ve hazire kısımları, Çorlulu Ali Paşa Külliyesi’nin caddeye bakan bazı bölümleri ile Sinan Paşa Külliyesi’nin sebili yerinden sökülerek daha sıkışık bir düzende geriye çekilmesi planlanmıştır.167 Divanyolu Caddesi’nin bu yeni durumda alacağı şekil haritalara dahi işlenmiş, ancak projeler yukarıda zikredilen hadiselerin de etkisiyle Evkaf ve Dahiliye Nezaretleri tarafından engellenmiştir.168 Gerek Şehremini Cemil Paşa’nın gerekse Evkaf Nezareti’nin yaptığı yıkımlarla birlikte mimari koruma alanında özel bir nizamnamenin çıkarıldığı görülmektedir. 31 Temmuz 1912’de çıkartılan “Muhafaza-i Abidat Hakkında Nizamname” ile İstanbul’da modern dönem yıkımları başlamıştır. Nizamnamenin ilk maddesinde yapılan eski eser tanımlamasında ve nizamnamenin diğer maddelerinde sık sık kale, burç ve kasaba surlarının zikredilmesi, nizamnamenin daha çok bu yapıları hedef aldığını ve tüm IV. Vakıf Han’ın inşaatının uzun yıllar devam etmesinin önemli nedenlerinden biri de budur. Operatör Cemil Paşa 1914’de şehremanetinden ayrıldığında inşaat kaldığı yerden devam etmiştir. Bkz; C. Topuzlu, a.g.e., s. 114. 163 C. Topuzlu, a.g.e., s. 114. 164 B. Ünsal, a.g.m., s. 24. 165 İhtifalci, a.g.e., s. 321. 166 Fatih Sultan Mehmet döneminde Saraçhane Çarşısı ile birlikte yaptırıldığı anlaşılan cami çıkan bir yangında tahrip olmuştur. Bkz; İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2, s. 235; T. Öz, a.g.e., C. 1, s. 119. 167 Yusuf Halat, Osmanlı Döneminde İstanbul Divanyolu’nun Tarihsel Süreçte Değişimi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2018, s. 15; 76. 168 Y. Halat, a.g.t., s. 90. 162 54 Osmanlı coğrafyasını kapsadığını göstermektedir.169 İkinci maddede eski eserlerin hiçbir suretle hiçbir kimse tarafından ne maksada dayanırsa dayansın yıkılamayacağı ve tahrip edilemeyeceği kayıt altına alınmıştır. Ancak bu maddeden sonra yıktırılmasına kesin lüzum görülen eserlerin ne suretle yıktırılacağına dair maddeler sıralanmaktadır. Buna göre hükümetçe bir tarihi eserin yıktırılması lüzumlu görüldüğü takdirde Vilayetlerde Maarif Müdürünün başkanlığı altında askeri ve mülki birer memur ile nafia ve belediye mühendislerinden ve mahalli müze memurlarından oluşan bir komisyon kurulacaktır. Bu komisyon yıkılması istenen eserin bulunduğu mahalle giderek, yıkılma nedenlerini layıkıyla tetkik edecek, eserin planını çizdirip, fotoğraflarını çektirerek üzerindeki süsleme ve kitabeleri tespit edip bir dosya hazırlayacaktır. Hazırlanan dosya Vilayet eliyle Maarif Nezareti’ne gönderilecek, Maarif Nezareti ise Müze-i Hümayun’un görüşüne başvuracaktır. Müzenin de olumlu görüş vermesi üzerine eser yıktırılabilecektir. Müze, eseri kıymetli görmesi halinde ise eserin bulunduğu mahalle özel bir memur göndererek yeniden inceletecek, yapılan incelemeye göre yeniden karar verilebilecektir.170 Yukarıda sayılan işlemler yapılmadan önce, eserin yıktırılması ise suç olarak tespit edilmiştir. Nizamnamenin beşinci maddesinde eserin yıkılma tehlikesi bulunup zikredilen muamelenin yapılamayacağı hallerde belediyeler tarafından görevlendirilecek bir mühendis ya da görevlinin nezaretinde esere gerekli müdahalenin yapılabileceği kaydedilmiştir. Ancak bu durumda dahi yapının üzerinde bulunan nakışlar ve kitabelerin fotoğraflanıp kaydedilmesi ve ardından bozulmaksızın çıkartılması gerekmektedir.171 Muhafaza-i Abidat Hakkında Nizamname, İstanbul’da eski eserleri muhafaza edeceği yerde, eserlerin yıktırılmasına bir şekilde yol göstermiş, gerekli muamelatın tamamlanmasının ardından tarihi eserlerin ortadan kaldırılmasına izin vermiştir. Ancak bu tarihten sonraki yıkım örneklerinde de görüleceği üzere nizamnamede belirtilen hususlara dahi uyulmamış, pek çok yapının resmi çekilmeden ve düzgün şekilde rölövesi çıkarılmadan yıktırılmıştır. İstanbul’daki eski eserleri tahrip eden bir diğer unsur ise savaşlardır. Balkan Harbi, I. Dünya Savaşı, Mütareke ve İstiklal Harbi dönemi ile (1912-1922) on yıl boyunca sadece İstanbul’da değil, tüm Türkiye coğrafyasında ağır bir eski eser tahribi 169 N. Can, a.g.e., s. 34-35. N. Can, a.g.e, s. 35. 171 N. Can, a.g.e, s. 36. 170 55 yaşanmıştır. Bu on yıl boyunca Türkiye’de üretim çok düşmüş, buna karşı enflasyon aşırı yükselmiş, devlet kurumlarının ve vatandaşın bütçesi son derece sınırlanmıştır. Şüphesiz temel gıda maddelerinde kıtlıklar yaşanıp, salgın hastalıklarla boğuşulduğu, vatan mücadelesinin verildiği böyle bir dönemde eski eserlere ayrılabilecek ekonomik güç ve ilgi son derece mahdut kalmıştır. Balkan Savaşları’ndan Milli Mücadele’ye geçen zaman içerisinde sadece bilinçli (bile-isteye) ya da harabe halini almış eserlerin yıkımı gündeme gelmemiş, yeni tamir edilmiş, mamur ve kullanılan bazı tarihi yapılar dahi ekonomik yetersizlik ve ilgisizlik nedeniyle çökmeye terk edilmek zorunda kalınmıştır. Bu on yılın tarihi eserler üzerinde yarattığı olumsuz etki 20. yüzyılın ortalarına kadar etkisini sürdürmüştür. Örneğin 1533 yılında inşa edilen Samatya’daki Abdi Çelebi Camii 19. yüzyılın sonlarına doğru yıkılmaya mahkûm bir harabe haline gelmiştir. II. Abdülhamid döneminde tamir edilip yenilenen yapı, Meşrutiyet ve onu takip eden İtalyan, Balkan ve Dünya Savaşları içinde yine bakımsız kalmıştır. Öyle ki yanındaki çeşmeden su taşıyan sakalar içine merkeplerini bağlamaya başlamış, 20. yüzyılın ortalarındaki tamiri esnasında mabedin içinden 52 araba moloz ve gübre çıkmıştır.172 Savaş dönemlerinde tarihi yapıların karşılaştığı en önemli problem hükümet tarafından kadro dışı bırakılarak askeri ihtiyaçlarda kullanılmak üzere ordunun ya da muhacirlere barınak yapılması amacıyla belediyelerin emrine verilmeleridir. (Fotoğraf 17.-18.) Cumhuriyet devrinde de örnekleri görülen bu uygulamalar aslında Osmanlı Devleti’nin son döneminde başlayan zorunlu uygulamaların devamı niteliğindedir. Savaş dönemlerinde inşaat malzemelerinin üretiminin ve ithalatının durma noktasına gelmesi hasebiyle ordunun ihtiyaçlarına hizmet edecek yapılar inşa edilememiş, hazır yapı stoku olarak, istenen işlev için tarihi eserler kullanılmak zorunda kalmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda da savaş dönemlerinde cami, medrese, hamam, mektep, tekke gibi yapılar hükümet tarafından ordunun kullanımına tahsis edilmiş, bu yapılara hastahane, aşhane, yatakhane, ambar ve diğer işlevler verilmiştir. Aynı uygulamalara savaş zamanlarında diğer pek çok ülke de başvurmak zorunda kalmıştır. (Fotoğraf 19.-20.) 172 “Abdi Çelebi Cami”, REK. İA., C. 1, İstanbul 1958, s. 24. 56 Fotoğraf 17. Bir Camiye Sığınan Selanik Muhacirleri. http://ftp.tmc.com.tr/ftp/BALKAN_HARBI_BELGESELI/GORSELLER/GENEL/Selanikten%20gelen%2 0gocmenler%20camilerde%20bariniyordu.jpg Erişim tarihi; 15.09.2018 Fotoğraf 18. Kılıç Ali Paşa Camii İçinde Muhacirler. İ.B.B. Atatürk Kitaplığı Arşivi, Bel_Mtf_002581. 57 Fotoğraf 19. I. Dünya Savaşı yıllarında Fransa’da Bir Kilise Hastane Olarak Kullanılıyor. http://www.worldwar1gallery.com/history/chapter02.html Erişim tarihi; 15.09.2018. Fotoğraf 20. İngiltere Brighton Sarayı I. Dünya Savaşında Almanlara Karşı Savaşan Hintli Müslüman askerler için hastane halinde (1915). https://www.middleeasteye.net/news/muslim-soldiers-world-war-i-allies-533439783 Erişim tarihi; 15.09.2018 58 Öyle ki bazı tarihi yapılara Balkan Harbi sırasında el konulmuş, askeri amaçlarla kullanım II. Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar sürmüştür. Örneğin klasik dönem yapısı olan Çatalca’da Ali Paşa Camii, Balkan Harbinde hasara uğramış, daha sonra ayakta kalan kısmı tamir edilerek ordunun kullanımına tahsis edilmiştir. 1935 yılında askerliğini Çatalca’da yapan Reşat Ekrem Koçu, caminin askeri hurda ambarı olarak kullanılmakta olduğunu kaydeder. II. Dünya Savaşı yıllarında da askeri amaçlarla istifade edildiği anlaşılan yapı 1962’de dahi ahır olarak kullanılmakta idi. 173 Yine Balkan Savaşları’nın en ateşli günlerinin yaşandığı bir dönemde Rumeli’de yaşanan bozgundan binlerce koleralı asker İstanbul’a gönderilmiştir. Esasen hekim olan dönemin Şehremini Cemil Paşa bu hastaların karantinaya alınması gerektiği, aksi takdirde hastalığın tüm şehre yayılabileceği görüşündedir. İlk olarak Yeşilköy’ün uzak noktasında çadırlar kurulup orada tedavi ettirilmelerini önerir, ancak önerisi kışın da etkisi ile kabul görmez. Gönderilen 3.000’in üzerinde asker Sarayburnu’nda ve Sirkeci civarında bostanlarda, açık alanlarda gayriinsanî şartlarda gecelemeye başlar. Etrafları çevrilerek şehre sokulmazlar ve müdahaleleri orada yapılır. Cemil Paşa, İstanbul’da karantina uygulayacağı büyük mekânlar aradığında hatırına büyük camiler gelmiştir.174 Dönemin Evkaf Nazırı Ziya Paşa’ya bu isteğini açınca “Müslümanlara mahsus ibadethanelerin telvis edilmesine (pisletilmesine) asla rıza gösteremem!” tepkisi ile karşılaşmıştır. Durum Vükela Heyetine kadar intikal eder. Toplantıda Cemil Paşa’nın cenazelerin durumundan da bahsettiği acıklı hali izah etmesine rağmen Ziya Paşa burada da aynı görüşünü savunur.175 Şeyhülislam Cemaleddin Efendi ise söz alarak; “Ben Şeyhülislam olmak sıfatı ile camilerin değil bir tanesinin, hatta hepsinin boşaltılarak koleralı hastalara ve muhacirlere tahsis edilmesine taraftar olduğumu söyleyeceğim. Hatta bu hususta arzu ettiğiniz takdirde, fetva dahi veririm! Acil ve mübrem zamanlarda camilere hasta ve muhacir koymak şer’i şerife mugayir değildir. Zira meabid-i İslamiye birer Beytullahtır. Bu itibarla Evkaf Nazırı Paşa Hazretlerinin düşüncelerini muvafık bulmuyorum!” deyince Heyet-i Vükela, Ayasofya, Sultanahmet 173 Koçu, Ali Paşa Camini şu satırlarla anıyor; “1935 yazını askerlikle Çatalca’da geçirdim. Ve birçok günlerim enkaz ambarı olan Ali Paşa Cami’nde geçti. Ali Paşa Camii kasabanın İstanbul tarafındaki kenarına düşer, kubbesi çatlak, bahçesinin duvarı yıkık, çeşmesinin suyu tükenmiş, mezarlığını adam boyu baldıranlar, yılan yastıkları kaplamıştı. Camilerin etrafında güvercin görmeye alışmışızdır. Ali Paşa Cami’nin yuva olabilecek boşluklarına çaylaklarla kargalar yerleşmişlerdi. Binanın içi, dışından haraptı. Bütün yazı ve nakışları dökülmüş, onların yerine kubbenin üstündeki bir aylandos ağacının kubbenin çatlaklarından içeriye giren kökleri, garip vahşi nakışlar, esrarengiz sihir büyü yazısı hâlinde yazılmışlardı. Döşemeler sökülmüş neferler her gün yerde, duvarların üstünden akrep toplarlardı.” Bkz; “Çatalca’da Ali Paşa Cami”, REK İ.A., C. 7, İstanbul 1971, s. 3774-75. 174 C. Topuzlu, a.g.e., s. 127. 175 C. Topuzlu, a.g.e., s. 128. 59 ve Şehzadebaşı Camilerini Cemil Paşa’nın emrine tahsis etmiştir. Bu üç büyük camii etrafında güvenlik önlemleri alınarak içeride bütün halılar kaldırılıp steril bir ortamın sağlanmasının ardından karantina hastahanesine dönüştürülür.176 Balkan ve I. Dünya Savaşı yıllarında camiler ve medreseler sadece hastahane vazifesi görmemiş, vatanlarını terk etmek zorunda kalan muhacirlere sığınak da olmuştur. Şüphesiz hem Osmanlı Döneminde hem de Cumhuriyet döneminde askeri ihtiyaçlar için kullanılmak üzere seçilecek yapıların mimari ve tezyini yönüne dikkat ediliyor, ortaya çıkacak tahribat nedeniyle kıymeti az olanlar tercih edilmeye çalışılıyordu. Ancak konum, büyüklük gibi özellikler ve zaruret devreye girdiğinde bu kıstaslar da göz ardı edilebiliyordu. Örneğin İstanbul’un en eski mabetlerinden Küçük Ayasofya Camii, Balkan Savaşları sırasında muhacirlere tahsis edilmiştir.177 Yine askeri kullanıma tahsis edilen Unkapanı tarafındaki 1735/36 tarihli Papazoğlu Mescidi mozayikvari rengârenk camları, pencere çerçeveleri, müezzin mahfili, ahşap sütunları ve tavanı ile oldukça sanatlı bir yapıdır.178 (Fotoğraf 21.) İbrahim Hakkı Konyalı da bir yazısında İmparatorluk döneminde askeri amaçlarla kullanılan tarihi camiler hakkında bazı bilgileri vermektedir. Üsküdar Ayazma Camii bunlardan ilkidir. Birkaç kez kışla yapıldığından bahseden Konyalı, camide yaşanan tahribi şu sözlerle anlatır; “Cani ve kadirşinas eller [minberin üzerindeki] büyük göbeklerden birisinin pırlanta değerindeki kıymetli parçalarını koparmışlar, hünkâr mahfelinin altındaki minimini ve zarif direklerin bordürlerindeki başka renk kakma taşları sökmüşler, mahfelin altın yaldızlı tahtadan oyma kafeslerinden bir kısmını parçalamışlar, hitabet kürsüsünün sağ tarafını ve hünkâr mahfelindeki mermer kavuk dolabının kubbesindeki hilali kırmışlardır. Ben bu cinayet izlerini tetkik ederken müezzin Mehmet Ali içini çekerek dert yanıyordu; -Eski devirlerde camii birkaç defa kışla yapılmıştı. Mehmetçikler oturdukları yerden memleketlerine mübarek(!) birer hatıra götürmek için minberin göbeklerini, duvar ve sütun süslerini sökmüşler.”179 176 C. Topuzlu, a.g.e., s. 129. Müller – Wiener, a.g.e., s. 182. 178 İhtifalci, a.g.e., s. 370. 179 Tan, 09.05.1938. 177 60 Fotoğraf 21. Papazzade Mescidi’nin 1941’deki durumu. Encümen Arşivi, Dosya no.543. Konyalı’nın bildirdiğine göre Sultanahmet Camii’ne konuşlandırılan asker ve muhacirler caminin içinde ve bilhassa hünkâr mahfelinin altında ateş yaktıklarından, çıkan isler altın yaldızlarda kararmalar yapmış, kubbelerdeki kalemişi süslemelerin de renkleri solmuştur. Pencerelerinin fildişi ve sedef kakmalı kapaklarının at ahırlarına ve abdesthanelere kapı yapıldığını da söyleyen Konyalı, Büyük kıble kapısını üzerinden bulunan kakma fildişlerinin hatıra olarak askerler tarafından memleketlerine götürüldüğünü kaydeder. Süleymaniye ve Eminönü Yeni Cami’de yaşanan tahribatı ise şu cümlelerle aktarır; “Süleymaniye Cami’nin içinde yangın çıkardılar. Sinan’ın muhteşem kubbesini alevin amansız dili yaladı. Yeni Cami’in bütün kubbesi oyuk kalemkari süslerle kaplamıştı. İçinde yakılan odun dumanları bu oyma süsleri ve hakiki renklerini kaybettiği için sonradan üstlerine badana çekildi, çiçeklerine uymayan mütereddi ve acayip bir tezyin usulü mabedin asaletini bozdu.”180 Tespit edilebildiği kadarıyla bu dönemde Eminönü Demirkapı’da Ahmet Paşa Camii, erzak tevzi ambarı181, Sultanahmet’de İshakpaşa Hamamı, askeri depo182, 180 Tan, 09.05.1938. İhtifalci, a.g.e., s. 340. 182 Müller – Wiener, a.g.e., s. 423. 181 61 Eyüp’te Bali Hoca Mescidi, askeri depo183, Şehremini’nde İbrahim Çavuş Camii, askeri depo184, semte adını veren Hocapaşa Camii askeri depo185, Çemberlitaş Hamamı, askeri tebhirhane olarak186, Eyüp Bahariye’de Taşlıburun Tekkesi’nin selamlık ile semahane binası187 ve Ayvansaray’da eski bir Bizans yapısı da olan Toklu Dede Mescidi askeri ihtiyaçlar için kullanılmıştır.188 Alay köşkü hilal-i ahmer ambarı189 Yine Eyüp’teki ilk yapımı Kanuni devrine dayanan Emir Buhari Tekkesi Mescidi ise I. Dünya Savaşı’nda uçaksavarlar tarafından atılan mermilerden harap olmuştur.190 Dünya Savaşı yıllarında İstanbul halkının ve tarihi eserlerin karşılaştığı önemli sorunlardan biri de hava hücumları ve uçak saldırıları idi. Uçaklardan atılan bomba ve kurşunlardan onlarca Osmanlı vatandaşı hayatını kaybettiği gibi pek çok tarihi bina da nasibini almıştır. İtilaf devletlerince başkente yapılan bu taarruzlarda genellikle askeri hedefler seçilmeye çalışılsa da kimi zaman sivillerin yoğun olarak bulunduğu bölgelere de bombalar atılıyordu. Uçak saldırılarıyla İstanbul’da en çok tehdit edilen tarihi yapı Topkapı Sarayı’dır. Sarayın Marmara Denizi tarafındaki Gülhane Bahçelerine Sultan Abdülaziz döneminde yaptırılan top, fişek gibi askeri mühimmatın depolandığı ambarlar sarayın yerleştiği sahayı önemli bir hedef haline getirmiştir. Keza Sultan VI. Mehmed Vahideddin’in Topkapı Sarayı’nda tahta çıkmasından birkaç gün sonra, 9 Temmuz 1918 günü İstanbul’a gelen beş düşman tayyaresi, uçaksavarların şiddetli ateşine rağmen Zeytinburnu silah fabrikasına iki, Haydarpaşa İstasyonu dolaylarına dört, Selimiye kışlasına altı, Haliç’e dört, Davutpaşa Kışlası’na ve Gülhane Parkı’na birkaç bomba atmıştır. Gülhane’nin bombalanması üzerine Maarif Nezareti harekete Kemikçi Sokağı köşesinde bulunan bu eser III. Murad devrinde yapılmıştır. Kaynaklarda sebil ve türbeden oluştuğu bilinen bu yapı I. Dünya Savaşı içerisinde depo yapılmış, 1918 yılındaki tahliyesinde çok harap olduğu için ibadete açılamamıştır. Tamir imkânı da bulunamadığından yıllarca metruk kalmış depo olarak kullanılmıştır. Hakkı Göktürk, “Balihoca Mescidi”, REK İA., C. 4, İstanbul 1960, s. 2046. 184 Dört kagir duvar üzerine ahşap bir çatı ile örtülü mescidin bir de bodur taş minaresi vardı. Birinci Dünya Savaşı içerisinde harap halde iken tamir edilip askeri depo olarak kullanılmıştır. 1918-1920 arasında bakımsızlıktan yıkılmıştır. Hakkı Göktürk, “Çavuş Mescidi”, REK İA., C. 7, İstanbul 1971, s. 3792. 185 Milliyet, 16.11.1934. Hocapaşa Camii’nin toplanan halı ve kilimleri Evkaf ambarına gitmiş, ancak 1934’de dahi geri alınamamıştır. 186 1584 Tarihli Çemberlitaş Hamamı’nın camekan bölümü Islahat-ı Turuk Komisyonu çalışmaları sırasında kesilmişti. I. Dünya Savaşı yıllarında ise hamam, buharla mikrop arındırma maksadıyla askeri tebhirhane olarak kullanılmıştır. Bu düzenleme için kadınlar kısmı ile erkekler kısmı arasında kapılar açılmış ve kadınlar kısmına kazanlı modern ısıtma tesisatı kurulmuştur. Hamam bu işlevini sürdürürken 1916/1917 sıralarında bir de yangın geçirmiştir. Semavi Eyice, “Çemberlitaş Hamamı”, TVİA, C. 1, İstanbul 1993, s. 484. 187 Sadiye dergâhı olan tekke I. Dünya Savaşı sonrasında da asker işgalinde kalmış harap olmuş mütareke yıllarında temellerinden yıktırılarak kaldırılmıştır. Hakkı Göktürk, “Bahariye’de Taşlıburun Tekkesi”, REK İA., C. 4, İstanbul 1960, s. 1853. 188 Semavi Eyice, “Toklu Dede Mescidi”, TVİA, C. 7, İstanbul 1994, s. 273. 189 Pelin Demir, “Balkan Savaşları Sırasında İstanbul’da Gündelik Hayat (1912-1913)”, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2019, s. 46. 190 T. Öz, a.g.e., C.1, s. 52. 183 62 geçerek bundan sonra olabilecek bombardımanlara karşı “Müzeler ve Topkapı Sarayı’nın muhafazası” adına tarafsız devletler nezdinde girişimde bulunulması için konuyu Meclis-i Vükelâ’ya getirmiştir. Hükümet de, Hariciye Nezareti’ni görevlendirmiştir.191 Yaşanan başka bir hava saldırısına uçaksavarlarla cevap verildiği sırada bir uçak savar mermisi Topkapı Sarayı’nın Hazine bölümünün/Fatih Köşkü’nün üçüncü odasının çatı ve tavanını delerek içeri girmiş ancak şans eseri patlamamıştır. Ancak durumun tekrarlanmaması, telafisi mümkün olamayacak zararlara uğranmaması için Harbiye Nezareti tarafından bir komisyon kurularak Topkapı Sarayı’nın korunması için bir talimatname hazırlanmasına karar verilmiştir. 3 Eylül 1918’de komisyon bir rapor halinde alınması gereken tedbirleri hükümete bildirmiştir.192 Savaş yıllarında sadece zorunluluklardan ya da ihmalden kaynaklı tahripler olmamış, sınırlı da olsa imar hareketleri çerçevesinde yıkımlar da yaşanmıştır. Örneğin; Bebek’te Kayalar Mescidi’nin altında 18. yüzyıl eseri Reisülküttap Mustafa Efendi Çeşmesi ise 1914 yılında yol düzenlemeleri kapsamında ortadan kaldırılmıştır.193 Yine aynı yıl Çarşamba’da 1540/41 tarihini taşıyan kitabeli, Mimar Sinan eseri Draman Yunus Cami, mail-i inhidam (çökme tehlikesi) görüldüğünden yıktırılmıştır. Günümüzdeki bina 1914’den sonra yaptırılmıştır.194 Üsküdar Toptaşı civarında bulunan ve son şeklini 18. yüzyılın ortalarında alan Darüssaade Ağalarından Mehmet Ağa’nın mescidi ise 1915 yılında yolun genişletmesi maksadıyla ortadan kaldırılmıştır.195 Aynı amaçla Aksaray Murat Paşa Cami’ndeki Kara Davut Paşa ve Şeyhülislam Pirizade Osman Sahip Efendi’nin sekiz adet mermer sütuna istinat ettirilmiş, üstü demir ve tel kafesli açık türbeleri 1916 Kasım’ında yıktırılmıştır.196 Yola giden bir başka türbe de Hadım Hasan Paşa’nın banisi olduğu medresesindeki ilginç türbesidir. Hadım Hasan Paşa 1598’de siyaseten katledileceği vakit, Cağaloğlu’ndaki medresesinin sebiline defnedilmeyi vasiyet etmiştir. Böylelikle türbeye dönüşen sebil 20. yüzyılın başlarına Mustafa Selçuk, “Birinci Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri’nin İstanbul’a Yönelik Hava Taarruzları”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, C. 1, S. 2 (2014), s. 101. 192 Süleyman Beyoğlu, “Topkapı Sarayı Bombalanacaktı!..”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, S. 54 (1998), s. 27. 193 Celaleddin Germiyanoğlu, “Bebek”, REK İA., C. 5, İstanbul 1961, s. 2328. 194 Hakkı Göktürk, “Drağman Mescidi”, REK İA., C. 8, İstanbul 1966, s. 4542. 195 Mustafa Güler-Gülay Karadağ, “Dârüssaâde Ağası Hacı Beşir Ağa’nın Üsküdar’daki Hayratı”, IV. Üsküdar Sempozyumu: 3-5 Kasım 2006 Bildiriler, Ed. Coşkun Yılmaz, C. 2, Üsküdar Belediyesi, İstanbul 2007, s. 233. 196 İhtifalci, a.g.e., s. 109. 191 63 kadar gelmiş, dünya savaşı yıllarında yolu genişletmek için yıktırılmıştır.197 1916 yılında Şehzade Külliyesi’nin bir parçası olan Rüstem Paşa Sebili de yıktırılmıştır.198 Laleli’de, Ordu Caddesi üzerinde bulunan Kızlarağası Hamamı da bu dönemde yıktırılan eserlerden biridir. Kızlarağası Abbas Ağa tarafından l669’da yaptırılan büyük çifte hamam, 20. yüzyılda Maliye Nazırı Ziya Paşa'nın mülkiyetine geçmiş ve 23 Temmuz 1911'deki Uzunçarşı-Aksaray yangınına kadar işletilmiştir. Yangın hamama zarar vermese de etrafının yangın nedeniyle tamamen boşalması, hamamın arsasını kıymetli hale getirmiş, bölgedeki imar faaliyetlerine dahil edilerek yol sahasına alınmıştır.199 Temmuz 1914’de iki kez, Aralık 1914’de ise bir kez gazetelere ilan verilerek bir yıkıcı aranmış ancak ihaleye talip çıkmamıştır. 28 Ekim 1915'te gazete ilanıyla Kızlarağası Hamamı'nın yıkılması için yeni bir ihale açılmış ve bir yıkıcı bulunarak hamamın yıkılmasına başlanmıştır. 1916-1917 arasında İstanbul'da 10 ay kalan H. Glück hamamı yıkılırken görmüş, kitabesini, planını ve mimari özelliklerini kaydetmiştir.200 Fakat yıkım işlemi tamamlanamamış ve hamam yarı yıkık vaziyette yıllarca yerinde kalmış ve ancak 1923'te ortadan kaldırılmıştır. Bugün hamamın yerinde apartmanlar bulunmaktadır.201 I. Dünya Savaşı yıllarında müttefikimiz olan Almanya ile aramızdaki işbirliğinin temsili olacak Türk-Alman Dostluk Yurdu projesi kapsamında ise Divanyolu’nda Sultan II. Mahmud Türbesi karşısında iki mescit yıktırılmıştır. Dostluk yurdu projesi için mimari yarışmalar açılmış, Divanyolu Sultan II. Mahmud Türbesi karşısında geniş bir ada 1917 yılında istimlâk edilerek açılmış, ancak savaşın akıbeti ile birlikte proje sonuçsuz kalmıştır.202 Açılan sahada ilk yapımı Fatih Sultan Mehmed dönemine dayanan Asmalı Mescid adıyla bilinen Hacı Ferhat Ağa Cami, müştemilatı ve IV. Murad döneminde yapılan sıbyan mektebi203 ile 16. yüzyılın ilk yarısında yapılan Sinan İhtifalci, a.g.e., s. 287. Müller-Wiener, a.g.e., s. 480. 199 Hamam hakkında Semavi Eyice tarafından detaylı bir inceleme yapılmıştır. Semavi Eyice, “İstanbul’un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri II Bostan Cami, Kızlarağası Abbasağa Hamamı, Çukurçeşme Hamamı, Kasım Ağa Mescidi”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, S. 27, (1973), s. 149. 200 Semavi Eyice, “İstanbul’un Ortadan Kalkan… II”, s. 151-152. 201 Semavi Eyice, “Kızlarağası Hamamı”, TVİA, C. 5, İstanbul 1994, s. 16. 202 Proje hakkında detaylı bilgi için bkz; Suha Özkan, “Türk-Alman Dostluk Yurdu Öneri Yarışması 1916”, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi, C. 1, S. 2 Sonbahar 1975, s. 177-210. 203 Cami ve müştemilatının yıktırılması sırasında istimlâk bedelinin ödenmediği gerekçesi ile sonraki yıllarda Evkaf İdaresi tarafından Şehremaneti ve Harbiye Nezareti aleyhine dava açıldığı anlaşılmaktadır. Bkz; İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2, s. 161-164; T. Öz, a.g.e, C. 1, s. 24. 197 198 64 Ağa Mescidi 1917 yılında yıktırılmıştır.204 Aynı yılda Vefa’da, ilk yapımı 16. yüzyıla kadar uzanan üç oda, bir bekçi kulübesi ve müştemilatı havi Haki Dede Medresesi gazete ilanı ile satışa çıkarılmıştır.205 Savaş yılları içerisinde şehir surlarında da tahribatın arttığı görülmektedir. 31 Ocak 1915’de çıkartılan “Esvar ve Kıla-i Atikadan Belediyelere Terk Olunacak Yerler Hakkında Kanun” uyarınca yıkılmasına izin verilen kale ve surlardan meydana çıkacak arsaların belediye olan yerlerde belediyelerin, belediye olmayan yerlerde ise vilayetlerin mülkü olacağı kararı verilmiştir.206 İhtifalci eserinde bu dönemde gerçekleşmiş pek çok sur yıkımını kaydetmiştir. Ayvansaray Defterdar Caddesi’nin açılması sırasında Odunkapısı olarak anılan Exylo Porta ve bazı surlar207, Fener Patrikhanesi civarındaki Petro Kapısı208, Lonca civarında içerisinde bazı ayazmaları da muhtevi surlar ve burçlar209 tahrip edilmiştir. Yeni Cami Hünkâr Kasrı altındaki Bizans döneminden kalan sur yapısı da halkın gelip geçmesini engelliyor bahanesiyle yıktırılmak istenmiş, ancak yapılamayarak bir kısmı bu dönemde kesilmiştir.210 Yaşanan tüm bu tahriplerin ardından I. Dünya Savaşı yılları içerisinde 1917 yılı İstanbul’da mimari koruma alanında bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. 22 Mart 1917’de Dahiliye Vekaleti tüm vilayetlere gönderdiği bir genelge ile eski eserlerin muhafazasına daha fazla itina gösterilmesini istemiştir. Belgede eski eserlerin tahribi açısından zikredilen tespitler şöyledir;  Kent surları, kışla, mektep, hastahane vb. kamu yapılarının yapılması amacıyla vali, mutasarrıf, vilayet meclisleri ve kaymakamlar tarafından yıktırılmaktadır.  Fazla harap olmamış türbe, cami ve medrese gibi kutsal yapılar, tarihi ve mimari değerleri göz önüne alınmadan yıkılmaktadır. Sinanağa Cami’nin arsası 12 Ekim 1933’de İstanbul Vakıflar İdaresi tarafından satılmıştır. Arsayı alan Halid Ziya Uşaklıgil arsa üzerine Sinan Ağa Daireleri ismiyle bir bina yaptırmıştır. Bkz; İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2, s. 279-282. 205 Semavi Eyice, “İstanbul’un Ortadan Kalkan… I” s. 151-152. 206 N. Can, a.g.e., s. 21. Çıkartılan bu kanunla İstanbul’da uzun yıllar davalara konu olacak “kule-i zemin” meselesi ortaya çıkmıştır. 1930’lu yıllarda İstanbul Belediyesi aralarında Ömer Abid Han, IV. Vakıf Han gibi binaların da bulunduğu pek çok binaya eski sur sahası üzerinde inşa edildiği gerekçesiyle sahiplik davaları açılmıştır. Mahkemeler bazı binaların temellerinin açılmasını dahi teklif etmişlerdir. 207 İhtifalci, a.g.e., s. 260. 208 İhtifalci, a.g.e., s. 376. 209 İhtifalci, a.g.e., s. 296. 210 İhtifalci, a.g.e., s. 220. 204 65  Arkeolojik kazılarda bulunan süslemeli elemanları çıkartmak için yapılara zarar verilmektedir.  Asar-ı Atika ve Muhafaza-i Abidat Nizamnamelerinin hükümleri uygulanmamaktadır.  Tüm bu yıkımlar, ilgili memurların kendi görüşleri doğrultusunda yapılmaktadır. Belgenin ikinci bölümünde bu olumsuz tutumların devam etmesi halinde ülkenin övünç kaynağı olan eski eserlerin tümüyle yok olacağına dış ülkelerde eski eserlerin sürekli denetim altında tutularak ve tüm görevlilerin kurallara uyması sağlanarak korunabildiğine dikkat edilmesi ve ilgili yasal düzenleme hükümlerine uyulması istenmiştir.211 Aynı yıl içerisinde yaşanan bir başka gelişme ise kurulduğu günden 1917 yılına kadar İstanbul’daki eski eser tahribini önlemeye çalışan ancak personel ve yetki eksikliğinden dolayı istenilen ölçüde müdahil olamayan Müze-i Hümayûn’un, konu ile ilgilenecek özel yetkili bir kurula kavuşmasıdır. Yaşanan tahriplerin kamuoyunda yarattığı tepki ve Halil Edhem Bey’in ısrarlı başvuruları üzerine 9 Mayıs 1917 tarihinde Maarif Nezareti, Müze-i Hümayûn’a gönderdiği yazısında “İstanbul'da atik Saray-ı Hümayûnlar da dâhil olduğu halde, âsar-ı atikanın muhafazasına nezaret etmek ve tamirat icap ettikçe reylerine müracaat olunmak ve âsar-ı atikayı mahvü tahripten kurtaracak tedabiri düşünmek üzere bir encümen-i daimi teşkili münasip görülerek..." bu encümene üye seçilmesi istenen kişilerin tespit edilmesi istenmiştir.212 Halil Edhem Bey’in uygun gördüğü isimleri bildirmesinin ardından sürekli görev yapacak bu encümen 21 Mayıs 1917 tarihinde Meclis-i Vükela kararıyla “Asar-ı Atika Encümen-i Daimisi” adıyla kurulmuştur.213 Asar-ı Atika Encümen-i Daimisi’nin şu üyelerden oluşmaktaydı; Müze-i Hümayûn Müdürü Halil Edhem (Eldem) Bey, İstanbul Mebusu İsmet Bey, Doktor Nâzım Bey, Evkaf Nezareti İnşaat ve Tamirat Müdürü Mimar Kemaleddin Bey, Dâhiliye Nezareti Mebani-i Emiriye Müdürü ve Tarih-i Osmani Encümeni azası Efdaleddin (Tekiner) Bey, Maarif Nezareti Telif ve Tercüme Heyeti ve İstanbul Muhipleri Cemiyeti azasından İhtifalci Mehmet Ziya Bey, Şehremaneti Heyet-i E. Madran, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e…, s. 69. Aziz Ogan, Türk Müzeciliğinin 100. Yıldönümü, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, İstanbul 1947, s. 25. 213 Meclis-i Vükela Kararıyla Müteşekkil Muhafaza-i Âsâr-I Atika Encümen-i Daimisi [nin] Bir Senelik Mesaisine Dair Rapor 21 Mayıs 1334, Matbaa-i Amire, İstanbul 1336 (1920), s. 6. 211 212 66 Fenniye Mimari Şubesi Müdürü Mimar Asım Bey, Kadıköy Belediye Dairesi Müdürü Celal Esad (Arseven) Bey.214 Encümenin kurulma kararı 30 Mayıs 1917 tarih ve 617/22909 sayılı kararla Müze-i Hümayûn'a bildirilmiş ve ilk toplantı 11 Haziran 1917 tarihinde Maarif Nezareti binasında yapılmıştır.215 Encümen İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin (Müze-i Hümayun) bir odasında haftada bir veya iki defa toplanıp, İstanbul’daki eski eserlerin taşınması, tamiri ve korunması hakkında kararlar alıyor ve bazı eski eserlerin kurtarılması hususunda sert ve ciddi mücadelelerde bulunuyordu. Bunun dışında encümen İstanbul'un eski eserlerini fişlemeye de girişmiş ve her bina için sarı karton kapak içinde o yapının fotoğrafları ile birlikte, kitabesinin kopyası ve hakkında bilinenler not edilmiştir. Sadece İstanbul içerisinde envaterleme ve koruma görevi yapan bu encümen günümüzdeki koruma kurullarının atası konumundadır. 1923'ten itibaren Maarif Vekâleti Hars Müdürlüğü'nün desteği ile çalışmalarına devam eden encümen Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Kurulu’nun 1950 yılındaki kuruluşuna kadar devam etmiştir.216 Encümenin kuruluşunun ardından ilk olarak üzerine eğildiği ve başarılı olduğu konu savaş nedeniyle askeriyenin işgali altında bulunan tarihi binaların tahliye ettirilmesidir.217 Encümenin bu dönemde kurtardığı eserlerden biri de Ayasofya Haseki Hürrem Sultan Hamamı’dır. Şehremaneti’nin “şehirde birçok benzeri vardır” bahanesi ile kaldırmak istemesine karşın hamamın günümüze ulaşmasında Encümen’in faaliyetleri önemli yer tutmaktadır.218 Fakat İstanbul gibi büyük bir şehirde çok çeşitli yapı türlerinde sayıları on binleri bulan tarihi eserlere karşı yapılan tahribattan Encümen’in günü gününe haberdar olması mümkün değildir. Birçok defalar tahribat ya tesadüfen duyuluyor veya bir eser imha olunduktan çok zaman sonra haber alınıyordu.219 Öyle ki Muhafaza-i Abidat ve Asar-ı Atika Nizamnamelerinde açık olarak yer almasına rağmen devlet kurumları dahi tarihi eserleri yıktırmadan önce müzenin görüşünü almamışlardır. Örneğin; Topkapı Sarayı’nın Marmara Denizi tarafındaki 214 A. Ogan, a.g.e., s. 25. A. Ogan, a.g.e., s. 25. Semavi Eyice ise ilk toplantı tarihini 31 Mayıs 1917 olarak vermektedir. Bkz; Semavi Eyice, “İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni”, TVİA, C. 4, İstanbul 1994, s. 222. 216 Semavi Eyice, “İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni”, TVİA, C. 4, İstanbul 1994, s. 222. Encümenin cumhuriyet dönemindeki faaliyetlerine “Cumhuriyet Döneminde Eski Eser Tahribine Yönelik Tepkiler Ve Tahribi Durdurmaya Yönelik Faaliyetler” bölümünde değinilecektir. 217 A. Ogan, a.g.e., s. 27. Aziz Ogan da bu dönemde Süleymaniye ve Sultanahmet Camilerinin de asker işgali altında olduğunu söyler. 218 C. Topuzlu, a.g.e., s. 136; A. Ogan, a.g.e., s. 26. 219 A. Ogan, a.g.e., s. 26. 215 67 Değirmen Kapısı’nın Harbiye Nezareti tarafından yıktırıldığı ancak yıkımın tamamlanmasının ardından haber alınmıştır. İhtifalci Mehmet Ziya Bey’e göre kapının asar-ı atika açısından hiçbir kıymet ve ehemmiyeti bulunmamasına rağmen iki yanında bulunan sütunlar ve kemeri Bizans dönemine ait olduğundan Encümen, Harbiye Nezareti’ne başvurmuş, müracaat üzerine kapı ile sur yeniden inşa edilmiş ancak mermer sütunlar yerlerine konmamış üstünün kemeri de yapılmamıştır.220 Encümen’in bu tarz girişimlerinden bir başkası da Tekfur Sarayı’nın yakınındaki surlardan birine ait kapı ile ilgilidir. Kapının üzerindeki söve, civarda inşa ettirilmekte olan bir aşevinin kapı eşiğinde kullanılmak üzere yerinden kaldırılmaya teşebbüs edilmiş, durumdan haberdar olan Encümen sorumlular hakkında yasal işlem başlatmıştır.221 İhtifalci, kitabında arkeolojik buluntular karşısında da Encümenin görevlendirildiğini yazar.222 Asar-ı Atika Encümen-i Daimisi’nin giriştiği bir diğer faaliyet ise tescil faaliyetidir. Gerek alınan haberler sonrası ortadan kalktığı anlaşılan, gerek harap durumda olup tamiri gereken yapılar için encümen azaları yerinde incelemeler yapmış, (Fotoğraf 22.) Müze-i Hümayûn’da saklanmak üzere numara verilerek birer dosya açılmış, yapının mimari özelliklerini, kitabelerini, mevcut durumunu ve toplayabildikleri diğer bilgileri fişler halinde kaydetmişlerdir. (Belge 1.) Yapıların fotoğraf, plan ve rölövelerinin alınması düşünülmüşse de arşiv malzemesinden anlaşıldığı üzere ancak fotoğrafları çekilebilmiştir.223 Eserinde verdiği pek çok detay bilgi ile bu işte ilk zamanlarda İhtifalci Mehmet Ziya Bey’in görevlendirildiği anlaşılmaktadır. Keza Fatih döneminden kalma Harbî Mescidi’nin kalıntılarını harap bir vaziyette gören Mehmet Ziya Bey üzüntüsünü şu sözlerle aktarır; Kapının tarihi eser olarak görülmemesi dönemin tarihi eser algısını göstermesi açısından ilginç bir örnek teşkil etmektedir. İhtifalci, a.g.e., s. 503; 538. 221 İhtifalci, a.g.e., s. 261. 222 İhtifalci a.g.e., .s 648. Mehmet Ziya Bey kitabında Bekir Paşa Camii Sokağı’nda tarihi bir kuyunun bulunup Encümene bildirilmesi olayını şöyle nakleder; “Bu haber üzerine mahalline giderek tetkikatta bulundum. 3.5 metre derinliğinde bir çukur olan bu yere tedarik eylediğim bir merdiven vasıtası ile indim. Fakat inerken merdivenin dayandığı noktanın kaymasıyla kayarak aşağıya düştüm. Lehü’l-hamd bu düşmeden müteessir olmadım. Burası haç şeklinde pek muntazam tuğlalarla örülmüş, kemiklidir. İçerisi yoğun bir surette istif edilmiş insan kemikleriyle doludur. Kemikler çürümemiş, muntazam bir haldedir.” İhtifalci, olayın tarihini 18 Mart 1328/31 Mart 1912 olarak vermektedir. Ancak bu tarihte Muhafaza-i Asar-ı Atika Encümeni henüz kurulmamıştır. Tarihin dizgi hatası ile 1338/1922 olması daha uygun olmaktadır. 223 Encümenin çalışma usulü ve “Encümen Arşivi” olarak bilinen bu arşivin akıbeti hakkında Semavi Eyice’nin yazdıkları son derece dikkate değerdir. Bkz; Semavi Eyice, “İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni”, TVİA, C. 4, İstanbul 1994, s. 222. 220 68 Fotoğraf 22. Encümen Fatih Halıcılar Caddesi’nde Bulunan Gürcü Mehmet Paşa Çeşmesi’ni 1919 Yılında Yerinde İnceliyor. Encümen Arşivi, Dosya 28. 69 “Harbi Mescidinin hal-i hazırından dolayı pek müteessir ve mustarip oldum. Dünya tarihinin yüce ve ibret verici bir safhasını hatırlatan bir mevki hakkındaki umursamazlığımıza karşı tarih-i milli namına ne kadar teessüf edilse yeri vardır. Gariptir ki biz hala bu yerleri kendimize mal edemiyoruz. Sırf araştırmamaktan ileri gelen bu zihniyet bu diyardaki milliyet hissinin yerleşmesine bir mani teşkil ediyor. Bu gibi umur-ı vakfiye için para alan, ekmek yiyen memurlarımızın diğer işlerle beraber biraz da bu gibi hatırat-ı milliyenin idamesi esbabına düşmeleri milliyetseverliğin gereklerindendir.”224 31 Mayıs 1918 günü çıkan büyük Fatih yangını İstanbul’un geçirdiği son büyük felaket olmakla birlikte Encümen’in işini de bir kat daha arttırmıştır. Yangında İstanbul’un tarihi eserler bakımından en zengin mahalleri olan Ayvansaray, Sultanselim, Fatih, Sarıgüzel, Cerrahpaşa, Aksaray ve civarı etkilenmiş, bu geniş sahada tarihi eserlerde oluşan tahribat neredeyse 20. yüzyılın ortalarına kadar ortadan kaldırılamamıştır. Encümen bir harabeye dönmüş bu yangın mahallerindeki yüzlerce eseri bir alt komisyon kurarak inceletmeye çalışmış, yapılar hakkında fişler tutularak kitabeleri kaydedilmiş, fotoğrafları çekilerek planları tersim edilmiştir. Encümen ayrıca bu eserlerin İstanbul haritası üzerinde işaretlenmesine de karar vermiştir.225 Ancak dönemin zorlu şartlarında Encümen’in bu mesaiyi tamamlayamadığı anlaşılmaktadır. Asar-ı Atika Encümen-i Daimisi’nin kuruluş amaçlarından biri de eski eserler üzerinde yapılan tamiratları denetlemektir. 1917 yılındaki kuruluşunun hemen ardından Topkapı Sarayı’nda çeşitli dönemlerde yapılan tamirleri226 denetlediği anlaşılan Encümen, tespitlerini bir rapor halinde 10 Ekim 1917’de hükümete sunmuştur. Raporda kavram olarak restorasyonun tanımlaması yapıldıktan sonra uyulması gereken kaideler sıralanmış, Topkapı Sarayı’nın tarihi kıymeti dikkate alınmadan, içerisinde görevli bulunan hademelerin kullanım durumlarına göre kullanılan-kullanılmayan şeklinde bir ayrıma tabi tutularak tamir faaliyetlerinin gerçekleştirildiği, 18 ve 19. yüzyıllarda İhtifalci, a.g.e., s. 154. Meclis-i Vükela Kararıyla Müteşekkil Muhafaza-i Âsâr-ı Atika Encümen-i Daimisi [nin] Bir Senelik Mesaisine Dair Rapor 21 Mayıs 1334, Matbaa-i Amire, İstanbul 1336 (1920) s. 6. 226 Vedat Tek’in Sermimarlığı döneminde yapılan tamirler için bkz; Müjde Dila Gümüş, II. Meşrutiyet’te Saray İçin Çalışmak: Vedad (Tek) Bey’in Sermimarlık Dönemi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 2018. 224 225 70 yapılan muhdes düzenlemelerin gereksiz görülerek söküldüğü eleştirilmiştir.227 24 başlık altında sıralanan tamir hatalarının ardından önerilerde de bulunulmuştur. Rapor 1921 yılında kitapçık olarak bastırılmıştır. Encümen’in bir başka yayın faaliyeti de bir senelik (21 Mayıs 1917-21 Mayıs 1918) çalışmaları hakkında 10 sayfalık bir broşürdür.228 1920 yılında yayınlanan rapor dönemine göre oldukça ağır bir dille yazılmıştır. İstanbul’un tarihi kıymeti, tarihi eserleri koruma bilinci ve Encümen’in kuruluş tarihini verdikten sonra çok kısa olarak yapılan faaliyetlerden bahsetmiştir. Başlık olarak bir senelik faaliyetler seçilmesine rağmen büyük Fatih yangınına değinmesi ve broşürün 1920 yılında yayınlanması sadece bir yıl içersindeki faaliyetlere yer verilmediğini göstermektedir. Raporda yalnız mimari eserlerin korunması değil mezar taşları ve hatta tarihi ağaçların korunması gerektiğinden de bahsedilmiştir. Osmanlı Devleti’nin tarihten silinmeye çalışıp İstanbul’un İtilaf devletleri tarafından işgal edildiği bir dönem de yayınlanan raporda tarihi eserler hakkında siyasi açıdan değerlendirmeler de bulunmaktadır. 229 Mütareke dönemi İstanbul’unda işgal kuvvetleri tarafından da tarihi eserlere zarar verildiği anlaşılmaktadır. Örneğin; Fransız kuvvetlerinin Bakırköy yolunu tamir etmek için Yedikule ve Silivri Kapısı arasındaki sur duvarı taşlarını söktüğü haberi alınınca Osmanlı Hükümeti duruma müdahale etmiş ve engellemiştir.230 Bu dönemde yaşanan çok ilginç bir tahrip de Beyoğlu’ndaki 16. yüzyıldan kaldığı düşünülen Ayaspaşa Hamamı ile ilgilidir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Gümüşsuyu’ndaki Ayaspaşa Hamamı, Fransız Cizvitleri tarafından satın alınarak önüne yüksekçe bir parça ilavesi ile “Sacre Coeur de Jesuites” adıyla bir Katolik kilisesine dönüştürülmüştür. Hamam kısmı mimari olarak olduğu gibi muhafaza edilmiş oradaki büyük kubbe ile halvetlerin küçük kubbelerinin ve sofaları üstüne rastlayan beşik kubbelerin yuvarlak camları kaldırarak 227 Meclis-i Vükelâ Kararı ile Müteşekkil Muhafaza-i Âsâr-ı Atika Encümen-i Daimisi, Topkapı Saray-ı Hümayununun Tamiratı Münasebeti ile Encümenin Hükümet-i S'eniyenin Nazar-ı Dikkatine Arz Eylediği Rapor, Darülhilafetülaliye Matbası, 1337 (1921), s. 5-6. 228 Meclis-i Vükela Kararıyla Müteşekkil Muhafaza-i Âsâr-ı Atika Encümen-i Daimisi [nin] Bir Senelik Mesaisine Dair Rapor 21 Mayıs 1334, Matbaa-i Amire, İstanbul 1336 (1920). 229 Raporda geçen değerlendirme şu şekildedir; “Biz bu diyardaki milli mevcudiyetimizi, bu diyara soyumuzun bağlığını ve binaenaleyh hayat hakkı ve istikrarımızı ancak atalarımızın yadigârı olan asar-ı muazzama ve muhteşeme ile ispat ve teyit edebiliyoruz… Bütün vasıfları ile asar ve abidat-ı milliyesiyle, tamamiyle bir nurun ve Müslüman memleketi olan bu şehr-i dilârada umursamazlıkla baktığımız köşede bucakta kalmış fakir bir çeşme veya sebil veyahut sakafı meyil etmiş bir medrese veya türbe bizim buradaki ebedi varlığımızın iftihar edeceğimiz delilleri ve şahitlerindendir… Onlar bu diyardaki alaka ve mevcudiyetlerini ancak binde bir kalabilen asara rabt ve onlarla eda-i hukuka çalışıyorlar.” Bkz; Meclis-i Vükela Kararıyla Müteşekkil Muhafaza-i Âsâr-ı Atika Encümen-i Daimisi [nin] Bir Senelik Mesaisine Dair Rapor 21 Mayıs 1334, Matbaa-i Amire, İstanbul 1336 (1920), s. 4. 230 Ayhan Han, “İstanbul ve Galata Hendeklerinde Kentsel Toprak Kullanımı”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, S. 64 (2016/2), s. 30. 71 kurşunla örtülmüş, yarım küre şeklindeki beş kubbenin üzerine etrafı ve külahı camdan birer fener geçirilmiştir. Bu suretle kiliseye tahvil edilen hamamın içi aydınlatılmıştır. İşgal güçlerinin de desteklediği anlaşılan bu dönüşümle hamamın içindeki kurnalar ve aksamı sökülmüş, büyük kubbesinin üzerindeki fenerin cam külahı üzerine de bir haç konulmuştur.231 Kilise günümüzde İstanbul Süryani Katolik Patrikliği Vekaleti olarak kullanılmaktadır. (Fotoğraf 23.-24.-25.-26.) İşgal güçlerinin sebep olduğu tahriplerden biri de Topkapı Sarayı’nın birinci kapısı yani Bab-ı Hümayûn’da yaşanmıştır. İtilaf devletlerince Bab-ı Hümayûn’da Senegallilerden mürekkep bir müfreze yerleştirilmiş, bu grup 1924’de İstanbul’dan ayrılmaları esnasında kapının iç tarafındaki kubbe ile müştemilatını yakmışlardır.232 Fotoğraf 23. İstanbul Süryani Katolik Patrikliği Vekaleti (Sacre Coeur Kilisesi). https://ipa.news/tr/2018/07/17/bebekteki-suryani-kilisesi/ erişim tarihi; 15.09.2018. 231 232 “Ayaspaşa”, TVİA, C. 1, İstanbul 1993, s. 465; “Ayaspaşa Hamamı”, REK. İ.A., C. 3, İstanbul 1960, s. 1487. “Bâbıhümayûn”, REK. İ.A., C. 4, İstanbul 1960, s. 1769. 72 Fotoğraf 24. İstanbul Süryani Katolik Patrikliği Vekaleti (Sacre Coeur Kilisesi) Planı. İ.B.B. Atatürk Kitaplığı, Hüsrev Tayla Arşivi, Bel_Mtf_077087. Fotoğraf 25. İstanbul Süryani Katolik Patrikliği Vekaleti (Sacre Coeur Kilisesi) Örtü Sistemi. İ.B.B. Atatürk Kitaplığı, Hüsrev Tayla Arşivi, FOTO_051858. 73 Fotoğraf 26. İstanbul Süryani Katolik Patrikliği Vekaleti (Sacre Coeur Kilisesi) bahçeşinde görülüp Mimar Hüsrev Tayla Tarafından Belgelenen Kurna. İ.B.B. Atatürk Kitaplığı, Hüsrev Tayla Arşivi, FOTO_051838. Mütareke döneminde işgal kuvvetlerinin yaptığı bu tahriplere karşılık, Türklerin kendi eski eserlerine milliyetçilik duygusu çerçevesinde daha çok sahip çıkmak yerine ihmalkârlıklara ve yıkımlara devam etmesi de son derece ilginçtir. Zikredildiği üzere işgal güçleri 16. yüzyıl’dan kalma Ayaspaşa Hamamı’nı kiliseye dönüştürürken Sirkeci’de bir başka 16. yüzyıl hamamı Türkler tarafından ortadan kaldırılmıştır. “Sultanhamamı” muhitine ismini veren Haseki Hürrem Sultan Hamamı, zamanla ticaret bölgesinin ortasında kalmış, 1920 yılında Asar-ı Atika Encümen-i Daimisi’nin tüm girişimlerine rağmen yıktırılmıştır.233 17. yüzyılın ilk yarısında Defterdar Bekir Paşa'nın Marmara sahil surlarının dışına, deniz kıyısına, altında kayıkhanesiyle beraber yaptırdığı Davutpaşa İskelesi Mescidi234, Uzunçarşı’daki ilk inşası 1478 yılına dayanan İbrahim Paşa-i Atik Medresesi235 ve Tekfur Sarayı civarındaki kâgir minareli ahşap Çakırağa Mescidi yine bu dönemde yıkılmıştır.236 Beyazıt’taki ilk inşası 16. yüzyıla Encümen Arşivi, Dosya 197. Erdem Yücel, “Davudpaşa”, TVİA, C. 3, İstanbul 1994, s. 10; Hakkı Göktürk, “Davudpaşa İskelesi Mescidi”, REK. İ.A., C. 8, İstanbul 1966, s. 4304. 235 M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 91. 236 Hakkı Göktürk, “Çakırağa Mescidi”, REK. İ.A., C. 7, İstanbul 1965, s. 3673. 233 234 74 kadar uzanan Bezzaziye Mescidi ise 1921 senesine kadar ibadete açık kalmış daha sonra Vakıflar tarafından kadro dışı bırakılmıştır.237 Zikredildiği üzere 31 Mayıs 1918’de çıkan Büyük Fatih Yangını çok geniş bir sahada etkili olmuş, pek çok insanı evsiz bıraktığı gibi birçok eski eseri de harabeye çevirmiştir. Ayakta kalabilen eski eserler de yangınzedelere tahsis edilmiştir. Örneğin Koska’da bulunan Çoban Çavuş Camii, 1911 Aksaray yangınında yanarak dört duvar kalmıştır. İhtifalci’nin kaydettiğine göre ayakta kalan duvarları kullanılarak barakaya dönüştürülmüş olan yapıda 1922 yılında muhacir ve yangınzedeler yaşamaktadır.238 M. Kütükoğlu ise 1918 yılının sonlarında İstanbul medreseleri hakkında tutulan bir listeyi kitabında yayımlamıştır.239 Liste vasıtasıyla İstanbul’da birkaç medrese haricinde hemen hemen hiçbir medresede eğitim faaliyetinin devam etmediği görülmektedir. Öğrencileri Dünya Savaşı nedeniyle askere alınan medreseler yangınzedelere, muhacirlere ve askeri kullanımlara tahsis edilmiştir.240 (Tablo 2.) Tablo 2. 1918 Sonlarında Eğitim Maksadının Dışında Kullanılan İstanbul Medreseleri Medresenin Adı 1918 Yılı Sonlarında Kullanım Durumu Cezayirli Ahmet Paşa Askeri iaşe-erzak tevzi mahalli Yenikapı Hoca Üveys Son derece harap olduğu halde muhacirlere barınak Atatürk Bulvarında Mehmet Paşa Piri Harap bir halde olmasına rağmen yangınzedelere sığınak Bezzaziye Mescidi daha sonraları bir mesken olarak kiralanmış II. Dünya Savaşı başında kaba kasap kâğıdı imalathanesi olmuştur. Hakkı Göktürk, “Bezzaziye Mescidi”, REK. İ.A., C. 5, İstanbul 1961, s. 2740. 238 İhtifalci, a.g.e., s. 582. 239 Mübahat S. Kütükoğlu, XX. Asra Erişen İstanbul Medreseleri, TTK Basımevi, Ankara 2000. 240 M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 22. 237 75 Muhyiddin-i Kocavi Birkaç asker ailesi birlikte yangınzedelere sığınak Fatih Camii civarında Muid Yangınzedelere sığınak Ahmet Efendi Fatih Camii civarında Ula-yı Yangınzedelere sığınak Hüseyniye Sani-i Hüseyniye Harap bir halde olmasına rağmen yangınzedelere sığınak Yavuz Selim’de Debbağzade Harap bir halde olmasına rağmen Serez Mehmet Efendi muhacirlerine sığınak Amcazade Hüseyin Paşa Üç odasında talebe oturmakta, diğerleri yangınzedelere sığınak Bosnavî Darülhadisi Beş odasından biri yangınzedelere sığınak, bir odası Müdafaa-i Milliye mensuplarının kullanımında, diğerlerinde talebe oturmakta Dülgerzade Ahmet Şemseddin Yangınzedelere sığınak Efendi Fatih Cami yakınında Uncu Askerlere ve muhacirlere tahsis edilmiş Hafız Fatih’te Abdülgaffar Efendi Yangınzedelere sığınak Edirnekapı Mihrimah Yangınzedelere sığınak Murat Paşa Yangınzedelere sığınak ve aşhane 76 Çarşamba’da Zekeriyya Muhacirlere barınak Efendi Çarşamba’da Valide Sultan Gülhane’de Valide Yangınzedelere sığınak Sultan Yangınzedelere sığınak (Vâni Efendi) Çarşamba’da Koğacı Dede Beş odasında talebe, dört odasında muhacirler barınıyor Çarşamba’da Mustafa Efendi Bir odası Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin kullanımında, diğerleri Yangınzedelere sığınak Fatih Camii yakınlarında Veli 1914’te ancak iki odası ve bir dershanesi kalmış, 1918’de bir odasında yangınzede bir kişi barınırken Efendi Fatih diğer yerleri boştur. yakınlarında 1918 Fatih Yangınzedelerine sığınak Camii Efdalzade Çarşamba’da Esad Efendi 1914’de yıkılmasına karar verilmiş ancak yıkılamamış, 1918’de dört odası boş olan Millet Caddesi medresenin diğer odaları yangınzedelere sığınak üzerinde Yangınzedelere sığınak Hekimbaşı Ömer Efendi Hayli harap durumda olmasına rağmen muhacirlere pazzade Ahmet Paşa Topkapı’da Gazi Ahmet Paşa sığınak Yangınzedelere sığınak Topkapı’da Dülbendcizade Yangınzedelere sığınak Mustafa Efendi Vatan Caddesi Üzerinde Aşhane Sultan Selim 77 Cerrahpaşa’da Bayram Paşa Askeriye için kavurma hazırlanan bir aşhane Davud Paşa Yangınzedelere sığınak Gevherhan Sultan Askeriye için kavurma hazırlanan bir aşhane Haseki Sultan Askeriye için kavurma hazırlanan bir aşhane Koca Mustafa Paşa Muhacirlere barınak Zal Mahmut Paşa Fevkani kısmı erzak ambarı, tahtani kısmı muhacirlere barınak Eyüp Hacı Beşir Ağa Muhacirlere barınak Kılıç Ali Paşa Beş odası askeriye işgalinde, geri kalan odaları harabiyet nedeniyle boş Beşiktaş Sinan Paşa Beş odası boş, diğerlerinde bazı medrese mezunları oturuyor Şemsi Paşa Balkan harbi sırasında olduğu gibi 1914’de de medresede muhacirler iskân edilmiş, sadece bir odasında 2 talebe kalmıştır. 1918’de yine muhacirlere sığınak Üsküdar Ahmediye Bir odası askeriye işgalinde, iki odasında ise muhacirler iskan edilmiş, diğer odaları bakımlı olmasına rağmen boş Kepenkçi Sinan Son derece harap bir durumda olmasına rağmen yangınzedelere sığınak 78 İbrahim Kethüda Yangınzedelere sığınak Ekmekçizade Ahmet Paşa Yangınzedelere sığınak Kalenderhane Üç odası eşya deposu, diğer odaları yangınzedelere sığınak Kalenderhane Mahallesinde Bir odası ekmek tevzi merkezi, diğer odalar ise Hasan Ağa Darülhadisi yangınzedelere sığınak Cedid Beşir Ağa Yangınzedelere sığınak Kuyucu Murat Paşa Yangınzedelere sığınak Beyazıd Seyid Hasan Paşa Aile Erzak Komisyonuna tahsis edilmiş Ebulfazl Mahmud Efendi Muhtaçlara sığınak Koksa Mustafa Sevkiyat I. Hizmet Taburu işgalinde Papazzade Çelebi Şehzadebaşı Ankaravî Koska Ordu I. Dairesi Sevk Taburu II. Bölük Karargahı Çavuşbaşı Bazı asker ailelerine tahsis edilmiş Süleymanağa Tevki Cafer Efendi On dokuz odanın altısında talebe yaşarken, diğer odalar muhacirlere barınak Nişancı Mehmet Paşa Yangınzedelere sığınak 79 Nişancı Mehmet Paşa (Çukur Harap olmasına rağmen Selanik muhacirlerine Medrese) sığınak Fatih Nişanca’da Malulzade Yangınzedelere sığınak Fatih Nişanca’da Küçük Son derece harap olasına rağmen yangınzedelere Medrese (Kazasker Abdullah sığınak Efendi) Fatih Nişanca’da Hasan Son derece harap olasına rağmen yangınzedelere sığınak Efendi Fatih Nişanca’da Ümm-i Son derece harap olasına rağmen yangınzedelere Veled sığınak Kaba Halil Efendi Yangınzedelere sığınak Karagümrük’te Üçbaş Aile Erzak Komisyonuna tahsis edilmiş Çarşamba’da Mehmet Ağa Muhacirlere barınak Defterdar İbrahim Efendi Harap olmasına rağmen muhacirlere sığınak Cedid Ali Paşa (Semiz Ali Bir kısmında aşevi faaliyet gösterirken bir kısmı Paşa) Karagümrük’te yangınzedelere sığınak Seganbaşı Yangınzedelere sığınak Kara Halil Rakım Efendi Darüssaade Yangınzedelere sığınak Ağası Hacı Kandınlar Yurdu’na tahsis edilmiş Mehmet Ağa 80 Erzurum, Ankara ve Uzunköprü muhacirleriyle Binbirdirek Dizdariye asker ailelerine tahsis edilmiş Kadırga Sokullu Mehmet Paşa Dershanesi depo olarak kullanılırken, medresenin dokuz odası boş, diğerlerinde yirmi kadar asker kalmaktaydı. Küçük Ayasofya Rusya’dan gelen esir askerlere tahsis edilmiş Mirzeban/Mihriban Sultan Birkaç Kürt ailesi iskan edilmiş II. Bayezid Yangınzedelere sığınak Beyazıt civarında Rakım Beş harap odasında imam ve bekçi meskûn Efendi Şahkulu (Sinekli) Yangınzedelere sığınak Acımusluk’ta İbrahim Paşa İki odasında asker eşyası depo edilmiş, diğerleri yangınzedelere sığınak Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Yangınzedelere sığınak Çorlulu Ali Paşa Yangınzedelere sığınak Süleymaniye Medreseleri Oturulabilecek durumda olan kısımları yangınzedelere sığınak Sinan Paşa Yangınzedelere sığınak Karagümrük Fetva Emini Yangınzedelere sığınak 81 Kayış Mustafa Ağa Yangınzedelere ve bazı Kürt ailelere sığınak Mimar Hasan Ağa Askeriye işgalinde Nuruosmaniye Yangınzedelere sığınak Süleymaniye’de Siyavuş Paşa Oldukça harap olduğundan ancak altı odası kullanılabilmekte, bunlardan üç oda Hilal-i Ahmer’e, üç oda da askeriyeye tahsis edilmiş Kemankeş Kara Mustafa Paşa Kadınlar Cemiyeti Dikiş Yurdu’nun kullanımında Cedid Mehmed Efendi Memleketine gitmek üzere olan birkaç zabit namzedine barınak Ayasofya Yangınzedelere sığınak Cafer Ağa (Soğukkuyu) Yangınzedelere sığınak Rüstem Paşa Yangınzedelere sığınak Hacı Beşir Ağa İki odasında asker eşyası bulunuyor, diğer odalarında hamal bölüğü meskûn Hadım Hasan Paşa Yangınzedelere sığınak Köprülü Mehmed Paşa Yangınzedelere sığınak Atik Ali Paşa Evkaf tarafından kullanıyor Mimar Kasım Ağa Harap olduğu halde muhtaçlara barınak 82 Zeyrek’te Hamid Efendi Bir kısmında talebe kalırken bir kısmı muhacirlere sığınak Zeyrek’te Haydar Paşa Rumeli muhacirlerine sığınak Zeyrek’te Hasanzade İskâna müsait olmadığı halde muhacirlere barınak Fatih Külliyesi Tabhane Dershanesi ile iki-üç odasında yangınzedeler, diğer odalarında talebe meskûn Yavuz Selim’de Papazzade Harap olduğu halde muhacirlere barınak Ahmet Paşa Koca Mustafa Paşa’da Nuh Tamemen terk edilmiş durumda Efendi Eyüp Sokullu Mehmet Paşa Vakıflar Deposu olarak kullanılıyor (İsmihan Sultan/İbrahim Hanoğlu) Osmanlı’dan Cumhuriyete geçerken zikredilmesi gereken son bahis ise aynı zamanda eski eser tahripleri açısından bir kült oluşturan Yahya Kemal Beyatlı’nı “Kör Kazma” başlıklı yazısıdır. 26 Ocak 1921’de Payitaht Gazetesi’nin ilk sayfasında yayımlanan yazıda Beyatlı, Küçüksu’da III. Selim döneminden kalma bir Nizam-ı Cedid Karakolu’nun yıktırılması karşısında duyduğu üzüntüyü “…bu “yeni” sarasıyla son asır Türkleri kör kazmayı kaptılar, yıkılmadık ne resmi daire kaldı ne konak; dağılmadık ne eşya kaldı ne de döşeme…” sözleriyle nakletmiştir.241 241 Yahya Kemal Beyatlı, Aziz İstanbul, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul 2008, s. 128. 83 3. CUMHURİYET DÖNEMİNDE İSTANBUL’DA ESKİ ESER TAHRİBİ (1923-1938) 3.1. Cumhuriyet Döneminde Tarihi Eserlerin Genel Durumu Osmanlı’nın Cumhuriyet’e bıraktığı İstanbul son derece harap bir şehirdir. Önceki bölümlerde örnekleriyle açıklandığı üzere, İstanbul’da eski eser tahribi sistemli olarak 19. yüzyılda başlamış, 20. yüzyılın ilk yirmi yılında yasal önlemler almayı gerektirecek boyuta ulaşmıştır. Bunun yanı sıra şehirde yaşanan yangınlar ve depremlerle pek çok tarihi eser harabe haline gelmiştir. Özellikle yangınlar İstanbul’da geniş ölçekli mahalleri dahi ortadan kaldırabilmiştir. Bu kapsamda Osmanlı’nın son döneminde yaşanan 1908 Çırçır, 1911 Aksaray, 1912 Sultanahmet ve 1918 Büyük Fatih yangınları örnek olarak zikredilebilir. Tutulan bir istatistiğe göre 1908- Fotoğraf 27. Yangınlardan Sonra Metruk Halde Bulunan Tarihi Eserler Hakkında Bir Haber, Son Saat, 26.03.1929. 1928 yılları arasında İstanbul’da 48 büyük yangın çıkmış 21.019 bina yanmıştır.242 Bu tarz büyük yangınlardan sonra kentte ahşap konut dokusu ortadan kalkmış, mahalleler ıssızlaşarak evlerden geriye ancak kargir ocaklar, taş-tuğla örgülü mahzenler kalmıştır. “Yangın yeri” adı verilen bu mahalle manzaralarının bir diğer ilginç parçaları da ortadan kalkan kent dokusunun altından adeta yeni bir keşif olarak ortaya çıkan Bizans dönemine ait alt yapı sistemleridir. Açığa çıkan dehliz, mahzen, sarnıç, kemer ve sütun dizileri, döşeme parçaları gibi arkeolojik veriler, yukarıda da zikredildiği üzere Muhafaza-i Asarı Atika Encümeni tarafından tespit edilmeye çalışılmıştır.243 (Fotoğraf 27.) 242 Milliyet, 08.12.1928. Mehmet Ziya Bey, Mercan yangın yerindeki bu tarz yapıları incelemiş kitabında boyut ve inşa tarzları hakkında bilgiler vermiştir. Kalıntılar 1914 yılında ortadan kaldırılmıştır. Bkz; İhtifalci, a.g.e, s. 408; 645. 243 84 Yangın yerlerinde tarihi eserlerden arta kalan yahut zikredildiği şekilde yeni ortaya çıkan duvar, kemer, tonoz, dehliz gibi mimari elemanlar İstanbul’un en fakir sakinlerine sığınak olmuş, zamanla şehrin ortası denilebilecek bu yerlerde asayişin sağlanamadığı gecekondu mahalleleri ortaya çıkmıştır. Gazeteci Hikmet Feridun Es, 1931 yılında röportaj yapmaya gittiği bir yangın yerini şöyle anlatmaktadır; Fotoğraf 28. Hikmet Feridun’un Ziyaret Ettiği Yangın Yerlerinde Karşılaştığı Harap Medrese Harabesi, Akşam, 12.12.1931. “Yıkık bir minarenin, kubbesiz bir camiin önünden geçtik... Yanmış bir medrese harabesinin yanında durduk… Etrafı baştan aşağı “insansız bir arazi”… Medrese harabesinin duvarları arasında tahta parçalarından, tenekelerden garip garip evler kurulmuştu…”244 Hikmet Feridun’a mahalle halkı tarafından anlatıldığına göre bu meskenler, Vakıflar İdaresi tarafından evsiz kalan insanlara 75 kuruşa kiralanmaktaydı. (Fotoğraf 28.) Gazetelere yansıyan asayiş haberlerinden anlaşıldığına göre Sultanahmet yangın yeri esrar, Laleli civarındaki yangın yeri ise fuhuş yuvası haline gelmiştir.245 Halk zaman zaman gazetelere şikâyet mektupları göndermiş, “mahzen” olarak adlandırılan bu kalıntıların kaldırılmasını talep etmiştir.246 1929 yılında Şehzadebaşı yakınlarındaki Hoşkadem Mahallesi sakinleri Milliyet Gazetesi’ne gönderdikleri mektupta durumdan şöyle şikâyet etmişlerdir; “Çukurçeşme’den Şirvanizade arasına kadar imtidat eden ve müteaddit hamam ve kâr-ı kadim mutfak harabelerini ihtiva eyleyen karanlık ve mahuf sahada münasip ve emin bir melce bulan bir sürü serseri her akşam birimizin evine ziyarete başladı. Ekseri geceler o sahada müteaddit tabancı 244 Akşam, 12.12.1931. Vakit, 08.04.1930; Milliyet, 17.04.1934. 246 Son Saat, 24.06.1929; İkdam, 06.10.1929. 245 85 sesleri işitiliyor. İnsan sokağa çıkmaya değil pencerede oturmaya bile cesaret edemiyor”.247 Yine 1929 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası İstanbul Mıntıkası Müfettişliği de gelen talepler üzerine İstanbul Valiliği’ne yangın yerlerindeki bu yapıların yıktırılması için müracaatta bulunmuştur. Valilik verdiği cevapta, yangın yerlerindeki bu tarz yapıların büyük bir kısmının yıktırıldığını ancak Beyazıt Dairesi dâhilindeki, kalan bazı “büyük mahzenlerin” yıkılması mümkün olamadığından bölgenin daha sıkı teftiş edileceğini bildirmiştir.248 Yangın yerlerinde kalan bu kalıntılara ait taşların ve tuğlaların satılmak maksadıyla ve çıkarılıp sökülmek suretiyle de tahrip edildiği anlaşılmaktadır. Nitekim 1934 yılında Karagümrük Borazan Tevfik Mahallesi’nde yine mahzen olarak ifade edilen kubbeli bir yapının, kemer taşlarını sökmeye çalışan iki kişi kubbenin çökmesiyle enkaz altında kalmış ve hayatını kaybetmiştir.249 1933 yılında ise Aksaray Tülbentçi Sokağı’nda fakir bir ailenin sığındığı eski bir mahzen, karların oluşturduğu yüke dayanamayarak çökmüş, aile ağır surette yaralanmıştır.250 Harap durumdaki eserleri kurtarmak için kapsamlı çalışmalar yapılamamasının en önemli nedeni ise Cumhuriyetin devraldığı zorlu ekonomik koşullardır. Osmanlı Devleti’nin son dönemde yaşadığı ekonomik problemler, savaşlarla da birleşince devlet bütçesi sıkıntılı hale düşmüş, bu sebeple anıtlara ayrılabilecek pay da çok sınırlı kalmıştır. Türkiye’de 1923-1938 yılları arasında tarihi eserlerden sorumlu olan iki temel kurum Maarif Vekâleti ve Vakıflar Umum Müdürlüğü’dür. Belediyeler de bu iki idarenin hemen ardından tarihi eserlere bütçe ayırması gereken kurumlar olarak yer almaktadır. Ancak Cumhuriyet dönemi devlet bütçeleri incelendiğinde bu iki kurumun da yeterli tahsisata sahip olmadığı görülmektedir. Aşağıdaki tablo incelendiğinde Maarif Vekâleti ve Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne ayrılan bütçelerin ne yazık ki Cumhuriyet Hükümetinin genel bütçesi içerisinde %10 oranını bile yakalayamadığı görülmektedir. Aynı dönemde Duyun-u Umumiye İdaresi’ne yani Osmanlı Devleti’nden devreden borçların ödemesine ayrılan rakamlar ise her zaman iki idarenin de bütçesinin üzerinde olmuş, kimi zaman üçdört katına kadar çıkabilmiştir. Maarif Vekâleti’nin tüm ülkedeki eğitim-öğretim faaliyetlerini yürüttüğü, Vakıfların ise tüm ibadethanelere ve bazı hayır eserlerine 247 Milliyet, 26.08.1929. Son Saat, 04.01.1929. 249 Akşam, 09.04.1934; Cumhuriyet, 09.04.1934. 250 Cumhuriyet, 23.12.1933. 248 86 harcadığı miktarın, üç-dört katı kadarının borç ödemesine ayrıldığı bir ekonomik düzende eski eserlere ayrılacak paranın ne kadar sınırlı kalacağı anlaşılabilir. (Tablo 3.) Tablo 3. 1924-1938 Yılları Arasında Genel Bütçeden Maarif Vekâleti, Evkaf Umum Müdürlüğü ve Duyun-u Umumiye’ye Ayrılan Paylar251 Cumhuriyet Hükümeti Genel Bütçesi (TL) Maarif Vekâleti Bütçesi (TL) 1924 204.317.371 7.952.169 3,89 1925 1926 1927 1928 1929 1930 1931 1932 1933 1934 1935 1936 1937 1938 8.961.855 9.004.960 9.577.125 12.012.552 12.080.932 12.819.876 10.071.681 8.765.313 11.214.601 10.857.036 11.672.017 11.659.368 14.880.986 18.039.113 3,01 3,48 3,46 4,24 4,34 4,51 3,84 3,34 4,14 3,75 3,58 3,54 3,90 4,52 Yıl 297.991.490 258.578.637 276.661.413 283.583.046 278.104.570 284.260.308 262.122.856 262.613.000 270.559.328 289.574.587 326.428.566 329.382.754 381.917.562 398.654.852 Genel Evkaf Genel Duyun-u Genel BütçeUmum BütçeUmumiye’ye Bütçeye ye Müdürlüğü ye Ayrılan Oranı Oranı Bütçesi Oranı Bütçe (TL) (%) (%) (TL) (%) 2.814.829 3.322.790 3.859.61 4.286.090 4.955.197 4.225.863 3.189.391 2.837.875 2.695.786 2.720.884 2.619.196 2.623.787 3.001.729 3.204.065 1,38 18.066.418 8,84 1,29 1,40 1,51 1,78 1,49 1,22 1,08 1,00 0,94 0,80 0,80 0,70 0,80 22.793.972 13.133.990 13.089.191 15.527.658 33.381.155 36.468.886 30.366.402 48.054.991 46.121.191 46.899.845 55.772.632 55.110.871 53.150.615 54.909.154 7,65 5,08 4,73 5,48 12,00 12,83 11,58 18,30 17,05 16,20 17,09 16,73 13,92 13,77 Zikredildiği gibi tabloya alınan Maarif Vekâleti bütçesinin neredeyse tamamı eğitim-öğretim faaliyetlerine tahsis edilmekte, eski eserlere ayrılan pay ise çok daha sınırlı kalmaktadır.252 Bu zor şartlar altında, Cumhuriyetin ilk on yılında, ikinci on yıla nazaran eski eserlerin korunması için Maarif Vekâleti bütçesi içerisinde daha az tahsisat ayrıldığı görülmektedir. Bu tahsisatın tamamı da müzelere dağıtılmış durumdadır.253 1924-1925 yıllarında koruma ve müzeciliğe ayrılan ödeneğin, Maarif Vekaleti bütçesinin 251 Maliye Bakanlığı, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü Bütçe Gider-Gelir Gerçekleşmeleri (1924-2018) (http://www.bumko.gov.tr/TR,157/butce-buyuklukleri-ve-butce-gerceklesmeleri.html Erişim tarihi; 06.03.2019) 252 Vakıfların mali durumu hakkındaki değerlendirmeler Vakıf Müessesesinin Çözülmesi Dolayısıyla Yaşanan Tahribat başlıklı bölümde yer almaktadır. 253 E. Madran, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kültür…, s. 104. 87 ortalama %1.2’sini oluşturması durumun vahametini ortaya koyması açısından önemli bir göstergedir.254 1928-1929 yıllarında ise bütçe kalemine giren “Asar-ı Atika Tetkik Masrafı”, Albert Gabriel’in bir grup Darülfünun öğrencisi ile Anadolu’da çıktığı tetkik gezileri ile alakalı olmalıdır.255 1933 yılından sonra bütçeye “İllerdeki Anıtların Korunması Giderleri” ve “Tarihi Eserlerin Korunması Giderleri” başlıklı yeni ödenekler eklenmiş, 1936 yılından sonra “Müze Giderleri” maddesine Anıtları Koruma Komisyonu’nun kira, fotoğraf ve malzeme giderleri eklenmiş, bu yıla değin hiç yer almayan “Rölöve Kısmı” için yeni bir madde açılarak bu kısımda çalışan mimar ve müstahdemlerin maaş ve diğer giderleri için ödenek konmuştur.256 Ekonomik anlamda böylesine zorlu koşulların yaşandığı bir dönemde eski eserlere müdahale edilmesini zorlaştıran diğer husus da yasal düzenlemeler ile taşınmaz eski eserlerin gerek mülkiyet gerek sorumluluk olarak farklı kurumların idaresine bırakılmasıdır. Bu anlamda ilk düzenleme 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile yapılmış, kanunun 2. maddesine göre Vakıflar tarafından idare olunan bütün medrese ve mektepler Maarif Vekâleti’ne devredilmiştir.257 Kanunun 3. maddesinde, medrese ve mekteplere Vakıflar bütçesinden tahsis olunan tüm meblağın Maarif Vekâleti bütçesine aktarılacağı kaydedilmiştir. Gerçekten de Vakıflar, 1937 yılına kadar gerek medrese ve mekteplere verilmeleri için vakfedilen paradan gerekse kendi idari bütçesinden bir miktar parayı Maarif Vekâletine devretmiştir.258 Ancak Maarif Vekâleti’nin bütçesine aktarılan bu meblağı tarihi medrese ve mekteplerin korunması için kullandığını söylemek oldukça güçtür. Maarif Vekâleti, devraldığı medrese ve sıbyan mektepleri binalarından istediği gibi istifade edememiş olacak ki, Evkaf Umum Müdürlüğü’nün 1925 yılı bütçe kanununun 4. maddesine konulan bir hükme göre eğitim amaçlı kurulan vakıf binaları ve bu binaların arsalarının idaresi, vakıf mahiyetlerine göre Maarif Vekâleti ile İdare-i 254 E. Madran, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kültür…, s. 105. Son Saat, 06.04.1928; Madran, bu tahsisatın ne amaçla konulduğunun bilinmediğini söylemektedir. Bkz; E. Madran, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kültür…, s. 105. 256 E. Madran, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kültür…, s. 135-136. 257 N. Can, a.g.e., s. 22. 258 N. Öztürk, a.g.e., s. 382. Ayasofya Cami’nin müzeye dönüştürülmesi sırasında da Ayasofya’nın vakıf gelirlerinin Maarif Vekaleti’ne devredilmesi istenmiş, Vakıflar ilginç olarak “Bizanslılardan kalma bir eser olması hasebi ile hiç bir vakfı olmadığı ve her ne kadar cami olduktan sonra Sultanlar ve halk tarafından bazı gelirler bağlanmışsa da bunlardan âşâr olarak bağlanan Sultan gelirlerinin kaldırılmış olduğu ve halk tarafından bağlanan gelirler ise Kur’an okumak ve buna benzer belli ve nerede olursa olsun yapılabilir dinî emekler için olup müzeye çevrilmesi ve korunması için verilecek bir geliri bulunmadığı”ndan herhangi bir tahsisat aktarımı yapamayacağını bildirmiştir. BCA, 30-18-12 / 49-79-6. (24.11.1934). 255 88 Hususiyeler yani İl Özel İdareleri arasında paylaştırılmıştır. Kanunda ayrıca Hayri Efendi’nin Evkaf Nazırlığı döneminde (1911) kabul edilen, harap durumdaki vakıf mallarının satılabileceği yönündeki kanuna da atıf yapılmıştır.259 Maddenin gerekçesinde abidattan (abidelerden) olan veya cami avlusunda bulunan eğitim yapılarının satılamayacağı, Maarif Vekaleti veya İdare-i Hususiyeler tarafından satılabilecek olan yapıların ve arsaların da 1911 yılında çıkartılan kanuna göre satılabilmesi için “müstağn-i anha/artık ihtiyaç hâsıl olmayan” şeklinde zabıt tutulması gerektiği yer almıştır.260 Fotoğraf 29. Eski Medreseler Hakkında Bir Haber, Akşam, 04.04.1934. Ancak bu açık hükümlere rağmen medrese ve mekteplerin devir işlemleri sorunlara yol açmıştır. Maarif Vekâleti ile İdare-i Hususiyelerin bağlı bulunduğu Dâhiliye Vekâleti, mektep ve medrese arsaları ile kanunda yer almamasına rağmen kütüphane ve henüz kanunen açık durumda bulunan tekke binaları ile bunların arsalarının, mescit enkaz ve arsalarının ve yine kanunda yer almamasına rağmen bu yapılara gelir sağlayacak tüm akarların da Maarif Vekâleti ile İdare-i Hususiyelere devredilmesini istemiştir. Devir gerçekleştikten sonra ise tarihî ve mimarî kıymeti olmayanların satılarak elde edilecek gelir ile ilkokullar yaptırılması, geriye kalacakların ise yapılacak tadilat ile mektep, kütüphane, konferans salonu gibi eğitim işlerinde kullanılması talimatı verilmiştir.261 Ancak Vakıflar Umum Müdürlüğü’nün duruma itirazı üzerine mesele Başvekâlete intikal etmiş, Başvekâlet 1 Eylül 1925 tarihli bir talimatname ile eğitim yapıları grubuna girebilecek mektep, medrese, kurrahane, kütüphaneler ile bunların arsalarının iki kurum arasında paylaştırılacağını, bu yapılara gelir sağlayacak akarların ve tekkelerin ise kanun kapsamında değerlendirilemeyeceğine karar vermiştir. Yine Başvekalet talimatnamesine 259 N. Öztürk, a.g.e., s. 382. Bilindiği üzere Cumhuriyet döneminde, Osmanlı dönemindeki tüm hukuki düzenlemeler aksi bir kanun çıkarılmadıkça yürürlükte kabul edilmiştir. Bu nedenle Cumhuriyetin ilk yıllarında eski eserler hakkında, bir önceki bölümde zikredilen 1906 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi, 1912 tarihli Muhafaza-i Abidat Nizamnamesi ile harap durumdaki vakıf mallarının satılabileceğini öngören 1911 tarihli kanun hükümlerine göre muamele edilmiştir. Burada ilginç bir nokta da Rûmî 14 Mayıs 1327 / Miladî 27 Mayıs 1911 tarihinde kabul edilen kanunun tarihinin, 1925 yılında yanlış olarak 19 Mayıs 1327 olarak anılmasıdır. 260 N. Öztürk, a.g.e., s. 382. 261 N. Öztürk, a.g.e., s. 382-383. 89 göre devredilecek yapılar İdare-i Hususiyeler adına “sadece bulundukları mahallin maarifine tahsis edilmek üzere” şerhiyle tapuya kaydedileceklerdir.262 Devredilecek binalardan tarihî ve mimarî kıymeti olduğu komisyon tarafından tespit edilenlere dokunulmayacak, bu grup dışında kalan yapılar mektep, kütüphane ve konferans salonu olarak kullanılacaktır. Hiçbir şekilde istifade edilemeyecek binalar ise satılabilecektir. Satışlardan elde edilecek gelir her vilayetin bütçesine “müdevver vakıf bina ve arsaların istibdalleri hasılatı olup ilk mekteplere karşılık tutulan hesap” adıyla Fotoğraf 30. Tarihi Sıbyan Mekteplerinin Fiziki Durumları Hakkında Bir Karikatür, Akşam, 12.02.1934. kaydedilecektir. Satışlardan elde edilecek meblağ eğitim faaliyetlerinden başka amaçla kullanılamayacaktır. Vakıflar eğer bu yapılardan birinin mülkiyetini elinde tutmak isterse istimlâk bedelini İdare-i Hususiyelere ödemek zorundadır.263 Aynı talimatname ile mektep, medrese, kütüphane, darülkurra gibi zikredilen eğitim yapılarının veya arsalarının başka amaçlar için kullanılıyorsa derhal boşaltılması, resmi daireler tarafından depo, ambar, hapishane ve diğer amaçlarla kullanılanların da uygun şartlarla tahliye edilmesine karar verilmiştir.264 Başbakanlığın, Maarif Vekâleti ile Vakıflar Umum Müdürlüğü arasındaki ihtilafa son veren ve eski eserlerin korunması bakımından olumlu olarak değerlendirilebilecek bu talimatnameye rağmen devri kararlaştırılan vakıf bina ve arsaların kapsamının belirlenmesinde ve bu yerlerin satışında, mülki amirlerin başkanlığında kurulan mahalli komisyonların çok şiddetli davrandıkları görülmektedir. Başlangıçta direnmeye çalışan 262 N. Öztürk, a.g.e., s. 384. N. Öztürk, a.g.e., s. 384. 264 N. Öztürk, a.g.e., s. 384. 263 90 Vakıflar İdaresi’nin zaman geçtikçe bu hassasiyetini kaybettiği ve programlı bir tasfiye işlemi olan bu uygulamayı adeta benimsemiş olduğu görülmektedir.265 (Fotoğraf 29.) Hukukî düzenlemelerde açık olarak belirtilmesine rağmen, kanun kapsamında devri gerçekleştirilen eski eserlerin Vilayet İdare-i Hususiyeleri tarafından eğitim maksadı dışında kullanıldığı anlaşılmaktadır. “Modern eğitim” anlayışının geliştiği bir devirde aydınlatma, temiz hava, ısınma, temizlik gibi konularda çağın gerisinde kaldığı düşünülen bu yapılar daha 1914 yılındaki teftişlerde eleştiriliyordu.266 (Fotoğraf 30.) Bu nedenle Cumhuriyet döneminden sonra hazır yapı stoku olarak görülen bu işlevsiz tarihi yapılar, farklı amaçlarla kiraya verilmiş ya da maalesef satılmıştır. Bazı yapılar ise yıktırılarak yerlerine modern okul binaları yaptırılmıştır. Talimatnameye aykırı olarak camii ve mescit avlularında bulunanların teslimi için de Vakıflar İdaresi aleyhine davalar açılmıştır.267 Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulünden sonra Vakıflardan, Hususi İdarelere devrolunan sıbyan mektebi veya arsalarının sayısı 350’nin üzerindedir.268 Turgut Kut’un özel arşivinde bulunan 1923-1928 yıllarına ait bir liste vasıtasıyla İstanbul’daki sıbyan mekteplerinin kullanım durumu takip edilebilmektedir. Bu listede yer alan 314 sıbyan mektebinin %26,4’ü yani 83’ü arsa halindedir. Listede yer alan mekteplerin ancak %12,7’si yani 40’ı eğitim maksadıyla kullanılmıştır. Geriye kalan yapıların polis karakolu, halk fırkası merkezi gibi devlet kurumları tarafından kullanılmasının yanı sıra satılanlar, yıktırılanlar, mesken olarak kullanılanlar da bulunmaktadır. (Tablo 4.) Tablo 4. 1923-1928 Yılları Arasında Bazı Sıbyan Mekteplerinin Amacı Dışında Kullanım Durumları269 Sıbyan Mektebinin Adı Konumu Durumu Abdullah Ağa Beylerbeyi Polis karakoludur. 265 N. Öztürk, a.g.e., s. 391. Vakıflar, 1934 yılında dahi bazı medreseleri “tadil edilerek başka vaziyete geldiğini” iddia ederek İdare-i Hususiyelere teslim etmemiş, mesele gene hükümete havale edilmiştir. Akşam, 04.04.1934; Milliyet, 05.04.1934. 266 Zeynep Ahunbay, “Medreseler”, TVİA, C. 5, İstanbul 1994, s. 322; Bkz; M. Kütükoğlu, a.g.e, s. 73. 267 N. Öztürk, a.g.e., s. 391. 268 Turgut Kut, “İstanbul Sıbyan Mektepleriyle İlgili Bir Vesika”, İstanbul Armağanı 3, Gündelik Hayatın Renkleri, İstanbul 1997, s. 349. Beni bu kaynaktan haberdar eden Erol Eyigün’e teşekkür ederim. 269 Turgut Kut, a.g.m., s. 352-373. 91 Abdülbâki Efendi Üsküdar İmama meşrutahanedir. Abdülhamid-i Evvel Beylerbeyi Halk Fırkası tarafından kullanılmaktadır. Abdülkâdir Çavuş Kasımpaşa Mahalle bekçileri tarafından işgal edilmektedir. Abdülkerim Ağa Aksaray Vakıflar tarafından evvelce satılmıştır. Acemiyan Evliya Mehmet Efendi Fatih / Çarşamba Arsasına 15. ilk mektep yapılmıştır. Ağaçkakan Kocamustafapaşa Belediye tarafından spor kulübüne tahsis edilmiştir. Ahmet Paşa Topkapı Topkapı Gençlik Mahfeli yapılmıştır. Ahmet Hulusi Paşa Fatih Karakoldur. Ali Reis Anadolu Kavağı Yıkılarak yerine maarifçe mektep yapılmıştır. Atik Ali Paşa Çemberlitaş Halk Fırkası işgali altındadır. Ayşe Hatun Çamlıca Muallime hanımın kerimesi ikamet etmektedir. Balıkçı Ramazan Ağa Hasköy Polis karakoludur. Belkıs Hatun Kasımpaşa Vakıflar tarafından satılmıştır. Beyhan Sultan Cağaloğlu Vakıflar satmıştır. Cumhuriyet Matbaasının makine dairesi olmuştur. Bostancıbaşı Abdullah Ağa Kasımpaşa Burhaniye Vakıflar satmıştır. Beylerbeyi/Burhaniye Polis karakoludur. 92 Büyük Esma Sultan Beşiktaş Belediye tarafından satılmıştır. Cağalazade Rüstem Paşa Üsküdar Halk fırkası idaresindedir. Cavit Ağa Ortaköy Cami bitişiğinde olduğundan kirasız müezzin işgal etmektedir. Cevher Ağa Aksaray Vakıflar tarafından satılmıştır. Çeşmi Hüseyin Efendi Cihangir Vakıflar tarafından satılmıştır. Darüssade Ağası Beşir Ağa Beykoz Eski imamın kızı fuzulî işgal etmektedir. Darüssade Ağası Mehmet Sultan Mahmut Hilal-i Ahmer’in işgali altındadır. Ağa Türbesi civarı Darüssade Ağası Mercan Beyazıt Cami imamı mukim Ağa Defterdar Abdüsselam Eminönü Fırkaca işgal edilmektedir. Efendi Ebulfazl Mahmut Efendi Şehzadebaşı Vakıflar Levazım Ambarıdır. Emine Hatun Kocamustafapaşa Aile işgal etmektedir. Esmihan Kaya Sultan Divanyolu (Yıktırılarak) Şehremaneti karşısındaki meydanlığa katılmıştır. Fatma Sultan Karagümrük Halk Fırkası tarafından kullanılmaktadır. Feriköy Feriköy Camii müezzini tarafından işgal edilmektedir. Ferruh Ağa Samatya Müezzin ikamet etmektedir. Firuz Ağa Divanyolu (Yıktırılarak) yola katılmıştır. Gazi Çoban Mustafa Paşa Rumelihisarı Belediyece (yıktırılarak) yola katılmıştır. Giridî Mehmet Efendi Küçükpazar Atik Ali Paşa Camii imamı mukimdir. 93 Haffaf Şemsettin Küçükpazar İdare-i Hususiyece satılmıştır. Handan Ağa Hasköy Müezzin tarafından işgal edilmektedir. Hüsamettin Bey Akbıyık Ekazı İdare-i Hususiyece satılmıştır. Kapıağası Mahmut Ağa Sütlüce Polis karakoludur. Kaşıkçı Mustafa Ağa Şehremini Vakıflar tarafından enkazı satılmıştır. Kaymakam Mustafa Paşa Kasımpaşa İmam ikamet etmektedir. Kerime Hatun Çengelköy Polis karakoludur. Ketanî Ömer Paşa Cihangir Vakıflar satmıştır. Koca Mustafa Paşa Kocamustafapaşa Vakıflar tarafından evvelce yıktırılmıştır. Küçük Piyale Paşa Kasımpaşa Vakıflar tarafından satılmıştır. Kürkçübaşı Sait Ağa Gedikpaşa 1337/1921 tarihinden beri Divan-ı âli imam meşrutasıdır. Lalizade Abdülhaki Eyüp Lalizade imamı merhumun ailesi oturmaktadır. Mahmudiye Aksaray Arsası yola katılmıştır. Mehmet İzzet Efendi Beşiktaş Cami avlusunda olduğundan hademesi ikamet etmektedir. Mirimiran Mehmet ve Sirkeci Halil Paşalar Vakıflarca Otelciler Cemiyetine kiraya verilmiştir. Molla Çelebi Yeniköy İdare-i Hususiyece yıktırılmıştır. Muhaşşi Sinan Efendi Anadoluhisarı Belediyece kiraya verilmektedir. Nalıncı İsmail Ağa Kasımpaşa Vakıflar tarafından satılmıştır. 94 Nevruz Kadın Süleymaniye Vakıflar tarafından evvelce Süleymaniye müezzinlerinde Şevket Efendi’ye satılmıştır. Nimetullah (Emetullah) Beyoğlu Vakıflar kiraya vermiştir. Valide Sultan Pir Ahmet Çelebi Fatih Polis karakolu. Piri Mehmet Bey Galata Vakıflar tarafından 1330/1914’de satılmıştır. Rabia Adviye Hanım Beşiktaş Belediye tarafından kiraya verilmektedir. Ragıp Paşa Koska Kütüphane memuru mukimdir. Ramazan Ağa Eyüp İdare-i Hususiye kiraya vermektedir. Rami Mehmet Paşa Eyüp Aileler oturmaktadır. Recep Ağa Eminönü Rüstem Belediyeye verilmiştir. İçerisinde Paşa Camii hariminde kayyum oturmaktadır. Reisülküttap İsmail Ağa Galata Vakıflar kiraya vermiştir. Ruznameci Ali Beyazıt Şehremanetince satılarak yerine bina yapılmıştır. Sadr-ı Esbak Abdullah Beyazıt Vakıflar kiraya vermektedir. Paşa Sadr-ı Esbak Ahmet Paşa Samatya Fırka Ocağıdır. Sadr-ı Esbak Hasan Paşa Beyazıt Himaye-i Etfal tarafından işgal edilmiştir. Saliha Hatun Zeyrek İdare-i hususiye tarafından kiraya verilmektedir. Saliha Sultan Galata (Azapkapı) Muallimlerden eski müdür Ali Rıza Bey işgal etmektedir. 95 Sarı Emine Hanım Galata Halk fırkası işgal etmektedir. Selimiye Üsküdar Polis karakolu yapılmıştır. Serhalife Mustafa Efendi Kandilli İmam meşrutasıdır. Silahtar Mehmet Efendi Kadırga Polis Hasan Efendi mukimdir. Sinan Ağa Beykoz İdarece hademe nöbet odası olarak kullanılmaktadır. Sinan Paşa-i Atik Beşiktaş Belediye dairesi olarak işgal edilmektedir. Söğütlü Beşiktaş Muradiye Cami içinde olduğundan hademe ikamet etmektedir. Sultan Ahmet Han-ı Evvel Sultanahmet Üst katın sakıfı yoktur. Alt kat İdare-i hususiye tarafından kiraya Ayasofya Camii verilmektedir. Muhasebe-i Umumiyece imama Avlusunda kiraya verilmektedir. Sultan Mustafa-i Salis Paşabahçe Çeşme üzerindeyken yıkılmıştır. Sultan Mustafa-i Salis Kadıköy Müezzin meşrutasıdır. Sultan Selim-i Evvel Sultan Selim Camii Müezzin Şakir Efendi oturmaktadır. Sultan Mahmut Kapısı bitişiğinde Süheyl Bey Tophane Vakıflar kiraya vermektedir. Süleyman Subaşı Unkapanı İdare-i hususiye tarafından kiraya verilmektedir. Süleyman Subaşı Eyüp İdare-i hususiye tarafından kiraya verilmektedir. Şah-ı Huban Galata Arap Camii 1334/1918’de Vakıflar tarafından satılmıştır. Şehit Ahmet Paşa Üsküdar Vakıflar kiraya vermektedir. 96 Şehit Mehmet Paşa Galata Vakıflar satmıştır. Tavaşi Hasan Ağa Üsküdar Vakfın mütevellisi ikamet etmektedir. Topçubaşı Bali Ağa Tophane Dört duvarı ve kapısı olup perükar (berber) dükkânı yapılmıştır. Topçubaşı Hacı Mehmet Tophane Vakıflar kiraya vermektedir. Ağa Emetullah Valide Sultan Beyazıt Halk fırkası işgal etmektedir. Vanî Mehmet Efendi Vaniköy Polis karakoludur. Zenbilli Ali Efendi Zeyrek Belediyece kiraya verilmektedir. Zeynelabidin Efendi Küçükmustafapaşa Vakıflar tarafından satılmıştır. Zeynep Hatun Eyüp Camiinin son cemaat mahallinde olduğundan hademe, camiye ait eşya koymaktadır. Zincirlikuyu Vakıf Edirnekapı İdare-i hususiye tarafından satılmıştır. Tarihi ve mimari kıymeti olan mekteplerin tahsis talepleri için zaman zaman Müzeler İdaresi’nin de görüşleri alınmıştır. Örneğin 25 Mayıs 1936’da Fatih Camii bitişiğinde bulunan Nakşidil Valide Sultan Sıbyan Mektebi, İstanbul Maarif Müdürlüğü tarafından ilkokul haline getirilmek istendiğinde Vakıflar İdaresi durumu İstanbul Müzeleri İdaresi’ne sormuştur. Konu, Eski Eserleri Koruma Encümenine havale edilmiş, encümen yapının tarihi eser olduğunu mutlaka tamir edilerek korunması gerektiğini, bu suretle tahsis yapılmasının uygun olacağını bildirmiştir. İl Maarif Müdürlüğü daha sonra yaptığı değerlendirmede yapının son derece harap olduğundan önce tamir edilmesi gerektiğine, tamirin ardından da çocuk okuma odası yapılmasına karar vermiştir.270 Burada ilginç bir nokta da Vakıflar İdaresi’nin mülkiyetinde bulunan yapıları çok iyi takip edemediğinin anlaşılmasıdır. Vakıflar, İstanbul Müzeleri Umum Müdürlüğü’ne yazdığı 270 Encümen Arşivi, Dosya 51 97 yazıda Nakşidil Valide Sultan mektebinden isim zikretmeden “muhterik (yanmış) mektep binası” olarak bahsetmiştir. Müze adına rapor yazmak için sahayı dolaşan İzzet Kumbaracılar, zikredilen yerde yanmış bir mektep arsası bulunmadığını, bahsedilen eserin Nakşidil Valide Sultan mektebi olabileceğini söylemiştir. Rapor üzerine, İstanbul Müzeleri Genel Müdürü Aziz Ogan, Vakıflar’a yazı yazarak zikredilen mektebin Nakşidil Valide Mektebi olup olmadığını sormak zorunda kalmıştır.271 (Belge 2.) Arazice daha büyük yer kaplayan medreselerin durumu da benzer bir nitelik göstermektedir. Harap durumda olan medreselerin enkazları ve arsaları satılmış, sağlam durumda olan medreselerin bir kısmı gerek oda oda gerekse tamamen depo ya da çok fakir halka konut olarak kiraya verilmiştir. Bazı örneklerde bir ya da iki kişinin bir medresenin tamamını kiralayarak, oda oda fakir halka kiraya verdiği de görülmektedir. Örneğin 1929 yılında Kadırga’daki Sokullu Mehmet Paşa Medresesi, Mazlum Efendi ve Huriye Hanım isimli iki kişiye kiralanmış, onlar da medreseyi oda oda başka insanlara kiralamıştır. Ancak bu iki kişinin uygunsuz davranışları dolayısıyla hem medrese içerisinde oturanlar, hem camii cemaati ve hem de mahalle sakinleri rahatsız olmuş, Son Saat Gazetesi’ne şikâyet mektubu göndererek Vali Muhittin Bey’den kontratın yenilenmemesini istemişlerdir.272 Aynı yıl gazetelerde bir şirketin on beş medreseyi toptan kiralayarak başkalarına kiraya vermek istediğine dair haberler çıksa da teşebbüsün gerçekleşmediği anlaşılmaktadır.273 Medrese odalarında ikamet eden insanların normal bir evi kiralayamayacak kadar fakir olduğu, bu nedenle medrese binalarını sağlam tutacak bakımı sağlamak bir yana, kiralarını ödeyemediklerinden çıkartılmak zorunda kaldıkları dahi görülmüştür.274 Hikmet Feridun (Es) medreselerdeki yaşamı şu sözlerle anlatır; “Fatih’te bir medrese hayatı vardır. Etrafta medrese çok, yangından kaçan medreseye gitmiş… Bunlar ara sıra kavga etmez değiller. Fakat birbirlerine öyle alışmışlardır ki ayrı yaşayamazlar…”275 Camii avlularında bulunan medreselerin bu şekilde oda oda konut olarak kiraya verilmesi dolayısıyla çeşitli sorunlar da yaşanmıştır. Mesela külliye kapıları geceleri kapatılamamış, avlularda güvenlik sağlanamamış, bu nedenle camilerden çini ve bir takım eşya çalınmıştır. Yaşanan rahatsızlıkların en ilginç örneğini R. E. Koçu, İstanbul 271 Encümen Arşivi, Dosya 51 Son Saat, 24.04.1929. 273 Cumhuriyet, 27.02.1929; İkdam, 27.02.1929. 274 Akşam, 16.03.1932. 275 Akşam, 23.11.1929. 272 98 Ansiklopedisi’nde kaydetmektedir. Koçu, 1930’lu yıllarda geçen hadisede Ankaravî Mehmet Efendi ya da Abdülhalim Medresesi olarak bilinen medresenin randevu evi haline dönüşmesini şöyle aktarır; “…Şehzade, Fatih ve Aksaray semtlerinin ayak takımı hovardaları arasında büyük bir şöhreti olan “Şişman Bahriye” de bir ara Abdüllhalim Medresesi’nde oturmuştu. Seccadesi pencere önünde serili, bir ayak sesi işitti mi namaza dururdu. Sokağa ancak camilerde vaaz dinlemek üzere çıkan ve hemen her gün kadınlı erkekli bazı akrabaları tarafından ziyaret edilip yoklanan abide ve zahide Bahriye Teyzenin esrarı bir gün sabıkalı bir esrarkeşin metresiyle beraber onun odasında yakalanması üzerine öğrenilmişti.”276 Yabancı turistler tarafından sıkça ziyaret edilen büyük ve tarihi camilerin avlularında yer alan medreselerin konut olarak kiraya verilmesi görsel olarak da çirkin bir manzara yaratmıştır. (Fotoğraf 31.-32.) Özellikle medrese sakinlerinin çamaşırlarını avlulara gerilen iplere asması Müzeler İdaresini rahatsız etmiş, 1934 yılında İstanbul Belediyesi’ne bu çirkin görüntülere son verilmesi için başvurmuştur. Belediye de yayımladığı bir genelge ile bu hallere son verilmesini ve İdare-i Hususiyeler tarafından kira sözleşmelerine çamaşır asılmaması hususunda kayıt konulmasını bildirmiştir.277 Benzer sebeplerle Diyanet İşleri Başkanlığı, Vakıflar’dan cami avlularında olan bu yapıları İdare-i Hususiye’den satın almasını ve geceleri avlu kapılarının kapanmasına mani olmayacak şekilde mağaza veya depo olarak kiraya vermesini istemiştir.278 Vakıflar, esasen cami avlularındaki medreselerin İdare-i Hususiyelere geçmemesi gerektiğini, durumun hukuksuz olduğunu, ayrıca bu yapıların tarihi ve mimari kıymeti de olduğu hakkında bir rapor hazırlayıp tahliye ettirmek istemesine rağmen girişimin sonuçsuz kaldığı anlaşılmaktadır.279 Böylelikle Vakıflar’ın kendi malını bir kez daha satın alması gibi ilginç bir durum ortaya çıkmıştır.280 1937 yılında ise İstanbul’un imar planını hazırlamakla görevli bulunan Henri Prost, medreseler üzerinde çalışmış, yapıları mimari ve tarihi kıymetlerine göre tasnif etmiştir. Prost, çalışmalarını derinleştirerek bazı 276 “Abdülhalim Medresesi”, REK. İ.A., C. 1 İstanbul 1958, s. 87. Akşam, 14.08.1934 278 Politika, 19.01.1930. 279 Politika, 02.06.1930. 280 İnkılâp, 25.10.1930. 277 99 medreselerin müze yapılmasını istemiştir.281 Bu karar üzerine Dâhiliye Vekâleti’nden gelen bir emirle medreselerin artık kiraya verilmemesi, kira kontratı biten kiracılarla yeniden sözleşme imzalanmaması kararı alınmıştır.282 Ancak kararın uygulanamadığı, medreselerin depo ve mesken olarak kiraya verilmeye devam edildiği anlaşılmaktadır. Fotoğraf 31. Sultan Selim Medresesi, Encümen Arşivi, Dosya 7. Fotoğraf 32. Davud Paşa Medresesi (Aralık 1935), Artamanoff Arşivi. 281 282 Akşam, 15.02.1937. Cumhuriyet, 14.02.1937; Akşam, 15.02.1937. 100 Fotoğraf 33. Safiye Ali, Süt Damlası Müessesi Olan Beyazıt’ta Yer Alan Seyyid Hasan Paşa Mederesesi’nde, Taha Toros Arşivi, 001562346008. İdare-i Hususiye mülkiyetine geçirilen medreseler dönemin ihtiyaçlarına göre hazır yapı stoğu olarak görülerek bazı kurumlara tahsis de edilmiştir. (Tablo 5.) Örneğin Beyazıt’daki Seyyid Hasan Paşa Medresesi, Süt Damlası Müessesesine tahsis edilirken283 Divanyolu’ndaki Mehmet Ağa Mektebi, Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından tamir ettirilerek çocuk kütüphanesi haline getirilmiştir.284 (Fotoğraf 33.) Bazı zamanlarda medreseler yıktırılıp yerine yeni bina yaptırılması için de kurumlara devredilmiştir. Örneğin Saraçhane’de ismi zikredilmeyen bir medrese, yerine Himaye-i Etfal Cemiyeti tarafından 80 çocuğun barınabileceği bir yurt yaptırılmak üzere285, yine ismi zikredilmeyen üç medrese ise yıktırılıp yerine yeni bina yapılmak üzere Darüşşafaka Cemiyeti’ne tahsis edilmiştir.286 283 Süt Damlası müessesesi, “Küçük Çocuklar Muayenehanesi” adıyla Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin girişimleri ve Fransız Kızılhaçı Kadınlar Cemiyeti’nin çalışmaları sayesinde yoksul ve yardıma muhtaç Türk çocuklarının süt ihtiyacını ve bakımını sağlamak amacıyla 1921 yılında kurulmuştur. Süt Damlası merkezinde annelere, çocukların bakımına ve sağlıklarının korunmasına yönelik bilgiler verilmiştir. Bkz; Didem Konya, "Türkiye'nin İlk Türk Kadın Doktoru: Safiye Ali ve Çalışmaları", Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırmaları Dergisi 19 (2018), s. 41. 284 Son Posta, 01.02.1936. 285 Akşam, 08.03.1930. 286 Akşam, 20.01.1930. 101 Medreseler açısından bir diğer önemli kullanım da bazı medreselerin İstanbul Üniversitesi öğrencilerine yurt olarak verilmesidir. (Fotoğraf 34.) 1933 yılında Gazeteci Hikmet Feridun, Fatih medresesine yaptığı ziyarette öğrencilerin çok zor şartlar altında ikamet ettiklerini şu cümlelerle aktarır; “Meşhur Kurşunlu Medrese… Kapıda tebeşirle kalın “Darülfünunluların bir yazı: odaları buradadır”. İçeriye girdik. Kapılı kapılı taş hücreler… İlk gözüme ilişen en baştaki odanın önünde dersine çalışan bir talebe oldu. Beyaz boyalı saçtan masasını medresenin avlusuna çıkarmış… Bir yanında mangalı, bir yanında gaz ocağı.… Bu sırada karşıki odalarda bir hareket belirdi. İki odanın kapısı açıldı. Dışarıya bir leğen çıktı. İki talebe su dolu leğenin başına geçtiler. Yanımdaki Fotoğraf 34. Metruk Medreselerde Zor Şartlarda Yaşam Süren Öğrenciler Hakkında Bir Haber, Kaynak, 25.04.1936. hukuklu: Çamaşır!.. dedi. Onların programında bugünmüş demek ki. Bundan sonra bir felsefecinin odasına girdim. Bu kubbeli medrese odaları görülecek bir yer... Odaya kapıdan girdiniz mi evvela küçük bir taşlık. Sonra iki basamak tahta bir merdiven, ondan sonra odaya çıkılıyor. Bir köşede iki şeker sandığının üzerine serilmiş bir yatak. Bir tahta masa. Masanın üstünde bir petrol lambası. Boş yere elektrik aramayın….”287 287 Akşam, 18.05.1933. 102 Aynı medresede oturan üniversite öğrencilerinin durumuna dikkat çeken bir yazı da Akşam Gazetesi’nin 12 Mart 1938 tarihli nüshasında yayımlanmıştır. Yazıda medresenin kurşunlarının çatlamış, tavanın açılmış, odaların bir kısmının rutubet bir kısmının ise sular içinde sırıl sıklam bir halde bulunduğunu belirttikten sonra yapılan müracaatlara Vakıflar Umum Müdürünün “Bu eski medreseler İdare-i Hususiye’ye tâbiidir!” cevabını verdiği bildirilmiştir.288 Şüphesiz tüm bu kullanım durumları tarihi medreseler üzerinde tahribat yaratmıştır. 288 Akşam, 12.03.1938. 103 Tablo 5. Bazı Medreselerin Cumhuriyet Döneminde Kullanım Durumu Medresenin Adı Kullanım Durumu Ayasofya Şehremaneti tarafından 1929 yılında İdare-i Hususiye’den Medresesi289 kiralanmış, yapılan tamiratın ardından 1929 yılı Haziran ayında gündüz çalışıp gece kalacak yeri olamayan kimsesiz çocuklar için yurt haline getirilmiştir.290 Ancak ilk ay içerisinde kimsenin başvurmadığı yurt verimsiz kalmıştır.291 1934’te Ayasofya Camii’nin Vakıflar İdaresi’nden alınarak Müzeler Genel Müdürlüğü’ne devredilmesinden sonra kısa bir süre daha yurt olarak kullanılmış, 1935 yılında boşaltılmıştır.292 1936 yılı Şubat ayında Müzeler İdaresi ile İstanbul Belediyesi arasında bir anlaşma yapılarak Ayasofya’nın ihtişamını ortaya çıkarmak ve park yaptırmak üzere medresenin yıktırılmasına karar verilmiştir.293 1936 yılı Eylül ayında yıkımına başlanan294 yapının taş, tuğla ve kereste enkazı aynı yılın Kasım ayında 1000 lira açılış fiyatıyla müzayedeye konulmuştur.295 Medrese ile birlikte kayyumhane olarak anılan bir yapı da yıktırılmıştır. Mustafa isminde bir zat tarafından alındığı anlaşılan enkaz, gazete ilanlarıyla perakende olarak satılmıştır.296 Ancak enkazın alıcısı çıkmadığından molozlar aylarca Ayasofya’nın bahçesinde kalmıştır.297 (Fotoğraf 35.-36.-37.-38.-39.-40.-41.42.-43.-44.-45.) 289 İlk inşası Fatih dönemine dayanan çeşitli tamirler görerek klasik mimari üslubu büyük ölçüde sürdürmüş olan medrese 1873 yılında yıktırılarak modern bir okul görünümünde yeniden yaptırılmıştı. Dolayısıyla Cumhuriyet döneminde yıktırılan medresenin 1873 yılında inşa edilen medrese olduğunu unutmamak gerekir. Bkz; M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 44. 290 Milliyet, 02.06.1929; İkdam, 01.06.1929; Cumhuriyet, 02.06.1929. 291 Milliyet, 14.07.1929; İkdam, 19.10.1929; 292 Semavi Eyice, “Ayasofya”, DİA, C. 4, İstanbul 1991, s. 215. 293 Kurun, 05.02.1936; Zaman, 05.02.1936; Cumhuriyet, 27.02.1936; Haber, 31.03.1936. 294 Cumhuriyet, 24.09.1936. 295 Cumhuriyet, 24.10.1936. 296 Cumhuriyet, 08.12.1936. 297 Cumhuriyet, 30.03.1937. 104 Soğukçeşme 1925’de Ressamlar Cemiyetine tahsis edilmiştir.298 Zeynep Sultan Medresesi Sinan Paşa 1926’dan itibaren 15 yılı bedelsiz olmak üzere 35 yıl ayakkabıcı Medresesi esnafı tarafından kullanılmıştır.299 Süleymaniye Askerî matbaaya tahsis edilmiştir.300 Darüşşifası Kemankeş Kara Ayakkabıcılar cemiyetine kiralanmıştır.302 Mustafa Paşa Medresesi301 Mahmut Paşa Oda oda mesken olarak kiraya verilen yapı 1932 yılında Medresesi yıktırılarak arsasına ilkokul yaptırılmıştır.303 Bayezıt Medresesi Önce Darülfünun’a öğrenci yurdu olarak tahsis edilmiş 1931 yılında İnkılap Müzesi ve şehir kütüphanesine tahsis edilmiştir.304 Yapılan tamirin ardından 1933 yılında kütüphane olarak açılmıştır.305 1934 yılında içerisine elektrik tesisatı kurulması için ihale açılmıştır.306 Fatih Külliyesi 1932 yılında Belediye medresenin sinema filmleri deposu Medreselerinden yapılmasına kadar vermiştir.308 İçerisine elektrik tesisatı biri307 kurulması ve depo için uygun tadilat yapılmasının ardından 1933 yılında kullanıma açılmıştır.309 298 N. Öztürk, a.g.e., s. 435. M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 102. 300 Akşam, 11.01.1937. 301 Çarşıkapı’daki medrese günümüze ulaşamamıştır. 302 Akşam, 15.01.1932. 303 Akşam, 01.12.1933. 304 Yeni Gün, 31.01.1931; İnkılâp, 01.02.1931; Cumhuriyet, 04.05.1932. 305 Akşam, 01.11.1933. 306 Haber, 03.11.1934. 307 Haberlerde kurşunlu medrese olarak anılmaktadır. 308 Cumhuriyet, 23.02.1932. 309 Cumhuriyet, 04.03.1932; Akşam, 16.04.1933. 299 105 Üsküdar Mihrimah 1933 yılında kimsesiz fakir çocuklar için bakım evi yapılmasına Sultan Medresesi karar verilmiştir.310 Damat İbrahim 1933 yılında taş ve kum deposu yapılmıştır.311 Paşa Medresesi Sultanahmet Medresesi Fatih Külliyesi Tabhane Medresesi 1935’de gördüğü bir tamirattan sonra depo yapılmak üzere Başbakanlık Arşivine devredilmiştir.312 1935’de bir kısmının Belediye deposu bir kısmının da Haliç İdman Yurdu Kulübü Merkezi olarak kullanıldığı tespit edilmiştir.313 (Fotoğraf 46.) Rüstempaşa 1936 yılında kimsesizler yurdu olarak kullanıldığı tespit Medresesi edilmiştir.314 1938 yılında da çok kötü şartlar altında aynı işlevini sürdürdüğü tespit edilmiştir.315 Köprülü Mehmet 1929 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.316 Paşa Medresesi Süleymaniye 1930 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.317 Medresesi Sinan Ağa 1930 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.318 Medresesi Kılıç Ali Paşa 1930 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.319 Medresesi 310 Cumhuriyet, 16.02.1933. Encümen Arşivi, Dosya 647. 312 M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 39. 313 Encümen Arşivi, Dosya 284. 314 Haber, 23.03.1936. 315 Cumhuriyet, 03.04.1938. 316 Cumhuriyet, 05.10.1929. 317 Cumhuriyet, 11.01.1930. 318 Politika, 19.02.1930. 319 Cumhuriyet, 21.08.1930. 311 106 Fatih Çifte 1931 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.320 Kurşunlu Medrese Zeyrek’te Kanlı 1931 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.321 Medrese Süleymaniye 1934 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.322 Darülhadis Dizdariye Sultanahmet yangınında evleri yanan ailelerden otuz kişi 1934 Medresesi yılında medreseye yerleştirilmiştir.323 Çorlulu Ali Paşa 1935 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.324 Medresei (Fotoğraf 47.) Hoşkadem 1936 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.325 Medresesi Süleymaniye Tıp 1937 yılında oda oda kiraya verildiği tespit edilmiştir.326 Medresesi Hacı Feyzullah 1938 yılında arsasına ortaokul yaptırılmıştır.327 Medresesi 320 Akşam, 12.03.1931. Akşam, 23.02.1931. 322 Milliyet, 21.04.1934. 323 Akşam, 14.06.1934. 324 Cumhuriyet, 13.04.1935. 325 Cumhuriyet, 18.07.1936. 326 Akşam, 11.01.1937. 327 Akşam, 19.04.1938. 321 107 Fotoğraf 35. Kimsesiz Çocuk Yurdu Olarak Kullanılan Ayasofya Medresesi (1936), Encümen Arşivi, Dosya 245. Fotoğraf 37. “Kimsesizler Yurdu Kimsesiz”, Cumhuriyet, 14.07.1929. Fotoğraf 36. Ayasofya Medresesi’nin Kimsesiz Çocuk Yurdu Olarak Kullanılacağına Dair Haber, İkdam, 1 Haziran 1929. 108 Fotoğraf 38. Kimsesiz Çocuk Yurdu Olarak Kullanılan Ayasofya Medresesi (1936), Encümen Arşivi, Dosya 245. Fotoğraf 39. Kimsesiz Çocuk Yurdu Olarak Kullanılan Ayasofya Medresesi (1936), Encümen Arşivi, Dosya 245. 109 Fotoğraf 40. Kimsesiz Çocuk Yurdu Olarak Kullanılan Ayasofya Medresesi’nin Ayasofya’nın Minaresinden Görünümü (1936), Encümen Arşivi, Dosya 245. Fotoğraf 41. “Öksüzler Yurdu Yıkılıyor”, Cumhuriyet, 24.09.1936. Fotoğraf 42. “Satılık Ucuz Enkaz”, Cumhuriyet, 08.12.1936. 110 Fotoğraf 43. Kimsesiz Çocuk Yurdu Olarak Kullanılan Ayasofya Medresesi’nin Avlusu, (1936) Encümen Arşivi, Dosya 245. Fotoğraf 44. Kimsesiz Çocuk Yurdu Olarak Kullanılan Ayasofya Medresesi’nin Üst Kat Revakı (1936), Encümen Arşivi, Dosya 245. Fotoğraf 45. Kimsesiz Çocuk Yurdu Olarak Kullanılan Ayasofya Medresesi’nin Üst Kat Revakı (1936), Encümen Arşivi, Dosya 245. 111 Fotoğraf 46. Haliç İdman Yurdu Kulübü Merkezi Olarak Kullanılan Fatih Külliyesi Tabhane Medresesi, Encümen Arşivi, Dosya 284. Fotoğraf 47. Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde Yaşanan Bir Asayiş Olayı ile İlgili Haber, Cumhuriyet, 13.04.1935. 112 Tekke ve türbe yapılarının mülkiyeti ile alakalı ilk hukuki düzenleme ise 2413 sayılı “Tekâyâ ve Zevâyânın Seddine ve İlmiyye Sınıfı Kisvesine ve Bi’l-umûm Devlet Me’mûrlarının Kıyâfetlerine Dâir İcrâ Vekîlleri Hey’etinin 2 Eylül 1341 (1925) Târihli İctimâ’ında Müttehiz Karâr Üzerine Tanzîm Edilmiş Olan Karârnâme”dir. 5 Eylül 1341 (1925) tarihli Resmi Ceride’de yayınlanan kararname ile bütün tekke, zaviye ve türbeler kapatılmakla beraber, zamanla tekke fonksiyonu da kazanmış olan camii ve mescitlerin yalnızca ibadethane olarak hizmet vermeye devam etmeleri kararlaştırılmıştır.328 Kararnameye göre kapatılan tekke veya zaviyelerin vakfiyesinde şeyhinin ikametine mahsus ayrıca bir hüküm varsa, şeyhler buralarda hayatları boyunca oturabileceklerdir. Bu kararname ile birlikte tekke fonksiyonlarını yitirecek olan binalardan elverişli olanlarının okul haline getirilmesine, olmayanların Evkaf Müdüriyet-i Umumiyesi tarafından tıpkı sıbyan mektebi ve medreselerde olduğu gibi nakde dönüştürülerek, elde edilecek parayla köylerden başlayarak icap eden yerlerde okul inşa edip, bunları da hususi idarelere terk etmesine hükmedilmiştir.329 Yine, tekke ve zaviyelerle birlikte kapatılmasına karar verilen türbelerin ise “haiz-i kıymet” olanlarının muhafaza ve idaresi Maarif Vekâleti’ne emanet edilmiştir. Bu türbelerde görevli türbedarların da makamları mülga olmuş fakat bekçi göreviyle maaşlarının ödenmesine devam edilmiştir. Camii ve mescitlerde boşalan imamet, müezzinlik veya kayyumluk gibi görevlere yapılan atamalarda Diyanet İşleri Reisliği’nce türbedarlara öncelik tanınmıştır.330 Tekke ve türbe yapılarının hangilerinin tarihi ve mimari kıymeti olup Maarif Vekâleti’ne devredilmesi gerektiğini tespit için bir de komisyon kurulmuştur.331 Zikredilen hükümet kararnamesinin ardından, 13 Aralık 1925 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı “Tekke Ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine Ve Türbedarlıklar İle Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” ile tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması bir de meclis tarafından kabul edilen bir kanun ile garanti altına alınmıştır. Kanuna göre camii ve mescit olarak kullanılan tekke ve zaviyeler bu amaçla kullanılmaya devam edilecektir. Kanunda yer alan “sahiplerinin diğer şekilde hakkı temellük ve tasarrufları baki kalmak üzere” ifadesi, hizmete kapatılan binaların 328 Cem Apaydın, "Belgeler Işığında Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması Üzerine Bir Değerlendirme", Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları Dergisi, 16 / 32 (Aralık 2017), s. 154. 329 C. Apaydın, a.g.m., s. 154. 330 C. Apaydın, a.g.m., s. 154. 331 N. Öztürk, a.g.e., s. 407. 113 mülkiyetlerine el konulmadığını göstermektedir.332 677 sayılı kanun ile tüm Türkiye’de 773 tekke ve 905 türbe kapatılmış, 9362 parça eşya müzelere alınmıştır.333 Tekke ve Türbeleri Tefrik Komisyonu’nun üç aylık çalışmasından sonra gazetelerde yer alan ilk habere göre, komisyon işe Maarif emrine devredilmesi gereken tekke ve türbelerden başlamıştır. Daha sonra camiye dönüştürülebilecek tekkelerle ilgilenmiştir. En son ise yapıların içerisindeki eşyalar kayıt altına alınarak ambarlara istif edilmiştir. Haberde komisyonun her hafta toplandığı ve istif edilen eşyaların tasnifine de yakında başlayacağı yer almaktadır. Ayrıca Maarife devredilen tekke ve türbelerin adedinin 100’ü geçtiği de belirtilmiştir.334 Komisyon, 1926 yılının Şubat ayında 64 adet türbenin itina ile muhafazasına karar vermiştir. Haberde bunlar Eyüp Sultan, Şehzade, Damat İbrahim Paşa, Hüsrev Paşa, Kılıç Ali Paşa, Barbaros Hayreddin Paşa, Şah-ı Huban Sultan, Mihrişah Valide Sultan, Zal Mahmud Paşa, Ferhad Paşa, Nişancı Mehmed Paşa, Kuyucu Murad Paşa, Sokullu Mehmed Paşa, Sinan Paşa, Siyavuş Paşa Nakşidil Valide Sultan, Pertevnihal Valide Sultan ve diğer bütün sultan türbeleri olarak anılmıştır. Muhafaza-i Asar-ı Atika Encümeni tarafından bu türbelerin adeta envanter kaydını oluşturacak bir defter de tanzim edilmiştir.335 Kapatılan tekkelerin ve türbelerin kapısına kilit vurulmuş, mühürlenmiş, anahtarlar cinslerine göre müzelere ve valiliklere verilmiştir.336 Tekke ve türbelere izinsiz olarak girmenin cezası kanunda üç aydan eksik olmamak üzere hapis ve elli liradan aşağı olmamak üzere para cezası olarak belirlenmiştir.337 Tekke ve türbeler kapatıldıktan sonra uzun müddet açılmadığı ve temizlenmediği için bakımsızlık baş gösterdiği anlaşılmaktadır. Örneğin; Sultan Mahmud, Ayasofya, Eyüp Sultan, Şehzade, Fatih Sultan Mehmed, Pertevnihal Valide Sultan türbelerinde kurşun levhalar bozulmuş olduğundan yağmur suları içeri girmiş, hem mimariyi hem de türbe içerisinde kalan halı, puşide, örtü, vazo gibi eşyalar ile altın yaldızlı tezyinat parçalarını tahrip etmiştir.338 332 N. Can, a.g.e., s. 21-22. Bu tekkelerden 300’den fazlasının İstanbul’da yer aldığı sanılmaktadır. Bkz; N. Öztürk, a.g.e., s. 409. 334 Son Saat, 01.01.1926. 335 Son Saat, 07.02.1926. 336 N. Öztürk, a.g.e., s. 407. 337 N. Can, a.g.e., s. 21-22. 338 Milliyet, 21.12.1926. 333 114 1926 yılı Aralık ayında içerisindeki kıymetli eşyalarda çürümeler başladığı için Tekke ve Türbeleri Tefrik Komisyonu, Vakıflar İdaresi ile Maarif Vekâleti nezdinde başvurularda bulunmuştur. Ancak İstanbul Vakıflar Müdürlüğü artık türbelerle bir alâkalarının kalmadığını, bütçelerinde bunlara ayrılacak bir tahsisat da bulunmadığını, taleplerini ancak Vakıflar Umum Müdürlüğüne iletebileceğini bildirmiştir. Maarif Vekâleti adına İl Müdürü Nafi Atıf Bey ise türbelerin muhafazasının Vakıflar İdaresine ait olduğunu söylemiştir.339 Böylelikle türbeler girişimde üzerinde bulunulmadığı herhangi bir anlaşılmaktadır. (Fotoğraf 48.) 1928 yılı Eylül ayında türbelerle ilgili olumlu bir gelişme yaşanmıştır. Maarif Vekâleti gerek mimarî gerek tarihî kıymetleri dolayısıyla özel bir komisyon tarafından seçilen Fatih Sultan Mehmed, Barbaros Hayreddin Paşa, Kanuni Sultan Süleyman, Sultan Mahmud, Sinan Paşa, Sultan Ahmed gibi türbelerin de aralarında bulunduğu 60 türbenin ve Bursa’da bulunan bazı türbelerin idaresini İstanbul Müzeleri Umum Müdürlüğü’ne Umum vermiştir. Müdürlüğü bu İstanbul türbelerden Fotoğraf 48. “Türbeler Ne Halde”, Milliyet, 21.12.1926. Müzeleri 18’ine Başbakanlık’tan sağlanan özel ödenekle bekçi tayin etmiştir.340 Aynı zamanda Vakıflar Umum Müdürlüğü de, İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne verdiği emirle kurşun, cam gibi basit onarım kapsamına girecek tamiratın tamamlanmasını istemiştir. Ancak türbelerin ne halka ne de seyyahlara (turistlere) kesinlikle açılmayacağı bir kez daha 339 340 Milliyet, 21.12.1926. BCA, 30-10-0-0 / 192-314-16. (04.04.1929). 115 bildirilmiştir.341 peyderpey Bu müze vasıtayla memurları türbeler tarafından açılmış, bir kısmının duvarlarında rutubet nedeniyle küf oluştuğu, puşidelerde çürümeler başladığı görülmüştür. Türbeler hemen akabinde temizletilmeye başlanmış, her türbede “muhafız” ismi ve kadrosu altında bir memur-bekçi bulunmasına karar verilmiştir. Hem türbenin güveliğinden hem de temizliğinden sorumlu olacak bu kişilerden ilk etapta 36 kişi işe başlatılmıştır. Bu kişilerin bir kısmı eski türbedarlardan seçilirken bir kısmı da müracaat üzerine göreve başlamıştır.342 (Fotoğraf 49.) 4 Nisan 1929’da Maarif Vekili Hüseyin Vasıf Bey tarafından Başvekâlete yazılan bir yazıda İstanbul’daki türbelerin muhafazası için 8800 liraya Bursa’daki türbelerin muhafazası için ise 2500 liraya ihtiyaç olduğundan bahsedilmiş, bu rakamın Maarif Vekaleti bütçesinden karşılanamayacağı belirtilerek Vakıflar bütçesinden karşılanması talep edilmiştir.343 (Belge-3) Fotoğraf 49. “Türbelerin Muhafazası”, Milliyet, 11.09.1926. Türbelerle beraber kapatılan tekke yapıları, mülkiyeti şahıslarda ise herhangi bir tasarrufta bulunulmamıştır. Bir vakfa bağlı olarak faaliyet gösteriyorsa genellikle camii olarak kullanılmış “Vakıf Müessesesinin Çözülmesi Dolayısıyla Yaşanan Tahribat” bölümünde zikredileceği üzere kadro uygulamasına tabii tutulmuştur. İdarecisi kalmayıp 341 Son Saat, 12.09.1928. Milliyet, 11.09.1928. 343 BCA, 30-10-0-0 / 192-314-16. (04.04.1929). 342 116 Fotoğraf 50. Keşfi Efendi Cafer Efendi Tekkesi, Encümen Arşivi, Dosya 322. mazbut vakıf hale düşen binalar ise Vakıflar Umum Müdürlüğü tarafından çeşitli kurumlara tahsis edilmiş, kiraya verilmiş ya da elden çıkartılıp paraya dönüştürülmüştür. Örneğin Fındıklı’da Meclis-i Mebusan Caddesi üzerinde yer alan ve bir külliye teşkil eden Keşfi Cafer Efendi Tekkesi’nin Kütüphanesi 1930'dan itibaren Güzel Sanatlar Akademisi seramik bölümünün ocağı olarak kullanılmıştır. Yanındaki Arap Ahmed Paşa ve Saraylı Perizat Hatun’a ait Mimar Sinan eseri iki türbe ise sandukaları ve diğer iç aksamı kaldırılarak Güzel Sanatlar Akademisi’nde çalışan hademelerin lojmanı olarak kullanılmıştır.344 (Fotoğraf 50.) Bazı tekkelere ise hukuksuz olarak Vilayet Belediyeleri ya da Vilayet İdare-i Hususiyeleri tarafından el konulmuştur. 1933 yılında İstanbul İdarei Hususiyesi eski ve harap durumda olan tekkelerin yıktırılarak enkazlarının satılmasına karar vermiştir.345 Karara göre enkazı ilk olarak satışa çıkarılacak olan tekke ise Koska’daki Abdüsselam Tekkesi’dir.346 344 Baha Tanman, “Keşfi Cafer Efendi Tekkesi”, TVİA, C.4, İstanbul 1994, s. 550. Akşam, 03.09.1933. 346 Tekkenin enkazı 600 liraya satışa çıkarılmıştır. Bkz; Akşam, 09.09.1933. Ancak bu tarihten önce de tekke ve dergâh satışları görülmektedir. 345 117 Sıbyan mektebi, medrese, tekke ve türbelerden sonra çeşme ve sebillerin mülkiyeti de Vakıflar İdaresi’nden alınmıştır. 28 Nisan 1926’da çıkartılan 831 sayılı “Sular Hakkında Kanun” ve 12 Ağustos 1928 tarihinde yayınlanan, kanunun uygulanması hakkındaki nizamnameye göre abidatdan olan sebil, çeşme ve şadırvanların mülkiyetleri ve bakımları belediyelere devredilmiştir.347 2 Haziran 1929 tarih ve 1525 numaralı “Şose ve Köprüler Kanunu”na göre Türkiye Cumhuriyeti’ndeki bütün şoseler ile köprülerin inşa ve tamirleri ile iyi bir halde muhafazaları Nafia Vekâleti’ne bırakılmıştır. Tarihi köprüler de bu suretle Nafia Vekâleti’ne devrolunmuştur.348 14 Nisan 1930 tarih ve 1580 numaralı “Belediye Kanunu”nun 115. maddesine göre ise bediî ve mimarî kıymeti olan kapalıçarşı, bedesten, arasta, pasaj, cesim han ve benzeri büyük yapıların her parçası veya odası ayrı ayrı kişilerin mülkü olsa da; çatı, örtü, kubbe, kemer, sayvan, sütun, cümle kapıları, methal ve mahreçleri, geçitleri, su hazineleri ve çeşmeleri ve su yolları, dahilî mecraları ve sokak kaldırımları ile emsali müşterek tesisat aksamının inşa, tanzim ve tamiri sahibine tebligat icra edildikten sonra yapılmadığı takdirde bunların ifası belediyelere ait olduğu belirtilmiştir.349 Eski eserlerin bu şekilde değişik kurumlara bırakılması bir dizi olumsuz sonucu da beraberinde getirmiştir. Yapılan değişikliklerin idari sistem içerisinde ve halk nezdinde yerleşmesi vakit almıştır. Örneğin 1931 yılı Evkaf Umum Müdürlüğü bütçe görüşmelerinde söz alan Manisa Milletvekili Refik Şevket Bey kürsüde; “Çeşmelerin akıtılması yolundaki müracaatlar vakfın parasını yiyen Evkaf İdaresi tarafından ihmal edilir. Hâlbuki susuz ve çorak mahallerde Evkaf İdaresi, mevcudundan daha fazla hizmet göstermekle mükelleftir” cümlelerini kurmuştur. Konuşmaya cevap veren Evkaf Umum Müdürü Niyazi Bey, çeşmelerin 1926 yılında belediyelere devredildiğini ve kanunen sorumlulukları bulunmadığını hatırlatmak zorunda kalmıştır.350 Eski eserlerin bu şekilde farklı kurumların mülkiyetine bırakılması onarım uygulamalarında da zorluklara yol açmıştır. Birkaç kuruluşun yönetiminde bulunan külliyelerde onarım keşfinin hazırlanması için ilgili kuruluşlardan oluşması gereken kurullar kimi zaman toplanamamıştır. Bu kurulların teşkil edildiği yerlerde camiinin onarım ödeneğinin Vakıflar Umum Müdürlüğü; medrese, kütüphane ve türbenin onarım ödeneğin Maarif 347 N. Can, a.g.e., s. 17. N. Can, a.g.e., s. 17. 349 N. Can, a.g.e., s. 19-20. 350 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 4, Fevkalade İçtima, Cilt: 2, 11. İnikat, 8 Haziran 1931, s. 45, 50. 348 118 Vekâleti; okulun onarım ödeneğinin ise İl Özel İdaresi’nden istenmesi sorun yaratmıştır.351 Mülkiyet problemlerinin yanı sıra Cumhuriyet döneminde yaşanan eski eser tahriplerinin bir nedeni de eski eser tahribinin bağımsız bir suç olmamasıdır. 1906 yılında çıkarılan ve Cumhuriyet döneminde 1973 yılına kadar yürürlükte kalan Asar-ı Atika Nizamnamesi’nde yasaklanan eski eser tahripleri şunlardır; I- Bina ya da her türlü taşınmaz eski eseri ne suretle olursa olsun yerinden oynatmak, yıkmak, sakatlamak ve mahvetmek veyahut yapılan tahrip sonucu eski eserden kopan/ayrılan parçaları yetkili kurumlardan ruhsat almadan zapt eylemek, II- Eserler ve taşınmaz eski binalara 300 metreden yakın kireç ocağı ve tuğla harmanı inşa etmek, III- Eski binalara gerek doğrudan ve gerek herhangi bir vasıta ile zarar verecek yakınlıkta her türlü çalışmada bulunmak, IV- Eski binaları ölçmek, kalıplarını ve stampajlarını yapmak için veya her ne maksatla olursa olsun -özellikle ruhsatsız- eski eserlere iskele kurmak, V- Eski eserler içerisinde ikamet etmek, VI- Eski eserleri ahır, zahire ya da ot ve saman ambarı ya da başka bir şekilde kullanmak. 1906 Asar-ı Atika Nizamnamesi sayılan bu tür tahripleri yapanlara ceza kanunun ilgili maddesi gereğince tazminat ve para cezası ile birlikte bir aydan bir seneye kadar da hapis cezası öngörmektedir.352 1906 Nizamnamesinde eski eserlerin tahribine dair tek hüküm budur ve çok yetersizdir. Öyle ki 1906 ile 1973 yılları arasında Türkiye’de yasal anlamda dünya kültür mirasının önemli bir parçası kabul edilen eski eserlere zarar vermenin örneğin; Sultanahmet Cami’nin mihrabını parçalamanın yahut bir çeşmeyi yerinden söküp atmanın cezası bir ay ile bir yıl arasında değişen hapis cezasıdır. Üstelik 351 352 E. Madran, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kültür…, s. 102; N. Öztürk, a.g.e., s. 417. N. Can, a.g.e., s. 70. 119 bu ceza Osmanlı Ceza Kanunun 138. maddesi gereğidir ve sadece 1926 yılına kadar geçerli olabilmiştir. 1926 yılında kabul edilen yeni Türk Ceza Kanunu’nda eski eser tahribine dair açık bir hüküm yer almadığı için nizamnamede belirtilen suçun cezası kadük kalmıştır. Yapılan araştırmada, incelenen dönemde bir kaymakamın görevinden alınması hariç, işlenen eski eser tahribi suçuna verilen bir ceza tespit edilememiştir. Cumhuriyetin ilk yılları ile ilgili yanlış bir kabul de Cumhuriyet idaresinin, Türk tarihinin önemli bir dönemine mesafe koyduğu, bu nedenle Osmanlı döneminde üretilen abidelerin ve mimari eserlerin harap duruma düştüğü düşüncesidir. Cumhuriyet döneminde tekâmül eden milliyetçilik akımı ile birlikte Avrupa’da 19. yüzyıldan itibaren görülmeye başlayan Türk kültürünü ve meydana getirdiği eserleri küçümseme yaklaşımları Anadolu’daki Türk varlığının binlerce seneye dayandığını ispat edebilme çabalarına yol açmış, bu nedenle devlet tarafından Osmanlı Sanatı yerine bu ispatı sağlayabilecek arkeolojik kazılara daha çok önem verilmiştir. Hatta bu amaç adına Hitit, Frig, Sümer gibi eski çağ medeniyetleri Türk kültür tarihinin parçaları olarak kabul edilmiştir. Bu medeniyetler üzerinde yapılan arkeolojik kazılarda çıkartılan eserler, Türk sanatı tarihinin en eski devirlerine ait göstergeler olarak kabul edilmiştir. Zaman zaman bu aşırı sanat tarihi teorileri daha da ileri giderek, “Türkler ve Şimali Asya Sanatı’nın Buz Devrindeki Menşei” gibi ilginç denilebilecek kronolojide makaleler yazılıp353 Antik Yunan ve Mısır Medeniyetlerinin dahi Türkler tarafından kurulduğu iddia edilmiştir.354 Ancak gerek Atatürk’ün yazdığı notlarda gerekse verdiği talimatlarda Selçuklu kültürünün ve eserlerinin Türk medeniyetinin parlak bir dönemi olduğuna vurgu vardır.355 İstanbul özelinde ise Mimar Sinan ve eserleri Cumhuriyetin övünçle bahsettiği grubu oluşturmaktadır. Afet İnan, Atatürk’ün Sinan’a olan ilgisini şöyle aktarır; “O, Türk büyüklerinden Alparslanlar, Fatihler, Yavuz ve Kanunilerin hayranı olmakla beraber, bizzat uygarlık eserleri vücuda getirmiş olan Mimar Sinanlar ve Piri Reislere de ayrı değer verirdi.”356 Mimar Sinan eserleri ile ilgili fikrini ise “Bir de asıl kendisi, Süleymaniye'de bir Sinan Sitesi geliştirmek ve onun yaptığı bütün eserleri restore ettirerek, yeni ihtiyaçlara göre kullandırmak istemiştir” sözleriyle açıklar.357 353 Ülkü, Mart 1937. Akşam, 21.01.1937. 355 BCA, 30-10-0-0-213-445-12, 23.03.1931. 356 Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatırlar ve Belgeler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2009, s. 366. 357 A. İnan, a.g.e., s. 248. 354 120 Özellikle her yıl nisan ayı başlarında ağırlıklı olarak Türk Ocakları ve Halkevleri şubelerinde düzenlenen Mimar Sinan’ı anma etkinlikleri çerçevesinde pek çok şehirde Mimar Sinan hakkında konferanslar verilmiştir. Ayrıca bu anma etkinlikleri dâhilinde radyoda da konferans ve konuşmalar yapılarak Mimar Sinan çok daha geniş kitlelere tanıtılmaya çalışılmıştır. Mimar Sinan’ı anma etkinlikleri çerçevesinde 1930’da Edirne Türk Ocağı’nda, Mimar Kemal Bey (Altan)358, Çanakkale Türk Ocağı’nda Maarif Mimarı Mahzar Bey tarafından Mimar Sinan’ın hayatı ve eserleri hakkında konuşmalar yapılmıştır.359 1932 yılında İstanbul Halkevi Güzel Sanatlar Şubesi’nin bulunduğu tarihi Alay Köşkü’nde düzenlenen Mimar Sinan’ı anma etkinliği çerçevesinde ise hayatı ve şahsiyeti üzerine Ahmet Refik (Altınay), Türk mimarisindeki mevkii ve eserlerinin kıymeti hakkında ise Celal Esad (Arseven) tarafından iki konferans sunulmuştur. Konferansların ardından Mimar Sinan’ın başlıca eserleri projeksiyonla gösterilmiştir.360 1934 yılında yapılan Mimar Sinan’ı anma etkinlikleri çerçevesinde İstanbul Halkevi salonunda Muhafaza-i Asar-ı Atika Encümeni üyelerinden Efdaleddin Bey, Sinan’ın hayatı ve eserleri hakkında konferans verirken361, Mimar Kemal (Altan) Bey radyoda “Türk Sinan ve Türk Sanatı” başlığı altında bir konuşma yapmıştır.362 Aynı yıl Edirne Halkevi’nde ise lise öğretmenlerinden Fahri Bey, mimarın hayatı ve şahsiyeti hakkında bir konuşma yapmıştır.363 1936 yılında yapılan Mimar Sinan’ı anma etkinlikleri münasebetiyle Ankara halkevinde Mimar Necmettin Emre tarafından “Mimar Sinan’ın Hayatı ve Sanatı” başlığı altında projeksiyonlu bir konferans düzenlenmiştir. Emre, aynı konuşmayı akşam radyoda da tekrarlamıştır.364 1938 yılı Mimar Sinan etkinlikleri kapsamında ise Fatih Halkevi’nde modern tabirle “Mimar Sinan Semineri” diyebileceğimiz bir etkinlik düzenlenerek birkaç konuşma arka arkaya yapılmıştır. Kemal Altan tarafından “Sinan’ın Eserleri ve Sinan’ın Devrine Kadar Eski Türk Mimarlarının Yaptığı Eserler”, Mimar Talat Özışık tarafından “Sinan’ın Hayatı ve Sanatı”, Reşat Ekrem Koçu tarafından ise “Büyük Türk Yapıları Üzerinde Bir Konuşma” başlıklı projeksiyonlu sunumlar yapılmıştır.365 358 Cumhuriyet, 01.04.1930. Cumhuriyet, 02.04.1930. 360 Akşam, 30.03.1932. 361 Cumhuriyet, 01.04.1934. 362 Milliyet, 01.04.1934. 363 Milliyet, 01.04.1934. 364 Ulus, 10.04.1936. 365 Cumhuriyet, 09.04.1938. 359 121 Mimar Sinan ile ilgili tüm bu olumlu gelişmelere rağmen aynı dönemde Mimar Sinan eserlerinin büyük bir harabiyet içerisinde olması son derece çelişkili ve ilginç bir durumdur. Zaman zaman bu hâl basın tarafından da eleştirilmiştir. Duruma güzel bir örnek olarak Siyavuş Paşa Kasrı verilebilir. Sinan’ın Mimar en ilginç denemelerinden biri olan bu av köşkü/çiftlik evine 1930’lu yıllarda son derece çirkin bir ikinci kat ilave edilerek kubbesi kaldırılmıştır. Oldukça da harap vaziyette olan yapı deposu bir kireç olarak kullanılmaktadır.366 Fotoğraf 51. Siyavuş Paşa Kasrı, Encümen Arşivi, Dosya 262. (Resim 51.) Bir başka örnek olarak ise Üsküdar Şemsi Paşa Külliyesi verilebilir. İhmalkârlık neticesinde 1938 yılına gelindiğinde Şemsi Paşa Medresesi’nin odalarının bir kısmı inek ve koyun ağılı yapılmış, kubbelerin kurşunları büyük ölçüde ortadan kalkmış, kalanlar ise çatlamış, yer yer delinmiştir. Külliyeyi çevreleyen avlu duvarlarından da eser kalmamıştır. İbrahim Hakkı Konyalı, Tan Gazetesi’nin 7 Nisan 1938 tarihli nüshasında “Koca Sinan’ın Ahır Yapılan Son Eseri” başlığıyla sert bir yazı kaleme almıştır. (Fotoğraf 52.) Konyalı, külliyenin durumunu şu sözlerle açıklar; “Solumuzda taşları parçalanmış, yerlere serilmiş perişan bir mezarlık var. İçeriye girince üstündeki saçakları çökmüş, yüksek birer sanat eseri olan 366 Kemal Altan, “Siyaveş Paşa Kasrı”, Arkitekt, S. 57 (1935 Eylül), s. 268. 122 başlıkları sırıtmış mermer bir sütun, sıra onların arkasında da kapıları kırılmış, bazılarına teneke çakılmış 14 oda görüyoruz. Kapının birisini itiyorum: içeride geviş getiren beş, on inek var. Birisini daha açıyorum: burası koyun ağılı. Üçüncüsü abdesthane yapılmış, beşine fakir insanlar sığınmış... Kubbelerin, duvarların üstlerine dağ sarmaşıkları bir kanser gibi sarılmış, yıkıcı ve kemirici köklerini içerilere kadar işletmiş. Sağ tarafta kapıları, pencereleri, parmaklıkları sökülmüş narin bir kubbenin örttüğü taş bir binanın çatlaklarını, yıkıklarını görüyoruz…. Fotoğraf 52. “Koca Sinanın Ahır Yapılan Son Eseri”, Tan, 07.04.1938.. Sinan için ihtifaller yapıyoruz, onun sanat ve dehasını tebarüz ettirmek için kitaplar hazırlıyoruz. Fakat gözümüzün önünde en muhteşem bir eseri harıl harıl çöküyor da görmüyoruz. Müzemizi, Belediyemizi, Evkaf idaresini ve bunların başında yüksek koruyucu Tarih Kurumumuzu vazifeye çağırıyorum. Birkaç sene sonra ayakta duran enkazı da toprağa uzanacak”367 İbrahim Hakkı Konyalı’nın yayımladığı bu yazı, aynı dönemde İstanbul’da bulunan Cumhurbaşkanı Atatürk’ün de dikkatini çekmiş Vakıflar İdaresi’ne bütçe ayrılarak tamir edilmesi emrini vermiştir.368 367 Tan, 07.04.1938. İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Üsküdar Tarihi, C. 2, Türkiye Yeşilay Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1976, s. 291. 368 123 3.2 TARİHİ ESERLERİN TAHRİP OLMA NEDENLERİ Cumhuriyet’in ilk on beş yılında (1923-1938) İstanbul’da eski eser tahribine neden olan altı başlık tespit edilmiştir. 1. Doğa Olaylarının Yarattığı Tahribat 2. Hırsızlık Dolayısıyla Yaşanan Tahribat 3. Eski Eser Bilinci Eksikliğinden Kaynaklanan Tahribat 4. İhmal ve Bakımsızlık Dolayısıyla Yaşanan Tahribat 5. Vakıf Müessesesinin Çözülmesi Dolayısıyla Yaşanan Tahribat 6. Siyasi ve İdeolojik Sebeplerden Kaynaklanan Tahribat 7. İmar Faaliyetleri Dolayısıyla Yaşanan Tahribat 3.2.1 Doğa Olaylarının Yarattığı Tahribat Tarihi yapılar üzerinde tahrip yaratan önemli bir unsur deprem, yangın, fırtına gibi doğal afetlerdir. Osmanlı dönemindekiler kadar büyük olmasa da Cumhuriyet döneminde de yangınlar şehrin tarihi eserlerine zarar vermeye devam etmiştir. Mesela 1926 yılında Maltepe’de çıkan yangında 1728 tarihinde inşa edilen Şeyhülislam Feyzullah Efendi Camii yanarak yok olmuştur.369 (Fotoğraf 53.) Üsküdar’da Kapıağası semtine ismini veren, II. Bayezid’in kapı ağalarından Süleyman Ağa tarafından 1506 yılında yaptırılan Babüssaade Ağası Camii de 1926 yılında yanmıştır.370 369 Milliyet, 10.10.1926. Tahsin Öz, caminin 1935’de yandığını kaydetmiştir. Bkz; T. Öz, a.g.e., C. 2 s. 45. Rezan Çelebi ise 1928’de yangın geçirdiğini öne sürer. Bkz; Rezan Çelebi, “Feyzullah Efendi Külliyesi”, TVİA, C. 3, İstanbul 1994, s. 308. 370 Vasıf Hiç, “Babüssaadeağası Camii”, REK. İ.A., C. 4, İstanbul 1960, s. 1777. 124 23 Ağustos 1927 günü Üsküdar Valide-i Atik Cami’nin hemen arkasında başlayan bir başka yangın, kısa sürede büyük bir sahaya yayılmış, Kazasker Ahmet Mescidi371, Efendi Arakiyyeci Hacı Mehmet Camii ve Salı Tekkesi’ni tamamen yakmıştır.372 Yangın, Divitçiler Cami’ne de sıçramış ancak çok büyük hasar yapmadan söndürülmüştür. Yüzlerce insanın evini kaybettiği bu yangında açıkta kalan bazı aileler Üsküdar’daki cami, tekke ve medreselere yerleştirmiştir.373 1929 yılında Çarşıkapı’da 18. yüzyıl eseri Taş Han’ın bekâr odası olarak kullanılan on sekiz hücresi yanarken374, 1930 yılında Galata Kulesi’nin on birinci katında yangın çıkmış, ateş katın sol bölümünü ve saçaklarını yaktıktan sonra çok fazla büyümeden söndürülmüştür.375 Aynı yıl Fener-Atik Mustafa Paşa mahallesindeki Emir Buharî Tekkesi de yanmıştır.376 1932 yılında Büyük Valide Han’ın içerisinde küçük çaplı bir yangın çıkarken, 1933 yılında Laleli ile Şehzadebaşı arasındaki Yeşil Tulumba semtinde bulunan bir tekke kısmen Fotoğraf 53. Maltepe’de Feyzullah Efendi Camii Yangınıyla İlgili Haber, Milliyet, 10.10.1926. 371 Mescit daha sonra ihya edilmiştir. Bkz; T. Öz, a.g.e., C. 2, s. 38. Hamit Pehlivanlı, “Üsküdar’da Valide-i Atik Yangını [2]3 Ağustos 1927”, Uluslararası Üsküdar Sempozyumu VII: 2-4 Kasım 2012, C. 1, Üsküdar Belediyesi, İstanbul 2014, s. 298. 373 H. Pehlivanlı, a.g.m., s. 303. 374 Akşam 16.01.1929; Milliyet 16.01.1929. 375 Cumhuriyet 20.04.1930; Vakit, 20.04.1930; Politika 21.04.1930; Milliyet, 20.04.1930. 376 Verilen haberde Saim Efendi Tekkesi olarak geçmektedir. Bkz; Cumhuriyet 23.05.1930. 372 125 yanmıştır. Tekkenin kasten yakıldığı iddiası üzerine polis soruşturma başlatmış iki kişiyi gözaltına almıştır.377 Cumhuriyet tarihinde İstanbul’un geçirdiği en önemli yangınlardan biri de Sultanahmet Adliye Sarayı yangınıdır. Sultan Abdülmecid döneminde Darülfünun binası olarak Gaspare ve Giuseppe Fossati kardeşler tarafından inşa edilen yapı, Osmanlı döneminde Adliye Nezareti’ne ev sahipliği yapmış, bir ara Meclis-i Mebusan ve Ayan’a tahsis edilmiş, Cumhuriyet döneminde ise İstanbul Adliyesi olarak kullanılmıştır. Ayasofya’nın Marmara Denizi cephesinde bulunan bu kütlevi yapı 3 Aralık 1933 gecesi yanarak kullanılamayacak hale gelmiştir.378 İstanbul itfaiyesi yangını söndürme çalışmalarının yanı sıra yangının binanın yakınında bulunan Sultanahmet Camii, Ayasofya, Topkapı Sarayı gibi tarihi eserlere sıçramaması için de tedbirler almıştır. Yangın vasıtasıyla Ayasofya Haseki Hürrem Sultan Hamamı bir kez daha kamuoyunun gündemine gelmiştir. Mimar Sinan eseri olan hamam, Adliye Sarayı yangını esnasında İstanbul Belediyesi’nin benzin deposu olarak kullanıldığından itfaiyenin sorumluluğu ve işi bir kat daha artmıştır.379 Olay yerine gelen Vali Muhittin Bey ve Başsavcı Kenan Bey, hamamdaki benzinin derhal tahliye edilmesi emrini vermiş, itfaiye tedbiren binaya su sıkarak ıslatırken benzin dolu variller kamyonlara yüklenerek uzaklaştırılmaya çalışılmıştır.380 Gazetelerde hamamın soğutulma çalışmaları nedeniyle yangının söndürülemediği dahi yazılmıştır.381 Yangından sonra Vakit Gazetesi konuyu gündeme getirerek ilk sayfasında çerçeve içerisinde “Tarihi Bina Benzin Deposu Olmaz!” başlığıyla bir yazı yayımlamıştır.382 (Fotoğraf 54.) İstanbul Belediyesi ise ortaya atılan iddiayı yalanlamış, esasında yapının sadece benzin deposu olarak değil belediyenin kırtasiye ve diğer her türlü ihtiyacı için bir depo ittihaz edildiği bilgisini vermiştir. 377 Akşam, 01.03.1933. Akşam, 04.12.1933. 379 Önceki bölümlerde zikredildiği üzere Ayasofya Hamamı, Cemil Paşa’nın şehreminliği zamanında istimlâk edilerek yıkılmak istenmiş ancak daha sonra Asar-ı Atika Encümeni’nin devreye girmesiyle korunması gerektiğine karar verilmiştir. 1932 yılında İstanbul Belediyesi, fakir halka temiz bir hamam temin etmek için bu yapıyı kullanmak istemiştir. İçerisinde kurulacak tertibatla alaturka ve modern banyolar tesisatı yapılması düşünülmüş, ancak yapılan incelemede hamamın etrafındaki mahalle dokusunun ortadan kalkması ile korunaklı olmadığı, bu sebeple zor ısıtılacağı anlaşıldığından artık hamam olarak çalıştırılmasının mümkün olmadığına karar verilmiştir. Bkz; Akşam, 12.08.1932; Cumhuriyet, 13.08.1932. 380 Vakit, 04.12.1933. 381 Vakit, 07.12.1933. 382 Vakit, 07.12.1933. Vakit Gazetesi daha önce de tarihi eserlerin benzin deposu olarak kullanıldığına dikkat çeken bir yazı yayımlamıştır. Bkz; Vakit, 04.04.1930. 378 126 Hamamda bulunduğu cüzi belirtilen miktarda benzin açıklamada mevcut benzinin tehlike yaratacak surette olmadığı söylenmiştir.383 Meselenin basında gündem olması üzerine durum Ankara’ya da yansımış, Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya, aldığı malumata binaen Başvekil İsmet Paşa’ya kısa bir rapor sunmuştur. Raporda Belediye’nin zikredilen açıklamalarına yer verilmiş, Belediye’nin ihtiyacı oldukça azar azar satın aldığı benzinlerin bu hamamın bir kısmında kontrol edildikten sonra ilgili şubelere dağıtıldığından bahsedilmektedir.384 (Belge 4.) Milliyet Gazetesi’nin edindiği bilgiye göre yangın gecesi yapıda yaklaşık dört ton (3949 kilo) benzin bulunuyordu. Yangından sonra kalan yüz kilo kadar benzin aşama aşama belediye dairelerine dağıtılmıştır.385 Kamuoyunda oluşan bu tepkiden sonra İstanbul Müzeleri İdaresi harekete geçmiş, Müdür Aziz Fotoğraf 54. “Tarihî Bina Benzin Deposu Olamaz”, Vakit, 07.12.1933. Ogan yapının İstanbul Müzeleri İdaresi’ne geçmesi için girişimlerde bulunmuştur.386 Ancak girişimden bir sonuç alınamamış bina depo olarak kullanılmaya devam etmiştir. (Fotoğraf 55.) 383 Cumhuriyet, 08.12.1933. BCA, 30-10-0-0 / 213-446-1. (10.02.1934). 385 Milliyet, 08.12.1933. BCA, 30-10-0-0 / 213-446-1. (10.02.1934). 386 Cumhuriyet, 28.12.1933. 384 127 Fotoğraf 55. Ayasofya Haseki Hürrem Sultan Hamamı, Encümen Arşivi, Dosya 199. Şükrü Kaya’nın Başvekâlete yazdığı raporda ise hamamın mülkiyetinin belediye tarafından yıllar önce satın alındığı ve binanın “hal-i aslîsi” tamamen muhafaza edilmek üzere yapılacak modern ihtiyaçlara uygun ilavelerle yeniden hamam olarak kullanılacağı belirtilmektedir.387 Milliyet Gazetesi 5 Kasım 1934 tarihinde verdiği bir haberinde hamamın yakıcı [yanıcı] bazı maddeler için depo olarak kullanılmaya devam edildiğini, yangın tehlikesine karşı da bütün dış duvarlarının demir kepenkler ile kaplanacağını yazmıştır.388 İstanbul Belediyesi bu haberi yalanlayarak gazeteye tekzip yazısı göndermiş, ancak Milliyet Gazetesi tekzip yazısını yayımlamadığı gibi yazıya cevap da vermemiştir. Bunun üzerine 387 BCA, 30-10-0-0 / 213-446-1. (10.02.1934). Milliyet, 05.11.1934. Hamamın depo olarak daha verimli kullanılabilmesi için erkekler ve kadınlar kısmının ortasındaki kalın duvarlarda gayet geniş bir kapı açılarak birleştirilmiştir.” Bkz; “Ayasofya Hamamı”, REK. İ.A., C. 3, İstanbul 1960, s. 1479. Ayasofya Hamamı gibi bu dönemde pek çok hamam da depo olarak kullanılmıştır. Kadırga Meydanı’nda bulunan ve 16. yüzyılda inşa edilip İstanbul’un büyük çifte hamamlarından birisi olan Çardaklı Hamamı bu durumun güzel bir örneğidir. Çardaklı Hamam şer’i hile ile satılıp, şahıs mülkü olduktan sonra daha çok kira getirecek bir depo haline getirilmiştir. Hamam 1935-1940 arasında depo, dokuma atölyesi ve sonra tekrar depo olmuştur. Kurnaları, mermer döşemeleri sökülmüş; taşçı esnafına satılmış, Türk yapı sanatının güzel bir örneği olan bu hamam Reşat Ekrem Koçu’ya göre taş duvarlarla kubbelerden ibaret heyula olmuştur. Koçu, durumu şu sözlerle eliştirir; “Bir memleketin kendi halkı tarafından ecdadının bıraktığı büyüklü küçüklü tarihi eserleri kendi hasis çıkarları yolunda yok edilmesi halen yurdumuzda aydın bir hakikattir ki vahşet krizi halindedir, yakın gelecekte torunlarımız neslimizi te’lin etmekte yerden göğe haklı olacaktır”. Bkz; “Çardaklı Hamam”, REK. İ.A., C. 7, İstanbul 1965, s. 3751. 388 128 İstanbul Belediyesi, Milliyet Gazetesi aleyhine “asılsız neşriyat yapmak” suçuyla dava açmıştır.389 İstanbul Belediyesi’nin tekzip yazısı Milliyet Gazetesi’nin 3 Aralık 1935 tarihli nüshasında yayımlanmıştır. Tekzip yazısında “Ayasofya hamamında yakıcı hiçbir madde yoktur. Yanan adliye binası tarafındaki zemin pencerelerinden bir kaçına demir kepenk yaptırılması hariçten herhangi bir zarara maruz kalmaması maksadına müstenittir.” ifadelerine yer verilmiştir.390 1935 yılı sonlarında bir kez de Türk Tarih Kurumu, tarihi hamamı müze yapma girişiminde bulunsa da yapılan yazışmalardan bir netice alınamamıştır.391 (Belge 5.) Yanan İstanbul Adliyesi Binası’nın enkazı kaldırılırken de çevresindeki tarihi eserleri tahrip etmiştir. Öyle ki binanın ayakta kalan duvarları yıktırılırken Ayasofya tarafındaki duvarları birden çökmüş fırlayan parçalar Ayasofya Türbelerinin avlu kapısına zarar vermiştir.392 İstanbul yangınlarına kurban giden bir diğer yapı ise Fener’deki Cafer Sübaşı (Camcı) Mescidi’dir. Küfeki taşından yapılmış mescit 1938 yılında yanmıştır.393 İstanbul’da tarihi eserleri yıpratan doğa olaylarından biri de şiddetli fırtınalar ve ağır kış şartlarıdır. Zaten harap durumda olan bazı tarihi yapılar kuvvetli yağış ve şiddetli fırtınalara mukavemet gösteremeyerek çökmüştür. Zaman zaman fırtınalara yıldırımlar da eklenmiş, özellikle cami minareleri yıldırımlardan tahrip olmuştur. Örneğin ilk yapımı 17. yüzyılın ilk yarısına dayanan, 1902 yılında tamir edilen Üsküdar Malatyalı İsmail Ağa Cami’nin minaresi 1926’da yıldırım düşmesi sonucu şerefeye kadar yıkılmış ve daha sonra tekrar yapılmıştır.394 1927 Şubatında ise Anadolu Hisarı Cami’nin çatısı kış şartlarına dayanamayarak aniden çökmüştür.395 1927 Mayıs ayında yine bir yağmur ve dolu fırtınası hâsıl olmuş, Koca Mustafa Paşa’da Sümbül Efendi Cami’nin minaresine namaz vakti bir yıldırım isabet etmiş, minarenin ahşap kısmı tutuşmuştur. Yıldırım, minarenin kargir kısmında da 20 santimetre bir oyuk yapmış, caminin elektrik tesisatını bozmuştur.396 (Fotoğraf 56.) 389 Haber, 06.12.1934. Milliyet, 03.01.1935. 391 BCA, 30-10-0-0 / 213-447-2. (16.12.1935). 392 Milliyet, 31.08.1934. 393 Hakkı Göktürk, “Cafer Sübaşı Mescidi”, REK. İ.A., C. 6, İstanbul 1963, s. 3335. 394 İ. H. Konyalı, a.g.e., C. 1 s. 83; Ahmet Vefa Çobanoğlu, “Malatyalı İsmail Ağa Camii ve Tekkesi”, TVİA, C. 5, İstanbul 1994, s. 279. 395 Son Saat, 21.02.1927. 396 Milliyet, 26.05.1927; Son Saat, 26.05.1927. 390 129 Kalenderhane Camii’nin minaresine ise 1928’de bir yıldırım isabet etmiştir.397 Aynı yıl yaşanan şiddetli kışta Yedikule taraflarındaki surlarda çökmeler de yaşanmıştır.398 1929 Şubat ayında çıkan bir fırtınada Ayasofya ve Sultanahmet camilerinin minarelerinin külahını kaplayan kurşunlar savrulurken399 aynı yılın Mart ayında Fener Mürsel Paşa Caddesi’nde bulunan ve basında Bizans döneminden kaldığı yazılan taş evin çatısı karın oluşturduğu yüke dayanamayarak çökmüştür.400 1930 yılının Ocak ayında ise çıkan fırtınalarda Üsküdar’da Selimiye Camii minaresinin alemi devrilirken401 Mart ayında gerçekleşen Fotoğraf 56. “Evvelki Gece Şehrimize Yıldırımlar Düştü!”, Milliyet, 26.05.1927. lodos fırtınasında Ortaköy, Bayezid, Laleli, Beylerbeyi, Ayasofya ve Sultanahmet Camileri de dahil olmak üzere yüze yakın caminin kurşunları sökülmüş, pencereleri hasara uğramıştır.402 Fatih Cami’nin kubbesinde hemen hemen hiç kurşun kalmamıştır.403 Aynı yılın Ekim ayında İstanbul’da yine bir lodos fırtınası yaşanmış, Üsküdar Selimiye ve Cihangir Camilerinin kurşunları ağır savrulmuştur.404 1931-32 kışı da oldukça sert geçmiş Üsküdar Ahmediye Külliyesi’nin son cemaat yeri üzerindeki ahşap Rufai dergâhı yağan karın oluşturduğu ağırlığa dayanamayarak çökmüştür.405 397 Müller-Wiener, a.g.e., s. 156. Akşam, 26.05.1929. 399 Milliyet, 25.02.1929. 400 İkdam, 08.03.1929. 401 Vakit, 15.01.1930. 402 Milliyet, 03.04.1930; Politika, 02.04.1930. 403 Politika, 24.03.1930. 404 İnkılâp, 08.10.1930. 405 Enkazı ile ahşap bir bölme yapılmıştır. Bkz; “Ahmediye Camii ve Külliyesi”, REK. İ.A., C. 1, İstanbul 1963, s. 380. 398 130 Aynı yıl Davutpaşa Medresesi’nin kubbesi de çökmüştür.406 (Fotoğraf 57.) 1934 yılında bir yıldırım Karaköy’deki Kemankeş Kara Mustafa Paşa Camii’nin minaresine isabet etmiş, minareden bazı taş parçalar kopmuştur.407 (Fotoğraf 58.) Aynı yıl Milliyet Gazetesi’nde yer alan bir habere göre Atik Ali Paşa Camii’nin revaklarındaki sütunlar dört yerinden çatlamıştır.408 11 Şubat 1936 gecesi İstanbul, Batı Ege ve Trakya’da çok sert bir kar fırtınası başlamış, iki gün süren eksi derecelerdeki sıcaklık, şiddetli rüzgâr ve kar yağışı sebebiyle tüm vasıtaların işlemesi durmuş, Unkapanı köprüsü parçalanmıştır.409 İstanbul’da bir milyonun üzerinde zarara yol açan Fotoğraf 57. Davut Paşa Medresesi’nin Çöken Kubbesi, Encümen Arşivi, Dosya 63. fırtına ve soğuk hava nedeniyle Trakya havalisinde ise 56 kişi hayatını kaybetmiştir.410 Bu kuvvetli fırtına İstanbul’daki tarihi eserler üzerinde de önemli etki yapmış, tarihi ağaçlar devrilmiş, üst örtüleri kaplayan kurşunlar savrulmuş, minareler yıkılmıştır. (Tablo 6.) (Fotoğraf 59.-60.) Fırtınanın ardından Vakıflar İdaresi’nin yaptığı tespitlere göre İstanbul’da abidevi veya küçük ölçekli 151 camii tamire muhtaç bir hale gelmiştir.411 Yapılan ilk tespitlerde Müzeler İdaresi’ne bağlı yapılarda 40-50 bin liralık bir hasar oluşurken Vakıflar İdaresi’ne bağlı camilerde 25 bin liralık hasar oluşmuştur.412 Fotoğraf 58. Kara Mustafa Paşa Camii’nin Minaresine Yıldırım Düşmesiyle İlgili Haber, Akşam, 12.09.1934. 406 M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 288. Akşam, 12.09.1934. 408 Haberde “camiinin iç tarafında mevcut sütunlar” ibaresi geçmekle beraber kış şartları düşünüldüğünde bahsedilen sütunlarla revaklar kastedilmiş olmalıdır. Bkz; Milliyet, 16.02.1934. 409 Akşam, 12.02.1936; Haber, 12.02.1936. 410 Akşam, 13.02.1936; Haber, 14.02.1936. 411 Cumhuriyet, 14.02.1936; Haber, 14.02.1936. 412 Cumhuriyet, 15.02.1936; Kurun, 15.02.1936; Tan, 15.02.1936. 407 131 Ancak felaketin ardından tamirler başladıkça ihtiyaç duyulan rakamlar artmış, örneğin sadece Ayasofya’da 10 bin liralık hasar tespit edilmiştir.413 Fırtına nedeniyle tespit edilen son tahrip Balat’taki Kethüda Camii’nin ahşap kubbesinin şiddetli yağmurlara dayanamayarak 8 Mayıs 1938’de çökmesidir.414 Fotoğraf 59. “Fırtınanın Zararları Çok Büyük”, Son Posta, 13.02.1936. Fotoğraf 60. “Kar Fırtınası Şehri Altüst Etti”, Son Posta, 13.02.1936. 413 414 Son Posta, 26.02.1936; Cumhuriyet, 27.02.1936. Akşam, 10.05.1938; Tan, 10.05.1938. 132 Tablo 6. 1936 Şubatında Çıkan Fırtınada İstanbul’da Bulunan Tarihi Eserlerin Tahrip Durumu Yapının Adı Geçirdiği Tahrip Sultanahmet Camii Üç şerefeli minarelerinden birinin külah kısmı tamamen uçmuş, iki şerefeli diğer minarenin külahı da devrilme tehlikesi geçirecek kadar eğilmiştir. Kubbesinin kurşunlarının bir kısmı da savrulmuştur.415 (Fotoğraf 61.-62.) Ayasofya Müzesi Tuğla minaresinin hem külahı uçmuş hem de gövdesi kısmen yıkılmıştır. Diğer bir minaresinin de külahı savrulmuştur. Kubbesindeki kurşunların bir kısmı da uçmuştur.416 (Fotoğraf 63.) Süleymaniye Camii Alemi düşmüş, bir minaresinin külahı uçmuştur.417 Minarelerinden birinin şerefesinin de hasar gördüğü kaydedilen yapıda cam ve çerçeveler de kırılmıştır.418 Eminönü Yeni Camii Kubbeden pek çok kurşun levha yere düşmüş, minarelerinin külahları kayarak tehlikeli bir hal almıştır.419 Bayezid Camii Kubbesindeki ve minaredeki kurşun levhalar savrulmuştur.420 Minaresindeki alem kaymıştır.421 Topkapı Sarayı Köşklerin cam ve çerçeveleri parçalanmış, on bine yakın kurşun levha uçmuştur.422 415 BCA, 30-10-0-0 / 121-861-18, (29.02.1936); Akşam, 12.02.1936; Haber, 12.02.1936; Cumhuriyet, 13.02.1936; Kurun, 13.02.1936. 416 Haber, 12.02.1936; Cumhuriyet, 13.02.1936; Kurun, 13.02.1936; Son Posta, 13.02.1936. 417 BCA, 30-10-0-0 / 121-861-18, (29.02.1936); Cumhuriyet, 13.02.1936; Kurun, 13.02.1936. 418 Kurun, 15.02.1936. 419 BCA, 30-10-0-0 / 121-861-18, (29.02.1936); Cumhuriyet, 13.02.1936; Kurun, 13.02.1936. 420 Akşam, 13.02.1936. 421 BCA, 30-10-0-0 / 121-861-18, (29.02.1936). 422 Son Posta, 14.02.1936; Cumhuriyet, 15.02.1936. 133 Fatih Camii Kurşunları uçmuş, sıvaları dökülmüş, bazı camları kırılmıştır.423 Şehzade Camii Kurşunları uçmuş, sıvaları dökülmüş, bazı camları kırılmıştır.424 Atik Ali Paşa Camii Kubbesindeki ve minaresindeki kurşunlar savrulmuştur.425 Nuruosmaniye Camii Kurşunları uçmuş, sıvaları dökülmüş, bazı cam ve çerçeveleri kırılmıştır.426 Çorlulu Ali Paşa Camii Minarenin şerefeden yukarı kısmı yıkılmış, düşen taşlar medresenin kubbelerini parçaladığı gibi boş bir dükkanın damını da yıkmıştır.427 Yine örtü sistemine ait kurşunları uçmuş, bazı camları kırılmıştır.428 Rüstem Paşa Camii Minaresinin külahı devrilmiş, kubbesinin kurşunları savrulmuştur. Elektrik tesisatı da zarar görmüştür.429 Samatya’da Ramazan Efendi Avlusundaki iki selvi ağcı devrilmiş, caminin Camii saçakları zarar görmüştür.430 (Fotoğraf 64.) Üsküdar Çinili Camii Minaresinin külahı uçmuş, avizeleri kırılmış, kubbesi harap olmuştur.431 Kumkapı’da Daltaban Camii Kubbesi yıkılmıştır.432 423 Akşam, 14.02.1936. Akşam, 14.02.1936. 425 Akşam, 12.02.1936. 426 Akşam, 14.02.1936; Kurun, 15.02.1936. 427 Akşam, 13.02.1936. 428 Akşam, 14.02.1936; Son Posta, 14.02.1936. 429 Son Posta, 14.02.1936. 430 BCA, 30-10-0-0 / 121-861-18, (29.02.1936); Akşam, 12.02.1936; Son Posta, 12.02.1936; Kurun, 13.02.1936; Tan, 13.02.1936. 431 BCA, 30-10-0-0 / 121-861-18, (29.02.1936); Kurun, 13.02.1936. 432 BCA, 30-10-0-0 / 121-861-18, (29.02.1936); Cumhuriyet, 13.02.1936. 424 134 İbrahim Paşa Sarayı İstanbul Hapishanesi olarak kullanılan yapının bir duvarı yıkılmıştır.433 Kasımpaşa’da Yahya Kâhya Minaresinin külahı uçmuştur.434 Camii Katip Sinan Camii Minaresinin külahı devrilmiş, kurşunları uçmuş, sıvaları dökülmüş, bazı camları kırılmıştır.435 Eyüp Nişancı Camii Kurşunları uçmuş, sıvaları dökülmüş, bazı camları kırılmıştır.436 Küçük Ayasofya Camii Kurşunları uçuş, sıvaları dökülmüş, bazı camları kırılmıştır.437 Davut Paşa Camii Kurşunları uçuş, sıvaları dökülmüş, bazı camları kırılmıştır.438 Mimar Acem Camii Minaresinin külahı uçmuş, kapı üzerindeki kitabesi düşmüş, türbe ve hazire zarar görmüştür.439 Çinili Köşk Arkeoloji Müzesi binaları ile birlikte kurşunları uçmuş, birçok pencereleri yerinden sökülmüş, camları kırılmıştır.440 Kapalıçarşı Esasen bozuk olan üst örtü sistemi fırtınada bir kez daha hasar görmüş, örtüyü kaplayan kurşun ve kiremitler savrulmuş, çarşının içine su dolmuştur.441 433 Tan, 13.02.1936. Tan, 13.02.1936. 435 Akşam, 14.02.1936; Kurun, 15.02.1936. 436 Akşam, 14.02.1936. 437 Akşam, 14.02.1936. 438 Akşam, 14.02.1936. 439 İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 1, s. 90. 440 Cumhuriyet, 15.02.1936; Zaman, 15.02.1936. 441 Son Posta, 20.02.1936; Kurun, 20.02.1936. 434 135 Fotoğraf 61. “Kar Fırtınasının Sultanahmet Camii’nin Minarelerine Verdiği Zarar”, Cumhuriyet, 13.02.1936. Fotoğraf 62. Sultanahmet Medreseleri’nin Örtü Sisteminin Fırtınada Gördüğü Hasar, Encümen Arşivi, Dosya 229. 136 Fotoğraf 63. Fırtına Sonrası Ayasofya’da Oluşan Tahribatın Fotoğrafı, Cumhuriyet, 13.02.1936. Fotoğraf 64. Ramazan Efendi Camii (Mart 1936), Artamanoff Arşivi.. 137 Fırtınaların yarattığı tahribat sadece o an ile sınırlı kalmamış, üst örtü sitemlerinden savrulan kurşunlar kısa sürede yenilenemediği zamanlarda sızan yağmur suları da yapıların nakışlarına zarar vermiştir. Gerek yeterli tahsisat bulunmaması gerekse Vakıflarda çalışan kalifiye usta eksikliği442 nedeniyle eski eserlerin tamirleri uzun sürmüş, fırtınaların açtığı yaralar kolay kolay sarılamamıştır.443 Örneğin 1929 yılında Son Saat Gazetesi’nde yer alan bir haberde yaşanan fırtınaların ardından Ayasofya Camii’nde 600 camın kırık olduğu, kubbesinin aktığı, Bayezid Cami’nin ise son cemaat yerinin yıkılmakta olduğundan bahsedilmiştir.444 15 Ocak 1930’da Politika Gazetesi’nde Kariye Camii’nin kubbesinin aktığı, kırık pencerelerinden yağmur sularının camii içine dolduğu ve nakışlarını bozduğuna dair bir yazı yayımlanmıştır. Vakıflar İdaresi’nin tamir konusunda atıl kaldığı düşünülen yazıda “Evkaf idaresi camiin pencerelerini bile tamir ettiremeyecekse bunları elinden alıp müzeler idaresine vermeli” gibi dikkati çekici bir cümle de zikredilmiştir.445 Zikredildiği üzere 1930 yılının Mart ayında çıkan lodos fırtınasında zarar gören eserlerin tamiri neredeyse yıl sonuna kadar sürmüştür. Vakıflar İdaresi aynı yılın Temmuz ayında küçük camilerin ve mahalle mescitlerinin tamiri için tahsisat kalmadığından Ankara’daki Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne başvurmuştur.446 Ancak yeterli tahsisatın yine bulunmadığı halkın gazetelere gönderdiği şikâyet mektuplarından anlaşılmaktadır. Nitekim posta memurlarından Rasim Efendi, 1930 yılının Kasım ayında Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan mektubunda Edirnekapı, Nişanca, Hekimoğlu Ali Paşa Camilerinin Mart ayındaki fırtınada hasar gördüğünü hatırlatarak henüz tamir edilmediğinden şikâyet etmiş, “Şimdi üç yüz liradan daha az bir masrafla tamiri mümkün olan bu yaralar maalesef kubbelere de dokunmaktadır. Fatih Nişanca Cami’ne namaza gitmiş idim. Orta yerden halılar kaldırılmış idi. Çünkü kubbe akıyordu. Evkaf İdaresi acaba bu güzel mabetlere niye bakmıyor. Bir an evvel tamire başlanması lazım değil midir? ” diye sormuştur.447 Mahmut Paşa Camii ise çok daha şanssızdır. Yapı 1932 yılında dahi tamir edilmemiş, revak kubbelerinde çökmeler yaşanmıştır.448 (Fotoğraf 65.) 442 Bu konuda örnek olarak “minareci” adı verilen, minarelerin külah, alem ve kurşunlarını değiştiren ustalar verilebilir. Son derece zor şartlarda çalışan bu ustalardan 1930 yılında İstanbul’da sadece 6 usta kalmıştır. Kubilay Arpacı, “Üsküdar’ın Kadim Minareleri ve Minarecilik”, Üsküdar Kültür, Sanat ve Edebiyat Dergisi, S. 6 (2018/1), s. 70. 443 Haber, 25.02.1936. 444 Son Saat, 04.09.1929. 445 Politika, 15.01.1930. 446 Cumhuriyet, 17.07.1930. 447 Cumhuriyet, 22.11.1930. 448 Cumhuriyet, 15.07.1932. 138 1936 yılında yaşanan büyük fırtınadan sonra Vakıflar İdaresi daha hızlı davranmış, Eminönü Yeni Camii ve Süleymaniye’nin minarelerinin tamirine afetin ardından iki gün içinde başlanmıştır.449 Ayasofya ise artık İstanbul Müzeler İdaresi’nin tasarrufunda olduğundan Müzeler Umum Müdürlüğü minare külahlarının tamirinin acilen yapılması talimatını vermiştir.450 Hasar gören camiler Vakıflara bağlı olmasına rağmen Müzeler İdaresi tarihi kıymetlerine binaen tamirlerine müdahil olmuş, Müzeler Mimarı Kemal Altan yapıları birer birer gezerek yapılacak uygulamalar hakkında yol göstermiştir.451 Ancak alınan bu tedbirlere rağmen yine tahsisat ve usta sıkıntısı yaşanmış, bu nedenle önce Sultanahmet, Süleymaniye, Yeni Cami Fotoğraf 65. “Zavallı Mahmutpaşa Camii Yıkılıcak Mı?”, Cumhuriyet, 15.07.1932. gibi abidevi camilerin kubbe ve minareleri tamir edilmesine daha sonra küçük camilerin tamirine geçilmesine karar verilmiştir.452 1936 Mart ayı sonuna kadar ancak 26 cami tamir edilebilmiştir.453 Sayısı yüzlerle ifade edilecek tarihi eserlerin zikredilen çapta bir zarar görmesi, sadece kuvvetli bir fırtına ile alakalı değil aynı zamanda bu eserlerin harap durumları ya da başarısız tamirleri ile de açıklanabilir. Hikmet Münir (Ebcioğlu) Kurun Gazetesi’nde yazdığı “Tarihi Eserleri Fırtınadan Önce Tamir Edelim” başlıklı yazısında haklı olarak tarihi eserlerin iyi bir tamirden geçirmek için neden fırtınaların beklendiğini sormaktadır; “İstanbul’un tarihi camilerinden birçoğunun minareleri şu dakikada sapı kopmuş şemsiyelere benziyor. Bu minarelerin külahları son fırtınada uçtu. Şimdi şunu düşünüyorum: Acaba tarihi birer eser saydığımız bu 449 Akşam, 14.02.1936; Kurun, 14.02.1936; Tan, 15.02.1936. Cumhuriyet, 14.02.1936; Kurun, 14.02.1936. 451 Haber, 25.02.1936. 452 Haber, 25.02.1936. 453 Son Posta, 30.03.1936. 450 139 camilerin minareleri her fırtınanın sonunda mı tamir görecektir? Geçenlerde bir fırtına oldu Bir kaç minarenin tepesi kıkırdadı. Sonra oralara birer adam çıktı. Herkesin hayreti, heyecanı karşısında parıl parıl yeni kurşunlarla o külâhları yeniledi. İş bitti... Bitti mi ya?. Bir diğer fırtına hemen yetişerek bu defa öteki külâhları devirdi. Yanı sıra kubbelerden de bir kaç kurşun sıyırdı. Minarenin balkonlarından bir iki taş düşürdü. Haydi yeniden tamir başladı... Bize kalırsa, tarihi eserleri, minaresinden eşiğine kadar müsait bir havada baştan başa alıcı gözüyle gözden geçirmek lazımdır. Minareler ne zaman tamir görmüştür? Külâhları kaç yıllıktır? Toptan bir yenilik istiyorlar mı?...”454 Eski eserler üzerinde tahrip yaratan bir diğer doğal afet de depremlerdir. Şehrin deprem bölgesinde konumlanmasından dolayı tarihi boyunca büyüklü küçüklü pek çok deprem yaşanmış, Şehir surları, Topkapı Sarayı’nın bazı bölümleri, Fatih Camii, Kapalıçarşı gibi abidevi yapılar dahi bu depremlerden zarar görmüş ya da yıkılmıştır. Bu çerçevede eski eserlerin Cumhuriyet Dönemine harap bir vaziyette intikal etmesine sebep olan önemli etkenlerden biri 1894 depremidir. Konu edindiğimiz dönemde ise iki depremin eski eserler üzerinde hasara yol açtığı tespit edilmiştir. Bunlardan ilki 4 Ocak 1935’de akşamüzeri saatlerinde Erdek merkezli yaşanan 6.4 büyüklüğündeki depremdir.455 Deprem ve sonrasında yaşanan artçı sarsıntılar İstanbul’da da şiddetlice hissedilmiş, Edirnekapı’dan Ayvansaray’a kadar uzanan surların bazı yerlerinde büyük çatlaklar olmuş, yangın yerlerindeki mahzenler çökmüş, Aksaray’da Emir Sinan ve Mercanağa Camilerinin minare şerefesi yıkılmıştır.456 Yine Aksaray’da Camcılar Camii’nin minaresi çatlamış, alemi yere düşmüştür. 454 Kurun, 24.02.1936. Özdoğan Sür, “Türkiye’nin Deprem Bölgeleri”, Ankara Üniversitesi Türkiye Coğrafyası Araştırma ve Uygulama Merkezi Türkiye Coğrafyası Dergisi, Ankara Üniversitesi Basımevi, S. 2 (1993), s. 59. 456 Haber, 05.01.1935; Kurun, 05.01.1935; Milliyet, 06.01.1935. 455 140 Fotoğraf 66. 5 Ocak 1935’de İstanbul’da Meydana Gelen Depremin Yarattığı Tahribata Dair Haber, Cumhuriyet, 04.01.1935. Kariye Camii’nin kubbelerinden de sıvalar dökülmüştür.457 Milliyet Gazetesi’ne göre deprem, Çemberlitaş’ta, Sultanahmet Camii minaresinde ve Fuat Paşa Camii kubbe kasnağında hafif hasar yapmıştır.458 (Fotoğraf 66.) Deprem şehirdeki yangınların takip edildiği Beyazıt Kulesi’nde de hasara yol açmış, dokuz cam kırılarak duvarların sıvaları çatlamıştır.459 Edirnekapı ile Tekfur Sarayı arasındaki çatlak surun bir kısmı çökmüştür.460 Depremin Çemberlitaş’ı yıktığı söylentisi şehirde yayılsa da kısa sürede gerçek olmadığı anlaşılmıştır.461 457 Zaman, 06.01.1935. Milliyet, 06.01.1935. 459 Kurun, 06.01.1935. 460 Kurun, 06.01.1935. 461 Haber, 05.01.1935. 458 141 2 Temmuz 1938 günü yaşanan depremde ise Fatih Nişanca’da kadro dışı olup içerisinde bir ailenin barındığı Kâtip Sinan Camii’nin harap durumdaki bir duvarı yıkılmıştır.462 İstanbul’daki tarihi yapılar üzerindeki ilginç bir tahrip de otomobil çarpması sonucu yaşanmıştır. 1 Aralık 1928 gecesi Çarşıkapı’daki Sinan Paşa Türbesi’ne otomobil çarpmış, türbe hasara uğramıştır.463 462 463 BCA, 30-10-0-0_119-841-17. (11.07.1938); Cumhuriyet, 03.07.1938. Milliyet, 03.12.1928. 142 3.2.2 Hırsızlık Dolayısıyla Yaşanan Tahribat Cumhuriyetin ilk yıllarında tarihi yapılarda hırsızlık dolayısıyla da tahribat yaşanmıştır. Camii, türbe, tekke gibi yapılardaki halı, şamdan, levha, rahle gibi taşınabilir objelerin çalınmasından başka mimari tezniyata ait parçalar da sökülüp çalınmıştır. Özellikle yasal olarak kapalı durumda bulunan tekke, türbe gibi yapılarla artık işlevlerini kaybetmiş sebil, çeşme gibi yapıların mimari ve tezyinî parçaları çalınmıştır. Örneğin; 1929 yılı Mayıs ayında Eyüp’teki Şeyhülislam Mustafa Efendi Tekkesi’nin tunçtan mamul altın yaldızlı havuz parmaklığının bir kısmı çalınmıştır.464 (Fotoğraf 67.) Yine 1929 yılının Ekim ayında ise Laleli’deki III. Mustafa türbesinin tarihi parmaklıkları çalınmıştır.465 Aynı yıl içerisinde başka türbelerde de hırsızlık yaşanmış olacak ki Sultanahmet ve Valide Türbesi (Pertevnihal Valide?) etrafına tel örgü çekilmesine karar verilmiştir.466 İstanbul Müzeleri Umum Müdürü Halil Ethem Bey Cumhuriyet Gazetesi muhabirine verdiği demeçte “Geçenlerde de Süt Damlası binasının (Seyyid Hasan Paşa Medresesi) yanındaki eski bir binanın parmaklıkları çalınmıştı. Hırsızlık vakaları bu şekilde devam ederse günün birinde Türk mimarisinin kıymetli eserleri olan türbelerin içinde bir şey kalmadığını göreceğiz. Eskiden camii kubbelerinin kurşunları çalınıyordu, şimdi de türbeler soyulmaya başlandı. Polis biraz daha müteyakkız olsa yapmıştır.467 iyi 1930 açıklamasını olacak” yılının Ocak ayında Azapkapı’daki Saliha Sultan ve Beyazıt’daki Kaptan İbrahim Paşa sebillerinin pirinç şebekelerini çalınmıştır. Bu hırsızlık üzerine sebillerin bağlı olduğu Vakıflar İdaresi, sebilin diğer şebekelerini de sökerek ambarda muhafaza etmeğe başlamıştır. 468 Aynı uygulama harap durumda olan medreselerde de yaşanmış, üst örtü sistemindeki kurşunların birkaç kez çalınması üzerine kalan kurşunlar Fotoğraf 67. Eyüp’teki Şeyhülislam Mustafa Efendi Tekkesi’nde Gerçekleşen Hırsızlığın Haberi, Son Saat, 18.05.1929. da 464 Son Saat, 18.05.1929. Cumhuriyet, 11.10.1929. 466 Cumhuriyet, 01.11.1929. 467 Cumhuriyet, 11.10.1929; İkdam, 11.10.1929. 468 Politika, 31.01.1930. 465 143 toplatılmaya başlamıştır.469 Böylelikle medreselerdeki harabiyet daha da artmıştır. 1934 yılı Eylül ayında Niyazi isimli bir hırsız Fatih Camii avlusundaki türbenin470 demir parmaklıklarını birkaç kez kurcalamış, sökmek istemiş ancak sökememiş, son teşebbüsünde yakalanmıştır.471 1937 yılı Kasım ayında ise Kadıköy zabıtası bazı türbe ve mezarlıklardaki parmaklıklara musallat olan bir hırsızı yakalamıştır. Hasan ismindeki hırsız, Kadıköy Kuşdili’ndeki Mahmud Baba Türbesi’nin ve hazirede bulunan diğer şebekeleri birer birer söküp bir tarafa yığdığı sırada yakalanmıştır.472 1937 yılında ise Karagümrük’te Öksüz Mehmet Paşa Cami’nin pencere camlarını (revzenleri?) söken bir hırsız çuvala koyup kaçarken yakalanmıştır.473 Osmanlı döneminde sıklıkla karşılaşılan çini hırsızlığının Cumhuriyet döneminde İstanbul’da azaldığı ya da yaşanan olayların basına çok fazla yansımadığı görülmektedir. Tespit edilen iki çini hırsızlığından ilki 1937 yılı Mart ayında Silivrikapı’daki yaşanmış, Bali Süleyman Ağa Camii’nin 18 parça çinisi çalınmıştır. Hırsızlar içeride başkaca tahribat da yapmışlardır.474 (Fotoğraf 68.) İkinci çini hırsızlığı ise 1938 yazında yaşanmış, Fatih devrinden kalma Mahmut Paşa Türbesi’nin dış cephesini süsleyen mozaik çinilerin çalınmıştır. İstanbul bir Fotoğraf 68. “Bali Süleyman Ağa Camii’nde Yaşanan Çini Hırsızlığı Haberi”, Cumhuriyet, 02.03.1937. kısmı Müzeleri İdaresi türbenin muhafazası için etrafına parmaklık çekilmesine 469 Politika, 04.02.1930. Haberde hangi türbe olduğu belirtilmemekle birlikte bahsedilen türbe Fatih Sultan Mehmet yahut Nakşidil Sultan’ın türbesi olmalıdır. 471 Akşam, 03.09.1934. 472 Akşam, 12.11.1934. 473 Cumhuriyet, 26.03.1937. 474 Cumhuriyet, 02.03.1937. 470 144 karar vermiştir.475 Cumhuriyet döneminde yarattığı etki ve ortaya çıkardığı sonuçlar açısından eski eserlere zarar veren en önemli hususlardan biri de kurşun hırsızlığıdır. Eski eserlerin üst örtü sistemini kaplayarak yağmur, kar gibi etkenlerden koruyan ve aynı zamanda Osmanlı mimarisinin sembolü haline gelen kurşun levhalar, madeni kıymetleri için zaman zaman çalınmışlardır. Kurşun hırsızlığı sadece üst örtü sistemini görsel açıdan olumsuz etkilememiş, yapıların kuvvetli yağışlarda su almasına, nakışlarda ve taşıyıcı sistemlerde bozulmalara da neden olmuştur. Kurşunlar, üzerlerinde su tutmadıklarından, kurşunsuz kalan yapılarda ahşaplar ve tuğlalar suyu emerek belli bir ağırlığa yol açmış, bu nedenle zaman zaman çökmeler yaşanmıştır. (Fotoğraf 69.-70.) Örneğin Karagümrük’teki Atik Ali Paşa Camii’nin kurşunları kalmadığı için 1932 yılında kubbelerde çökmeler başlamış, yağan yağmurlarda kubbe aktığından halılar çamur içerisinde kalmıştır.476 Kurşun eksikliğinin bir diğer olumsuz sonucu da yapıların üst örtü sistemlerinde ot ve sarmaşık tarzı, esere zarar verici bitkilerin ortaya çıkmasıdır. Bu duruma ilginç bir örnek olarak Topkapı Sarayı’nın Silah seksiyonunun teşhir salonu olarak bilinen iç hazine bölümü verilebilir. İç hazinenin kubbeleri uzun süre kurşunsuz kalmış olacak ki II. Meşrutiyet yıllarında yapının kubbelerinin üzerinde meyve verecek büyüklükte bir incir ağacı peyda olmuştur.477 475 Cumhuriyet, 27.07.1938; Kurun, 07.07.1938. Cumhuriyet, 29.02.1932; Son Posta, 28.02.1932. 477 Abdurrahman Şeref’in Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası’ndaki makalesinden aktaran Sedad Hakkı EldemFeridun Akozan, Topkapı Sarayı Bir Mimari Araştırma, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1982, s. 20. 476 145 Fotoğraf 69. Gazanfer Medresesi’nin Kubbesinin Çalınan Kurşunları. Encümen Arşivi, Dosya 153. Fotoğraf 70. Davutpaşa Medresesi’nin Kubbelerinin Kurşunlarının Çalınması ve Bakımsız Hali. Encümen Arşivi, Dosya 63. 146 Kurşun hırsızlığının Cumhuriyetin ilk yıllarında hem harap ve atıl durumdaki tarihi yapılarda hem de mamur ve kullanılan tarihi yapılarda oldukça yaygın olduğu anlaşılmaktadır. (Tablo 7.) Yine basına yansıyan haberlerden öğrenildiğine göre kurşun hırsızlığı, birkaç kişi ile yapılan organize bir hırsızlıktır. Genellikle geceleri camii, medrese, türbe gibi binaların üst örtü sistemlerine çıkan hırsızlardan biri keser, çekiç gibi aletler vasıtasıyla levhaları kaldırmış, bir diğeri gözcülük yapmış daha sonra yere indirilen kurşunlar bir vasıta ile taşınmıştır. Çalınan rakamlar da oldukça yüksektir. Örneğin; 1927 yılında iki hırsız Aksaray Vatan Caddesi üzerinde bulunan Sultan Selim Medresesi’nden iki ton kurşunu sökmüşler ancak polis baskınına uğradıklarından kaçmışlardır. 478 kurşunları bırakıp (Fotoğraf 71.) 1935 yılında ise Fotoğraf 71. “Kurşun Hırsızlığından Yakalanan İki Kişiyle İlgili Haber”. Son Saat, 10.11.1927. İstanbul Polisi bir kurşun hırsızlığı çetesine yaptığı baskında 200 kilodan fazla kurşun levha ele geçirmiştir.479 Aynı yılda bir başka grubun evine yapılan baskında ise 118 kilo eritilmiş kurşun bulunmuştur.480 Kurşun hırsızları bu kadar yüklü miktardaki kurşunları zaman zaman bir gecede değil birkaç geceye yayarak da çalmaya çalışmışlardır. Laleli III. Mustafa Türbesi’nde yaşanan hırsızlık bu durumun güzel bir örneğidir. Türbenin üzerindeki kurşun levhalardan üç tanesi, 30 Nisan 1938 gecesi bir hırsız tarafından sökülüp götürülmüş, kalan parçaları ertesi güne bırakan hırsız, tekrar geldiğinde türbenin bekçisi tarafından yakalanmıştır.481 Bazı zamanlarda bu eserleri korumakla görevli olan bekçilerin de hırsızlık yaptığı görülmektedir. Örneğin; Süleymaniye Külliyesi’nin bekçisi Mevlut Efendi 1930 478 Son Saat, 10.11.1927. Akşam, 03.10.1935. 480 Cumhuriyet, 03.10.1935. 481 Cumhuriyet, 04.05.1938. 479 147 yılında camii ve medrese üzerindeki kurşunları çaldığı ve sattığı anlaşıldığından yakalanmıştır.482 Bir başka ilginç durum da yapı içerisinde oturan bir kişinin kendi oturduğu medresenin kurşunlarını çalıp satmasıdır. Bu duruma örnek olarak gazete haberinde Fatih’teki Kuyulu Medrese olarak geçen medresede kiracı olarak oturan Ramazan isimli şahıs güzel bir örnektir. Ramazan Efendi geceleri medresenin kurşunlarını parça parça çalmış, kendisinin çaldığının anlaşılmaması için de medresenin diğer sakinleriyle beraber polise gidip şikâyette bulunmuştur. Hırsız, 1 Ağustos 1933 gecesi yine medresenin kubbesine hırsızlık için çıktığında yakalanmıştır.483 Cumhuriyetin ilk yıllarında kurşun hırsızlığı o boyuta gelmiştir ki, Ayasofya, Süleymaniye Camileri ve hatta Eyüp Sultan Türbesi’nin kubbeleri dahi hırsızlığa sahne olmuştur. 3 Ocak 1929’da Ahmet isimli bir hırsız Ayasofya’nın 55 metre yüksekliğindeki kubbesine kadar çıkmış, yeni yapılan kurşunları sökmeye başlamıştır. Hırsız 17 okka kurşun sökmüş, inerken bekçi tarafından fark edilmiş, kurşunları bırakarak kaçmıştır.484 (Fotoğraf 72) Yine aynı tarihlerde iki hırsız Süleymaniye Cami’nin kubbelerinden kurşun çalarken yakalanmıştır.485 Eyüp Sultan Türbesi’ndeki hırsızlık teşebbüsü ise 24 Nisan 1934’de yaşanmıştır. Cavit isimli tanınmış bir kurşun hırsızı türbenin kubbesi üzerinde dolaşırken görülmüş, çalmaya çalıştığı kurşun levhalarla birlikte yakalanmıştır.486 Fotoğraf 72. “Ayasofya Camii’de Yaşanan Kurşun Hırsızlığı Teşebbüsü İle İlgili Haber”. Son Saat, 05.01.1929. 482 Cumhuriyet, 17.05.1930. Akşam, 04.08.1933; Cumhuriyet, 05.08.1933. 484 Milliyet, 06.01.1929; Son Saat, 05.01.1929. 485 İkdam, 18.01.1929. 486 Akşam, 27.04.1934; Milliyet, 28.04.1934. 483 148 Kurşun hırsızlığının geldiği en ilgi çekici nokta ise minarelerdeki kurşunların çalınmasıdır. Onlarca metre yükseklikteki minarelerin külah kısımlarına kadar çıkan hırsızların genellikle 1418 yaş arasındaki gençler olduğu görülmektedir. 29 Kasım 1933 günü yaşanan bir örnekte, Muhterem, Abdullah ve Rıza isimli üç genç hırsız Üsküdar’da Yeni Valide Camii’nin minaresinin kapısından girerek, en üst şerefeye kadar çıkmış, oradan da minarenin külahına tırmanmış, külah üzerindeki kurşunları sökmeyi başarmışlardır. Aşağıya indiklerinde ise yakalanmışlardır.487 1938 yılında daha da ilginç bir hadise yaşanmış, hırsızlar minarelere külahlardaki dışarıdan kurşunları tırmanarak çalmaya teşebbüs etmişlerdir. Daha önce başka eski eserlerin üzerindeki kurşunları da söktükleri bilinen 16 yaşlarındaki Hüseyin ve Mustafa isimli iki genç, Şehzade Camii minaresinin minaresi külahlarındaki ile Laleli kurşun Camii levhaları çalmak için minarelerin kapısına yönelmişler, ancak kapının kilitli olduğunu görmeleri üzerine minarelerin en uç noktasındaki siper-i saika (paratoner) direğine topraklama için bağlanan tele tutunarak, tırmana tırmana minarenin Fotoğraf 73. “Şehzade Camii ve Laleli Camii Kurşunlarının Çalınması Teşebbüsü”. Akşam, 15.05.1938. külahına ulaşmışlar bu suretle her iki minarenin de kurşunlarını söktükten sonra yine bu tel vasıtasıyla aşağı inerek kaçmışlardır. Hırsızlar bir başka camiinin minaresi üzerindeki kurşunlarını çalma hazırlığındayken yakayı ele vermişlerdir.488 (Fotoğraf 73.) 487 488 Akşam, 01.12.1933. Akşam, 15.05.1938; Cumhuriyet, 15.05.1938. 149 Tablo 7. 1926-1938 Yılları Arasında Yaşanan Kurşun Hırsızlığı Olaylarından Örnekler Yapının Adı Hırsızlık / Hırsızlık Teşebbüsünün Tarih Mahiyeti Ayasofya Sebili 1926 yılı Mart ayı Üsküdar Çinili Camii Ayasofya’nın İstanbul Adliye Sarayı’na bakan cephesindeki sebilin kurşunları günden güne çalınmış, yapı kurşunsuz kalmıştır.489 Enver ve Sabri isimli iki hırsız, camiinin 19.01.1927 üzerindeki her biri 50-60 okka ağırlığındaki üç levhayı sökerken yakalanmıştır.490 Küçük Ayasofya Camii Üç hırsız camiinin sakıfına çıkarak birkaç parça 06.09.1927 kurşun levha sökmüş yere atarken yakalanmışlardır.491 Küçük Ayasofya Camii Kubbesinden her biri 30 okka ağırlığındaki 14 05.01.1929 levha kurşun sökülmüş, 8 levha çalınmış 6 levha götürülemeden orada bırakılmıştır.492 Kasımpaşa’da Sinan Kurşunları çalan sabıkalı Ali yakalanmıştır.493 23.01.1929 Paşa Camii Fethiye Camii 18.02.1929 (Fotoğraf 74.) Arabacı Şevket, Veysel ve Halil ismindeki üç hırsız, on levha kurşun çalarken cürmümeşhut halinde yakalanmıştır.494 489 Milliyet, 09.03.1926. Son Saat, 22.01.1927. 491 Son Saat, 08.09.1927. 492 Milliyet, 07.01.1929; Son Saat, 07.01.1929. 493 İkdam, 25.01.1929; Son Saat, 25.01.1929. 494 Milliyet, 19.02.1929; Son Posta, 19.02.1929. 490 150 Kasımpaşa’da Sinan 24.03.1929 Paşa Camii Recep, Ahmet ve Salih ismindeki üç hırsız kubbesinin 45 okka kurşununu sökmüş, kaçarken yakalanmışlardır.495 Köprülü Mehmet Paşa 12.04.1929 Medresede oturan Hüseyin ismindeki hırsız çaldığı kurşunları satmak üzere çuvalla dışarıya Medresesi çıkarırken suçüstü yaşanmıştır.496 Sultanahmet Medresesi 15.04.1929 Medresenin kurşunlarını çalan Hüseyin isimli hırsız yakalanmıştır.497 Şehzade Camii 27.06.1929 Mustafa isimli hırsız kurşunları çalarken yakalanmıştır.498 Fatih Medresesi 07.07.1929 Saim isimli hırsız kurşunlarını sökmüş, kaçarken yakalanmıştır.499 Davutpaşa Medresesi 29.07.1929 Kurşun boruları söken Remzi ve Pehlivan isimli iki kişi yakalanmıştır.500 Toklu Dede Camii ve 14.08.1929 Türbesi Mehmet, Eyüp, İsak, Necip, Sait ve Nuri ismindeki altı kişi kurşunları sökerken zabıta tarafından yakalanmıştır.501 Kalenderhane Medresesi 10.09.1929 Demir Ali isimli sabıkalı bir hırsız kurşunları çalarken yakalanmıştır.502 495 Son Saat, 24.03.1929. Son Saat, 14.04.1929. 497 Son Saat, 18.04.1929. 498 Son Saat, 29.06.1929. 499 Milliyet, 09.07.1929; Cumhuriyet, 11.07.1929; Son Saat, 09.07.1929. 500 Milliyet, 01.08.1929. 501 İkdam, 16.08.1929; Milliyet, 17.08.1929; Son Saat, 17.08.1929 502 Cumhuriyet, 12.09.1929. 496 151 Saraçhanebaşı’ndaki 16.09.1929 Hasan Paşa Kubbesinden kurşunları söken Hasan ve Hüsnü ismindeki iki kişi yakalanmıştır.504 Medresesi’nin yanındaki Kütüphane503 Sinan Paşa Medresesi 18.11.1929 Ali isimli hırsız 30 okka kurşun çalarken yakalanmıştır.505 Fatih Külliyesi 29.03.1930 İsmail Hurşit ve Bayram isimli üç hırsız medresenin Karadeniz Medresesi yakalanmıştır. Üsküdar Şemsi Paşa 21.05.1930 Asım isimli kurşunlarını çalarken 506 hırsız medresenin kubbeleri üzerindeki kurşunları kaldırıp sandala taşıdığı Medresesi sırada yakalanmıştır.507 Ragıp Paşa 02.08.1930 Kütüphanesi Koca Mustafa Paşa ve Sabıkalı İbrahim kubbe kurşunlarını çalıp kaçarken yakalanmıştır.508 17.10.1930 Koca Mustafa Paşa ve civarındaki cami ve civarındaki cami ve medreselerden 300 okka kurşun çalan Ali, Sami medreseler ve Yani isimli üç hırsız yakalanmıştır. Vefa civarındaki cami ve medreseler 22.10.1931 Himmet ve Eto isimlerindeki iki hırsız, Vefa civarındaki cami ve medreselerin kurşunlarını çalarken yakalanmışlardır.509 503 Beyazıt’daki Seyyid Hasan medresesinin yakınlarında bir yer ya da Ali Emirî-Millet Yazma Eserler Kütüphanesini kastediyor olmalıdır. 504 Cumhuriyet, 18.09.1929; Son Saat, 18.09.1929. 505 Akşam, 20.11.1929. 506 Politika, 31.03.1930. 507 Politika, 23.05.1930. 508 Akşam, 04.08.1930. 509 Akşam, 24.10.1931. 152 Fatih Medreseleri 24.11.1931 Ali, Ahmet ve Şükrü ismindeki üç kişi, kurşunları çalarken yakalanmışlardır.510 Sultanahmet Medresesi 01.04.1932 Cico, Osman ve Ramazan ismindeki üç hırsız medresenin kubbesinden külliyetli miktarda kurşun sökerek yere yığmış, polisin olay yerine gelmesi üzerine kaçmışlardır. Daha sonra yapılan tahkikatta hırsızlar yakalanmıştır.511 Fethiye Cami 05.04.1932 Pire Hasan lakaplı hırsız camiden 100 kilo ağırlığındaki kurşun levhaları çalmaya teşebbüs ederken yakalanmıştır.512 Zal Mahmut Paşa 30.08.1932 Hüsnü ismindeki hırsız medresenin kubbelerine çıkarak levhaları sökmeye başlamış, 50 okka Medresesi kurşunu sökmesinin akabinde yakalanmıştır.513 Karagümrük Kaba 05.12.1932 İki hırsız medreseden söktükleri kurşunlarla kaçarken polis tarafından fark edilmiş, Hasan Halil Medresesi isimli hırsız yakalanırken diğeri kaçmıştır.514 Sultan Selim civarındaki bir medrese 22.12.1932 Selim isimli hırsız Sultan Selim Mahallesindeki ismi bilinmeyen bir medresenin kubbesindeki kurşunları sökerken yakalanmıştır.515 Akşam, 26.11.1931. Akşam, 04.04.1932. 512 Cumhuriyet, 08.04.1932. 513 Akşam, 30.08.1932. 514 Akşam, 08.12.1932. 515 Akşam, 25.12.1932. 510 511 153 Karagümrük’te Nişancı 30.11.1933 Daha önce pek çok cami ve medreselerin kurşunlarını çaldığı bilinen sabıkalı Hasan ve Mehmet Paşa Camii Ali isimli iki hırsız, camiinin kubbesinde çekiçle kurşun levhaları sökerken devriye gezen polis tarafından fark edilmiş, kaçarlarken polis tarafından yakalanmışlardır.516 Süleymaniye 1933 yılı Ömer, Ahmet ve Hüseyin isimli üç hırsız Medreseleri Şubat ayı Süleymaniye Külliyesi’nin medreselerinden birinin kubbelerindeki tüm kurşunları çalmışlar, daha sonra yakalanmışlardır.517 Üsküdar’da bir camii 23.02.1933 Ömer ismindeki hırsız Üsküdar’da ismi bilinmeyen bir camiinin kubbesinden kurşun sökerken yakalanmıştır.518 Fatih Külliyesi 07.04.1933 isimli hırsız medresenin kurşunlarını sökerken yakalanmıştır.519 Başkurşunlu Medrese Sultanahmet Medresesi Abdülkadir 12.11.1933 İbrahim ve Ahmet isimli iki hırsız kurşunları sökmeye teşebbüs halindeyken yakalanmıştır.520 Arap Camii 07.12.1933 Ali ismindeki hırsız Arap Camii’nin su oluklarını sökmüş kaçarken yakalanmıştır.521 Süleymaniye medreseleri 03.09.1934 Selim isimli hırsız medreselerin kubbelerindeki kurşunları çalmaya çalıştığı anda yakalanmıştır.522 Akşam, 02.12.1933. Akşam, 04.03.1933. 518 Akşam, 26.02.1933. 519 Akşam, 10.04.1933. 520 Milliyet, 14.11.1933. 521 Akşam, 09.12.1933. 522 Akşam, 05.09.1934. 516 517 154 Beşiktaş civarındaki bir 14.09.1934 Ali ve Recep ismindeki iki hırsız Beşiktaş civarındaki medrese523 bir medresenin kubbesinde kurşunları sökmeye çalışırken yakalanmışlardır. Yapılan tahkikatta bu iki hırsızın o civarda diğer bir medresenin ve Fatih, Şehzade gibi medreselerin de kurşunlarını çaldıkları anlaşılmıştır.524 Fethiye Cami 02.12.1934 hırsız Muammer isimli levhaları çalmaya camiden teşebbüs kurşun ederken yakalanmıştır.525 Kılıç Ali Paşa Medresesi Mahmut Paşa Camii 1936 yılı Galip isimli hırsız medresenin üzerinden 300 Ocak ayı kilo kadar kurşun sökerek kaçmış, ertesi gün yakalanmıştır.526 1936 yılı Hamdi, Ahmet, Sabahattin ve Tevfik isimli dört Şubat ayı hırsız camiden kurşunları fırtına çalmışlar, esnasında düşen daha sonra yakalanmışlardır. Küçük Ayasofya Camii Kapalıçarşı İç Bedesten 1936 yılı Hasan isimli hırsız 450 kilo kurşun çalmış, daha Mart ayı sonra yapılan tahkikatta yakalanmıştır.527 25.03.1936 Mustafa isimli hırsız Kapalıçarşı’da iç bedesten kubbelerinin üzerindeki kurşunları çalarken yakalanmıştır.528 Hekimoğlu Ali Paşa 16.11.1936 1934 yılında yenilenen kurşunları çalınmıştır.529 Sebili İsim belirtilmeyen medrese Sinan Paşa ya da Kılıç Ali Paşa Medresesi olmalıdır. Akşam, 17.09.1934. 525 Haber, 04.12.1934. 526 Cumhuriyet, 26.01.1936. 527 Son Posta, 19.03.1936. 528 Son Posta, 27.03.1936. 523 524 155 Fatih Külliyesi 11.02.1937 Mehmet Ali, Hasan ve Hakkı isimli hırsızlar medreseden Başkurşunlu Medrese 100 kilo kurşunu sökerken yakalanmıştır.530 Süleymaniye 08.03.1937 Medreseleri Ahmet ve İsmail isimli hırsızlar medreselerin kubbelerindeki kurşunları sökmüşler, kaçacakları anda yakalanmıştır.531 Fethiye Cami 01.05.1937 Habibullah isimli hırsız caminin kubbesinden 25 kilo ağırlığındaki kurşun levhaları çalmaya teşebbüs ederken yakalanmıştır.532 Samatya Abdi Çelebi 23.10.1937 çalmaya çalışırken yakalanmıştır.533 Camii Fatih Külliyesi Alber ve Yani isimli iki hırsız çinko boruları 03.04.1938 Mustafa isimli hırsız medreseden 170 kilo kurşunu sökmüş, kaçamadan yakalanmıştır.534 Başkurşunlu Medrese Hekimoğlu Ali Paşa 1938 yılı Kütüphanesi Temmuz Bir kısım kurşun levhaları çalınmıştır.535 Ayı Laleli Taşhan 10.08.1938 Çorlulu üzerindeki İbrahim isimli kurşunları hırsız Taşhan’ın sökmeye çalışırken suçüstü yakalanmıştır.536 529 Cumhuriyet, 19.11.1936. Cumhuriyet, 13.02.1937. 531 Akşam, 11.03.1937. 532 Akşam, 03.05.1937. 533 Akşam, 26.10.1937. 534 Akşam, 06.04.1938. 535 Cumhuriyet, 17.07.1938. 536 Akşam, 12.08.1938. 530 156 Tabloya alınan bu hırsızlıklar sadece mekân ve zaman belirterek basına yansıyan olaylardan oluşmaktadır ve şüphesiz gazetelerde de yer almayan pek çok hadise daha yaşanmıştır. Kurşun hırsızlığına bu kadar rağbet edilmesinin önemli bir nedeni de çalınan kurşunların satılabileceği bir pazarın her daim bulunmasıdır. Öyle ki 1927 yılında Ali ve İhsan isimli iki hırsız Aksaray Pertevnihal Valide Sultan Camii’nden 1 ton kurşunu söktükleri sırada polisler tarafından fark edilmiş, polise karşı silah dahi kullanan hırsızlar ifadelerinde “Ne yapalım kilosu 15 [kuruş]’e gidiyor. Gecede 1000 kilo kurşun sökersek 150 papel var! Böyle kârlı sanat terk Fotoğraf 74. “Sinan Paşa Camii’nin Kurşunlarını Çalarken Suçüstü Yakalanan Hırsız’ın Haberi”. İkdam, 25.01.1929. edilir mi? ” demiştir. Yapılan tahkikatta iki hırsızın çaldığı kurşunları Koska’da leblebicilik yapan Hasan Ağa’nın satın aldığı anlaşılmıştır.537 Kurşun hırsızları çaldıkları kurşunları bu tarz kurşun ticareti yapan tüccarlara satmışlar, çalınan levhaların yerine yeniden kurşun levhalar yaptırmak isteyen Vakıflar İdaresi de bu tüccarlara yeniden levhalar sipariş etmişlerdir. Böylelikle aynı kurşunlar defalarca çalınıp eritilmiş, belki de aynı binanın üzerine yeniden takılmıştır. Bu durumu gösteren bir diğer ilginç bilgi de Vakıflar İdaresi ve İstanbul Belediyesi’nin tarihi yapıların kurşunlarını tamir ettirmek için, yıllar içerisinde tonlarla ifade edilecek miktarlarda kurşun satın almasına rağmen, kurşun satışı yapan tüccarların İstanbul dışından bu miktarlara yaklaşabilecek siparişler vermemesidir.538 Kurşun hırsızlarına verilen cezalar 1 ay ile 1 sene 2 ay arasında değişmektedir. (Tablo 8.) Kurşun hırsızlarının ceza almalarına rağmen bu işi defaatle yaptıkları anlaşılmaktadır. Örneğin Osman, Şükrü ve Ali isimlerindeki hırsızlar İstanbul’da pek çok medresenin kubbe kurşunları ve pencere parmaklıklarını çalmaktan ceza almışlar, 537 538 Son Saat, 10.11.1927. Politika, 27.01.1930. 157 ancak Cumhuriyetin 10. yılında çıkartılan çıkan af kanunu ile serbest bırakıldıklarında yeniden kurşun hırsızlığına başlamışlardır.539 Sadece hırsızlar için değil zaman zaman hırsızlık sonucu temin edildiği bilinen kurşunları satın alanlar hakkında da takibat başlatılmıştır.540 Tablo 8. 1927-1938 Yılları Arasında Yaşanan Kurşun Hırsızlığı Olaylarında Hırsızların Aldığı Cezalardan Örnekler 541 Osman ve Ali isimli hırsızlara Şehzade 7 ay hapis cezası almışlardır. ve Fatih Camileri ile çeşitli medreselerdeki kurşunları çalmaktan Osman ve Şükrü isimli 542 hırsızlara 1 sene iki ay hapis cezaları almışlardır. Şehzade Camii ile çeşitli medreselerdeki kurşunları çalmaktan Ali isimli hırsız Ortaköy ve Fatih 1 sene hapis cezası almıştır. Ancak kurşun Camiileri ile çeşitli medreselerdeki hırsızlığından daha önce de sabıkası kurşunları çalmaktan olduğundan cezası 1/6 oranında arttırılarak 2 ay daha eklenmiştir.543 544 Ali isimli hırsız ismi zikredilmeyen bir 6 ay hapis cezası almıştır. medreseden kurşunları çalmaktan İsmail ve Feto isimli hırsızlara 1 sene iki ay hapis cezaları almışlardır.545 Süleymaniye Medreselerinin kubbelerindeki kurşunları çalmaktan Akşam, 11.01.1934. Akşam, 20.12.1933. 541 Akşam, 03.06.1934. 542 Akşam, 12.03.1934. 543 Akşam, 21.02.1934. 544 Akşam, 18.08.1932. 545 Akşam, 09.09.1934. 539 540 158 Abdullah isimli 546 Beyazıt 4 ay 20 gün hapis cezası almıştır. hırsız Medresesi’ndeki kurşunları çalmaktan 547 Alaeddin isimli hırsız Çorlulu Ali Paşa 1 ay hapis cezası almıştır. Medresesi’nden 20 kilo kurşun çalmaktan Yahya ve Salim isimli hırsızlara Bayram Yahya 3,5 ay, Salim ise 1 ay hapis cezası 548 Paşa Medresesi’nden 45 kilo kurşun almıştır. çalmaktan 549 Mustafa isimli hırsız Fatih Külliyesi 3 ay hapis cezası almıştır. Başkurşunlu Medrese’den 170 kilo kurşun çalmaktan Mustafa isimli Medresesi’nden 550 Cerrahpaşa 3 ay 15 gün hapis cezası almıştır. hırsız 2,5 kilo kurşun çalmaktan Mehmet isimli hırsız 551 Aksaray 2 ay hapis cezası almıştır. Camii’nden (Pertevnihal Valide Sultan Camii?) kurşun çalmaktan Ahmet ve Hayri isimli hırsızlara 1,5 ay hapis cezası almıştır.552 Süleymaniye Medreselerinin kubbelerindeki kurşunları çalmaktan 546 Haber, 21.01.1935. Akşam, 07.01.1937; Cumhuriyet, 07.01.1937. 548 Akşam, 29.08.1937. 549 Akşam, 06.04.1938; Cumhuriyet, 06.04.1938. 550 Cumhuriyet, 15.04.1938. 551 Cumhuriyet, 17.04.1938. 552 Cumhuriyet, 20.10.1938. 547 159 Yaşanan hırsızlıklar üzerine Vakıflar İdaresi de çaresiz kalmıştır. 1929 yılında gazetelerde kubbelerin üzerine kırık cam parçalarının konulacağı, böylelikle hırsızlara mani olunacağı gibi ilginç bir haber553 yer alsa da, hırsızlığı mani olunamadığı anlaşılmaktadır. S. Eyice’nin kaydettiği ilginç bir önlem denemesi ise Fethiye Camii ile alakalıdır. Yukarıdaki listede dört kez kurşun hırsızlığı ile karşılaşan Fethiye Camii 1936-1938 arasında Vakıflar İdaresi tarafından restore edilmiştir. Ancak yapı İstanbul Müzeler İdaresi’ne devredilerek uzun yıllar sahipsiz ve bakımsız kalmış, kubbe kurşunlarını hırsızlardan korumak için caminin kubbelerinde Müzeler İdaresi kadrosundan bir kurt köpeği beslenmiştir.554 553 554 Akşam, 20.06.1929. Semavi Eyice, “Fethiye Cami”, TVİA, C. 4, İstanbul 1994, s. 300. 160 3.2.3. Eski Eser Bilinci Eksikliğinden Kaynaklanan Tahribat Gerek Osmanlı’nın son döneminde gerekse Cumhuriyetin ilk 15 yılında Türkiye’de eski eserlerle akademik anlamda ilgilenip araştırmalar yapacak, elde edilen sonuçları gelecek nesillere aktaracak, yüksek öğrenim düzeyinde eğitim veren bir Sanat Tarihi bölümü kurulamamıştır. Arkeoloji bölümü ise bu dönemde İstanbul Üniversitesi’nde henüz ilk filizlerini yeşertmektedir. II. Meşrutiyet devrinden itibaren Halil Ethem Eldem (1861-1938), Celal Esad Arseven (1876-1971), Ahmet Refik Altınay (1881-1937), Sedat Çetintaş (1889-1965) ve İbrahim Hakkı Konyalı (1896-1984) gibi isimler gazete ve mecmualarda Türk sanatı tarihi hakkında inceleme ve değerlendirmelerini yayınlayarak toplumu bilinçlendirmeye çalışmışlardır. Ancak buna rağmen bu dönemde henüz kamuoyunda açık bir eski eser bilincinin oluşmadığı, akademik gayretlerin de gereksiz addedildiği görülmektedir. (Fotoğraf 75.) Öyle ki Halil Edhem Bey, bu dönemde “Bu kırık taşları bu kadar masrafla toplamakta ne mana vardır? Bunlar hükümete büyük yük oluyor. Bunları satıp başımızdan def etmeliyiz !” gibi tepkilerle karşılaştığını kaydetmektedir.555 Amerika’daki ismi bilinmeyen bir kültür müessesesinin gönderdiği bir mektupla, İstanbul’daki minarelerin inşa ve mimari usulleri üzerine araştırma yapması, kaç minare olduğunu, bu minarelerin nasıl inşa ve tamir edildiğini sorması ise kamuoyunda “garip” olarak görülmüştür.556 Fotoğraf 75. Cemal Nadir’in 1930’ların Meşhur Karikatür Kahramanı Amca Bey’e Göre İstanbul’daki Tarihi Eserlerin Durumu Ve Turistlere Göstermemiz Gerekenler, Akşam, 26.12.1931. 555 Halil Ethem Bey, “Müzeler”, Birinci Türk Tarih Kongresi Konferanslar Müzakere Zabıtları, TTK Basımevi Ankara 2010, s. 539. 556 Akşam, 11.06.1930. 161 Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de “Eski Eser” Kavramı bölümünde de zikredildiği üzere, kamuoyunu yönlendirmede dönemin en etkili aracı olan gazetelerin tarihi eserlere karşı yaklaşımı şaşırtıcı bir mahiyet arz etmektedir. Örneğin; Akşam Gazetesi 1556/1557 tarihli Ayasofya Hürrem Sultan Hamamı için 1932 yılında verdiği bir haberde “Vaktiyle yola kalbedilmek üzere belediye tarafından istimlâk edilen meşhur Ayasofya Hamamı’nın bilahare asar-ı atikâdan olduğu anlaşılmış ve olduğu gibi muhafaza edilmesi muvafık görülmüştür” gibi gülünç denilebilecek ifadelere yer vermiştir.557 (Fotoğraf 76.) Akşam Gazetesi’nin verdiği bir başka haberde ise gerek başlık için seçtiği “Tarihi Binaların Hangilerinin Muhafazası Lazım Geldiği Tayin Edilecek” ifadesi, gerekse metin içerisinde kullanılan ifadelerle şehirdeki bazı tarihi yapıların korunmaya layık olmadığını ima etmesi de ilginçtir. Haberde şehrin haraplığından yakınıldıktan sonra “Ara sıra bazı şehreminleri bir teşebbüste bulunmak Fotoğraf 76. Ayasofya Hamamı İle İlgili Haber, Akşam, 12.08.1932. istedikleri zaman da ortaya bir takım kimseler çıkarak “bu binanın tarihi kıymeti vardır. İlişilemez!”, “Bu ağaç tarihidir, el sürülemez!”, Bu duvar şu kadar seneliktir, yıktırılamaz!” gibi itirazlar karşısında kalmışlardır.” cümleleri ile korumacı yaklaşımları eleştirilmiştir.558 (Fotoğraf 77.) Yine Akşam Gazetesi, 2 Haziran 1932 tarihli nüshasında verdiği bir başka haberde, şehir surlarının büyük bir harabiyet içerisinde olduğunu, bir takım kişilerin taşlardaki kireçleri çıkarmak için surları yıktığını bildirdikten sonra “Tarihî kıymeti olmayan bu gibi hisarları yıktırarak bir kazaya meydan vermemek ve bunların taşlarından istifade etmek en makul harekettir” gibi akıl almaz bir teklifte bulunmuştur.559 Son Saat Gazetesi de 1929 yılında benzer yaklaşımla bir habere imza atmıştır. Çarşıkapı’daki Sinan Paşa Sebili, yolu genişletmek maksadıyla biraz daha geride 557 Akşam, 12.08.1932. Akşam, 27.04.1929. 559 Akşam, 02.06.1932. 558 162 bir yerde inşa edilmek istendiğinde, orijinal harcın bir daha yapılamayacağı ve sebilin eski kıymeti kalmayacağı düşüncesi ile Asar-ı Atika Encümeni duruma karşı çıkmıştır. Bunun üzerine İstanbul Belediyesi Fen İşleri Müdürü Ziya Bey, gazeteye verdiği demeçte “Bir kere ağzımdan asar-ı atikadandır sözü çıktı, hedmine müsaade edemem” diyen Müzeler Müdürü Halil Bey sebil yıkılarak geriye inşa edildiği takdirde hiç kıymeti kalmayacağını iddia ediyor!” diyerek sitem etmiştir. Gazete de haberi “Yıkılır da arkaya yapılırsa kıymeti kalmazmış!” gibi bilinçsiz ve sitemkâr sözlerle vermiştir.560 Kapalıçarşı üzerine yapılan haberler ise eski eser bilinci eksikliğinin yöneticiler nezdindeki vahametini ortaya koyması açısından daha da ilginçtir. İlk nüveleri Fatih döneminde atılan çarşı, Fotoğraf 77. “Tarihi Binalar Hangilerinin Muhafazası Lazım Geldiği Tayin Edilecek”, Akşam, 27.04.1929. uzun süren ihmallerin neticesi olarak harap bir duruma düşmüş, 1934 yılında İstanbul Belediye Meclisi çarşıyı tamir ettirmek istediğinde çarşının tarihi kıymeti olup olmadığına karar verememiş, bunun için uzmanların çarşıyı incelemesi yolunda bir karar almıştır.561 Yapılan inceleme neticesinde neredeyse beş asırlık çarşının tarihi kıymeti olduğu anlaşılmıştır.562 Bu durumun bir diğer tezahürü de 1929 yılında Topkapı tarafındaki surlarda yaşanmıştır. İstanbul Polis Müdürü Şerif Bey, İstanbul polisinin gerçek tabancalarla atış talimi yapması emrini vermiş, bu amaç için uygun alan olarak da Topkapı tarafındaki surlar seçilmiş, İstanbul polisi atış kabiliyetini sur önüne kurulan nişangâhlarda tecrübe etmiştir.563 (Fotoğraf 78.) Yine aynı yılda bir başka benzer hadise de Çemberlitaş’taki Vezir Han’da yaşanmış, 1660 yılında inşa edilen Vezir Han’da oturan hamal Murat ile bekçi Şerif yeni aldıkları tabancaları tarihi han üzerinde tecrübe etmişlerdir.564 560 Son Saat, 02.04.1929. Cumhuriyet, 14.02.1934. 562 Vakit, 30.03.1934. 563 Akşam, 24.12.1929. Yapılan atışlarda birinci gelen polisler kendi aralarında bir kez daha aynı sahada yarışmıştır. Bkz; Cumhuriyet, 27.05.1930. 564 Son Saat, 04.08.1929. 561 163 8 Temmuz 1929’da ise bir başka ilginç tahribat yaşanmış, gece saatlerinde kimliği bilinmeyen üç kişi Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nin tramvay caddesine bakan hazire duvarının bir kısmını anlaşılamayan bir sebeple yıkmışlardır. Tahribat sebebiyle iki kırılmıştır.565 ayında ise durumda mezar taşı da Aynı yılın Ağustos uzun yıllar kalmış Azapkapı’daki harap bulunan Saliha Sultan Sebili’nin üst örtü sistemi ve zarif kubbeleri talimatı kimden aldığı bilinmeyen işçiler tarafından Fotoğraf 78. Topkapı Tarafındaki Surlarda Yapılan Atış Talimleri İle İlgili Haber, Akşam, 24.12.1929. yıktırılmıştır.566 Zaman zaman halkın eski eserlere sahip çıkma girişimleri de tahrip ile sonuçlanmıştır. Özellikle bilinçsiz ellerce yapılan tamirler, kimi zaman eserlerde geri dönülemeyecek hasarlara yol açmıştır. (Tablo 9.) Restorasyon kavramının çok yeni olduğu bu yıllarda eserlere yapılan müdahalelerde aslına uygun olup olmadığına dikkat edilmemiş, sağlamlık prensibi ön planda tutulmuştur. Bu nedenle 1930’lu yıllarda yapılan tamirlerde çimento, yağlı boya gibi Osmanlı mimarisinde yer almayan unsurlara başvurulmuştur. Uygulamayı yapan ustaların da eski eser bilincinin ne düzeyde olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Örneğin Cağaloğlu’ndaki Rüstem Paşa Medresesi 1920’li yıllarda içerisinde bulunan demirciler tarafından tamir edilmeye çalışılmıştır.567 Kimi zaman eski eserleri, modern kullanımlara uygun hale getirme için yapıların plan şemasını değiştirebilecek düzenlemeler dahi yapılmıştır. Duvar kaldırma, kapı ve pencere açma gibi uygulamalarda kimseden müsaade alınmadığı ve Müze İdaresi’nin oldukça geç haberdar olduğu anlaşılmaktadır. Asar-ı Atika Encümeni zaman zaman 565 Son Saat, 11.07.1929. Son Saat, 12.08.1929. 567 Encümen Arşivi, Dosya no. 338. 566 164 medreselerin mülkiyetini elinde bulundurup kiraya veren İstanbul Belediyesi’ne şikâyetlerini bildirmiştir. Bunlardan ilki Fatih Tabhane Medresesi’nin tamiratı hakkında yapılan şikâyettir. İkinci şikâyet ise Üsküdar Mihrimah Sultan Medresesi hakkındadır. Dispanser olarak kullanılması için yapılan tamiratta medresenin pek çok yeri tahrip edilmiştir. Sütunlar daha fazla yer kazanabilmek için tıraş edilerek inceltilmiş, dershanenin sol tarafında cephe üzerinde fazladan pencereler açılmış bir de yapının Üsküdar Meydanı ile bağlantısının kurulabilmesi için dershanenin sağ tarafında bir kapı açılarak merdiven inşa edilmiştir. 24 Temmuz 1936’da yapılan tahripler müzenin bağlı bulunduğu Maarif Vekâletine bildirilmiştir.568 (Fotoğraf 79.) Fotoğraf 79. Üsküdar Mihrimah Sultan’ın Medresesi (1940). Dershanenin Solunda Açılan Pencereler ve Sağına Açılan Kapı ile Eklenen Merdiven Görülüyor, Encümen Arşivi, Dosya No. 463. 568 Encümen Arşivi, Dosya no. 463. 165 1936 yılı Ağustos ayında Vakıflar Umum Müdürlüğü bir genelge yayınlayarak, eski eserlere bilinçsiz ellerce yapılan müdahaleleri durdurmayı amaçlamıştır. Mezkur genelgenin metni şöyledir; Tarihi ve mimari kıymeti haiz abidatın kıymet ve teşekkülâtı esasiyesi haleldar olmayacak tarzda bakasını temine gayret etmeliyiz. Salâhiyettar mimarların tensibi olmadıkça tarihi ve bedii kıymeti haiz mebani üzerinde evvelce de müteaddid defalar tamim edildiği veçhile tamirat icra edilmemekle beraber bu gibi asara yeni kısımlar ilâveten inşa etmek, yahut mahallerine boya sürmek, kalem işlemek, üzerlerine sıva vurmak velhasıl esasındaki fikri imal ve tezyin ve malzemenin mahiyeti asliyesini bozacak her türlü teşebbüsat-ı tamiriyeden ihtiraz ederek mermer, taş, alçı, duvar, sütun, minber, mihrap ve bütün oymalar üzerine boya ve badana gibi şeylerin katiyyen yapılmaması lazımdır. Maili inhidam olanlarını aksam ve teferrüatını zedelememek ve yaralamamak şartıyla mahirane yapılmış ahşap direk ve payandalarla takviye ve idame, yağmur ve kar sularının tahribatından vikaye için üzerlerini aktarmak ve katranla kâğıt veya bezle ve çimento istimalini kat'iyyen terketmek üzere yumuşak bir kil veya harç tabakası ile setretmek, esaslı kısımlarını oymamak ve delmemek üzere çimento veya kurşun su boruları, dereler ve boruları imal etmek, kırmak, camları tebdil ve tahdit etmek, çürük çerçeveleri tamamı ile eskisi gibi tamir veya kısmen tecdid etmek, eski ahşap kapıları muhafaza etmek, alafranga kilit ve topların talikile kapıları yarmaktan içtinab etmek en ziyade iltizamı icap eder.569 569 Cumhuriyet, 27.08.1936. 166 Tablo 9. Bilinçsiz Ellerle Yapılan Yanlış Restorasyonlardan Örnekler Şehremini’de Yayla Çeşmesi 1675/1676 tarihinde inşa edilen çeşmenin mermer ve küfeki taşı ile inşa edilen cephesi kahverengi, beyaz, yeşil yağlı boya ile boyanarak “güzelleştirilmiştir”. Kitabesi ise çimento ile sıvanarak adeta yok edilmiştir.570 (Fotoğraf 80.) Beyazıt Kaptan İbrahim Paşa Sebili 18. yüzyılın ilk yarısında yapılan sebilin 1930 yılında pirinç şebekelerinden bazıları çalınmış, kalanları depoya kaldırılmıştır. Bu tarihten sonra yapılan restorasyonda şebekelerin bulunduğu gözler tuğla ile örülmüş ve çimento ile sıvanmıştır. Aynı şekilde kubbe kurşunları da kalmadığından kubbe de çimento ile örtülmüştür.571 (Fotoğraf 81.) Şehremini’deki Küçük Hamam Çeşmesi 1622/1623 tarihli çeşme, küfeki taşından yapılmış ve zamanla patlamış olan cephesi mahallenin ileri gelenlerinin sağladığı maddi kaynak ile 1929-1930 yıllarında, bilinçsizce ve İngiliz çimentosu gibi yanlış bir malzeme seçimi ile sıvanmıştır.572 570 Encümen Arşivi, Dosya no. 21. Politika, 31.01.1930; Encümen Arşivi, Dosya no. 66. 572 Encümen Arşivi, Dosya no. 18. 571 167 Fatih’te Bali Paşa Camii 16. yüzyıl eseri olup, 1934-35 yıllarında tamir edilen caminin tamamen yıkılan kubbesi klasik Türk mimarisinin ölçülerine uygun olmayan şekilde betonarme olarak yeniden yapılmıştır. Son cemaat yeri cephesi ise yine çimento ile sıvanmıştır.573 Şehremini’de Emine Sultan Çeşmesi 18. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen çeşmenin ayna kısmı çimento sile sıvanmıştır.574 (Resim 82.) Fındıklı Molla Çelebi Camii 1935 yılında yapılan tamiratta kubbe kasnağına çimento derz yapılmış, içindeki mahfil kaldırılmıştır.575 573 Encümen Arşivi, Dosya no. 56. Encümen Arşivi, Dosya no. 77. 575 Encümen Arşivi, Dosya no. 264. 574 168 Fotoğraf 80. Şehremini Yayla Çeşmesi, Encümen Arşivi, Dosya No. 21. Fotoğraf 81. Beyazıt Kaptan İbrahim Paşa Sebili, Encümen Arşivi, Dosya No. 66. 169 Fotoğraf 82. Şehremini Emine Sultan Çeşmesi, Encümen Arşivi, Dosya No. 78. Hiç şüphesiz eski eser bilinci eksikliğinden en çok nasibini alan yapı grubu şehir surlarıdır. (Fotoğraf 83.) Geniş bir alana yayılan şehir surları tarihi kıymetleri hiçe sayılarak, evsiz ve sabıkalı insanlara mesken olmuş, yangın yerleri ile birlikte asayişin en zor sağlandığı alanların başında gelmiştir.576 Şehir surları, özellikle yakınında yapılacak inşaatlara taş ve tuğla gibi yapı malzemesi sağlamak için tahrip edilmiştir.577 Fotoğraf 83. Edirnekapı Civarındaki Surlardan Tekfur Sarayına Kadar Olan Sahadaki 6 Kale Burcunun Uzaktan Tekfur Sarayı İle Beraber Görünüşü (1936), Encümen Arşivi, Dosya No. 1639. 576 Örneğin 1937 yılında Sarayburnu tarafındaki Bizans dönemine ait mahzenlerin içerisinde bir cinayet işlenmiştir. Bkz; Akşam, 10.01.1937. 577 Politika, 01.03.1930; Zaman, 28.09.1934. Bu amaçla en fazla tahribata uğrayan kısım Edirnekapı ile Yedikule civarıdır. Bkz; Cumhuriyet, 28.09.1935. 170 1931 yılında şehir surlarının artan tahribine karşı Akşam Gazetesi’nin aktardığı çözüm önerisi de oldukça ilginçtir. İstanbul surlarının baştan sona tamire muhtaç olduğundan bahseden gazete, ne Belediye’nin ne de Müzeler İdaresi’nin bütçesinde surların tamirine ayrılabilecek tahsisat olmadığını, bu nedenle ağır hasarlı olup yıkılma tehlikesi bulunan kısımların yıktırılıp taşlarının satılmasını, buradan elde edilecek bütçe ile de daha sağlam durumda bulunan surların tamir edilmesinin gündemde olduğunu yazmıştır.578 Şehir surları yalnızca taş olarak maddi değerleri için değil, çok farklı amaçlar için de tahrip edilmiştir. Mesela Çatladıkapı’daki Marmara Denizi surlarının bir burcu 1933 yılında bazı kişiler tarafından delinerek kumarhane haline getirilmiştir.579 1934 yılında ise polis, Yedikule taraflarında surlar içerisinde oluşturulan bir kumarhaneye baskın 580 yapmıştır. Tekfur Sarayı ve çevresindeki surlar da evsiz ve sabıkalı insanlara mesken olduğundan Fotoğraf 84. Anemos Zindanları’nda Kaçak Rakı Fabrikası Kurulmasına İlişkin Haber, Cumhuriyet, 13.01.1930. içerisi kısa zamanda çöp ve pisliklerle dolmuş, geceleri içeride ateş yakılmış, duvarlara çeşitli yazılar yazılarak yapıya zarar verilmiştir.581 Aynı yapı 1937 yılında ise kaçak bir mezbahaya dönüştürülmüştür.582 Yine bir başka ilginç kullanım örneği de Ayvansaray’da yaşanmıştır. Şehir surlarının bir kısmı ile Anemas zindanları, içerisinde 400 kiloluk büyük bir kazan kurulan kaçak rakı imalathanesine dönüştürülmüştür.583 (Fotoğraf 84.) Tarihi şehir surları açısından bir başka ilginç kullanım denemesi de Topkapı tarafındaki bir burç üzerinde su deposu inşa edilme projesidir. Tarihi burçta İstanbul Belediyesi tarafından terkos su şebekesi için 578 Akşam, 11.11.1931. Akşam, 30.07.1933. Aynı tarihlerde Bukoleon Sarayı’nın içerisinde ise bir balıkçı ailesi yaşamaktadır. Bkz; Akşam, 01.04.1933. 580 Zaman, 07.08.1934. 581 Akşam, 29.11.1932. 582 Cumhuriyet, 01.03.1937. 583 Cumhuriyet, 13.01.1930; Politika, 14.01.1930. 579 171 büyük bir depo yapılmak istenmiş, fakat Asar-ı Atika Encümeni duruma itiraz ederek surların tarihi kıymeti itibariyle su deposu yapılamayacağını bildirmiştir. Belediye, encümene tekrar başvurarak deponun surların tarihi kıymetini bozmayacağını, encümenin halkın ihtiyaçları karşısında alınan tedbirlere karşı koymamasını istemiştir. Asar-ı Atika Encümeni konuyu bir kez daha görüşmüş, ancak kararını değiştirmemiştir.584 Şehir surlarının ardından, şehirdeki hanlar da tarihi kıymeti anlaşılamamış eserler dâhil edilmelidir. grubuna Genellikle Vakıflar mülkiyetinde olan bu hanlar oda oda kiraya verilmiş ya da satılmış, mesken, depo, atölye, mağaza olarak kullanılmıştır. Sıhhi durumları da iyi olmayan bu hanları mesken olarak kiraya vermek yasaklanmıştır. Ancak yine de oda ve han sahipleri yasak olmasına rağmen Anadolu’dan İstanbul’a çalışmaya Fotoğraf 85. “Maili İnhidam Üç Han Yıktırılıyor” Cumhuriyet, 29.02.1932. gelen gençlere bu han odalarını kiraya vermişlerdir.585 İstanbul Belediyesi Fen Heyeti zaman zaman şehirdeki eski han yapılarını teftiş etmiş, mail-i inhidam (çökme tehlikesi bulunan) hanları tespit etmeye çalışmıştır.586 Yapılan denetimlerin ardından bazı hanlar tarihi kıymetleri dikkate alınmaksızın ortadan kaldırılmıştır. 1932 yılında yıktırılan Nuruosmaniye civarındaki Yağlıkçı, Çarşıkapı’daki Sorguççu ve Baltacı Hanları bu grup hanlar arasındadır.587 (Fotoğraf 85.) Tarihi eser bilinci henüz toplum nezdinde oluşmadığı için, halkın yıkılmış durumda olan tarihi eserlerin hatıraları ya da kalıntıları ile de ilgilenmediği, bu son 584 Cumhuriyet, 29.06.1934; Milliyet, 29.06.1934. Benzeri ilginç bir proje de İstanbul sarnıçlarının hava saldırılarına karşı sığınak olarak kullanılma projesidir. İstanbul Belediyesi Fen Heyeti 1936 yılında şehirdeki bilinen sarnıçları harita üzerinde tespit etmiş, ne kadar bir masrafla birer hava sığınağı haline getirilebileceğini ve bu sarnıçlara kaçar kişi alabileceğini tespit etmiştir. Bkz; Haber, 27.03.1936. 585 Akşam, 23.11.1933; Akşam, 19.09.1934. 586 Politika, 24.02.1930. 587 Cumhuriyet, 29.02.1932. 172 nüvelere sahip çıkmak yerine enkazlarının bir an önce kaldırılmalarını talep ettikleri anlaşılmaktadır.588 Bu duruma güzel bir örnek olarak Sirkeci’de Yalı Köşkü Caddesi’nde bulunan Selim Efendi Mescidi verilebilir. Osmanlı’nın son döneminde Liman Han, gümrük binaları ve antrepolarla çevrilen caddede, yapım tarihi tam olarak bilinmeyen Selim Efendi Mescidi 1928’den önceki bir tarihte antrepo binası yapımı için yıktırılmış589, sadece dört kemerden oluşan ve caddeye doğru bir çıkıntı teşkil eden küçük bir bakiyesi kalmıştır. Mescide gelir getirmek için vakfedilen dükkân duvarları olduğu da söylenen 54 metre uzunluğundaki bu kalıntıları Belediye kaldırmak istediğinde Vakıflar idaresi istimlâk bedeli olarak 15.000 lira istemiştir. Belediye bu parayı vermeye yanaşmadığı için kalıntılar olduğu yerde kalmış, hem halkın hem de gazetelerin tepkisini çekmiştir.590 (Fotoğraf 86.) 1929 yılı Temmuz ayında hırsızların cadde üzerinde bir set teşkil eden bu kalıntıların üzerine çıkarak gümrük Fotoğraf 86. Sirkeci’deki Selim Efendi Mescidi’nin Enkazının Kaldırılamamasına İlişkin Tepkiler, Akşam, 10.05.1929. antrepolarını soyması üzerine Gümrük idaresi bir kez daha ilgili makamlara başvurarak enkazın kaldırılmasını istemiştir.591 1 Temmuz 1930’da Vakıflar İdaresi, bina yapacak genişlikte de olmayan bu arsayı Belediye’nin istimlâk etmeyi kabul etmemesini Başvekâlete ve Dâhiliye Vekâletine şikayet etmiştir. Şikâyet üzerine Başvekâlet, İstanbul Belediyesi’ne 588 Haber Gazetesi 24 Mart 1936 tarihli nüshasında “Şehrin Dertleri” başlığıyla verdiği bir haberinde “Şehrin muhtelif yerlerinde bir takım yıkık duvarlar ve taş yığınları vardır ki bunların manzarası şehrin güzelliğini iyiden iyiye bozmaktadır” tespitini yaptıktan sonra Fatih parkının karşısındaki “eski İstanbul’un medreseli dar sokaklarından arta kalan çirkin duvarların”, Beyazıt Meydanı’ndaki “taş yığınlarının” ve Alemdar Sineması karşısındaki “harap duvarların” ortadan kaldırılmasını istemiştir. Gerekli ödenek sağlanamaması durumunda ise duvarların parasız olarak yıkıcılara verilmesini, yıkıcıların taşların maddi değeri karşılığında parasız olarak bu işi yapabileceği hatırlatılmıştır. Bkz; Haber, 24.03.1936. 589 Selim Efendi Mescidi, Tahsin Öz’ün İstanbul Camileri kitabında, Ekrem Hakkı Ayverdi’nin yayınladığı haritada, Alman Mavileri olarak bilinen haritada ve Pervititch haritasında yer almamaktadır. Mehmet Nermi Haskan eserinde kaynak vermeden eserin inşa tarihini H.1305/M.1887 olarak vermektedir. Bkz; Mehmet Nermi Haskan, Hâmid-i Evvel Külliyesi ve Çevresi, İstanbul Ticaret Borsası Yayınları, İstanbul 2018, s. 23. 590 Son Saat, 23.10.1928; Akşam, 10.05.1929; Son Saat, 11.10.1929. 591 İkdam, 11.07.1929; Milliyet, 11.07.1929. 173 bir yazı yazarak istimlâk bedelini ödemesi talimatını vermiştir.592 (Belge 6) Mescidin son kalıntıları da bu tarihten sonra kaldırılmış olmalıdır. Nitekim benzer yönde bir tepki de Saraçhane’deki bir hamamın kalıntıları üzerine yaşanmıştır. Yeşil Tekke Sokağında oturan Hilmi Lütfi Efendi 1929 yılında Son Saat Gazetesine yazdığı mektubunda Saraçhanebaşı’nda Haydarane Mahallesi’nde bulunan, günümüze ulaşamamış Çelebi Hamamı’nın ayakta kalan parçalarının günden güne yıkıldığını, kendi oturduğu sokağa bakan duvarının da çatladığını, eğer bu duvar kontrollü bir biçimde yıktırılmazsa hem caddenin ulaşıma kapanacağından hem de kendi oturduğu 32 numaralı hanenin yıkılma tehlikesi göstereceğinden bahsetmektedir.593 Sahipsiz olduğu anlaşılan ve yıkılma tehlikesi bulunan bu hamam için Fatih Belediye Dairesi, 11 Şubat 1930 tarihinde gazeteye verdiği bir ilan ile hamamın sahibine ulaşılamadığını, 15 gün içerisinde yapının sahibi tarafından yıktırılmasını, aksi takdirde belediyece yıktırılacağını bildirmiştir.594 Fatih Külliyesi’nin Irgatlar Hamamı da kamuoyunda herhangi bir itirazla karşılaşmadan bu dönemde yıktırılmıştır. Irgatlar Hamamı olarak bilinen yapı 1916 yılında çıkan bir yangın sonucu yandığından, yalnız dört duvar kalmış, 1930 yılında da ayakta kalan duvarları yıktırılarak yerine evler yaptırılmıştır.595 Benzer bir durum, Osmanlı Devletine bağlı bir beylik halinde idare edilen Boğdan voyvodalarının ikametlerinde kullandıkları ve Boğdan Sarayı olarak anılan yapıda da yaşanmıştır. Fener ile Karagümrük semtleri arasında geniş bir arazi içinde yer alan bu sarayın II. Bayezid döneminde yaptırıldığı sanılmaktadır. Boğdan Sarayı’nın ayrıca esası Bizans dönemine inen küçük ibadet yeri (şapel) de bulunmaktaydı. Bizans'ın bu bölgedeki eski büyük manastırlarının kalıntısı olan bu yapı, sarayın içinde kaldığından, onun özel kilisesi yapılmıştır. Boyu yedi metreyi geçmeyen bu tek nefli yapı iki katlı idi. Esas ibadet yeri olan üst katını, sonradan yapıldığı açıkça belirli basık bir kubbe örtüyordu. Alt kat ise beşik tonozla örtülü, tek nef halinde olup burası bir mezar mekânı (kripta) idi. Semavi 592 BCA, 30-10-0-0 / 192-314-19. (05.07.1930) Son Saat, 03.04.1929; Son Saat, 06.04.1929. 594 Politika 11.02.1930. 595 Ekrem Hakkı Ayverdi, “Fatih Sultan Mehmed Camii Kebiri ve Külliyesi”, REK İA., C. 10, İstanbul 1971, s. 5555. 593 174 Eyice’nin ifadesine göre şapelin üst katı anlaşılamayan bir sebeple 1930'lu yıllarda bütünüyle yıktırılarak, yalnız alttaki mahzen katı kalmıştır.596 (Fotoğraf 87.) Fotoğraf 87. “Boğdan Sarayı”, Encümen Arşivi, Dosya No. 922. 1933 yılında İstanbul, eski eser bilinci eksikliğinin bir sonucu olarak çok kıymetli bir ahşap sivil mimari örneğini de kaybetmiştir. Bayezid Camii ile aşhane-imaret arasındaki boşlukta, sahaflar çarşısına girişi sağlayan kapının iki yanı ve üzerinde bulunan bu ahşap yapı II. Mahmud tarafından Kasr-ı Hümayun olarak yaptırılmıştır.597 Zemin katının üstünde bir asma kat, bunun üstünde de çifte sıra pencereli, dışa şahnişin çıkmalı esas kasır bulunuyordu.598 Reşat Ekrem Koçu’nun tespit ettiği tarih kitabesinden H.1225/M.1810'da inşa ettirilmiş olduğu öğrenilen bu zarif bina, iç mekân fotoğrafları ve tanımlamalardan da anlaşıldığına göre harap bir hale gelmekle beraber 1930’lu yıllara kadar ulaşmıştı.599 (Fotoğraf 88.) 596 1950'lerde kalan son kısım ev haline getirilmiş, 1970'lerde ise, Boğdan Sarayı Şapeli ve çevresinin mülkiyetinin kendisine ait olduğunu iddia eden bir kişi, buralarda inşaat yapmak için başvurularda bulunmuştur. Eyice’nin tespitine göre Boğdan Sarayı’nın son hatırası olan şapeli de hemen hemen kaybolmuş gibidir. Bkz; Semavi Eyice, “Boğdan Sarayı ve Şapeli”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 292-293. 597 Dönemin gazeteleri yapıyı II. Bayezid dönemine tarihlendirerek II. Bayezid Vakfı’nın idare binası olarak anar ve İstanbul’un en eski evi olarak tanımlar. Aynı tarihte yayımladığı makalesinde Sedat Hakkı Eldem de binayı II. Bayezid dönemine tarihlendirir ve II. Mahmud döneminde tamir gördüğünü söyler. Bkz; Sedad Hakkı (Eldem), “Eski Bir Türk Evi”, Mimar, S. 39 (1934 Mart) s. 80. Tahsin Öz ise Şeyh Hamdullah’ın yazılarını bu binada hazırladığına dair rivayeti kaydeder. T. Öz, a.g.e, C. 1, s. 34. 598 Semavi Eyice, “Bayezid Külliyesi”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 96. 599 “Bayazid Sultan Mahmud Kasrı/ İmaret Kasrı”, REK İA., C. 4, İstanbul 1960, s. 2257-2258. 175 Fotoğraf 88. II. Mahmud tarafından Yaptırılan Kasr-ı Hümayun, Salt Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi. Politika Gazetesi 16 Mart 1930 tarihli nüshasında ahşap binanın istifade edilemeyeceği için tamir edilmediğini, tarihi eser olduğu için de yıktırılamayıp kaderine terk edildiğini bildirir. Habere göre yapı terk edilmiş, güvercinlere yuva olmuş, çıkan son lodos fırtınasında da bazı parçaları daha koparak savrulmuştur. Gazete, binanın kendi kendine çöküp birkaç kişinin ölümüne sebep olmaması için ya tamir edilmesini ya da yıktırılmasını önermiştir.600 Aynı yılın Kasım ayında Belediye, binanın yıkılma tehlikesini dikkate alarak mülkiyet sahibi olan Vakıflara yıkım için müracaat etmiş, Vakıflar da durumu Asar-ı Atika Encümeni’ne bildirmiştir.601 Asar-ı Atika Encümeni’nin direnişi ile üç sene kadar daha ayakta kaldığı anlaşılan yapının yıktırılacağını haber alan Gazeteci Hikmet Feridun (Es) 1933 yılının Şubat ayında binayı ziyaret etmiştir. “İstanbul’un En Eski Evi Nasıl Bir Yerdir? İçinde Ne Vardır?” başlıklı yazısında Hikmet Feridun, binanın yıktırılarak yerine kadınlara mahsus helâ yaptırılacağını kaydeder. Habere göre tamamen terk edilmiş olan bu ahşap yapı sahaflar çarşısında eskicilik yapan Hacı Ali isimli bir zat tarafından “güvercin hastanesi” haline getirilmiş, dört tarafı tellerle çevrili bir oda içerisinde hasta, sakat, topal, bir kanadı kopmuş yahut kuyruğu yolunmuş güvercinler, tedavi edilmeye çalışılmıştır. Hikmet Feridun binayı şu satırlarla tasvir eder; 600 601 Politika, 16.03.1930. İnkılap, 10.11.1930. 176 “İstanbul’un en eski evi hakikatten görülecek şey… Büyük kapıdan içeriye girdiniz mi önünüze büyük bir avlu çıkıyor. Yerde mermerler döşeli. Sağlı sollu birer sarnıç. Eve girmek için iki büyük dâhili kapı. Avluya doğru açık pencerelerde güvercinler kovandaki arılar gibi. Bir pencereden 15-20 güvercin giriyor, öteki pencereden 20-25 güvercin dışarı çıkıyor. Eski evde fevkalâde güzel tahta oymalar var.”602 Yazıda, bu zarif 18. yüzyıl evinin yıktırılması karşısında eskici Hacı Ali’nin düşüncelerine yer verilmesi, toplumun eski eser yıkımlarına ne derece tepkisiz kaldığını göstermesi açısında dikkate değerdir. Hikmet Feridun, yapının yıktırılması hakkında fikrini sorduğunda Hacı Ali; “Burası kadınlar için ayak yolu yapılırsa bu hastane nereye gider? Haydi sağlam güvercinler karşıda, camide tünesin diyelim… Bunları ne yapalım… Bu mesele benim geceli gündüzlü uykumu kaçırıyor… Onların hepsini ciğer parem evladım gibi severim…” cevabını vererek yapı ile Fotoğraf 89. “En Eski Ahşap Bina Yıktırıldı.”, Cumhuriyet, 01.12.1933. ilgili hiçbir bilgisi ve bağı olmadığını göstermiştir..603 Zikredildiği üzere son derece harap bir halde bulunan bu ahşap Kasr-ı Hümayûn 1933 yılı Kasım ayının son günlerinde tarihe karışmıştır.604 (Fotoğraf 89.) Yapının rölöve çizimleri, planı ve birkaç fotoğrafı Sedat Hakkı Eldem tarafından dört ay sonra yayımlanmıştır.605 (Fotoğraf 90.) 602 Akşam, 28.02.1933. Akşam, 28.02.1933. 604 Milliyet, 30.11.1933; Cumhuriyet, 01.12.1933. 605 Sedad Hakkı (Eldem), “Eski Bir Türk Evi”, Mimar, S. 39 (1934 Mart), s. 80-81. 603 177 Fotoğraf 90. “II. Mahmud tarafından Yaptırılan Kasr-ı Hümayun.”, Sedad Hakkı (Eldem), “Eski Bir Türk Evi”, Mimar, S.39 (1934 Mart), s. 81. Halkın ilgisizliğini ortaya koyan benzer bir hadise 1937 yılında İstinye’de yaşanmıştır. O dönemde henüz bir köy olan İstinye’de kadro dışı kalan ve haberde ismi zikredilmeyen bir camii, Vakıflar idaresi ile Maarif idaresi arasındaki anlaşma ile üç dershaneli mektebe dönüştürülmüştür. Fakat minareyi gören ve o civardaki tarlalarda çalıştığı için binanın mektep olduğundan haberi olmayan halk, sık sık abdest alıp namaz kılmak için binaya kadar gelmişler ancak binanın mektep olarak kullanıldığını görüp geri dönmek zorunda kalmışlardır. Yine binanın yeni işlevi ön plana çıkmış, bölge halkı bir dilekçe yazarak “mektep olarak kullanılan bir binada minarenin lüzumsuz ve sakil düştüğünü” söyleyerek minarenin yıktırılmasını istemişlerdir. Akşam Gazetesi de İstinyelilerin bu müracaatlarını haklı bularak ilk sayfadan verdiği haberde minarenin bir an evvel yıkılmasının doğru olacağını bildirmiştir.606 Teze konu edilen dönemde eski eser bilincinin, toplumun eğitimli kesimlerinde dahi ne derece eksik olduğunu gösteren son örnek İbrahim Paşa Sarayı üzerine yaşanan tartışmalardır. Topkapı Sarayı’nın ardından İstanbul’da 20. yüzyıla erişebilmiş en büyük ve en eski saray kompleksi olma özelliğini taşıyan yapı, tarihi süreç içerisinde Enderun 606 Akşam, 19.07.1937. 178 Mektebi, Sadrazam İkametgâhı, Mehterhane ve Defterhane gibi amaçlarla kullanılmıştır. 19. yüzyılın ikincisi yarısından itibaren yıktırılarak arsasına çeşitli binalar yapılması için planlar hazırlanan607 ve bir kısmına 1908 yılında Mimar Vedat Tek tarafından Defter-i Hakanî binası inşa edilen saray yapısı, 1938 yılına kadar 5 avlu 68 müstakil oda ve 6 salon ile ulaşmıştır.608 Saray, Osmanlı’nın son döneminden yıktırılmasına kadar Umumi Hapishane, Maliye ve Evrak Hazinesi, Askeri şubeler ve Dikimhane ambarı gibi kurumlar arasında paylaştırılarak sıradan bir bina gibi her türlü tadilat ve ekler yapılarak kullanılmıştır.609 (Fotoğraf 91. - 96. ) 607 Fransız Mimar Joseph Antoine Bouvard (1840-1920) II. Abdülhamid döneminde İbrahim Paşa Sarayı'nın ortadan kaldırılarak, 480 m uzunluğunda cephesi olan anıtsal bir polis müdürlüğü binasının yapılmasını tasarlamıştır. M. Rıfat Akbulut, “Joseph Antoine Bouvard”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 315-16; Z. Çelik, a.g.e., s. 93-94. 608 Nurhan Atasoy, İbrahim Paşa Sarayı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2012, s. 79, 231; Sedat Çetintaş, İstanbul ve Mimari Yazıları, TTK Basımevi, Ankara 2011 s. 326. 609 1937 yılında içerisinde altı yüz kadar mahkûm bulunmaktadır. Bkz; Akşam, 25.05.1937. Tarihi yapılarda yapılan tamirler ve özensiz kullanımlar, eserlerin tarihi kimliklerini adeta bir örtü gibi kapattığı için, zaman zaman çok kıymetli tarihi yapılar dahi niteliksiz binalar olarak görülerek yıkılmasına müsaade edilebilmiştir. Bu durumdan en çok etkilenen yapı grubu olarak hamamlar zikredilebilir. Eski hamamlar çeşitli sebeplerle yıkılmak istendiğinde camekân kısmının orijinal halini kaybetmiş olması yıkım gerekçesi olarak gösterilmiştir. Bkz; Semavi Eyice, “Çemberlitaş Hamamı”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 484. 179 Fotoğraf 91. İbrahim Paşa Sarayı’nın Avlusundan Bir Görünüm, TTK Arşivi Dosya No. 22-12. Fotoğraf 92. İbrahim Paşa Sarayı’nın Duvar Dokusu, Encümen Arşivi, Dosya No. 2544. 180 Fotoğraf 93. İbrahim Paşa Sarayı’nın Kurşun Kaplı Kubbeleri, TTK Arşivi, Dosya No. 22-12. Fotoğraf 94. İbrahim Paşa Sarayı’nın İç Mekanlarından Bir Görünüm, TTK Arşivi, Dosya No. 2212. 181 Fotoğraf 95. İbrahim Paşa Sarayı’nın At Merdivenleri, TTK Arşivi, Dosya No. 22-12. Fotoğraf 96. Sedat Çetintaş’ın Belgelediği İbrahim Paşa Sarayı’ndan Sütun Başlığı, TTK Arşivi, Dosya No. 22-12. 182 İbrahim Paşa Sarayı için “Doğa Olaylarının Yarattığı Tahribat” bölümünde zikredilen 1933 Aralık ayında yaşanan İstanbul Adliye Sarayı/Darülfünun binası yangını bir dönüm noktası olmuştur. Yangının hemen ardından İstanbul’da yeni bir adliye binası inşası için arsa arandığında ilk akla gelen yerlerden biri İbrahim Paşa Sarayı olmuştur. Cumhuriyet Gazetesi 6 Ocak 1934 tarihli nüshasında “Yeni Adliye Binası Nereye Yapılmalıdır?” başlığıyla verdiği haberinde en münasip yeri İbrahim Paşa Sarayı arsası olarak ilan etmiştir. Haberde saha üzerindeki kütlesel saray yapısının adeta boş bir arsa gibi sunulması da çok ilginçtir; “Yeni Adliye binası nerede yapılmalıdır? Biz, bunun için en müsait yeri gene Sultanahmet’te buluyoruz. Bu yer Tapu ve Kadastro Müdüriyeti binasının bittiği noktadan Âli Ticaret Mektebinin bulunduğu caddeye kadar uzanan ve derinliği Binbirdirek’e kadar giden sahadır. Sultanahmet meydanına nazır olan bu mahallin üç tarafı yoldur. Bu sahanın üstünde ahşap birkaç ev ile askeri dikimhane denilen eski kargir bir bina ile müştemilatı vardır.”610 1934 yılında yapılan bu önerinin ardından yeni adliye sarayının yaptırılacağı arsanın seçilmesi üzerinde uzun etütler yapılmış, konu istimlâkler, şehircilik ve imar planları açısından da değerlendirildiğinde 1937 yılı Mart ayında binanın Sultanahmet bölgesinde yaptırılmasına karar verilmiştir. Adliye Vekâleti, İstanbul’un imar programını hazırlamakla görevli olan Henri Prost’a görüşünü sormuş; Prost, Sultanahmet civarının şehir planında “asar-ı atika mıntıkası” olarak ayrıldığını, yeni tarzda yapılacak bir binanın çevrenin ahengini bozacağını söylemiştir.611 Adliye Vekâleti bu görüşe rağmen İbrahim Paşa Sarayı arsasından vazgeçmemiş, yeni yapılacak binanın cephesi için Prost’un muvafakatinin alınacağını bildirmiştir.612 Prost 1937 Haziran ayı içerisinde İstanbul Belediyesi İmar Müdürü Ziya Kocainan ile yerinde inceleme de yapmıştır.613 610 Cumhuriyet, 06.01.1934. Akşam, 01.03.1937. 612 Akşam, 09.03.1937; Akşam, 14.03.1937. İbrahim Paşa Sarayı’nın arsası öylesine büyüktür ki Vilayet, Belediye, Emniyet Müdürlüğü gibi bütün kamu kurumlarının burada yapılacak binalara taşınması düşünülmüş, saraydan başka Tapu Dairesinin, Ticaret Mektebinin de kaldırılarak çok büyük bir meydan yapılması tahayyül edilmiştir. Prost, Sultanahmet Meydanını bu şekilde genişletmeyi de lüzumsuz bulmuştur. Bkz; Akşam, 21.05.1937. 613 Akşam, 25.06.1937. 611 183 1937 yılı sonlarına kadar devam eden istimlâk çalışmalarının ardından, hapishane olarak kullanılan kısmındaki mahkûmların bir kısmı da 1938 yılı başlarında diğer hapishanelere gönderilmişlerdir. 18 Şubat 1938 tarihinde Akşam Gazetesi’nde yayımlanan bir ilan ile İbrahim Paşa Sarayı’ndan çıkacağı tahmin edilen molozlar, henüz yıktırılmadan, toptan olarak 12 959 lira 35 kuruş ihale açılış bedeli ile satışa çıkarılmıştır. Toptan olarak satışa sunulan malzemelerin cins, tahmini sayı ve perakende olarak satılması istenilen fiyatları şöyledir; 3800 metreküp taş Her metreküpü 2 lira 30 kuruş 88511 tuğla Her 1000 adedi 15 lira 15000 adet kiremit Her 100 adedi 8 kuruştan 58459 metreküp Her metreküpü 30 lira kereste Bunların haricinde yıkımın ardından çıkacak çinko, kurşun ve saire gibi malzeme de bilahare taraflar arasında kararlaştırılan bedeller üzerenden satışa sunulacaktır.614 1938 yılı Mart ayında ise İbrahim Paşa Sarayı’nın yıkım ihalesi yapılmış, ihaleyi on yedi bin liranın üzerinde verdiği teklif ile bir müteahhit kazanmıştır. Kazanan müteahhit yıkıma derhal başlamak üzere, dört ay içerisinde yıkımı tamamlamayı ve arsayı molozlardan da temizleyerek teslim etmeyi vaat etmiştir.615 İhale ile birlikte yıkım süreci başlarken, tarihi sarayın ortadan kaldırılmaması için en önemli mücadeleyi veren isimlerden Mimar Sedat Çetintaş’ın devreye girdiği görülmektedir. 11 Mart 1938 tarihinde Kültür Bakanlığı616 Abideleri Koruma Heyeti 614 Akşam, 18.02.1938. Akşam, 15.03.1938; Cumhuriyet, 15.03.1938 616 Bu dönemde Maarif Vekaleti’nin ismi Kültür Bakanlığı olarak değiştirilmiştir. 615 184 adına yapıyı inceleyen Çetintaş, tarihi bir vesika olarak saklanmak üzere sarayın esaslı surette planlarını ve rölövelerini çıkarmıştır.617 Sedat Çetintaş bu incelemeleri sırasında gördüğü mimari ögelerin, basit ve sıradan bir yapıya işaret etmediğini fark etmiş, sütun, kemer gibi aksamın klasik dönem Osmanlı mimarisine ait önemli göstergeler olduğunu tespit etmiştir. Daha sonraki yıllarda yazdığı bir yazıda Çetintaş, henüz Hapishane Müdürü’nün odasındaki masanın üzerinde plan ve rölöveleri hazırladığı sırada konuyu İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hikmet Onat’a açtığını ancak sert bir tepki ile karşılaştığını hatta çıkan münakaşada Hikmet Bey’in “bağırsanız da çağırsanız da yıkacağım!” dediğini kaydeder.618 Bu tartışmanın ardından İbrahim Paşa Sarayı’nın yıktırılmaması için önemli bir mücadeleye başlayan Sedat Çetintaş konuyu ilk olarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Şemsettin Günaltay’a açmıştır. Çetintaş yaptığı bu girişimi şu sözlerle anlatır; “Hiç unutmam, Zeynep Hanım konağında, imtihanlarla meşgul olmasına rağmen, haber yolladım geldi, dekanlık dairesinde bir odanın halıları üzerine yaptığım planları yayarak, köşelerine sigara tablaları ve saire ile tutturarak kendisine, başka hiç kimsenin haberi olmayan bu muazzam sarayı tarif ettim ve yıktırılmak istendiğini haber verdim.”619 Verdiği izahatın ardından Şemsettin Günaltay’dan destek alan Çetintaş, İlk olarak henüz tamamlanmamış da olsa yaptığı tetkiklere dair hazırladığı raporu, eserin ansızın yıktırılma tehlikesi karşısında bir mektup ile Kültür Bakanı Saffet Arıkan’a göndermiştir. (Belge 7.) Çetintaş’ın 27 Nisan 1938 tarihli mektubu şöyledir; “Çok muhterem bakanımız, İstanbul hapishanesi yerindeki eski eserlerin kıymeti şimdiye kadar nazarlarında meçhul kaldı ise kabahat benim değildir. İş benim elime geçtikten sonra buradaki binaların tahminden daha yüksek ve kıymetli şeyler olduğunu anladım, bunların Cumhuriyet devrinde ve sizin zamanınızda yıktırılmasına tahammül edemeyerek tahkikatımın sonunu beklemeye vakit olmadığından şimdi, müstacelen yüce makamınıza bir rapor sundum, lütfen tetkikini rica ederim. 2 Mayıs 1938’de hapishanedeki binaların yıkılması işi 617 Akşam, 04.04.1938; TTK Arşivi, 22/12; Sedat Çetintaş’ın 10.08.1938 tarihli raporu. Bu ve bundan sonra TTK Arşivi’nden kullandığım belge ve fotoğrafları benim için temin eden Serkan Kılıç’a teşekkür ederim. 618 S. Çetintaş, a.g.e., s. 330. 619 S. Çetintaş, a.g.e., s. 329. 185 Nafiaca ihale edilecekmiş bu ihaleden bizim kıymetli eserlerim hariç tutulması için kuvvet ve himayenize sığındığımı hürmet ve minnetlerimle arz ederim.”620 Kültür Bakanı Saffet Bey, Çetintaş’ın mektubunu “Bu zatın kıymetli eserler hakkındaki mütalaasının yerinde olup olmadığını ancak yüksek kurumunuz takdir buyuracaktır” ifadeleri ve görüşlerini bildirmesi istemiyle 30 Nisan 1938’de Türk Tarih Kurumu’na göndermiştir.621 Türk Tarih Kurumu, 7 Mayıs 1938 günü Ankara’da yaptığı ve Sedat Çetintaş’ın da davetli olup, kurum üyelerine sarayın fotoğrafları ile beraber sunum yaptığı toplantıda, yapının bir kez de İstanbul’da Prof. Şemsettin Günaltay başkanlığında kurulacak bir komisyon tarafından tetkik edilmesine karar vermiştir. Günaltay’a görevi tebliğ için yazılan 9 Mayıs tarihli mektupta konunun çok acil olduğu, komisyonun binayı hemen görerek bir rapor hazırlaması gerektiği bildirilmiştir.622 TTK, kararın Kültür Bakanlığı’na bildirildiği yazıda ise Mimar Sedat Çetintaş’ın verdiği izahata nazaran binanın kıymetli bir Türk sanat eseri olması ihtimaline binaen, tamiri mümkün olmayan hatalar yapılmaması adına, kurulan komisyonun raporu gelinceye kadar yıkımın ertelenmesi için gerekli girişimlerin yapılmasını talep edilmiştir.623 Türk Tarih Kurumu gibi dönemin kültür-sanat alanındaki en önemli uzmanlarından oluşan bir kurulun dahi, sütun başlıkları, kemer, kubbe, tonoz gibi mimari elemanlar ve duvar örgüsü Klasik dönem Osmanlı mimarisine işaret eden bir yapı için “kıymetli bir Türk sanat eseri olması ihtimali”nden bahsetmesi son derece ilginçtir. Yazının ardından Kültür Bakanlığı, Adliye Bakanlığı’nın yıkım işini bir süreliğine ertelemesini, binanın tarihi kıymetinin araştırılması için müsaade edilmesini istemiştir.624 17 Mayıs 1938 günü mesele, ilk defa kamuoyuna hacimli ölçüde yansımış, Sedat Çetintaş saray üzerine yaptığı incelemelerle ilgili Akşam Gazetesine bir röportaj vermiştir. (Fotoğraf 97.) Çetintaş, İbrahim Paşa Sarayı için yaptığı incelemeleri ve tespitleri şu sözlerle aktarır; 620 TTK Arşivi, 22/12 Sedat Çetintaş’ın 27.04.1938 tarihli mektubu. TTK Arşivi, 22/12; Kültür Bakanı Saffet Arıkan’ın Türk Tarih Kurumuna 30.04.1938 tarihli yazısı. 622 TTK Arşivi, 22/12; Türk Tarih Kurumu Başkanı Hasan Cemil Çambel’in Şemsettin Günaltay’a 09.05.1938 tarihli mektubu. 623 TTK Arşivi, 22/12; Türk Tarih Kurumu’nun Kültür Bakanlığına 09.05.1938 tarihli yazısı. 624 Akşam, 14.05.1938 621 186 “Şimdiye kadar hapishanenin bulunduğu adadaki binaların yalnız zemin kat planını çıkarabildim. Araya Edirne abidelerinin tescili ve daha sonra da Ankara seyahati ve Ankara şehri abidelerinin tescili işleri girmeseydi mesai biraz daha ilerlemiş olurdu. Mamafih bu kadarcık mesai muhassalası dahi bence buradaki binaların hüviyeti hakkında kati hükümler verdirebilecek mertebeyi bulmuştur… İşte bu geniş sahaya yayılmış olan binalar bir kül olarak on altıncı asrın klasik stiline göre ve çok zengin bir müessese olarak yaşamaktadır…”625 Fotoğraf 97. Sedat Çetintaş’ın Yıktırılmak İstenen Hapishane Binasının Esasında İbrahim Paşa Sarayı Olduğunu Kamuoyuna İlan Ettiği Mülakat, Akşam, 17.05.1938. 625 Akşam, 17.05.1938. 187 Henüz araştırmalarını tamamlamadığını söyleyen Çetintaş, yapı ile ilgili vardığı kanaati “şimdi yarı tahmin şekilde arz edebilirim ki burası ya Acemi Oğlanlar Mektebi yahut İbrahim Paşa Sarayı’dır” sözleriyle ifade etmiştir. Eserin 19. ve 20. yüzyılda yapılan tadilat ve eklerle tarihi siluetini kaybettiğini de bildiren Sedat Çetintaş, “Bunların yıkılması doğru mudur?” sorusu karşısında biraz da çekimser bir tavırla “Bu cihetten mütalaa beyan edecek vaziyette değilim. Ancak şahsi kanaatim bu binaların çok kıymetli olduğudur. Bu kıymetten lazım gelen makamları haberdar ettim. Cumhuriyet kültürü yapıcı ve daima yapıcıdır. Fakat mimari ve tarihi abidelerin korunma işi ve bunlar üzerindeki hassasiyet Cumhuriyet devrinde misli görülmedik bir samimiyete dayanmaktadır. Bu itibarla diyebilirim ki Cumhuriyet hükümeti birçok adliye sarayları yapacak, fakat buradaki binaların kıymetlilerini yıkmayacaktır. Ben müsterihim.” cevabını vermiştir.626 Sedat Çetintaş’ın bu demeçleri gazetede yayımlandığı gün yani 17 Mayıs 1938 günü İstanbul’da yapıyı incelemekle görevli komisyonun iki üyesi Güzel Sanatlar Akademisi hocalarından Mimar Sırrı Bilen ve Mimar Sedat Hakkı Eldem komisyon başkanı Şemsettin Günaltay’a hazırladıkları raporu sunmuşlardır. İbrahim Paşa Sarayı’nı 13 Mayıs’ta yerinde inceleyen bu iki isim yazdıkları son derece kısa raporlarında şu ifadeleri kullanmıştır; “Mezkûr binanın mimari bakımından klasik devre ait sivil Türk mimarisinin pek kıymetli bir eseri olduğu görülmüştür. Bu eserin velev ki bir kısmının bile olsa yıkılmak suretiyle tahribinin caiz olamayacağı mütalaasıyla raporumuzu sunarız.”627 (Belge 8.) Komisyon başkanı Şemsettin Günaltay, 20 Mayıs 1938’de Türk Tarih Kurumu’na komisyon adına yazdığı tek sayfalık raporunda yapının –yanlış olarak- 17. yüzyılda Sedefkâr Mehmet Ağa tarafından inşa edildiğini bildirdikten sonra kısaca tarihinden 626 Akşam, 17.05.1938. TTK Arşivi, 22/12; Mimar Sırrı Bilen ve Mimar Sedat Hakkı Eldem’in 17.05.1938 tarihli raporu. Mimar Sedat Hakkı Eldem’in çok açık ifadelerle İbrahim Paşa Sarayı’nın çok kıymetli bir tarihi eser olduğunu ve bir kısmının dahi yıktırılmasının önüne geçilmesi gerektiğini bildirdiği bir rapora imza atmasına rağmen, sonraki yıllarda eserin yıktırılmasını desteklemesi, İbrahim Paşa Sarayı’nın ortadan kaldırılması ile açılacak arsa için Adliye Sarayı projesi hazırlaması bir mimar ve mimarlık tarihi hocası açısından son derece ilginç bir durumu açığa çıkarmıştır. 627 188 bahsetmiş ve son görüş olarak da “bina tarihi kıymete haiz muazzam Türk eserlerinden biridir. Bu sahada boş ve geniş arazi bulunduğundan bu binaya dokunulmayarak adliye binasının yapılması imkânı vardır. Burası da tamir edilmek suretiyle adliye evrak hazinesi olarak kullanılabilir” fikrini sunmuştur.628 Sedat Çetintaş’ın, yıktırılarak yerine İstanbul Adliye Sarayı yaptırılmak istenilen binanın aslında 16. yüzyıla kadar dayanan İbrahim Paşa Sarayı olduğunu iddia etmesi kamuoyunda İbrahim Paşa Sarayı tartışmasını da başlatmıştır. Çetintaş’a göre binayı yıktırmak isteyen İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hikmet Onat, siyasi gücünü kullanarak bazı gazetecileri yanına çekmiş, sarayın tarihi bir kıymeti olmadığına dair Ankara’nın kararını etkileyebilecek yayınlar yaptırmıştır. Çetintaş’ın sarayın tarihi ve mimari bir kıymeti olamadığını ispat etmek için uğraştığını iddia ettiği bir isim ise İbrahim Hakkı Konyalı’dır.629 Yazarlar, akademisyenler ve gazeteciler gibi dönemin önde gelen pek çok şahsiyeti saray ile ilgili lehte ya da aleyhte fikirlerini gazete sütunlarında paylaşmışlardır. Tartışmalar, toplumun eğitimli kesiminde dahi eski eser bilincinin ne kadar zayıf olduğunu göstermesi açısından da oldukça ilginçtir. (Tablo 11.) Zikredildiği üzere 1938 yılı Mart ayında İbrahim Paşa Sarayı’nın yıktırılması için bir müteahhit tarafından kazanılan ihale, ihale bedeli yüksek bulunduğundan dolayı iptal edilmiştir.630 İhalenin iptal edilmesinin Sedat Çetintaş’ın Ankara bürokrasisi nezdinde yaptığı ilk girişimin bir sonucu olarak da görülebilir. Ancak aynı ihale Türk Tarih Kurumu tarafından hazırlanan uzman raporuna rağmen 2 Haziran 1938 tarihinde yeniden yapılmış, gazetelerde mimar olduğu ifade edilen Cemil Bey, yıkım ihalesini arsayı ekim ayında teslim etmek üzere 22.000 lira teklif bedeli ile kazanmıştır.631 İhalenin sonuçlanması ile birlikte Sedat Çetintaş bir kez daha yayın faaliyetlerine başlamıştır. 5 Haziran 1938 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımladığı “Kör Kazma Hortlayabilir Mi? Sinan Eseri Olan Atmeydanı Sarayı Yıkılamaz” başlıklı yazısında sarayın hususiyetlerini uzun uzadıya anlatıp mutlaka korunması gerektiğine vurgu yapmıştır. Kendisi de bir memur olduğundan dengeleri iyi kurmaya çalışmış ve yıkım ameliyesinden doğrudan hükümeti mesul tutmamaya çalışmıştır; 628 TTK Arşivi, 22/12; Şemsettin Günaltay’ın 20.05.1938 tarihli raporu. S. Çetintaş, a.g.e., s. 329. 630 Cumhuriyet, 02.08.1938. 631 İkinci ihale ilk ihaleye göre 6.000 lira düşük fiyatla kapanmıştır. Bkz; Akşam, 04.06.1938; Tan, 05.06.1938. 629 189 “Geçenlerde bir muhterem dostum bana ihtar ediyordu. – Bu iş hükümet işidir; hükümet ister ve lüzum görürse daha büyüklerini de yıkar. Sen ne telaş ediyorsun? Evet. Hükümet isterse yıkar, bu hükme ezelden evet diyenlerdenim. Fakat unutmayalım ki hükümet kıymetli mimari abidelerimizi katiyen yıkmak istemez, onların en samimi ve candan hamisidir. Ancak o binanın kıymetini hükümet nazarında tebarüz ettirmek lazımdır.”632 Cumhuriyet devrinde Osmanlı’ya nazaran eski eserleri koruma adına daha fazla gayret gösterildiğini de ifade Çetintaş, son hükmü ve kendisine biçtiği görevi şöyle açıkları; “Şu halde, Cumhuriyet Hükümeti’nin Sinan’ın on altıncı asırda yaptığı meşhur Atmeydanı Sarayı’nın kör kazmaya kurban olmasını katiyen istemeyeceği muhakkaktır. Ancak dediğim gibi bu sarayın kıymetini hükümet nazarında tebarüz ettirmek şarttır. Bunu yapacak kimse kalmadı ise bu işi ben üzerime alıyorum. Davanın bütün avakıbını [sonuçlarını] ve bütün mesuliyetini kabul ederek, burada klasik devirden kalma muazzam bir saray bulunduğunu haber veriyorum.”633 (Fotoğraf 98.) Yazının yayımlanmasının ardından kamuoyunda bir süre sessizliğin yaşandığı görülmektedir. 1938 yılı Haziran ayına ait her hangi bir belge de tespit edilememiştir. Ancak Çetintaş’ın bu yazısının Ankara nezdinde önemli bir etki yarattığı ve yıkımın hemen başlamadığı anlaşılmaktadır. Nitekim sonraki yıllarda yazdığı bir yazısında Çetintaş, yukarıda zikredilen yazısının ardından Başsavcı Hikmet Bey’in Ankara’ya giderek Adliye Vekâleti nezdinde girişimlerde bulunduğunu, özellikle de Adliye Vekili Şükrü Saraçoğlu’nu etki altına aldığını iddia etmiştir.634 Gerçekten de Hikmet Onat, bu tarihlerde Ankara’ya gitmiş, 28 Fotoğraf 98. “”Kör Kazma Hortlayabilir mi? Sinan Eseri Olan Atmeydanı Sarayı Yıkılamaz.”, Cumhuriyet, 05.06.1938. 632 Akşam, 05.06.1938. Akşam, 05.06.1938. 634 S. Çetintaş, a.g.e., s. 402. 633 190 Haziran 1938’de İstanbul’a dönmüştür. Dönüşte gazetecilere yaptığı açıklamada Ankara’ya idari işler hakkında bakanlık ile görüşmek için gittiğini, Adliye Sarayı’nın inşaatına 1938 yılı içerisinde başlanacağını kuvvetle düşündüğünü söylemiştir.635 Sedat Çetintaş’ın, yapılan arkeolojik kazılar sırasında Sultanahmet Cami’nin temellerinin zarar göreceği iddialarına karşı yazdığı 18 Temmuz 1938 tarihli yazıda konuyu İbrahim Paşa Fotoğraf 99. İbrahim Paşa Sarayı’nın Tarihi Kıymeti Olup Olmadığını Tespit için Komisyon Kurulması Kararı İle İlgili Haber, Cumhuriyet, 21.07.1938. Sarayı’na getirmesi ve yazıya alt başlık olarak seçtiği“Ne gariptir ki ecnebi bir âlim bir Bizans Sarayını meydana çıkarmaya çalışırken, biz biraz ileride sapasağlam bir Türk Sarayını (Atmeydanı Sarayı’nı) yıkmaya çalışıyoruz” ifadeleri Ankara’yı İbrahim Paşa Sarayı hakkında tekrar harekete geçirmiştir. Mimar, yazısında şu ifadelere yer vermiştir; “Bizler on altıncı asır başlarından kalma ve sivil mimarimiz tarihinde eşsiz bir kıymetle sapasağlam yaşamakta olan bir Türk sarayını (Atmeydanı Sarayı’nı) şunun bunun sözüne uyarak, şunu ve bunu vesile edinerek, mutlaka yıkıp ortadan kaldırmaya uğraşırken diğer taraftan bir ecnebi âlim gelip bu sarayın iki yüz metre yakınındaki toprakları kazıp yedi sekiz metre aşağıda bir Bizans sarayını meydana çıkarmak için ihtisasla mesleki heyecanla ve oldukça mühim bir masrafla çalışmaktadır.”636 Bu yazıdan birkaç gün sonra Dâhiliye ve Kültür Bakanlığı ortak bir karar alarak İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ başkanlığında Adliye, Dahiliye, Kültür Bakanlıkları temsilcileri ile Türk Tarih Kurumu, Müzeler İdaresi ve Vakıflar temsilcilerinden oluşan 635 636 Tan, 30.06.1938. Cumhuriyet, 18.07.1938. 191 16 kişilik bir komisyon kurulmasına karar vermiştir.637 (Fotoğraf 99.) Komisyon üyeleri ile ilgili dönemin gazetelerinde farklı haberler yer almaktadır. Yapılan araştırmada komisyona ait herhangi bir belgeye de rastlanmamıştır. Zaman zaman haberlerde faklı isimlerden bahsedilmesi üyelerin bazılarının sonradan dahil olduğunu bazılarının ise üyelikten çekildiğini düşündürmektedir. Keza Mükrimin Halil Yinanç karar toplantısına seyahatte olduğu gerekçesi ile katılamamış yerine Osman Şevki Uludağ vekâlet etmiş ve oy kullanmıştır.638 Karar celsesinde oy veren üye sayısının 17 olduğu tespit edilmiştir. Tespit edilebilen üyelerin isimleri şöyledir; 1. İstanbul Cumhuriyet Müddeiumumîsi (Baş Savcısı) Hikmet Onat, 2. İstanbul Belediyesi Fen İşleri ve İmar Müdürü Ziya Kocainan 3. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı ve Türk Tarih Kurumu Azasından Şemsettin Günaltay (Günaltay ayrıca Sivas Milletvekilidir.) 4. İstanbul Maarif Müdürü Tevfik Kut 5. İstanbul Müzeleri Umum Müdürü Aziz Ogan 6. Nafia Başmimarı Bedri Bey 7. Mimar Sedat Çetintaş 8. Asar-ı Atika Encümeni Üyesi Efdalettin Tekiner 9. Yeni Yapılacak Adliye Sarayı projesini çizen mimar Mimar Asım Kömürcüoğlu 10. Mimar Sedat Hakkı Eldem 11. Mimar Vedat Tek 637 638 Cumhuriyet, 21.07.1938. Cumhuriyet, 19.08.1938. 192 12. İstanbul Üniversitesi Hocalarından Mükrimin Halil Yinanç (Son toplantıda seyahatte olduğundan yerine Türk Tarih Kurumu Üyelerinden Konya Milletvekili Osman Şevki Uludağ katılmıştır) 13. İstanbul Milletvekili Salah Cimcoz 14. Belediye Mektupçusu Osman Nuri Ergin 15. Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu 16. Mimar Mahzar Altan Komisyon ilk toplantısını Vali Muhittin Bey başkanlığında 28 Temmuz 1938’de yapmış, toplantıda komisyonun nasıl çalışacağı üzerine konuşulmuş ve yapılacak yerinde incelemenin esasları belirlenmiştir.639 Heyet, Sedat Çetintaş’ın ortaya attığı iddiaları incelemek üzere sonraki günlerde de toplanarak çalışmalarını sürdürmüştür. Önemli kültür insanlarının üye bulunduğu komisyon toplantılarının oldukça hararetli geçtiği anlaşılmaktadır. Dönemin gazetelerinde toplantılarda yapının fonksiyonu ve tarihlemesi ile ilgili tartışmaların yaşandığı, komisyon üyelerinin yapının esasında ahır, kervansaray, hastane, imaret olarak inşa edildiğini iddia ettiği yer almaktadır.640 Buradaki ilginç bir nokta da Sinan çağından sonra yapılmış bu tarz eserlerin korunmaya layık olmadığı gibi ilginç bir durumun açığa çıkmasıdır. Çetintaş’a göre komisyonda en yetkin isimler Üniversite, TTK ve Eski Eserleri Koruma Encümeni delegeleridir ve tamamıyla kendisi ile aynı fikirdeydiler. Ancak sayı olarak azınlıkta kalan bu grubun karşısında Belediye ve Vilayet memurları sayıca kalabalığı teşkil ediyordu. Yine Çetintaş’ın bildirdiğine göre komisyonda hiçbir görevi olmadığı halde Başsavcı Hikmet Bey’le beraber Gazeteci İbrahim Hakkı Konyalı da toplantılara katılmıştır. İki ismi de komisyonu etkilemekle suçlayan Sedat Çetintaş, İ. H. Konyalı için şu sert değerlendirmelerde bulunmuştur; “Ankara’dan aldıkları direktifle olmalı ki Hikmet Onat ile İbrahim Hakkı Konyalı mütehassısları ve profesörleri susturmaya kalkışarak hepimizden daha yüksek konuşuyorlardı… İbrahim Hakkı Konyalı, aramızda hepimizden salahiyetli birer ilim azası gibi konuşuyor, herkesten çok 639 640 Akşam, 29.07.1938; Cumhuriyet, 29.07.1938. Son Posta, 01.08.1938. 193 gürültü yapıyordu.641 Mimara göre komisyonu sevk ve idare eden Vali de açık ve pervasız bir tarafgüderlikle neticeyi Ankara’nın isteğine uygun bir şekilde kara kaplı kitaba uydurmaya çalışıyordu.642 Komisyon çalışmalarını bu gergin ortamda yürütürken İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hikmet Onat, hapishane olarak kullanılan sarayı gazetecilere gezdirmiştir. (Fotoğraf 100.) Henüz komisyonun tetkik etmediği sarayı, Hikmet Bey’in, gazetecilere gezdirerek toplum nezdinde kamuoyu oluşturma çabası, esasında iki grup arasındaki mücadelenin ne denli büyük olduğunun bir göstergesidir. Hikmet Bey gezi boyunca yapının korunmasını isteyenlerin, burasının İbrahim Paşa Sarayı olduğunu ispat edemediğini noktası söylemiştir. olarak ise İspat Fotoğraf 100. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hikmet Onat’ın Hapishane Binasını Gazeticelere Gezdirmesi İle İlgili Haber, Yeni Sabah, 31.07.1938. yapının mimarının kim olduğunun tespitini seçmiştir; “Ben tarihi eserlerin üzerine titrerim, Hiç birinin yıkılmasına taraftar değilim. Fakat şu hapishane ismi altındaki mezbeleyi yıkmaya kalkılınca ortaya bazı muarızlar çıktı. Buranın eski ve büyük bir saray olduğunu iddia ettiler, Fakat muarızlara: -Peki mademki bu bir eski saraydır. Kimin tarafından yapılmıştır? Kimin sarayıdır? Bu hususta vesaikiniz nedir? Diye sorulunca ortaya hiç bir vesika koyamıyorlar ve müspet bir şey söyleyemiyorlar. Evet anlarım. Bu saray şayet meselâ İbraniler veya daha eski bir devre ait olsaydı, buranın mimarını, kimin sarayı olduğunu 641 642 S. Çetintaş, a.g.e., s. 330 S. Çetintaş, a.g.e., s. 330 194 bilmemeğe cevaz verilirdi. Fakat Osmanlı İmparatorluğu zamanında mimarların, padişahların, vezirlerin yaptırdıkları bütün eserler tespit edilmiştir. Bu sarayın kimin tarafından ve kimin için yapıldığı nasıl anlaşılmaz? Ben 27 senelik adliye memuruyum. Bu işe zabıt kâtipliğinden başladım. Bana şimdi bu 27 sene içinde bir adliye kararı gösteriniz. İmzasına bakmadan bu kararın hangi reis tarafından verildiğini derhal size söyleyeyim. Âsar-ı atika mimarları, bir sarayın, hem de kıymeti olduğunu iddia ettikleri ve nispeten yakın bir devirde yapılan bir binanın kimin eseri ve kimin için yapıldığını nasıl bilmezler? 643 Hikmet Bey’in, sarayın yıktırılmasını sağlamak için tarihi delillere yönelmesi de oldukça ilginçtir; “Malumdur ki her devrin mefkûresi ayrı ayrı şekillerde tecelli eder. Mevzuumuz, bundan evvelki devirlere ait olmuş bulunsaydı, “Burası âsar-ı atikadır, yıkılamaz, şeriat böyle emreder! şeklindeki mütalaalara sebebini sormadan boyun eğerdik. Fakat bugünkü haliyle hiç bir kıymeti olmayan bu harabe hakkındaki tarihi malumatın neden ibaret olduğunu hapishane binasının yıkılmaması hakkında bilhassa neşriyatta bulunarak itiraz eden tarihçilerimizden Bay Efdalettin ve Mimar Bay Sedat’tan dün sordum. Aldığım cevapta buranın İbrahim Paşa Sarayı olduğunu bildiriyordu. Aslen adliyeci olmaklığıma rağmen bu iş üzerinde yaptığım basit araştırma ile İbrahim Paşa Sarayı enkazının hapishanenin sol tarafındaki yıkık duvarlardan ibaret olduğunu tarihi delâille tesbit ettim… [Komisyon toplantısında] Bay Efdalettin burasını I. Ahmed’in darüşşafaka olarak yaptırdığını ileri sürdü. Hâlbuki tetkik ettiğimiz I. Ahmed’in vakfiyesinde aynen şu sözler yazılıdır: “Ben darüşşafakamı, imarethanemi, tabhanemi, camiimin cenubunda ve mektebimi de camiimin şimali şarkisinde, yaptırdım.” Yaptığımız araştırmalarda bu İmaretlerin olduğu gibi sanayi mektebinin arkasında olduğu meydana çıktı.”644 643 644 Akşam, 31.07.1938. Yeni Sabah, 31.07.1938. 195 Adeta bir tarihçi gibi değerlendirmelerde bulunan başsavcının bu görüşleri bir uzman yardımı ile sarf ettiği düşünülebilir. Keza başsavcı sadece İbrahim Paşa Sarayı ile ilgili değil, bölgenin Bizans dönemi hakkında da yorumlarda bulunmuştur; “Deniliyordu ki bilhassa binanın ve müştemilâtının altında kıymetli Bizans eserleri gizlidir. Bu mesele etrafında da gerek ecnebi ve gerekse öz mütehassıslarımız nezdinde yaptığım temaslarda ve eski eserler üzerindeki araştırmalarımda burasının Bizans devrinde alelâde bir setten ibaret olduğunu ve buradan dikili taşa kadar bir araba yolunun uzanmakta olduğu neticesine vardım.”645 Başsavcı Hikmet Bey, gezi sırasında sarayın en harap yerlerini gazetecilere göstermiş, böyle bir harabenin İbrahim Paşa Sarayı olamayacağına ikna etmeye çalışmıştır. Gazetecilerle birlikte merdivenlere geldiği sırada “-Aman.., birer birer geçelim... Zira merdivenlerin birdenbire yıkılıp aşağı düşmemiz çok muhtemeldir”, kubbelerin üstünde ise “-Aman dikkatli basınız... Zira bastığınız yerin birdenbire çökmesi ihtimali çok kuvvetlidir” ifadelerini kullanması yine kamuoyunu etkileme çabaları olarak değerlendirilebilir.646 Ziyaretin ertesi günü hemen hemen tüm gazeteler Hikmet Bey’in açıklamalarını ilk sayfadan vermiştir. Başsavcının bu yoğun çabaları, “Osmanlı kültürüne ve eserlerine duyduğu bir düşmanlığın sonucu mu?” sorusunu akıllara getirebilir, ancak süreç boyunca basında Osmanlı kültürü veya mimarisini küçümseyen bir beyanatına rastlanmamıştır. Başsavcı Hikmet Bey’in gazetecilere düzenlediği geziden birkaç gün sonra, İbrahim Paşa Sarayı’nın tarihi kıymetini değerlendirmekle görevli komisyon da yerinde inceleme yapmıştır. İncelemeye Sedat Çetintaş da katılmış, komisyon üyelerine bina ile 645 646 Yeni Sabah, 31.07.1938. Akşam, 31.07.1938. 196 ilgili fikirlerini aktarmıştır.647 (Fotoğraf 101.) Gazetelerin aktardığına göre Çetintaş’dan başka, Mükrimin Halil Yinanç ve Efdalettin Bey de sarayın tarihi kıymeti olduğunu çalışmış, açıklamaya yıkılmasına şiddetle karşı çıkmışlardır. Bu fikirlere karşı sarayın yıktırılmasını destekleyenler de düşüncelerini dile getirmiş, zaman zaman sert tartışmalar yaşanmıştır. Örneğin komisyon üyesi İstanbul Milletvekili Salih Cimcoz yapılan tetkik gezisinde yapıyı Fotoğraf 101. Komisyonun Yaptığı Yerinde İnceleme İle İlgili Haber, Cumhuriyet,04.08.1938. kervansaray olarak tanımlamış ve mimari kıymetsizliğini “Bu kervansarayın eşsiz olduğunu söylüyorlar. Hâlbuki bu bina Gebze’deki Çoban Mustafa Paşa’nın kervansarayı yanında ahır bile olmaz. Yurdun her köşesinde bu çeşit binalara sık sık rastlarız. Bence hiçbir kıymeti yoktur” sözleriyle ifade etmiştir.648 Başsavcı Onat, Vali Üstündağ’a parmağı ile bir bölgeyi gösterip: “Bakınız şuraya! Ne kadar gayr-i fenni yapılmış!” deyince Çetintaş kendimi tutamayarak “Hikmet Bey bilmediğin şeye karışma sen onu da diğerleri gibi bilmezsin!” cevabını vermiştir.649 Komisyon toplantılarında olduğu gibi tetkik gezisinde de tartışmalar özellikle sarayın mimarının kim olduğu noktasında düğümlenmiş, Sedat Çetintaş’ın yapının mimarının tam olarak tespit edilemediğini söylemesi üzerine Vali Muhittin Üstündağ, mimarının kim olduğunda ihtilafa düşülen bir eserin tarihi kıymetinde neden bu derece ısrar edildiğini öğrenmek istemiştir. Çetintaş, verdiği cevabında birçok büyük abidenin mimarının kati suretle tespit edilemediğini, Beyazıd Camii örneği ile açıklamaya çalışmıştır.650 Komisyona üye olmamasına rağmen İbrahim Hakkı Konyalı’nın da bu yerinde incelemeye katıldığı ve komisyon üyelerini yönlendirmeye çalıştığı 647 Cumhuriyet, 04.08.1938. Tan, 04.08.1938. 649 S. Çetintaş, a.g.e., s. 330 650 Cumhuriyet, 04.08.1938. 648 197 anlaşılmaktadır. Keza Sedat Çetintaş sonraki yılarda yazdığı bir yazıda durumu şöyle anlatır; “...İbrahim Paşa Sarayı’nın damlarındayız, İbrahim Hakkı Konyalı yüksek sesle konuşmayı o derece ileri götürmüştü ki Mükrimin Halil kendini tutamayarak haykırdı; “Sen sus burada âlimler toplanmış bir ilim konusu konuşuluyor, senin ne işin var burada? Sus ve geri çekil git!...”651 Son Posta Gazetesi’nin yapılan inceleme ilgili verdiği tespit de oldukça ilginçtir. Gazete, haberi “Hapishanenin Tarihi Kıymeti Olmadığı Anlaşıldı” gibi kesin bir başlıkla vermiş, metin içerisinde ise “Hapishane binasının tarihi bir bina olduğunu iddia eden Mimar Sedat Çetintaş bu iddiasını ispat edememiş, İbrahim Hakkı Konyalı, Mimar Kemal Altan, Müddeiumumî Hikmet Onat, hapishane binasının yıkılmasında bir mahzur olmadığını vesikalar göstermek suretiyle komisyon azalarına anlatmışlardır.” şeklinde ifadelerle kesin hükümler vermiştir.652 Durumun vahameti üzerine Sedat Çetintaş Cumhuriyet Gazetesi’nin 5 Ağustos 1938 tarihli nüshasında Adliye Vekili Şükrü Saraçoğlu’na hitaben bir açık mektup yayınlamıştır. Mektubunda kendi iddialarını idari personele, devletin memurlarına, muharrirlere değil, âlimlere, tarihçilere, arkeologlara ve mimarlara tetkik ettirilmesini istemiştir. Başsavcı Hikmet Bey ile ilgili düşüncelerini ise oldukça açık bir dille ifade etmiştir; “Muhterem Müddeiumumîmiz Hikmet Onat evvela kendileri aldanıyorlar, gazete muhabirlerini çağırıp neşriyat yaptırmakla ve yahut herhangi bir gazete başmuharriri ile birlikte nokta-i nazarını propagandaya sevk etmekle bu koca hakikat tahrif edilebilir ve bu tarihi saray gizlenebilir mi ve hiç Saraçoğlu gibi çok iyi düşünen bir Vekilimizi bir kapris peşinde sürükleyebilir mi?” Çetintaş, mektubun sonunda binanın, idareye bağlı memurların ağırlıklı olduğu bir komisyon tarafından değil, Türk Tarih Kurumu tarafından seçilecek âlimler, arkeologlar ve mimarlar tarafından incelenmesini istemiştir.653 Yazının yayınladığı gün, komisyon da yine Vali Muhittin Bey başkanlığında toplanmış, yapılan hararetli 651 S. Çetintaş, a.g.e., s. 330 Son Posta, 04.08.1938. 653 Cumhuriyet 05.08.1938. 652 198 tartışmalar kadar gazete sütunlarına yansımıştır. Çetintaş’ın sonraki Sedat yıllarda kaleme aldığına göre Hikmet Onat bu toplantıda “Ben abidelere hürmetkâr olmasa idim sizin saray dediğiniz şeyi çoktan yıktırırdım” demesi üzerine Şemsettin Günaltay gürleyen bir sesle “Sen onu yıktırmazdın, eğer farzımuhal yapabilseydin o hapishaneye kanun seni tıkardı” cevabını gazetelere vermiştir.654 de Mesele yumuşatılarak Fotoğraf 102. “Hapishane Binası İşinde Münakaşalı Bir Toplantı”, Cumhuriyet, 07.08.1938. yansımış, Şemsettin Günaltay’ın cevabı “Adliye, bu cinayeti yapamaz. Siz şahsen bunu yaptığınız takdirde bir cürüm işlemiş olurdunuz” şeklinde çıkmıştır.655 Toplantıda İbrahim Paşa Sarayı’nın bir kez de uzman mimarlar tarafından incelenmesine karar verilmiş ve İstanbul Belediyesi İmar Şubesi Müdürü Ziya Kocasinan, Güzel Sanatlar Akademisi hocalarından Arif Hikmet Koyunoğlu ile Sedat Hakkı Eldem, Vakıflar Başmimarı Vasfi Egeli ve İstanbul Asar-ı Atika Müzeleri Mimarı Kemal Altan’dan oluşan bir alt komisyon kurulmuştur.656 (Fotoğraf 102.) Her iki komisyonun çalışmalarında da sarayın tarihi kıymeti olmadığı ve yıktırılmasının yerinde olacağı fikrinin ağır bastığının anlaşılması üzerine Sedat Çetintaş meseleye bir kez daha Türk Tarih Kurumu’nu dâhil etmiş, 11 Ağustos 1938’de Kurum heyeti de kendi rehberliğinde bir yerinde inceleme gezisi düzenlemiştir.657 (Fotoğraf 103.) 654 S. Çetintaş, a.g.e., s. 331. Cumhuriyet, 07.08.1938. 656 Akşam, 07.08.1938; Cumhuriyet, 07.08.1938; Son Posta, 07.08.1938; Yeni Sabah, 07.08.1938. 657 Akşam, 13.08.1938; Cumhuriyet, 13.08.1938; Yeni Sabah, 13.08.1938. 655 199 Çetintaş ayrıca tetkik gezisinden bir gün sonra -12 Ağustos 1938’de- Kurum için yapının mimari özelliklerini açıklayan bir rapor kaleme almıştır. Raporda yapının tarihi ve mimari kıymetinden bahsetmiş, üzerini örten ve etrafını saran muhdes yapıların, eklemelerin ve kötü tamirlerin sökülerek asli şekline tahvil edilmesini talep etmiştir.658 Türk Tarih Kurumu Heyeti yaptıkları gezi ve ellerinde bulunan veriyi değerlendirmek üzere 14 Ağustos 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nda bir toplantı yapmışlardır. Çetintaş bu toplantıyı sonraki yıllarda şöyle anlatmıştır; “Bir cuma günü idi, Dolmabahçe Sarayı’nda saat 14.00'ten 17.00'ye kadar süren bir toplantı yapıldı. Burada da yapmış olduğum Fotoğraf 103. Türk Tarih Kurumu Üyelerinin Yaptığı Yerinde İnceleme İle İlgili Haber, Cumhuriyet, 13.08.1938. planlar üzerinde kurum üyelerine kâfi derecede izahat verdim. Neticede iddiamı, yani burasının tarihi İbrahim Paşa Sarayı olduğunu kabul ve bu hususta oy birliğiyle karar verdiler.”659 İbrahim Paşa Sarayı’nın tarihi ve mimari kıymetinin olup olmadığını araştırmakla görevli komisyon son toplantısını 15 Ağustos 1938’de yapmıştır. Son derece hararetli geçtiği anlaşılan toplantıda ilk olarak mimarlardan oluşan alt komisyonun hazırladığı heyet raporu okunmuştur. Mimarlar raporda binanın sanat ve mimari bakımından hiçbir kıymet taşımadığı, sanat ve süsleme olarak da korunmasına gerek olmadığı bildirilmiş, binanın yıktırılarak Sultanahmet meydanının tarihi dokusuna mütenasip, abidevi bir Adliye Sarayı yapılmasını istemişlerdir.660 Ancak bu alt komisyonun üyesi Mimar Sedat 658 TTK Arşivi, 22/12; Mimar Sedat Çetintaş’ın 10.08.1938 tarihli raporu. S. Çetintaş, a.g.e., s. 332. 660 Akşam, 17.08.1938. Şemsettin Günaltay toplantı sonrası Türk Tarih Kurumu’na verdiği raporunda mimarlar komisyonunu şu sözlerle eleştirir; “Milli tarihle iştigalleri olmadığı bu ciheti asla nazarı itibare almamış olmalarından anlaşılan mimarların, binanın yıkılmasına cevaz veren raporları dikkatle okununca bu raporda ilmi ve tarihi esaslardan ziyade otorite sahiplerinin arzularını tatmin endişesinin hakim olduğu variz bir surette anlaşılmaktadır. Yani istenildiğine göre fetva verilmiştir.” Bkz; TTK Arşivi, 22/12; Şemsettin Günaltay’ın 17.08.1938 tarihli raporu. 659 200 Hakkı Eldem rapora şerh koymuş mevcut bina cephesinin tamir edildiği takdirde meydanı süsleyeceği ve Sultanahmet Camii ile birlikte ahenktar olduğunu söylemiştir.661 Raporun okunmasının ardından Türk Tarih Kurumu adına Şemsettin Günaltay cevap vermiş, Yapının bugünkü harabe durumuna göre hüküm vermek değil, tarihi kaynakların rehberliğinde yapının tarihi kıymetine göre bir hüküm vermek gerektiğini söylemiştir.662 Ardından Türk Tarih Kurumu’nun yapının korunması lehinde hazırladığı rapor okunmuş ve bu rapor üzerine yapılmıştır. müzakereler Fotoğraf 104. İbrahim Paşa Sarayı’nın Tarihi Kıymetini Tetkik Komisyonu’nun Karar Toplantısı İle İlgili Haber, Akşam, 17.08.1938.. Nihayetinde oylamaya geçilmiş ve Umumi Hapishane olarak kullanılan İbrahim Paşa Sarayı’nın tarihi ve mimari kıymeti olmadığı ve yıktırılarak yerine adliye sarayı yapılabileceği kararı 11 oya 5 red 1 çekimser oy ile kabul edilmiştir.663 (Fotoğraf 104.) (Tablo 10.) 661 TTK Arşivi, 22/12; Şemsettin Günaltay’ın 17.08.1938 tarihli raporu. Cumhuriyet, 17.08.1938; TTK Arşivi, 22/12; Şemsettin Günaltay’ın 17.08.1938 tarihli raporu. 663 Akşam, 17.08.1938; Cumhuriyet, 17.08.1938. 662 201 Tablo 10. İbrahim Paşa Sarayı’nın Tarihi Kıymetini Tespit etmek için kurulan komisyonda yapılan oylama sonucu verilen karar664 Tarihi ve Mimari Kıymeti Yoktur. Yıktırılarak yerine Adliye Sarayı Yaptırılabilir. Hikmet Onat, Salih Cimcoz, Ziya Kocainan, Vasfi Egeli, Kemal Altan, Asım Kömürcüoğlu, Sedat Hakkı Eldem666, Mahzar Altan, Arif Hikmet Koyunoğlu, Nafia Başmühendisi Bedri Bey, Tevfik (11 Üye)665 Kut. Tarihi ve Mimari Kıymete Sedat Çetintaş, Şemsettin Günaltay, Osman Şevki Haizdir. Yıktırılarak Yerine Uludağ (Mükrimin Halil Yinanç’ın yerine), Aziz Adliye Sarayı Yaptırılması Ogan, Efdalettin Tekiner. doğru değildir. (5 Üye) Çekimser Osman Nuri Ergin (1 Üye) Alınan karar da tartışmaların sonunu getirmemiş, Sedat Çetintaş ve muhalifleri gazete sütunlarında İbrahim Paşa Sarayı hakkında yazılar kaleme almaya devam etmişlerdir. Bu karar üzerine Şemsettin Günaltay TTK’ya yazdığı 17 Ağustos 1938 tarihli raporunda binayı yıktırmak azminde olanların karara istinaden hemen tahribe başlayacağını, tamiri mümkün olmayan bir vaziyet karşısında kalmamak ve bir faciaya meydan vermemek için Kurumca acilen Başvekâlete bir yazı yazılmasını istemiştir.667 Bu raporun ardından Başvekâlete 19 Ağustos 1938’de Dolmabahçe Sarayı’ndan yazılan Başkan Hasan Cemil Çambel imzalı bir yazı ile TTK, yapının 16. Yüzyıla tarihlenen 664 Cumhuriyet, 17.08.1938. Yıkılması lehinde oy verenlerin tam listesi dönemin gazetelerinde yayımlanmamıştır. Tespit edilebilen isimler aktarılmıştır. 666 Yukarıda da zikredildiği üzere Sedat Hakkı Eldem mimarlar komisyonu raporuna yapının korunması için şerh koymuştur, ancak ilginç bir şekilde hiçbir kaynakta yapılan oylamada Sedat Hakkı Eldem’in aleyhte oy kullandığına dair bir kayıt bulunmamaktadır. 667 TTK Arşivi, 22/12; Şemsettin Günaltay’ın 17.08.1938 tarihli raporu. 665 202 İbrahim Paşa Sarayı olduğunu, etrafına sonradan yapılan binalar ve ilavelerin yıktırılarak sarayın asli suretinin açığa çıkartılması ile muhafazasını ve adliye sarayının ise başka bir sahada yapılması gerektiğini bildirmiştir.668 (Belge 9.) Türk Tarih Kurumu'nun bu görüş ve kararı üzerine meselenin Cumhurbaşkanı Atatürk'e aksettirildiği anlaşılmaktadır. Hastalığının seyrinin ağırlaştığı günlere denk gelmesine rağmen tarih ve kültür meselelerin yakın bir ilgi ile takip ettiği bilinen Atatürk'ün müdahalesinin meselenin yürüyüş istikametini birdenbire değiştirdiği görülmektedir.669 Çünkü bilindiği üzere Atatürk’ün himayelerinde çalışmalarını sürdüren Türk Tarih Kurumu’nun aldığı kararlar, dönemin özelliğine göre kamuoyunda esasında Cumhurbaşkanı Atatürk’ün fikri ve emri olarak kabul edilmektedir.670 Keza TTK’nın fikri Başvekâlet’te kabul görmüş, 5 Eylül 1938’de alınan bir kararla saraya sonradan eklenen binaların ve ilavelerin kaldırılıp asıl cephenin meydana çıkartılması ve ona göre gereğinin yapılması istenilmiştir.671 (Belge 10.) Bu tarihten Atatürk’ün vefatına kadar İbrahim Paşa Sarayı’nda her hangi bir yıkım ameliyesi görülmemektedir. Saray ne yazık ki yerine Adliye Sarayı inşa edilebilmesi için sonraki yıllarda tahrip edilmiştir. Sedat Çetintaş, İbrahim Paşa Sarayı’nın korunmasında Atatürk’ün etkisini şu sözlerle ifade eder; “Eğer Ata'mız ölmemiş olsaydı İbrahim Paşa Sarayı’nın tek taşını koparamazlardı.”672 668 BCA, 30-10-0-0 / 213-447-10-4 (19.08.1938); TTK Arşivi, 22/12; TTK’nın Başvekalete 19.08.1938 tarihli yazısı. S. Çetintaş, a.g.e., s. 332. 670 S. Çetintaş, a.g.e., s. 396. 671 BCA, 30-10-0-0 / 213-447-10-6 (05.09.1938). 672 S. Çetintaş, a.g.e., s. 395. 669 203 Tablo 11. İbrahim Paşa Sarayı’nın Yıktırılması Etrafında Yapılan Yazılı Tartışmalardan Örnekler Yazar Burhan Felek Yayımlandığı Tarih ve Yer 15.05.1938, Tan Gazetesi …Eski mehterhane binası yıkılmak üzere iken: “-Dursun! Antika olup olmadığına bakalım!” denmiş… Şu uğursuz Mehterhane binası antika olsa ne olacak, olmasa ne olacak! İçerisinde yapılan bin türlü tadilat ve tamirat yüzünden şüphesiz şimdi eski çehre ve karakterini tamamen kaybetmiş olan bu köhne binanın tarihi kıymeti olacağı yıkılıncaya kadar kimsenin hatırına gelmedi mi?... Düne kadar bir zindan olarak kullanılan bu binanın kıymeti bugün yerine Adliye Sarayı yapılırken mi meydana çıkmıştır? Ve nihayet “tarihi kıymet” denilen bu iddiaların ölçüsü de nedir? Korkulan şudur ki; İstanbul gibi her tarafı eciş bücüş binalar, hesapsız ve kontrolsüz harabelerle dolu olan bir şehirde imar hareketi ve bu zaruretle istimlak ve yıkıp açmak işleri başlarken önümüze gelen her taşa “-Aman tarihi kıymeti vardır. Kabakçı üzerinde kibrit çakmıştır” gibi iddialarla bir yığın moloza antikalık tevcih etmeye kalkarsak hele bu iş bir de moda olursa… Bence bu gibi iddiaları kontrol için salâhiyettar arkeologlardan, mimarlardan ve tarihçilerden mürekkep bir heyet yapıp İstanbul’un “tarihi kıymete haiz” binalarını sıkı bir tetkik mahsulü olarak tespit ettirmek lazımdır… Yazar İmzasız Yayımlandığı Tarih ve Yer 20.05.1938, Akşam Gazetesi …Şayet hapishane binası fevkalade hatırları saklayan bir bina ise en tipik bir odası, bir kemeri yahut bir kapısı, müstakbel mamur kısmın ortasında parmaklıklarla çevrili bir hatıracık olarak kalabilir… Yazar Ahmet Emin Yalman Yayımlandığı Tarih ve Yer 30.05.1938, Tan Gazetesi 204 …Bugün hapishane olan binalardan çoğu çör çöpten yapılmış döküntülerdir. İçlerinde biraz fazla hareket edilse yıkılmaları tehlikesi vardır. Binalardan yalnız biri eskidir… Amerika gibi yüz sene evvel yapılan her eseri tarih sayan, üzerine titreyen ve hatta göz göre göre efsaneler uyduran yeni bir memlekette olsak bu binaya el uzatmak günah olurdu. Bunun hudutsuz külfetlerle en eski haline benzetmek ve eski günlerin bir müzesi diye kullanmak zarurî sayılırdı. Fakat memleketimi için aynı ölçüyü kullanamayız. Aynı tarihi devre ve aynı mimara ait güzel bir numune istiyorsak Sultanahmet Camii bütün güzelliği ile karşımızda duruyor. Sonra hapishanede koğuş diye kullanılan binadan kat kat kıymetlileri, memleketin dört tarafında sayısız miktarda vardır… Yazar Süheyl Ünver Yayımlandığı Tarih ve Yer 1938 5-6. Sayı, Arkitekt Dergisi …Dâhili tertibatı itibarı ile pek mühim olan bu sarayı yıkmayı değil, yıkılmasını bile hatıra getirmemek ve hatta imkan varsa bunu rüyada bile görmemek lazımdır. Sarayın yıkılmasını istemeyenler burasının tanzimi hakkında şayan-ı temenni bir takım tamir ve ihya planları tertibini de düşündüler… Sarayı yıkmak istemek, Türkün Istanbul’daki tapu senetlerinden birisini daha yıkmak demektir. Merkezi sıkletini Türk eserleri teşkil eden bu şehirde şimdiye kadar yıkılan eserleri de yeniden yerine koymalıdır ki bu muvazene bizden kaybolmasın… Bu binanın yalnız tarihi demekle tarihi olması mutlak icap etmez, tarihi bilinmeyen bir çok binalar da tarihidir. Esasen İbrahim paşa sarayı gibi her vechile ve hatta taşı toprağı ile tarihi bir bina bile... Ora da gizli kalmaktan başka bir kabahati olmayan bu asil yüzlü Türk eserinin tarihi yalnız binası değil, ta kendisidir. O tarihi bile olmasa bedii ve mimari bir eserimizdir. İbrahim paşa sarayı yıkılmamalıdır... Ziyanı yok yine bir asır harabe halinde dursun… Yazar Niyazi Ahmet (Banoğlu) Yayımlandığı Tarih ve Yer 31.07.1938, Kurun Gazetesi …Bu binayı bu şekilde muhafaza etmek zaruri midir? Tarihi kıymeti o derece üstün müdür? Tarihten eser olarak kalan bir tek taşın bile bir kıymet olduğunu kabul 205 ettiğimize göre vereceğimiz cevap şudur: -Evet… Umumi hapishanenin bulunduğu yer tarihi bir yerdir. Tarihin izleri vardır. Yıktırılmamalı. Islah edilmelidir… Yazar Suad Derviş Yayımlandığı Tarih ve Yer 31.07.1938, Son Posta Gazetesi …Eski eserleri korumak için en ufak bir hassasiyet ve faaliyet göstermeyen eski eser meraklıları niçin tam İstanbul şehri için faydalı bir işe teşebbüs edilirken daima seslerini yükseltiyorlar ve şehrin imarına mâni olmağa kalkışıyorlar? Bu eserler bu kadar kıymetliyse… Neden onları daha evvel alıp temizleyip, tamir edip, kıymetini ve manasını tayin edip içinde cereyan etmiş tarihi hadiseleri tespit ettikten sonra kapısına bir kapıcı ve içeriye ziyarete geleceklerden bir duhuliye alarak bunu hem İstanbullulara, hem de İstanbul’u ziyarete gelen ecnebi seyyahların tecessüsüne açmamışlardır? Ortada böyle bir şey yoktur. Sadece şehrin en güzel bir meydanı kıyısında bir mezbele vardır ve bu yıkılamadığı için de bir takım talihsiz Türk vatandaşları cezalarını hiçbir medeni memlekette hiçbir mahpusun geçirmediği şerait içinde geçirmektedirler… Yazar Hüseyin Cahit Yalçın Yayımlandığı Tarih ve Yer 01.08.1938, Yeni Sabah Gazetesi …Bu eser kimin tarafından yaptırılmıştır, neden yaptırılmıştır, bunlar şimdiki halde ikinci derece kalır. Tarihini, banisini bilmiyoruz diye, şayet ortada tarihi bir eser varsa, yıkmak icap etmez ya… Kıymetli bir eski eserin mevcudiyetini teslim etmek için Türk mimarı bile olmaya hacet yoktur… Bizim imar namı ile ortaya koyacağımız şeyler, hakiki tarihi kıymete haiz harabelerin bir taşı kadar maneviyat ve güzel sanatlar bakımından kıymete haiz olamaz… Yazar İbrahim Hakkı Konyalı Yayımlandığı Tarih ve Yer 04.08.1938, Tan Gazetesi (Fotoğraf 105.) 206 …İstanbul Hapishanesi’nin yerine yapılması mevzuu olan Adliye Sarayı tam hakikat olacağı zaman ortaya bir takım iddialar atıldı. Hapishane binasının tarihi kıymeti olduğundan bahsedildi. Hâlbuki bu iddia hiç de doğru değildir. Ve bu iddiaların Adliye Sarayı’nın inşasını geri bırakmaktan başka hiçbir faydası olmadı… Şimdi yıkılması mevzuu bahsolunan hapishane binasının sarayla bir alakasını göremiyorum. Eski resimlerden ve maliye hazine-i evrakına jandarma kumandanlığı tarafından dayanan kısmında bir bağlantı olmadığı derhal göze çarpıyor. Buradaki kemerin sonradan örüldüğü de görülüyor. Eski resimlerde hapishane binasının burada yüzü Firuzağa Camii tarafına dönmüş sütunlu bir kapı ve methali vardır… Ayasofya ve Sultanahmet Meydanı kurbünde tarih birçok kervansaraylar, hanlar ve misafirhaneler sayıyor… o günkü ticaret şeraiti göz önüne getirilince bu kesif muhitte muhtelif han ve kervansarayların bulunmasını kabul etmek zarureti vardır. Ben şimdiki hapishane binasını Kuyucular Kervansarayı olarak kabul ediyorum. Yazar İmzasız Yayımlandığı Tarih ve Yer 05.08.1938, Yeni Sabah Gazetesi “…Umumi hapishanenin mimari kıymeti yoktur. Plan, cephe dahili tertibat itibarı ile her türlü mimari anasırı şamil değildir. İddia edildiği gibi duvarlarının dört, sekiz veya on metre kalınlığında olması, mimari bakımından üstünlünü göstermez… hapishane binasının karşısında duyduğumuz his sonsuz bir hüsran, bitmeyen bir acıdır. Bir harabe karşısında duyulan acı… çünkü onda bir devrin ifadesini okumak şöyle dursun, zerre kadar mimari kıymeti yoktur. Ve denilebilir ki, umumi hapishane binası acaibi seb’adandır. İşte bu itibarladır ki umumi hapishanenin yıkılmasında hiçbir tarihi ve mimari mahzur görmüyoruz… eskilik tarihin ve kıymetin ifadesi değildir. Sekiz on arşın enindeki duvarların mimari kıymet ifadesi olmadığı gibi bu itibarla hapishane binasına hemen kazmayı vurmak lazımdır…” 207 Fotoğraf 105. “Hapishane Binası Niçin Yıkılabilir”, İbrahim Hakkı Konyalı, Tan, 04.08.1938. 208 3.2.4. İhmal ve Bakımsızlık Dolayısıyla Oluşan Tahribat Eski eser algısı zayıflığının yanı sıra ihmaller neticesinde de pek çok tarihi yapı ortadan kalkmış ya da zarar görmüştür. Yukarıda da sıkça zikredildiği üzere Osmanlı’dan Cumhuriyet’e yaşanan doğal afetler ve savaşlar, ekonomik yetersizliklerle de birleşince tarihi yapılara uzun yıllar hiçbir müdahalede bulunulamamasına neden olmuştur. Bu sebeple yapılarda harabiyete sürüklenmeler, çökmeler, yıkılmalar sıklıkla yaşanmıştır. (Tablo 11.) 1936 yılında Vakıflar Umum Müdürlüğü’nün hazırladığı keşif bedellerine göre bütün harap durumdaki camilerin tamirleri için 1,5 milyon liraya ihtiyaç vardır.673 Bu dönemde yaşanan ihmal ve ekonomik sıkıntılardan dolayı sadece tarihi eserler değil, nispeten yeni sayılabilecek Alman Çeşmesi (1901), Abide-i Hürriyet (1911) gibi anıtlara dahi bakım yapılamadığından harap duruma düşmüştür. 674 Bu durumun ilginç bir diğer örneği de Mimar Kemaleddin tarafından 1911 yılında inşa edilen Beyoğlu Kamer Hatun Cami’nin 1930 yılındaki durumudur. Bir mahallelinin Cumhuriyet Gazetesi’ne gönderdiği mektupta caminin durumu şu sözlerle anlatılmaktadır; “Bakımsızlık şimdi burasını tahrip ediyor. Camiinin kurşunları çürümüştür. En hafif yağmurlarda bile sular içeriye girmektedir. Yazık günah değil mi?”675 Zaman zaman bu ihmalkârlık öyle boyutlara ulaşmıştır ki, harap durumda da olsa ayakta olan eski eserler tıpkı bir arkeolojik malzeme gibi yeniden keşfedilmiştir. Örneğin 1926 yılında Kapalıçarşı’nın kuyumcular kısmında kargir, minaresi demirden yapılmış küçük ve metruk bir camii-i şerif “keşfedilmiştir”.676 Günümüzde dahi ihmalkârlıkla kendi haline bırakılan şehir surları bu dönemde kendi kendine çöken eser grubunun başında gelmektedir. Yukarıda sıkça zikredildiği üzere şehir surlarına uzun yıllar müdahale edilememiş, adeta kaderine terk edilmiştir. Bu terk edilme sonucu 1 Mart 1929 günü Yedikule surlarından 6 metrelik bir kısım, büyük bir gürültü ile yıkılmıştır. 677 (Fotoğraf 106.) Aynı tarihlerde Bozdoğan/Valens Kemeri’nden de bazı taşlar tutunamayarak savrulmuştur. 678 Ortaya çıkan tehlikeli durum karşısında Beyazıt Belediyesi Fen Heyetinin önerdiği koruma yöntemi de oldukça ilginçtir. Buna göre heyet, harap bir hale gelerek kemerden düşme ihtimali olan 673 Cumhuriyet, 06.10.1936. Politika, 12.02.1930; Cumhuriyet, 28.10.1930. 675 Cumhuriyet, 25.05.1930. 676 Son Saat, 18.09.1926. 677 Cumhuriyet, 03.03.1929. 678 İkdam, 03.03.1929. 674 209 taşlara müdahale edilerek düşürülmesine karar vermiştir.679 Kimi zaman kendi kendine çöken surların taşları belediye tarafından satılarak gelir de elde edilmeye çalışılmıştır. Örneğin Ayvansaray Korucu Mehmet Çelebi mahallesinde yıkılan sur duvarının taşları ile yine bu sur mahallinden çıkacak horasan harcın İstanbul Belediyesi tarafından satışa çıkarılması bu durumun güzel bir örneğidir.680 Şehir surları özellikle eğitimli ve ilgili güzergâhında turistlerin ziyaret olduğundan Belediye Fotoğraf 106. “Yedikule Surları Tehlikede”, Akşam, 26.05.1929. zaman zaman Yedikule, Altınkapı, Marmara Sahil Surları gibi bölümlerinde tamirat yaptırmayı ve ziyaretleri kolaylaştırabilecek kapı, merdiven gibi aksamlar yaptırsa da yapılan uygulamalar da kısa sürede tahrip edilmiştir.681 Örneğin Edirnekapı tarafında turistlerin rahatlıkla gezebilmesi için 300 lira masrafla yaptırılan merdiven, kısa sürede çevre halkı tarafından tahrip edilmiştir. 682 Şehir surları sadece yıkılma tehlikeleri ile dikkatleri üzerine çekmemiş, hiçbir güvenlik önlemi alınmadığından zaman zaman üzerinde dolaşanların düşerek yaralanmaları ile de gündem olmuşlardır. Örneğin 1937 yılında Cibali’de Ayşe isimli bir çocuk, Çatladıkapı’da ise Sami isimli bir çocuk surlardan düşerek yaralanmıştır.683 1938 yılında ise Mehmet Lütfi Bey, Edirnekapı ile Topkapı arasındaki surlardan düşen düşerek yaralanmıştır.684 Bozdoğan kemeri üzerinde bir takım kişilerin çıkıp dolaştığının ve kemere zarara verdiğinin tespit edilmesi üzerine kemerin üzerine kimsenin gezmemesi için bir duvar örülmüş ve son derece çirkin bir kapı takılmıştır.685 679 Cumhuriyet, 04.03.1929. Milliyet, 13.09.1933. 681 Akşam, 03.04.1932; Akşam, 17.09.1932. 682 Akşam, 11.03.1930. 683 Akşam, 23.06.1937; Akşam, 14.04.1937. 684 Akşam, 02.02.1938. 685 Akşam, 11.01.1934. 680 210 Fotoğraf 107. “Üç Asırlık Mısırçarşısı Yıkılmak Tehlikesi Geçiriyor”, Son Posta, 13.11.1932. İncelenen dönemde sadece kıyıda köşede kalmış tarihi eserlerin değil şehrin tam merkezinde yer alan ve aktif olarak kullanılan eserlerin de harabiyete sürüklenmesi oldukça ilginçtir. 1932 yılında Mısır Çarşısı’nda yaşanan hadise bu durumun güzel bir örneğidir. Uzun yıllar tamir görmeyen ve hasarlı durumda olan çarşının Sultanhamamı tarafına açılan kapı kemerinin üzerindeki dendan şeklindeki destek payandalarından bir taş parçası 12 Kasım 1932 günü saat 17.30 sıralarında koparak düşmüş ve kapı önünden geçmekte olan bir kadını yaralamıştır.686 (Fotoğraf 107.) Belediye Fen heyeti ertesi gün yaptığı incelemede çarşının duvarlarında ani bir çökme tehlikesi olmadığını tespit etmiş, ancak düşen taşın bulunduğu kapı her ihtimale karşı kapatılarak, yakınında bulunan dükkan sahiplerine tamirat yaptırılması için birer ihtarname göndermiştir. Heyet aynı yerde çatlak durumda olan ve kopma ihtimali bulunan iki taşı da düşürmüştür. 687 Gazetelerde, Belediye’nin dükkan sahiplerine yıkılan kapının tamiri için 48 saat mühlet verdiği, aksi takdirde kapının yıktırılacağı haberleri yer alsa da mal sahipleri ve Müzeler Akşam, 13.11.1932; Son Posta, 13.11.1932; Milliyet, 14.11.1932. Çarşıdan düşen taşın nispeten küçük olmasına rağmen gazetelerin haberi “Çarşının Kapısı Yıkılıyor Mu?”, “Üç Asırlık Mısır Çarşısı Yıkılmak Tehlikesi Geçiriyor” gibi manşetlerle vermesi de oldukça ilginçtir. 687 Akşam, 14.11.1932. 686 211 İdaresi’nin gereken bütçeyi sağlamalarının ardından tamirat başlamış, Müzeler İdaresi’nden gelen bir uzman ile belediyeden gelen bir mühendis de tamirata eşlik etmiştir.688 1933 yılında ise Ayasofya ile ilgili bir ihmal tartışması yaşanmıştır. Cumhuriyet Gazetesi başyazarı Yunus Nadi köşesinde, Fransa’nın Vichy kentine yaptığı bir gezi sırasında okuduğu bir yabancı gazetede henüz cami statüsünde bulunan Ayasofya’nın yıkılma tehlikesi ile ilgili haberlerin çıktığını yazmıştır. Nadi, yazısında “Hakikaten böyle bir tehlike varsa ve onun önüne geçmek de mümkünse hükümetin yapılması lazım her şeyi yaparak bu büyük eseri yere düşmek felaketinden koruyacağına şüphe yoktur…” ifadeleri ile hükümete duyduğu güveni belirttikten sonra “Ayasofya İstanbul’a ziynet veren uçsuz bucaksız kıymetlerden biridir. Medeniyetin tarihi merhalelerinde bir abide gibi yükselen bu paha biçilmez esere karşı Cumhuriyet Türkiyesi’nin göstereceği itina ve ihtimam pek fazla olmalıdır…” ifadesi ile Ayasofya’nın ihmal edildiğine dair bir tarizde bulunmuştur. İstanbul’daki diğer mabetlerin durumunu örnek göstererek de fikirlerini desteklemiştir; “Sultanahmet, Süleymaniye, Fatih gibi emsali medeniyet abidelerinin şimdi içinde bulundukları bakımsız halden kurtarılarak her biri başlı başına bir medeniyet şahikası sayılmak lazım gelen hakiki mahiyetlerine layık bir itina ile ihata edilmeleri lüzumunu dahi hatırlatmaktan kendimizi alamayız…”689 Yunus Nadi’nin bu yazısının ardından Vakıflar Umum Müdürü, Cumhuriyet Gazetesine cevap maiyetinde bir mektup göndermiştir. Umum Müdür mektubunda Ayasofya Cami hakkında zaman zaman Avrupa gazetelerinde yer bulan “Ayasofya tehlikede” haberlerinin beş, altı sene evvel hükümetin de dikkatini çektiğini ve Bakanlar Kurulu kararı ile Mimar Kemalettin Bey’in başkanlığı altında “memleketin en güzide mühendis ve mimarlarından mürekkep bir heyet”in binanın mevcut durumunu araştırdığını söylemiştir. Bu heyetin aylarla devam eden uzun bir tetkikten sonra camide hiçbir tehlike olmadığına dair rapor vermiş olduğunu, daha çok üst örtü sistemi kurşunlarını içeren bazı tamiratın da yapıldığını hatırlatmıştır. 688 Milliyet, 17.11.1932; Son Saat, 20.11.1932; Akşam, 19.11.1932; Milliyet, 19.11.1932; Milliyet, 20.11.1932; Akşam, 21.11.1932. 689 Cumhuriyet, 03.09.1933. 212 Umum Müdür Niyazi son Bey, söz olarak “Binaenaleyh mektubunda tehlike şayiasının kıymeti yoktur” hiçbir demiştir. Gerek Ayasofya gerek Yunus Nadi’nin eleştirdiği mimari abideler ile diğer ilgili olarak ise “Yapılan işler istenilen bundan derecede o değilse eserlerin ehemmiyetleri de mühim bir Fotoğraf 108. Evkaf Umum Müdürü Niyazi Bey’in Cumhuriyet Gazetesi’ne Gönderdiği Mektubun Haberi Cumhuriyet, 16.09.1933. amildir. Filhakika asırlardan beri ihmal edilen, ufak bir taşının değiştirilmesi bile çok derin bir vukuf ve ihtisasa muhtaç olan ve her biri cihanşümul birer ehemmiyeti haiz bulunan bu eserlerin tamiri çok mühim ve ince bir meseledir. Mütehassıs işçi bulmakta çok müşkülat çekilmektedir. Bu cihetlerde lütfen nazarı dikkate alınırsa sekiz, on sene gibi kısa bir zamandan daha fazla iş beklemek pek de doğru olmasa gerektir. Bu itibarla makalede mevzubahis bakımsızlık tabirinin eski devirler için kullanıldığını zannetmek isteriz. Esasen bu devir her şeyde olduğu gibi bilhassa milli harsı alakadar eden bu gibi işlerde hiç bakımsızlığa tahammül gösteremez” cevabını vermiştir. 690 Gerek Yunus Nadi’nin gerek Niyazi Bey’in mektubunun kamuoyunda yarattığı etkinin ardından Vakıflar, uzman bir heyete yeniden Ayasofya Camii’ni inceleterek yıkılma tehlikesi bulunmadığına dair rapor almıştır.691 (Fotoğraf 108.) Yine Ayasofya kadar göz önünde olup, İstanbul’daki hükümet merkezi olarak kullanılması dolayısıyla idareciler tarafından düştüğü harap durumun en kolay fark edilmesi beklenen bir yapı ise tarihî Sadaret makamı ve bu makama da ismini veren kapısı “Babıâli”dir. Cumhuriyet idaresinin ardından İstanbul Valiliğine tahsis edilen Sadaret makamı binalarının girişini sağlayan tarihi kapı giriş çıkışlara kapatılmış, üzerinde yer alan II. Mahmud’a ait tuğralar da örtülmüştür. Son Saat Gazetesi 1928 690 691 Cumhuriyet, 16.09.1933. Cumhuriyet, 30.09.1933. 213 yılında kapının durumuna “İhmal ve dikkatsizlikler gözümüze battığı halde biz bunun farkında olmuyoruz. İşte bunlardan bir numune… Bu kapının bir tarafındaki çeşmenin üzerinde güzel bir saçak vardır ve hatıramız bizi aldatmıyorsa bir hayli de kıymet-i tarihiyesi vardır. Hâlbuki aynı kapının diğer tarafındaki çeşmenin üstündeki saçak, resmimizde de görüldüğü üzere harap olmuş ve yalnız bir direkten ibaret kalmıştır. Bu çirkin manzarayı acaba gören yok mu? Ve hükümet konağını velev ki arka kapısında olsun Fotoğraf 109. Babıâli’nin Harap Durumu İle İlgili Dikkati Çeken Bir Haber, Son Saat, 20.11.1928. bu manzara bir az ayıp teşkil etmez mi?” sözleriyle verdiği bir haber ile dikkat çekmeye çalışmıştır.692 (Fotoğraf 109.) İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün kapının yakınındaki binalara taşınması üzerine Babıâli yeniden kullanıma açılmış, ancak herhangi bir tamir görmediği için 1934 yılı Mart ayında tıpkı Mısır Çarşısı’nda olduğu gibi bazı aksamından taşlar düşmeye başlamıştır. Hem bir kazaya meydan vermemesi hem de tarihi kıymetini daha fazla kaybetmemesi için kapı yeniden kullanıma kapatılmıştır. 693 Durum üzerine Emniyet Müdürlüğü tarihi kapıyı yıkılma tehlikesi olduğu gerekçesi ile tamir ettirmek yerine, yıktırmak istediğini bildirmiş, Müzeler İdaresi’nden fikrini sormuştur. Müzeler İdaresi de beklenileceği üzere kapının tezyinî kıymete haiz bir eser olmaktan başka ayrıca bir tarih hatırası da olduğunu bildirerek yıkılmamasını ve bilakis tamirini temenni etmiştir. Ancak gerekli tahsisatı hiçbir kurum sağlayamadığı için kapının tamiri geri bırakılmıştır.694 Nihayetinde Maliye Vekâleti tarihi kapıya sahip çıkmış ilk olarak 800 692 Son Saat, 20.11.1928. Akşam, 05.03.1934. 694 Milliyet, 16.03.1934. 693 214 lira ardından da 2000 lira tahsisat göndererek Müzeler İdaresi denetiminde tamirini yaptırmıştır.695 1936 yılında ise İstanbul’un ortasındaki bir başka tarihi eser, Binbirdirek Sarnıcı ile ilgili çökme tehlikesi iddiaları gündeme gelmiştir. İstanbul Belediyesi Fen Heyeti yaptığı yerinde incelemede sütunların birkaç tanesinde çatlamalar olduğunu ve eğer sarnıcın harabiyeti giderilmezse çökme riskinin bulunduğunu tespit etmiştir. 696 Durumun İstanbul Müzeler İdaresi’ne bildirilmesinin ardından İdare bir komisyon kurarak sarnıcın incelenmesine karar vermiştir. Müze ve Fen Heyeti’nin beraber yaptığı incelemenin ardından sütunlardaki çatlaklıkların sarnıçta çöküntüye sebep olabilecek mahiyette bir problem olmadığına ancak ağır vasıta araçların sarnıç üzerinden geçmesinin yasaklanmasına karar vermiştir.697 (Fotoğraf 110.) Fotoğraf 110. Binbirdirek Sarnıcı’nda Yaşanan Çökme İddiaları İle İlgili Haber, Son Posta, 11.02.1936. 695 Milliyet, 05.04.1934; Milliyet, 06.09.1934. Tan, 09.02.1936; Son Posta, 10.02.1936. 697 Cumhuriyet, 11.02.1936; Akşam, 12.02.1936; Akşam, 11.02.1936; Akşam, 14.02.1936; Cumhuriyet, 14.02.1936; Tan, 15.02.1936. 696 215 Tablo 11. 1923-1938 Yılları Kaynaklanan Tahribattan Örnekler Yapının Adı Tarih Vezir Hanı 21 Eylül 1924 Arasında İhmal Ve Bakımsızlıktan Geçirdiği Tahribat 1894 depreminden sonra duvarlarında derin çatlaklar oluşan Vezir Han uzun yıllar bakımsız kalmış, kubbeleri ve duvarları üzerinde ağaçlar çıkmıştır. Gittikçe güçsüzleşen duvarların etkisi ile 5 hücresi aniden çökmüştür. Bir kadın enkaz altında kalarak can vermiştir.698 (Fotoğraf 111.) Büyük Valide 21 Mart 1926 Çakmakçılar Yokuşu’nda Büyük Valide Han’ın ikinci kısmı olan ve Han-i Sagir (Küçük Han) Han olarak anılan 75 hücreli bölümde çökme yaşanmıştır. Esasında harap durumda olan hanın bir bölümü ile ilgili Beyazıt Belediye Şubesi Fen Heyeti yıkılmak üzere bulunan kubbeli kemerlerinden bir kısmının yıktırılmasına karar vermiş, ancak uygulamaya geçilemeden kendi kendine çökmüştür. 699 (Fotoğraf 112.) Eyüp Pertev 1927 Paşa Türbesi 1572 tarihinde inşa edilen Pertev Paşa Türbesi’nin ana mekân üzerindeki ahşap kubbesi çökmüştür.700 Kapalıçarşı 1929 Nisan Sandal Ayı Bedesteni Kapalıçarşı’daki Nuruosmaniye yanındaki Sandal tarafındaki köhne dükkân Bedesteni’nin kapısı ve yıkılma kapının tehlikesi gösterdikten sonra boşaltılmış, birkaç saat sonra da büyük bir gürültü ile birdenbire yıkılmıştır.701 Beyoğlu Ağa 1929 Mayıs Camii Ayı Cadde üzerindeki avlu duvarlarının sıvaları dökülmüş, taşların bir kısmı yerinden oynamıştır.702 Tevhid-i Efkâr, 23.09.1924. Bulduğu gazete kupürünü benimle paylaşan Serkan Kılıç’a teşekkür ederim. Milliyet, 22.03.1926; “Büyük Valide Hanı”, REK. İ.A., C. 6, İstanbul 1963, s. 3313. 700 Müller-Wiener, a.g.e., s. 531. 701 Cumhuriyet, 30.04.1929; Akşam, 01.05.1929. 702 Akşam, 10.05.1929. 698 699 216 Yerebatan 1929 Temmuz Sarnıcı Ayı Gündeme gelen çökme iddialarının ardından Şehremaneti Fen Heyeti, yerinde inceleme yapmış, sarnıcın tonozlarından görülmüş, çöküntüler bazılarının üzerleri çatladığı doldurulmak suretiyle tamir edilmeye çalışılmıştır. Sarnıcın üzerindeki mahalledeki yıkılma tehlikesi bulunan bazı evlerin de kaldırılmasına karar verilmiştir.703 Eyüp Eskiyeni 1930 Mart Ayı Kadınlar kısmında kadınlar yıkanırken birdenbire Hamamı hamamın üst örtü sisteminde çökme yaşanmış, olay üzerine Belediye hamamı kapatmıştır.704 Ebulfazl 1930’dan 1894 depreminde oldukça zarar gören eser, 19l4'te Mahmud Efendi sonra harap durumda olduğu için kadro dışı bırakılmıştır. Medresesi 1930'dan sonraki yıllarda, revakları, bütün kubbe, kemer ve sütunları ortadan kalktığı gibi, cadde üzerindeki gösterişli giriş ve duvar da yok olmuştur.705 Sur-İ Sultanî’nin Gülhane Bahçesine Girişi 1932 Mart Ayı Yağmur ve kar sularının tesiri ile Sur-ı Sultanî’nin Gülhane Parkına girişi sağlayan kapısı ve iki yanındaki sur parçalarında çatlaklar ve taş düşmeleri yaşanmıştır.706 (Fotoğraf 113.) Sağlayan Kapısı Nuruosmaniye 1932 Mart Ayı Kütüphanenin kuzey tarafındaki duvarları ve Yazma Eserler mermer levhalarında eski yangınların da tesiri ile Kütüphanesi çatlaklar oluşmuştur. Binanın altındaki dükkânların demircilere ve fırıncılara kiralanması sebebiyle gürz sesleri ve örs darbeleri binayı sarsmaya başlamış, orijinalinde bacasız olan dükkânlardan çıkan duman ise hem binanın cephe tezyinatını hem de kitapları olumsuz etkilemeye başlamıştır.707 703 Cumhuriyet, 18.07.1929; Son Saat, 19.07.1929; Milliyet, 22.07.1929. Vakit, 15.03.1929. 705 Semavi Eyice, “Ebulfazl Mahmud Efendi Medresesi”, TVİA, C. 3, İstanbul 1994, s. 121. 706 Son Posta, 12.03.1932. 707 Son Posta, 29.03.1932. 704 217 Kapalıçarşı 15 Temmuz Sandal 1936 Kapalıçarşı’nın Sandal Bedesteni kısmında 4 numaralı dükkânın çatısı birden bire çökmüştür.708 Bedesteni Sultanahmet 1936 Eylül Bir ara bir yemişçinin deposu olmuş, daha sonra Arasta Sebili Ayı terk edilmiştir. Çatısı çöken yapının kapısı kırılmış, İçindeki renkli çiniler sökülmüş, kitabe taşları yerinden oynatılmıştır.709 İvaz Efendi 1936 Ekim Camlarının bazıları kırılmış, kurşunları eksilmiştir. Camii Ayı Bu nedenle sıvalarda dökülmeler başlamış olup üzerinde otlar bitmeye başlamıştır. Minaresi de yıkılmıştır.710 Haseki Bayram 1936 Aralık Paşa Türbesi ve Ayı metruk kalmış, yıkılacak bir hal almışlardır. Cephe taşlarının önemli kısmı kırılmış ve dökülmüştür.711 Sebili Cağaloğlu Tamamen 1937’den önce Güneydoğu köşesindeki kısım ve odalardan üçünün Rüstem Paşa kubbesi çökmüştür.712 Medresesi Kız Taşı 1937 Mart Ayı Kaidesinin kaydığı ve devrilme tehlikesi olduğu iddiasının tetkiki için müzeler idaresi tarafından bir (Markianos Sütunu) heyet görevlendirilmiş ve yerinde inceleme yapmıştır.713 (Fotoğraf 114.) Şehir Surları 1937 Mayıs Ayı Edirnekapı-Sulukule mevkiinde surdan büyük bir parça tamamıyla yıkılmıştır. Sulukule halkı faciadan kıl payı kurtulmuştur.714 708 Cumhuriyet, 17.07.1936. Encümen Arşivi, Dosya 26. 710 Encümen Arşivi, Dosya 44. 711 Cumhuriyet, 20.12.1936. 712 Encümen Arşivi, Dosya 338. 713 Cumhuriyet, 29.03.1937; Cumhuriyet, 30.03.1937. 714 Akşam, 26.05.1937. 709 218 Vaniköy Camii 1937 Aralık Caminin iç ve dış sıvaları döküldüğü gibi önündeki Ayı sahilin dalgaların tesiri ile günden güne çökmüştür. Dış avlusunun bazı duvarlarında da çökmeler yaşanmıştır.715 Topkapı Kara 1938 Ağustos Camiinin iç kısmında sıva tabakaları ve kalemişleri Ahmet Paşa Ayı dökülmüş, mermer oyma korkulukları kırılmıştır. Medrese odalarının kurşun örtülerinin çalınması Camii nedeniyle harap bir durumdadır.716 Balat Ferruh 1938 Bakımsızlıktan çatısı çökmüştür.717 Kethüda Camii Akşam, 22.12.1937. Cumhuriyet, 03.08.1938. 717 Encümen Arşivi, Dosya 397. 715 716 219 Fotoğraf 111. Vezir Han’da Yaşanan Çökme ile İlgili Haber, Tevhid-i Efkâr, 23.09.1924. Fotoğraf 113. Gülhane Parkının Bir Kısım Duvarları Dökülüyor, Son Posta, 12.03.1932. Fotoğraf 112. Valide Han’ın 1937 Yılındaki Harap Durumu, Encümen Arşivi,337 Fotoğraf 114. Kız Taşında Yaşanan Kayma İddiaları İle İlgili Bir Haber, Cumhuriyet, 30.03.1937. 220 3.2.5. Vakıf Müessesesinin Çözülmesi Dolayısıyla Yaşanan Tahribat İslam kültüründe hayır yapma ve yardımlaşmanın en önemli aracı olan vakıflar, yüzyıllar süren tekâmülün ardından sadece bir kavram ve müessese olmaktan çıkarak bir kültür muhitine dönüşmüştür. II. Mahmud döneminde Yeniçeri Ocağı‟nın kaldırılmasının ardından Evkaf-ı Hümâyun Nezâreti kurularak önemli vakıfların denetimi devlet eline geçmiştir. Tanzimat‟la birlikte vakıfların idaresini düzenleyen mevzuat genişletilmiştir. 718 Evkaf-ı Hümayûn Nezareti‟nin kurulması ile vakıflar ekonomik özgürlüklerini kaybetmiş, gelir ve gider kalemleri merkezi bütçe tarafından yönetilmiş, bu uygulama sonucunda yeterince ilgi göremeyen vakıf eserler harap ve bakımsız bir hale gelmiştir. Hatta kimi zamanlarda görevlilerin maaşları ödenememiş, vakıflar yaşamlarını idame ettirebilmek için borçlu vaziyete dahi düşmüşlerdir. 719 II. Meşrutiyet yıllarında Evkaf-ı Hümayûn Nezareti öyle bir durumdadır ki, İstanbul‟da dahi vakıf hayır eserlerinin ve akarlarının sayısı ile bunlardan hangilerinin tamire muhtaç olduğu sıhhatli bir şekilde tespit edilememiştir. Bilindiği üzere Ankara Hükümeti tarafından 1921‟de kurulan Şer„iyye ve Evkaf Vekâleti, 3 Mart 1924‟te kaldırılmış, yerine Başvekâlete bağlı Evkaf/Vakıflar Umum Müdürlüğü kurulmuştur. Vakıflara bağlı tarihi eser statüsündeki hayır eserleri ya da bu hayır eserlerine gelir sağlayacak emlakin Osmanlı döneminden itibaren yaşadığı en önemli problem, asli vazifesinden çıkartılarak başka maksatlarla kiraya verilmesi ya da satılmasıdır. Vakıf mallarının satılamayacağı hükmü uyarınca İmparatorluk döneminde bu satışlar “bilicareteyn” denilen usul ile elden çıkartılmıştır. “Çifte kira” anlamına gelen bu yöntem ile elden çıkarılmak istenilen bir emlak, satış bedeli üzerinden 200-300 yıllığına kiraya verilir ardından bu kiralama bedelinin önemli bir kısmı hemen tahsil edilir, kalan cüzi kısmı aylık ya da senelik taksitler halinde kiralayan tarafından ödenirdi. Bu yöntemle bir emlaki kiralayan kişinin vefatının ardından her türlü tasarruf hakkı çocuğuna ve torununa geçmektedir. Ancak kiralayan kişi resmi olarak hiçbir zaman bu mülkün sahibi olmamış, kiraladığı malı satması, şeklini değiştirmesi gibi durumlara başvurması halinde ise uygulama hukuken geçerli sayılmamıştır. 718 719 Bahaeddin Yediyıldız, “Vakıf”, DİA, C. 42, İstanbul 2012, s. 485. N. Öztürk, a.g.e., s. 200. 221 Fakat bu kadar uzun zamana dayalı olarak yapılan kiralamalarda şüphesiz kiracı, çoğu zaman mülk sahibi gibi davranmış, Vakıflar da devletin en zor zamanlarında bu mülklerin takibini yapamadığından çoğu zaman bu mülkler elden çıkarılmış yahut asli şeklini kaybetmiştir. 720 1935 yılında çıkartılan Vakıflar Kanunu ile bu duruma son verilmiş, üzerlerinde bu suretle bina ve arsa bulunan kimseler, kalan kiralarının yirmi senelik kısmını ödemek şartıyla mülklerin tapularını doğrudan kendi üzerlerine almışlardır. İcaretyn uygulamasından en çok zarar gören eski eser grubu hamamlardır. Pek çok hamam bu vasıta ile şahsi mülk olmuş, evlerde modern banyo tesisatlarının kurulması ile müşterileri de azalınca yıktırılıp yerlerine iş yapılmıştır. 721 hanı, apartman gibi binalar Elde bulunan bu gibi mülkleri yıkamayanlar ise daha fazla gelir sağlayabilmek adına yapıları genellikle depo, imalathane, atölye olarak kiraya vermişlerdir. 722 (Fotoğraf 115.) Bu şekilde büyük Üsküdar‟daki tahribe Mimar uğrayan Sinan bir eseri hamam Çarşı Hamamı/Nurbanu Sultan Hamamı‟dır. Bi‟l-icareteyn usulüyle elden çıktığı anlaşılan 16. yüzyıl eseri Fotoğraf 115. Cumhuriyet Döneminde Hamamların Vaziyetini Tasvir Eden Önemli Bir Haber, Bugün, 17.10.1938. hamam, hamam olarak işletilmesinden istenilen kârı getiremeyince Cumhuriyetin ilk yıllarında Salim Nuri Bey‟e tütün deposu olarak kiraya verilmiştir. “Bilicrateyn”, REK. İ.A., C. 5, İstanbul 1961, s. 2777-2778. Hamamlar ile ilgili 1938 yılında Bugün Gazetesi‟nde yer alan bir bahis kaydedilmeye değerdir; “…Hamamları yıkmak çok zor olduğu gibi tonozdan ibaret olan enkazı da para etmiyor. Bu yüzden birçok hamamlar metruk kalmışlar ve harap olmaya yüz tutmuşlardır. Müzeler İdaresi tarihi kıymeti olan hamamların yıkılmaması için tedbirler almaktadır. Geçen sene Üsküdar’da yıktırılmaya başlanan iki hamam durdurulmuştur…” Bkz; Bugün, 17.10.1938. 722 Reşat Ekrem Koçu, duruma tepkisini şu sözlerle vermiştir; “O canım İstanbul hamamlarının içleri bozuldu, mahvoldular. Yer yüzünde hiçbir tarihi belde, koca koca ve biri öbüründen güzel çarşı hamamlarını kaybeden İstanbul kadar ağır tecavüze uğramamıştır. İstanbul hamamlarını yıkanlar, bozanlar ve onlara bu imkânı verenler, pis hasis maddi çıkarları uğruna bu şenaati irtikap edenler, Türk İstanbulu’nun tarihinde, zaman gelecek isimleri kaydedilerek haşre kadar lanet ile anılacaklardır.” Bkz; “Bilicrateyn”, REK. İ.A., C. 5, İstanbul 1961, s. 2778. 720 721 222 R. E. Koçu‟nun ifadesine göre Nuri Bey yedi sene kadar hamamı içerisinde en küçük bir tahribat yapmadan kullanmıştır. Sonraki yıllarda on altıya çıkan varisler, daha fazla gelir elde edebilmek adına hamamın içerisindeki bütün mermerleri ve kurnaları söktürerek satmıştır. Daha sonra hamam bu on altı varisten Mehmet Bozkurt isimli başka bir tüccarın eline geçmiş, yapılan ekleme ve tamiratların ardından günümüzdeki çarşı şeklini almıştır.723 Özel mülk haline gelmiş olan vakıf malları, zaman zaman bankalar tarafından haczedilmiş, zaman zaman da serbest olarak satılmıştır. Örneğin Cerrah Mehmet Paşa Fotoğraf 116. Kayış Mustafa Ağa Medresesi Dershanesi (1936), Encümen Arşivi, Dosya 330. Külliyesi‟nin çifte hamamı zamanla özel mülkiyete geçmiş, 20. yüzyılın başlarında harap olmuş ve 1934‟de sahibinin 500 lira vergi borcundan dolayı yıktırılmıştır. 724 Benzer bir şekilde Hocapaşa‟da yer alan ve 17. yüzyılın başlarında inşa edilen Kayış Mustafa Ağa Medresesi‟nin de Emlak ve Eytam Bankası tarafında haczedildiği anlaşılmaktadır. (Fotoğraf 116.) Vakıflar tarafından 1915 yılında Hicaz Demiryolu İdaresi‟ne satılan 725 ve Emlak ve Eytam Bankası‟nın mülkiyetine nasıl geçtiği bilinmeyen medrese için 24 Şubat 1930 ve 6 Mart 1930 tarihinde banka tarafından Cumhuriyet Gazetesi‟ne satış ilanı verilmiştir. 2500 lira teminat bedeli istenilen medrese 10 Mart günü yapılan müzayedede satılamamıştır. 14 Nisan 1930‟da bedeli senelik sekiz taksit halinde ödenmek şartıyla yeniden satışa sunulsa da yine alıcı çıkmamıştır.726 Aradan geçen üç yılın ardından Emlak ve Eytam Bankası, medreseyi mevcut haliyle satamayacağını anlamış olacak ki, üzerindeki yapıyı kaldırıp daha sonra arsasını satılığa çıkarma düşüncesi ile Kayış Mustafa Ağa Medresesi‟nin ayakta kalan aksamını 25 Şubat 1933 günü satışa çıkarmıştır. “Büyük Hamam”, REK. İ.A., C. 6, İstanbul 1963, s. 3281-3284. Emin Nedret İşli, “Cerrahpaşa”, TVİA, C. 2, İstanbul 1993, C. 1 s. 418. 725 Encümen Arşivi, Dosya 330. 726 Cumhuriyet, 24.02.1930. Medrese ilanlarda Kalın Mustafa Ağa Medresesi olarak anılmştır. 723 724 223 İlanda moloz olarak sayılan aksamın miktarı şöyledir; Moloz taşı tahminen 758 m3, yonca taşı 55 m3, tuğla miktarı; 15.000-16.000 adet. 727 Bu satışın gerçekleşip gerçekleşmediği bilmemekle birlikte, bir sonraki ay verilen bir başka ilanda arsa ya da mimari aksamından bahsetmeden 4000 lira teminat bedeli ile tekrar satışa çıkarılmıştır.728 1934 ve 1936 yılında da satışa konulan medrese ile ilgili son ilan 1936 Temmuz ayında verilmiştir ve artık Kalın Mustafa Ağa Medresesi arsası olarak anılmıştır.729 Encümen Arşivi‟nde yer alan 29 Aralık 1936 tarihli fotoğrafta ise yapı harap olmakla birlikte ayakta görülmektedir. (Fotoğraf 117.) Medreseden geriye kalan mimari aksam 1938‟de yıktırılmış, arsasına Maliye Tahsil Şubesi olarak kullanılan bina yaptırılmıştır. 730 Böylelikle medresenin Emlak ve Eytam Bankası‟ndan Maliye Bakanlığı‟na yani yine devlete devredildiği ya da satıldığı anlaşılmaktadır. Fotoğraf 117. Kayış Mustafa Ağa Medresesi Hücreleri (1936), Encümen Arşivi, Dosya 330. 727 Cumhuriyet, 22.02.1933. Cumhuriyet, 03.04.1933. 729 Cumhuriyet, 23.07.1933. 730 M. Kütükoğlu, a.g.e., s. 52. 728 224 Fotoğraf 118. Çukurçeşme Hamamı’nın Enkazının Satış İlanı, Zaman, 24.09.1934. Benzer bir şekilde elden çıkarılan bir hamam da Laleli‟de bulunan Çukurçeşme Hamamı‟dır. Fatih döneminde inşa edilip Kazasker Hamamı olarak da anıldığını tespit eden S. Eyice, hamamın 1851 yılındaki satış ilanını yayımlamıştır.731 Laleli - Aksaray semtlerini tahrip eden 1911 yılındaki yangına kadar çalışan hamam, bu yangından kullanılamayacak hale gelmiştir. Yangından sonra tamir edilmeyen bu eski eser çevresindeki yangın yeri boşluğunun ortasında harap bir halde uzunca süre kalmıştır. 1918 Fatih yangınından sonra hemen yakınına yapılan Tayyare Apartmanları‟nın istimlâk sahası içinde bulunan hamam Tayyare Cemiyeti tarafından satın alınmış olmalıdır. Nitekim 1934 yılında Tayyare Cemiyeti‟nin verdiği bir ilan ile satışa çıkarılmıştır.732 (Fotoğraf 118.) “XX. Yüzyıl Başlarında (1900-1922) Eski Eser Yıkımları ve Tahribi Durdurmaya Yönelik Çalışmalar” başlıklı bölümde incelendiği üzere Hayri Efendi‟nin Evkaf Nazırlığı sırasında çıkartılan bir kanunla harap durumdaki vakıf mallarının satışı hukuki güvence altına da alınmıştır. Vakıfların II. Meşrutiyet yıllarından itibaren toparlanma ve gelir arttırma çabaları ile zikredilen satış ve uzun süreli kiralama uygulamaları birleşince ortaya oldukça ilginç sonuçlar çıkmıştır. Örneğin Ayasofya Cami‟nin bahçesinde yer alan bazı kahveler ve dükkânlar bir şekilde şahısların mülkiyetine geçtiğinden, bu şahıslar zamanla Ayasofya‟nın avlusunun bir kısmına da sahip olduklarını iddia etmiş, yapılmak istenilen istimlâklere 731 732 Semavi Eyice, “İstanbul’un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri II…”, s. 160-161. Cumhuriyet, 18.09.1934; Milliyet, 22.09.1934; Zaman, 24.09.1934. 225 Fotoğraf 119. Ayasofya Camii Avlusundaki 60 ve 108 Hisseli Dükkanlara Ait İstimlak İlanı, Akşam 23.02.1933. direnmişlerdir.733 Verilen istimlâk ilanlarından bu dükkânların bazılarının mülkiyetinin 108 hisse sahibine kadar bölündüğü anlaşılmaktadır.734 (Fotoğraf 119.) Daha da ilginç bir durum ise Ayasofya Cami‟nin minaresinin giriş/kaide kısmını teşkil eden kürsü kısmının bir kişinin özel mülkiyetinde bulunmasıdır. Yine hukuksuz bir şekilde ele geçirildiği anlaşılan zikredilen minare, sahibi tarafından 1930‟lu yıllarda Şekerci Ramazan isminde bir şahsa odun deposu olarak kiraya verilmektedir.735 Minarenin alt kısmının nasıl ele geçirilip şahıs mülkü haline gediğine dair pek çok rivayet yayılmıştır. Bunlardan ilkine göre Sultan II. Mahmud zamanında bir cariye saraydan azat edilmiş, azat edilen cariyeye usulden olduğu üzere bol kira getirecek bir yer tahsis edilmek istendiğinde o vakit çarşı ve şekerci dükkânlarının içinde kalan bu yer seçilmiştir. Şekerci Ramazan da depo olarak kullandığı mekânı, cariyenin soyundan gelenlerden kiraladığını iddia etmiştir.736 Bir diğer rivayete göre ise yine II. Mahmud döneminde Ayasofya ile Alemdar Caddesi‟ni ayıran sokakta “Börekçi Güzeli” namıyla bilinen bir börekçi dükkânı ortadan kaldırıldığından, dükkân sahibi börekçi yersiz yurtsuz kalmış, bir gün camii çıkışında Sultan Mahmud‟a durumu anlattığında padişahın ihsanı ile karşılaşmış ve istediği bir yeri seçebileceği söylenmiştir. Bunun üzerine börekçi, börek ve tatlı yapacak alet ve edevatını koymak için minarenin altını istemiş, padişah da kabul etmiştir.737 Ayasofya içerisindeki bu farklı mülkiyetlerin bir kısmı 1933 yılında738, kalan kısmı ise müzeye dönüştürülmesi sırasında istimlâk edilmiştir.739 733 Son Saat, 04.05.1929; Politika, 24.04.1930. Akşam, 23.02.1933. 735 Politika, 27.04.1930; Cumhuriyet, 08.06.1932. 736 Cumhuriyet, 08.06.1932. 737 Akşam, 18.10.1932. 738 Akşam, 23.02.1933. 739 Son Posta, 26.02.1936. Burada zikredilmesi gereken ilginç bir nokta da Ayasofya‟nın müzeye dönüştürülme kararnamesinde bulunan bir hükümdür. Buna göre Evkaf Umum Müdürlüğü‟nün Ayasofya dâhilinde ve çevresinde bulunup özel mülkiyete geçirilmiş yapıları istimlâk etmeye bütçesi yeterli gelmediğinden, istimlâk masrafları müzenin bağlı bulunacağı Maarif Vekâleti bütçesinden karşılanmıştır. Bkz; BCA, 30-18-1-2 / 49-79-6. (24.11.1934). 734 226 Sultanahmet Cami‟nin, dikilitaşların bulunduğu meydana bakan dış avlu kapısı üzerindeki odalar da 20. yüzyıl itibariyle Vakıflar tarafından elden çıkarılmış bulunmaktadır. Öyle ki bu kapı üzerinde yer alan ve “mahya odaları” olarak anılan yerlerin tapusunu elinde bulunduran şahıs, 1932 yılı Temmuz ayında yeni inşaat yapmak üzere kapıyı yıktırmaya başlamıştır. Olaya Müzeler İdaresi ve İstanbul Belediyesi hemen müdahil olmuş, yıkım Fotoğraf 120. Sultanahmet Külliyesi Kapılarından Birinde Yaşanan Yıkım Hakkında Çıkan Haber, Cumhuriyet, 12.07.1932. yarıda durdurulmuştur. 740 (Fotoğraf 120.) Günümüzde de kapının bir kısmı yıkık vaziyettedir. Halil Edhem Bey aynı yıl içerisinde düzenlenen I. Türk Tarih Kongresi‟nde sunduğu tebliğinde bu konuya şu sözlerle değinmiştir; “Sultanahmet Camii’nin avlu kapılarının üzerindeki odalardan Ticaret Mektebi tarafındakinin bir kısmını şu son günlerde birisi hainâne bir surette yıktı. Meğer vaktiyle Evkaf orayı da satmış imiş. Kimse mani olamadı. Zira mahkemeden ilam almış imiş. Orayı tekrar inşa etmeye bu adamı mecbur etmeli. Bu cüretinden dolayı da kendisini veya sebep olanları ağır bir surette cezaya çarpmalıdır.”741 Yine benzer bir durum Taksim‟de bulunan I. Mahmud dönemine ait su makseminin mülkiyetinin tespiti konusunda yaşanmıştır. İstanbul Belediyesi, tarihi maksemin bulunduğu arsada tiyatro binası inşa etmek istediğinde I. Dünya Savaşı yıllarında Taksim Meydanı, kışlası ve civarını satın alan şirket 742, tarihi maksemi de satın aldığını, kendi mülkü olan bu yapının yıkımı için bedel ödenmesi gerektiğini iddia etmiştir. Cumhuriyet, 12.07.1932; Akşam, 24.09.1932; Kemal Altan, “Klasik Türk Mimarları: Mimar Mehmet”, Arkitekt, S. 80 (1937), s. 226. 741 Halil Edhem, a.g.m., s. 566. 742 İstanbul Emlak Şirket-i Osmaniyyesi isimli şirket tarafından satın alınmak istenen kışla ve çevresi için devlet ile şirket arasındaki müzakereler 1915 yılında başlamıştır. Ardından maliye ile şirket temsilcileri arasında yapılan satış mukavelesindeki bazı maddelere ve arazinin ifrazına dair hususlara Şehremaneti itiraz edince, satış ve kışlanın devir süreci sekteye uğramıştır; bu arada süren I. Dünya Harbi ve onun yarattığı olağanüstü şartlar kışlanın adı geçen şirkete devrini de geciktirmiştir. Şirket bu süreçte kışla arazisine küçük ölçekli bir takım binalar inşa etmiştir. Bu durum, Cumhuriyetin ilanından sonra kışla yapılarının ve meydanın (Talimhane‟nin) Türkiye Cumhuriyeti‟nin malı olarak tasdikiyle son bulacaktır. Bkz; Yüksel Çelik, “Mit ve Gerçek Arasında: Taksim Topçu Kışlası (Beyoğlu Kışlai Hümâyûnu)”, Osmanlı İstanbulu III: III. Uluslararası Osmanlı İstanbulu Sempozyumu Bildirileri 25-26 Mayıs 2015, İstanbul 2015, s. 472. 740 227 Belediye ise maksemin, çeşme ve sebillerin Vakıflardan belediyelere devredilmesi hakkındaki kanun kapsamında kendi idarelerine bırakıldığını bildirmiştir. 743 Konu ile ilgili davanın 1938 yılı Şubat ayında dahi devam ettiği tespit edilmiştir. 744 (Fotoğraf 121.) Yine aynı şekilde mülkiyeti de Kalenderhane bir şahsın Medresesi‟nin eline geçmiştir. Bedestani Ali Bey ismindeki bir kişi medrese arazisi üzerinde aidiyet iddia etmiş ve aldığı bir mahkeme kararı ile bunu belgelendirmiştir. Tevhid-i Tedrisat kanunu ile medrese binalarının devredildiği İstanbul Belediyesi, karar aleyhine temyize giderek davanın yeniden görülmesini talep etmiştir.745 Fotoğraf 121. Taksim Meydanındaki Tarihi Su Makesemi İle İlgili Dava Haberi, Cumhuriyet, 12.07.1932. Vakıflar İdaresi, tapuyla sahip olunmuş bu eski eserleri istimlâk etmek için ayrıca para harcamıştır. Ancak Vakıfların şahısların eline geçen eski eserleri kolayca takip edemediği de görülmektedir. Öyle ki Cumhuriyet döneminde henüz Vakıflar adına tapuya geçirilmemiş bazı eski eserlerin tapu kaydı yapılacağı sırada gazetelere ilanlar verilerek bu eser üzerinde hak iddia edenler olup olmadığı sorulmuştur. Örneğin 1934 yılında Eyüp‟deki Mihrişah Valide İmareti‟nde ve Eminönü Küçükpazar‟daki Salih Ağa Mescidi arsasında hak sahibi olduğunu iddia edenler için gazetelere ilan verilmiştir.746 Vakıflar açısından eski eserlere müdahale etmeyi zorlaştıran bir diğer durum da İstanbul Belediyesi ile yıllarca aşamadığı problemlerdir. “XX. Yüzyıl Başlarında (19001922) Eski Eser Yıkımları ve Tahribi Durdurmaya Yönelik Çalışmalar” başlıklı bölümde zikredildiği üzere Vakıflar İdaresi ile İstanbul Belediyesi, Hayri Efendi‟nin Evkaf Nazırlığı – Cemil Topuzlu‟nun Şehreminliği döneminden (1912-1914) itibaren rekabet ve anlaşmazlık içinde olmuş, iki kurum da birbirlerinin yaptıkları işlere çeşitli zorluklar çıkartmışladır. İki kurumun İmparatorluk döneminden miras kalan bu Cumhuriyet, 10.02.1930; İnkılâp, 10.02.1930; Akşam, 01.09.1932. Akşam, 10.02.1938. 745 Akşam, 02.12.1933. 746 Milliyet, 11.02.1934. Aynı durum İstanbul Belediyesi için de geçerlidir. Bkz; Haber, 22.11.1934. 743 744 228 yaklaşımları Cumhuriyet döneminde kabul edilen yasalarla vakıf eserlerin mülkiyetlerinin başka kurumlara nakledilmesinin ardından daha çetrefilli bir hal almıştır. (Fotoğraf 122.) Bu iki devlet kurumu arasındaki problemlerin, devlet mekanizmasının yekvücut bir hale geldiği tek parti döneminde devam etmesi de oldukça ilginçtir. İki kurum arasında olan gerginliği göstermesi açısından Evkaf Umum Müdürü Niyazi Bey‟in 1929 yılında İstanbul‟a geldiği sırada gazetelere verdiği mülakat önemlidir. Niyazi Bey, ilk olarak İstanbul Şehremaneti‟ne devredilen çeşme ve sularla ilgili şu açıklamayı yapar; “Şehremaneti vakıf suları aldı, fakat Yeni Camii şadırvanları, Nuruosmaniye, Fatih ve Sultan Selim Camilerinin çeşmeleri akmıyor. Emanet, vakıf suların varidatını istiyor; derhal vermeye hazır olduğumuzu müteaddit defalar bildirdik. -Vakfiyeleri gelin birlikte tetkik ederek sulara ait varidatı devralın- dedik; olmadı. -Vakfiyelerin fotoğraflarını aldırın da siz bu tetkikatı yapın- dedik; gene olmadı. Tahsisat yok dediler. Buna benzer şeyler ileri sürdüler. Fakat rica ederim Evkafın bu meseledeki hüsnü niyet ve itilafperverliğini gösterecek daha munsif idare nerede bulunur? Halk bilmez, sular akmıyor, Evkaf kabahati diyor. Biz razıyız vakıf suları gene bize iade etsinler de suları akıtalım. Aksi halde bentlerin üstü akıyor, bentler bakımsızlıktan süratle harap olacak, koca İstanbul bu gidişle iki sene sonra susuz kalacaktır.”747 Niyazi Bey‟in gündemindeki bir başka konu ise Üsküdar Doğancılar Cami‟nin Şehremaneti tarafından yıktırılmasıdır. Niyazi Bey mülakatta bu konu ile ilgili oldukça sert açıklamalar yapmıştır; “Şehremaneti âlemin hakkını tanır, çünkü mahkeme vardır. Fakat Evkafa gelince, nasıl olsa uyuşurum der ve yıkar. İşte Doğancılar Camii meydanda. İki gündür nezafet amelesi caminin asar-ı atikadan o canım halis duvarlarını insafsızca yıkıyorlar! Bir kere olsun Evkafa sormayı hatıra getirmemiş!” Niyazi Bey‟in mülakatta ayrıca şehremaneti ile aralarındaki ada çamları, Nuruosmaniye helâları gibi meselelerde de emaneti suçlaması üzerine muhabir, Şehremini Muhittin Bey‟in “Şehremaneti müessesesinin bütün devlet müesseseleri içinde en iyi işleyen daire” olduğu iddiasını hatırlatmıştır. Evkaf Umum Müdürü ise muhabire “Emanet böyle diyor, ben de Evkaf daha iyi işliyor diyorum. Hükümet bir hakem gönderir, iki 747 Cumhuriyet, 19.06.1929; Akşam, 20.06.1929; Son Saat, 20.06.1929. 229 müesseseyi de tetkik ettirir. Biz verilecek kararı, emniyetle karşılayacak vaziyetteyiz” gibi ifadelerle cevap vermiş, iki kurumun adeta bir rekabet halinde olduğunu açığa çıkarmıştır.748 Mülakatın yayınlandığı günün ertesi günü ise İstanbul Şehremaneti‟nin cevabî röportajı yayınlanmıştır. Şehremini Muhittin Bey‟in; “Bu tarz münakaşaya girmeye mevkiim müsait değildir. Bunun için Niyazi Bey’in sözlerine cevap vermeyeceğim. Yalnız şunu söyleyeyim ki emanetin dört sene evvelki bir tezkeresine Evkaf, daha yeni cevap vermiştir. Evkafın tamirini deruhte ettiği Nuruosmaniye Fotoğraf 122. “Birbiri İle Bir Türlü Anlaşamayan İki Daire”, Son Posta, 26.03.1932. helâsı işindeki süratini (!) de bu cevabî tezkeresinin canlı bir misali olarak gösterebilirim. Bu vaziyette iki dairenin mukayesesine bilmem hacet var mıdır?” sözleriyle başlayan mülakatta, Vakıfların iddia ettiği suçlamalara şehremanetinin ilgili şubeleri tek tek cevap vermiştir. 749 Bu araştırmanın konusu dâhilinde bulunan Doğancılar Cami‟nin habersizce yıktırılması ile ilgili ise Üsküdar Belediye Başkan Yardımcısı İsmail Hakkı Bey cevap vermiştir. İsmail Hakkı Bey, Vakıfları “yıkılan camii değil, önündeki küçük, zaten yıkılmış ve metruk bir mezarlık duvarıdır; yolun hattı istikametinde bulunan bu mezarlığın bir tarafı park, bir tarafı C.H.F. binasıdır. Meydanı tevsi için orayı yıktık. Mezar da kalktı, camii güzel bir tarzda meydana çıktı” sözleriyle yalanlamıştır.750 Vakıflar İdaresi gerek yukarıda zikredilen mülkiyet problemlerini çözebilmek için gerekse yine yukarıda zikredilen Belediye ile itilaflı meselelerin halledilebilmesi için, mahkemelerin yolunu tutmuş, yıllarca süren pek çok dava açılmıştır. Örneğin 1927 yılı Ocak ayında mahkeme süreci devam eden 3000‟i aşkın davası bulunan Vakıflar, gücünü ve ilgilisini önemli ölçüde bu davalara harcamıştır. Davaların takibini yapacak Cumhuriyet, 19.06.1929; Akşam, 20.06.1929; Son Saat, 20.06.1929. Cumhuriyet, 20.06.1929. 750 Cumhuriyet, 20.06.1929. Camii günümüzde ayaktadır. 748 749 230 sadece 8 avukatının bulunması da ayrıca dikkate değerdir.751 1933 yılına gelindiğinde İstanbul Belediyesi ile Vakıflar arasındaki davalar Ankara‟yı da rahatsız etmiş, Vakıflar Umum Müdürlüğü ve Dahiliye Vekaleti bir araya gelerek iki kurumu uzlaştırmaya çalıştırmıştır.752 Bu çerçevede her iki kurumun da temsilcilerinden oluşan komisyonlar kurulmuş mezarlıklar, su varidatı, vergiler ve mülkiyet problemleri gibi konuları çözmek üzere toplantılar yapılmıştır. 753 Ancak bu komisyonlarda da bazı konular halledilemediğinden durum Başvekâlete intikal etmiş 754 , 1935 yılında milletvekillerinden oluşan bir hakem heyeti kurulmuştur. 755 Hakem heyeti yaptığı araştırma ve toplantılar neticesinde 1937‟de iki kurum arasındaki ihtilaflı meselelerin dörtte üçünü Belediye lehine neticelendirmiştir. Bu karar üzerine Vakıflar önemli miktarda gelirinden olduğu gibi İstanbul Belediyesi‟ne nakit olarak da ödeme yapmıştır. 756 Cumhuriyet döneminde kendi bütçesi ile gelir ve gider hesabı yapıp özerk bir konumda olan Vakıflar Genel Müdürlüğü‟nün, diğer kurumlara göre nispeten zengin sayılan gelirleri, zaman zaman yapılan düzenlemelerle Cumhuriyet Hükümeti‟nin genel bütçesine aktarılmıştır. 1937 yılında hazırlanan bir rapora göre Cumhuriyetin kuruşundan itibaren geçen on iki yıl içerisinde Vakıflar bütçesinden 2.762.615 lira genel bütçeye aktarılmıştır. Bütün Türkiye genelindeki vakıf abidelerinin tamirleri için 10.000.000 lira gibi bir rakama ihtiyaç olunduğunu hesaplayan Vakıflar İdaresi, ilk etapta merkezi bütçeden 2.000.000 TL borç istemiş ve bu paranın daha önce merkezi bütçeye aktarılan miktara sayılmasını teklif etmiştir. Ancak hükmet, daha önce kullandığı rakama karşılık bir ödenek vermek bir yana, Vakıflara istediği bütçeyi sağlaması için kredi dahi kullandırmamıştır. Bu süreç nedeniyle Vakıflar, kendi gelirlerini öz kaynakları vasıtası ile arttırmaya yönelmiştir. 757 Bu öz kaynakları oluşturacak gelir ise şüphesiz vakıf eserlerinin kiralanması ya da satılarak elden çıkarılması ile sağlanabilmiştir. “Cumhuriyet Döneminde Tarihi Eserlerin Genel Durumu” başlıklı bölümde detaylıca bahsedildiği üzere Evkaf Umum Müdürlüğü 1925 yılı bütçe kanununun 4. 751 Milliyet, 06.01.1927. Akşam, 04.02.1933. 753 Akşam, 28.04.1933; Akşam, 19.05.1933. 754 Akşam, 31.07.1933; Akşam, 28.08.1933. 755 Ulus, 09.08.1935. 756 Cumhuriyet, 20.03.1937; Cumhuriyet, 01.06.1938. 757 N. Öztürk, a.g.e., s. 204. 752 231 maddesi ile harap durumdaki eserlerin satılabileceğini, 1911 yılında Meclis-i Mebusan‟da kabul edilen yasaya atıf yaparak vurgulamıştır. Tıpkı Meşrutiyet yıllarında olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de Vakıfların İstanbul‟daki politikası özellikle şehrin kıymetli arazilerinde kalmış harap durumdaki vakıf mallarını yıktırarak yerlerine gelir getirebilecek apartman, han, mağaza gibi modern binalar yapılmasıdır. 758 Bu durum eski eserlerin korunması açısından sıklıkla basında gündem olmuştur. Bunlardan ilki Beyoğlu Ağa Camii avlusunda bir bina yapma planıdır. 1929 Mayıs ayında çıkan habere göre Ağa Cami‟nin caddeye bakan ve harap durumda olan bir duvarı kaldırılarak yerine vakıf hanlar gibi Vakıflar İdaresi‟ne önemli ölçüde gelir getirecek büyük bina yapılması planlanmıştır. 759 Ancak aynı yılın Temmuz ayında çıkan haberlerde Ağa Cami‟nin bulunduğu yerden kaldırıp, başka bir yere taşınacağı ve arsasına apartman yapılacağı iddia edilmiştir.760 Vakıfların, Galata Kulesi‟nin yanına yaptırmak istediği bir başka apartman, eski eser tahribi açısından kamuoyunda önemli ölçüde tepki ile karşılanmıştır. Yapılacak apartmanın gün geçtikçe binalar arasında kaybolan Galata Kulesi‟ni bir kez daha sıkıştıracağını hatırlatılan Cumhuriyet Gazetesi, apartmanın Ayaspaşa tarafında yaptırılmasının daha doğru olacağı yazmıştır.761 Haberin ertesi gün ise başyazar Yunus Nadi, Vakıflar İdaresi‟ni suçlayan oldukça sert bir yazı kaleme almıştır. Yazıda Yunus Nadi, şu ifadelerle Vakıflara yüklenmiştir; “Sırası düştükçe İstanbul şehri şöyle güzeldir böyle güzeldir diye hepimiz methediyoruz. Fakat bilaistisna hepimiz bu güzelliğe bir şey ilave etmek şöyle dursun onu her fırsattan bilistifade, bilafasıla tahrip ve imha etmekten sanki adeta zevk alıyoruz. İşte Galata Kulesi’nin etrafını biraz daha örterek onun tarih noktasından ve sanat itibariyle haiz olduğu kıymeti baltalamak da işte bu cümleden bir harekettir. Bu tahrip ve imha işini etraftan biri yapsa onu derhal menetmeğe çalışmakla beraber yaptığı işin fenalığını bilmiyor diye belki mazur görmeğe temayül ederdik. Son inşaatı yaptıran resmi bir daire olan Evkaftır. Binaenaleyh hareketin hiçbir mazereti yoktur. Evkafın elinde bu tahripkârlığın günahı katmerlidir. İkdam, 04.05.1929; Milliyet, 04.05.1929. Akşam, 27.05.1929. 760 Cumhuriyet, 01.07.1929; Son Saat, 01.07.1929. Planın uygulamaya geçirilemediği anlaşılmaktadır. 761 Cumhuriyet, 17.11.1929. 758 759 232 Acaba Evkaf, sanki İstanbul’da bina yapacak hiçbir yer kalmamış gibi ne için gidip de Galata Kulesi’nin dibini kazmaya başlamıştır? Yoksa bu daire yanlış bir telakki ile hakikatten Galata Kulesi’ni tahrip etmek mi istiyor? Olabilir ya “bu Ceneviz kulesidir, fırsat elvermiş iken onu biraz da ben berbat edeyim” diyebilir! 762 Yazının yayımlanmasının ardından Vakit Gazetesi, Vakıflar Genel Müdürü Niyazi Bey‟e fikirlerini sormuş, Niyazi Bey, Yunus Nadi‟nin yazısı karşısında “Kulenin etrafında esasen halkın birçok evleri, dükkânları vardır. Evkafın bu civarda bir apartmanı, bir evi, birkaç dükkânı vardır. Ev Fotoğraf 123. Evkaf Umum Müdürü Niyazi Bey’in Galata Kulesi Hakkında Röportajı, Vakit, 19.02.1930. harap olmuş, yıkılmıştı, şimdi yeniden inşası düşünülüyor. Binanın temelleri açılıyor. Mesele bundan ibarettir. Kulenin etrafı eskiden açıktı da şimdi Evkaf bir bina yaptırıyor diye mi kapanıyor acaba? İnşası düşünülen bina eskiden de vardı ve eskiden mevcut bulunduğu zaman kuleyi tahrip etmiş değildi. Evkaf şehirdeki tarihi abideleri tahrip etmez. Bilakis hüsnü muhafazalarına çalışır.” açıklamasını yapmıştır.763(Fotoğraf 123.) Vakıflar daha sonra apartmanı Kuledibi‟nde yaptırmaktan vazgeçerek Teşvikiye Camii civarına yaptırmaya karar vermiştir.764 Kendi öz kaynaklarını arttırmak için Vakıfların yaptığı uygulamalardan biri de artık asli işlevi ile istifade edilemeyen hayır eserlerinin kiralanması yahut satılmasıdır. Vakıflar İdaresi satış işlemlerine getirisi az ya da hiç olmamasına rağmen vergi ve tamir masrafları çok olan emlakin satışı ile başlamıştır. Şüphesiz hem Vakıf kültürü tarihi açısından hem de siyasi bakımdan en hassas noktayı, mescit ve camilerin kadro dışı bırakılmaları ve ardından harap durumda bulunan yahut kalıntısı kalıp arsa haline gelmiş olanların elden çıkarılmaları teşkil etmektedir. 762 Cumhuriyet, 18.02.1930. Vakit, 19.02.1930. 764 Cumhuriyet, 25.06.1930. 763 233 İmparatorluk döneminde Evkaf-ı Hümayûn Nezareti görevlilerinin ilgisizliği ve kontrolsüzlüğü yaşanan doğal afetlerin de etkisi ile birleşince ibadethaneler oldukça bakımsız bir halde kalmıştır. Bu dönemde Vakıfların ilgisizliği yüzünden bazı camilerdeki şadırvanlar yosun tutmuş, içerisindeki sular kullanılamayacak duruma gelmiştir. İbadet mahalli olan camii avluları ile çevresine pazarlar kurulmuş, bazılarında İslam adabına uymayacak şekilde kahvehaneler bile açılmıştır.765 Bu davranışlar sonucu oluşan yasadışı kullanımların ortadan kaldırılması için 1868‟de Ayasofya ve Beyazıt, 1906‟da Fatih, Süleymaniye ve Şehzade Camilerinin çevreleri kamulaştırılmış ve bu amaçla milyonlarca lira harcanmıştır. 766 Vakıflar tarihi üzerine önemli araştırmaları bulunan N. Öztürk‟e göre 19. yüzyılın son yılları ve 20. yüzyılın başlarında, camii ve mescitlerin bakım, onarım ve tamirlerinde fazla bir şey yapılamadan Cumhuriyet dönemine gelinmiştir.767 “Cumhuriyet Döneminde Tarihi Eserlerin Genel Durumu” başlıklı bölümde açıklandığı üzere, Cumhuriyetin ilk yıllarında İmparatorluk döneminden miras geniş yangın sahaları içerisinde harabeye dönmüş mescitlere, ekonomik yetersizlikler nedeniyle müdahalede bulunulamamıştır. Camilerin harap duruma düşmesi yahut kurtarılamamasında camii cemaatinin rolü de dikkate alınmalıdır. On yıl süren sürekli savaş boyunca cephelerde verdiğimiz on binlerce şehit, cemaatin önemli ölçüde azalmasına sebep olmuştur. Şüphesiz bu maddi nedenlerin yanı sıra siyasi bir takım nedenlerle de camiler harap bir durumda kalmıştır. Yeni kurulan Cumhuriyetin laiklik prensibi özelinde ibadethanelere karşı bir mesafesi olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Ancak zikredilen tüm bu olumsuz koşulların yanı sıra dönemin eski eserlerini korumakla görevli bulunan Asar-ı Atika Encümen-i Daimisi fotoğrafları üzerinde yapılan incelemede bir tarafta farklı amaçlarla kullanılan yahut harabe haline gelmiş camii ve mescitler görülürken diğer taraftan cemaatin sahip çıktığı bazı camilerin son derece mamur olduğu, hatta “müzelik” olarak kabul edilmesi gereken taşınabilir kültür varlıklarının dahi temiz tutularak aynı amaçla kullanıldığı görülmüştür. (Fotoğraf 124.) N. Öztürk, a.g.e., s. 202. E. Madran, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e…, s. 67. 767 N. Öztürk, a.g.e., s. 202. 765 766 234 Yine bazı camilerin cemaati dönemin gazetelerine mektuplar yazarak ibadethanelerindeki sorunlara çözüm bulmaya çalışmışlardır.768 Cumhuriyetin ilk on yılında genellikle camii ve mescitler hakkında doğrudan bir tasarrufta bulunulmamış, daha çok Diyanet İşleri Reisliği‟ne bağlı olarak görev yapan camii personelinin azaltılması amaçlanmıştır. Keza bu hedef II. Meşrutiyet yıllarında da benimsenmiş, 1913 yılında çıkartılan Tevcih-i Cihat Nizamnamesi ile ibadethanelerde görevli personel sayısının azaltılmasına ve görevlilerin tasnife tabi tutulmasına çalışılmıştır.769 Cumhuriyet döneminde aynı düşünce ile yapılan ilk düzenleme Diyanet İşleri Reisliği tarafından 2 Haziran 1924‟de hazırlanan bir talimatnamedir. Talimatname, Osmanlı dönemindeki nizamname ile büyük ölçüde benzerlik göstermesine rağmen sadece Ankara, Bursa, Edirne, Konya, Amasya, Adana, Trabzon, Kastamonu ve İzmir‟i kapsamaktadır.770 Fotoğraf 124. Fatih Haydar Mahallesinde Hacı Ferhad Ağa Camii’nin 1940 Yılındaki Durumu, Encümen Arşivi, Dosya 453 768 Bu konuda iki örnek olarak posta memurlarından Rasim Efendi‟nin 1930 yılında Cumhuriyet Gazetesi‟nde yayımlanan Nişanca Camii hakkındaki mektubu ve Hoca Paşa Camii ile ilgili 1934 yılında Milliyet Gazetesinde yayınlanan şikâyet verilebilir. Bkz; Cumhuriyet, 22.11.1930; Milliyet, 16.11.1934. 769 A. Kıvanç Esen, “Tek Parti Dönemi Cami Kapatma/Satma Uygulamaları”, Tarih ve Toplum: Yeni Yaklaşımlar, S. 13 (2011), s. 96. 770 A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.96-97. 235 Camilerin durumu ile ilgili ilk tartışma ise 1925 yılı Diyanet İşleri Riyaseti‟nin bütçe görüşmeleri sırasında yaşanmıştır. 771 Söz alan Kayseri Milletvekili Vehbi Bey harap durumda olan mescitlerin elden çıkartılmasını istemiştir; “…Sonra efendiler! Hatip: Memlekette birçok yerler, bilhassa Ankara gözünüzün önüne gelsin. Memlekette adım başına bir mescit, Anadolu’nun birçok yerlerini gözünüzün önüne getiriniz, sokak başında bir mescit, adım başında bir mescit fakat hepsi harabe. Bendeniz Diyanet İşleri Riyaseti’nden talep ediyorum. Bu mescitleri akara tahvil etsin! Her mahallede bir mescit, memlekette büyük bir cami, fakat cami yok, adı cami, memleketi cem edici yer. Hani Ankara'da memleketi cem edecek bir cami? Yok, hepsi birer mescitten ibaret. Sonra adım başında birer harabe, sonra ledelhace askerden kaçmak için belki bir adam sığınıyor. Adam sığınacak ise neden? O da yok. Kapısı kapalı, örümcekler, hatta köpekler yatar. Dokunursanız kıyamet kopar. Köpek yatarken neden sesin çıkmaz, gübre atılırken niçin sesin çıkmıyor efendi? Binaenaleyh bunları ıslah etmeli ve varidat temin edecek hale getirmeli…”772 Vehbi Bey konuşmasının bir kısmında da camii personeline değinmiş “Mademki bu adamlardan bu hizmetleri istiyoruz, bunların da karnını doyurmak lâzımdır. Elli, yüz veyahut yüz elli kuruşa Hacıbayram Müezzini. Böyle yüz elli, iki yüz kuruşa seksen tane adam besleyeceğine bir adamın karnını doyursun ve o işle meşgul edersin. Camii sakız gibi temiz olsun, mademki camii var, ya camii olsun veyahut yıkalım. Girdiğimiz vakit iğrenmeyelim…” sözleriyle kadro uygulamasının yararlı olacağını savunmuştur. 773 Vehbi Bey‟in ardından söz alan Başvekil Ali Fethi Bey, Vehbi Bey‟e tamamen katıldığını, harap bir halde kalmış olan mescit ve camilerin elden çıkartılarak akara tahvil olunması için 1925 senesi Vakıflar bütçesine bir madde eklendiğini söylemiştir. Başvekil meclisten de ilgili maddenin kabulü için destek istemiştir; “Ümit ederim ki, Evkaf bütçesi müzakere olunduğu zaman Heyeti Celileniz bu maddeyi kabul eder ve bunun neticesinde hakikaten manzarası pek de hoş olmayan birtakım mesacit ve cevamii satılır ve akara tahvil olunur.”774 A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.97. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 2, Cilt: 14, 61. İçtima, 21 Şubat 1341 (1925), s. 214. 773 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 2, Cilt: 14, 61. İçtima, 21 Şubat 1341 (1925), s. 215. 774 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 2, Cilt: 14, 61. İçtima, 21 Şubat 1341 (1925), s. 218. 771 772 236 1925 Vakıflar Bütçe Kanunu‟nun 4. ve 5. maddesinde harap durumda olup satılması planlanan vakıf mallarına yer verilmiştir. Maddelerin mecliste görüşülmesi sırasında oldukça hararetli tartışmalar yaşanmıştır. Örneğin Antalya Milletvekili Rasih Efendi kanunun gerekçesini ve satışlardan elde edilecek meblağın harcanacağı yerleri şu sözlerle açıklar; “Geçen gün Evkaf Müdürü Umumisi Beyle bu hususta görüşürken bize hakikaten düşünülmeye lâyık bir madde söylemiştir. Fatih Cami’nin bugün tahtı idaremizde kalan arazi dahilinde vakıf kalmamıştır. Bu gibi müessesat-ı mühimmemiz, ihya ve tamir noktasından birçok varidata mütevekkiftir. Sonra, bu müessesatın müstahdemini bugüne kadar Allah'lık kullanılıyordu. Bugünden sonra kimse Allah'lık hizmet etmez. Onlara da bir insan gibi, maişetlerini temin edecek derecede bu bütçeden bir tahsisat vermek mecburiyetindeyiz. Bunu ne ile vereceğiz? Bugünkü evkafın akarı bunu temin edemiyor. Bundan sonra Evkaf, mevcut olan ve Vasıf Bey biraderimizin bahis buyurdukları bu kabil müstağnii anha kalmış arsalar ve mebani akar yapılmak suretiyle ve arz ettiğim Fatih Camii gibi, bugün tamiri iktiza edecek olursa karşılığında tek bir varidatı olmayan, pek mühim müesseselerin tamir masrafına, idaresi masrafına ve müstahdemini maaşat ve masarifatına karşılık bulmak zaruretindedir. Onun için Meclisi Âli müstağnii anha kalmış olan Evkafı, bugün memleketin muhtaç olduğu müessesatın gerek tamirat, gerek müstahdeminin idare masrafım temin etmek için, muhafaza, imar ve ihya zarureti karşısındadır.”775 Giresun Milletvekili Hakkı Tarık Bey ise vakıf mallarının elden çıkartılması konusunda çekinceleri olan isimler arasındadır; “Bendeniz Rasih Efendinin fikirlerine iştirak edemiyorum. Esasen bu medreseler bir maksat üzerine bina edilmişti. O maksat da talim ve terbiyedir. Bugün eğer binası harap olmuşsa, arsa halinde kalmışsa, bunu tekrar mektep olarak ihya etmekten başka uhdemize düşen bir vazife yoktur. Bu medrese binalarını veya arsalarını mektepten başka bir maksat uğrunda istimal etmek için zannediyorum ki salâhiyetimiz olamaz. O, ne maksatla 775 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 2, Cilt: 17, 92. İçtima, 2 Nisan 1341 (1925), s. 53. 237 tesis edilmişse onu yine aynı maksat uğrunda istimal etmek lâzımdır. Bendenizin kanaatim budur. Diğer müessesatı diniye için paraya ihtiyaç varsa, bunu başka yoldan temin ve tedarik etmek mümkündür. Binaenaleyh, bendeniz Vasıf Beyin fikrine iştirak ediyorum. Bu medrese binalarının veyahut arsalarının mektep haline ifrağı için ne yapmak mümkün ise onu yapmak lâzım geldiğine kani oluyorum.”776 Tüm bu tartışmalarla birlikte, 1911 yılında Meclis-i Mebusan tarafından kabul edilen, harap durumda bulunup artık istifade edilemeyen vakıf mallarının satılmasına dair kanunun uygulanmasını amaçlayan iki madde 1925 yılı Vakıflar Bütçe Kanunu‟nun 4. ve 5. maddeleri olarak kabul edilmiştir. Kabul edilen maddeler şöyledir; Madde 4. — Aynından intifa edilmeyen ve müstağni anha oldukları usulen tahakkuk eden bilcümle vakfı mebani ve arsaların ve metruk kabristanların akar olarak istimaline veyahut 19 Mayıs 1327 tarihli kanun mucibince nakit ile istibdaline ve hâsıl olacak mebaliğin bir tarafa sarf olunmayarak tenmiyesine ve kezalik hayratı kısmen veya tamamen mahv ve münderis olan veya müstağni anha mahiyetini iktisap eden vakıfların bu kısma ait masarifinin muhasebelerine ithaliyle nukudu mevkufe idaresine itası ile evkaf namıma tenmiyesine Evkaf Müdüriyeti Umumiyesi memurdur. Madde 5. — Vakfı akar ve arsa ve arazinin menafii evkaf gözetilerek kısmen veya tamamen nakit ile bilistibdal yeniden ve daha nafi bir surette akar vücuda getirilmesine yahut bu kabil mahallerin üzerlerine bina yapmak ve hitamı müddette vakfa terk edilmek şartıyla uzun müddetle icarına Evkaf Müdüriyeti Umumiyesi mezundur.777 Görüldüğü üzere kanun maddelerinde camii ve mescitlere yönelik doğrudan bir hüküm bulunmamakla birlikte, tüm vakıf mallarını kapsadığı açıktır. Doğrudan camileri konu alan ilk kanuni düzenleme ise 1927 yılı Muvazene-i Umumiye Kanunu‟nun 14. maddesidir. Maddeye göre Diyanet İşleri Riyaseti, hazırlayacağı bir talimatnameye göre 1927 yılı sonuna kadar ülke genelindeki tüm camileri hakiki ihtiyaca göre tasnife tabii tutacak ve tasnif haricinde kalarak ibadete kapatılacak camilerdeki görevlilerin 776 777 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 2, Cilt: 17, 92. İçtima, 2 Nisan 1341 (1925), s. 54. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 2, Cilt: 17, 92. İçtima, 2 Nisan 1341 (1925), s. 65. 238 kadrolarını bir başka camiye naklederek birleştirecektir. Kanun teklifi ile ilgili ilk sözü alan Konya Milletvekili Musa Kazım Bey, maddenin ne amaçla hazırlandığını anlayamadığını belirterek “Bundan sonra bir de cevaminin ihtiyaca göre tasnifi filan diye bir şey var. Yani şu kısmın şu kadar camiye ihtiyacı vardır, şu kısmı yıkalım böyle mi?” diye sorar. Bitlis Milletvekili Muhittin Nami Bey‟in söze karışarak “-Tabii” cevabını vermesi üzerine Musa Kazım Bey “Tabii mi? Encümenden soruyorum, zatı devletinizden sormuyorum. Şimdi muhatabım encümendir.”diye karşılık vermiştir.778 Komisyon adına cevap veren Gaziantep Milletvekili Ahmet Remzi Bey ise Diyanet işleri Riyaseti‟nin 1924 yılından beri camii ve mescitlerde görevli personelin kadro listelerini hazırlayamadığını, bu sebeple devletin hala camilerde çalışan personelin sayısının ne kadar olduğunu ve bu personelin ne kadar maaş aldığını tespit edemediğini söylemiştir. Ayrıca bu kadrolar altında bugün vazifesine lüzum kalmayan salâcılar, buhurdancılar, tesbihciler, muvakkitler gibi kadroların bulunduğunu 25 kuruş kadar maaş alan personel dahi bulunduğunu aktarmıştır. Bu düzenleme ile camilerin sayısının, sınıflarının, her camide kaç personel çalıştırılacağının tespit edileceğini söyleyen Ahmet Remzi Bey, uygulama ile kadroda kalan personelin maaşlarının artacağına da vurgu yapmıştır. Kadro dışında kalacak camilerle ilgili ise “yıkalım” gibisinden bir hükmün olmadığını hatırlatmıştır. 779 Müzakereler sırasında söz alan Aydın Milletvekili Tahsin Bey ise İstanbul'da ve bazı büyük şehirlerde yanı başında muazzam, muhteşem bir camii olduğu halde sokağın diğer tarafında da küçük bir mescit olduğunu, fakat bu küçük mescidin cemaati olmayıp, görevlilerinin fuzuli yere maaş aldıklarını söylemiştir. Tahsin Bey‟e göre bu yıkık, şerefeleri kalmamış mescitleri oralarda “nazar boncuğu gibi tutmak” gereksizdir. Tahsin Bey bu işlevsiz camiiler hakkında bir teklifte de bulunmuştur; “…Birçok ahali, muhacirin Anadolu'ya geliyor, Türkiye'de iskân ediliyor, oralarda da cemaat var, fakat camii yoktur. Hasbelzaman o mevkilerde lüzumu kalmamış olan bu mescitlerin müezzin ve imamlarını o karyelere nakledip aynı müesses namına orada inşa edilse ve eski mescitlerde lağvedilse münasip olmaz mı?...”780 Muş Milletvekili İlyas Sami Bey ise tasnifin ilmi bir heyet tarafından yapılmasının daha doğru olacağını söylemiştir.781 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 4, Cilt: 31, 55. İçtima, 17 Nisan 1927, s. 202. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 4, Cilt: 31, 55. İçtima, 17 Nisan 1927, s. 202-203. 780 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 4, Cilt: 31, 55. İçtima, 17 Nisan 1927, s. 204. 781 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 4, Cilt: 31, 55. İçtima, 17 Nisan 1927, s. 204. 778 779 239 Kanun teklifi ile ilgili görüşmelerin yapıldığı sırada Kastamonu Milletvekili Hasan Fehmi Bey‟in yaptığı bir hesap da oldukça ilginçtir; “…Bursa'dan uzaklaşmak üzere de bulunduğum bir sırada Bursa'da mevcut cami ve mescitlerin muhterem imam ve hatip efendileri bana gelmişlerdi. Millet Meclisine gidiyorsunuz, vekâleti âmmeyi haiz bulunuyorsunuz, bizim de halimizi düşününüz dediler. Derdiniz nedir diye sordum. Hükümet bir mübaşirine, bir tahsildarına 35-40-50 lira kadar ayda aylık ve maaş veriyor, Ulu Camii gibi abidat-ı İslamiyeden madut bulunan koca bir camiin o kutsî vazifesini ifa eden imamına, müezzinine, kayyumuna 10 - 15 lira maaş veriyorsunuz. Bugüne kadar bu yaptığınız iş doğru ve mantık ile kabili telif midir? Diye sordular. Bendeniz o muhterem hatip ve imam efendilere sordum; Bursa şehrinin elyevm ihtiva ettiği nüfusun miktarı nedir dedim? - Hatırımda kaldı ise- evvelce 38 bin nüfusu vardı, şimdi her halde azalmış olacaktır dediler. Bursa'nın minberi mihrabı mevzu mamur mescidi ve camii kaçtır diye sordum -375’tir, dediler. Dedim ki; efendiler abidat-ı İslamiyeden Yeşil, Ulu, Muradiye, Hudâvendigâr Camileri beşer bin kişiden yirmi beş bin kişiyi beleğan mabelağ istiap eder ve mevkii itibariyle de muhitin halkını tamamen içine toplayabilir. Şu halde 375 camiin imam, hatip, müezzin kayyum efendilerin miktarı dörder kişiden ne eder? dedim, hesap yaptık 1 500 kişi ediyor diyelim de yirmi beşer liradan maaş verelim ne tutar? Bunun üzerine hesap ettik bir ayda 37 500 lira, senede 450 bin lira tuttu. 375 camiin, mescidin tamiratı, tenviratı, tefrişatı için de senede 100 bin lira koyalım. 550 bin lira eder. Bursa'nın 800 tane kazası var. 600 tanede köyü vardır dersek, sade yalnız Bursa'nın halkı Müslüman değil ya, köydeki camilerin imamlarını müezzinlerini de iki misil olarak koyduk. Bir milyon iki yüz bin liraya bağli oldu. Döndüm sordum efendiler: Bursa vilâyetinin bütçe ile tarh olunan vergisi ne kadardır diye, aşağı yukarı hesap ettik. O da 1 000 000 lira kadar bir şey tuttu. Demek bütün hidemat ve devairi umumiyeyi, devleti tatil etsek, bu hidematı hayriyenin ifasiyle meşgul olan zevata ancak ve ancak yirmi beşer lira maaş vereceğiz. (Bravo sesleri). Müsaade buyurunuz efendiler, dedim; siz eğer 375 camiin imam, müezzin ve kayyumunu yaşatacak kadar maaş tahsis 240 olunacak ümidinde kalırsanız aldanırsınız. Çünkü imkân yoktur, dedim…”782 Hasan Fehmi Bey‟in konuşmasında değindiği bir ilginç nokta da 1911 yılında çıkartılan kanunun camileri de kapsadığı ve kanun hazırlanırken dönemin salâhiyettar ulemasının görüşünün alındığını söylemesidir. 783 “XX. Yüzyıl Başlarında (1900-1922) Eski Eser Yıkımları ve Tahribi Durdurmaya Yönelik Çalışmalar” bölümünde esaslıca değinildiği üzere böyle bir durum söz konusu değildir. Yapılan müzakerelerin ardından kanun kabul edilmiştir. Kanunda Diyanet İşleri Riyaseti tarafından hazırlanacağına atıf yapılan talimatname, 8 Ocak 1928 günü İcra Vekilleri Heyeti tarafından kabul edilip yürürlüğe girmiştir. 9 maddeden oluşan talimatnamenin 3. ve 5. maddesi kadro harici bırakılacak camii ve mescitleri düzenlemektedir. Buna göre beş vakitte açık olanlar ile sadece belirli vakitte açılan camii ve mescitler tasnif edilecektir. Kadro tasnifi yapılırken ise caminin büyüklüğü, mevkii ve ehemmiyeti dikkate alınacak, kaç personel ile hizmet verebileceği tespit edilecektir. Talimatnamede tasnif açısından en önemli husus mescit ve camilerin arasında en az 500 metre bulunması kuralıdır. Ancak camilerin mimari kıymetleri, mevkii, büyüklülükleri ve cemaatin çokluğu dikkate alınarak 500 metre kuralının esnetilebileceği kaydedilmiştir.784 Osmanlı toplumunun hayır eseri kazandırma konusundaki tercihinin mescit ve camii yaptırmaktan yana olduğu açıktır. Böylelikle bir mahalle içersinde onlarca mescit olabildiği gibi aynı sokak içerisinde dahi iki ibadethane yer alabilmiştir. Eyüp‟teki Zal Mahmud Paşa Camii ile Silahi Mehmed Bey Camii bu durumun güzel bir örneğidir. 16. yüzyıl eseri olan iki camii aynı sokak üzerinde karşılıklı yer almaktadır ve arasında sadece birkaç metre mesafe bulunmaktadır. 785 (Fotoğraf 125.) Bu çerçevede yaklaşık 14.5 kilometrekare olan tarihi Suriçi İstanbul‟da 18. yüzyılın sonunda yazılıp ilavelerle 1865 yılında basılan Hadikatü‟l-Cevamî nüshasına göre 489, sur dışında ise 37 mescit bulunmaktadır. 1915‟de Tevcih-i Cihat Nizamnamesine göre yapılan tasnifte ise yanmış TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 4, Cilt: 31, 55. İçtima, 17 Nisan 1927, s. 204-205. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 2, İçtima Senesi: 4, Cilt: 31, 55. İçtima, 17 Nisan 1927, s. 205. 784 A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.102. 785 Bu tespitini benimle paylaşan Erman Gez‟e teşekkür ederim. Silahşör Mehmed Bey Mescidi, tasnif talimatnamesi gereği kadro harici bırakılmış ve sonraki yıllarda harabiyete sürüklenmiştir. Bkz; Semavi Eyice, “Bey Mescidi”, DİA, C.6, İstanbul 1992, s. 20. 782 783 241 ve yıkılmışlar 127 olmak üzere 756 camii görülmektedir. 786 1930 tarihinde Vakit Gazetesi‟nin İstanbul Müftülüğüne dayanarak verdiği bir habere göre ise İstanbul‟da 542 camii bulunmaktadır. 787 1938 yılında tasnif komisyonunun çalışmaları ile ilgili verilen bir haberde 1938‟e kadar komisyonun 354‟ü İstanbul‟da, 113‟ü Anadolu Yakası‟nda, 113‟ü de Beyoğlu havalisinde olmak üzere 580 camii ve mescidi saydığı bildirilmiştir.788 Bu rakamlara göre Suriçi İstanbul‟da 1865 yılında 500 m2‟de 16, 1930‟lu yıllarda ise 12 camii bulunmaktadır. Şüphesiz verilen bu rakamlar kesin değildir. tespitlere Ancak dayanan bir fikir rakamlar vermesi Fotoğraf 125. Eyüp Silahi Mehmed Bey Mescidi’nin Avlusundan Zal Mahmud Paşa Cami’nin Görünümü, N. Orbey, S. G. Küçük, S. S. Güngör, “Eyüp Silahi Mehmed Bey Mescidi Onarım Evrelerinin Belgeler Işığında Değerlendirilmesi”, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Tasarım+Kuram Dergisi, C. 13, S. 23 (2017) s. 88. açısından önemlidir. Aşağıda ise bir örnek olarak Üsküdar Yeni Valide Camii merkez alınarak yakınındaki mescit ve camilerin arasındaki kuş uçumu mesafeler gösterilmiştir. Buna göre Üsküdar Yeni Valide Camii merkez tutulduğunda çevresindeki 500 metre içerisinde 20 cami yer almaktadır. (Tablo 12.) Bu rakamlar Suriçi‟nde daha da artmaktadır. N. Öztürk, a.g.e., s. 484. K. Arpacı, a.g.m., s. 68; Vakit, 19.06.1930. Haberde kadro harici ya da harabe olanların dahil olup olmadığı, İstanbul‟dan kastedilen coğrafi sınırlar bildirilmemektedir. 788 Bugün, 05.10.1938. 786 787 242 Tablo 12. Üsküdar Yeni Valide Camii Merkez Alınarak Yakınındaki Mescit Ve Camilerin Arasındaki Kuş Uçumu Mesafeler (Günümüze Ulaşamayanlar da Dâhildir.) 1. Geredeli Çelebi 30 m 2. Camii 3. Gülfem Hatun Mihrimah Sultan 105 m 4. Muhasebeci Kara Davud Paşa 195 m Camii 210 m 6. Camii 7. 105 m Camii Camii 5. Selman Ağa Hüsrev Ağa 220 m Camii 229 m Abdi Efendi 8. Şeyh Devatî 263 m Camii Camii 9. Aziz Mahmud 266 m Hüdayî Camii 11. Kaptan Paşa 305 m 345 m 369 m 14. Rumi Mehmed 350 m 16. Evliya Hoca 371 m Mescidi 396 m Mescidi 19. Ahmediye Camii 336 m Paşa Camii Camii 17. Bulgurlu 12. Serçe Hatun Camii Camii 15. Ahmet Çelebi 290 m Alaeddin Camii Camii 13. Şemsi Paşa 10. Kara Kadı 18. Toygar Hamza 450 m Camii 480 m 20. Adliye Camii 500 m Klasik Osmanlı döneminde bir vakıf idaresinde kurulan mescit ve camilerde istihdam edilen personellerinin maaşları o vakfın bütçesinden karşılandığı için mescitlerin birbirlerine olan uzaklığı göz önünde bulundurulacak bir kıstas olmamıştır. Ancak Evkaf Nezareti‟nin kuruluşunun ardından yeterli geliri olmayan ve mütevellisi bulunmayan vakıfların nezarete bağlanması ile maaşların devlet tarafından ödenmesi, kadro uygulamalarını da peşinden getirmiştir. Bu durumla ilgili şaşırtıcı bir örnek 243 Ayasofya Cami‟dir. Ayasofya Cami‟nin müzeye dönüştürülmesi kararnamesinde Evkaf Umum Müdürlüğü‟ne dayandırılarak geçen ifadelere göre Bizanslılardan kalma bir eser olması hasebiyle hiç bir vakfı yoktur. Yine kararnamede her ne kadar cami olduktan sonra sultanlar ve halk tarafından bazı gelirlerin bağlandığı söylense de bunlardan âşâr olarak bağlanan sultan gelirlerinin kaldırılmış olması, halk tarafından bağlanan gelirlerin ise Kur‟an okumak ve buna benzer belli ve nerede olursa olsun yapılabilir dinî emekler için olduğu söylenmiştir. Vakıflar İdaresi‟nin kararname öncesi verdiği bu bilgide Fatih Sultan Mehmed‟in vakfiyesinin ne kadar dikkate aldığı anlaşılamamakla birlikte, 1934‟e kadar yapılan tamirat ve bakım masraflarının merkezi bütçesinden, yani başka vakıfların gelirinden karşılandığı da eklenmiştir.789 (Belge 11.) 1928 yılında kabul edilen tasnif nizamnamesinin 5. maddesi tasnif edilecek camii ve mescitlerdeki görevlilerin durumuna açıklık getirmektedir. Maddeye göre kadro harici kalacak ibadethanelerde görev yapan personel, vazifelerine kadro dâhilinde kalan bir camii ve mescitte yer açılıncaya kadar eski maaşlarıyla devam edeceklerdir. Bir ibadethanede boşluk olması halinde kadroları oraya aktarılacak ve yeni zamlı maaşlarını oradan alacaklardır.790 İstanbul‟daki cami ve mescitlerde görev yapanların sayısı Son Saat Gazetesi‟nin 1927 yılında verdiği bir habere göre 2000‟e yakındır.791 Talimatname 1928 yılı başında çıkartıldığı için 1927 yılı Muvazene-i Umumiye Kanunu‟nda belirtilen “1927 sonuna kadar” ifadesi 24 Mayıs 1928‟de alınan bir kararla “1928 sonuna kadar” olarak değiştirilmiştir.792 Zikredilmesi gereken önemli husus kadro harici kalacak camilerin, personelinin ayrılmasının ardından ne yapılacağıdır. Talimatnamede bununla ilgili bir hüküm bulunmamaktadır. Bu duruma sebep, cami ve mescitlerin mülkiyetinin Vakıflar Genel Müdürlüğü‟ne ait olması gösterilebilir. Keza bu dönemde Diyanet İşleri, camilerde din hizmetini yürütmekle görevli olup, camilerin mülkiyetini elinde bulundurmamaktadır. Vakıfların bu tasnife dair fikri bilinmemekle birlikte 1928 yılında İstanbul Dini Müesseseler Müdürlüğü‟ne verdiği bir cevap, Vakıflar İdaresi‟nin düşünce yapısını göstermesi açısından zikredilmeye değerdir. Dini Müesseseler Müdürlüğü yazdığı bir yazıda yangın yerlerindeki yıkık ve harap durumdaki camilerin mülkiyet itibarıyla 789 BCA, 30-18-1-2 / 49-79-6. (24.11.1934). A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.103. 791 Son Saat, 23.04.1927. 792 Resmi Gazete, 29.05.1929, S. 900. 790 244 Vakıflara ait olduğunu, bu gibi yerlerde bir takım uygunsuz kadınların fuhuş yaptıklarından rezalete mahal vermemek için bu tarz binaların yıktırılmasını istemiştir. Vakıflar verdiği cevabında, bu gibi yapıların mülkiyet hakkını ancak enkaz ve duvarların sağladığını, taşlardan istifade etmek için bu duvarlar yıktırıldığı takdirde arsanın mülkiyet sahipliğini iddia etmek için bildirmiştir. başka 793 bir vesile kalmayacağını Diyanete bağlı Dini Müesseseler Müdürlüğü‟nün harap durumdaki camilerin yıktırılmasını istemesi, Vakıfların ise gelir getirmek için dahi bu yapıları satmak istemediğini belirtmesi oldukça ilginçtir. Hazırlanan talimatnameye göre İstanbul‟daki tasnif komisyonu İstanbul Müftüsü Mehmet Fehmi Efendi‟nin başkanlığında ilk toplantısını 2 Şubat 1928 Perşembe günü İstanbul Müftülüğü binasında yapmıştır. Komisyon, Evkaf Müdür Muavini Hacı Fotoğraf 126. Camii ve Mescitleri Tasnif Komisyonunun İlk Toplantısı Hakkında Çıkan Haber, Son Saat, 04.02.1928. Hakkı Bey, Ulemayı Mahalliyeden Hacı Ali, Halil Vehbi ve Mustafa Şevki Efendiler, Müessesat-ı Diniye Müdürü Esad Bey ile Teberrükat Komisyonu 794 üyelerinden Doktor Mustafa Münif Paşa ve Ali Rıza Efendi‟den oluşmaktadır. 795 İki saat kadar süren toplantıda İstanbul‟daki camilerin vaziyeti birer birer ele alınmış, bunlardan hangilerinin tarihi ve mimari kıymete haiz oldukları ile hangilerinin namaz vakitlerinde açık oldukları tetkik edilmiştir. Komisyon Başkanı ve İstanbul Müftüsü Mehmet Fehmi Efendi gazetecilere verdiği mülakatta ilk toplantıda Beyoğlu ile Üsküdar hariç olmak üzere İstanbul‟da 161 mescit ve camiin gündeme alındığını, bunların hangilerinin cemaatinin çok, mamur ve tarihi kıymete haiz bulundukları hakkında bir cetvel hazırlanmasına karar verildiğini İkdam, 17.12.1928. Teberrükat Komisyonu, Tekke, Zaviye ve türbelerin kapatılmasının ardından, bu yapılardaki tarihi kıymeti olan taşınabilir objelerin tasnifini yapan komisyondur. 795 Son Saat, 04.02.1928. 793 794 245 söylemiştir. 796 Komisyon bazı camiler için ise yerinde inceleme kararı almıştır. 797 (Fotoğraf 126.) İkinci toplantısını 8 Şubat 1928‟de yapan komisyon, camilerin çevresindeki mahallelerin Müslüman mahalleri olup olmadığının tespiti için mıntıka defterleri tutulmasını kararlaştırmıştır. Bu arada komisyonun dört üyesi Eyüp ve Edirnekapı havalisindeki camileri yerinde incelemiştir. Komisyon, hem nüfusa dayalı bu mıntıka defterleri hem de yerinde inceleme raporlarının gelmesinin ardından kadro tespitlerine başlanmasına karar vermiştir.798 Bazı camilerin tarihi ve mimari açıdan kıymetlerinin belirlenmesi için ise İstanbul Müzeleri İdaresi‟ne başvurulmuştur. İlk etapta Suriçi İstanbul‟da 40, Beyoğlu‟nda 47, Üsküdar‟da 14 camiin durumu Müzeler İdaresinden sorulmuştur. Durum üzerine müzede kurulan tetkik heyeti İstanbul tarafını üç mıntıkaya ayırarak işe başlamış ve 22 Şubat‟a kadar Yerebatan, Şehzadebaşı, Eğrikapı, Balat ve Fener‟deki camilerin vaziyetlerini incelemiştir. Bu aşamada müze heyeti, Fatih Sultan Mehmed‟in İstanbul‟a girdiğinde ilk inşa ettiği eser olarak andığı Balat‟taki Hızır Bey Camii ile Kantarcılar‟da Mimar Sinan eseri olan küçük bir mescidin tarihi kıymetlerine binaen muhafaza edilmesi gerektiğini bildirmiştir. Ancak burada kadro dâhilinde tutulmasının daha doğru olacağına dair bir hüküm yer almamaktadır.799 Tasnif komisyonu çalışmalarını 1928 yılı Temmuz ayında tamamlayarak, camilerin tasnif durumunu bir liste halinde Diyanet İşleri Riyaseti‟ne sunmuştur. Son Saat Gazetesi‟nde yer alan habere göre İstanbul‟da mevcut 600 adet camii içerisinden Suriçi‟nde 60, Beyoğlu‟nda 15, Üsküdar‟da 7 olmak üzere toplam 82 camiyi kadro harici bırakılmıştır. Gazete, haberinde Beyoğlu‟nda kadro harici bırakılan camilerin bir kısmının kapı ve diğer aksamının dükkân, han gibi yapıların içinde kalmış olduğunu, bunların zaten bir süredir camii olarak kullanılmayan metruk yapılar olduğunu, Üsküdar ve Suriçi‟ndekilerin ise çoğu tekkelerden mescide çevrilmiş bakımsız ve tamir imkânı olmayan yapılar olduğunu yazmıştır.800 Komisyon tarafından hazırlanan liste Müzeler İdaresi‟ne de son kez gönderilmiştir. Ancak Müzeler İdaresi‟nin cevabı beklenmeden hazırlanan tasnif listesi Ankara‟ya sunulmuştur.801 Camilerin tasnif edilmesi ve kadro dışı bırakılmaları için liste hazırlıklarının 1929 yılı başlarına kadar sürdüğü ve kadro 796 Milliyet, 04.02.1928. Cumhuriyet, 03.02.1928. 798 Milliyet, 10.02.1928. 799 Milliyet, 23.02.1928. 800 Son Saat, 17.07.1928. 801 Son Saat, 17.07.1928. 797 246 dâhiline alınıp çıkartılan camilerin değiştiği anlaşılmaktadır. Milliyet Gazetesi 1928 yılı sonlarında verdiği bir haberinde kadro harici kalacak camilerin sayısını Suriçi‟nde 75, Beyoğlu‟nda 25, Üsküdar‟da ise 10 olmak üzere 110 çıkarmıştır.802 Komisyonun listesine dair ilk net bilgi 1929 yılının ilk ayında Son Saat Gazetesi‟nde yer almıştır. Buna göre İstanbul‟daki camilerin tasnifi tamamlanmış, Suriçi‟nde 81, Beyoğlu‟nda 30 ve Üsküdar‟da 15 olmak üzere toplam 126 camii kadro harici bırakılmıştır. (Tablo 13.) Kadro harici bırakılan camiler hemen kapatılmamış, camide görevli memurların açık olan başka camilere nakillerinin ardından kapatılarak Vakıflar‟a teslim edilmiştir. Haberde tasnife tabi tutulan camilerin çoğunun yanmış, yıkılmış durumda bulunduğu da bildirilmiştir.803 (Fotoğraf 127.) Fotoğraf 127. Geçirdiği Yangın Sonrası Harap Bir Halde Bulunan Musalla Camii (1935), Encümen Arşivi, Dosya 1231. 802 803 Milliyet, 18.12.1928. Son Saat, 07.01.1929. 247 Tablo 13. 1928 Yılında Çıkartılan Talimatnameye Göre Tasnif Harici Bırakılan Camii ve Mescitler804 Hüsamettin, Hatuniye, Bali Hoca, Saçlı Abdulkadir, Habib Efendi, İstanbul Mıntıkası (Suriçi) Maktul Mustafa Paşa, Nazperver Kadın, Ahmet Çelebi, Musa Çavuş, Lalazade Kalender, Harami Ahmet Paşa, Hatice Sultan, Toklu İbrahim (Ayvansaray), Nakşidil Sultan, Avcıbaşı Mehmet Bey, Kadı Said (Balat), Hatice Sultan (Acıçeşme), Kâtip Musluhiddin, Karabaş, Hasanzade, Muhittin Koçevi, Haydar, Akseki, Hacı İhsan, Yavaşça Şahin, Mehmet Ağa, Muhtesip İskender, Fatma Sultan, Kazgani Sadi, Süleyman Ekmeleddin, Alaeddin Haydari Hüseyin Dede, Papazzade, Canbaz Mustafa Bey, Cerrah İshak, Kızıltaş, Şişehane (Eğrikapı), Lala Hüseyin Paşa, Mirahur, Çıkrıkçı Hasan, Sitti Hatun, Arakiyeci Cafer, Karagöz (Hacı Evhat), Fatma Hatun, Hasırcı Katip Murat, Hoca Ali, Koruk Mahmut, Pir Mehmet Paşa, Şucaattin, Hatice Usta, Kepenkçi Sinan, Hacı Salih, Demirtaş, Firuz Ağa, Merdivenler, Esir Kemal, Sofalı, Değirmen Ocağı, İbrahim Çavuş, Lala Hayrettin, Damat İbrahim Paşa, Servili Mescit, Koca Rüstem, Saman Veren, Bezzazı Cedit, Çakmakçılar, Acemoğlu, Hoca Piri, Daye Hatun, Bayram Paşa, Kabasakal, Ahızade Yusuf, Gebeciler, Meydancık. Kâtip Mustafa Çelebi, Sirkeci Mustafa, Galatasaray Lisesi (Mescidi), Beyoğlu Mıntıkası Hacı Mimi, Gedik Abdi (Kasımpaşa), Seferikoz, Çatma Mescit, Divanhane, Hacı Bedreddin, Şaban Kaptan, Sahaf Muhittin, Kurt Çelebi, Hüsrev Çelebi, İbrahim Efendi, Çeşmi Hüseyin, Emekyemez, Şehsüvar, Bereketzade, Hocazade, Hüseyin Ağa (Beşiktaş) Hacı Şaban (Hasköy), Kale Mescidi (Rumelifeneri), Kayısı (Sütlüce), Mehmet Çavuş (İstinye), Kayalar (Rumelihisarı), Ekmekçibaşı Süleyman (Tophane), Ketani Ömer Paşa, Uzarı Mehmet Efendi, Kışla İçinde Süleymaniye, Kadîrîhane. 804 Son Saat, 07.01.1929. İsimler gazetede yer aldığı şekilde alınmıştır. 248 Üsküdar Mıntıkası Toygar Hamza, Abdi Hoca (Yeni Çeşme), Bandırmalı Yusuf Efendi, Kurbağa Nasuh, Arakiyeci Hacı Mehmet, Mihrişah Sait Efendi (Anadolu Kavağı), Kil Nazırı Mustafa (Yakacık), Gerede, Çilehane (Küçük Çamlıca), Teşrifatçı Akif, Hamal Ahmet Ağa, Evliya Hoca, İsfendiyar Bey, Mehmet Ağa, Muhasebeci Abdi. Komisyonun çalışmaları ile ilgili gazetelerde yer alan son haber 1929 yılı Mart ayında İkdam Gazetesi‟nde çıkmış, Beyoğlu ve Üsküdar‟daki rakamlar aynı olmakla birlikte, Suriçi‟nde sayı 75‟e düşürülmüştür. 805 Tasnif süreçleri bu şekilde ilerlerken tasnif haricinde kalan camilerin durumu da netleşmeye başlamıştır. Esasında 1927 yılında kabul edilen kanunda ve 1928 yılında çıkartılan talimatnamede kadro haricinde kalan camilerle ilgili herhangi bir hüküm bulunmazken, Evkaf Umum Müdürlüğü inisiyatif alarak 1927 yılında bu yapıları elden çıkarmaya başlamıştır. 806 1928 yılı sonlarında Milliyet Gazetesi‟nde çıkan bir haberde boş kalan camilerin bir kısmının depo olarak kullanılması için müracaatların olduğundan bahsedilmiştir. Haberde henüz bu binaların satılığa çıkarılmadığı için bu müracaatlara olumlu cevap verilemediği bildirildiğine göre, depo olarak kullanmak isteyenler, yapıları kiralamak değil, satın almak istemişlerdir.807 (Fotoğraf 128.) Cumhuriyet Gazetesi ise bu haberden altı gün sonra verdiği haberinde, Vakıfların kadro harici bırakılan bu camileri elden çıkartacağını söylemiştir.808 Keza ilk satışlar da 1927 yılında başlamıştır. (Bkz. Ek 1) 1930 yılında Politika Gazetesi‟nde yer alan bir habere göre İstanbul Vakıflar Müdürlüğü şehirde kadro harici bırakılan camileri tetkik ettirmiş, yıkılma tehlikesi içerisinde olanlarla esaslı surette tamire ihtiyacı olanları yıktırmaya, imalathane olarak kullanılması mümkün olanları ise kiraya vermeye karar vermiştir.809 İkdam, 05.03.1929. N. Öztürk, a.g.e., s. 485 807 Milliyet, 24.12.1928. 808 Cumhuriyet, 30.12.1928. 809 Politika, 10.04.1930. 805 806 249 Kadro harici bırakılan her caminin hemen boşaltılıp kapısına kilit vurulduğunu ve ardından da elden çıkartıldığını söylemek son derece yanlıştır. Nitekim yukarıdaki listede yer alan camilerin bir kısmı zaman içerisinde harabiyete sürüklenip ortadan kalkma noktasına gelseler de, arazileri elden çıkarılmamış, sonraki yıllarda tamir edilerek yeniden hizmete alınmışlardır. Bahsedildiği üzere bu dönemde, cami ve mescitlerin mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü‟nde olup Diyanet İşleri Riyaseti sadece camilerde din hizmetini yürütmekle görevli idi. Bu çerçevede din görevlilerinin maaşları Diyanet bütçesinden ödenmektedir. 1931 yılına gelindiğinde ise camilerin idaresi ve personeli Evkaf Umum Müdürlüğü‟ne bırakılmıştır. 810 Bu değişikliğin sebebini Bütçe Encümeni Başkanı Gümüşhane Milletvekili Hasan Fehmi Bey şöyle Fotoğraf 128. Kadro Harici Kalan Camii Ve Mescitlerin Durumu İle İlgili Çıkan Haber, Milliyet, 24.12.1928. açıklamıştır; “…Evvelce hademe-i hayratın maaş ve ücretlerine mukabil Evkaf İdaresi, vakıflarından topladığı hâsılattan altı yüz bin lirayı maliyeye veriyordu. Maliye de bunun üzerine bir miktar daha ilâve ederek hademe-i hayratın maaşatını Diyanet İşleri bütçesinden tediye ediyordu. Hükümet bu gayri tabiiliği kaldırmak için hademe-i hayrat maaşatını doğrudan doğruya, bir muaveneti içtimaiye müessesesi demek olan, Evkaf bütçesine devretmiş oldu ki, zaten kısmen de merci orası idi. Bu suretle Devlet bütçesi ile hademe-i hayratın alâkası kesilmiş oldu…”811 Hasan Fehmi Bey‟in belirttiği gibi bu değişiklikte camii personelinin bütçe kaynağı meselesi etkili olduğu kadar, devlet bütçesinin camii personeli ile alakasının kesilmesi isteği de etkili olmuştur. Camii personelinin maaşlarının, bağlı bulunduğu vakıftan ya da Evkaf Umum Müdürlüğü‟nün bütçesinden ödenmesi, Osmanlı 810 811 A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.103. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 4, Fevkalade İçtima, Cilt: 2, 11. İnikat, 8 Haziran 1931, s. 46. 250 dönemindeki uygulamaya dönüş olduğu gibi 1930‟lu yıllarda yükselen laiklik prensibine de uygun düşmektedir. Bu kanun ile birlikte tasnif ve kadro işlemleri de Vakıflara bırakılmıştır. Durum üzerine Evkaf Umum Müdürlüğü 1932 yılı sonlarına doğru yeni bir tasnif talimatnamesi hazırlamıştır. Bu talimatname, 1928 yılında kabul edilen talimatnameden farklı olarak camii ve mescitlerin tasnif kriterlerini daha detaylandırmaktadır. 25 Aralık 1932‟de Bakanlar Kurulu tarafından tasdik edilen talimatnamenin 3. maddesine göre, önce camii ve mescitlerin hangi vakit namazlarında açık olduğu, cemaatin kalabalıklığı, civarındaki camii ve mescitler ile olan mesafesi tespit edilecektir. Bu camilerin isimleri, çarşı ve pazar mahallinde olup olmadığı, büyüklüğü, minare ve şerefe sayıları, tarihi ve mimari kıymeti olup olmadığı ve harap veya mamur bir halde bulunduğu da kayıt edilecektir. 812 Yapılacak bu tespitlerin arkasından beş vakit namaz kılınmayan, cemaati olmayan, civarındaki mescitler ile arasında 500 metre mesafe bulunmayan camii ve mescitler kadro dışı bırakılacaktır.813 İstisna durumlar ise 5. ve 8. madde ile tespit edilmiştir. Buna göre beş vakit namaz kılınmasa dahi cemaatinin kalabalık olması, beş yüz metre civarında camii olmaması ve mamur olması halinde camiiler tasnif dâhilinde bırakılabilecektir. Aynı şekilde zaruret halinde 500 metre dâhilinde bulunan birkaç camii de tasnif dâhilinde tutulabilecektir. Ancak tüm bu istisnaların geçerli bir sebebe dayalı olarak izah edilmesi istenmiştir.814 Talimatname ile getirilen en büyük değişiklik sadece Vakıflar Umum Müdürlüğü tarafından idare edilen mazbut vakıf camilerinin değil, mütevelli ve cemaat tarafından idare edilen camii ve mescitlerin de tasnife tabi tutulmasıdır. Bu kararla yeniden yapılacak tasnifte, tasnife tabii tutulacak ibadethane sayısı artarken 10. madde ile kadro dâhilinde bırakılacak mescitlerin ilk yapılan tasnifteki sayıyı aşmaması gerektiği bildirilmiştir.815 Ancak N. Öztürk‟ün belgelere dayalı olarak verdiği rakamlara bakıldığında ikinci tasnif faaliyetinde sayının 1928 yılında yapılan tasnife göre azaldığı görülmektedir. Buna göre 1928 yılında İstanbul‟da 128 camii ve mescit kadro harici bırakılmıştır. Daha sonra bu camilerden 11‟i tekrar kadro dâhiline alınmış, böylece kadro dışına çıkartılan camii sayısı 117‟ye inmiştir. 1932 yılından sonra başlatılan ikinci tasnifte ise bu sayı 111‟e düşmüştür. Müze Müdürlüğü‟nün otuz caminin daha eski eser özelliği taşıdığı ve bunların da kadro dâhiline alınması gerektiğini bildirmesinin N. Öztürk, a.g.e., s. 478; A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.106. N. Öztürk, a.g.e., s. 484; A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.106. 814 N. Öztürk, a.g.e., s. 484; A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.107. 815 N. Öztürk, a.g.e., s. 475. 812 813 251 ardından rakam 81‟e düşmüştür. 816 Talimatnamenin 7. maddesinde tarihi ve mimari kıymeti bulunanlar ile mütevelli veya cemaat tarafından idare edilen camii ve mescitlerin kadro almada önceliği olduğu bildirilmiştir. 817 Talimatname ile getirilen bir yenilik de tasnifi yapacak komisyonun başkanlığını İl Müftüsünün yerine Vakıflar İl Müdürünün üstlenmesidir. Fotoğraf 129. “52 Cami Kapatılacak”, Cumhuriyet, 05.10.1935. Diyanet İşleri Riyaseti henüz taslak sürecinde talimatnamenin bazı maddelerine karşı çıkmıştır. Komisyon başkanlıklarını müftülerin yapmaması, mütevellisi olan camilerin de tasnife tabi tutulması, beş vakit namaz kılınma ve mamur olma şartı gibi maddeler bunlardan bazılarıdır.818 Bu talimatnamede de kadro harici kalacak camilerin nasıl değerlendirileceği ile ilgili bir hüküm bulunmamaktadır. Kabul edilen talimatnamenin ardından tasnif işlerine yeniden başlanmıştır. 1934 yılı Temmuz ayında Evkaf Umum Müdürlüğü tespit edilemeyen bir sebepten dolayı hazırlanan listeyi İstanbul Evkaf Müdürlüğü‟ne yeniden bir değerlendirme yapılmak üzere iade etmiştir. 819 1935 yılı Ekim ayında ise Vakıflar Genel Müdürlüğü, 52 caminin kadro harici bırakılması için İstanbul Evkaf Müdürlüğü‟ne talimat vermiştir.820 (Fotoğraf 129.) Kadro harici kalacak camilerle ilgili açık bir hüküm bulunmamasına rağmen Vakıflar tarafından paraya çevirme işlemleri devam etmiştir. Ancak 1934 yılında İstanbul Belediyesi, Vakıflar ile olan ezeli problemlerinin de etkisiyle şahısların ya da vakıfların mülkiyetinde olan metruk mescit, camii ve medrese gibi binaların sahiplerine şehir planı yapılıncaya kadar satış için ruhsatname vermeyi durdurmuştur. 821 Atıl durumda kalan camii ve mescitlerle ilgili hukuki düzenlemeler 1935 yılında yapılmıştır. İlk olarak 13 Haziran 1935‟de Resmi Gazete‟de yayınlanan Vakıflar Kanunu‟nun 10. ve 12. maddelerinde konu ile ilgili hükümler yer almaktadır. İlgili kanunun 10. maddesi şöyledir; N. Öztürk, a.g.e., s. 484-485. Ülke genelinde bu rakam 2815‟dir ve yaklaşık %50 gibi bir orana tekabül etmektedir. Bkz; N. Öztürk, a.g.e., s. 492. 817 A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.107. 818 A. Kıvanç Esen, a.g.m., s.108; N. Öztürk, a.g.e., s. 475. 819 Cumhuriyet, 19.07.1934. 820 Cumhuriyet, 05.10.1935. 821 Cumhuriyet, 12.02.1934; Milliyet, 12.02.1934. 816 252 “Madde 10 — Tahsis edildikleri maksada göre kullanılmaları kanuna veya amme intizamına uygun olmayan veyahud işe yaramaz bir hale gelen hayrat vakıflar, İdare Meclisi’nin teklifi ve Bakanlar Heyeti’nin kararı ile mümkün mertebe gayece aynı olan diğer hayrata tahsis edilebileceği gibi bu kabil hayrat ayın veya para ile değiştirilerek elde edilecek ayın veya para dahi aynı suretle diğer hayrata tahsis olunabilir. Mimarî veya tarihî değeri olan eserler satılamaz.”822 Görüldüğü üzere 1935 yılında TBMM tarafından kabul edilen Vakıflar Kanunu‟nun 10. maddesi ile 1911 yılında Meclis-i Mebusan tarafından kabul edilen “Harap Mebani-i Vakfiyye ve Vakıf Arsalarının Nakde Tahvili Hakkında Kanun” arasında önemli bir fark yoktur. Böylelikle 1935 yılından sonra harap durumdaki vakıf malların satışı için 1911 yılında kabul edilen kanun yerine Vakıflar Kanunu‟nun 10. Maddesine atıf yapılmaya başlanmıştır. Maddenin son cümlesi olan “mimarî veya tarihî değeri olan eserler satılamaz” hükmünün ise ne kadar uygulanabildiği tartışma götürür mahiyettedir. Aynı kanunun 12. maddesi ise aynı durumdaki vakıf akarlarının satışını düzenlemektedir. 15 Kasım 1935‟de TBMM‟de kabul edilip 22 Kasım 1935 tarihli resmi gazetede yayımlanan 2845 sayılı “Cami ve Mescidlerin Tasnifine ve Tasnif Harici Kalacak Cami ve Mescid Hademesine Verilecek Muhassasat Hakkında Kanun”, kadro dışı kalan mescitlerin satışının hızlanması açısından önemlidir. Kanunun ilk maddesi şöyledir; Madde 1 — Evkaf Umum Müdürlüğünce, Cami ve mescidler hakikî ihtiyaca göre tadilen tasnif ve zaman ve mekân itibarile birleştirilmesi kabil olan vazifeler birleştirilmek ve hizmetlerin icablarına göre lâzımgelen nakiller yapılmak suretile hademe kadroları tesbit olunur. Tasnif harici kalacak cami ve mescidler usul ve mevzuata göre kendilerinden başkaca istifade edilmek üzere kapatılır. Kapatılan cami ve mescid hademesinin vazife ve tahsisatları yeni bir vazifeye tayinlerine kadar nısıf ve bunlardan yaşı elliyi ve ayni zamanda hizmet müddeti yirmi yılı doldurmuş olanların vazife ve tahsisatları tam olarak verilir. 822 Resmi Gazete, 13.06.1935, S. 3027. 253 Görüleceği üzere bu kanunda da kadro harici bırakılan mescitlerle ilgili açık bir hüküm yer almamaktadır. Kanunun görüşmeleri sırasında Manisa Milletvekili Refik İnce bu duruma dikkat çekmiş, konuşmasında “Burada tasnif harici kalacaklar, usul ve mevzuata göre başka şekilde istifade edilmek üzere kapatılır, deniyor. Bu usul ve mevzuattan maksat nedir? Hangi usul ve mevzuattır. Kapatılır ve başka şekilde istifade edilir, deniyor. Bundan maksat nedir?” diye sormuştur. Oturumda söz alan Evkaf Umum Müdürü Fahri Kiper kapatılan mescitlerle ilgili fiiliyatta yapılan uygulamayı açık olarak ifade etmiştir; “Tasnif neticesinde lüzum kalmayan cami ve mescitler satılır. Bu satış muamelesi diğer mebani-i resmiyenin tabi olduğu usule tabidir. Eğer akara tahvil etmeği tensib edersek ve kâr getirecek şekilde ise bunlardan bu şekilde istifade ederiz. 2’ncisi; bundan hasıl olacak parayı diğer kutsal abidelere sarfetmek noktasıdır. Buna ihtimam edeceğiz.”823 Camii ve mescitlerin elden çıkartılması 1927 yılından 1936 yılına kadar Evkaf Umum Müdürlüğü‟nün teklifi, bu tarihten sonra ise Vakıflar İdare Meclisi‟nin aldığı karara binaen yine İcra Vekilleri Heyeti kararıyla gerçekleştirilmiştir. 824 20 Nisan 1936‟da kabul edilen 2950 numaralı “Vakıf Malların Taksitle Satılması Ve Kiraya Verilmesi Ve Satış Paralarının Kullanılması Ve Emaneten İdare Edilen Mülhak Vakıflardan İdare Ve Tahsil Masrafı Alınması Hakkında Kanun” ile Vakıflar Kanunu‟nun 10. ve 12. maddesine göre satılacak eserlerden 2000 liranın üzerinde olanlara taksitle satış imkânı getirilmiştir. 825 1937 yılında Başvekâlet, valiliklere yayınladığı bir tamimde Vakıflar Umum Müdürlüğü‟nün vaki olacak müracaatları konusunda yardımcı olunmasını, kadro harici hayratın satış işlerinin bir an önce tamamlanmasını istemiştir. Tamimde ayrıca son tasnifte birçok yerlerde lüzumundan fazla camii ve mescit bırakıldığının yapılan tetkiklerde anlaşıldığından hakiki ihtiyacın valiler tarafından çok yakından takip edilmesi istenmiştir.826 1937‟den sonra camilerin tasnifi işine İstanbul‟un şehir planını yapmakla görevli olan şehircilik mütehassısı Henri Prost da dahil olmuş, Belediye hazırlanan imarı plan için açılacak olan caddelerin üzerinde kalan camiler hakkında TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 5, Cilt: 6, İçtima: 1, 3. İnikat, 8 Kasım 1935, s. 20. N. Öztürk, a.g.e., s. 486. 825 Resmi Gazete, 27.04.1936, S. 3289. 826 Akşam, 18.05.1937. 823 824 254 planlama yapabilmek için, tarihi ve mimari kıymeti olan camilerin listesini Vakıflardan istemiştir.827 Kadro harici bırakılan camilerin mimari ve tarihi kıymetlerine ne kadar dikkat edildiği her zaman şüphe ile karşılanması gereken bir durumdur. Vakıflar zaman zaman Müzeler İdaresi‟nin fikrini sorsa da bunun genel bir kurul olduğunu söylemek oldukça zordur. Örneğin 1934 yılı Mayıs ayında İstanbul Vakıflar Müdürlüğü kadro harici bırakılacak bazı camilerin asar-ı atikadan olup olmadığının tetkikini müzeden talep etmiştir. 828 İstanbul Asar-ı Atika Müzeleri Umum Müdürlüğü bu incelemeleri Asar-ı Atika Encümeni vasıtası ile yapmıştır. Mesela İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü 9 Eylül 1937‟de Taşkasap‟ta Selçuk Sultan Camii karşısında Mehmed Nureddin Efendi Dergahı/Semahanesi‟ni paraya çevrilmesinde herhangi bir mahzur olup olmadığını Asar-ı Atika Encümeni‟ne sormuştur. Encümen yaptığı yerinde incelemenin ardından, satılacak yerin bir krokisinin çizilip gönderilmesini istemiştir. Vakıflar istenilen krokiyi hazırlatıp Encümen‟e tekrar göndermiştir. Asar-ı Atika Encümeni aldığı kararında semahanenin arsa haline geldiğinden asar-ı atika ile alakası kalmadığını ancak bitişiğindeki 18. yüzyıldan kalan mezar taşlarının ve kitabelerinin korunması adına arsanın bahçe olarak kullanılmasının daha doğru olacağını bildirmiştir. Encümenin kararında “eski şeyhi hayatta ve tekke binasında ikamet etmekte ve bu hazirede de Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin 5. maddesine dâhil olan mezar ve kitabeleri hüsnü muhafaza eylemekte olmasına ve arsa haline gelen semahanenin medhali bu ikametgâhla müttehid bulunmasına göre bu arsanın bahçe halinde kullanılmasının muvafık olacağından” bahsetmesi de koruma politikaları açısından zikredilmeye değerdir. 829 Sadece satışlarda değil kimi zaman kiralamalarda da müzenin görüşünün sorulduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Kumkapı‟da kadro harici bırakılan Çadırcı Ahmet Camii, 1936 yılında kiraya verileceğinde müzenin görüşü sorulmuş, konuyu görüşen Asar-ı Atika Encümeni kiraya verilmesinde her hangi bir mahzur olmadığına karar vermişlerdir.830 Akşam, 17.10.1937. Milliyet, 28.05.1934. 829 Encümen Arşivi, Dosya 954. 830 Encümen Arşivi, Dosya 1250. 827 828 255 Bazı mimari camilerin kıymeti tarihi olduğu ve İstanbul Asar-ı Atika Müzeleri uzmanları tarafından raporlanmasına rağmen, Vakıflar tarafından kadro dışı bırakılmışlardır. Örneğin; İlk tasnifte kadro harici bırakılan Üsküdar Solak Sinan Cami‟nin tarihi kıymeti olması dolayıyla yeniden kadro dâhiline alınması Müze İdaresi tarafından 1936 yılında talep edilmiş ancak Vakıflar İdare Meclisi muhafaza edilmesinin sağlanması ile birlikte Fotoğraf 130. Ayvansaray Mescidi (1951), İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 1 s. 213. ilgili kanunun gereği yeniden kadro dâhiline alınmasının mümkün olmadığını bildirmiştir. 831 Kadro harici bırakılan camilerin korunması ile ilgili en üst düzeyde tepkiyi 20 Mayıs 1938 tarihli yazısı ile Kültür Bakanı Saffet Arıkan vermiştir. Arıkan, Vakıfların yaptığı tasnifte bakanlığın bazı mahzurlar gördüğünü, tali değerdeki eserler büyük masraflarla tamir edilirken tarihi kıymeti olan bazı camilerin tasnife tabi tutularak bakımsız ve sahipsiz bırakıldığını Başvekâlete şikâyet etmiştir. 832 (Belge 12) Başvekâlet durumu Vakıflar‟dan sorduğunda Vakıflar İdaresi tasnif işlemleri yapılırken tarih ve mimari kıymeti olanlara dikkat edilmeye çalışıldığını, cemaati olmamasından dolayı kapalı olan ve kadro dışında bulunan camilerden tarihi kıymeti olanların da hademesi veya bekçileri tarafından iyi muhafaza edilmeye çalışıldığı bildirilmiştir.833 Ancak kadro dışı bırakılan ve daha sonra elden çıkarılan her mescidin de tarihî ve mimari kıymeti olmadığını da unutmamak gerekir. Örneğin; Ayvansaray Mescidi‟nin ilk yapımı 1589 yılına kadar dayanmasına rağmen yangın ve depremlerde hasar görmüş 1883 de ahşap olarak yenilenmiştir. Fotoğraflardan anlaşılacağı üzere ahşap bir ev görünümündedir. 1930‟lu yıllarda kadro harici bırakılmış, Vakıflar İdaresi tarafından kiraya verilmiş, tutan kişi de burayı gemi ve kalafat ameleleri için bekâr pansiyonu haline getirmiştir. Altında bir dükkân ve 1567 tarihli Mimar Sinan eseri İskender Paşa N. Öztürk, a.g.e., s. 488. BCA, 30-10-0-0 / 192-317-3-3. (20.05.1938) 833 BCA, 30-10-0-0 / 192-317-3-2. (26.05.1938) 831 832 256 çeşmesi vardır. Bugün çeşme yerindedir. Mescid 1951 yılından sonra da yanmıştır.834 (Fotoğraf 130.) Yine kadro harici bırakılan Koca Mustafapaşa‟daki Öksüzce Hatip Mescidi‟nin 1930‟lu yılardaki görüntüsü tek katlı bir evi hatırlatmaktadır.835 (Fotoğraf 131.) Vakıfların, tasnif yaparken tarihi kıymetleri, vakıf kayıtları ve taşıdıkları hatıralarından ziyade mimari ve süsleme özelliklerini dikkate aldıkları anlaşılmaktadır. Böylece yukarıda zikredilen hususiyetlere sahip 19. yüzyılda ihtimam gösterilmeden yenilenmiş mescit ve camiler kolaylıkla kadro dışı bırakılmıştır. Bu hususta güzel bir örnek Avcı Bey Camii‟dir. Vakıf kayıtları 16. yüzyıla kadar dayanmaktadır ancak II. Mahmud döneminde yenilenmiştir. 1929 yılında tarihi kıymeti olmadığı gerekçesi ile kadro dışı bırakılmıştır. 1933 yılında ayakta kalan kısmı yıkıcılara satılarak yıktırılmıştır. Asar-ı Atika Encümeni dosyasında yer alan ve Ali Saim Ülgen tarafından düzenlenen fişinde caminin mimari açısından bir kıymeti olmadığı kaydedilmiştir. 836 (Fotoğraf 132.) Fotoğraf 131. Öksüzce Hatip Mescidi (1939), Encümen Arşivi, Dosya 414. İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 1 s. 213; Semavi Eyice, “Ayvansaray Mescidi”, TVİA, İstanbul 1993, C. 1, s. 496. 835 Encümen Arşivi, Dosya 414. 836 İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 1 s. 34; Encümen Arşivi, dosya 47. 834 257 N. Öztürk‟ün Vakıflar arşivinde yaptığı tespitlere göre zikredilen tasnif faaliyetleri sonucunda tüm Türkiye‟de 1926-1938 yılları arasında 301 camii, 459 camii arsası, 1 muvakkithane, 19 türbe, 5 medrese, 6 mektep, 70 tekke ve zaviye, 3 mevlevihane, 1 çilehane, 1 imaret elde çıkartılmıştır. 837 İstanbul özelinde ise 1926-1949 yılları arasında 27 camii, 53 camii arsası, 16 mescit, 8 mescit arsası, 2 muvakkithane, 1 kilise, 1 türbe, 8 türbe arsası, 1 medrese, 1 medrese arsası, 3 mektep, 11 mektep arsası, 15 dergâh, tekke ve zaviye, 7 dergâh, tekke ve zaviye arsası, 6 semahane, 1 imaret, 1 imaret arsası, 9l Fotoğraf 132. Avcı Bey Camii (1939), Encümen Arşivi, Dosya 47. çeşme ve sebil arsası Vakıflar İdaresi tarafından elden çıkartılmıştır. 838 Vakıfların genellikle kadro harici kalan yapıların elden çıkartılmasını desteklediği anlaşılmaktadır. Örneğin Varidat Müdürü Kemal Güç 1936 tarihli bir belgede “Kadro harici camileri hemen satmak lazımdır. Bunun için her tarafta tasnifler yapılmış ise de satılabilecek camiler tamamen anlaşılamamıştır. Ankara’da bile kadro harici camilerden hangilerinin tarihi ve mimari kıymetinin olduğu tespit ettirilememiştir ki satılacaklar ayrılsın da satılığa çıkartılsın… Bir de camiler camii halinde satılığa çıkarıldığı takdirde isteklilerin çok az olacağı anlaşılıyor. Rağbeti arttırmak için enkazı ayrı, arsalarını ayrı satmak muvafık olur” görüşünü savunmaktadır.839 Halkın camii ve mescitlerin elden çıkartılmasını hoş karşılamadığı ve satılığa çıkarılan bu yerleri satın almaya pek hevesli olmadığı 1938 yılında Halim Baki Kunter‟in kaleme aldığı ve Vakıflar Umum Müdür Muavini İsmet Berkil‟in imzalayıp Tekirdağ Valiliği‟ne yazılan 17.1.1938 tarihli yazıda da bahsedilmektedir. Yazıda satılmasına Vekiller Heyeti‟nce N. Öztürk, a.g.e., s. 544. N. Öztürk, a.g.e., s. 531. 839 N. Öztürk, a.g.e., s. 488. 837 838 258 karar verilip tebliğ edilmiş ve edilecek olan camii ve mescitlerin satış ilanlarının mevkii mahalle, sokak ve vakıf adı açıkça belirtilmek suretiyle “harap vakıf bina” şeklinde neşrettirilmesi, camii veya mescit denilmemesi istenmiştir. 840 Ancak bu tarihten sonra olan gazete ilanlarında da camii ve mescit isimleri açıkça yazılmıştır. (Bkz; Ek -1) N. Öztürk, satılıp parası alındığı halde bugün bu camilerden bir bölümünün ayakta ve ibadete açık olmasını insanımızın toplumun temel değer yargılarına olan saygı ve bağlılığı olarak değerlendirir ve ardından Anadolu‟da yaşanan bazı sahip çıkma örneklerini verir.841 Vakıfların bu dönemde yaptığı satış işlemleri az da olsa dönemin kültür insanları tarafından da eleştirilmiştir. Örneğin Sedat Çetintaş, Vakıfların Edirne‟de bazı yapıların kurşunlarını sattığını öğrenmesi üzerine 16 Ağustos 1935 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi‟ne yazdığı yazıda önemli ölçüde Vakıfların tavrını eleştirmiştir; “Evkaf müdürleri aklı estiği vakit herhangi bir mülkü kendi evindeki tenceresi gibi kolaylıkla satabiliyor. Başka müessesatta hiçbir makam süprüntülerini bile satamaz. Çünkü bu hak Maliye’nindir. Hâlbuki uzun yıllardan beri Evkaf İdareleri yalnız kurşun değil birçok tarihsel anıtlarımızı sata sata ortaya öyle berbat bir durum koymuştur ki camilerden başka anıtlarımızın birçoğu eşhasın eline geçmiş eşhas da bunları istediği gibi ezmiş, büzmüş ve yıkmıştır. Bugün bakıyorsunuz ki Sinan’ın en kıymetli bir binası ya Tavukçu David’in elinde ya Kuyumcu Mardiros’un ve yahut da Çömlekçi Hasan’ındır. Kayıtlarını araştırınız, görürsünüz ki beş yıl evvel Evkaf bu abideyi satılığa çıkarmış; bu adam veya bu adamın babası mezada girerek parasını vermiş almıştır, aldıktan sonra da her aklı estikçe bu binayı ezmiş büzmüş, şeklini birkaç defa değiştirerek tanımaz bir hale getirmiş nihayet yerine asri bir bina yaptırmak kastıyla temellerini sökmeğe kalkışmış. “Aman yahu ne yapıyorsun” dediğiniz vakit, evvela tapusunu çıkarır; sonra o size sorar: “Arkadaş bu memlekette sen Tasarruf Kanunu’nu sen hiç okumadın mı?”842 N. Öztürk, a.g.e., s. 488. Bkz; N. Öztürk, a.g.e., s. 497. 842 Sedat Çetintaş, İstanbul ve Mimari Yazıları, TTK, Ankara 2011, s. 20. 840 841 259 Vakıflar Genel Müdürlüğü‟nün zaman zaman kadro harici bırakma uygulamalarına ve sonrasında gelecek tahsislere direndiği de görülmektedir. Örneğin Bayezıt‟daki kadro harici bırakılan Kaptan Paşa Camii, 1928 yılı sonunda Darülfünun tarafından “kütüphane dâhilinde kıraat salonu olmaya elverişli genişçe bir oda mevcut olmadığından” yüz elli kişilik okuma salonu yapılmak istenmiştir. Maarif Vekili Mustafa Necati imzası ile Başvekâlete yazılan yazıda camiinin senelerden beri cemaatsiz ve metruk bir halde kaldığı belirtilere Vakıflar‟dan Darülfünun‟a tahsisinin sağlanması talep edilmiştir.843 Evkaf Umum Müdürü Niyazi Bey tarafından verilen 31 Ağustos 1929 tarihli cevapta ise Kaptan İbrahim Paşa Camii‟nin tasnif harici bırakıldığı doğrulanmakla birlikte Diyanet İşleri Riyaseti‟nden aldıkları yazıya göre caminin halen ibadete açık olması dolayısıyla tahsisin yapılamayacağı bildirilmiştir.844 (Belge 13.) 1933 yılına kadar kullanıldığı anlaşılan camii için Maarif Vekâleti 11 Şubat 1933‟de tekrar bir girişim yapmış, camiinin Darülfünun için bir okuma salonu yapılabilmesi için tahsisini yeniden istemiştir. 845 Vakıflar 27 Şubat 1933 tarihinde verdiği cevabında 13671 sayılı kararname uyarınca cami ve mescitlerin tasnifine yeniden başlandığını bildirerek netice elde edilmeden bu hususta kati bir şey denilemeyeceğini Genel Müdür imzası ile bildirmiştir.846 (Belge 14.) Ancak bu yazıdan bir gün sonra Başvekâlet tarafından “mevkii ve vaziyetine nazaran tasnif neticesinde kadro harici bırakılması ihtimali yüksek olduğundan en yüksek irfan müessesesinin mühim bir ihtiyacını temin için” gerekli muamelenin yapılmasının istenmesi 847 üzerine 16 Mart 1933‟de tahsis izni verilmiştir.848 Vakıflar açısından eserlerine sahip çıkma şansı yaratan bir diğer hadise de 1936 yılında Başvekâlet tarafından askeriye işgali altında bulunan eski eserler ile ilgili olarak yayımlanan bir genelge olmuştur. 10 Nisan 1936 tarihli genelge ile tasnif harici dahi olsa, Vakıflar Umum Müdürlüğü‟nün muvafakati alınmadıkça hiçbir cami, mescit ve vakfa ait diğer binaların Vakıflardan izin alınmadıkça hiçbir kurum tarafından işgal 843 BCA, 30-10-0-0 / 192-315-13-8. (06.12.1928). BCA, 30-10-0-0 / 192-315-13-7. (31.08.1929). 845 BCA, 30-10-0-0 / 192-315-13-5. (11.02.1933). 846 BCA, 30-10-0-0 / 192-315-13-4. (27.02.1933). 847 BCA, 30-10-0-0 / 192-315-13-3. (28.02.1933). 848 BCA, 30-10-0-0 / 192-315-13-2. (16.03.1933); N. Öztürk, a.g.e., s. 495. 844 260 edilemeyeceği ve yıktırılamayacağı tebliğ edilmiştir. 849 (Belge 15.) Fakat 26 Eylül 1936‟da Milli Müdafaa Vekili Kazım Özalp, Başvekil İsmet İnönü‟ye yazdığı resmi yazıda askeri garnizonların her yerde olmamasından ve bunları inşa etmeye bütçenin de yeterli gelmemesinden ötürü, camii, mescit ve medrese gibi binaların askeri amaçla kullanıldığını ve yeni bina yapılmadıkça da bu binaların boşaltılmasına imkân bulunmadığını yazmıştır. Aynı yazıda Başvekâletin yayınladığı genelgeden sonra pek çok Vali ve Kaymakamın genelgeyi öne sürerek tarihi kıymeti olsun, olmasın ne kadar camii ve mescit varsa hemen hepsinin boşaltılmasını talep ettiklerini bildirmiş, bunun asla mümkün olmadığını bildirmiştir. 850 (Belge 16.) Başvekâlet, Milli Müdafaa Vekâleti‟nden gelen bu olumsuz görüş karşısında Evkaf Umum Müdürlüğü‟ne “mezkur tamimden maksat sanat ve tarih bakımından kıymeti haiz olduğu ve korunulması icap edeceği salahiyetli makamlarca tespit edilen eserlerin muhafazası olduğuna göre tamime dayanılarak böyle bir mahiyet ve kıymeti olmayan binaların da derhal boşaltılması için cihet-i askeriyenin tazyik edilmesi”nin doğru olmadığında dair bir yazı yazmıştır. Vakıfların gazete ilanlarıyla yaptığı satışlardan kimi zaman İstanbul Belediyesi‟nin ve İstanbul Valiliği dolayısıyla da hükümetin haberi olmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim 1938 yılı Şubat ayı içerisinde İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ, Başvekâlete yazdığı bir yazıda Galata‟da bulunan Yeni Camii arsasının satışa çıkarıldığını gazetelerde gördüğünü ve bunun şehir planını güçleştirecek bir karar olduğunu söylemiştir. Üstündağ, Galata‟nın son derece sıkışık bir mahallinde bulunan arsanın mahallenin bir hava menfezi olduğu ve şehir planını hazırlayan Prost‟un da yapmış olduğu planda bu sahayı bir meydan olarak gösterdiğini, bu nedenle arsanın Vakıflar tarafından satılıp binalarla doldurulmak yerine Bakanlar Kurulu kararıyla İstanbul Belediyesi‟ne bırakılmasını istemiştir. (Belge 17.) Başvekil Celal Bayar ise henüz kesinleşmeyen ve kanuni bir düzenleme yapılmayan müstakbel tasavvurların tatbikatını kolaylaştırmak maksadıyla şimdiden bir girişimde bulunmanın Vakıfların tasarruf hakkını sınırlayacağı gerekçesi ile reddetmiştir. Yazıda belirtilen bir ilginç nokta da Vakıfların dar bütçesi ile kendisine ait tarihi eserleri mükemmelen imar 849 850 BCA, 180-09-31/168-1-26 (09.04.1936) BCA, 30-10-0-0 / 192-316-2-3. (26.09.1936). 261 hatta kanunen mükellef olmadığı fedakârlıklardan ihtiyar ederek şehrin imarına yardım ve iştirak eden bir idare olarak tanımlanmasıdır.851 Tablo 14. Vakıflar Umum Müdürlüğü Tarafından Kadro Dışı Bırakılan, Yıktırılan ve Elden Çıkartılan Camii ve Mescitlerden Örnekler852 Çıkırıkçı Mescidi Samatya‟da bulunan mescit, Reşat Ekrem Koçu‟nun semtin eski sakinlerinden derlediği bilgiye göre Narlıkapı Caddesi‟nde eski kale duvarına karşı ahşap bir mescitmiş. Mahalle sakinlerinden Bahaeddin Özyazıcı mescidi şöyle anlatır; “Çıkırıkçı Mescidi‟nin yeri, halen evimin bulunduğu yerdir minaresi de bahçe kapısının bulunduğu noktada idi. Mescidi evkaf sattı. Yerine bizim oturduğumuz ev yapıldı. Enkazı Kumcu Numan adında biri aldı. Evimin bahçesinde bir kabir vardır, biz mescidi yaptıran zatın kabri diye biliyor idik, hürmetle muhafaza ediyoruz”. (Mayıs 1964)”853 Hammal Mehmed Ağa Üsküdar‟da Hamal Sinan mahallesinde bulunan mescit, Mescidi Hamal Mehmet Ağa tarafından yaptırılmıştır. 1935‟de kadro harici bırakılarak Vakıflar İdaresi tarafından satılmış ve yıktırılmıştır.854 Karanlık Mescit Beyoğlu Karanlıkçeşme Sokağında banisi Hacı Ferhad Ağa olup 16. yüzyılda yapılmış, arsası 1937‟de satılmıştır.855 851 BCA, 30-10-0-0 / 82-538-8. (09.03.1938). Bu tablo temel başvuru kaynakları ve arşiv belgelerine göre hazırlanmıştır. Gazete ilanları ile Vakıflar tarafından elden çıkarılan ya da farklı amaçlarla kullanılan tarihi eserlerin için Bkz; Ek-2. ve Ek-3. 853 Hakkı Göktürk, “Çıkırıkçı Mescidi”, REK. İ.A., C. 7, İstanbul 1971, s. 3896. 854 İ. H. Konyalı, a.g.e., C. 1, s. 160. 855 T. Öz, a.g.e., c.2, s. 37. 852 262 Kadı Mescidi (Selime 17. yüzyıla ait yapının banisi İstanbul Kadısı İbrahim Hatun Mescidi) Efendi‟dir. 1933‟de kadro harici bırakılarak minaresi yıktırılmıştır. Kiraya verilen bu mescit daha sonra konut olarak kullanılmıştır. açılmıştır. Daha sonra yeniden ibadete 856 Cerrahpaşa Ahmet Mescit, 1936-1937 yıllarında Evkaf tarafından kadro harici Kethüda Mescidi bırakılmıştır ve ahşap olan son cemaat yeri mesken olarak kiraya verilmiştir.857 Çingene Fırını Mescidi Üsküdar'da Atlamataşı civarında, Selamsız Caddesi ile Kassam Çeşmesi Sokağı kavşağı yanında idi. 1936-1938 arasında yıkılmış ahşap bir yapı idi, minaresi de ahşap olup bu mescit yıkılınca bir yük arabasına yüklenip Yeni Valide Camii civarında Geredeli Mescidine naklolunmuştur.858 Acem Ağa Mescidi Eski bir Bizans kilisesi olan yapı, Zeynep Sultan Camii‟nin sokak aşırı yanında bulunmaktadır. İlk yapımı 5. yüzyıla kadar gider. Acemağa Mescidi tasnif kanununa kadar bütün aksamı tamam halde duruyorken 1936‟da Vakıflar İdaresi tarafından minaresi yıktırılıp kiremidi, çatısı, ahşap kısımları yıkıcılara satılmak suretiyle dört duvar halinde bırakılmıştır.859 Eyüp Mihrişah Sultan İmareti 1926‟dan 1929‟a kadar Kibrit İnhisar İdaresi‟ne kiralanmıştır. 1929‟da yine aynı idareye 3 sene müddet ve 150 lira kira bedeli ile kiralanmıştır.860 “Ayaspaşa Camii Sokağı”, REK. İ.A., C. 3, İstanbul 1960, , s. 1487; N.Esra Dişören, “Kadı Mescidi” , TVİA C.4, İstanbul 1994, s. 329. 857 “Cerrahpaşa Ahmet Kethüda Mescidi”, REK. İ.A., C. 1, İstanbul 1958, s. 387. 858 “Çingene Fırını Mescidi”, REK. İ.A., C. 7, İstanbul 1971, s. 4001. 859 Semavi Eyice, “Acemağa Mescidi”, TVİA, İstanbul 1993, C. 1 s. 61. 860 BCA, 30-18-1-2 / 4-39-2. (3.07.1929). 856 263 Yedikule İlyas Çelebi Civarında namaz kılacak açık başka camii bulunduğu ve Camii etrafındaki sakinlerinin ekseriyetle gayrimüslim olması hasebiyle tarihi ve mimari bir kıymeti de bulunmadığı gerekçesi ile Vakıflar Umum Müdürlüğü‟nün 900 liraya satış teklifi 12 Temmuz 1934‟deki Bakanlar Kurul Kararıyla kabul edilmiştir.861 Babıâli‟de İbrahim Paşa 1936 yılından önce Vakıflar tarafından satılan arsasının bir Mescidi (Nallı Mescit kısmını Giresun Milletvekili Hakkı Tarık Us satın almıştır. Civarı, Acı Musluk 1936 yılında geri kalan kısmı ile cami binası ve muhafaza Sokağında) duvarının işe yaramaz bir hale gelmesinden dolayı 2.877 liraya satılmak istenmiş, Müzeler İdaresi‟nin tarihi kıymeti olmadığını bildirmesinin ardından Vakıflar İdare Meclisi‟nin talebi ve 1 Nisan 1936 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile satılmasına karar verilmiştir.862 Karagümrük‟de Apardı 1936 yılında tekke ve mescidin paraya çevrilmesine lüzum Muslihiddin Tekke ve görüldüğünden, arsanın bir köşesinde toplu bir halde Mescidi bulunan kabirlerin olduğu gibi muhafaza edilmesi kaydıyla Müzeler İdaresi‟nin tarihi kıymeti olmadığını ve kabirlerin muhafaza edilmesi gerektiğini bildirmesi ardından Vakıflar İdare Meclisi‟nin talebi ve 1 Nisan 1936 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile satılmasına karar verilmiştir.863 Fatih‟te Haraccı Kara 1936 yılında Gelenbevi Ortaokulu karşısında bulunan tekke Mehmet Mahallesinde arsasının Kubbe Tekkesi Arsası Müzeler İdaresi‟nin tarihi kıymeti olmadığını, Maarif paraya çevrilmesine lüzum görüldüğünden İdaresi‟nin ise okul yapmaya elverişli olmadığını bildirmesi ardından Vakıflar İdare Meclisi‟nin talebi ve 20 Nisan 1936 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile satılmasına karar verilmiştir.864 861 BCA, 30-18-1-2 / 46-50-12. (12.07.1934). BCA, 30-18-1-2 / 63-24-16. (01.04.1936). 863 BCA, 30-18-1-2 / 63-24-16. (01.04.1936). 864 BCA, 30-18-1-2 / 64-31-11. (20.04.1936). 862 264 Kasımpaşa‟da Kadı 1936 yılında arsasının paraya çevrilmesine lüzum Mehmet Efendi Camii görüldüğünden içindeki taşlarla beraber, Müzeler İdaresi‟nin Arsası tarihi kıymeti olmadığını bildirmesinin ardından Vakıflar İdare Meclisi‟nin talebi ve 13 Mayıs 1936 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile satılmasına karar verilmiştir.865 Çemberlitaş‟ta Molla 1936 yılında mütevellisinin de onayı alınarak 1995 liraya Fenari Camii Arsası elden çıkarılmak istenmiştir. Müzeler İdaresi yapının satılmasında bir mahsur olmadığını belirtmekle birlikte caminin banisi Ahmet Paşa‟nın tarihi hatırasını yad etmek üzere arsa üzerinde yapılacak binanın bir yerine bir levha veya sütun konulması gerektiğini bildirmiştir. Ardından Vakıflar İdare Meclisi‟nin talebi ve 13 Mayıs 1936 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile satılmasına karar verilmiştir.866 Beyoğlu‟nda Sarı Lütfu Camii Arsası 1936 yılında arsasının paraya çevrilmesine lüzum görüldüğünden Vakıflar İdare Meclisi‟nin talebi ve 4 Eylül 1936 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile satılmasına karar verilmiştir.867 Samatya‟da Hatuniye 1936 yılında Ağa Hamamı Caddesi‟ndeki caminin paraya Camii Arsası çevrilmesine lüzum görüldüğünden, arsanın içerisinde bulan kabristanın olduğu gibi muhafaza edilmesi ve bir ihata duvarı ile çevrilmesi kaydıyla Vakıflar İdare Meclisi‟nin talebi ve 4 Eylül 1936 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile satılmasına karar verilmiştir.868 Şehremini‟de Yavaşca 25 Eylül 1936 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile satılmasına Şahin Camii ve Tekke karar verilmiştir.869 Arsası 865 BCA, 30-18-1-2 / 64-38-19. BCA, 30-18-1-2 / 64-38-19. 867 BCA, 30-18-1-2 / 68-74-07. 868 BCA, 30-18-1-2 / 68-74-07. 869 BCA, 30-18-1-2 / 68-78-07. 866 (13.05.1936). (13.05.1936). (04.09.1936). (04.09.1936). (25.09.1936). 265 Galata‟da Yeni Camii Bedeli diğer hayrata tahsis edilmek üzere 10 Mart 1937 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile satılmasına karar verilmiştir.870 Tophane‟de Gülşeni Bedeli diğer hayrata tahsis edilmek üzere 2 Nisan 1937 Tekkesi Arsası tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile satılmasına karar verilmiştir.871 Yedikule‟de Uşakî Bedeli diğer hayrata tahsis edilmek üzere 16 Şubat 1937 Tekkesi tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile satılmasına karar verilmiştir.872 Şehremini‟de Arpa Emini Şahin Camii ve Dönemin parti il başkanının isteği üzerine 1936 yılında 1000 lira bedel ile partiye satılmıştır.873 Tekke Arsası Üsküdar Adliye Camii II. Mahmud devrinde yapılan bu camii Şemsipaşa‟da karakolun yanındaydı, 1930 yıllarında yıkılmıştır.874 Rumelihisarı‟nda Torluk Dede Mescidi Kadro harici bırakılmış ve harap olduğundan 1934 yılında enkazı satılmıştır.875 Fatih Camii‟nin Fatih devrine kadar dayanmaktadır. 1915‟de yanmıştır. yakınlarında Haraccı Camii, bu yangından etkilense bile 1927 yılına kadar ibadete Muhyiddin Mescidi açık kalmıştır. Ancak cami onarılmadığından 1927 yılında yıktırılarak ortadan kaldırılmıştır. Ardından da Vakıflar, camii arsasını satmıştır.876 870 BCA, 30-18-1-2 / 72-17-09. (10.03.1937). BCA, 30-18-1-2 / 73-26-13. (02.04.1937). 872 BCA, 30-18-1-2 / 72-13-05. (16.02.1937). 873 N. Öztürk, a.g.e., s. 496. 874 İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Üsküdar Tarihi, Türkiye Yeşilay Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1976, C.1 s. 81-82. 875 T. Öz, a.g.e., C. 2 s. 66. 876 İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 1, s. 229. 871 266 Tophane‟de Sakabaşı Mescidi Lala Hayrettin Camii 1590‟da yapılmış olup, kadro harici kalmış ve 1936‟da satılmıştır.877 1484 de inşa edilmiştir. 1936‟da Vakıflar İdaresi tarafından minaresi yıktırılıp kiremidi, çatısı, ahşap kısımları yıkıcılara satılmak suretiyle dört duvar halinde bırakılmıştır.878 Langa‟da Çobançavuş 1936 Haziran ayında Vakıflar tarafından yıktırılmıştır. Bu Camii caminin yıkılma işinde çalışan amelelerden Armanak caminin bir duvarının üstüne çıkmış, kazması ile taşlara vururken duvar yıkılmış, Armanak ağır surette yaralanmıştır.879 Baba Hasan Mescidi 15. yüzyılın ikinci yarısına kadar dayanan mescit, 1936 yılı Eylül ayında kadro dışı bırakılarak ayda 2.5 liraya kiraya verilmiştir. Kiracılar, tamir masadıyla bir çivi dahi çakmadığından harabiyeti daha da artmıştır.880 Çınar Davud Bey İlk yapımı 16.yüzyıla dayanmaktadır. Bakımsız kalan cami, Mescidi 1937 yılında yıktırılarak yerine parti binası yaptırılmıştır. Daha sonra uzun süre Halk Evi ve sinema olarak da kullanılmıştır.881 T. Öz, a.g.e., C. 2, s. 57. İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2, s. 67. 879 Cumhuriyet, 30.06.1936. 880 Yapı 1956 yılında yıktırılmıştır. Bkz; İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2, s. 108. 881 İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2, s. 125. 877 878 267 Sarı Musa Camii Aksaray Taşkasap semtinde bulunan Camii, Fatih dönemi top ustalarından Sarı Musa tarafından yaptırılmıştır. Yangınlarda harap olan caminin enkazı ve taşları 1936 yılından önce Vakıflar tarafından bir enkazcıya satılmıştır. Müzeler İdaresi bulunduğu caddeye Sarı Musa isminin verilmesini Belediyeden teklif etmiş, teklif Belediye Meclisi‟nde kabul edilmiştir. Haber Gazetesi 7 Şubat 1936 tarihli nüshasının ilk sayfasında “Sarı Musa’nın Hatırasını Yok Etmeyelim” başlıklı bir haber ile çıkmıştır.882 (Fotoğraf 133.) Üsküdar‟da Bandırmalı 1737/1738 tarihinde Şehla Ahmet Paşa tarafından yenilenen Tekkesi Ve Camii yapı tekkelerin kapandığı sırada tamire muhtaç halde idi. Camii, tekke hariminde bulunduğu için Vakıflar tarafından kadro dışı bırakılmıştır. Kısa bir zaman sonra da yıkılmıştır.883 882 883 Haber, 07.02.1936. “Bandırmalı Tekkesi ve Camii”, REK. İ.A., C. 4, İstanbul 1960, s. 2102. 268 Üsküdar Süleyman Paşa Üsküdar Halkevi‟nin yapacağı faaliyetler için yetersiz Camii gelmesi üzerine CHP Genel Sekreterliği 21 Ağustos 1935‟de Üsküdar Halkevi için kadro dışı kalan Süleyman Paşa Cami‟nin kirasız olarak tahsis edilmesini istemiştir. Genel Sekreterlik, bu talebi Evkaf Genel Müdürlüğü‟ne iletmiştir. Müdürlük tarafından kaleme alınan 11 Ekim 1935 tarihli cevap yazısında, Süleyman Paşa Cami‟nin tarihi eser olduğu, ancak şeklinin değiştirilmemesi şartıyla kiraya verilebileceği belirtilmiş ve münasip bir bedelle Üsküdar Halkevi‟ne kiralanabileceği bildirilmiştir. Kurumlar arası yazışmalarda, Üsküdar Halkevi‟ne Süleyman ancak Paşa kira Camii‟nin karşılığında tahsis edilmesinin kararlaştırıldığı dikkati çekmektedir. İbrahim Hakkı Konyalı ise Süleyman Paşa Camii‟ni 12 Haziran 1941 tarihinde gezdiğini belirterek “tamirinden evvel camii, Vakfılar İdaresi, Kayış dağı suyu şişe deposu olarak kullanılıyordu.” demektedir.884 Esasında hayır eserlerinin yanı sıra hayır eserlerine gelir sağlayacak tarihi ve mimari kıymeti olmayan akarların da elden çıkartıldığı görülmektedir. Akarların elden çıkartılması, kısa süreli olarak Vakıflara gelir sağlasa da uzun vadede vakfiyesi ile bağlı bulunduğu hayır eserinin gelirini eksiltmiştir. Vakıflara ait satılan akar sayısı, hayır eseri satışından çok daha fazladır. Cumhuriyetin ilk yirmi yılında (1923-1943) tüm Türkiye‟de satılan akarlardan elde edilen gelir 5.952.046 lira iken hayrat satışından elde edilen miktar 2.817.560 liradır. 885 Harap ya da mamur durumdaki hayır eserlerinin satışından elde edilen meblağın nereye harcandığı da önemli bir meseledir. Vakıflar Genel Müdürlüğü tüm Türkiye genelinde Cumhuriyetin ilk yirmi yılında yaptığı hayır eserleri satışlarından elde edilen gelirden çok ufak bir kısmı -82.079 lira kadarı- Nukudu Mevkufe Müdürlüğü‟ne aktarılmış, geri kalan yüksek bedel, vakıf eserlerine gelir 884 Kubilay Arpacı, “Üsküdar Cumhuriyet Halk Fırkası Binası” Uluslararası Üsküdar Sempozyumu X 19-20-21 Ekim 2018 Bildiriler, C. 1, İstanbul 2019, s. 281-282. 885 N. Öztürk, a.g.e., s. 440. 269 sağlayacak akar inşası, çeşitli hayır kurumlarına yardım ve bina onarımlarına harcanmıştır.886 Bina onarımlarından kastedilen daha çok abidevi vakıf eserleri yani yine camilerdir. Örneğin Edirne‟de meydana gelen büyük bir fırtınada hasar gören Edirne camilerinin Cumhurbaşkanı Atatürk‟ün talimatı ile bir an evvel tamir edilebilmesi için 1931 yılı Vakıflar bütçesine hayır eserlerinin satışından elde edilen 67.508 lira tahsisat konulmuştur. 887 Vakıfların eski eser onarımları bilhassa 1928 yılından sonra başta camiler olmak üzere bir kısım hayrat eserler satılarak bu satışlardan elde edilen paralar karşılık gösterilmek suretiyle Vakıf Paralar Müdürlüğü‟nden alınan borçlarla önemli görülen bazı cami ve diğer hayrat eserler onarılmıştır.888 Cumhuriyetin ilk 10 yılında Vakıflar Umum Müdürlüğü‟nün idaresi altında bulunan hayır eserlerinin inşa ve onarımına hayrat satış bedeli hesabından 382.321 lira 82 kuruş gelmiştir. 889 Bunun haricinde Vakıflar zaman zaman tasarrufu altında bulundurdukları hayır eserlerinin tamirlerinde kullanmak üzere kredi borçlanması yapmak üzere bu hayrat satış bedellerini de teminat olarak göstermişlerdir. Vakıf eserlerinin tamiri için 1935 yılı sonrasında elden çıkarılacak cami ve arsaların satış bedelleri karşılık göstermek suretiyle iki defa 200.000 lira bir defa da 600.000 lira olmak üzere üç ayrı kanunla 1.000.000 lira kredi de alınmıştır. 890 N. Öztürk, alınan bu krediler ile Türkiye genelinde toplam 52 kalemde 47 camii ve mescit 1 imaret, 1 hastahane onarılmıştır. Bu eserlerden 30 adedi İstanbul‟dadır.891 (Tablo 15.) N. Öztürk, a.g.e., s. 440. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 4, Fevkalade İçtima, Cilt: 2, 11. İnikat, 8 Haziran 1931, s. 39. 888 N. Öztürk, a.g.e., s. 205. 889 N. Öztürk, a.g.e., s. 203. 890 N. Öztürk, a.g.e., s. 489. 891 N. Öztürk, a.g.e., s. 230-233. 886 887 270 Tablo 15. Vakıflar Umum Müdürlüğü’nün Hayrat Satışından Elde Ettiği Gelirden İstanbul’daki Tarihi Eserlerin Tamirine Harcadığı Meblağ892 Tamir Harcanan Harcama Tamir Edilen Harcanan Harcama Edilen Meblağ Yılı Eserin İsmi Meblağ Yılı 58.441 1936- 16. 13.075 1938- Camii Lira 1939 Camii lira 1939 Mahmut Paşa 24.416 1936- 17. 4.195 lira 1938 Camii Lira 1939 Paşa Camii Atik Ali Paşa 8.957 Lira 1936- 18. 10.057 1938- 1937 Camii lira 1939 1936- 19. 16.227 1938 1937 Camii 1936- 20. 1937 Camii 1936- 21. 1938 e Camii Eserin İsmi 1. Süleymaniye 2. 3. Camii 4. Mihrimah 6.851 Lira Camii 5. Çorlulu Ali 1.350 Lira Paşa Camii 6. Çarşamba‟da 7.169 Lira Fethiye Eyüp Kılıç Ali Çinili Ortaköy lira Cihangir 1.519 lira 1938 Teşvikiy 3.470 lira 1938 Cafer 1.400 lira 1938 12.289 1938- lira 1939 22.835 1938- Camii 7. 8. Mesih Paşa 24.846 1936- 22. Camii Lira 1939 Ağa Camii Dolmabahçe 8.936 Lira 1936- 23. 1937 Ahmet Camii 1936- 24. 1937 Paşa Camii lira 1939 18.533 1936- 25. 6.438 lira 1938- lira 1937, Paşa Camii Camii 9. Sinan Paşa 9.982 Lira Camii 10. Sultan Selim Camii Sultan Şemsi Bali 1939 1939 11. Yeni Camii Kadırga 29.293 1936- 26. lira 1939 Sokullu Mehmet 34.508 1938- lira 1939 Paşa Camii 892 N. Öztürk, a.g.e., s. 230-232. 271 12. Laleli Camii 15.147 1936- 27. Azapkap 27.163 1938- lira 1937 ı Sokullu lira 1939 Haseki 5.308 lira 1939 Nişancı 4.979 lira 1939 8.291 lira 1939 Mehmet Paşa Camii 13. Küçük 589 lira Ayasofya 1936- 28. 1937 İmareti 1936- 29. 1937 Mehmet Paşa Camii 14. Gureba 9.875 lira Hastahanesi Camii 15. Beyoğlu Ağa 19.716 Camii 1936- 30. Atik 1937, Valide Camii 1939 Vakıf eserlerin tamir edilmesinin haricinde 1924-1932 yılları arasında Vakıflar Umum Müdürlüğü bütçesinden, Darüşşafaka, Darülfünun, Maarif Cemiyeti, Çocuk Esirgeme Kurumu, Şehitlikleri İmar Cemiyeti, Türk Ocakları gibi çeşitli eğitim, kültür ve sosyal amaçlı kuruluşlara 1.967.886 lira, 1933-1942 yılları arasında ise 1.053.490 lira olmak üzere Cumhuriyetin ilk yirmi yılında toplam 3.021.376 lira aktarılmıştır.893 Bu rakamlar Vakıflar Genel Müdürlüğü‟nün gelir ve gider kalemlerini kapsayan yıllık bütçeleri dikkate alındığında daha da anlam kazanmaktadır. Örneğin Vakıflar Genel Müdürlüğü‟nün 1926 yılı bütçesi 3.322.790 liradır. 1936 yılı bütçesi ise 2.623.787 liradır. Kendi mütevellisi olan mülhak vakıflara ait camileri elden çıkarıldığında ise elde edilen paranın bir kısmının mütevelliye verildiği görülmektedir. Örneğin İstanbul‟da Büyük Postahane karşısındaki Kazasker Abdülkadir Efendi vakfından olan Meydancık Camii arsasının 1933‟de 50.101 liraya elden çıkarılması istendiğinde Evkaf Umum Müdürlüğü 20.000 liranın vakıf şartlarına göre evladına bırakılmasına, kalan paranın ise Şile‟de bir camii yaptırmak için inşaat masraflarına, inşaat masrafından artacak paranın 893 N. Öztürk, a.g.e., s. 445. 272 ise yine Şile‟deki caminin daimi masraflarına harcanmak üzere Vakıf Paralar Müdürlüğüne verilmesini düşünmüştür.894 Fotoğraf 133. “Sarı Musa’nın Hatırasını Yok Etmeyelim”, Haber, 07.02.1936. Durum 22 Kasım 1933‟de Başvekâlete yazılmış, Başvekâlet kararı yerinde bularak bir kararname taslağı hazırlamıştır. Ancak kararname taslağına Vakıflar uzun müddet cevap vermemiş, Başvekâletin durumu sorması üzerine Vakıflar alıcı müşteri ile yaşanan bir sıkıntıdan dolayı kararnamenin bekletilmesini 14 Mayıs 1934‟de bildirmiştir. Bkz; BCA, 30-10-0-0 / 20-120-4. (19.05.1934). 894 273 3.2.6. Siyasi ve İdeolojik Sebeplerden Kaynaklanan Tahribat İnkılâp yapmış ve yeni kurulmuş bir devletin kendinden önceki yönetimin mimari eserlerini yetersiz, hatta çirkin bulması olağandır. Öyle ki 1924 yılında Beyazıt Meydanına yapılan süs havuzunun açılışında “Ecdadımız içinde asırlarca yaşadıkları bu şehre böyle muhteşem bir eser hediye edemediler” gibi konuşmalar dahi yapılmıştır.895 Ahmet Emin Yalman 1938 yılında yazdığı bir yazıda bu durumu şöyle ifade eder; “İnkılâbın ilk zamanlarında şurada burada bazı cahiller türediler. İnkılâbın eskiye düşmanlık demek olduğu yolunda bir takım menfi düşünceleri ortalığa yaymaya çalıştılar. Akıllarınca mesela zavallı serviye bir irtica ağacı gözüyle bakmak lazımdı. Kübik olmayan her şeyin yıkılması vacipti. Huluskârlık diye şurada burada eski eserlere karşı saygısızlıklar, hatta cinayetler işlendi. Rejimimi, derhal bu yanlış telakkilerin önüne geçti. Eski üzerine himaye kanatlarını gerdi, Türkün yarattığı her türlü güzel ve tarihi eserleri benimsedi ve bunları yaşatmayı kendine iş edindi.”896 Keza durum sıklıkla karikatürlere dahi konu olmuştur. (Fotoğraf 134.) Fotoğraf 134. 1930’lu Yıların Meşhur Karikatür Karakteri Amca Bey’e Göre Konak Yaşamı, Akşam, 30.04.1934. Paşazade- Modern Sanat falan şöyle dursun Amca Bey… …Şu bizim konağın tavanlarındaki nakışlara bak bir kere… … Bu nefis sanat eserler cennetmekan dedelerimizin… …bizden fazla zevki selim sahibi olduklarına delalet eder!… Amca Bey- Hayır, bütün ömürlerini sırtüstü yatıp tavan seyretmekle geçirdiklerine delalet eder! 895 896 Vakit, 14.04.1930. Tan, 30.05.1938. 274 Bu tarz kıyaslamalara gidilse de Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan devrimin etkisi ile kitlesel tahrip hareketlerine girilmemiş, siyasi anlamdaki eski eser tahripleri belirli simgelerle sınırlı kalmıştır. Rejim değişikliğinin yaşandığı bu dönemde Osmanlı’dan kalan mirasa karşı mesafeli bir duruş olduğu da sıklıkla zikredilen bir durumdur. Ancak gerek eski eserlere karşı girişilen koruma politikalarından gerekse kamuoyunda Osmanlı döneminden kalan mimarlık abidelerinin değerlendirilme biçiminden durumun çelişkilerle dolu karmaşık bir süreç olduğu anlaşılmaktadır. Bir tarafta Osmanlı devrinin önemli abidelerine binlerce lira ödenek ayrılarak tamir edilmekte bir tarafta ise harap duruma düşmüş eski eserler elden çıkartılmaktadır.897 Çelişkili bir durumu ifade etmesi açısından zikredilmesi gereken bir diğer örnek de Üsküdar Mihrimah Sultan Külliyesi’nin yıktırılan iki eserinin ardından merkezi hükümetin takındığı tavırdır. 1932 yılı Mayıs ayında Üsküdar-Beykoz yolu çalışmaları kapsamında çatlak duvarları ile harap bir halde bulunduğu iddiası ve çökme tehlikesi gösterdiği gerekçesi ile külliyenin kervansaray yapısı yıktırılmaya başlamıştır.898 Yıkımın ardından Üsküdar Kaymakamı İzzettin Bey Üsküdar ve havalisinde yaptığı imar faaliyetleri dolayısıyla hükümet tarafından takdirname ile ödüllendirilmiştir.899 Ancak 1933 yılı Kasım ayında kervansarayın hemen arkasında bulunan aynı külliyenin imaret yapısı ortadan kaldırıldığında hükümet kaymakam için soruşturma açtırmış ve soruşturma sonunda görevinden alınmıştır.900 Konu ile ilgili Asar-ı Atika Encümeni’nin raporunda değinilen önemli bir husus da Üsküdar Kaymakamı İzzettin Bey’in tarihi eserlere karşı olan tavrıdır. Bu durum raporda şu şekilde değerlendirilmiştir; “Üsküdar mıntıkasında Türk mevcudiyetinin en mütehaccir [sağlam/abidevi] eserlerinin düşmanca suikasta uğraması tevali [kesintisiz sürmektedir] etmektedir. Mezarlıklarda, mebanide birbirini veli eden tahribata Üsküdar idare-i mülkiyesi mani olmadıktan başka bizzat Kaymakamın bu gibi eserlere karşı husumeti fiilen görülmüş ve tevatürü şayi olmuştur.”901 (Belge 18.) Cumhuriyet ideolojisinin camilere karşı yaklaşımını göstermek açısından iki ilginç örnekten ilki 1932 yılında cami ve mescitlere 100 metredeki meyhane ve gazinoların men edilmesidir. Bkz; Akşam, 11.06.1933. İkincisi ise Ramazan aylarında camilerin eksikliklerinin tamamlanması ve büyük camilere sesleri güzel müzezzin ve imamların tayin edilmesidir. Bkz; Milliyet, 24.11.1933. 898 Anılcan Sıçrayık, “Üsküdar Mihrimah Sultan Külliyesinin Günümüze Ulaşamayan İki Yapısı”, Uluslararası Üsküdar Sempozyumu X 19-20-21 Ekim 2018 Bildiriler, C. 3, İstanbul 2019, s. 273. 899 A. Sıçrayık, a.g.m. s. 275. 900 A. Sıçrayık, a.g.m. s. 278-284. 901 BCA., 30.10.213.446.2.32 (7.12.1933). 897 275 Esasında kendi tarihine ve tarihi eserlerine yabancılaşma sadece Türkiye’de yaşanmamış, Benzer siyasi ve kültürel devrimler yaşayan ülkelerde de görülmüştür. Örneğin Rusya hükümeti 1929 yılında mevcut manastır ve kilise binalarının dökümünü yaparak, bazılarını satmaya karar vermiştir.902 Çin hükümeti ise Çin Seddi’ni harabiyete terk etmiştir.903 İstanbul’da Cumhuriyet devrindeki Türk inkılâbının timsali olacak bir abide yaptırılmak için arsa olarak seçilen Kız Kulesi’nin esasında İstanbul’un tarihi simgelerinden biri olması da oldukça ilginçtir. 1934 yılında çıkan haberlere göre İstanbul’un pek çok yerinden görülebilen Kız Kulesi’nin bulunduğu adacığa mevcut binanın kaldırılarak Cumhuriyetin ilanından evvelki dahli ve harici mücadelenin temsil edileceği bir abide yapılması planlanmıştır.904 Ancak gazete haberlerinde yapılması düşünülen abidenin Amerika’daki özgürlük anıtına Fotoğraf 135. “En Büyük benzemeyeceği “milli bünyemize ve zevkimize uygun” İnkılap Abidesi Kızkulesine bir şekilde yapılacağı özellikle vurgulanmıştır. (Fotoğraf Yapılacak”, 135.) 08.04.1934 Siyasi mahiyette yapılan bazı Milliyet, hukukî düzenlemeler de tarihi eserlere zarar verilmesine vesile olmuştur. Örneğin; 31 Mayıs 1925 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile hükümet binalarında, resmi dairelerde ve mekteplerde bulunan arma, tuğra ve saltanat resimlerinin “cumhuriyet mefhumu ile kabil-i telif görülmemesi” nedeniyle kaldırılmalarına karar verilmiştir.905 Yeni bir devletin kurulması ile son derece anlaşılır olan bu karar, sanat eserlerine de uygulanmış, özellikle taş kitabelerde bulunan saltanat armaları ve tuğraları kırılmış, kazınmış yahut örtülmüştür. 15 Haziran 1927 tarih ve 1057 numaralı “Türkiye Cumhuriyeti Dâhilinde Bulunan Bilumum Mebanii Resmiye ve Milliye Üzerindeki Tuğra ve Methiyelerin 902 Son Saat, 13.09.1929. Son Saat, 01.09.1929. 904 Cumhuriyet, 08.04.1934; Milliyet, 08.04.1934. 905 N. Can, a.g.e., s. 78. 903 276 Kaldırılması Hakkında Kanun” ile durum yasal güvence altına alınmıştır. Günümüzde de yürürlükte olan kanunun maddeleri şöyledir; Madde 1 – İçinde devlete mütehattim bir vazife icra, yahut hükümetin veya belediyelerin efrat ile zarurî ve kanunî olan münasebetlerini temine tahsis edilen binalarla alelumum mektep binalarında vaktiyle Osmanlı saltanatını temsil için konulmuş olan, yahut vaziyetlerine göre halen temsile delalet eden tuğra veya armalar ve bunlarla beraber olarak sultanların mediherini ihtiva eden kitabeler hakkında ikinci madde hükmü tatbik olunur. Bu kabil tuğra ve arma ve kitabe bulunan hususi binalar, bunlar kaldırılmadıkça veya örtülmedikçe yukarda zikrolunan faaliyetler ve münasebetlere tahsis olunamaz. Madde 2 – Birinci maddedeki kayıtların şumulü dâhilinde olan tuğra ve arma ve kitabeler devlet veya belediye malı olan binalarda bulunduğu halde kaldırılarak müzelere konulur. Yerlerinden kaldırılmalarıyla gerek kendilerinin, gerek bulundukları binaların, bedii veya tarihi kıymetlerine halel gelecek olanlar, eserin ve bulunduğu mahallin bedii kıymetini nakisedar etmemek üzere münasip vesait ile örtülür. Madde 3 – Alakadar Vekâletlerin müracaatı üzerine Devlet binalarından hangi eserlerin kaldırılması veya örtülmesi lazımgeldiğini tayin ve örtülmesi lazım ise şekil ve suretlerini tesbit ile karar vermek Maarif Vekâletine aittir.906 Kanunda açık olarak sadece kamu hizmeti veren binalardaki tuğra ve armaların kaldırılarak müzelere alınması ya da üzerlerinin birer vasıta ile örtülmesi belirtilmesine rağmen, uygulama gerçekte daha sert olmuş, sadece resmi binalardaki tuğra ve armaların kaldırılması değil kamuya açık mekânlardaki örneğin çeşmelerin üzerindeki pek çok tuğranın kazınarak yok edilmesine sebep olmuştur. 1928 yılı Kasım ayından itibaren harf inkılâbının uygulaması ile birlikte kanun çok daha yanlış yorumlanarak sadece tuğra ve arma değil, eski yazı ile yazılmış pek çok kitabenin tahrip edilmesine de yol açmıştır. (Fotoğraf 136.) Örneğin; Şehremini Seyyit Ömer Mahallesindeki 11211709/1710 tarihli Sadrazam Çorlulu Ali Paşa’nın yaptırdığı Koruk Çeşme’nin kitabelik kısmı bilinmeyen şahıslar tarafından siyah boya ile mahvedilmiştir.907 (Fotoğraf 137.) 906 907 N. Can, a.g.e., s. 26. Encümen Arşivi, Dosya 64. 277 Fotoğraf 136. Tahrip Edilmesine Rağmen Müzeye Kaldırılmış Tuğralı Taş Kitabe Örneği. Topkapı Sarayı Müzesi Koleksiyonu, 32/103 Fotoğraf 137. Şehremini’de Kitabelik Kısmı Boyanarak Tahrip Edilen Koruk Çeşme, Encümen Arşivi, Dosya 64 278 Cumhuriyet ideolojisi laikliği benimsemesine ve “Vakıf Müessesesinin Çözülmesi Dolayısıyla Yaşanan Tahribat” bölümünde anlatıldığı üzere ülkedeki camii ve mescit sayısını azaltmasına rağmen, dini ağırlıklı sanat eserleriyle arasına mesafe koymamaya da çalışıyordu. Devlet bütçesinden ve üstelik Cumhurbaşkanı Atatürk’ün bizzat talimatları ile yapılan tarihi ve abidevi camii restorasyonları bu durumun kanıtıdır. Sedat Çetintaş, 1935 yılında yayınladığı “Kör Kazma” başlıklı yazısında karşılaştığı ilginç bir hadiseyi nakleder. Yaptığı Lüleburgaz ziyareti sırasında bölgenin önde gelen şahısları ile Türk anıtları üzerine yaptığı sohbetinde duyduğu “çok sakat” fikirleri ve kendi cevabını şöyle aktarır; “…Cumhuriyet, dedi.. Artık cami görmek istemiyor...! Ben bu sakat sözün cevabını verdim ve susturdum. Fakat bu sözün ifade ettiği fikrin belki Lüleburgaz’da olduğuna inansam buna ölmüş nazarile bakabilirim. Fakat daha umumi bir şekilde bu sakat fikrin mevcut olmasından korktuğum için bu söz üzerinde biraz durmak isterim. Hepimiz biliyoruz ki Cumhuriyetimiz laiktir. Bunu kafasına, kalbine yazmadık tek bir ferdimiz kalmadı. Fakat bu binaların en mutevazıı bile Türk tarihinin, türk medeniyetinin taştan yazılmış birer sahifesi olduğu için laik cumhurluğumuz bunları her zamankinden daha şuurlu bir saygı ile korumaktadır. Cumhuriyetin gözünde cami, türbe, medrese diye bir sınıf farkı yoktur. Ancak Türk kültürü tarihinin ayrı ayrı birer himayesini mertebe ve kuvvete göre birer sahife birer kitabını yaşatan “Türk anıtları” vardır….. Lüleburgaz’daki bu arkadaşın şu sakat fikir ve görüşlerinin eğer bu ulus arasında başkaca ortakları varsa derhal geri dönmeleri, fikirlerini tashih etmeleri lazımdır. Aksi takdirde cumhuriyete layık bir evlat olmak arzularından uzak düşerler. Çünkü bu devir en başta bir kültür devridir.908 Yazısında Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesine de değinen Çetintaş, yapılan düzenlemeyi desteklemiş ve hükümete bir öneri daha sunmuştur; “Bu mühim Bizans binası Türklerin eline geçtiği günden beri ilim bakımından en yüce payeyi Cumhuriyet elinden almış ve müze olmuştur, çok isterim ki Bursa’daki Yeşil Cami de bunun gibi bir müze olsun, muhakkak ki o vakit daha iyi muhafaza edilebilecektir.”909 908 909 Cumhuriyet, 14.07.1935. Cumhuriyet, 14.07.1935. 279 Fotoğraf 138. “Sultan Ahmet Camii Kütüphane Haline Konulacak”, Vakit, 07.09.1934 Çetintaş’ın da zikrettiği Ayasofya, Kariye gibi camilerin müzeye dönüştürülmesi esasında sadece koruma boyuta ile ilişkili olmayıp siyasi bir karar niteliğindedir ve günümüzde de tartışılmaktadır. Bu açıdan Cumhuriyetin ilk yıllarında zikredilmesi gereken bir başka ilgi çekici iddia da Sultanahmet Cami’nin kütüphane olacağı iddialarıdır. 7 Eylül 1934 tarihli İstanbul gazeteleri Ankara gazetelerine dayandırarak verdikleri haberlerde Sultanahmet Cami’nin kütüphane olacağını, İstanbul kütüphanelerindeki bütün kitapların da buraya nakledilerek camide adeta bir milli kütüphane kurulması düşünüldüğünü yazmışlardır.910 (Fotoğraf 138.) Haber önce İstanbul Maarif erkânı daha sonra ise Maarif Vekili tarafından bizzat yalanlanmıştır.911 Ancak haber yalanlanırken Sultanahmet Cami’nin kütüphaneye dönüştürülmemesinin nedeni olarak dini hassasiyetlerden bahsedilmemiş, kitapların yangın tehlikesinden muhafazası için cami içerisinde bölmeler yapılması gerektiği, bunun da caminin güzelliğini bozacağından bahsedilmiştir.912 Bu haberden yaklaşık bir buçuk yıl sonra Şubat 1936’da verilen bir haberde ise büyük camilerden birinin kütüphane haline konulması düşünüldüğünden ancak bunların içinde yapılacak tesisatın ve bilhassa ısıtma işinin çok pahalıya mal olacağı tespit edildiğinden vazgeçildiği yazılmıştır.913 Dönemin camii algısını takip edebilmek için Cumhuriyet Gazetesi’nden Yunus Nadi’nin 3 Eylül 1933’de yazdığı yazı da dikkate değerdir. Henüz camii olan Ayasofya’nın yıkılma tehlikesi bulunduğuna dair çıkan yazılara karşı yazdığı yazısında Cumhuriyetin dini abidelere bakışını şöyle özetler; Akşam, 07.09.1934; Cumhuriyet, 07.09.1934; Vakit, 07.09.1934; Zaman, 07.09.1934. Milliyet, 09.09.1934; Zaman, 09.09.1934. 912 Akşam, 11.09.1934; Milliyet, 11.09.1934. 913 Cumhuriyet, 23.02.1936. 910 911 280 “İnkılâplarımız yeni olduğu için dinin dünya işlerinden tefriki şeklindeki büyük hadisenin tesirleri medeni bir abide olan bu türlü eserlere karşı çok mütekayyit olmaklığımıza hiçbir derecesinde bir mania teşkil edemeyeceğine şüphe yoktur. Bu noktada şurasını da vazıhan kaydetmeliyiz ki dinin dünyadan tefriki Türk milletinin medeni bir hamlesi olmakla beraber kendi akidelerine merbut kalmakta ve onları dilediği gibi icrada hür olan millet için bütün bir hürriyetle ittiba olunan din ahkam ve merasimi dahi kendi âleminde içtimai ve binaenaleyh gene medeni bir keyfiyettir. Ancak Ayasofya’nın yıkılma tehlikesinin önüne geçmekte dini olmaktan ziyade medeni bir fikrin hâkim olacağını sarahatle ifade ederiz.”914 Anlaşılacağı üzere Nadi, laiklik prensibinin kültürel mirasın korunmasına engel olmadığını bildirdikten sonra Ayasofya’yı dini hüviyetinden çok kültürel miras olarak korunmaya layık görmektedir. Ancak korumacı yaklaşıma rağmen Nadi’nin Ayasofya’nın avlusuna Osmanlı döneminde yapılan binaları yıktırılmasını önermesi son derece ilginçtir; “Ayasofya gibi bir mabedin avlusu çirkin binalarla, civarı ise mezarlarla ve garip kuş yuvaları gibi kale duvarlarına yapıştırılmış tahta evlerle ihata olunmuştur. Ayasofya’nın etrafı fena inşaattan kurtarılmak ve ortaya mabetle Sultanahmet Çeşmesinden ve sarayın kale duvarlarından mürekkep bir manzume çıkarılmak lazımdır.”915 Nadi’nin Bizans döneminden kalma eserlerin tarihi kıymetini överken Osmanlı eserlerine karşı bu mesafeli yaklaşımı, en çok olmaması gereken yerde eski eserleri korumakla görevli olan –Asar-ı Atika Encümeni’nde dahi görülmektedir. Nitekim Asarı Atika Encümeni 26 Kasım 1937’de yaptığı toplantıda Zeyrek’teki Piri Mehmet Paşa Camii ve Medresesi’ni gündeme almış verilen kararda ilk olarak “Pir Mehmet Paşa, Yavuz ve Kanuni’nin sadrazamlıklarında bulunmuş ve Molla Gürani’de Silivri’de ve diğer mahallerde hayratı mevcut ve eski Osmanlı tarihinde şöhretli bir zattır. Altında mermer somaki direkler üzerine bina olunmuş büyük bir Bizans sarnıcı olduğundan buraya Soğukkuyu Cami ve Medresesi denmesi bundan dolayıdır” ifadeleri ile binanın tarihi kıymetini tespit etmiştir. Ardından gelen “Mezkur cami ve medrese mahallinin 914 915 Cumhuriyet, 03.09.1933. Cumhuriyet, 03.09.1933. 281 altındaki eski bir Bizans eserinin mevcudiyeti itibariyle Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin beşinci maddesine dahil bulunduğundan müze sicilinin 457inci numarasına kaydedilmiş olmakla iş bu Bizantin sarnıç ve fevkindeki medrese ve cami yerinin hükümet elinde bulunması muktezi olup satılması caiz değildir” cümlesi ile klasik Osmanlı döneminden kalan bir eserin altındaki Bizans sarnıcını hürmetine korunması gerektiği gibi tuhaf bir anlam çıkmaktadır. Üstelik 16. yüzyıl eseri medresenin koruma açısından Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin kapsamına girmesine rağmen, doğrudan dahil edilmemesi de ilginçtir. Kararın son cümlesi ise eski eserleri korumakla görevli olan bir heyetin gözünde bile Osmanlı-Bizans eserleri arasındaki değerlendirme farkını göstermesi açısından önemli bir belge niteliğindedir; “Ancak tehlikeli durumda bulunan ve kıymet-i mimariyesi olmayan medrese binasının hedmine fennen lüzum gösterilmiş olmasına mebni satılacak enkazının kaldırılacağı esnada Asar-I Atika Nizamnamesi’nin sekizinci maddesi ahkâmına tevfikan altındaki sarnıç aksamının itina ile muhafazası esbabının temin buyrulması zımmında belediye riyasetine cevap yazılmasına ve cami yeri hakkında ve taalluku hasabeyli Vakıflar Başmüdürlüğü’ne işar olunmasına karar verildi.”916 (Belge 19.) Osmanlı-Bizans ikileminin yaşandığı pek çok örneği daha zikretmek mümkündür. Bu ikilemin önemli faktörlerinden biri de arkeolojik kazılardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında toprak altındaki Roma dönemi eserlerini açığa çıkarabilmek için üzerlerindeki Osmanlı eserlerinin tahrip edilebildiği görülmektedir. Nitekim Beyazıt’taki Simkeşhane yapısı bu durumun güzel bir örneğidir. İlk olarak Fatih döneminde inşa edilip III. Ahmet döneminde bugünkü şekliyle yenilenen yapının altında Bizans’ın önemli meydanlarından Forum Theodosius’un arkeolojik kalntıları bulunmaktadır. 1928 yılında İngiliz arkeologlar Casson ile Rice tarafından kazıla başlatılmış, ancak çıkan mermer sütunların ve diğer parçaları büyüklüğü sebebiyle ve binanın kapladığı saha itibariyle kazı ilerleyememiştir.917 Han istimlak edilip yıktırılmak istenilse de her bir odasının ayrı mülkiyette bulunması nedeniyle gerçekleştirilememiştir.918 Ancak 1957 yılında Beyazıt-Divanyolu aksının genişletilmesi sırasında Simkeşhane’nin bir kısmı yıktırılmış, arkeolojik kazılar bu tarihten sonra Encümen Arşivi, dosya 520; İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 1, s. 103. Encümen Arşivi, dosya 555. 918 Milliyet, 30.07.1929. 916 917 282 yapılabilmiş, Forum Theodosius’un arkeolojik kalıntıları bugün bulunduğu alanda sergilenme imkânı kazanmıştır. Arkeolojik veriler elde etmek için mevcut tarihi eserlerin ortadan kaldırılmasını savunan bir başka isim ise İstanbul’un tarihi eserleri ile ilgili çalışmaları bulunan meşhur Ernest Mamboury’dir. Mamboury, Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği bir mülakatta Sultanahmet Meydanı’ndaki hipodromu bulmak Fotoğraf 139. Ernest Mamboury’nin Hipodrom için bölgedeki pek çok yapının kazıları ortadan mülakat Cumhuriyet, 19.10.1936. kaldırılmasını teklif için Cumhuriyet Gazetesine verdiği etmiştir.919 (Fotoğraf 139.) İstanbul Asar-ı Atika Müzeleri Müdürü Aziz Ogan birkaç gün sonra yayınlanan röportajında Mamboury’nin talebine şu sözlerle cevap vermiştir; “Bugün ticaret mektebi ile tapu binasının hedmi [yıkımı] lüzumundan bahsedilirken yarın gene bu sahada kâin 17. Asrın şaheseri olan Sultan Ahmet Camiisi’nin mevzuu bahsedilmesi ihtimalden baid [uzak] değildir.”920 Sultan Ahmet Camii bir kez de 1938 yılında yapılan arkeolojik kazılar nedeniyle gündeme gelmiştir. Son Posta Gazetesi 10 Temmuz 1938 tarihli nüshasında İngiliz Arkeolog Baxter’ın Bizans’ın Büyük Sarayı’na ait kalıntılarını bulmak için Sultanahmet Külliyesi’nin güneydoğusunda bulunan arasta mahallinde yaptığı kazıda caminin dış avlu duvarları ile temellerine zarar verdiğini, caminin büyük bir tehlike altında olduğunu iddia etmiştir.921 (Fotoğraf 140.) Cumhuriyet Gazetesi bu haberin arından verdiği yorumunda toprak altındaki Bizans eserlerini çıkartmak için Osmanlı eserlerini tahrip etme anlayışını şu sözlerle eleştirmiştir; 919 Cumhuriyet, 19.10.1936. Cumhuriyet, 22.10.1936. 921 Son Posta, 10.07.1938. 920 283 “Sultan temellerinin Ahmet Camii tehlikeye girdiği hakkındaki mütalaalar bizim için dikkatle tetkike değer. Yeraltındaki Bizans eserlerini ortaya çıkarmak şüphesiz her cepheden iyi bir şeydir ama bu ameliye, asırlardır ayakta duran ve duracak olan bir Türk şaheserini tehdide başlarsa vaziyet değişir. Alakadarların ehemmiyetle nazarı dikkatini celbederiz.”922 Fotoğraf 140. “Sultan Ahmet Camii Yıkılma Yapılan yayın üzerine Maarif Tehlikesi Geçirdi”, Son Posta, 12.07.1938. Vekâleti meseleyi incelemesi için Arif Müfit Mansel’i görevlendirmiştir. Arif Müfit Mansel başkanlığında Müzelere Mimarı Kemal Altan, Muhafaza-i Asar-ı Asar-ı Atika Encümeni üyelerinden Efdalettin Tekiner, Nuri Bey, Belediye İmar şubesi Müdürü Ziya Bey, Nafia Mimarlarından Faruk Bey ve Eski Müze Müdürü Halil Ethem Bey’den oluşan bir heyet kazı sahasına giderek, yerinde inceleme yapmıştır. Son Posta Gazetesi’nin haberine göre heyet, kazının camiye verdiği hasarı tespit etmiş ve kazıyı durdurmuştur.923 Cumhuriyet Gazetesi ise incelemelerin sürdüğünü bildirmekle beraber kazının durdurulduğunu yalanlamıştır.924 Birkaç gün süren incelemelerin ardından heyet aşağıdaki raporu Maarif Vekâletine sunmuştur; 1- Profesör Baxter tarafından Sultanahmet’te arastalarda eski Bizans eserlerini meydana çıkarmak için yapılan hafriyat Sultan Ahmet Camii’ne ilerletildiği takdirde caminin temelleri tehlikeye maruzdur. 2- Hafriyat esnasında caminin avlusu delik deşik olmuştur. Avluya çirkinlik veren b çukurlar derhal kapatılmalıdır. 922 Cumhuriyet, 11.07.1938. Son Posta, 12.07.1938. 924 Cumhuriyet, 14.07.1938. 923 284 3- Arastanın zemini derinleştirilmiş, kemeler askıya alınmıştır. Altları derhal doldurulmadığı takdirde kemerler bir müddet sonra yıkılacağından hafriyatı idare eden Baxter’a kemerlerin altları doldurulmalıdır. 4- Eski Bizans eserlerini meydana çıkarmak üzere yapılmakta olan hafriyatın Marmara Denizine doğru yapılmasında mahzur yoktur.925 Ancak Roma ve Bizans dönemine ait eserleri ortaya çıkarmak için Osmanlı eserlerinin tahrip edildiği bu örneklere karşılık Cumhuriyet döneminde tahrip edilen Hıristiyan eserleri de mevcuttur. Bu grupta sayılabilecek bir yapı grubu, tarihi kıymetleri göz önünde bulundurulmadan tahrip edilen ayazmalardır. Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’ne yazdığı maddeler ile tanınan Hakkı Göktürk bir grup ayazmanın uğradığı tahribatı İstanbul Ansiklopedisi’nde kaydetmiştir. (Tablo 16.) Tablo 16. Cumhuriyetin İlk Yıllarında Ayazmalarda Yaşanan Tahriplerden Örnekler Ayios Paraskevi Ayazması Beykoz’da, Gümüşsuyu yolundaki benzincinin önünde idi. 1921-1922 yıllarında yıktırılarak yeri yola alınmıştır.926 Ayia Fotini Ayazması Arnavutköy, Dubaracı Sokağı’nda bulunan üç dört basamak taş merdiven ile inilen üstü tonoz örtülü bir mahzen şeklindeydi. 1924-1925 yıllarında Belediye tarafından toprak ile doldurularak kapatılmıştır.927 925 Son Posta, 15.07.1938. Hakkı Göktürk “Aya Paraskevi Ayazması”, REK İA., C. 3, İstanbul 1960, , s. 1543. 927 Hakkı Göktürk “Ayia Fotini Ayazması”, REK İA., C. 3, İstanbul 1960, s.1539. 926 285 Ayia Fotini Ayazması Florya’da bulunan ayazma, bir şahıs tarafından Milli Emlak idaresinden satın alınarak ufak bir tamir ve tadilattan sonra yazlık ev haline sokulmuştur. İkonalar ve kandiller kaldırılarak evin mutfağı olmuş, mihrap ocağa dönüştürülmüştür. Üstelik bir rivayete göre yapılan tadilat sırasında işçiler tarafından kırılarak tahrip edilmiş bir kitabe taşında bu ayazmanın 750 senelik olduğu yazılı imiş.928 Ayios Terapon Ayazması Sarıyer’de, Mesarburnu Caddesi’nde Kocataş menba suyunun bahçesinde idi. Ağzı 35 cm çapında derin bir kuyudan ibaretti. Üzerinde bulunan tonoz bir yapı 1935 yıllarında yıktırılmıştır.929 Ayia Ekarterini Ayazması Moda’da, Koço’nun Gazinosu’nun altında bulunan ayazma, sünger taşından bir tonoz altında merdivenle inilen bir mahzen şeklindedir. Vaktiyle ahşap bir giriş kısmı da bulunan ayazma 1934-1935 yıllarında gazino yaptırılırken yıktırılmıştır.930 Ayios Nikolas Ayazması İstinye koyundaki Mısırlı İsmail Paşa yalısının arazisinde idi. 1938-1939 yıllarında sahil yolu genişletilirken istimlâk edilerek kapatılmıştır.931 Hakkı Göktürk “Ayia Fotini Ayazması”, REK İA., C. 3, İstanbul 1960, s.1539. Hakkı Göktürk “Ayios Terapon Ayazması”, REK İA., C. 3, İstanbul 1960, s.1589. 930 Gazinonun temel kazısında eski bir kilisenin temel kalıntılarına da rastlanmıştır. Hakkı Göktürk “Aya Ekarterini Ayazması”, REK İA., C. 3, İstanbul 1960, s.1538. 931 Hakkı Göktürk “Ayios Nikolas Ayazması”, REK İA., C. 3, İstanbul 1960, s. 1580. 928 929 286 Tan Gazetesi 1937 yılının son günkü nüshasında siyasilerin eski eserler üzerindeki hâkimiyetini göstermesi açısından önemli bir habere imza atmıştır. Gazete manşetten verdiği “Soruyoruz: Tarihi Sütunlar Acaba Nerede?” başlıklı haberinde okuyucularına dört soru yöneltmiştir; 1- Kadıköy’de Moda’dan Frerler mektebine [St. Joseph Fransız Lisesi] giden cadde üzerinde öteden beri yerde yatan tarihi bir sütun vardı. Bu Bizanslılardan evvelki zamana ait tarihi kıymeti büyük bir sütundu. Nedense müzenin gözünden kaçan bu sütun bir müddetten beri yok oldu. Bu sütun şimdi Fotoğraf 141. “Tarihi Sütunlar Acaba Nerede?”, Tan, 31.12.1937. nerededir? 2- Beylerbeyi’ndeki eski bir karakol binası yıktırıldı. Bu binanın gayet kıymetli mermer sütunları vardı. Bu sütunlar da ortadan kaybolmuştur. Bunlar nereye gönderilmiştir. 3- Şehrin bazı yerlerinde çok eski ve harap mescitler, camiler var. Bunlar kadro harici olduğu için yıktırılıyorlar. Fakat bunlardan Küçükçekmece’de yıkılan bir camiin mermer sütunları da aynı akıbete uğramıştır. Bunlar da ortada yok. Acaba nerede? 4- Eski sanat eserlerine pek meraklı, fakat görünmez bir el bu mermer sütunları topluyor ve ortadan yok ediyor. Soruyoruz, bu tarihi sütunlar müzeye gönderilmediğine göre acaba nereye götürülmüştür?932 Gazetenin ilk sayfasında okuyucuya merak uyandıracak şekilde verilen bu soruların cevapları iç sayfada “Sanat Meraklısı Zat Muhittin Üstündağ’dır” başlığı ile verilmiştir. (Fotoğraf 141.) Gazete haberine göre sayılan tüm bu eserler İstanbul Vali ve 932 Tan, 31.12.1937. 287 Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ’ın Fenerbahçe’deki “Çıngırlı’nın Bağı” olarak anılan arsası üzerine taşınmıştır. Eserlerin Üstündağ’a ait arsa üzerinde toplanmış fotoğraflarına da yer verilen haberde Kadıköy’de bulunan sütunların Kadıköy Halkevi binasının yapımında kullanılmasının düşünüldüğü ve hatta bina planında yeri dahi belirlendiğini iddia etmiştir.933 (Fotoğraf 142.) Ertesi gün iddianın sahibi Tan Gazetesi hariç hemen hemen tüm gazeteler “Valinin kendi muhabirlerine özel olarak verdiği” cevabî mülakatı yayınlanmıştır; “Gazeteyi okumadım. Vaziyeti bana arkadaşlarım anlattılar. Bu meselede kendimi cevaptan müstağni [gereksiz] addederim.934 Ancak sorduğunuz suali cevapsız bırakmayı Fotoğraf 142. “Sanat Meraklısı da nezaketsizlik sayarım. Tan Gazetesi üç Zat, meseleden bahsediyormuş Beylerbeyi, Muhittin Üstündağ’dır” Tan, 31.12.1937. Küçükçekmece ve Kadıköy’ündeki kıymettar bazı taşlara ve sütunlara el koyduğumu ve bunları kendi arsama naklettiğimi iddia ediyormuş. Gerçekten Beylerbeyi karakolunun eski sütunları benim arsamda bulunuyor. Fakat bu sütunlar evvelce karakolun enkazıyla birlikte Emlak Bankası tarafından müzayede ile satılmış ve sütunları o vakit Bay Ziya adında biri namına hareket eden Emlak Bankası ikinci müdürü –ki şimdi İzmir Emlak Bankası müdürüdür- satın almıştır. Ben de kendisinden şahsen satın aldım. Küçükçekmece’deki ve kıymetli Bizans asarından olduğu iddia edilen Kadıköy’ündeki taşlardan ve sütunlardan haberim yoktur. Gerçi arsamda bazı taşlar varsa da muhtelif yıkıcılardan ve taşçılardan satın aldım. Hepsi hakkından tutulmuş Tan, 31.12.1937. İbrahim Hakkı Konyalı, yıllar sonra yayınladığı bir kitabında haberi kendisinin yaptığını iddia etmiştir. Ancak gazete haberinin aksine Konyalı, haberi Son Posta Gazetesi’nde yayınladığını ve sütunların Aksaray’daki Murat Paşa Medresesi’nden getirildiğini yazmıştır. Beylerbeyi’ndeki karakol binasından çıkan sütunların ise Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya’nın Erenköy’de yaptırdığı evinde kullanıldığını iddia etmiştir. Bkz; İ.H. Konyalı, a.g.e., C. 2, s. 393-394. 934 Cumhuriyet Gazetesi’ndeki mülakatta bu kısım “Maksat-ı mahsusla yapılan bu neşriyatı cevaptan müstağni gördüm. Bunu benden ancak salahiyettar makam sorabilir” şeklinde çıkmıştır. Bkz; Cumhuriyet, 01.01.1938. 933 288 dosyalarım vardır. Bu suretle yapılan neşriyatta bir maksadı mahsusla hareket edildiği açıkça görülmektedir.” Muhabirin dava açmayı düşünüyor musunuz sorusuna ise “Şimdilik daha bu mevzuyu düşünmedim” cevabını vermiştir. 935 Valinin cevabı ile birlikte tüm gazetelerde Kadıköy Halkevi’nin de tekzibi yayınlanmıştır. Kadıköy Halkevi, yeni bina inşaatı için proje yarışmasının yeni açıldığını, bu cihetle projede herhangi bir sütunun kullanılmasının planlanmadığı ve ayrıca yapılacak yeni binanın da tamamen modern bir görünüm taşıyacağı bildirmiştir.936 Fotoğraf 143. “Çıngırlı’nın Bağı”na Toplanan Sanat Eserleri Nerelerden Alınmış?” Tan, 01.01.1938. Gazetelerde bu tekzibin yayınlandığı gün iddianın sahibi Tan Gazetesi, olay hakkında yeni bilgiler vermeye ve Vali Üstündağ’ı tarihi eserlere karşı hürmetsizlikle suçlamaya devam etmiştir. Kadıköy’de bulunan sütunların St. Joseph Lisesi’nden Yoğurtçuya inen caddenin açılışı sırasında bulunduğunu ve ağır olduğu için kaldırılamayarak yol kenarına alındığını bildiren gazete, baklava dilimli sütun başlıklarının ise klasik Osmanlı dönemine ait olduğunu Rüstem Paşa Camii’nin sütun başlıklarının fotoğrafları ile karşılaştırarak ispata çalışmıştır. Gazete ayrıca Üstündağ’ı eski eserlere karşı gerekli itinayı göstermediğini, Asar-ı Atika Nizamnamesine göre yapılan uygulamanın suç olduğunu ve para cezasından başka 1 aydan 1 yıla kadar hapis cezası olduğunu da hatırlatmıştır. Burada zikredilmesi gereken bir ilginç nokta da haberin altına iliştirilen ve ilgisiz gibi görünen başka bir tahrip haberidir. Mesih Paşa Medresesi kaça satılmış?” başlıklı ilişik haberde Aksaray’daki Murat Paşa Külliyesi’nin medresesinin belediye tarafından yol açmak için 600 liraya yıkıcılara satıldığı, yıkımın yapıldığı sırada kitabelerini almak için Türk ve İslam Eserleri Müzesi Müdürü Abdülkadir Erdoğan’ın bizzat medreseye gittiği ve yıkıcıların “Biz medreseyi kitabeleri ile sütunlarıyla beraber satın aldık. Bir iğne bile 935 936 Akşam, 01.01.1938; Cumhuriyet, 01.01.1938; Kurun, 01.01.1938; Son Posta, 01.01.1938. Akşam, 01.01.1938; Cumhuriyet, 01.01.1938; Kurun, 01.01.1938; Son Posta, 01.01.1938. 289 vermeyiz” dediğini aktarır.937 Habere göre Müze Müdürü kitabeyi zorla yıkıcıların elinden almış, müzeye kazandırmış, kitabeyi kurtarırken de –Siz bunu 600 liraya nasıl aldınız? Yalnız buradaki sütunlar 6000 lira eder demiştir.938 Murat Paşa Medresesi ile ilgili yıkım haberinin, Vali Üstündağ’ın arsasında bulunan tarihi mimari plastik parçalar ile ilişkilendirilmesi ve meseleye Türk İslam Eserleri Müzesi Müdürü Abdülkadir Erdoğan’ın da dâhil edilmesi dikkate değerdir. Üstelik tüm bu bilgilerin verildiği haberin başlığı olarak da Valinin arsası kastedilerek “Çıngırlı’nın Bağı”na Toplanan Sanat Eserleri Nerelerden Alınmış?” ifadesi seçilmişti. (Fotoğraf 143.) Konyalı’nın sonraki yıllarda açık olarak yazdığı üzere, sütunlar ve başlıklar Murat Paşa Medresesi’nden getirilmiş olmalıdır. Ancak gazete o dönemde bunu açık olarak yazmak yerine Valinin siyasi olarak güçlü durumu itibari ile ima etmeyi tercih etmiş olmalıdır. Gazete, 2 Ocak 1938 tarihli nüshasında Valinin tekzibine cevap vermiş, Valinin iddiaları yalanlamadığına dikkat çekerek bu tarihi parçaları satın almasını bir itiraf olarak değerlendirmiştir. Eski eser satışı ile uğraşan bir Valinin tarihi eserleri korumada ne dereceye kadar başarılı olabileceği üzerinde duran gazete, Üstündağ’ın arsasının üniformalı belediye zabıtası tarafından özel olarak korunduğu ve sahada araştırma yapılmasının engellendiğini de aktarmıştır.939 Bu tarihten sonra basında bu konu ile ilgili herhangi bir habere rastlanmamıştır. 937 Tan, 01.01.1938. Tan, 01.01.1938. Gerçekten de kitabe 24 Ocak 1934’de İstanbul Türk ve İslam Eserleri Koleksiyonuna dahil olmuştur ve 030 envanter numarası ile kayıtlıdır. Bkz; Mustafa Murat Bozcu, Türk ve İslam Eserleri Müzesi Taş Eserler Koleksiyonu, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 2017, s. 251. 939 Tan, 02.01.1938. 938 290 3.2.7. Ġmar Faaliyetleri Dolayısıyla YaĢanan Tahribat İstanbul’da Cumhuriyet döneminde yaşanan eski eser tahriplerinin önemli ve son boyutunu imar faaliyetleri dolaysıyla yaşanan tahribat oluşturmaktadır. Esasında “XX. Yüzyıl Başlarında (1900-1922) Eski Eser Yıkımları ve Tahribi Durdurmaya Yönelik Çalışmalar” bölümünde zikredildiği üzere, İstanbul’da imar faaliyetleri 19. yüzyılın ortalarında başlamış, 20. yüzyılda bir eski eseri tahrip ederek yol açma veya yeni bina inşa etme uygulamaları öyle noktalara gelmiştir ki, Osmanlı hükümeti kanuni tedbirler almak zorunda kalmıştır. Bu tarz yaklaşımlar Cumhuriyetin ilk yıllarında da görülmüş, birçok yerel yönetici imar adı altında kültür varlıklarını tahrip ve yok edici eylemler gerçekleştirmiştir. Yapılan tahriplerin gerekçeleri de Osmanlı dönemindekilerin aynıdır. Tahribat ya yeni yol düzenlemeleri ya da yeni kamu yapılarına arsa temini için yapılmıştır. Bu benzerlik, bilinçsizlik ve imar fanatikliğinin dönem, yönetim biçim, devlet yapısı vb. değişkenlere bağlı olmaksızın yöneticilerin ortak bir özelliği olduğunu göstermektedir.940 Cumhuriyetin ilk yıllarında öncelikli olarak İstanbul’un altyapısı ile ilgili çalışmalar yapılmış, bir şehir için elzem olan kanalizasyon, su ve elektrik altyapısı oluşturulmaya başlanmış ve ardından sıra yol açma çalışmalarına gelmiştir. Şehirde ilk imar hareketleri Emin Erkul’un şehreminliği döneminde başlar. Haziran 1924 ile Ocak 1926 arasında görev yapan Emin Bey döneminde, kanalizasyon çalışmaları yürütülmüş, Kadıköy Hali’nin inşasına ve Boğazın Anadolu Yakası’ndaki sahil yolunun açılmasına başlanmıştır.941 Ayrıca 1925 yılında Rahtree isimli bir uzmana İstanbul için bir şehir planı çalışması yaptırılmıştır.942 Bu dönemde yaşanan sınırlı imar hareketleri çerçevesinde de tarihi eserlerin yıktırıldığını ya da bulunduğu yerden sökülerek başka yerlere taşındığı anlaşılmaktadır. Nitekim 1926 yılında İstanbul Evkaf İnşaat Müdüriyeti, şehrin muhtelif yerlerinde yol genişletme alışmaları nedeniyle yıktırılan camii ve çeşmelerin başka yerlerde inşası için çalışmalar yapmıştır.943 E. Madran, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e…, s. 69-70. “Emin Erkul” , TVİA, C. 4, İstanbul 1994, s.180-181. 942 Bekir Cantemir, Çok Partili Hayata Geçiş Sürecinde İstanbul’un Mekân ve Sosyal Yapı Dönüşümü: 1946-1960, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 2013, s. 91. 943 Son Saat, 08.08.1926. 940 941 291 Şehirde gerçek anlamda imar faaliyetleri Muhittin Üstündağ’ın Vali ve Belediye Başkanlığı döneminde başlamıştır. 14 Temmuz 1928 tarihinde İstanbul Valisi olarak göreve başlayan Üstündağ, önce vekâleten 1930 tarihli Belediye Kanunu’nun kabul edilmesinden sonra ise asaleten İstanbul Belediye Başkanlığı görevini de 1938 yılı Aralık ayına kadar yürütmüştür. Bu dönemde İstanbul’da geniş caddeler açılmaya, yeni kamu binaları yapılmaya çalışılmış, bir taraftan da konut olarak apartmanlar ön plana çıkmıştır. Ancak şehrin bu plansız değişimi ve büyümesi idarecileri rahatsız etmiş, Osmanlı döneminde de görülen “şehri bir plana bağlı imar etme” düşüncesi yeniden gündeme gelmiştir. Fotoğraf 144. Hermann Jansen’in Ġstanbul’un Ġmarı Ġçin Plan Hazırlamaya BaĢlaması Ġle Ġlgili Haber, Akşam, 14.08.1929. Muhittin Üstündağ’ın valiliğinin ilk yıllarında İstanbul için bir şehir planı düşünüldüğünde ilk akla gelen isim Ankara’nın planını da yapan Hermann Jansen olmuştur. 1929 Ağustos’unda teklifi kabul eden Jansen şehri dolaşıp tetkik etmeye başlamıştır.944 (Fotoğraf 144.) Ancak Jansen’in çalışmalarını sürdürdüğü sırada belediye tarafından başlatılan altyapı yatırımlarını eleştirmesi kamuoyunda yeni bir tartışma başlatmıştır. Jansen, planını hazırlamadan önce şehremanetinin kanalizasyon işlerine girişmesini “cinayet” olarak isimlendirmiş, yeni sokaklar ve yerleşim alanları açıldığında bu şebekenin atıl durumda kalacağını söylemiştir.945 Jansen’in eleştirileri karşısında Şehremaneti Fen Heyeti’nden ismi açıklanmayan bir yetkili cevap vermiştir. Yetkili, Jansen’in İstanbul’a yabancı olmasından dem vurarak “İstanbul’un planı bir ecnebiden ziyade memleketi anlayan şehri tanıyan bir Türk tarafından yapılabilir. Yeni imar haritası emanetin bugünkü mali kudreti ile ancak 50 senede yapılabilir. Hâlbuki kanalizasyon şebekesi bir şehrin sıhhiyesi için zaruridir” açıklamasını yapmıştır.946 Tartışmaya Ankara’nın temsilcisi Akşam, 12.08.1929. Akşam, 26.08.1929. 946 Akşam, 05.09.1929. 944 945 292 konumunda olan Falih Rıfkı da girmiş “İstanbul’u her gün daha bozan her gün daha çirkinleştiren ve her ne yaparsa ama hepsini kötü, zevksiz yapan İstanbul Şehreminliği Fen Heyetinin şehircilik anlayışı daha ileri değildir” diyerek Şehremanetine karşı Jansen’i korumuştur. Bu tartışmadan sonra gazetelerde Jansen ve İstanbul planı ile ilgili haberler kesilmiştir.947 Jansen’in esasında bir şehir planı hazırlayamadığı, bunun yerine Emin Bey döneminden kalma planı revize ettiği anlaşılmaktadır. Jansen’in görevlendirilmesinden yaklaşık bir yıl sonra Haziran 1930’da hazırlanan eski imar programının yeni Belediye Kanununa ve şehrin ihtiyaçlarına uymadığı görüldüğünden yeni bir plana ihtiyaç duyulduğuna dair haberler çıkmıştır.948 Keza Vali Muhittin Bey, Jansen ile İstanbul Belediyesi için müşavirlik yapması konusunda anlaşamadıklarını kamuoyuna açıklamıştır.949 Jansen ise verdiği bir mülakatta İstanbul’un imarı için büyük bir bütçe lazım olduğunu, Belediye’nin vaziyetinin ise bu duruma müsait olmadığını bildirmiştir.950 Nitekim durumu İstanbul Belediyesi Fen Heyeti Müdürü Ziya Bey de doğrulamış, Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği mülakatta “İstanbul Belediyesi’nin mevcut bütçesi ile şehrin imarı için yeni işler yapmak değil, mevcudu muhafaza etmek bile müşküldür” ifadelerini kullanmıştır.951 İstanbul’un imarı konusunda 2-25 Ekim 1929 tarihleri arasında Akşam Gazetesi’nden Mustafa Ragıp’ın İstanbul’un eski Şehreminleriyle yaptığı röportajlar da dikkate değerdir. Mustafa Ragıp eski şehreminlerine İstanbul’un nasıl imar edilebileceğini sormuş, ilginç cevaplar almıştır. Mesela Cumhuriyetin ilk şehreminlerinden Haydar Bey’e göre İstanbul bir darülfünun şehri yapılmalıdır.952 Osmanlı döneminde İstanbul’un çehresini yaptığı imar hareketleri ile oldukça değiştiren ve aynı zamanda tez içerisinde sıkça zikredildiği üzere eski eserleri de tahrip eden Cemil Paşa’ya göre şehir küçültülmelidir. Ayrıca Cemil Paşa yine geniş istimlâkler düşünmektedir. Şehremini, Galata tarafında Azapkapı’dan Fındıklı’ya, İstanbul tarafından ise Cibali’den Sarayburnu’na kadar sahil boyunca denizden karaya doğru 800 metre genişliğindeki sahanın istimlâk edilmesini ve bu sahadaki tüm binaların Akşam, 12.09.1929 Akşam, 16.06.1930. 949 Politika, 01.06.1930. 950 Politika, 03.05.1930. 951 Cumhuriyet, 11.11.1930. 952 Akşam, 02.10.1929. 947 948 293 yıktırılmasını önermektedir. Cemil Paşa bu geniş saha içerisindeki tarihi eserlerin durumu hakkında ise bir değerlendirmede bulunmamıştır.953 1911 yılında Şehreminliği yapan Tevfik Bey ise Cemil Paşa’ya “yıktıktan sonra yapmak kabil değildir. Esasen milyonlarca kıymetteki emlaki yıkmaya ne iktisadi ne fenni vaziyetimiz müsait değildir.” diyerek karşı çıkmıştır.954 Muhittin Üstündağ’dan bir önceki Şehremini Emin Bey, Boğaziçi’nin bir sanayi merkezine çevrilmesinin doğru olacağını düşünürken955 Osmanlı dönemindeki şehreminlerinden Sezai Bey’e göre ilk olarak şehrin nüfusu arttırılması gerekmektedir.956 1931 yılına gelindiğinde İstanbul Belediyesi şehrin imar planını hazırlaması için Avrupa’dan 3-5 Fotoğraf 145. “Ġmar Planı, Avrupa’dan Bir Mütehassıs Celbedilecek” Akşam, 11.04.1932. uzman davet edilmesine karar vermiştir.957 Bütçe yetersizliği dolayısıyla bu proje 1932 yılına sarkmıştır. 1932 yılında Belediye bütçesinden 100.000 lira plan isine ayrılmış, dönemin Türk mimarlarının muhalefetine rağmen Avrupalı uzmanlarla ilişkiye geçilerek İstanbul şehir planının hazırlanması için bir yarışma düzenlenmiştir.958 (Fotoğraf 145.) Bu dönemde Avrupa’nın tanınmış dört plancısı önerileri için İstanbul’a davet edilmiştir. Alfred Agche959, Herman Elgötz960, H. Lamberte961 teklifi kabul ederken Henri Prost işleri Akşam, 04.10.1929. Akşam, 11.10.1929. 955 Akşam, 15.10.1929. 956 Akşam, 25.10.1929. 957 Akşam, 13.04.1931. 958 Akşam, 04.04.1932; Akşam, 11.04.1932; B. Cantemir, a.g.t., s. 92. 959 Alfred Agache (1875, Tours - 1959, Paris) Fransız mimar ve şehir plancısı. Paris ve Kuzey Fransa'da çok sayıda mimari uygulama gerçekleştirdi. 1903'te Avustralya'nın yeni federal başkenti olacak Canberra şehrinin planlanması için açılan uluslararası yarışmada birincilik ödülünü kazandı. Bu başarının ardından ağırlıklı olarak kent planlamasına yöneldi. Fransa'da Dunquerque şehrinin planlaması, 1930'da görevlendirildiği, kendisine büyük ün sağlayan ve İstanbul'a çağrılmasında da etkili olan Rio de Janeiro planlama çalışması ile 1945'te, Nijerya'da Inter-Lagos şehir planları önemli çalışmaları arasında yer almaktadır. Bunların dışında, pek çok planlama ve kentsel düzenleme çalışması gerçekleştirdi, birçok çalışmada yer aldı. Fransız Şehirciler Birliği'ni kurdu. İstanbul'a davet edildiğinde bu birliğin ikinci başkanıydı. Bkz; Mehmet Rıfat Akbulut, “Alfred Agache”, TVİA, C. 1, İstanbul 1993, s. 89-90. 960 Herman Elgötz, Berlin Teknik Üniversitesi Şehircilik Kürsü’nde hocadır. Almanya’nın Essen şehrinin planlanması dolayısıyla ünlenmiştir. Almanya’da birçok kentin planını tamamlamıştır. Bkz; B. Cantemir, a.g.t., s. 92. 961 H. Lamberte, Fransız İçişleri Bakanlığı’nın öneri üzerine yarışmaya çağrılmış olup; Chicago ve New York’un planlanması çalışmalarına katılmıştır. Yarışmaya davet edildiğinde Prost’un yürüttüğü Paris Planı çalışmasında yer almaktadır. Bkz; B. Cantemir, a.g.t., s. 92. 953 954 294 dolayısıyla teklifi kabul edememiştir. Diğer üç uzman bu davete uyarak İstanbul’a gelmiş ve tetkik gezileriyle çalışmalarına başlamışlardır.962 İstanbul Belediyesi de şehir planının hazırlayacak uzmanı bu üç kişi arasından seçebilmek için bir komisyon kurmuştur. Oldukça kalabalık olan komisyonun üyeleri şöyledir; Komisyon Başkanı Vali ve Belediye Reisi Muhiddin Bey Üyeler; İstanbul Mebusu ve Müzeler Eski Müdürü Halil Ethem Bey Bursa Mebusu Refik Bey (Doktor-Biyolog) İstanbul Üniversite Rektörü Neşet Ömer Müzeler Müdürü Aziz Ogan Eski Nafıa Vekillerinden Muhtar Bey Şehremaneti Eski Fen Müdürlerinden Cevdet Bey Mühendis Mektebi Eski Profesörlerinden Limancı Mustafa Mühendis Mektebi Profesörlerinden Su Mühendisi Burhaneddin Bey Mimar Mösyö Deps Sanat Tarihçisi Celal Esat Arseven Belediye Fen İşleri Müdürü Ziya Bey Belediye İmar Şubesi Müdürü Ziya Bey Belediye Harita Şubesi Müdürü Galip Bey Belediye Yol İşleri Müdürü Nebil Bey Vilayet Sıhhiye Müdürü Ali Rıza Bey Belediye Hıfzıssıha Mütehatssısı Dr. Zeki Bey Belediye Reis Muavinlerinden Nuri Ve Hamit Beyler. 962 Akşam, 19.12.1933; B. Cantemir, a.g.t., s. 92. 295 Zikredilen üyelerden başka beş kişi şehir meclisi üyelerinden seçilecek, bir kişi de Güzel Sanatlar Akademisi’nden davet edilecektir.963 (Fotoğraf 146.) Yapılan yarışmanın ve kurulan jürinin gazetelerde İstanbul şehri imar planı olarak lanse edilmesi üzerine, Belediye Başkanı Muhittin Bey bir açıklama yaparak gazetelerin jüri üyelerinin mesaisini yanlış değerlendirdiğini esasında bu yarışmanın bir plan yarışması olmadığını, şehir planını hazırlayabilecek uzmanın bilgi, zekâ ve zevklerini ölçmek için yapıldığını söylemiştir. Her üç uzman da hazırladıkları raporlarında ve krokilerinde mimari kıymetleri olan büyük binalara önem vermişlerdir. Üç uzman da bu mimarlık abidelerinin mevkilerine göre caddelerin istikametlerinin belirlenmesi gerektiği fikrini savunmuşlardır.964 (Fotoğraf 147.) Komisyon, uzmanların yapılacak plan için hazırladıkları temel prensip önerilerini karşılaştırarak bir rapor hazırlamış ve Alman Herman Elgötz’ün hazırladığı öneriyi İstanbul için uygun bulmuştur.965 Elgözt’ün “İstanbul’un Umumi Planı” için temel düşünceleri şu şekildedir: “Bu güzel şehrin emsalsiz güzelliğini en uzun istikbale kadar muhafaza edebilmek için öyle bir esas bulmak icap eder ki: eski kültürü yeni ihtiyaç ve medeniyet şartları ile ahenktar bir surette birleştirsin.”966 Elgötz, “Şehri o suretle tanzim etmeli ki; dâhilde her noktadan deniz manzarasını görmeye bir mani bulunmamalı, mevcut tepeler üzerine yapılacak inşaat İstanbul’un sakin siluetini bozmayacak olmalıdır” prensibini surette de önermiştir. Elgötz’ün Anadolu ve Avrupa demiryollarını birleştirme konusundaki tarihi eser hassasiyeti de dikkati çekmektedir. Çünkü iki yaka arasında köprü kurulmasının estetik olarak sakıncalarını ve eski eserlere vereceği zararı düşünerek, demiryollarının aracılığıyla vapurlar birleştirilmesini önermiştir. Caddeler başlığında Fotoğraf 146. “Ġstanbul’un Ġmar ĠĢi Ġçin Ġlk Mühim Adım Atılıyor” Akşam, 16.01.1934. Akşam, 16.01.1934. Akşam, 15.04.1934. 965 B. Cantemir, a.g.t., s. 93. 966 B. Cantemir, a.g.t., s. 93. 963 964 296 ise; “Şimdi en mühim iş Marmara ve Haliç Sahillerinde caddeler açmak ve eski Bizans’tan kalan tarihi yol şebekesini tevsi ve ihya etmektir” şeklinde şehrin tarihi topografisine uygun bir öneri getirmiştir. 967 Elgötz’ün plan teklifi yarışmayı kazanmıştır ancak prensipte İstanbul’un siluetine ve tarihi eserlerine oldukça saygılı olduğu anlaşılan bu plan çalışmasını gerçekleştirme görevi Elgötz’e verilmemiştir.968 1935 yılında yine Alman şehircilik ekolünden Martin Wagner, İstanbul’un planlanması için davet edilmiştir. Ancak Wagner, daha çok bakanlık müşaviri olarak çalışmıştır.969 1936 yılında ise Henri Prost970, İstanbul’un planlama çalışması için davet edilmiştir. 1933’de açılan yarışmaya ve yapılan davete katılmayan Prost, üç yıl sonra yapılan teklifi, alan çalışmalarının İstanbul’da Fotoğraf 147. “Tarihi Eserler Olduğu Gibi Muhafaza Edilecek” Akşam, 15.04.1934. belediye mühendis, mimar ve topograflarının katılımı ile yapılması şartı ile kabul etmiştir. 1936 yılında çalışmalarına başlayan Prost, planını ancak 1950 yılında tamamlayabilmiştir.971 Uzun süren plan çalışmaları sırasında, şehirde imar faaliyetleri dondurulamamakta, yapılaşma devam etmektedir. Bu durumda yapılan her plan hem eskimekte hem de uygulama alanları dolmaktadır. Prost planının bir handikapı da hızlı nüfus artışının söz konusu olmadığı bir dönemde yapılmış olmasıdır. Plan temel olarak Lütfü Kırdar döneminde uygulanmaya başlanmış, 1951’de 967 B. Cantemir, a.g.t., s. 93. B. Cantemir, a.g.t., s. 94. 969 B. Cantemir, a.g.t., s. 94. 970 Henri Prost (24 Şubat 1874, Paris -1959, Paris) Fransız mimar ve şehircilik uzmanı. 1902'de Yüksek Mimarlık Okulu'ndan mezun olmuştur. Roma'da, Medicis Villası'nda serbest inceleme ve araştırma çalışmalarında bulundu. Prost bu süre zarfında aralarında Ayasofya'nın da yer aldığı pek çok tarihi anıtın rölövelerini ve arkeolojik etütlerini gerçekleştirmiştir. İstanbul'un Bizans dönemi anıtlarını da içeren bu dönem çalışmalarının daha sonra İstanbul'a karşı olan ilgisi ve yaklaşım tarzı üzerinde büyük etkisi olduğu ifade edilmiştir. 1910'da Belçika'nın Anvers şehrinin düzenlenmesi ve büyütülmesi amacıyla açılan uluslararası yarışmada jüri üyeliğinde bulundu ve bu tarihten sonra çalışmalarını özellikle kentsel ve bölgesel ölçekte planlama-düzenleme sorunlarına yöneltti. Daha sonra, Fas'a giderek burada Casablanca, Fez, Marakeş, Rabat, Meknes gibi tarihi şehirlerle ilgili etütlerde bulundu, planlar hazırladı. Bu çalışmalarında şehirlerin pitoresk özelliklerine ve kültürel mirasına saygıyla yaklaşıp onları koruyan ancak modern bir kentin gerektirdiği donatıları da sağlayan bir tavır sergiledi. Paris’in bir bölgesinin planında da çalışan Henri Prost, Atatürk’ün daveti üzerine İstanbul’da planlama çalışması için gelmiş ve çalışmalarını, İnönü devrinde de sürdürmüş ve çok partili hayata geçiş sürecinde de 1951 yılına kadar sürdürmüştür. Bkz; Mehmet Rıfat Akbulut, “Henri Prost”, TVİA, C. 6, İstanbul 1994, s. 285-286; B. Cantemir, a.g.t., s. 92. Esasında Menderes İmarı olarak bilinen DP iktidarının son yıllarındaki imar hareketleri de Prost planının bir uygulaması niteliğindedir. 971 B. Cantemir, a.g.t., s. 96. 968 297 Prost’un işine son verilmesine rağmen planı büyük ölçüde devam ettirilmiş, Demokrat Parti’nin İstanbul imarları için de temel oluşturmuştur.972 Prost planına tarihi eserler açısından bakıldığında esasında açılması önerilen yol projelerinin pek çok tarihi eserin ortadan kaldırılması için bir tehdit oluşturduğu görülmektedir. Karaköy’den Beşiktaş’a, Divanyolu’ndan Vatan ve Millet Caddeleri’ne, Saraçhane’den Unkapanı sahillerine açılması planlanan ana yollar, tarihi eserlerle dolu bir havzadır.973 Planın diğer hükümleri de eski eser yıkımlarını desteklemiştir. Örneğin; “Eski Eser Bilinci Eksikliğinden Kaynaklanan Tahribat” bölümünde de zikredildiği üzere Sultanahmet Atmeydanı’nında “Büyük Cumhuriyet Meydanı” planlanmış, tarihi meydanın güney ucundaki binalar ile İbrahim Paşa Sarayına ait yapıların kaldırılarak yerlerine Adliye Sarayı ve diğer devlet binaları yapılması ve tarihi Sultanahmet meydanının büyük askeri geçit resimlerine müsait olacak şekilde tanzim edilmesini önermiştir. Öyle ki bu meydana hem Marmara’dan hem de Boğaz’dan görülebilecek 140 metre yüksekliğinde bir de Cumhuriyet sembolü abide dikilmesini de planlamıştır.974 Prost’un planında dikkat çektiği bir diğer yapı ise Beyazıt Meydanı’ndaki, o dönemde henüz toprak altında bulunan Bizans dönemi eserlerinden Forum Theodosius’un kalıntılarının meydana çıkartılması ve Beyazıt Meydanı’nın o sahaya kadar uzatılmasıdır.975 “Siyasi ve İdeolojik Sebeplerden Kaynaklanan Tahribat” başlıklı bölümde zikredildiği üzere bu kalıntıların açığa çıkartılabilmesi için 18. yüzyıldan kalan Simkeşhane binasının bir kısmının yıktırılması gerekmiştir ve Prost bu yıkımı onaylamıştır. Prost’un önerdiği bir başka meydan ise Atatürk Bulvarı ile Fevzi Paşa Caddesi’nin birleştiği noktada oluşturulacak ve İnkılâp hatıralarını ihya edecek bir abidenin bulunduğu meydanın ikmalidir.976 Şüphesiz böyle tarihi bir alanda yapılacak her türlü düzenlemenin bir eski eserin arsası üzerinde konumlanması gerekmektedir. 972 B. Cantemir, a.g.t., s. 99-100. Akşam, 20.01.1938. 974 Akşam, 20.01.1938; B. Cantemir, a.g.t., s. 99. 975 Akşam, 27.04.1938; B. Cantemir, a.g.t., s. 99. 976 B. Cantemir, a.g.t., s. 99. 973 298 Ancak planın eski eserlerle ilgili doğrudan hüküm veren kısımlarına baktığımızda bazı olumlu yaklaşımlar da görülmektedir. Örneğin Sarayburnu ile Küçükayasofya arkeolojik bir Süleymaniye’de eserlerinin arasında park tesisi, Mimar Sinan restore edilerek oluşturulacak bir “Sinan Sitesi” tesisi, kara surlarına dışarıdan en az 500 metre genişliğinde ve iç tarafta kale boyunca mevcut mahallelerin gelişimine bakılarak tespit edilecek değişik genişlikte bina yapılması yasaklanması, şehir manzarasına Fotoğraf 148. “Yeni ġehir Planına Göre Bizans Surları Yıkılacak” Cumhuriyet, 05.04.1938. hâkim olan başlıca mühim eserlerin civarına yüksek binaların yapılmamasını temin gibi hükümler bulunmaktadır.977 Ancak sıra deniz surlarına geldiğinde, arkeolojik veya tezyini kıymetlerine ve bulundukları mahallelerin hususi planlarına göre bazı kısımların muhafazasından bahsedilmiş, böylece bir kısmının ortadan kaldırabileceği de kabul edilmiştir. Nitekim gazetelere yansıyan bir habere göre de Bizans Surlarının yalnız 14 kapısı ile 96 kulesi muhafaza edilecek aradaki kısımlar yıktırılacaktır.978 (Fotoğraf 148.) Haliç Surları ile ilgili ise buradaki ticaret ve sanayi mahallesinin sıhhileştirilmesi ve seyrüsefere zarar vermeyecek surette ancak çok karakteristik noktalardaki kısımların muhafazasından bahsedilmiştir.979 Prost’un planı ile ilgili 16 Aralık 1937’de Cumhuriyet gazetesinde çıkan bir yorum aslında İstanbul’un imarında tarihi eserlerin korunması ile ilgili düşünceleri en güzel bir biçimde ortaya koymaktadır. V. Birson imzalı ve “M. Prost’un Çok Haklı Görüş ve Tenkitleri” başlıklı yazıda , seçilen başlık nedeniyle düşünceler Prost’un Akşam, 20.01.1938; B. Cantemir, a.g.t., s. 99. Cumhuriyet, 05.04.1938. 979 Cumhuriyet, 09.07.1938; B. Cantemir, a.g.t., s. 99. 977 978 299 ağzından çıkmış gibi görünse de aslında bu dönemin kamuoyu tarafından paylaşılan bir imar düşüncesidir; “Yeni hayatımızın yeni bir abidesi olarak Şehzadebaşı’nda yapmak istediğimiz Konservatuar binasının Süleymaniye’ye nispetle şöyle dursun, Şehzadebaşı Camisi’ne nispetle görünüşü ve kıymeti ne olacaktır? Tarihi eser ve abide ile dolu İstanbul tarafında milyonlar harcayarak yapacağımız yeni bina ve abideler ya eskilerine nispetle sönük düşecek veya eskileri onları sönük gösterecek kadar muhteşem olacaktır… Medrese, imaret, çeşme ve sebilleri tarihe bırakarak yeni hayatına kavuşan yeni Türk neslinin abidelerini Bizans, halife, padişah eserleri arasına serpiştirmek doğru mudur? İnkılab Müzesi, İnkılab Abidesi, konservatuar, tiyatro, opera gibi Atatürk neslinin yaratacağı yeni abideler için İstanbul’un üç tepesinden birini seçmek lazım gelince ne eski, ne yeni hiçbir abidesi bulunmayan ve Büyük Önderin inkılâp fikirlerine sahne olmuş olanı daha uygun düşmez mi?”980 Prost’un planının ilk uygulamaları ancak 1938 yılının ikinci yarısından sonra başlayabilmiştir. Atatürk’ün vefatının ardından Aralık 1938’de Vali Muhittin Üstündağ’ın görevden alınmasıyla Prost’un planının gerçek anlamda uygulanması Lütfü Kırdar’ın valiliği ve Demokrat Parti dönemine kalmıştır. Prost’un şehir planı ile İstanbul, Osmanlı dönemindeki görünüşünden oldukça uzaklaşmıştır. İstanbul'u 20. yy başındaki dokusu ve görünümü ile tanıyıp hayran olan Mimar Le Corbusier, 1930'lu yıllarda İstanbul’daki imar hareketlerini şu sözlerle değerlendirmiştir; "İstanbul'u gayet iyi tanıyorum... Orada gördüğüm güzellikler hâlâ gözümün önünde. İstanbul'un çehresini hatırlatan acele ile çizilmiş krokileri hâlâ saklıyorum. Ne güzel renkli ve canlı bir şehriniz var... Eğer... Atatürk'e yazdığım mektup olmasa idi, bugün büyük rakibim Prost yerine güzel İstanbul şehrinin imarıyla ben uğraşacaktım. Bu mektupta inkılâp yapmış bir milletin en büyük inkılâpçısına İstanbul'u eski hali ile tozu toprağı ile 980 Cumhuriyet, 16.12.1937. 300 bırakmasını tavsiye ediyordum. Ne büyük hata ettiğimi sonradan anladım."981 Prost’un sağlığında Atatürk’ün yapabildiği ilk düzenlemeler ise Eminönü Yeni Cami’nin çevresinin açılmasıdır. Esasında şehrin en kalabalık biri olan bölgelerinden Yeni Cami’nin etrafını açma fikirleri. “XX. Yüzyıl Başlarında (1900- Fotoğraf 149. “Eminönü’nde Ġlk Kazma Dün Vuruldu” Cumhuriyet, 30.04.1938. 1922) Eski Eser Yıkımları ve Tahribi Durdurmaya Yönelik Çalışmalar” başlıklı bölümde açıklandığı üzere Osmanlı’nın son dönemine kadar dayanmaktadır. Bölgede imar faaliyetleri Cumhuriyet döneminde de planlanmış ancak ekonomik yetersizlikler ve şehir planının bir türlü hazırlanamaması dolayısıyla gerçekleştirilememiştir. Vali Muhittin Üstündağ da daha 1930 yılında Politika Gazetesi’ne verdiği mülakatta Yeni Cami’nin önünü kapatan adayı kaldırmak istediklerini ancak bu iş için 10 milyon lira gibi bir istimlâk bedelinin temin edilmesi gerektiğini söylemiştir.982 İstimlâki engelleyen bir önemli husus da adadaki hemen hemen tüm binaların Vakıflara ait olması ve Belediye’nin Vakıflarla iyi uyuşamamasıdır.983 Henri Prost’un da imar planında Eminönü Yeni Cami’nin etrafındaki parazit yapıların yıkılmasını önermesi ve meydan açılması tasavvuru üzerine Belediye, Merkezi Hükümet ve Vakıflar arasında birlik sağlanmış, gereken istimlâk ücretleri ödenerek meydana ilk kazma 29 Nisan 1938’de vurulmuştur.984 (Fotoğraf 149.) Afife Batur, “Le Corbusier”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 441. Politika, 06.06.1930. 983 Cumhuriyet, 19.10.1930. 984 Cumhuriyet, 30.04.1930. 981 982 301 Bu sahada ortadan kaldırılan yapılar genellikle 19. ve 20. yüzyıl içerisinde yaptırılmış, Valide Han, Selanik Bonmarşesi, Eminönü Han yapılardır.985 (Fotoğraf Düzenlemelerde 150.) camii gibi önünde Bizans dönemi şehir surlarının bir bakiyesi olan ve “Çıfıt Kapısı” olarak anılan kapı ile Balık Pazarı İskelesi Mescidi olarak da bilinen İzzet Mehmet Paşa Camii de yıktırılmıştır.986 Fotoğraf 150. “Eminönü Meydanında Faaliyet” Cumhuriyet, 21.10.1938. (Fotoğraf 151.-152.) Fotoğraf 151. Eminönü Yeni Camii Önündeki Ada, Zeki Sayar, Eminönü Meydanı, Arkitekt, S. 81 (1937) s. 255. 985 Cumhuriyet, 21.06.1938. “Balıkpazarı”, REK İA., C. 4, İstanbul 1960, s. 2023; Balıkpazarı İskelesi Mescidi”, REK İA., C. 4, İstanbul 1960, s. 2027; “Çıfıt Kapusu”, REK İA., C. 7, İstanbul 1971, s. 3890. 986 302 Fotoğraf 152. Eminönü Yeni Camii Önündeki Adanın Kaldırılması, Güzelleşen İstanbul, 1943. 303 Eminönü istimlâklerinin tarihi eserler açısından en hassas eseri şüphesiz Yeni Cami’nin Hünkâr Kasrı’dır. İstanbul camilerindeki kasr-ı hümâyunların en ihtişamlısı olan yapı, Hatice Turhan Vâlide Sultan tarafından 1663’te tamamlanan Yenicami’nin bir durumundadır. parçası Caminin güneydoğu yönünde yer alan, konsollu çıkmaları ve geniş Fotoğraf 153. “Yenicami kemerindeki çiniler”, Cumhuriyet, 21.10.1938. saçaklarıyla dikkati çeken kasır Bizans dönemine ait kıymetli sur kalıntılarının üzerine oturmakta, altında yer alan sivri beşik tonozlu geçit Eminönü Meydanı ile Bahçekapı arasındaki bağlantıyı sağlamaktadır.987 Valide Sultan’a zaman zaman ikametgâh olan kasrın, iç mekândaki kıymetli çini tasarımı Topkapı Sarayı Harem daireleri ile yarışır durumdadır. Ancak sur parçası ve dolayısıyla üzerindeki kasrın geçişi engellediği gerekçesi ile yıktırılması düşünceleri yine Osmanlı’nın son dönemine kadar uzanmaktadır ve bir kısmı tıraşlanmıştır.988 (Fotoğraf 153.) Kemer, Cumhuriyet döneminde de sık sık gündeme gelmiştir. Örneğin; 1927 yılında kemerin genişletilebilmesi için mevcut yolun yanında bir yol daha açılabilmesi, yani surun delinmesi için İstanbul Şehremaneti bir karar almış ve uygulanabilmesi için Müzeler İdaresi’ne başvurmuştur.989 Kemerin kaldırılması bir kez de 1938 yılı istimlâkleri sırasında gündeme gelmiştir. Bazı uzmanlar etrafındaki binalar kaldırıldıktan sonra kemerin up uzun bir bina halinde kalacağını ve çok çirkin bir manzara teşkil edeceğini, bu nedenle içerisindeki kıymetli çinilerin sökülüp başka bir yere nakledildikten sonra kasrın yıktırılabileceğini iddia etmişlerdir.990 Kemerin Baha Tanman, “Kasr-ı Hümayun”, DİA, C. 21, İstanbul 2001, s. 573. İhtifalci, a.g.e., s. 220. 989 Son Saat, 11.11.1927. 990 Akşam, 24.01.1938. 987 988 304 kaldırılıp kaldırılamayacağı tartışmalarına Sedat Çetintaş da katılmış, Akşam Gazetesi’ne verdiği mülakatta olayı şöyle değerlendirmiştir; Yeni Camii kemerinin üstündeki dairenin yıktırılıp yıktırılmaması meselesi üzerindeki münakaşa bana adeta bir gazetecilik şakası gibi geliyor. Eğer hakikaten ortada böyle bir mevzuu varsa şayan-ı hayrettir ki söz götürmez; eğer ben şimdi ortaya çıkıp da “Bu kemeri ipka edelim [koruyalım] de camiyi yıkalım” diye bir teklif yapsam birincisinden daha çok garip bir mevzu icat etmiş sayılmam”991 Tüm bu planlamalara rağmen Cumhuriyetin ilk yıllarında imar faaliyetlerine bağlı olarak genellikle iki başlık altında eski eser tahribi görülmektedir. Bunlardan ilki yol açma faaliyetleri kapsamında yapılan yıkımlar ve yıkım teşebbüsleridir. (Tablo 17.) İkincisi ise arsasına yeni bir bina yapmak için eski eserlerin tahrip edilmesidir. (Tablo 18.) 991 Akşam, 22.01.1938. 305 Tablo 17. Yol Açma Faaliyetleri Kapsamında Yapılan Yıkımlar Eserin Ġsmi Tahrip Tarihi 1558 tarihli mescit, bugünkü İstanbul Üniversitesi Çapa Denizabdal Mescidi Çeşmesi Tahrip Nedeni 1924 Tıp Fakültesi Kampüsü sınırları içinde kalmaktadır. 1924 yılında haziresinin bir kısmı ve yakınındaki çeşme yol ve Haziresi geçmesi sebebiyle Şehremaneti tarafından yıkılmıştır.992 1926-1929 arasında tramvay yolunun genişletilmesi Pertevnihal çalışmaları Valide Sultan sırasında yerinden oynatılarak geriye çekilmiştir. 993 Türbesi İnşaa tarihi 1617 olan camii, Fatih Feyzullah Efendi 1927 Halil Paşa Camii Eylül Ayı Hatice Sultan Camii Medresesi karşısında ve bugünkü Millet Kütüphanesi’nin batısında idi. Eylül 1927’de yıktırılmıştır.994 1927 yılında Fevzi Paşa Caddesi’nin genişletilmesi 1927 çalışmaları sırasında Belediye tarafından Vakıflardan 4996,45 liraya istimlâk edilerek ortadan kaldırılmıştır.995 Yaşmakçı Şuceaddin Camii 1927 yılında Rumelihisarı’nda yapılan yol genişletilmesi 1927 çalışmaları sırasında Belediye tarafından Vakıflardan istimlâk edilmiştir.996 Encümen Arşivi, Dosya no. 24. Türbe daha sonra Fransız şehircilik uzmanı H. Prost’un imar çalışmaları sırasında tekrar geri alınan türbe 1958 yılında yıkılmıştır. Yapının parçaları lalelideki III. Mustafa türbesinin haziresine nakledilmiş, Pertevnihal Valide Sultan’ın naşı ise bir süre Topkapı Sarayı Müzesi Silahdar Hazinesi’nde korunarak 1967’de II. Mahmut türbesine gömülmüştür. Daha sonra Valide Sultan’ın Türbesi kendi yaptırdığı külliyenin avlusuna kalan parçaları kullanılarak tekrar inşa edilmiştir. Naşı bugün kendi türbesine taşınmış bulunmaktadır. Bkz; Tarkan Okçuoğlu, “Pertevnihal Valide Sultan Türbesi”, TVİA, C. 6, İstanbul 1994, s. 246. 994 İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2, s. 175. 995 N. Öztürk, a.g.e., s. 485. 996 N. Öztürk, a.g.e., s. 485. 992 993 306 İstanbul Belediyesi’nin giriştiği tamir faaliyetleri ile surun içerisinde yapılmış olan evler kaldırılarak içerisinden Anadolu yakasının ana sahil asfalt yolu geçirilmiştir. Bu düzenlemeler çerçevesinde Hisarpeçenin Anadolu Hisarı ve Anadolu dışa açılan iki kapısı yıkılıp genişletilmiştir. Belediye bu 1928 Hisarı Cami işlere girişirken iyi niyetle hareket etmiş bazı duvarları sağlamlaştırılmış, ancak bazılarını da yıktırmıştır.997 Düzenlemeler sırasında camii de yıktırılmış, uzun süre enkazı olduğu yerde kalmıştır.998 Daha sonra yerinden kaldırılarak Hisar- Kanlıca yolu üzerinde yeniden inşa edilmiştir.999 Aksaray Bostancıbaşı Camii 1929 Yol genişletme çalışmaları sırasında yıktırılmıştır.1000 Haziran (Fotoğraf 154.) Ayı “Anadolu Hisarı”, REK İA., C. 2, İstanbul 1959, s. 809. Son Saat, 30.06.1928. 999 “Anadolu Hisarı Camii”, REK İA., C. 2, İstanbul 1959, s. 819. 1000 Son Saat, 27.06.1929. 997 998 307 Esasında bir Bizans kilisesi olan Balaban Ağa Mescidi, 23 Temmuz 1911’de vuku bulan büyük Aksaray yangınında harap olmuştur. Yangın sonrası yapılan planlamalarda dama tahtası sistemine göre yeniden cadde ve sokaklar geçirildiğinde Balaban Ağa Mescidi de bir sokağın tam üstünde bırakılmış ve bu yüzden yıktırılması Balabanağa Camii kararlaştırılmıştır. Uzun zaman harap bir halde durduktan sonra 1930’da Vakıflar İdaresi tarafından enkazcılara 1930 satılmıştır. Yıkım işi bir müteahhite havale edilmiş ve İstanbul’un ortasındaki bu tarihi eser toprak üstündeki bütün aksamı yıkıldıktan sonra Amerikan Bizans Enstitüsü’nün uyarısı ile İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından yine bu enstitüden sağlanan ödenekle 8 Nisan 1930’dan 1 Mayıs’a kadar süren bir kazı ile incelenmiştir.1001 Gülfem Hatun Sıbyan Mektebi 1930’lar Üsküdar Meydanı açılıp 1930’larda ana genişletilirken türbe ve mektep yıkılmıştır.1002 İskele meydanında bulunan kilisenin, cadde meydanın genişletil1mesi için 1929 yılında yıktırılmasına karar verişmiştir.1004 İstimlak bedeli için 4.000 lira kıymet takdiri yapan Şehremanetine karşı kilise vakfı 25.000 lira Büyükada Rum Kilisesi1003 bedel istemiştir. Mesele çözülemeyince konu mahkemeye 1932 gitmiş, 5. Hukuk Mahkemesi 6.000 kıymet takdiri yapmıştır.1005 Ancak kilise vakfı bu duruma da itiraz etmiş ve konu temyiz mahkemesine havale edilmiştir. Temyiz Mahkemesi kilise vakfının itirazını haksız bulmuş1006 1932 yılında yıkımına başlanmıştır.1007 (Fotoğraf 155.) 1001 Semavi Eyice, “Balabanağa Mescidi”, REK. İ.A., C. 4, İstanbul 1960, s. 1947; Semavi Eyice, “Balabanağa Mescidi”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994, s. 9. 1002 1003 Semavi Eyice, “Gülfem Hatun Camii”, DİA, C. 14, İstanbul 1996, s. 238. 1929 yılındaki haberlerde kilisenin ismi Aya Yani, 1932 yılında Aya Nikola olarak geçmektedir. 308 Aksaray Murat Paşa Medresesi 1934 1934 yılında yol genişletme amacıyla yıktırılmıştır.1008 Yapımı Fatih dönemine dayanan camii, 1921 yılında meydana gelen bir yangında yanmış ve kubbesinin Karagöz Camii 1935 kurşunlarının tamir edilememesi yüzünden harap olmuş, 1935 yılında arsası yola ve parka katılarak tamamen yıktırılmıştır.1009 Üsküdar Ağa Mescidi Hâkimiyet-i Milliye Caddesi’nde bulunan mescidin 1935 banisi Çarşamba’daki Mehmet Ağa Cami’nin de banisi olan Mehmet Ağa’dır. 1935 yılında yol açılırken yıktırılmıştır.1010 Babıâli Nallı Mescit’in Önündeki İki Yüzlü Çeşme Bir yüzü caddeye bir yüzü de Vilayet Konağı bahçesine bakan ikiyüzlü büyük çeşme, vilayetin bahçe duvarındaki yüksek parmaklıkların kaldırıldığı sırada yıktırılmıştır.1011 Beşiktaş Sinan Paşa Camiinin kıble duvarının doğu Beşiktaş Sinan tarafına bitişik olarak yapılmış yapı inşa tarihi belli Paşa Camii olmayan ve eski fotoğraflarda görülen mahfil ya da Hünkar Mahfili meşruta 1936-1937 yıllarında Vakıflar idaresi tarafından yaptırılan tamirde yıktırılmıştır.1012 İkdam, 28.06.1929; Milliyet, 28.06.1929; İkdam, 12.07.1929. Akşam, 27.05.1930; Politika, 31.05.1930. 1006 Akşam, 29.12.1931; Cumhuriyet, 26.02.1932. 1007 Cumhuriyet, 07.04.1932; Akşam, 07.04.1932. 1008 M. M. Bozcu, a.g.t., s. 251. 1009 İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2, s. 56. 1010 T. Öz, a.g.e., C. 2, s. 2. 1011 “Ankara Caddesi”, REK. İ.A.,C. 2, İstanbul 1959, s. 864. 1012 Doğan Kuban, “Sinan Paşa Külliyesi”, TVİA, İstanbul 1994, C. 7, s. 4. 1004 1005 309 İlk yapımı 17. yüzyıla dayanan camii, 1937 yılında Koca Ragıb Paşa Caddesi’nin açılmasına girişildiğinde camiin Çoban Çavuş Cami 1937 yıkımına başlanmış ve bunun için çatısı kaldırılarak, ahşap kısımları ile minaresinin külâhı sökülmüştür. Çalışmalara devam edilmeyerek cami öylece bırakılmıştır.1013 Şahinpaşa Oteli karşısında bulunan caminin minaresi tramvay yoluna doğru çıkıntı teşkil ettiğinden, minaresi sökülerek avlu arasında yeniden inşa edilmiştir. Camiinin Sirkeci’de Hasan Halife Camii minaresi söküldüğü sırada taşların arasından bez torba 1937 içerisinde 500 kadar altın, bir miktar gümüş ve bir miktar da bakır olmak üzere bir çok tarihi paralar çıkmış, yıkım işinde çalışan, işçiler, kimseye haber vermeden kendi aralarında paylaşmışlardır. Daha sonra aralarında birinin ihbar etmesi üzerine yakalanmışlardır.1014 Tablo 18. Arsasına Yeni Bina ĠnĢa Etmek Ġçin Yıktırılan Tarihi Eserlerden Örnekler Eserin Ġsmi Tahrip Tarihi Tahrip Nedeni 1942’de minaresi temeline kadar yıktırılmıştır. S. Eyice, 25 Şubat 1942’de camiyi incelediğinde, eserin harap bir halde sadece dört duvarı kalmış olduğunu görmüştür. 1959 yılında ise yol açılması sırasında tamamen yok edilmiştir. İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2, s. 128; Semavi Eyice, “İstanbul’un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri I Çobançavuş, Adilşah Kadın, Hoca Teberrük, Revani Çelebi ve Yayla Camileri”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, S. 26, (1972) s. 133. 1014 Akşam, 26.06.1937. 1013 310 1558 tarihli mescit, bugünkü İstanbul Üniversitesi Çapa Denizabdal Mescidi Çeşmesi Tıp Fakültesi Kampüsü sınırları içinde kalmaktadır. 1924 1924 ve Haziresi yılında haziresinin bir kısmı ve yakınındaki çeşme yol geçmesi sebebiyle Şehremaneti tarafından yıkılmıştır.1015 Mescit, Sultan II. Bâyezid tarafından, Yavsî Muhyiddin Mehmed Efendi için, eski bir kiliseden dönüştürülerek yaptırılmıştır. 19. yüzyılda yenilenmiştir. Cami ve müştemilâtı 1918 Büyük Fatih Yangını’nda da yanarak Sivasî Dede mescidi 1926 arsa halinde kalmış ve daha sonra müstağnen anh [varlığına ihtiyaç kalmayan, gereksiz duruma gelen vakıf] sayılmış olduğundan, hem Darüşşafaka’nın bahçesini genişletmek ve hem de Darüşşafaka’nın cephesini Çarşamba Caddesi’ne çıkarmak için bir kararname ile Darüşşafaka’ya terk edilmiştir.1016 Hobyar Mescidi 16. yüzyılın başlarında Mısır Valisi Hoca Üveys Paşa tarafından yaptırılmış, Şehlâ Ahmed Paşa da buraya bir minber koydurmuştur. Mescit l692'de yanmış, daha sonra yenilenmiş ve bu haliyle 20. yüzyılın başlarına kadar ayakta kalmıştır. Cerrahpaşa Hastanesi’nin genişletilmesi sırasında muvakkithanesi ile Hobyar Camii 1929 birlikte istimlâk edilerek etmiştir.1017 Şehremaneti, Vakıflar İdaresi’ne caminin binası için 4.000 lira, 418 m2 arsası için ise 5500 lira ödemiştir.1018 Bugün Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Pavyonunun altında kalmıştır. (Fotoğraf 156.) Yine 16. yüzyıla kadar dayanan aynı bölgedeki Şeyhülharem Camii, Cerrahpaşa hastanelerinin genişletilmesi sırasında yıktırılmıştır.1019 Encümen Arşivi, Dosya no. 24. İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 2 s. 239. 1017 Cumhuriyet, 01.02.1929; Akşam, 02.02.1929. 1018 Son Saat, 29.11.1928. 1019 İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 1 s. 192. 1015 1016 311 Ayazmakapı Kanuni devri ricalinden Hacı Davud Ağa tarafından 1934 Mescidi Hacı Selim Ağa Sıbyan Mektebi XVI. yüzyılda yaptırıldığı tahmin edilen bu mescit sebze hali yaptırıldığı sırada yıktırılmıştır. 1020 1782’de III.Selim’in hocası Tersan-i Amire Emini Hacı 1937 Selim Ağa tarafından kütüphane ile birlikte yaptırılmıştır. 1937 yılında mimari bir kıymeti olmadığı iddiası ile yıktırılarak yerine ilkokul yapılmıştır.1021 (Fotoğraf 157.) Hacı İlyas Mescidi Yedikule’de 18. yüzyıla dayanan mescit, 1930-1940 yılları arasında Yedikule istasyon meydanı genişletme çalışmalarında yıkılmıştır.1022 İstanbul Kumkapı’da Medrese enkazı 1938 yılının Musalla Medresesi sonlarında kaldırılarak yerine ilkokul yapılmasına karar verilmiştir. Yıkım sırasında çıkarılacak sütun ve kemer gibi aksamlar ise Vakıflar idaresine devredilmesine karar verilmiştir.1023 İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 1 s. 136; T. Öz, a.g.e., C. 1, s. 51. Encümen Arşivi, Dosya 329. 1022 İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları.., C. 1, s. 160. 1023 Encümen Arşivi, Dosya 33. 1020 1021 312 313 Fotoğraf 154. “Aksaray’’da Yıkılan Muhterik BostancıbaĢı Camii”, Son Saat, 27.06.1929. Fotoğraf 155. “Büyükada Ġskele Meydanı GeniĢletiliyor”, Son Saat, 29.12.1931. 314 Fotoğraf 156. “Yakında Camii Yıkılacak” Son Saat, 29.11.1928. Fotoğraf 157. Hacı Selim Ağa Sıbyan Mektebi, Encümen Arşivi, Dosya 329. 315 4. DEĞERLENDĠRME VE SONUÇ İstanbul’da eski eser tahribi sistemli olarak 19. yüzyılda başlamış, 20. yüzyılın ilk yirmi yılında yasal önlemler almayı gerektirecek boyuta ulaşmıştır. Bununla Birlikte 19. yüzyılın sonu ile 20. Yüzyıl başlarında İstanbul’da yaşanan deprem, yangın gibi doğal afetler ile siyasi çalkantılar tarihi eserlerin büyük bir harabiyet içerisinde bırakılmasına neden olmuştur. Harap durumdaki eserleri kurtarmak için kapsamlı çalışmalar yapılamamasının en önemli nedeni ise Cumhuriyetin devraldığı zorlu ekonomik koşullardır. Osmanlı Devleti’nin son dönemde yaşadığı ekonomik problemler, savaşlarla da birleşince devlet bütçesi sıkıntılı hale düşmüş, bu durum içerisinde anıtlara ayrılacak pay da doğal olarak çok sınırlı kalmıştır. Ekonomik anlamda böylesine zorlu koşulların yaşandığı bir dönemde eski eserlere müdahale edilmesini zorlaştıran diğer husus da yasal düzenlemeler ile taşınmaz eski eserlerin gerek mülkiyet gerek sorumluluk olarak farklı kurumların idaresine bırakılmasıdır. Eski eserlerin bu şekilde değişik kurumlara bırakılması bir dizi olumsuz sonucu da beraberinde getirmiştir. Eski eserler ve koruma konusunda uzmanlıkları bulunmayan yerel kurulların bir medresenin “tarihî ve bediî kıymeti” olup olmadığı konusunda alacağı bir kararın doğruluğu da her zaman bir tartışma konusudur. Çünkü olumsuz alınan bir karar o yapının satılmasına ve çok büyük bir olasılıkla yıkılmasına neden olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Osmanlı döneminde yaşanan ihmaller ve hatalar, İstanbul Müzeleri İdaresi (Arkeoloji Müzeleri) bünyesinde tespit edilmiş, yeni bir solukla koruma yoluna gidilmeye çalışılmıştır. Yaşanan tahribat üzerine zaman zaman gazeteler ve yazarlar kamuoyunu yönlendirme etkilerini de kullanarak, yaşanan gelişmeleri sütunlarına taşımışlardır. Osmanlı’dan devralınan olumsuz miras üzerine, ağır doğa olaylarının yarattığı tahribat da eklenince bazı eserlerde bakımsızlık daha da artmıştır. Eski eser tahriplerinin bir boyutu da hırsızlıklardır. Harap durumda olan eski eserlerin zaman zaman kurşun kaplamaları sökülmüş, bu durum harabiyetini daha da arttırmıştır. Kurumsal anlamda ise vakıf müessesinde yaşanan çözülme ve devlet mekanizmasının uygulamacı olduğu imar hareketleri tarihi eserler üzerinde yıpratıcı bir etki yaratmıştır. Cumhuriyetin ilk yılları ile ilgili yanlış bir kabul de Cumhuriyet İdaresinin, Türk tarihinin önemli bir 316 dönemine mesafe koyduğu, bu nedenle Osmanlı döneminde üretilen abidelerin ve mimari eserlerin harap duruma düştüğü düşüncesidir. Cumhuriyet döneminde tekâmül eden milliyetçilik akımı ile birlikte Avrupa’da 19. yüzyıldan itibaren görülmeye başlayan Türk kültürünü ve meydana getirdiği eserleri küçümseme yaklaşımları Anadolu’daki Türk varlığının binlerce seneye dayandığını ispat edebilme çabalarına yol açmış, bu nedenle devlet tarafından Osmanlı Sanatı yerine bu ispatı sağlayabilecek arkeolojik kazılara daha çok önem verilmiştir. Hatta bu amaç adına Hitit, Frig, Sümer gibi eski çağ medeniyetleri Türk kültür tarihinin parçaları olarak kabul edilmiştir. Bu medeniyetler üzerinde yapılan arkeolojik kazılarda çıkartılan eserler, Türk sanatı tarihinin en eski devirlerine ait göstergeler olarak kabul edilmiştir. Zaman zaman bu aşırı sanat tarihi teorileri daha da ileri giderek, Antik Yunan ve Mısır Medeniyetlerinin dahi Türkler tarafından kurulduğu iddia edilmiştir. Ancak gerek Atatürk’ün yazdığı notlarda gerekse verdiği talimatlarda Selçuklu kültürünün ve eserlerinin Türk medeniyetinin parlak bir dönemi olduğuna vurgu vardır. İstanbul özelinde ise Mimar Sinan ve eserleri Cumhuriyetin övünçle bahsettiği grubu oluşturmaktadır. 317 5.EKLER 5.1. Belgeler 5.2. 1928-1938 Yılları Arasında Vakıflar Umum Müdürlüğü Tarafından Satılan Eski Eserler Listesi 5.3. 1928-1938 Yılları Arasında Vakıflar Umum Müdürlüğü Tarafından Kiraya Verilen Eski Eserler Listesi 5.4. 1928-1938 Yılları Arasında İstanbul Vilayeti ve Belediyesi Tarafından Satılan Eski Eserler 5.5. 1928-1938 Yılları Arasında İstanbul Vilayeti ve Belediyesi Tarafından Satılan Eski Eserler 5.6. Özel Mülk Haline Gelmiş Eski Eserlerin Satışlarından Örnekler 317 5.1. BELGELER Belge 1. Gürcü Mehmet Paşa Çeşmesi’ne ait 9 Mart 1335/1919 Tarihli Fişin İlk Sayfası. Encümen Arşivi, Dosya 28. 318 Belge 2. Nakşidil Valide Mektebi Hakkında Rapor. Encümen Arşivi, Dosya 51. 319 Belge 3. Maarif Vekili Hüseyin Vasıf Bey tarafından Başvekâlete yazılan ve İstanbul’daki türbelerin muhafazası için 8800 liraya Bursa’daki türbelerin muhafazası için ise 2500 liraya ihtiyaç olduğundan bahsedilen belge. BCA, 30-10-0-0 / 192314-16. (04.04.1929). 320 Belge 4. Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya’dan Başbakanlığa Ayasofya Hamamı Hakkında Rapor. BCA, 30-10-0-0 / 213-4461. (10.02.1934). 321 Belge 5. Türk Tarih Kurumu’nun, Ayasofya Hamamı’nı müze yapma girişimi ile ilgili belge. BCA, 30-10-0-0 / 213-447-2. (16.12.1935). 322 Belge 6., Evkaf Umum Müdürlüğü’nün Sirkeci’deki Mescid ile ilgili Başvekalet’le yaptığı yazışma BCA, 30-10-0-0 / 192-31419. (01.07.1930) 323 Belge 7., Sedat Çetintaş’ın Kültür Bakanı’na Mektubu TTK Arşivi, 22/12 324 Belge 8., Mimar Sırrı Bilen ve Mimar Sedat Hakkı Eldem’in 17.05.1938 tarihli raporu. TTK Arşivi, 22/12; 325 Belge 9, İbrahim Paşa Sarayı Hakkında TTK Başkanı H. Cemil Çambel’in Başvekalet’e yazısı, BCA, 30-10-0-0 / 213-447-10-4 (19.08.1938); 326 Belge 10. İbrahim Paşa Sarayı Hakkında Başvekalet Kararı, BCA, 30-10-0-0 / 213-447-10-6 (05.09.1938). 327 Belge 11. Ayasofya’nın Müzeye Çevrilme Kararnamesi BCA, 30-18-1-2 / 49-79-6. (24.11.1934). 328 Belge 12. Kültür Bakanı Saffet Arıkan’ın Bşvekalet’e şikayeti. BCA, 3010-0-0 / 192-317-3-3. (20.05.1938) 329 Belge 13. Evkaf Umum Müdürü Niyazi Bey tarafından verilen 31 Ağustos 1929 tarihli cevapta Kaptan İbrahim Paşa Camii‟nin tasnif harici bırakıldığı doğrulanmakla birlikte Diyanet İşleri Riyaseti‟nden aldıkları yazıya göre caminin halen ibadete açık olması dolayısıyla tahsisin yapılamayacağı bildiriliyor. BCA, 30-10-0-0 / 192-315-13-7. (31.08.1929). 330 Belge 14.. Vakıfların, Maarif Vekaleti’nin Talebini bir kez daha reddettiği belge. BCA, 30-10-0-0 / 192-315-13-4. (27.02.1933). 331 Belge 15. Tarihi Eserlerin Korunması Hakkında Başvekalet genelgesi, BCA, 180-09-31/168-1-26 (09.04.1936) 332 Belge 16. Milli Müdafaa Vekaleti’nden Başvekalet’e Yazı. BCA, 30-10-0-0 / 192-316-2-3. (26.09.1936). 333 Belge 17. İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ’ın Talep Yazısı. BCA, 30-10-0-0 / 82-538-8. (09.03.1938). 334 Belge 18. Üsküdar’da yıktırılan Mihrimah Sultan İmareti İle ilgili Asar-ı Atika Encümeni’nin raporu, BCA., 30.10.213.446.2.32 (7.12.1933). 335 Belge 19. Asar-ı Atika Encümeni’nin 26 Kasım 1937’de yaptığı toplantıda Zeyrek’teki Piri Mehmet Paşa Camii ve Medresesi ile ilgili kararı. Encümen Arşivi, dosya 520; 336 EK-1; 1928-1938 Yılları Arasında Vakıflar Umum Müdürlüğü Tarafından Satılan Eski Eserler Bu bölüm 1928-1938 yılları arasında yayınlanan günlük gazetelerin taranması suretiyle hazırlanmıştır. İlanların büyük bir kısmı müzayede usulüyle açılmıştır. Bazı ilanlarda açılış bedeli konulmuş, bazı ilanlara ise konulmamış kiralayacak şahıs şartnamesini görmek üzere İstanbul Vakıflar Müdüriyetine davet edilmiştir. Talip çıkmaması üzerine ilanlar tekrarlanmıştır. Bu durum dipnotlarda belirtilmiştir. Hazırladığımız listede Eserin mevki – ismi – türü gazetelerde yayınlanan şekliyle aynen alınmıştır. Eski Eserin Mevki – İsmi - Türü Müzayed Kira İlan Tarihi - Gazetesi e Açılış Bedeli (Lira) Babıali Acımusluk Sokak’da İbrahim Paşa Camii Avlusunun 261,50 metrelik kısmı 2615 21.12.1928 ikdam Üsküdar Tavaşi Hasan Ağa Mahallesi İnadiye meydanında Bandırmalı Dergahı bilcümle enkazı, (bahçe ve duvar türbeyi ihata eden duvarlarıyla temel taşları hariç)1 1750 23.12.1928 İkdam Mevlanakapı’da Kılıçlı Dergahı enkazı 200 30.01.1929 İkdam 153.700 30.01.1929 İkdam Samatya Sancaktar Hayrettin Mahallesinde Koca Mustafa Paşa Caddesinde Müstedam Çavuş Camii Arsası Sirkeci, Emirler Mahallesi, Vezir Çıkmazında muhterik Camii enkazı2 06.01.1929 Son Saat 14.02.1929 Milliyet 11.02.1929 İkdam Alıcı çıkmadığı için 02.03.1930 ve 16.04.1930 ve 24.06.1930 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 16.04.1930 Vakit, 02.03.1930 Vakit, 24.06.1930 Vakit 1 2 Önce enkazı satılmış ardından arsası kiraya verilmiştir. 337 Fındıklı, Yahya Çelebi Mahallesinde bulunan dört duvardan ibaret münhedim Camii takriben 20.000’den fazla tuğla ve bir miktar taş (cami ve minarenin temel taşları hariç) enkazı 3 250 Beykoz Kavak Deresi Caddesi’nde Tekke arsası 27.02.1929 milliyet 13.03.1929 İkdam Kocamustafapaşa’da Arabacı Beyazit Mahallesi Silivrikapı Caddesinde münhedim me. arsası ile içinde mevcut taşların tamamı 270 09.05.1929 Son Saat Nallımescit Mahallesi Cağaloğlu yokuşunda İran sefareti arkasında Civan Kethüda Mesciti Enkazı ve arsası 1300 09.05.1929 Son Saat 15.05.1929 İkdam 19.05.1929 İkdam Kocamustafapaşa Hacıhasan Mahallesinde Hacıpiri Caddesinde Horozlu Mektebi arsası (duvarlarındaki taşların tamamı 476 arşındır) 388 09.05.1929 Son Saat Koca Mustafa Paşa’da Ramazan Efendi sokağında 25-27 numaralı mektep arsasının tamamı. 183,20L 09.05.1929 Son Saat 3600L 09.05.1929 Son Saat Galata Emekyemez mahallesi İskender Caddesinde 1200 arşın metruk kabristan arsası. Çakmakçılarda İbrahim Paşayı atik mahallesinde çeşmeyi havi 165 arşın miktarında kagir mektebin tamamı. 490000K 15.05.1929 İkdam Rumeli hisarında Yaşmakçı Sücattin mahallesinde kabristan arsası. 50000K 15.05.1929 İkdam 270L 15.05.1929 İkdam Kocamustafa Paşa’da Silivri kapı caddesinde münhedim mektep arsasıyla 3 Talip çıkmadığından ilan 27.03.1929’da tekrarlanmıştır. 338 içinde mevcut taşların heyeti mecmuası. Kocamustafa Paşa’da Ramazan efendi sokağında mektep arsasının tamamı. Galata’da Ekmekyemez mahallesinde İskender caddesinde metruk kabristan arsası. 183,20L 15.05.1929 İkdam 3600L 15.05.1929 İkdam Ortaköy’de Büyük ayazma sokağında hamam odaları. 15.05.1929 İkdam Çemberlitaş’ta Tavuk pazarı sokağında cami mahalli arsası. 15.05.1929 İkdam Davutpaşa’da İsakapısı caddesinde medrese ve cami harabesiyle birlikte arsası. 15.05.1929 İkdam Sultanahmet’te Ayasofyayı sagir mahallesinde Helvacıbaşı İskender Ağa camisinin bir kısmı. 15.05.1929 İkdam Ortaköy’de Hacı Mahmut Efendi mahallesinde büyük ayazma sokağında hamam odaları. 20.05.1929 İkdam Ortaköy’de Hacı Mahmut Efendi mahallesinde büyük ayazma sokağında hamam külhanı odası. 20.05.1929 İkdam 20.05.1929 İkdam 20.05.1929 İkdam Şehremini’de baruthane yokuşunda Mehmet Ağa C. ile bitişiğindeki T. meşrutahanesinin enkazı (mezkur cami ve tekkeyi haricen ihata eden duvarlarla kabirleri müştemil kabristan mahalli hariçtir) 500 01.11.1929 Son Saat Beşiktaş Cihannüma mahallesinde Hasırcıbaşı Sokağında takriben 1300 arşın 1000 01.11.1929 Son Saat 339 arsa üzerinde mebni harap semahane on yedi hücre bahçesi ile birlikte eski Ebülhüda T. tamamı Eğrikapı’da Avcı Bey C. mevcut enkazı Langa’da Mustafa Kemal Paşa Caddesinde Mercimek Camii enkazı 200 17500 01.11.1929 Son Saat 12.12.1928 İkdam 19.12.1928 Milliyet Eyüp’te Defterdar Caddesinde polis merkezi karşısında münhedim olan çeşmenin 30 çeki miktarında taşları. 15 06.06.1929 İkdam Aksaray’da Mercümek Camii enkazından kalan taşlar. 15 L 19.06.1929 İkdam Topkapı’da Fatma Sultan camii avlusunda 18 çeki miktarındaki taşlar. 500 06.08.1929 İkdam Sultan Ahmet civarında Kabasakal mahallesinde muhterik Bayram Fırını mektebinin arsasının tamamı. Miktarı zirai 245,34 36800k 05.07.1929 Milliyet Davutpaşa Şahsultan Camii Şerifi Sokağı 627 arşın mektep arsasının tamamı. 31300k 05.07.1929 Milliyet Babıali civarında Nallı Mescit mahallesinde Cağaloğlu yokuşunda Civan Kethüda mescidinin enkazı ile beraber tamamı. 130000k 05.07.1929 Milliyet Beyazıt Yahnikapan sokağında 5 no’lu Hatice usta kagir mektebi enkazı ve arsası ile beraber tamamı.4 65000k 05.07.1929 Milliyet Fatih Dülgerzade mahallesinde eski devehanı caddesinde 5 no’lu muattal çeşmeyi havi 142 arşın yedi numaralı 42678k 06.07.1929 Son Saat 4 Alıcı çıkmadığı için 13.03.1930 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 13.03.1930Vakit 340 kabristan arsasının tamamı. Tophane’de Ketani Ömerpaşa mahallesinde cami ittisalinde 240 arşın arsa üzerine mebni tamire muhtaç mektep mahalinin tamamı. 70000k 06.07.1929 Son Saat 490000k 06.07.1929 Son Saat Bahçekapısında Hobyar mahallesinde Aşir Efendi Caddesinde yeni postane arkasında metruk sebil müştemil mektep ve arsa. 35140L 06.07.1929 Son Saat Küçük Ayasofya mahallesinde Camiişerif sokağında 8 no’lu harap tonoz mahzenini müştemil arsa. (ilk ilana bakılacak) 168L 08.08.1929 İkdam Kabataş’ta Ömer Avni efendi mahallesinde Tramvay güzergahında namazgah arsası.5 5848L 28.08.1929 İkdam Çakmakçılar’da İbrahimpaşayıatik mahallesinde Fincancılar sokağında çeşmeyi havi 165 arşın miktarında bulunan kargir mektebin tamamı. 30.01.1930 Milliyet Bahçekapı’da Hobyar mahallesinde Aşir Efendi Caddesinde çeşme, sebil ve mektebin arsası. (bedel haddi layık görülmediği) Kocamustafapaşa’da Hacıhasan mahallesinde Hacıpiri caddesinde horozlu mektebi arsası ile duvar taşların heyeti mecmuası. 35140L 23.08.1929 Son Saat 28.08.1929 İkdam 388L 09.05.1929 Son Saat 15.05.1929 İkdam Bahçekapısı’nda Hobyar mahallesinde Aşır Efendi Caddesinde metruk sebil müştemil mektep ve arsa.6 35140L 12.06.1929 İkdam Fatih Dülgerzade mahallesinde eski deve hanı caddesinde muattal çeşmeyi havi 142 arşın yedi numaralı kabristan arsasının 42678L 12.06.1929 İkdam 5 6 Alıcı çıkmadığı için 01.22.1930 - 12.02.1930 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 01.22.1930/12.02.1930 Vakit Alıcı çıkmadığı için 13.11.1929 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 13.11.1929 İkdam 341 tamamı. 12.07.1929 Son Saat 17.07.1929 İkdam Davutpaşa’da Şah Sultan Camii Şerifi sokağı 627 arşun mektep arsasının tamamı. 31300L 12.06.1929 İkdam Edirnekapı’da Hacı Muhittin mahallesinde kâin caminin taşları. 20L 10.07.1929 İkdam İğrukapı’da Hacı İlyas mahallesinde Sakalar yokuşu caddesinde İskender Paşa mektebi arsasının tamamı. 10000K 12.07.1929 Son Saat Babıali civarında Cağaloğlu yokuşunda Civan Kethüda mescidi enkazıyla tamamı. 130000k 12.07.1929 Son Saat Beyazıtta Yahnikapan sokağında Hatice Usta kagir mektebi enkazı ve arsası ile beraber tamamı. 65000K 12.07.1929 Son Saat Sultanahmet civarında Kabasakal mahallesinde muhterik Bayram furunu mektebi arsasının tamamı. 36800K 12.07.1929 Son Saat Kasımpaşa’da Kamerhatun mahallesinde Cumhuriyet Gazinosu ittisalinde ve arkasında bulunan kabristan arsası. 275600K 12.07.1929 Son Saat Eyüp’te Kızılmescitte balcı yokuşunda münhedim çeşmenin tahminen 15 çeki miktarında taşları. 17.07.1929 İkdam 7L 17.07.1929 İkdam İğrukapuda Hacı İlyas mahallesinde Sakalar yokuşunda İskender paşa mektebi arsasının tamamı. 10000K 17.07.1929 İkdam Fındıklı’da Yahya Çelebi Mahallesinde dere içinde kâin dört duvardan ibaret tuğla ve bir miktar taş ve minareyi müştemil cami 120L 31.07.1929 İkdam 342 enkazı. Beşiktaş’ta Cihannüma Mahallesinde Hasırcıbaşı sokağında, 1300 arşın üzerinde harap semahane, 17 hücre, bahçe ve sabık Ebülhüda tekkesinin tamamı. 1000L Galata’da yolcuzade sokağında ahşap mektepten munkalip hanenin tamamı. 700L 16.10.1929 İkdam Üsküdar Kazasker Ahmet Efendi Mahallesi’nde Şeyh Hicabi Efendi Tekkesi’nin mevcut tuğla ve taşları. 150L 16.10.1929 İkdam Cağaloğlu’nda Cezeri Kasım Paşa camisinin bahçe duvarının hedminde çıkan tuğlalar. 20L 16.10.1929 İkdam Şehremininde Baruthane yokuşunda Mehmet Ağa Camisi ile ittisalindeki tekke meşrutahanesinin enkazı. 500L 16.10.1929 İkdam 4866,96 13.11.1929 İkdam Cağaloğlu’nda Terzi Kasım mahallesinde kâin Valide Sultan bena emini elhaç İbrahim Efendi’nin kabristan arsası. 7 6143L 13.11.1929 İkdam Şehzadebaşı’nda Balaban Ağa mahallesinde Balaban Ağa Camii enkazı. 100L 13.11.1929 İkdam 4866L,9 6k 01.01.1930 Vakit Uzun Şacettin mahallesinde Fuat Paşa türbesi karşısında Uzun Şacettin camii arsasının tamamı. Binbir direkte Fuatpaşa Türbesi karşısında Peykhane caddesinde bulunan uzun Şücaattin Camii arsası. 10.10.1929 Son Saat 16.10.1929 İkdam 08.01.1930 Vakit 22.01.1930 Vakit Alıcı çıkmadığı için 12.02.1930 – 21.02.1930 ve 04.06.1930 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 12.02.1930 Vakit, 21.02.1930 Vakit, 04.06.1930 Vakit 7 343 Şehremininde Ereğli mahallesinde Ümmü Sinan namı diğer Cuma tekkesinin üç oda bir sofayı müştemil selamlık kısmının enkazı. 400L Cağaloğlu’nda Cezri Kasım mahallesinde Sultan Bena Emini Camii arsası.8 4851L, 55K 01.01.1930 Vakit 08.01.1930 Vakit 08.01.1930 Vakit 22.01.1930 Vakit 30.01.1930 Milliyet Nuruosmaniye civarında Vezir hanı arkasında Sinan Paşa camii arsasının tamamı. 623,20L 22.01.1930 Vakit 30.01.1930 Milliyet Halıcıoğlu’nda Apdüsselam mahallesinde Apdüsselam tekkesinin selamlık kısmının enkazı. 75L 12.02.1930 Vakit Çarşanba’da Koğacıdede mahallesinde Koğacı Dede Camii şerifinden bakiye kalan taşlar 15L 02.03.1930 Vakit Üsküdar’da İnadiye meydanında Bandırmalı Dergahı elyevm Hekimoğlu Camii ve odalar ve minare ve dergahın selamlık yeri olan dört oda.9 1750L 02.03.1930 Vakit Ayasofya-i Sagir Mahallesinde Çatladıkapı caddesinde Kasapbaşı Camii arsası 29.03.1930 Vakit Süleymaniye Elmaruf Mahallesinde Medrese Sokağında Nevruz Hatun Mektep mahalli. 29.03.1930 Vakit Vefa’da Molla Hüsrev Mahallesinde Ataullah Efendi Mektebi. 29.03.1930 Vakit 8 Alıcı çıkmadığı için 24.06.1930 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 24.06.1930 Vakit Alıcı çıkmadığı için 04.06.1930 - 05.07.1930 tarihlerinde tekrar ilan verilmiş fakat yine satılamamıştır. Tekrar 23.07.1930 tarihinde ilana çıkarılmıştır. Bkz; 04.06.1930 Vakit, 05.07.1930 Vakit, 23.07.1930 Vakit 9 344 Edirnekapı’da Canfeda Hatun Mektebi 29.03.1930 Vakit Babıali’de Lala Hayrettin Mahallesinde Şah Sultan Mektebi 29.03.1930 Vakit Aksaray’da Cerrahpaşa Caddesi’nde Arakiyeci Ahmed Mektebi 29.03.1930 Vakit Şehremininde Molla Gürani Mahallesi’nde Hekimbaşı Ömer Efendi Mektebi. 29.03.1930 Vakit Kasımpaşa’da Hacışaban Camişerifi’nin arsasının tamamı. 840L 16.04.1930 Vakit Kasımpaşa’da Nalıncı Hacıhasan mahallesinde muhterik cami arsası ve muhtevi duvar taşları ile.10 484L 16.04.1930 Vakit Fatih Dülgerzade Mahallesinde münhedim Halil Paşa camii arsasından müfrez bir harita no’lu arsa. 4116L 24.04.1930 Milliyet 07.06.1930 Vakit 14.06.1930 Vakit Beşiktaş’ta Abbasağa Camii Şerifi avlusunda bulunan 49 parça mermer. 18.06.1930 Vakit Kocamustafa Paşa Camii avlusunda ve civarında bulunan moloz taşlar. 30.07.1930 Cumhuriyet Fatih Fevzipaşa Caddesi’nde Halilpaşa Camii Şerifi arsasından müfrez 4 numaralı arsa.11 1331L 18.02.1932 Cumhuriyet Fatih Fevzipaşa Caddesi’nde Halilpaşa Camii Şerifi arsasından müfrez 5 numaralı arsa.12 1160L 18.02.1932 Cumhuriyet Alıcı çıkmadığı için 03.02.1934 ve 27.04.1932 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 03.02.1934 Cumhuriyet, 03.02.1934Vakit, 27.04.1932 Cumhuriyet 11 Alıcı çıkmadığı için 12.08.1932 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 12.08.1932 Akşam - 22.08.1932 Akşam 12 Alıcı çıkmadığı için 15.06.1932 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 15.06.1932 – 19.06.1932 Cumhuriyet 10 345 Molla Fenari Mahallesinde Esirpazarı Sokağında etrafı duvarla mahdut Bayrampaşa Camii arsası. 1745L 21.03.1932 Akşam 28.03.1932 Akşam 04.04.1932 Akşam Mollafenari’de Esirpazarı Sokağı’nda etrafı duvarla mahdut Bayrampaşa Cami arsası. 1745L 11.04.1932 Akşam Aksaray’da İlyasbey Mahallesi’nde Baklalıkemalettin Cami minare ve mevcut taşları (temeller hariç) 35L 23.05.1932 Akşam Eyüp Nişancı Mustafa Paşa Mahallesi’nde Şeyhmurat Tekkesi’nin selamlık kısmının arka duvar ve temel taşları hariç enkazı. 280L 28.05.1932 Akşam Küçükpazar’da Ayazma İskelesi Caddesi’nde muhterik Salihağa Mescidi arsası.13 1425L 31.07.1932 Cumhuriyet Uzunçarşı’da Yavaşçaşahin mahallesinde Muhasebe-i Anadolu Mahmut Efendi mektep ve meşrutahanesi. 2260L 31.07.1932 Cumhuriyet Fatih’te Kirmasti mahallesinde muhterik Kirmasti Camii arsası. 1440L 27.08.1932 Cumhuriyet 04.06.1932 Akşam 06.09.1932 Cumhuriyet 11.09.1932 Cumhuriyet Üsküdar’da Dürbali Mescidi mescidi arsası ve mevcut taşları. 136,70L 27.08.1932 Cumhuriyet 06.09.1932 Cumhuriyet 11.09.1932 Cumhuriyet Altımermer’de Silivrikapı caddesinde Yolgeçen cami arsasının tamamı.14 708,26L 27.08.1932 Cumhuriyet 06.09.1932 Cumhuriyet Alıcı çıkmadığı için 19.08.1932 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 19.08.1932 Cumhuriyet Alıcı çıkmadığı için 23.04.1933 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 23.04.1933 Akşam 09.02.1933Akşam 16.02.1933 Cumhuriyet 13 14 346 11.09.1932 Cumhuriyet Koska’da Çoban Çavuş Camiinin ahşap ve kargir enkazı ile minaresi ve mevcut ağaçları temel taşları dahil. 615L Edirnekapı’da Neslişah Sultan mahallesinde Neyzen sokağında bahçe mülgaa Kadiri tekkesi binası. 967,50L Fatih’te pirinççi mahallesinde muhterik Pirinççi Sinan Camii şerifi arsası ile mevcut enkazı.15 1765,55 L 02.02.1933 Akşam 1080L 09.02.1933Akşam Fatih’te Çarşamba Caddesi’nde Kirmasti Camii arsası.16 05.12.1932 Akşam 20.12.1932 Akşam 02.02.1933 Akşam 07.02.1933 Akşam 07.02.1933 Akşam 16.02.1933 Cumhuriyet 03.05.1933 Akşam Çemberlitaş’ta Esirpazarı Sokağı’nda taş duvarları havi Bayrampaşa Mescidi arsası. 1396L 13.02.1933 Akşam 20.02.1933 Cumhuriyet Küçükpazar’da Hocahayrettin Mahallesi’nde Salihağa Mescidi arsası. 1187L 13.02.1933 Akşam 20.02.1933 Cumhuriyet Beykoz’da Yalıköy’de Çayır caddesinde hamam arsasının tamamı 2437L 31.03.1933 Akşam Hekimoğlu Alipaşa civarında Muslahaddin Cami’nin etraf muhafaza duvarları ve beden duvarlarının çatısının enkazı. 225L 31.03.1933 Akşam Yedikule’de Hacıevhat Camii hariminde tekke odalarının duvarlı ile temel taşları hariç enkazı. 190L 31.03.1933 Akşam Alıcı çıkmadığı için 28.01.1934 - 03.02.1934 - 25.02.1934 - 25.09.1934 - 17.01.1935 – 02.04.1935 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 28.01.1934 Cumhuriyet, 03.02.1934Vakit, 25.02.1934 Akşam, 25.09.1934 Cumhuriyet, 30.09.1934 Akşam, 17.01.1935 Milliyet, 02.04.1935 Cumhuriyet, 22.04.1935 Cumhuriyet 16 Alıcı çıkmadığı için 23.04.1933 - 27.02.1934 - 30.07.1934 - 16.11.1933 – 28.05.1934 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 23.04.1933 Akşam, 27.02.1934Vakit, 30.07.1934 Milliyet, 16.11.1933 Milliyet, 28.05.1934 Cumhuriyet 15 347 Çapa’da tramvay caddesinde köşebaşında Kazasker Ahmet Efendi Camii’nin enkazı17 400L 20.04.1933 Akşam 03.05.1933 Akşam 05.05.1933 Cumhuriyet İstinye’de Çayır Caddesi ittisalinde ve altında iki dükkanı müştemil mektep. 390L Tophane’de Kumbaracıyokuşu’nda Ayni Hatun Mektebi elyevm arsasının tamamı. 1448L 23.04.1933 Akşam 03.05.1933 Akşam 05.05.1933 Cumhuriyet 10.05.1933 Cumhuriyet Kadıköy’de Kızıltoprak Bağdat Caddesi’nde 30no’lu köşk. 18.05.1933 Cumhuriyet Mahmutpaşa’da Dayahatun Tarakçılar’da münhedim cami avlusunda oda ve halâ. 18.05.1933 Cumhuriyet Yedikule’de Hacıevhat Camii hariminde 1 ve 2 satıhlı harap ve maili inhidam tekke odalarının enkazı. 190L 25.05.1933 Akşam Kartal kazasının Başıbüyük kariyesinde Kerimnine Tekkesi 90L 06.07.1933 Akşam Kasımpaşa’da Süruri Mehmet Efendi Cami arsası.18 4200L 06.07.1933 Akşam Üsküdar’da Evliyahoca Cami ile iki katta odadan ibaret mahallin enkazı. 168L 07.07.1933 Akşam Davutpaşa’da İsakapısı’nda İbrahimpaşa Mektebi’nin maahava enkazı19 300L 18.07.1933 Cumhuriyet Alıcı çıkmadığı için 28.01.1934 - 25.02.1934 - 02.03.1934 – 10.10.1937 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 28.01.1934 Cumhuriyet, 25.02.1934 Akşam, 03.02.1934Vakit, 03.03.1934 Akşam, 10.10.1937 Akşam 18 Alıcı çıkmadığı için 27.02.1934 - 23.05.1934 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 27.02.1934Vakit, 23.05.1934 Milliyet, 28.05.1934 Cumhuriyet 19 Alıcı çıkmadığı için 27.02.1934 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 27.02.1934 Vakit 17 348 Fatih’te muhterik Sinan cami şerifi arsası ile beraber mevcut taşları. 1400L 19.07.1933 Akşam Üsküdar’da Serçe Hatun caminin enkazı ile beraber arsası.20 885L 19.07.1933 Akşam Fatih’te Kadıçeşmesi’nde muhterik Yarhisar Camii’nin istinat duvarları ile merdivenleri ve caminin temelleri hariç olmak üzere enkazı. 21 280L 19.07.1933 Akşam Yenibahçe’de Arpaemini mahallesinde Arpaemini Mustafa Efendi mescidinin enkazı ile beraber arsanın tamamı.22 1130L 19.07.1933 Akşam Edirnekapı’da Keçecipiri mahallesinde neyzan sokağındaki tekkenin tamamı. 800L 19.07.1933 Akşam Üsküdar’da Gerede Caminin enkazı ile beraber arsası.23 1000L 19.07.1933 Akşam Altımermer’de Katipmuslahattin Camii’nin etraf duvarları ile mezar ve temel taşları hariç enkazı.24 225L 16.09.1932 Akşam Sultanahmet’te Üçler Mahallesi’nde meydana nazır Üçler Camii arsası.25 3105L Aksaray’da Langa’da muhterik Uncuferhat Camii’nin mevcut taşları ile beraber arsasının tamamı. 2010L 12.10.1932 Akşam 18.07.1933 Cumhuriyet 04.08.1933 Akşam 12.10.1933 Cumhuriyet Alıcı çıkmadığı için 27.02.1934 – 29.01.1935 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 27.02.1934 Vakit, 29.01.1935 Kurun Alıcı çıkmadığı için 27.02.1934 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 27.02.1934 Vakit 22 Alıcı çıkmadığı için 03.02.1934 - 25.02.1934 - 28.05.1934 – 10.10.1937 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 03.02.1934Vakit, 25.02.1934 Akşam, 28.05.1934 Cumhuriyet, 10.10.1937 Akşam 23 Alıcı çıkmadığı için 28.01.1934 - 03.02.1934 - 25.02.1934 – 28.05.1934 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 28.01.1934 Cumhuriyet, 03.02.1934Vakit, 25.02.1934 Akşam, 28.05.1934 Cumhuriyet 24 Alıcı çıkmadığı için mescid arsası ile taşları 19.07.1933 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. 19.07.1933 Akşam 25 Alıcı çıkmadığı için 02.05.1934 - 20.05.1934 – 29.04.1935 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 20.05.1934 Cumhuriyet, 02.05.1934 Akşam, 29.04.1935 Cumhuriyet 20 21 349 Karagümrük’te Derviçali mahallesinde Bakkalismailağa sebili arsası ile mevcut taşları. 63L 12.10.1933 Cumhuriyet Salkımsöğüt’te Karakihüseyin Çelebi mahallesinde İskenderağa Türbesinin arsasının tamamı. 1100L 24.10.1933 Cumhuriyet İstanbul Belediye Binası karşısında Sinan Ağa Camii arsası. 4996L 12.10.1933 Cumhuriyet 03.11.1933 Akşam 03.11.1933 Milliyet Kasımpaşa Camiikebir mahallesi’nde mescit sokağındaki caminin arsasının tamamı.26 803,88L 16.11.1933 Milliyet Üsküdar’da Kepçedede mahallesinde muhterik Sancaktar Mehmet Efendi ve Şeriki türbesi arsası.27 117,52L 16.11.1933 Milliyet Fatih’te Sarıgüzel’de vaki muhterik Dibek Camii Şerifi arsası ile beraber enkazı.28 679,60L 16.11.1933 Milliyet Sultanahmet’te Üçler Camii arsası 03.01.1934 Milliyet 12.01.1934 Vakit Yenibahçe’de Arpaemini Mustafa Efendi Camii arsası. Aksaray’da Valide Camii karşısında muhterik Yakupağa Camii arsası.29 28.01.1934 Cumhuriyet 945L 03.02.1934 Cumhuriyet 08.02.1934 Vakit Eyüp’te Bıçakçılar Caddesi’nde Musaçavuş 709L 03.03.1934 Akşam? Alıcı çıkmadığı için mescid arsası ile taşları 24.01.1935 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. 24.01.1935 Cumhuriyet Alıcı çıkmadığı için 27.02.1934 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 27.02.1934 Vakit 28 Alıcı çıkmadığı için 27.02.1934 - 17.01.1935 – 29.04.1935 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 27.02.1934Vakit, 17.01.1935 Milliyet, 24.01.1935 Cumhuriyet, 29.04.1935 Cumhuriyet 29 Alıcı çıkmadığı için 28.05.1934 - 30.07.1934 – 17.01.1935 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 28.05.1934 Cumhuriyet, 30.07.1934 Milliyet, 17.01.1935 Milliyet, 24.01.1935 Cumhuriyet 26 27 350 Mescit ve zaviyesi. Sultanahmet’te Üçler Camii arsası30 2691L 07.05.1934 Akşam Sultanahmet’te Üçler Camii arsası31 2694L 27.05.1934 Akşam 15L 04.06.1934 Milliyet 428,70L 16.08.1934 Zaman Şehremininde Deniz Aptal Mahallesinde muhterik Hasan Çelebi Caminin çeşme ve temel taşları hariç olmak şartı ile mevcut taşları. Galata’da Arap Camii mahallesinde Şemseddini Gürani Camii arsasının tamamı. 26.08.1934 Milliyet Yedikule’de Mirahor İlyas Bey mahallesi’nde İlyas Çelebi Camii arsası ile mevcut taş ve enkazı.32 900L Langa’da muhterik Hacıferhat Camii’nin mevcut taşlarıyla beraber arsanın tamamı.33 2010L 27.02.1934 Vakit Kadıköy’de Zühtüpaşa mahallesinde Mecidiye Tekkesinden ifrazen satılacak olan arsa. 34 425L 25.09.1934 Cumhuriyet Kadıköy Zühtüpaşa’da Selami çeşmesi karşısında Şuhihatun namazgah arsası. 16.08.1934 Zaman 26.08.1934 Milliyet 30.09.1934 Akşam 802,50L 30.10.1934 Milliyet Çemberlitaş’ta Vezirhanı alt katta 64 numaraları bütün oda. 300L 24.01.1935 Cumhuriyet Tophane’de Firuzağa Mahallesinde yanık olan Gülşeni Tekkesi arsası. 2342L 29.04.1935 Cumhuriyet Alıcı çıkmadığı için 06.06.1934 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 06.06.1934 Milliyet Alıcı çıkmadığı için 06.06.1934 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 06.06.1934 Milliyet 32 Alıcı çıkmadığı için 30.10.1934 - 17.01.1935 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 30.10.1934 Milliyet, 17.01.1935 Milliyet, 24.01.1935 Cumhuriyet 33 Alıcı çıkmadığı için 26.08.1934 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 26.08.1934 Milliyet 34 Alıcı çıkmadığı için 08.10.1934 - 08.10.1934 - 23.10.1934 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 08.10.1934, 23.10.1934 Cumhuriyet 30 31 351 Sultanahmet’te Cankurtaran’da yanmış Kabasakal Camii enkazı. 60L 23.10.1935 Akşam Eyüp Servi Mahallesi’nde İzzet Mehmet Paşa tekkesi ve mevcut bahçesi.35 800L 16.01.1936 Cumhuriyet Karagümrük’te Hırkaişerif’te Apardimüslahiddin namı diğer Tahtaminare Mescidi ve müştemilatı. 1139L 09.05.1936 Cumhuriyet Babıali Nallımescid mahallesi’nde Acımusluk sokağında İbrahimpaşa Camisi arsasının bir kısmı üzerine mebni kadro harici cami ile beraber tamamı. 2877L 09.05.1936 Cumhuriyet Çemberlitaş’ta Mollafenari mahallesinde Nuruosmaniye Caddesi’nde Mollafenari Camii’nin arsasının tamamı 1330L 10.08.1936 Cumhuriyet Kürkçübaşı Süleymanağa Camisi arsası ile mevcud enkazı. 400L 14.08.1936 Cumhuriyet Sultanahmed’de İskenderağa mahallesi’nde İskenderağa Camii arsasının tamamı.36 2080L 14.08.1936 Cumhuriyet Kasımpaşa’da Hacıferhad Camisi arsası ile taşları. 932,55L 14.08.1936 Cumhuriyet Kasımpaşa’da Hacıhasan mahallesinde Hacıhasan Camisi’nin arsasının tamamı. 208,80L 14.08.1936 Cumhuriyet Bebek’te mektep bahçesinde bulunan Mercan Dede Mescidi’nin arsasının tamamı. 702L 14.08.1936 Cumhuriyet Cihangir’de Firuzağa Mahallesi’nde muhterik Sakabaşı Camii arsası 1386L 22.10.1936 Cumhuriyet 35 Alıcı çıkmadığı için 08.02.1936 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. 08.02.1936 Akşam 36 Alıcı çıkmadığı için 10.10.1937 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 10.10.1937 Akşam 352 Cihangir’de Firuzağa Mahallesi’nde Firuzağa Camii Şerifi’nden ayrı kalan arsanın tamamı. 1597L 22.10.1936 Cumhuriyet Beyoğlu’nda Sarılûtfi Camii arsası. 435L 22.10.1936 Cumhuriyet Şehzadebaşı’nda Koğacılar Caddesi’nde yıkık Revaniçelebi Camii enkazı 56L 20.12.1936 Cumhuriyet Hırkaişerifte Akşemseddin mahallesi’nde Çukur sokağında Mollaahaveyn Cami enkazı. 56L 20.12.1936 Cumhuriyet Atik Valide Mahallesi’nde Çamlıcalı Mehmed Efendi Zaviyesi 100L 12.02.1937 Cumhuriyet Atik Valide Mahallesi’nde Kavsaralı Mustafababa Mescidi arsası. 90L 12.02.1937 Cumhuriyet Arpaemini mahallesi’nde Yavaşça Şahin Camii arsasının tamamı. 37 1500L 26.02.1937 Akşam Cağaloğlu Alemdar mahallesinde Hoca Rüstem Cami arsası ve meşrutahanesi.38 1916L 09.03.1937 Akşam 142,06L 09.03.1937 Akşam Edirnekapı Acıçeşme’de Tramvay caddesi’nde Hacı Muhiddin Camii ve meşrutahanesi. 3109L 10.10.1937 Akşam Langa’da Nişanca Caddesi’nde bulunan Hacıferhad Cami arsasının tamamı. 1286L 10.10.1937 Akşam Samatya’da Ağahamamı caddesi’nde Hatuniye Camii arsası ile mevcud enkazı. 1377L 10.10.1937 Akşam İğne Bey mahallesi’nde Mirahor Hamamı arsasının tamamı. Alıcı çıkmadığı için 21.09.1937 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 21.09.1937 Akşam Alıcı çıkmadığı için 26.02.1937 – 20.08.1938 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; 26.02.1937 Akşam, 20.08.1938 Cumhuriyet 37 38 353 Eyüp Düğmeciler’de Musaçavuş Mescidi ve tekke binası. Kasımpaşa’da Hacı Ahmed mahallesi’nde Eburrıza tekkesinin harab olan semağhane ve harem kısmının enkazı. 650L 10.10.1937 Akşam 18.12.1937 Akşam 354 EK-1; 1928-1938 Yılları Arasında Vakıflar Umum Müdürlüğü Tarafından Kiraya Verilen Eski Eserler Bu bölüm 1928-1938 yılları arasında yayınlanan günlük gazetelerin taranması suretiyle hazırlanmıştır. İlanların büyük bir kısmı müzayede usulüyle açılmıştır. Bazı ilanlarda açılış bedeli konulmuş, bazı ilanlara ise konulmamış, kiralayacak şahıs şartnamesini görmek üzere İstanbul Vakıflar Müdiriyetine davet edilmiştir. Talip çıkmaması üzerine ilanlar tekrarlanmıştır. Bu durum dipnotlarda belirtilmiştir. Hazırladığımız listede Eserin mevki – ismi – türü gazetelerde yayınlanan şekliyle aynen alınmıştır. Eski Eserin Mevki – İsmi - Türü Müzayede Kira İlan Tarihi - Gazetesi Açılış Bedeli (Lira) Çarşıkapı’da Kemankeş Kara Mustafa Paşa 13.12.1928 İkdam Medresesi. Haseki Caddesinde Bayrampaşa Medresesi 13.12.1928 İkdam altında 57. No dükkan. Beykoz’da Kavakdere Caddesinde 3 no’lu 13.03.1929 İkdam tekke arsası. Şehremini Karabaş Mahallesi Bala Tekkesi 04.04.1929 İkdam Sokağında Sadık Efendi Mektebi. Kocamustafa Paşa’da Sancaktar Hayrettin 04.04.1929 İkdam Tekkesi semahanesi ile meşrutahanesi. 355 Aksaray Katip Maslahaddin Mahallesi 04.04.1929 İkdam Mektep Sokağında Arakiyeci Ahmet Ağa Mektebi. Davudpaşa, Bayezid Cedid Mah. Sadiye 04.04.1929 İkdam Dergahı selamlık kısmı ile semahanesi. Topkapı dışında Davutpaşa Caddesinde 04.04.1929 İkdam Bektaşi Dergahı. Sahafsüleyman Mahallesinde Cağaloğlu 04.04.1929 İkdam yokuşunda Mektep Arsası. Sirkeci, Emirler Mahallesi, Vezir 05.04.1929 İkdam Çıkmazında muhterik Cami arsası. 30.05.1936 Cumhuriyet Çemberlitaş Molla Fenari Mahallesinde 09.04.1929 İkdam Köprülü Mektebi mahalli 05.06.1936 Cumhuriyet 356 Hocapaşa Karaki Hüseyin Çelebi Mahallesi 09.04.1929 İkdam Orhaniye Caddesinde Kamer Hatun Mektebi. 22.09.1934 Zaman 30.05.1936 Cumhuriyet Mahmut Paşa Cami yanındaki mektep 09.04.1929 İkdam mahalli Üsküdar Atik Valide mahallesinde Tekke ve 09.04.1929 İkdam semahanesi 22.04.1930 Cumhuriyet Üsküdar Tavaşi Hasan Ağa mahallesinde menzilhane yokuşunda Tekkenin selamlık kısmı 09.04.1929 İkdam 18.05.1931 Akşam 02.09.1931 Yeni Gün 24.09.1931 Yeni Gün 13.04.1933 Akşam 21.06.1934 Milliyet 27.06.1934 Milliyet 03.07.1934 Milliyet 10.07.1934 Milliyet Üsküdar Selman Ağa mahallesinde Karaca 09.04.1929 İkdam Ahmet Caddesinde Selman Ağa Camii girişi 357 Hasköy Turşucu Mahallesi Ayazma 13.04.1929 İkdam Sokak’da Ayazma Mahalli. Kocamustafapaşa’da Ramazan Efendi Tekkesi selamlık kısmı 15.04.1929 İkdam 17.07.1929 İkdam 26.07.1929 İkdam Ayvansaray, Toklu Dede Mahallesinde 26.04.1929 İkdam Korucu Mehmet Çelebi Sokak’da Tekke odası Küçük Ayasofya mahallesinde Helvacıbaşı İskender Ağa Cami bir kısmı 05.05.1929 İkdam 12.07.1929 İkdam 18.07.1929 İkdam 24.07.1929 İkdam 30.07.1929 İkdam Davutpaşa İsa Kapısı Caddesinde Medresesi 05.05.1929 İkdam ve Cami harabesiyle arsası Çemberlitaş Atik Ali Paşa Mahallesinde 05.05.1929 İkdam Tavuk Pazarı Sokağında C. mahalli arsası Tavukpazarında Arnavut Hanı karşısında 18.06.1929 İkdam Bayrampaşa Cami mahalli Davutpaşa’da İsa Kapısı Caddesi’nde 18.06.1929 İkdam 358 medrese mahalli. Sütlüce’de Mustafa Efendi Dergahı ve bahçesi. 18.06.1929 İkdam 06.07.1929 İkdam 26.07.1929 İkdam Koca Mustafa Paşa Ramazan Efendi Dergahı selamlık kısmı. Helvacıbaşı Küçükayasofya Mahallesi Suterazisi Sokak Tekkenin harem ve selamlık daireleri. 06.07.1929 İkdam 18.06.1929 İkdam 12.07.1929 İkdam 18.07.1929 İkdam 24.07.1929 İkdam 30.07.1929 İkdam 08.04.1930 Cumhuriyet 18.04.1930 Cumhuriyet 22.04.1930 Cumhuriyet 02.07.1937 Akşam Mahmutpaşa’da Şeref Sokağı’nda 26 ve 3 no.lu servili mescit ve odalar. 29.08.1929 İkdam 03.09.1929 İkdam 359 11.10.1929 İkdam Beşiktaş’ta vapur iskelesinde kayıkhane ve 25.09.1929 İkdam cami arsası. Çelebioğlu Alaettin Mahallesin’nde Şişeci 07.01.1930 Cumhuriyet Hanı’nın üçte bir hissesi. Kabataş’ta Ömer Avniefendi mahallesinde 17.01.1930 Cumhuriyet Dolmabahçe Caddesinde namazgah mahalli 09.04.1930 Vakit 22.04.1930 Cumhuriyet İğrikapı’da Mollaaşki Mahallesi’nde 7 06.02.1930 Cumhuriyet numaralı tekkenin selamlık kısmı. Sütlüce’de Mahmutağa Mahallesi’nde Tekke Çıkmazında semahane ve bahçe. 07.03.1930 Cumhuriyet 17.07.1929 İkdam 21.08.1929 İkdam 360 Şehremini İbrahimçavuş Değirmen Sokak 02.04.1930 Vakit Kaşıkçı Mustafa Efendi mektebi. 09.04.1930 Vakit 30.05.1930 Cumhuriyet 04.06.1930 Cumhuriyet 10.06.1930 Cumhuriyet 31.05.1932 Cumhuriyet Tavşataşı’nda Soğan Ağa Mahallesi’nde 2 02.04.1930 Vakit nolu Mustafa Efendi mektebi. 09.04.1930 Vakit Sarayburnu’nda Değirmenocağı Cami 08.04.1930 Cumhuriyet hariminde taphane. Kocamustafapaşa Sancaktar Hayrettin 08.04.1930 Cumhuriyet Mahallesi 3-5 no. Semahane ve bir oda ile meşrutahane. 18.04.1930 Cumhuriyet Eyüp’te Vezirtekkesi Sokak’da 17-19 no. 08.04.1930 Cumhuriyet Tekke. 18.05.1931 Akşam 13.04.1933 Akşam Unkapanı’nda Üsküpi Mahalle ve Caddesi 08.04.1930 Cumhuriyet 51 no. Selamlık dairesi. 18.04.1930 Cumhuriyet 18.05.1931 Akşam 361 Üsküdar’da Atikvalde Mahallesi’nde Tekke 08.04.1930 Cumhuriyet Sokağı’nda Dergah ve Semahane 18.04.1930 Cumhuriyet 23.05.1930 Cumhuriyet 24.06.1930 Cumhuriyet Üsküdar’da Tavaşi Hasanağa 08.04.1930 Cumhuriyet Mezarlıkhaneyokuşu 425 No. Tekkenin selamlık kısmı. 18.04.1930 Cumhuriyet 22.04.1930 Cumhuriyet 19.03.1933 Akşam Vefa’da Molla Hüsrev Mahallesi’nde 09.04.1930 Vakit Ataullah Efendi Mektebi 15.04.1930 Vakit 28.03.1933 Cumhuriyet Edirnekapı’da Derviş Ali Mahallesi’nde 09.04.1930 Vakit Nurettin Tekkesi sokağında 25 no’lu Canfeda Hatun mektebi. 15.04.1930 Vakit 22.09.1934 Zaman 07.06.1937 Akşam Babıali’de Lala Hayrettin Mahallesinde 09.04.1930 Vakit köşebaşında 7no’lu Şah Sultan Mektebi. 15.04.1930 Vakit 06.03.1932 Son Posta 30.05.1936 Cumhuriyet 362 Aksaray’da Katip Maslahaddin 09.04.1930 Vakit Mahallesi’nde Cerrahpaşa Caddesi’nde Arakiyeci Ahmetağa Mektebi. 15.04.1930 Vakit Şehremaneti’de Ereyli Mahallesi’nde Saray 09.04.1930 Vakit Meydanı’nda İsmail Çelebi Mektebi arsasının bir kısmı. Ayasofyayi Sağır Çatladıkapı Kasapbaşı 15.04.1930 Vakit Camii arsası. 30.05.1930 Cumhuriyet 04.06.1930 Cumhuriyet 10.06.1930 Cumhuriyet Haydarpaşa İbrahim Ağa Cami sokağında 15.04.1930 Cumhuriyet 19 nolu muvakkithane. 09.06.1930 Cumhuriyet Saraçhane Mimarayas Haydarhane No.2 30.05.1930 Cumhuriyet taşmektep. 04.06.1930 Cumhuriyet 10.06.1930 Cumhuriyet Şehremini Mollagürani Hekimbaşı 30.05.1930 Cumhuriyet Ömerefendi Mektebi. 04.06.1930 Cumhuriyet 10.06.1930 Cumhuriyet 363 Süleymaniye Elmaruf Medrese sokak 04.06.1930 Cumhuriyet Nevruz Hatun mektep mahali Sarayburnu Seyithasan Mahallesi’nde 06.06.1930 Cumhuriyet Değirmen Ocağı Cami odaları. 24.06.1930 Cumhuriyet Üsküdar’da Atikvalde imaret mahalli. 06.06.1930 Cumhuriyet Mahmutpaşa’da Saatçiler Sokağı’nda 24.11.1930 Cumhuriyet Çuhacı Hanı ittisalinde İğnecihasan Cami mahalli. 30.03.1933 Cumhuriyet 31.05.1936 Cumhuriyet Üsküdar’da Hace Hesnahatun Mahallesi’nde 02.09.1931 Yeni Gün 14 nolu imaretin alt kısmı ve arsa. Beyazıt’ta Parmakkapı Mahallesinde 28.12.1931 Akşam Makasçılar Caddesi’nde sebil. Eyüp’te Bostan iskelesinde Mihrişah 29.06.1932 Cumhuriyet imareti. 18.05.1934 Cumhuriyet 24.05.1934 Cumhuriyet 30.05.1934 Cumhuriyet 11.05.1937 Akşam 17.06.1938 Cumhuriyet 364 Sultanahmet’te Binbirdirek Fuatpaşa Mektep mahalli Çarşıkapı Makasçılar’da mescit mahalli. 16.07.1933 Akşam 22.02.1936 Akşam 02.11.1933 Milliyet 08.11.1933 Milliyet Üsküdar Atikvalde’de tekke ve odalar 21.06.1934 Milliyet 24.06.1934 Milliyet 27.06.1934 Milliyet Üsküdar Tavaşihasanağa Ağahamamı, 21.06.1934 Milliyet İskenderbaba tekkesinin harem dairesi. 24.06.1934 Milliyet 24.06.1934 Milliyet 27.06.1934 Milliyet 03.07.1934 Milliyet 16.02.1936 Akşam Büyükayasofya, Sarayburnu kale harici 01.08.1934 Cumhuriyet Değirmen Camii. 14.08.1934 Cumhuriyet Divanyolu’nda Yeniçeriler Caddesi’nde 14.08.1934 Cumhuriyet Merzifoni Karamustafa Paşa Medresesi. Taksim, Ayazpaşa’da Hadi İbrahim Efendi 26.08.1934 Cumhuriyet Camii. 365 Eyüp, Kızılmescit 45 no’lu tabakhane camisi 26.10.1934 Cumhuriyet ve altındaki mahal. Rumelihisarı’nda Ahmet Sıtkı Cami ve 12.11.1934 Milliyet odaları. Galata’da Yolcuzade Mahallesi’nde 8 nolu 31.01.1935 Kurun cami ve oda. Taksim, Firuzağa, Sıraselviler Sirkeci 10.10.1935 Akşam Mescid mahfelinden bölünmüş üç oda. Aksaray’da Babahanisanialemi Mahallesi’nde Babahasanialemi Camisi. Haseki Bayrampaşa’da Yaşmakışerif 14.02.1936 Cumhuriyet 22.02.1936 Akşam 30.05.1936 Cumhuriyet Tekkesi harem dairesi. Vefa Mollahüsrev’de Sinekli Mescidi. 30.05.1936 Cumhuriyet Ahıçelebi Odunkapısı’nda Hacısalihağa 30.05.1936 Cumhuriyet Camii. Eyüp Düğmeciler’de Oluklubayır 31.05.1936 Cumhuriyet Tekkesi’nde tekke ve 2 dönüm arazi. Çelebioğlualaeddin Çavuşbaşı’nda Han. 31.05.1936 Cumhuriyet Uzunçarşı Yavaşçaşahin’de 05.06.1936 Cumhuriyet Gaznevimehmed Efendi Mektebi 366 Cağaloğlu Alemdar’da Çatalçeşme 19.07.1936 Cumhuriyet Sokağı’nda Hocarüstem Camii ve meşrutahane. Eyüp Nişancı Mustafa Paşa Nişacı 23.06.1932 Cumhuriyet sokağında Şeyhmurad Dergahı odaları. 19.07.1936 Cumhuriyet Cibali Seferikoz Vapur İskelesi’nde cami avlusu. 23.01.1937 Akşam 11.08.1937 Akşam 26.10.1937 Akşam Sultanahmet Cankurtaran’da 34 nolu cami 28.01.1937 Akşam arsasından müfrez arsa. Sultanahmet Cankurtaran’da 36 nolu cami 28.01.1937 Akşam arsasından müfrez arsa. Kocamustafa Paşa’da Vidin sokağında Öksüzcehatib Camii. 13.03.1937 Cumhuriyet 17.03.1937 Akşam 17.06.1938 Cumhuriyet Unkapanı Üskübi’de Ahmedbuhari Harem 29.04.1937 Akşam ve selamlık dairesi. 17.06.1938 Cumhuriyet Ayvansaray Defterdar, Akarçeşme 18.05.1937 Akşam Sokağında Balçık Tekkesi’nin Selamlık kısmı. 367 Fatih, Altay’da Fevzipaşa Sokağı’nda 1 nolu cami yeri ve bahçe. Uzunçarşı İbrahimpaşa’da İbrahimpaşa 18.05.1937 Akşam 05.06.1937 Akşam 18.05.1937 Akşam Cami yeri. Kapandakik Yavuzersinan, Arabmeydanı’nda Papaszade cami mahalli. 18.05.1937 Akşam 05.06.1937 Akşam 17.06.1938 Cumhuriyet Çemberlitaş Tavukpazarı’nda Hüseyinağa 01.07.1937 Akşam Camii. 17.06.1938 Cumhuriyet Ayvansaray’da Kuyulu Caddesi’nde 1 no’lu 01.07.1937 Akşam Mehmedçelebi Camii. Cerrahpaşa Kürkçübaşı’nda 73 no’lu 01.07.1937 Akşam Ahmedkethüda Cami Aksaray Haseki’de Haseki İmaret mahalli. 11.08.1937 Akşam 08.06.1938 Akşam Balıkpazarı Değirmen’de Ahıçelebi Cami. 22.09.1937 Akşam Cerrahpaşa Hobyar’da Canbaz Mustafa Bey 29.12.1937 Akşam Camii ve avlusu. Fatih Altay’da Fevzipaşa Sokağı’nda Altay 19.01.1938 Akşam Camii. 17.06.1938 Cumhuriyet Eyüp Kalenderhane’de Özbekler Tekkesi 22.03.1938 Akşam içinde mescit binası. Silivrikapı Hancıkaragöz’de Sittihatun Cami 01.04.1938 Cumhuriyet 368 mahalli. Tavşantaşı Saraçisak İbrahimpaşa Yokuşu’nda Kepenkçi Camii. Saraçhane Mimarayas, Horhor’da 01.04.1938 Cumhuriyet 25.05.1938 Akşam 20.04.1938 Cumhuriyet Haydarhane Camii yeri. Uzunçarşı Bezzazıcedid’de Bezzazıcedid 03.05.1938 Cumhuriyet Camii. Alemdar Çatalçeşme’de Mollafenari Camii. 03.05.1938 Cumhuriyet Sarayburnu’nda Kale dışında 13.05.1938 Cumhuriyet Değirmenocağı Camii. Babıali Lalahayrettin Beşirağa Tekkesi. 25.05.1938 Akşam Eyüp Babahaydar, Arpaemini Caddesinde 7- 17.06.1938 Cumhuriyet 9 no’lu Mustafa Efendi Tekke odaları. Kumkapı Çadırcıahmedçelebi’de Balipaşa 17.06.1938 Cumhuriyet Yokuşu’nda Çadırcı Ahmed Çelebi Cami. Edirnekapı Avcılar Kırkodalar Çıkmazı’nda 01.07.1938 Kurun Tekke meşrutahaneleri ve mescit arsası. Davutpaşa Kasap İlyas, Davutpaşa 17.08.1938 Akşam İskelesi’nde Paşa Cami arsası. Tahtakale’de Demirtaş Kantarcılar’da 1 nolu 17.09.1938 Cumhuriyet Demirtaş Camii ve odalar. Tavşantaşı Soğanağa’da Daltaban 28.10.1938 Cumhuriyet yokuşunda mektep mahalli. Cibali Haraccı Kara Mehmed’de Haraccı 28.10.1938 Cumhuriyet Kara Mehmed Camii. 369 370 EK-4; 1928-1938 Yılları Arasında İstanbul Vilayeti ve Belediyesi Tarafından Satılan Eski Eserler Bu bölüm 1928-1938 yılları arasında yayınlanan günlük gazetelerin taranması suretiyle hazırlanmıştır. İlanların büyük bir kısmı müzayede usulüyle açılmıştır. Bazı ilanlarda açılış bedeli konulmuş, bazı ilanlara ise konulmamış, kiralayacak şahıs şartnamesini görmek üzere İstanbul Vilayetine davet edilmiştir. Talip çıkmaması üzerine ilanlar tekrarlanmıştır. Bu durum dipnotlarda belirtilmiştir. Hazırladığımız listede Eserin mevki – ismi – türü gazetelerde yayınlanan şekliyle aynen alınmıştır. Eski Eserin Mevki – İsmi - Türü Müzayed e Açılış Bedeli (Lira) Kira İlan Tarihi - Gazetesi Ayvansaray’da Atik Mustafa Paşa Mahallesinde Nakşidil Valide Sultan Mektebi 01.12.1928 Cumhuriyet Sultanahmet Kabasakal’da Rüstem Paşa Mektebi enkazı ve arsası 01.12.1928 Cumhuriyet Sirkeci Emirler Mahallesi Vezir Çıkmazında 8 No. Muhterik Cami Arsası 01.03.1929 İkdam Zeyrek’te Hamit Efendi Medresesi ile yan ve arkasına tesadüf eden iki bap ahşap hane. 15.04.1930 Vakit 20.04.1930 Cumhuriyet 23.04.1930 Milliyet Davut Paşa Medresesi’nin üzerinde mevcut kurşunların satılması. 21.05.1930 Akşam 28.05.1930 Cumhuriyet Davut Paşa Medresesi’nin üzerinde mevcut ahşap aksamın satılması. 21.05.1930 Akşam 28.05.1930 Cumhuriyet 371 Davut Paşa Medrese binası taşlarının yıkılarak gösterilen yere istif edilmesi işi. 21.05.1930 Akşam Koska’da Papas Zade Mustafa Çelebi Medresesi’nin müştemilat mülkiyeti.919 12.08.1930 Akşam Şehzadebaşı’nda Mimar Hasanağa Medresesi’nin satılması. 920 29.10.1930 Cumhuriyet Eyüp’te polis merkezi karşısında kâin olup evvelce hedmolunan çeşmeye ait küfeki ve mermerler. 25.12.1930 Cumhuriyet Koska’da Mimar Kemalettin Mahallesi’nde Börekçi Sokağı’nda kain Papaszade Mustafa Çelebi Medresesi.921 29.01.1932 Akşam Şehzadebaşı’nda kâin Ebülfadıl Mehmet Efendi Medresesi arsasında bulunan taşları. 08.06.1932 Akşam Fatih’te Çarşamba caddesinde kain Dibağzade Mehmetefendi Medresesi’nin enkazı. 15.06.1932 Cumhuriyet Fatih’te Kadıçeşmesi’nde Kıbrıslı Abdullah Efendi Medresesi enkazı. 18.07.1932 Cumhuriyet Çarşıkapı’da Beyazıt Caddesi’nde Sinekli Medresesi’nin satılması. Fatih’te Sinanağa Mahallesi’nde Tetemmeihamise Medresesi’nin taşları.922 28.05.1930 Akşam 16.02.1932 Akşam 10000L 20.09.1932 Cumhuriyet 15.11.1932 Akşam 15.11.1932 Milliyet Alıcı çıkmadığı için 29.10.1930 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. 29.10.1930 Cumhuriyet Alıcı çıkmadığı için 23.10.1934 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. 23.10.1934 Cumhuriyet 921 Alıcı çıkmadığı için 14.06.1932 ve 06.02.1936 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. 14.06.1932 Cumhuriyet – 06.02.1936 Akşam 922 Alıcı çıkmadığı için 17.02.1933 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. 17.02.1933 Akşam 919 920 372 Kadıköy Rasimpaşa Mahallesi’nin Halit Ağa ve Karakolhane caddeleri noktai iltisakında bulunan su terazisinin hedmile çıkacak taş vesaire enkazı. 25.02.1933 Akşam Alibeyköyü’nde Merdigarip Sokağı’nda kâin ilk mektebe bitişik tekke binasının harap haldeki semahane ve dedegan dairesinin enkazı. 22.03.1933 Cumhuriyet Şehzadebaşı’nda Kalenderhane Mahallesi’nde cami sokağında kâin Darilhadis Hasan Ağa Medresesi enkazı. 06.08.1933 Milliyet Koska’da kâin Abdüsselam Tekkesi’nin enkazı Çarşamba’da Tevkıicafer Medresesi enkazı. 600L 22.08.1933 Milliyet 29.11.1933 Milliyet 22.12.1933 Akşam Aksaray Gureba Hüseyin Ağa Mahallesi’nde Hintler Tekkesi bahçesindeki Samahane enkazı. 25.02.1934 Vakit Şehzadebaşı’nda Kalenderhane mahallesinde Kalenderhane Medresesi enkazı. 26.04.1934 Milliyet 11.05.1934 Akşam 22.05.1934 Akşam 22.05.1934 Milliyet Şehzadebaşı’nda Kalenderhane Medresesi enkazı kiremitleri hariç olmak üzere 05.06.1934 Cumhuriyet Fatih’te Piriççi Sinan mahallesinde Yahya Tevfik Efendi medresesi arasında mevcut taşlar. 22.08.1934 Zaman 19.06.1934 Akşam 373 Zeyrek’te Demir Han mahallesinde Hacı Kasım Ağa Mektebi enkazı. 22.08.1934 Zaman Süleymaniye’de kâin Ulu ve Sani Medreseleri bahçesinde mevcut baraka enkazları. 13.09.1934 Zaman 25.09.1934 Cumhuriyet 30.09.1934 Akşam 08.10.1934 Cumhuriyet 23.10.1934 Cumhuriyet Kepenkçi Sinan Medresesi’nde 12 numaları oda. 13.09.1934 Zaman Sirkeci’de Demirkapı’da Darüsseadeağası Sokağı’nda Cezayirli Ahmetpaşa Medresesi. 23.10.1934 Cumhuriyet Süleymaniye’de Kirazlımescit Medresesi enkazı. 23.10.1934 Cumhuriyet Edirnekapı’da Kariye Mahallesi’nde Türbe S. 33 numaralı ahşap Kariye Medresesi enkazı. 12.10.1935 Cumhuriyet Unkapanı’nda Elvanzade Mahallesi’nde Süleyman Subaşı Mektebi enkazı. 12.07.1936 Cumhuriyet 27.10.1935 Akşam 374 EK-3; 1928-1938 Yılları Arasında İstanbul Vilayeti Tarafından Kiraya Verilen Eski Eserler Bu bölüm 1928-1938 yılları arasında yayınlanan günlük gazetelerin taranması suretiyle hazırlanmıştır. İlanların büyük bir kısmı müzayede usulüyle açılmıştır. Bazı ilanlarda açılış bedeli konulmuş, bazı ilanlara ise konulmamış, kiralayacak şahıs şartnamesini görmek üzere İstanbul Vilayet Merkezine davet edilmiştir. Talip çıkmaması üzerine ilanlar tekrarlanmıştır. Bu durum dipnotlarda belirtilmiştir. Hazırladığımız listede Eserin mevki – ismi – türü gazetelerde yayınlanan şekliyle aynen alınmıştır. Eski Eserin Mevki – İsmi - Türü Müzayed e Açılış Bedeli (Lira) Kira İlan Tarihi - Gazetesi Silivrikapı’da Hacı Timur Mahallesinde Bali Dergahı bahçesi 01.12.1928 Cumhuriyet Ayvansaray’da Atik Mustafa Paşa Mahallesinde Nakşidil Valide Mektebi 01.12.1928 Cumhuriyet 13.03.1932 Akşam 23.02.1934 Cumhuriyet 19 oda 1 dershaneden müteşekkil Fatih Akdeniz Baş Kurşunlu Medresesi 07.12.1928 Cumhuriyet 19 oda 1 dershaneden müteşekkil Fatih Akdeniz Ayak Kurşunlu Medresesi 07.12.1928 Cumhuriyet 19 oda 1 dershaneden müteşekkil Fatih Karadeniz Ayak kurşunlu Medresesi 07.12.1928 Cumhuriyet Eyüp Otakcılar’da Abdi Efendi Mektebi 29.12.1928 İkdam Beşiktaş Sinan Paşa Mahallesinde Sinan Paşa Mektebi 29.12.1928 İkdam Beşiktaş Malta Çarşısında Efdalzade 29.12.1928 İkdam 375 Medresesi Çarşamba’da Dibağzade Medresesi 15.01.1929 Milliyet 03.06.1930 Cumhuriyet 06.06.1930 Vakit 30.06.1930 Vakit Çarşamba’da Tevkii Cafer Medresesi 15.01.1929 Milliyet 16.01.1930 Vakit 17.01.1930 Cumhuriyet 09.02.1930 Cumhuriyet 11.02.1930 Akşam 29.08.1933 Cumhuriyet Sirkeci Emirler Mahallesi Vezir Çıkmazında 8 No. Muhterik Cami Arsası 01.03.1929 İkdam Şehzadebaşı’nda darülhadis Hasanağa Medresesi içinde 5 numaralı oda. 28.05.1929 Milliyet Rumelihisarı’nda Haymana Mektebi. 13.08.1929 Milliyet Vefa’da Şemseddin Molla Gürani Medresesi. 13.08.1929 Milliyet 24.07.1930 Akşam 02.08.1930 Cumhuriyet 12.07.1934 Cumhuriyet 09.05.1936 Cumhuriyet Fatih’de Zincirlikuyu’da Kaya Halil Medresesi. 13.08.1929 Milliyet Üsküdar’da Birinci Valide-i Atik Medresesi. 13.08.1929 Milliyet 376 Küçükpazar’da Haffaf Şemseddin Türbe odası. 13.08.1929 Milliyet 05.08.1930 Cumhuriyet 21.08.1930 Akşam 09.09.1934 Zaman Beyazıt’ta Abdullah Paşa Mektebi Binası. 13.08.1929 Milliyet Yirmi odalı Fatih Bahri Sefit çifte baş medresesi. 07.01.1930 Vakit 11.01.1930 Milliyet 14.01.1930 Akşam 11.12.1933 Milliyet Beyoğlu’nda Emin Camii’nde Emin cami mektep binası. 07.01.1930 Vakit 09.01.1930 Cumhuriyet 11.01.1930 Milliyet 14.01.1930 Akşam 31.07.1930 Vakit 08.08.1930 Cumhuriyet 10.04.1932 Akşam Üsküdar’da Yeni Cami’de iki odalı mektep binası. 07.01.1930 Vakit 09.01.1930 Cumhuriyet 14.01.1930 Akşam 09.02.1930 Cumhuriyet 11.02.1930 Akşam Üsküdar Rum Mehmet Paşa mektebi. 16.01.1930 Vakit 17.01.1930 Cumhuriyet 19.01.1930 Milliyet 377 Beşiktaş’ta Kaptan İbrahim Ağa mektebi. 16.01.1930 Vakit 17.01.1930 Cumhuriyet 19.01.1930 Milliyet 06.11.1933 Milliyet Tophane’de Kılıç Ali Paşa Medresesi. 16.01.1930 Vakit 17.01.1930 Cumhuriyet 19.01.1930 Milliyet 09.02.1930 Cumhuriyet 07.03.1930 Cumhuriyet 07.03.1930 Vakit 08.03.1930 Akşam 15.07.1932 Cumhuriyet 31.07.1932 Cumhuriyet 30.09.1932 Cumhuriyet 30.03.1933 Cumhuriyet 16.04.1933 Akşam 03.02.1934 Vakit 18.02.1934 Vakit Çarşamba’da 16 odalı Hüseyniye Medresesi. 16.01.1930 Vakit 17.01.1930 Cumhuriyet 19.01.1930 Milliyet 23.02.1931 Yenigün 378 Fatih Bahrisefit ayak kurşunlu medrese. 16.01.1930 Vakit 17.01.1930 Cumhuriyet 19.01.1930 Milliyet 09.02.1930 Cumhuriyet 11.02.1930 Akşam 24.07.1934 Akşam Fatih’te Bahrisefit başkurşunlu medresesi. 16.01.1930 Vakit 17.01.1930 Cumhuriyet 19.01.1930 Milliyet 09.02.1930 Cumhuriyet 11.02.1930 Akşam 11.12.1933 Milliyet Fatih’te Bahrisiyah ayak kurşunlu medresesi. 16.01.1930 Vakit 17.01.1930 Cumhuriyet 19.01.1930 Milliyet 11.02.1930 Akşam 09.02.1930 Cumhuriyet 20.07.1932 Cumhuriyet Koğacılar’da Ekmekçibaşı Ahmet Paşa Medresesi. 14.02.1930 Vakit 06.10.1931 Akşam 379 Sultanahmet’te 8 odalı Dizdariye Medresesi 23.02.1930 Vakit 27.02.1930 Cumhuriyet 22.03.1931 Akşam 10.03.1932 Son Posta 30.01.1934 Milliyet 21.02.1934 Cumhuriyet 13.04.1934 Cumhuriyet 21.05.1934 Cumhuriyet Süleymaniye’de Devoğlu yokuşunda Siyaviş Paşa Medresesi. 23.02.1930 Vakit 27.02.1930 Cumhuriyet 01.04.1932 Akşam Eyüp’te Bahariye Caddesi’nde Hekim Kutbittin Mektebi. 14.03.1930 Vakit 30.01.1934 Milliyet 21.02.1934 Cumhuriyet Çarşıkapı’da Sinekli Medresesi. 14.03.1930 Vakit 01.04.1932 Akşam Ayasofya’da 13 odalı Cedit Mehmet Efendi Medresesi. 14.03.1930 Vakit 08.06.1930 Vakit 14.06.1930 Akşam 21.06.1930 Cumhuriyet 30.05.1932 Cumhuriyet 08.06.1934 Akşam 380 Süleymaniye’de 21 odalı Ulâ Medresesi. 14.03.1930 Vakit 05.04.1931 Akşam 01.04.1932 Akşam 11.12.1933 Milliyet 06.02.1936 Tan 10.02.1936 Kurun Süleymaniye’de Mülazimler Medresesi. 14.03.1930 Vakit 01.04.1932 Akşam 30.03.1933 Cumhuriyet 16.04.1933 Akşam 11.12.1933 Milliyet 08.07.1938 Kurun 04.08.1938 Cumhuriyet Aksaray’da Horhor’da Odabaşı Hasanağa Medresesi. 04.04.1930 Milliyet 08.04.1930 Cumhuriyet 13.04.1930 Akşam 16.04.1930 Vakit 30.05.1932 Cumhuriyet Aksaray’da Yusufpaşa Mektebi Binası. 04.04.1930 Milliyet 08.04.1930 Cumhuriyet 13.04.1930 Akşam 16.04.1930 Vakit 13.03.1932 Akşam 30.09.1932 Cumhuriyet 381 Ayvansaray’da Nakşıdil Mektebi. 04.04.1930 Milliyet 08.04.1930 Cumhuriyet 13.04.1930 Akşam 16.04.1930 Vakit 05.04.1935 Cumhuriyet Şehzadebaşı’nda Ebülfadıl Mehmet Efendi arsası. 04.04.1930 Milliyet 08.04.1930 Cumhuriyet 13.04.1930 Akşam 16.04.1930 Vakit 10.04.1932 Akşam Fatih’te Soğukkuyu Medresesi. 04.04.1930 Milliyet 08.04.1930 Cumhuriyet 13.04.1930 Akşam 16.04.1930 Vakit 30.04.1930 Cumhuriyet 05.08.1930 Cumhuriyet 21.08.1930 Akşam 10.09.1932 Cumhuriyet 11.12.1933 Milliyet 12.07.1934 Cumhuriyet 25.05.1936 Cumhuriyet 382 Küçük Ayasofya Medresesi. 04.04.1930 Milliyet 08.04.1930 Cumhuriyet 16.04.1930 Vakit 01.04.1932 Akşam Fatih’te Haydar Medresesi. 16.04.1930 Cumhuriyet 23.04.1930 Milliyet 10.04.1932 Akşam 26.04.1934 Cumhuriyet 06.02.1936 Zaman 10.02.1936 Kurun 15.02.1936 Akşam Şehzadebaşı’nda Darülhadis Medresesi. 16.04.1930 Cumhuriyet 23.04.1930 Milliyet 17.06.1930 Vakit Şehzadebaşı’nda Hoşkadem Mahallesi’nde Ankaravi İsmailefendi Medresesi. 16.05.1930 Cumhuriyet 23.05.1930 Akşam 26.04.1934 Cumhuriyet 05.02.1936 Kurun 09.02.1936 Son Posta 12.02.1936 Zaman 383 Fatih’te Kırkçeşmeler’de Gazanferağa Medresesi. 16.05.1930 Cumhuriyet 23.05.1930 Akşam 05.08.1930 Cumhuriyet 21.08.1930 Akşam 16.09.1931 Yeni Gün 10.09.1932 Cumhuriyet 30.01.1934 Milliyet 05.04.1935 Cumhuriyet Süleymaniye Sani Medresesi. 16.05.1930 Cumhuriyet 23.05.1930 Akşam 22.05.1932 Akşam 30.03.1933 Cumhuriyet 11.12.1933 Milliyet Divanyolu’nda Darüsüadeağası Mehmetağa Medresesi. 22.05.1930 Cumhuriyet 26.05.1930 Akşam 02.06.1930 Vakit 27.01.1937 Cumhuriyet Nuruosmaniye Medresesi (13 odalı) 22.05.1930 Cumhuriyet 26.05.1930 Akşam 02.06.1930 Vakit 20.09.1931 Yeni Gün Fatih’te Tabhane Medresesi. 29.05.1930 Akşam 03.06.1930 Cumhuriyet 384 Şehzadebaşı’nda 21 odalı Şehzade Medresesi. 03.06.1930 Cumhuriyet 06.06.1930 Vakit Sultanahmet’te 16 odalı Şehit Mehmetpaşa Medresesi. 03.06.1930 Cumhuriyet 06.06.1930 Vakit 15.05.1932 Akşam 03.02.1934 Cumhuriyet (?) Üsküdar’da Dıbağlar’da Hayrettinçavuş Mektebi. 03.06.1930 Cumhuriyet 06.06.1930 Vakit Fatih’te 6 odalı Damat Mehmetefendi Medresesi. 03.06.1930 Cumhuriyet 06.06.1930 Vakit 12.08.1930 Akşam 24.08.1930 Cumhuriyet 14.10.1934 Zaman Divanyolu’nda 9 odalı Merzifonlu Kara Mustafapaşa Medresesi. 03.06.1930 Cumhuriyet 06.06.1930 Vakit 31.08.1930 Cumhuriyet 08.01.1932 Cumhuriyet 03.08.1933 Cumhuriyet 25.05.1936 Cumhuriyet Cibali’de 4 odalı Muhittin Hocavi Medresesi. 03.06.1930 Cumhuriyet 06.06.1930 Vakit 15.05.1932 Akşam 26.04.1934 Cumhuriyet 385 İstanbul Çiçek Pazarı’nda Haseki Mustafa Ağa Mektebi. 17.06.1930 Vakit 15.05.1932 Akşam 21.06.1932 Cumhuriyet Ortaköy’de Cavit Ağa Mektebi. 17.06.1930 Vakit 12.08.1930 Akşam 24.08.1930 Cumhuriyet 10.09.1932 Cumhuriyet 30.01.1934 Milliyet 29.04.1935 Cumhuriyet Aksaray’da Muratpaşa Medresesi. 27.06.1930 Cumhuriyet 05.07.1930 Akşam 01.11.1931 Akşam Sabık Hariciye Binası karşısında Beşir Ağa Medresesi. 27.06.1930 Cumhuriyet 05.07.1930 Akşam 15.05.1932 Akşam 13.08.1933 Cumhuriyet 386 Zeyrek Saliha Sultan Mektebi binası. 27.06.1930 Cumhuriyet 05.07.1930 Akşam 08.01.1932 Cumhuriyet 03.08.1933 Cumhuriyet 12.10.1935 Cumhuriyet 17.10.1935 Akşam 17.10.1938 Cumhuriyet Fatih Nişanca’da 9 odalı İncirli Medrese binası. 27.06.1930 Cumhuriyet 05.07.1930 Akşam 16.09.1931 Yeni Gün 27.10.1931 Akşam Fatih’te Bahrisefit Çifte Ayak Medrese binası. 27.06.1930 Cumhuriyet 05.07.1930 Akşam 24.07.1930 Akşam 02.02.1934 Milliyet 27.01.1937 Cumhuriyet Fatih’te Tetümmei Samine Medrese binası. 27.06.1930 Cumhuriyet 05.07.1930 Akşam 08.01.1932 Cumhuriyet 30.09.1932 Cumhuriyet 05.05.1936 Cumhuriyet Koska’da Çobançavuş Medresesi binası. 27.06.1930 Cumhuriyet 05.07.1930 Akşam 28.11.1931 Akşam 387 Mahmutpaşa’da Mahmutğaşa Medresesi binası. 27.06.1930 Cumhuriyet Fatih’te Sinanağa Medresesi. 30.06.1930 Vakit 05.07.1930 Akşam 06.07.1930 Cumhuriyet Şehzadebaşı’nda Kirazlı Mescit medresesi. 30.06.1930 Vakit 06.07.1930 Cumhuriyet 12.08.1930 Akşam 24.08.1930 Cumhuriyet 15.05.1932 Akşam 08.06.1934 Akşam Küçük Ayasofya’da 3 odalı Mirzeban (Mihriban) Hanım Medresesi. 09.07.1930 Vakit 12.07.1930 Cumhuriyet 21.07.1930 Akşam 15.05.1932 Akşam 08.06.1934 Akşam Süleymaniye’de 15 odalı Tıp Medresesi. 20.07.1930 Cumhuriyet 15.07.1932 Cumhuriyet 08.01.1932 Cumhuriyet 21.02.1934 Akşam 388 Fatih’te Kaba Halil Medresesi. 24.07.1930 Akşam 26.07.1930 Vakit 02.08.1930 Cumhuriyet 30.08.1930 Cumhuriyet Düyunu Umumiye civarında Rüstempaşa Medrese binası. 31.07.1930 Vakit 08.08.1930 Cumhuriyet 02.09.1930 Akşam 14.11.1933 Milliyet Zeyrek’te Haliliye Medrese binası. 31.07.1930 Vakit 08.08.1930 Cumhuriyet 23.01.1932 Akşam 14.10.1934 Zaman Vezneciler’de Kuyucu Muratpaşa Medresesi. 05.08.1930 Cumhuriyet 21.08.1930 Akşam 11.09.1932 Cumhuriyet Silivrikapı’da kâin Perestevkadın Balâ Mektebi binası. 12.08.1930 Akşam 24.08.1930 Cumhuriyet Şehzadebaşı’nda Hoşkadem Mahallesi’nde Mimarkasım Medresesi. 31.08.1930 Cumhuriyet 30.05.1932 Cumhuriyet 25.05.1934 Cumhuriyet 04.07.1934 Akşam 389 Beyazıt’ta Tavşantaşı’nda Abdullah Ağa Mektebi. 03.09.1930 Akşam 14.09.1930 Cumhuriyet Koska’da Papaszade Mustafa Çelebi Medresesi. 03.09.1930 Akşam 14.09.1930 Cumhuriyet Süleymaniye’de Dökmeci Sani Medresesi. 21.09.1930 Akşam 18.07.1938 Kurun Sirkeci’de Cezairli Ahmet Paşa Medresesi. 24.09.1930 Akşam 26.09.1930 Cumhuriyet 29.08.1933 Cumhuriyet Şehzadebaşı’nda Mimar Hasan Ağa Medresesi. 24.09.1930 Akşam 26.09.1930 Cumhuriyet 29.10.1930 Cumhuriyet 30.09.1932 Cumhuriyet Divanyolu’nda Köprülü Mehmet Paşa Medresesi. 24.09.1930 Akşam 26.09.1930 Cumhuriyet 30.03.1933 Cumhuriyet 16.04.1933 Akşam Beşiktaş’ta Kılınç Ali’de Asariye Mektebi. 24.09.1930 Akşam 26.09.1930 Cumhuriyet Üsküdar’da Valide-i Atik Medresesi. 24.09.1930 Akşam 26.09.1930 Cumhuriyet 30.09.1932 Cumhuriyet 390 Haydarpaşa’da İbrahimağa Mektebi. 24.09.1930 Akşam 26.09.1930 Cumhuriyet 12.10.1931 Akşam 30.09.1932 Cumhuriyet 30.01.1934 Milliyet 05.04.1935 Cumhuriyet Beşiktaş’ta Kaptan İbrahimağa Mektebi. 24.09.1930 Akşam 26.09.1930 Cumhuriyet Üsküdar’da kâin Çinili Medresesi binası. 05.10.1930 Cumhuriyet 08.01.1932 Cumhuriyet 13.08.1933 Cumhuriyet Zeyrek’te Zembilli Aliefendi Mektebi. 22.10.1930 Cumhuriyet 24.10.1931 Akşam Tarakçılar’da 5 odalı Rahikizade Medresesi. 22.10.1930 Cumhuriyet 19.04.1934 Akşam Fatih Nişanca’da 6 odadan ibaret küçük medrese. 22.10.1930 Cumhuriyet 21.11.1930 Cumhuriyet 24.10.1931 Akşam Küçük Mustafa Paşa’da hazine vekili İsmail Ağa Mektebi binası. 12.01.1931 Akşam 08.12.1931 Akşam 14.10.1934 Zaman 06.02.1936 Tan 10.02.1936 Kurun 391 10.03.1936 Haber Üsküdar’da Mihrimah Mektebi. 26.01.1931 Akşam 10.03.1932 Son Posta 14.11.1933 Milliyet 05.04.1935 Cumhuriyet Haseki’de kâin Bayram Paşa Mektebi. 22.03.1931 Akşam 20.02.1932 Akşam 30.01.1934 Milliyet 29.04.1935 Cumhuriyet Karagümrük’te Öksüz Mehmet Paşa Cami yanında bulunan 3 odalı Öksüz Mehmet Paşa Mektebi. 11.10.1931 Akşam Beşiktaş’ta hazine vekili Osman Efendi Mektebi. 12.10.1931 Akşam Vefa Koğacılar caddesinde Defterdar Ricai Efendi mektebi. 27.10.1931 Akşam Tophane’de Topçu Mehmetağa Mektebi. 10.03.1932 Son Posta Ortaköy’de Mecidiye Mektebi binası. 13.03.1932 Akşam 26.11.1931 Akşam 26.04.1934 Cumhuriyet Divanyolu’nda Çorlulu Ali Paşa Medresesi. 01.04.1932 Akşam 03.02.1934 Cumhuriyet (?) 29.03.1934 Akşam 392 Şehzadebaşı’nda Darülhadis Bosnavi Medresesi. 08.04.1932 Akşam 30.03.1933 Cumhuriyet 16.04.1933 Akşam 26.04.1934 Cumhuriyet 25.05.1936 Cumhuriyet Cağaloğlu’nda Hadım Hasanpaşa Medresesi. 22.05.1932 Akşam 29.08.1933 Cumhuriyet Mercan’da İbrahimpaşa Medresesi. 30.05.1932 Cumhuriyet Kocamustafapaşa’da Ağaçkakan’da Hacı Evhaddin Mektebi. 02.07.1932 Cumhuriyet Üsküdar’da Rüstempaşa Mektebi. 15.07.1932 Cumhuriyet Topkapı’da Ahmetpaşa Medresesi. 22.07.1932 Cumhuriyet Topkapı’da Ahmetpaşa Mektebi. 22.07.1932 Cumhuriyet 05.04.1935 Cumhuriyet Unkapanı’nda Süleyman Subaşı mektebi. 10.09.1932 Cumhuriyet Fatih’te Eftalzade Medresesi. 11.09.1932 Cumhuriyet 06.04.1934 Cumhuriyet 05.05.1936 Cumhuriyet Beylerbeyi’nde Hamid-i Evvel Mektebi. 30.09.1932 Cumhuriyet 05.04.1935 Cumhuriyet 393 Vefa’da Ekmekçibaşı Medresesi. 13.03.1933 Cumhuriyet 25.03.1933 Akşam 29.02.1936 Tan Kantarcılar’da Kepenekçisinan Medresesi. 03.08.1933 Cumhuriyet 07.05.1934 Milliyet 27.06.1934 Milliyet Kadıköy’de Zühtüpaşa Mektebi. 03.08.1933 Cumhuriyet Kadıköy’de İbrahimağa Mektebi Medresesi. 06.11.1933 Milliyet Eyüp’te Rami Mehmet Paşa Mektebi. 11.12.1933 Milliyet 06.08.1936 Cumhuriyet Eyüp’te Sokollu Kütüphanesi. 11.12.1933 Milliyet 21.02.1934 Akşam 06.03.1934 Cumhuriyet 08.04.1934 Cumhuriyet Horhor’da Hintler Tekkesi. 11.12.1933 Milliyet 05.04.1935 Cumhuriyet Karagümrük’te Mesih Paşa Medresesi. 11.12.1933 Milliyet 05.04.1935 Cumhuriyet Taş Kasap’ta Ser Çavuş Yusuf Ağa Mektebi 30.01.1934 Milliyet Aksaray’da 29 numaralı Bekirpaşa Mektebi. 23.02.1934 Cumhuriyet 01.04.1935 Cumhuriyet 394 Fatih’te Celep Mehmetağa Medresesi. 26.04.1934 Cumhuriyet Çarşamba’da Abdürrahim Efendi Medresesi. 26.04.1934 Cumhuriyet Fatih’te Nişanca’da Kazasker Hasanefendi Medresesi. 26.04.1934 Cumhuriyet Eyüp’te Ebussuud Efendi Mektebi. 26.04.1934 Cumhuriyet 18.07.1938 Kurun Çemberlitaş’ta Atikalipaşa Mektebi 12.07.1934 Cumhuriyet 31.07.1934 Akşam Eyüp’te Ramazan Ağa Mektebi. 12.07.1934 Zaman 29.07.1934 Cumhuriyet 05.10.1935 Akşam Küçükpazar’da Abdüsselam Mektebi. 31.07.1934 Akşam Zeyrek’te Hacı Kasım Ağa mektebi arsası. 14.09.1934 Milliyet Edirnekapı’da Mihrimah Medresesi 14.09.1934 Milliyet Fatih’te Çiviciler Caddesi’nde Taş Mektep. 14.09.1934 Milliyet Çarşıkapı Yeniçeriler Caddesinde Sinanpaşa Medresesi. 24.09.1934 Milliyet Süleymaniye’de Kirazlı Mescit Medresesi enkazı. 23.10.1934 Cumhuriyet 395 Aksaray’da Haseki’de 2 nolu kârgir İbrahimpaşa Mektebi. 01.04.1935 Cumhuriyet Eyüp Nişanca’da 36 numaralı kârgir Mehmedpaşa Mektebi. 05.04.1935 Cumhuriyet Beyoğlu Lalahayreddin Mahallesi’nde Hacıbeşirağa Medresesi. 05.04.1935 Cumhuriyet Eyüp’te Büyükcami Mahallesi’nde Hekim mektebi binası. 05.04.1935 Cumhuriyet Topkapı’da Sulukule Caddesinde kale burcu. 08.04.1935 Cumhuriyet Karagümrük’te Fetva Emini Nuri Efendi mektebi. 29.04.1935 Cumhuriyet Eyüp’te Bostaniskelesi Sokağında 2 odalı Mihrişah Validesultan Mektebi. 07.10.1935 Cumhuriyet Cağaloğlu’nda Hadım Hasanpaşa Medresesinin 3 no’lu odası. 11.02.1936 Akşam Süleymaniye’de Elmaruf Mahallesi’nde bir odalı taş mektep. 29.02.1936 Zaman 10.03.1936 Haber Galata’da Çeşmemeydanı Mahallesi’nde Sarı Eminehatun Mektebi. 05.05.1936 Cumhuriyet Hocaalaeddin Mektep Sokağında Abdüsselam Mektebi. 05.05.1936 Cumhuriyet Çarşıkapı’da Yeniçeriler Sokağı’nda 40 no’lu Çorlulusani Medresesi. 05.05.1936 Cumhuriyet 396 Sultanahmed’de İshakpaşa Mahallesinde İmrahor Aliağa Mektebi. 09.05.1936 Cumhuriyet Süleymaniye’de Kepenekçisinan Sokağında 5 nolu Siyavüşpaşa Medresesi. 25.05.1936 Cumhuriyet Çarşamba’da Türkağa Sokağı’nda Defterdar İbrahimefendi Medresesi. (1 ve 2 nolu odaları hariç.) 05.07.1936 Cumhuriyet Fatih Çarşamba’da Cedid Abdürrahimefendi Medresesi. (1 ve 2 nolu odaları hariç.) 20.07.1936 Cumhuriyet Şehzadebaşı’nda Tramvay Caddesi’nde Damat İbrahimpaşa Sebili. 01.07.1938 Kurun Mevlevihane Kapısı’nda Aynalı Bakkal Sokağı’nda Nişastacı Sadıkefendi Mektebi. 18.07.1938 Kurun Kasımpaşa’da Küçükpiyale Mahallesinin Mektep Sokağı’nda Abdülkadir Çavuş Mektebi. 18.07.1938 Kurun Süleymaniye-i Sani Medresesi (Depo olarak kullanılmak üzere) 240 08.08.1938 Son Posta Eyüp’te Ebussuud Efendi Mektebi 36 08.08.1938 Son Posta Süleymaniye Mülazımlar Medresesi (Depo olarak kullanılmak üzere) 120 17.08.1938 Son Posta Şehzadebaşı Damat İbrahim Paşa Sebili1 60 10.08.1938 Yeni Sabah 22.08.1938 Son Posta 1 İlk ilanında talibi çıkmadığından verilen ilanda fiyatta pazarlık yapılabileceği bildirilmiştir. 397 EK-3; Özel Mülk Haline Gelmiş Eski Eserlerin Satış İlanlarından Örnekler “Vakıf Müessesesinin Çözülmesi Dolayısıyla Oluşan Tahribat” bölümünde açıklandığı üzere bazı eski eserler Vakıfların ihmali neticesinde özel mülk haline gelmiş, zaman zaman bu mülkler bankalar tarafından haczedilmiş, zaman zaman da serbest olarak satılmıştır. Dönemin günlük gazetelerinin taranması sonucu hazırlanan bu listede yer alan eserlerin satılıp satılamadığını tespit etmek mümkün olamamıştır. Ancak satışa konulan eserlere talip çıkmaması üzerine ilanlar tekrarlanmıştır. Bu durum dipnotlarda belirtilmiştir. Hazırladığımız listede Eserin mevki – ismi – türü gazetelerde yayınlanan şekliyle aynen alınmıştır. Eski Eserin Mevki – Müzayede İsmi - Türü Açılış Bedeli Satan Kurum Kira İlan Tarihi Gazetesi (Lira) Hasköy Piripaşa Mahallesinde Hamam Sokağı’nda harap hamamın 2500 lira (muhammen bedeli) Emlaki Metruke 26.07.1929 Cumhuriyet Satış Komisyonu hazineye ait ½ hissesi. (I. Dünya savaşı sonrası ülkeyi terk eden gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarından hazineye intikal etmiş olmalıdır.) Hocapaşa’da (Tramvay) Hüdavendigar Caddesi’nde 2500 lira teminat Emlak ve Eytam 24.02.1930 Cumhuriyet Bankası 398 Kalın Mustafa Ağa bedeli 06.03.1930 Cumhuriyet Medresesi1067 Beyoğlu Kuloğlu Mahallesi’nde Ağahamamı Emniyet Sandığı 17.05.1930 Cumhuriyet Müdürlüğü sokağında, Ağa Hamamı (Hüseyin Kâmi namı bir hamamın Bey’in borcuna ile tamamı. karşılık olarak) Laleli Apartmanları’nın 900 lira Tayyare arkasında Cemiyet Cemiyeti malı (muhammen bulunan Çukurçeşme hamamı bedeli) enkazı.1068 18.09.1934 Cumhuriyet 22.09.1934 Milliyet 24.09.1934 Zaman Alıcı çıkmadığı için 03.04.193, 22.02.1933, 02.02.1934, 28.05.1936, 16.07.1936 tarihlerinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; Cumhuriyet, 03.04.1930; Milliyet, 03.04.1930; Cumhuriyet, 22.02.1933; Cumhuriyet, 03.04.1933; Cumhuriyet, 02.02.1934; Cumhuriyet, 08.02.1934; Cumhuriyet, 28.05.1936; Cumhuriyet, 16.07.1936; Cumhuriyet, 23.07.1936. 1068 Satışı ertelenmiş ve 10.10.1934 tarihinde tekrar ilan verilmiştir. Bkz; Milliyet, 10.10.1934. 1067 399 KAYNAKÇA A . KİTAPLAR Ahmet Refik, On Altıncı Asırda İstanbul Hayatı (1553-1591), Maarif Vekâleti Devlet Basımevi, İstanbul, 1935. Atasoy, Nurhan, İbrahim Paşa Sarayı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2012. Batur, Afife, M. Vedat Tek Kimliğinin İzinde Bir Mimar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2003. Beyatlı, Yahya Kemal, Aziz İstanbul, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 2008. Can, Nurettin, Eski Eserler ve Müzelerle İlgili Kanun Nizamname ve Emirler, Milli Eğitim Basımevi, Ankara, 1948. Çelik, Zeynep, 19. Yüzyılda Osmanlı Başkenti Değişen İstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1998. Eldem, Sedad Hakkı - Akozan, Feridun, Topkapı Sarayı Bir Mimari Araştırma, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1982. Gerçek, Ferruh, Türk Müzeciliği, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1999. Haskan, Mehmet Nermi, Hâmid-i Evvel Külliyesi ve Çevresi, İstanbul Ticaret Borsası Yayınları, İstanbul, 2018. İhtifalci Mehmet Ziya Bey, İstanbul ve Boğaziçi Bizans Ve Osmanlı Medeniyetlerinin Asar-ı Bakiyesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş Yayınları, İstanbul, 2016. İnan, Afet, Atatürk Hakkında Hatırlar ve Belgeler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009. İstanbul’un Kaybolan Kültür Varlıkları Suriçi (Fatih) Camileri ve Mescidleri, (Ed.: Fatih Dalgalı), C. I-II, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı Kültür Varlıkları Projeler Müdürlüğü, İstanbul, 2015. 400 Koçak, Cemil, Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, C. 1, İletişim Yayınları, İstanbul, 1996. Konyalı, İbrahim Hakkı, Abideleri ve Kitabeleri ile Üsküdar Tarihi, C. 1, Türkiye Yeşilay Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1976. Konyalı, İbrahim Hakkı, Abideleri ve Kitabeleri ile Üsküdar Tarihi, C. 2, Türkiye Yeşilay Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1976. Madran, Emre, Osmanlı İmparatorluğunun Klasik Çağlarında Onarım Alanının Örgütlenmesi 16.-18. Yüzyıllar, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, Ankara, 2004. Madran, Emre, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kültür Varlıklarının Korunmasına İlişkin Tutumlar ve Düzenlemeler: 1800-1950, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, Ankara, 2002. Meclis-i Vükelâ Kararı ile Müteşekkil Muhafaza-i Âsâr-ı Atika Encümen-i Daimisi, Topkapı Saray-ı Hümayununun Tamiratı Münasebeti ile Encümenin Hükümet-i S'eniyenin Nazar-ı Dikkatine Arz Eylediği Rapor, Darülhilafetülaliye Matbası, 1337/1921. Meclis-i Vükela Kararıyla Müteşekkil Muhafaza-i Âsâr-I Atika Encümen-i Daimisi [nin] Bir Senelik Mesaisine Dair Rapor 21 Mayıs 1334, Matbaa-i Amire, İstanbul 1336/1920. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 103. İnikat, 8 Mayıs 1327/21 Mayıs 1911. Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 68. İnikat, 11 Mayıs 1327/24 Mayıs 1911. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 107. İnikat, 12 Mayıs 1327/25 Mayıs 1911. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 108. İnikat, 14 Mayıs 1327 (27 Mayıs 1911. Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 70. İnikat, 14 Mayıs 1327/ 27 Mayıs 1911. Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, I. Devre, III. İçtima, 68. İnikat, 11 Mayıs 1327/24 Mayıs 1911. 401 Müller-Wiener, Wolfgang, İstanbul’un Tarihsel Topografyası, YKY, 3. Baskı, İstanbul, 2007. Ogan, Aziz, Türk Müzeciliğinin 100’üncü Yıldönümü, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, İstanbul, 1947. Öz, Tahsin, İstanbul Camileri I-II, C.1, TTK, Ankara, 2015. Öztürk, Nazif, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1995. S. Kütükoğlu, Mübahat, XX. Asra Erişen İstanbul Medreseleri, TTK Basımevi, Ankara, 2000. Şeyhülislam Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi, Meşrutiyet, Büyük Harp ve Mütareke Günlükleri (1909-1922), Yayına Hazırlayan: Ali Suat Ürgüplü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2015. Topuzlu, Cemil, İstibdat-Meşrutiyet- Cumhuriyet Devirlerinde 80 Yıllık Hatıralarım, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1982. B . MAKALELER Altan, Kemal, “Siyaveş Paşa Kasrı”, Arkitekt, S. 57, 1935 Eylül. Apaydın, Cem, "Belgeler Işığında Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması Üzerine Bir Değerlendirme", Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları Dergisi, 16 / 32, Aralık 2017. Arpacı, Kubilay, “Üsküdar’ın Kadim Minareleri ve Minarecilik”, Üsküdar Kültür, Sanat ve Edebiyat Dergisi, S. 6, 2018/1. Ayanoğlu, Fazıl, "İstanbul'da Yola Kalbedilen Cami Vesaire", Vakıflar Dergisi, S. 8, 1969. Beyoğlu, Süleyman, “Topkapı Sarayı Bombalanacaktı!..”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, S. 54 1998. Bülbül, Ahmet Hamdi, “IV. Vakıf Han’ın Yerindeki Önemli Eser: Hamidiye İmareti”, Restorasyon Yıllığı, S. 4, 2012. 402 Çal, Halit, “Osmanlı Devletinde Âsâr-ı Atika Nizamnameleri”, Vakıflar Dergisi, S. 26 1997. Eldem, Sedad Hakkı, “Eski Bir Türk Evi”, Mimar, S. 39, 1934 Mart. Eyice, Semavi, “İstanbul’un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri I Çobançavuş, Adilşah Kadın, Hoca Teberrük, Revani Çelebi ve Yayla Camileri”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, S. 26, 1972. Eyice, Semavi, “İstanbul’un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri II Bostan Cami, Kızlarağası Abbasağa Hamamı, Çukurçeşme Hamamı, Kasım Ağa Mescidi”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, S. 27, 1973. Güler, Mustafa - Karadağ, Gülay, “Dârüssaâde Ağası Hacı Beşir Ağa’nın Üsküdar’daki Hayratı”, IV. Üsküdar Sempozyumu: 3-5 Kasım 2006 Bildiriler, Ed. Coşkun Yılmaz, C. 2, Üsküdar Belediyesi, İstanbul, 2007. Halil Ethem Bey, “Müzeler”, Birinci Türk Tarih Kongresi Konferanslar Müzakere Zabıtları, TTK Basımevi Ankara, 2010. Konya, Didem, "Türkiye'nin İlk Türk Kadın Doktoru: Safiye Ali ve Çalışmaları", Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırmaları Dergisi 19, 2018. Kut, Turgut, “İstanbul Sıbyan Mektepleriyle İlgili Bir Vesika”, İstanbul Armağanı 3, Gündelik Hayatın Renkleri, İstanbul, 1997. Özkan, Suha, “Türk-Alman Dostluk Yurdu Öneri Yarışması 1916”, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi, C. 1, S. 2, Sonbahar, 1975. Pehlivanlı, Hamit, “Üsküdar’da Valide-i Atik Yangını [2]3 Ağustos 1927”, Uluslararası Üsküdar Sempozyumu VII: 2-4 Kasım 2012, C. 1, Üsküdar Belediyesi, İstanbul, 2014. Selçuk, Mustafa, “Birinci Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri’nin İstanbul’a Yönelik Hava Taarruzları”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, C. 1, S. 2, 2014. Sür, Özdoğan, “Türkiye’nin Deprem Bölgeleri”, Ankara Üniversitesi Türkiye Coğrafyası Araştırma ve Uygulama Merkezi Türkiye Coğrafyası Dergisi, Ankara Üniversitesi Basımevi, S. 2 (1993). 403 Ünsal, Behçet, “İstanbul’un İmarı ve Eski Eser Kaybı”, Türk Sanat Tarihi Araştırma ve İncelemeleri II, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, İstanbul, 1969. Yavuz, Yıldırım, “Mimar Kemalettin Bey (1870-1927)”, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi, C. 7, S. 1, Bahar 1981. C . ANSİKLOPEDİ MADDELERİ “Abdi Çelebi Cami”, REK. İA., C. 1, İstanbul, 1958. “Abdülhalim Medresesi”, REK. İ.A., C. 1 İstanbul, 1958. “Abdülhamid I Çeşmesi”, REK. İ.A., C. 1, İstanbul, 1958. “Ağalar Cami”, REK. İA., C. 1, İstanbul, 1958. “Ahmediye Camii ve Külliyesi”, REK. İ.A., C. 1, İstanbul, 1963. “Alacahamam”, REK. İA., C. 1, İstanbul, 1958. “Anadolu Hisarı”, REK İA., C. 2, İstanbul, 1959. “Anadolu Hisarı Camii”, REK İA., C. 2, İstanbul, 1959. “Ayasofya Hamamı”, REK. İ.A., C. 3, İstanbul, 1960. “Ayaspaşa Hamamı”, REK. İ.A., C. 3, İstanbul, 1960. “Ayaspaşa”, TVİA, C. 1, İstanbul, 1993. “Bâbıhümayûn”, REK. İ.A., C. 4, İstanbul, 1960. “Bağçekapusu”, REK. İ.A., C. 4, İstanbul, 1960. “Balıkpazarı”, REK İA., C. 4, İstanbul,1960. “Balıkpazarı İskelesi Mescidi”, REK İA., C. 4, İstanbul, 1960. “Bayazid Sultan Mahmud Kasrı/ İmaret Kasrı”, REK İA., C. 4, İstanbul, 1960. “Büyük Valide Hanı”, REK. İ.A., C. 6, İstanbul, 1963. “Çardaklı Hamam”, REK. İ.A., C. 7, İstanbul, 1965. “Çatalca’da Ali Paşa Cami”, REK İ.A., C. 7, İstanbul, 1971. “Çıfıt Kapusu”, REK İA., C. 7, İstanbul, 1971. “Demirkapusu Mescidi”, REK. İ.A., C. 8, İstanbul, 1966. “Elvan Mescidi”, REK. İA., C. 9, İstanbul, 1968. “Emin Erkul” , TVİA, C. 4, İstanbul 1994. Ahunbay, Zeynep, “Feyzullah Efendi Medresesi”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994. Ahunbay, Zeynep, “Hadım Hasan Paşa Medresesi”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994. Ahunbay, Zeynep, “Medreseler”, TVİA, C. 5, İstanbul, 1994. Ahunbay, Zeynep, “Medreseler”, TVİA, C. 5, İstanbul, 1994. 404 Akbulut, M. Rıfat, “Alfred Agache”, TVİA, C. 1, İstanbul 1993. Akbulut, M. Rıfat, “Joseph Antoine Bouvard”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994. Akbulut, M. Rıfat, “Joseph Antoine Bouvard”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994. Alpay, İ. Birol, “Abdülhamid I Külliyesi”, TVİA, C. 1, İstanbul, 1993. Alpay, İ. Birol, “Abdülhamid I Külliyesi”, TVİA, C.1, İstanbul, 1993. Altun, Ara, “Bab-ı Seraskeri”, DİA, C. 4, İstanbul, 1991. Arlı, Hakan, “Bebek Cami”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994. Arlı, Hakan, “Bostancı Cami”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994. Artan, Tülay–Neumann, Christoph K., “Kavak Sarayı”, TVİA, C. 4, İstanbul, 1994. Ayverdi, Ekrem Hakkı, “Davudpaşa Cami”, REK. İ.A, C. 8, İstanbul, 1966. Ayverdi, Ekrem Hakkı, “Fatih Sultan Mehmed Camii Kebiri ve Külliyesi”, REK İA., C. 10, İstanbul, 1971. Batur, Afife, “Le Corbusier”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994. Büyük Valide Han”, REK. İA., C. 6, İstanbul, 1963. Cahide Tamer, “Anadoluhisarı’nda Meşruta Yalı, Amucazade Hüseyin Paşa Yalısı”, REK. İA., C. 2, İstanbul, 1959. Çavaş, Raşit, “Direklerarası”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994. Çelebi, Rezan, “Eyüp Sultan Külliyesi”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994. Çelebi, Rezan, “Feyzullah Efendi Külliyesi”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994. Çobanoğlu, Ahmet Vefa –Ertuğrul, Özkan, “Kemaleddin Bey, Mimar”, DİA, C. 25, İstanbul, 2002. Divanyolu”, REK. İA., , C. 9, İstanbul, 1968. Eyice, Semavi “Bayezid Külliyesi”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994. Eyice, Semavi, “İstanbul Muhipleri Cemiyeti”, TVİA, C. 4, İstanbul, 1994. Eyice, Semavi, “Ahmed III Kütüphanesi”, DİA, C. 2, İstanbul, 1989. Eyice, Semavi, “Arslanhane”, DİA, , C. 3, İstanbul, 1991. Eyice, Semavi, “Ayasofya”, DİA, C. 4, İstanbul, 1991. Eyice, Semavi, “Aynalıkavak Sarayı”, DİA, C.4, İstanbul, 1991. Eyice, Semavi, “Balabanağa Mescidi”, REK. İ.A., C. 4, İstanbul, 1960. Eyice, Semavi, “Balabanağa Mescidi”, TVİA, C. 2, İstanbul 1994. Eyice, Semavi, “Bayezid Külliyesi”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994. Eyice, Semavi, “Bayrampaşa Deresi Köprüsü”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. 5, İstanbul, 1992. 405 Eyice, Semavi, “Boğdan Sarayı ve Şapeli”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994. Eyice, Semavi, “Constantinus Forumu”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994. Eyice, Semavi, “Çemberlitaş Hamamı”, TVİA, C. 1, İstanbul, 1993. Eyice, Semavi, “Çemberlitaş Hamamı”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994. Eyice, Semavi, “Çemberlitaş Hamamı”, TVİA, C. 2, İstanbul, 1994. Eyice, Semavi, “Çinili Köşk”, DİA, C. 8, İstanbul, 1993. Eyice, Semavi, “Ebulfazl Mahmud Efendi Medresesi”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994. Eyice, Semavi, “Edirnekapı Camii ve Külliyesi”, DİA, C.10, İstanbul, 1994. Eyice, Semavi, “Elçi Hanı”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994. Eyice, Semavi, “Fatih Külliyesi”, TVİA, C.3, İstanbul, 1994. Eyice, Semavi, “Fethiye Cami” TVİA, C. 3, İstanbul, 1994. Eyice, Semavi, “Fethiye Cami”, TVİA, C. 4, İstanbul, 1994. Eyice, Semavi, “Hadım Hasan Paşa Külliyesi”, DİA, C. 15, İstanbul, 1997. Eyice, Semavi, “Hamidiye Külliyesi”, DİA, C. 15, İstanbul, 1997. Eyice, Semavi, “İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni”, TVİA, C. 4, İstanbul, 1994. Eyice, Semavi, “İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni”, TVİA, C. 4, İstanbul, 1994. Eyice, Semavi, “İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni”, TVİA, C. 4, İstanbul, 1994. Eyice, Semavi, “Kızlarağası Hamamı”, TVİA, C. 5, İstanbul, 1994. Eyice, Semavi, “Toklu Dede Mescidi”, TVİA, C. 7, İstanbul, 1994. Eyice, Semavi, “Gülfem Hatun Camii”, DİA, C. 14, İstanbul 1996. Germiyanoğlu, Celaleddin, “Bebek”, REK İA., C. 5, İstanbul, 1961. Göktürk, Hakkı, “Bahariye’de Taşlıburun Tekkesi”, REK İA., C. 4, İstanbul, 1960. Göktürk, Hakkı, “Balihoca Mescidi”, REK İA., C. 4, İstanbul, 1960. Göktürk, Hakkı, “Bezzaziye Mescidi”, REK. İ.A., C. 5, İstanbul, 1961. Göktürk, Hakkı, “Cafer Sübaşı Mescidi”, REK. İ.A., C. 6, İstanbul, 1963. Göktürk, Hakkı, “Çakırağa Mescidi”, REK. İ.A., C. 7, İstanbul, 1965. Göktürk, Hakkı, “Çavuş Mescidi”, REK İA., C. 7, İstanbul, 1971. Göktürk, Hakkı, “Davudpaşa İskelesi Mescidi”, REK. İ.A., C. 8, İstanbul, 1966. Göktürk, Hakkı, “Drağman Mescidi”, REK İA., C. 8, İstanbul, 1966. Gültekin, Gülbin, “Zeynep Sultan Camii ve Sıbyan Mektebi”, TVİA, C. 7, İstanbul, 1994. Hiç, Vasıf, “Babüssaadeağası Camii”, REK. İ.A., C. 4, İstanbul, 1960. İpşirli, Mehmet, “Hayri Efendi, Mustafa”, DİA, C. 17, İstanbul,1998. Karaca, Zafer, “Yeoryios (Ayios) Kilisesi”, TVİA, C. 7, İstanbul, 1994. 406 Koçu, Reşat Ekrem, “Beşiktaş Sinan Paşa Hamamı”, İstanbul Ansiklopedisi (REK. İA.), C.5, İstanbul Ansiklopedisi ve Neşriyat, İstanbul, 1961. Kuban, Doğan, “Laleli”, TVİA, C. 5, İstanbul, 1994. Kuban, Doğan, “Yalı Köşkü”, TVİA, C.7, İstanbul, 1994. Mimaroğlu, Reşad, “Cerrahpaşa Hamamı”, REK. İA., C. 7, İstanbul, 1971. Naza, Emine, “Kaptan İbrahim Paşa Cami”, TVİA, C. 4, İstanbul, 1994. Okçuoğlu, Tarkan, “Pertevnihal Valide Sultan Türbesi”, TVİA, C. 6, İstanbul, 1994. Şehsuvaroğlu, Haluk Y., “Aynalıkavak Kasrı”, REK. İA, C. 3, İstanbul, 1960. Tanman, Baha, “Abdal Yakûb Tekkesi”, DİA, C. 1, İstanbul, 1988. Tanman, Baha, “Eyüp Sultan Külliyesi”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994. Tanman, Baha, “Kasr-ı Hümayun”, DİA, C. 21, İstanbul, 2001. Tanman, Baha, “Keşfi Cafer Efendi Tekkesi”, TVİA, C.4, İstanbul, 1994. Tanman, Baha, “Şeyh Vefa Külliyesi”, TVİA, C. 7, İstanbul, 1994. Tanman, Baha, ‟Beşiktaş Mevlevihanesi”, DİA, C. 5, İstanbul, 1992. Tanman, M. Baha, “Haşim Efendi Tekkesi”, TVİA, C. 4. Tanman, M. Baha, “Kaymakçı Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi (TVİA), C.4, Tarih Vakfı ve Kültür Bakanlığı Ortak Yayını, İstanbul, 1994. Tanman, M. Baha, Yenikapı Mevlevihanesi, TVİA, C. 7, İstanbul, 1994. Tanyeli, Gülsün, “Laleli Külliyesi”, TVİA, C. 5, İstanbul, 1994. Vefa Çobanoğlu, Ahmet, “Malatyalı İsmail Ağa Camii ve Tekkesi”, TVİA, C. 5, İstanbul, 1994. Yavuz, Yıldırım, “Birinci Vakıf Han”, TVİA, C. 2, İstanbul , 1994. Yavuz, Yıldırım, “Dördüncü Vakıf Han”, TVİA, C. 3. Yavuz, Yıldırım, “Fethiye Medresesi”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994. Yavuz, Yıldırım, “İkinci Vakıf Han”, TVİA, C. 4, İstanbul, 1994. Yavuz, Yıldırım, “Medresetû’l Kuzat”, TVİA, C. 5, İstanbul, 1994. Yavuz, Yıldırım, “Mustafa III Mektebi”, TVİA, C. 5, İstanbul, 1994. Yavuz, Yıldırım, “Üçüncü Vakıf Han”, TVİA, C. 7, İstanbul, 1994. Yıldırım, Nuran, “Cemil Topuzlu”, TVİA, C. 7, İstanbul, 1994. Yücel, Erdem, “Davudpaşa”, TVİA, C. 3, İstanbul, 1994. 407 D . TEZLER Cantemir, Bekir, Çok Partili Hayata Geçiş Sürecinde İstanbul’un Mekân ve Sosyal Yapı Dönüşümü: 1946-1960, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 2013. Diker, Hasan Fırat, Belgeler Işığında Ayasofya’nın Geçirdiği Onarımlar, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul, 2010. Gümüş, Müjde Dila, II. Meşrutiyet’te Saray İçin Çalışmak: Vedad (Tek) Bey’in Sermimarlık Dönemi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul, 2018. Halat, Yusuf, Osmanlı Döneminde İstanbul Divanyolu’nun Tarihsel Süreçte Değişimi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2018. Kaboğlu, Arzu, Hobyar Mescidi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Sanatı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2010. Özyalvaç, Ali Naci, Bir Müfettiş Raporuna Göre Erken 20. Yüzyıl İstanbul’unda Suriçi Sıbyan Mektepleri, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2010. Yavuz, Ünsal, Demokrat Parti İktidarı Döneminde İstanbul’a İlişkin İmar Politikaları ve Faaliyetleri, İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2008. E. ARŞİV MALZEMESİ (İlgili belge metin içerisinde tasnif numarası ile gösterilmiştir.) Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi Salt Araştırma Ali Saim Ülgen Arşivi Türk Tarih Kurumu Arşivi İstanbul Arkeoloji Müzeleri Encümen Arşivi İstanbul IV. Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Arşivi 408 Taha Toros Dijital Arşivi G. GAZETELER (İlgili nüsha metin içerisinde gösterilmiştir.) Akşam Cumhuriyet Haber Hakimiyet-i Milliye Halk Dostu İkdam Kurun Milliyet Son Saat Son Posta Ulus Tan Tasvir-i Efkar Vakit Yeni Sabah Zaman 409