ÖZET Medeniyetler arasındaki çatışma, tarih boyunca derin girdaplara sebep olmuştur. Doğu ile Batı arasındaki ilk göç muhtemelen Homeros'un bize ilettiği " İlyada Destanı " ile başlıyor. Bazı söylentilere göre Fatih Sultan Mehmet... more
ÖZET Medeniyetler arasındaki çatışma, tarih boyunca derin girdaplara sebep olmuştur. Doğu ile Batı arasındaki ilk göç muhtemelen Homeros'un bize ilettiği " İlyada Destanı " ile başlıyor. Bazı söylentilere göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethettiği zaman " Hektor'un intikamı alındı " demiştir. Ayrıca Kurtuluş Savaşında Yunan ordusunun yenilgisinden hemen sonra aynı kelimeler Mustafa Kemal Atatürk'e atfedilmiştir. Bu sözlerin doğru olup olmadığına bakılmaksızın, her ne olursa olsun, bu sözler Batı ile Doğu arasındaki süregelen bir anlaşmazlığı edebiyatta epik tür olarak göstermektedir. Kelime anlamı olarak kahramanlık anlamına gelen epik, yazın alanında epik destan türü olarak yer almaktadır. Unutulmaz hikâyelerle dolu bu klasik-epik yazılar toplumlar tarafından kurgulanan kahramanlık öyküleridir. Çünkü toplumun sağduyusu, düşüncesi ve birikimi, başarıyla sonuçlanan mücadelelerin nesilden nesle aktarılması için kahramanlık olaylarının anlatıldığı bu türü yaratmıştır. İlk olarak sözlü bir şekilde aktarılan destanlar, tarihsel süreç içerisinde yazıya aktarılarak varlığını devam ettirmiştir. Çünkü sözlü/yazılı ürün olarak oluşturulan epik destanlar, toplumların millet olma süreçlerini anlatmak için sahip olunan en değerli kaynaklardandır. Destanlar yapay ve doğal olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Doğal destanlar milletlerin yaşadığı büyük olayların ortak bilinçte bıraktığı izlenimleri ve etkileri yeni kuşaklara aktarmak ve kahraman olarak ilan edilen kişilere duyulan saygıyı ifade etmek için halk tarafından oluşturulan destanlar iken; yapay destanlar milletlerin hayalinde derin izler bırakan bir olay ya da kahramanın bir yazar/şair tarafından doğal destana benzetilerek kaleme alınıp oluşturulması
Karl Marx’ın Grundrisse: Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma adlı eserinde, bir politik hayvan (zoon politicon) olarak insanın toplumun iktisadi süreçlerine bağlı olarak değişip dönüştüğünü, dönüşüp karmaşıklaşan iş bölümü ile... more
Karl Marx’ın Grundrisse: Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma adlı eserinde, bir politik hayvan (zoon politicon) olarak insanın toplumun iktisadi süreçlerine bağlı olarak değişip dönüştüğünü, dönüşüp karmaşıklaşan iş bölümü ile onun kültürel üretimi arasında bir uyum olduğunu işlerken epik şiiri bir tartışma konusu haline getirir. 1857 el yazmaları olarak da bilinen bu eserin temellendirmek istediği ana fikirlerden biri, üretim tarzının, yani alt yapının, kültürel üst yapı olarak sanat ve ideolojiyi biçimlendireceğidir. Bu fikir kuramsal açıdan savunulabilir olsa da Avrupa edebiyatını oluşturan edebî eserleri yakından tanıyan Marx’ın şaşırtıcı bulduğu devasa örnekler ortadadır. Epik şiir, örneğin İlyada, üretim tarzı bakımından karmaşıklaşmamış geri bir toplumun ürünü olmasına rağmen edebî nitelik açısından üstün bir değer taşımakta, hatta çağdaş okurun da beğenisini kazanmaktadır. İktisadi açıdan geri bir toplum nasıl olur da üstün değer taşıyan bir edebî eseri üretebilir? Bu çarpıcı soru şu ikinci soruyla daha zor cevaplanır bir hale gelecektir: İktisadi açıdan geri bir toplumun ürettiği bir edebî eser nasıl olur da günümüzün karmaşık ve gelişkin üretim ilişkileri içinde yaşayan insanları derinden etkilemeyi sürdürür? Marx’ın zihnini Yunan edebiyatı bağlamında meşgul eden bu sorun Dede Korkut Hikâyeleri açısından da ele alınıp tartışılabilir. Nasıl Yunan sanatı ve edebiyatı arkaik, işlevsiz bir kalıntı olarak ıskartaya çıkarılmayıp Batı kültürünün yapı taşlarından biri olarak kabul edilmişse, Dede Korkut Hikâyeleri de kapitalist toplumsal örgütlenmenin karmaşık iş bölümünden uzak, basit ve tek boyutlu bir göçebe yaşantısının ürünü olmasına rağmen, Türk-İslam kültürünün yapı taşlarından biri olarak işlevini sürdürmektedir. İktisadi gelişmişlik ile sanatsal gelişmişlik arasındaki bu ters orantının anlamı nedir? Bu yazıda Marx’ın kafasını meşgul eden bu sorunu, Dede Korkut Hikâyeleri ve İlyada’dan yola çıkarak tartışacağız.
Homeros’un Troya Savaşı’nın son günlerini anlattığı ölümsüz destanı İlyada’nın ikinci bölümünde kötü ve çok çirkin olarak tasvir edilmesine karşılık, sadece Akha ordusundaki askerlerin içinden geçenleri değil, gerçekleri de dile getiren... more
Homeros’un Troya Savaşı’nın son günlerini anlattığı ölümsüz destanı İlyada’nın ikinci bölümünde kötü ve çok çirkin olarak tasvir edilmesine karşılık, sadece Akha ordusundaki askerlerin içinden geçenleri değil, gerçekleri de dile getiren bir figür olarak karşımıza çıkar Thersites. Ancak bu gerçekleri dile getirişi de karşısındaki soylu sınıfı temsil eden Agamemnon ve Akhilleus’a karşı oldukça serttir. Dolayısıyla Odysseus’un sopasıyla susturulur. Bu nedenle de, Thersites’in İlyada’da çok az bir satırı kapsayan hikayesi yüzyıllar boyunca büyüyerek edebiyatta, sanatta ve felsefede otoriteye karşı çıkışın bir sembolüne dönüşür.
Bugüne kadar Troya’yı ziyaret edenler arasında Pers İmparatorluğu Kralı Xerxes’in, Büyük İskender’in, Roma İmparatoru Caracalla’nın ve İmparator Fatih Sultan Mehmet’in olduğu bilinir. Fakat Hz. İsa’nın Troya’ya geldiğini biliyor muydunuz?... more
Bugüne kadar Troya’yı ziyaret edenler arasında Pers İmparatorluğu Kralı Xerxes’in, Büyük İskender’in, Roma İmparatoru Caracalla’nın ve İmparator Fatih Sultan Mehmet’in olduğu bilinir. Fakat Hz. İsa’nın Troya’ya geldiğini biliyor muydunuz? Hem de Troya Kralı Priamos’u ziyaret için… Hz. İsa ile Priamos arasında yaklaşık 1200 yıllık bir zaman dilimi olduğunun farkındayız elbet. Peki, bu ziyaret bir peygamberlik mucizesi olarak mı hayat bulmuştu? Hz. İsa Troya’da Priamos’u niçin ziyaret etmişti? Gelin bu iddianın sahibi Troya Kazısı hafiri Heinrich Schliemann’dan olan biteni dinleyelim.
Her yeni dönem başladığında bir öğrenci refleksi şudur: Ders programına hızlıca bakılır ve buradaki dersler bir " doğal seleksiyon " a uğratılır; bilinçli ya da bilinçsiz. Bu seçimlik davranışın sonucunda bazı dersler eleğin üzerinde... more
Her yeni dönem başladığında bir öğrenci refleksi şudur: Ders programına hızlıca bakılır ve buradaki dersler bir " doğal seleksiyon " a uğratılır; bilinçli ya da bilinçsiz. Bu seçimlik davranışın sonucunda bazı dersler eleğin üzerinde kalırken, bazı dersler-maalesef-hazin bir son paylaşırlar ve öğrencinin ilgi alanından uzakta, başka bir galakside yolculuğa çıkarcasına uzay boşluğuna yollanırlar. Peki, buradaki refleksin kaynağında ne yatmaktadır? Ya da daha açık konuşalım: Öğrencinin ilgisini çekmeyen/çekemeyen derslerin akıbetini belirleyen nedir? Aslında gündelik yaşamdaki pratik bir davranış ders programını incelerken de devreye girer ve şu soru sorulur: " Burada/bu derste öğrendiklerim benim ne işime yarayacak? " İşte tılsımlı soru!