Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content

Ferat Kaya

The EU, emphasizing the principles of human rights and democratization, which is an important part of its foreign policy towards third countries, put the “human rights condition” in the foreground and stipulated this in the partnership... more
The EU, emphasizing the principles of human rights and democratization, which is an important part of its foreign policy towards third countries, put the “human rights condition” in the foreground and stipulated this in the partnership agreements. The EU aims to improve relations with an emphasis on human rights and democracy as well as developing trade relations in its recent relations with the East and the South. After the end of the Cold War process, the normative power structure of the EU was expressed by Manners in order to explain the EU's capacity to influence international politics in the new order formed. The EU’s approach to the events that started in Syria with the Arab Spring is examined in the study within the scope of normative values. Due to the migrations after 2010, the Union has not been able to develop an effective mechanism for the increase in xenophobia and the migration problem. The EU, which could not predict what would happen to the uprisings in the Arab geography and the problem in Syria, preferred to follow the process instead of being a party to the process by approaching with normative values. When the EU’s practices have been examined, it is seen that it has not been successful in developing an effective discourse with an emphasis on human rights and democracy. The success of the EU, approaches the problem on the axis of security and shows the limitations of being a normative power, cannot be mentioned.
Türkiye’nin nükleer kapasiteye sahip olmasının bölgesel ve küresel aktörler tarafından nasıl algılandığı ve Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği perspektifinden tartışılması bu çalışmanın öncelikli amacını oluşturmaktadır. AB ile... more
Türkiye’nin nükleer kapasiteye sahip olmasının bölgesel ve küresel aktörler tarafından nasıl algılandığı ve Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği perspektifinden tartışılması bu çalışmanın öncelikli amacını oluşturmaktadır. AB ile karşılaştırmalı bir şekilde Türkiye’nin nükleer enerji politikalarının, Avrupa Birliği’nin politikalarıyla uyumluluğu ve Türkiye’nin politika opsiyonları neo-realist temelli bir bakış açısıyla  değerlendirilmektedir. Ayrıca Türkiye-Rusya arasında imzalanan nükleer enerji antlaşmasının, Türkiye’nin mevcut dışa bağımlılığının devam ettirilerek, tek taraflı bir bağımlılığı artıracağı tartışılmaktadır. Çalışmanın birinci bölümünde Türkiye’nin genel enerji görünümü verilerek, nükleer enerji politikasının gelişimi ve ulusal düzlemdeki bakış açıları değerlendirilmektedir. İkinci bölümde Avrupa Birliği’nin nükleer enerji politikası ele alınmaktadır. Üçüncü bölümde, Türkiye’nin nükleer enerji politikası Avrupa Birliği nükleer enerji politikası ile karşılaştırılmakta v...
Bu çalışmada, Sosyal Bilimlerin ‘yöntem’ olarak ortaya çıkışından sonra Sosyal Bilimlerin, Doğa Bilimleri ile neden ayrıldığı ve Yorumsamacı Yaklaşımın bu noktada nerede durduğu açıklanmaktadır. 18. ve 19. yüzyıllarda baskın yöntem bilim... more
Bu çalışmada, Sosyal Bilimlerin ‘yöntem’ olarak ortaya çıkışından sonra Sosyal Bilimlerin, Doğa Bilimleri ile neden ayrıldığı ve Yorumsamacı Yaklaşımın bu noktada nerede durduğu açıklanmaktadır. 18. ve 19. yüzyıllarda baskın yöntem bilim olan Pozitivist Yönteme yönelik eleştirilere de değinilmiştir. Bunu yaparken, Yorumsamacı Yaklaşımın ortaya çıkışından ve ilkelerinden; dolayısıyla Max Weber’den bahsedilmiştir. Bu yöntemi geliştirerek ortaya koyan Dilthey’in tarihselcilik anlayışı, Edmund Husserl ve Martin Heidegger’in fenomenoloji ve özne üzerine ortaya koyduğu fikirleri ve Gadamer’in Hermeneutik Bilimdeki dairesel döngü kavramları üzerinde durulmuştur. “Anlam” kavramı üzerinde durulmasının sebebi de: Yorumsama Biliminin, her insanın farklı tarihsel ve kültürel birikimlere sahip olmasından dolayı, olaylara veya araştırma konularına yaklaşırken farklı yorum ya da çıkarımlara ulaşıldığını iddia etmesidir.
Gelişmekte olan Türkiye, nüfusun artması, hayat standartlarının yükselmesi, sanayileşme faaliyetleri ve yeni teknolojilere yönelim nedeniyle her yıl daha fazla enerji tüketmek durumunda kalmaktadır. Türkiye'nin enerji kaynakları... more
Gelişmekte olan Türkiye, nüfusun artması, hayat standartlarının yükselmesi, sanayileşme faaliyetleri ve yeni teknolojilere yönelim nedeniyle her yıl daha fazla enerji tüketmek durumunda kalmaktadır. Türkiye'nin enerji kaynakları çeşitlilik göstermesine rağmen mevcut birincil enerji kaynakları talebi karşılamakta yetersiz kalmaktadır. Net bir enerji ithalatçısı olan Türkiye, rezervlerin yetersiz olması nedeniyle enerjide dışa bağımlıdır. Nükleer enerjiyi alternatif enerji kaynağı olarak gören Türkiye, nükleer santral yapımına yönelerek enerji bağımlılığını düşürmeyi hedeflemektedir.
Bu çalışma, Türkiye'nin nükleer enerjiye yönelmesiyle birlikte, Rusya'ya yönelik olan bağımlılığın daha da artacağını belirtmektedir.
Günümüzün vazgeçilmez tüketim araçlarından biri olan enerjinin temiz, ekonomik ve verimli kullanımı, ülkelerin gelişmişlik düzeylerini belirten en önemli kıstastır. Tükenen doğal kaynaklar, küresel ısınma, iklim değişiklikleri ve dünyada... more
Günümüzün vazgeçilmez tüketim araçlarından biri olan enerjinin temiz, ekonomik ve verimli kullanımı, ülkelerin gelişmişlik düzeylerini belirten en önemli kıstastır. Tükenen doğal kaynaklar, küresel ısınma, iklim değişiklikleri ve dünyada hızla artan enerji kullanımı yenilenebilir enerji kaynaklarını önemli bir noktaya taşımaktadır. Gelişmekte olan ülkemiz sanayileşme faaliyetleri, yeni teknolojilere yönelim, hayat standartlarının artması ve artan nüfus nedeniyle her yıl daha fazla enerji tüketmek durumunda kalmaktadır. Türkiye’nin enerji kaynakları çok çeşitli olmasına rağmen, mevcut birincil enerji kaynakları talebi karşılamakta yetersiz kalmaktadır. Enerji kaynakları arasında yenilenebilir enerji payının az olması ve kararlı adımların atılmaması, kaynak çeşitliliğinde yetersizliğe yol açmakta ve enerjide dışa bağımlılığı devam ettirmektedir. Birçok AB ülkesi, yenilenebilir enerjinin üretimini ve kullanımını sağlamak ve yeni yatırımları teşvik etmek için hükümet politikaları geliştirmiştir. Bu çalışmada Türkiye’nin artan rüzgâr enerji kullanımıyla AB’nin bu alanda yapmış olduğu çalışmalar karşılaştırılarak, Türkiye’nin rüzgâr enerji politikasına yönelik genel bir değerlendirme yapılmıştır.
The EU, which aims at economic integration in Europe with a neo-functionalist approach and then moves towards political unity, did not focus on the foreign policy dimension. Duchene, who made a conceptual classification of the EU's... more
The EU, which aims at economic integration in Europe with a neo-functionalist approach and then moves towards political unity, did not focus on the foreign policy dimension. Duchene, who made a conceptual classification of the EU's effectiveness in the international arena in the 1970s, defined the EU as "civilian power". The EU, combined the common foreign and security policies in the Maastricht Treaty's second column, aimed to be univocal and more effective in the international system. The EU, preferring positive conditionally with diplomatic and economic assistance, aimed to be an effective actor in the international system. Although the EU has recently mentioned its name with military missions, it has preferred positive sanctions with economic aid, incentives and privileged trade agreements. This study concludes that the EU, which reinforces and actively uses civilian power instead of military preferences, is a civilian power.
İnsanlık tarihi gelişen teknoloji ve olanaklarla birlikte, sürekli bir akış ve değişim süreci içerisinde ilerlemiştir. Ortaya çıkan bu akış ve değişim süreci, toplumlarda rekabete ve değişimlere yol açmıştır. Oluşan yeni yapılarla... more
İnsanlık tarihi gelişen teknoloji ve olanaklarla birlikte, sürekli bir akış ve değişim süreci içerisinde ilerlemiştir. Ortaya çıkan bu akış ve değişim süreci, toplumlarda rekabete ve değişimlere yol açmıştır. Oluşan yeni yapılarla birlikte ilişkiler artmış ve küreselleşme kavramı literatüre girmiştir. Küreselleşme ortaya çıkan rekabet ve teknolojik gelişmelerin etkisiyle, dillerin, dinlerin, ırkların, ekonomik, siyasal ve sosyal-kültürel süreçlerin birbirleriyle etkileşimi sonucu evirilmiştir. Bu çalışma, ulusal ve uluslararası alanda küreselleşmenin olumlu ve olumsuz bakış açılarını ele alarak, Türkiye'nin ulusal ve uluslararası alanda küreselleşmeden ne derece etkilendiğini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Küreselleşen dünyada Türkiye’nin küreselleşme boyutlarını özellikle sosyo-kültürel alanda olmak üzere, siyasal ve ekonomik açıdan değerlendirerek, küreselleşmenin Türkiye üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.
The EU, emphasizing the principles of human rights and democratization, which is an important part of its foreign policy towards third countries, put the “human rights condition” in the foreground and stipulated this in the partnership... more
The EU, emphasizing the principles of human rights and democratization, which is an important part of its foreign policy towards third countries, put the “human rights condition” in the foreground and stipulated this in the partnership agreements. The EU aims to improve relations with an emphasis on human rights and democracy as well as developing trade relations in its recent relations with the East and the South.
After the end of the Cold War process, the normative power structure of the EU was expressed by Manners in order to explain the EU's capacity to influence international politics in the new order formed. The EU’s approach to the events that started in Syria with the Arab Spring is examined in the study within the scope of normative values. Due to the migrations after 2010, the Union has not been able to develop an effective mechanism for the increase in xenophobia and the migration problem. The EU, which could not predict what would happen to the uprisings in the Arab geography and the problem in Syria, preferred to follow the process instead of being a party to the process by approaching with normative values. When the EU’s practices have been examined, it is seen that it has not been successful in developing an effective discourse with an emphasis on human rights and democracy. The success of the EU, approaches the problem on the axis of security and shows the limitations of being a normative power, cannot be mentioned.
The EU has moved from economic union to political integration with a neo-functionalist integration by using the enlargement and deepening steps. The EU started to focus on foreign policy in order to take a joint position against possible... more
The EU has moved from economic union to political integration with a neo-functionalist integration by using the enlargement and deepening steps. The EU started to focus on foreign policy in order to take a joint position against possible crises with this process. The EU, whose weight is increasing day by day in the international system, tries to be an effective actor as a normative power with its emphasis on economic aid and democracy. The EU, sometimes emphasizes the separate structure of power, highlights its military, civilian or normative power in the foreground depending on the issue. The EU, that wants to develop a fast and common response to global and regional crises by implementing the common foreign and security policy with the Maastricht Treaty. The common action-policy tools that form the basis of EU foreign policy, were used in the Israel-Palestine conflict, which was the first foreign policy area of the EU. The EU using economic elements together by diplomacy, is trying to be part of the solution by putting pressure. The EU has developed a common position based on certain principles by emphasizing its civilian character and diplomatic language. In the Israeli-Palestinian conflict, the EU member states have ensured the principles of integrity, consistency and hence "univocal" which are also reflected in their actions in the international arena. The EU, which has been able to make faster decisions in actions to which the USA is a party, has problems with reliability and efficiency when it is left alone. For this reason, the EU is in the position of a civilian power, far from being the main actor, influencing international policies and helping their implementation with financial resources.
Globalization, which has far-reaching effects, transforms many phenomena with it. The phenomenon of urbanization, which has a direct relationship with globalization, becomes a structure increasing economic growth at a certain level... more
Globalization, which has far-reaching effects, transforms many phenomena with it. The phenomenon of urbanization, which has a direct relationship with globalization, becomes a structure increasing economic growth at a certain level together with industrialization where social, economic and political transitions and even inconsistencies are experienced. Cities transformed by the effects of globalization lead to the formation of new cities and, in association with this, new problems. Cities that have become centers of consumption have developed into a structure where the economic gap between the inhabitants, the polarization with socio-cultural differences, and the chaos with spatial and environmental changes are effective. Cities that are struggling with problems such as the exclusion of city-dwellers, changing the city silhouette in accordance with the demands of capital owners, and social inequality are now attracting the attention of many branches of science. Overpopulation, migration, sustainable development, and environmental problems, which are among today's problems, increase with the phenomenon of urbanization. The transformation of cities with globalization is the main focus of this study. The effects of this transformation on cities constitute the purpose of this study. This study which deals the current state of cities, by examining the relationship between globalization and urbanization, aims to contribute to the field of social sciences in this regard.
Economically based globalization affects all societies in terms of politics, administration and social life. Many radical transformations experienced in the globalization affects all countries in the world. While globalization trivializes... more
Economically based globalization affects all societies in terms of politics, administration and social life. Many radical transformations experienced in the globalization affects all countries in the world. While globalization trivializes the physical and economic boundaries between countries, cities have become the basic units of the global system. In the spatial dimension, the primary areas of this transformation have been cities. Cities, which are accepted as the cradle of civilization and pioneers of development, are changing today with the effect of globalization. The most important effect of globalization is experienced in the cities and the importance of the cities increases day by day due to the changes experienced. The main assumption of the study is that the real impact of the globalization process is seen on cities and changes them in an unprecedented way. The spatial changes in cities during the globalization process and the processes through which this change occurred are analyzed conceptually. The negative effects of globalization on the cities and the consequences of these effects for the spatial area in Diyarbakır are examined. For this reason, the city of Diyarbakır that has changed spatially with the globalization process, is the main focus of the study. The changing of Diyarbakır city, with the rapid population and globalization process, takes place in a similar way to the other cities of the world and looks like other cities of the world day by day with similar exterior designs and structures.
Eski Sümer Şehir devletlerinin etkileşimi, ilk tam uluslararası sistem olarak görülmektedir. İnsanlığın evrimiyle birlikte, sosyal ve teknolojik gelişmelerle sistemler değişmektedir. Bir dönem başat olan ve sistemi belirleyen aktör veya... more
Eski Sümer Şehir devletlerinin etkileşimi, ilk tam uluslararası sistem olarak görülmektedir. İnsanlığın evrimiyle birlikte, sosyal ve teknolojik gelişmelerle sistemler değişmektedir. Bir dönem başat olan ve sistemi belirleyen aktör veya devlet yerine sonraki süreçte farklı aktör ve sistemler gelmektedir. Uluslararası ilişkiler bu devletlerarası yapıda önemli bir işlev görerek, devletlerarası ilişkileri ve sistemi belirlemektedir. Uluslararası ilişkilerin kapsamı küreselleşme, uluslararası güvenlik, devlet egemenliği ve diplomatik ilişkiler gibi birçok alt başlığı kapsamaktadır. Küreselleşme günümüzde yaşam koşullarını etkileyen ve üzerinde en çok tartışılan başlıklardan bir tanesidir.
Çin’in Wuhan eyaletinde baş gösteren Koronavirüs başlangıçta sıradan bir salgın gibi görünmesine rağmen, öyle olmadığı ilerleyen süreçte anlaşılmıştır. Pandemi sürecinin hızlı bir şekilde tüm dünyaya yayılmasında, küreselleşmenin de katkıları vardır. Neo-liberal politikaların desteklediği küreselleşme, Pandemi süreciyle birlikte alınan önlemlerle dinamizmini yitirmektedir. Uluslararası ilişkileri domine eden ve sistemi değiştirebilme kapasitesine sahip olan Koronavirüs, II. Dünya Savaşı’ndan sonra tüm dünyayı etkisi altına alan en büyük olaylardandır. Uluslararası kurumların varlığının ve güvenilirliğinin sorgulanmasına neden olan Pandemi, sosyal yaşamdan ekonomiye kadar daha birçok alanı etkilemektedir. Pandemi süreciyle birlikte değişen sosyal yaşam koşulları, ekonomik ve ticari faaliyetlerin durma noktasına gelmesi, uluslararası ilişkileri benzeri görülmemiş bir şekilde etkilemektedir. Güvenliği öncelikli hale getiren ve var olma savaşına giren devletler, uluslararası ilişkilerin gerilmesine neden olmaktadır. Gerilen bu sistem “sıfır toplamlı oyuna”  dönüşmekte ve neo-liberal politikanın belirlediği doğrultudan uzaklaşmaktadır. Pandemiyle birlikte, ulus devletlerin daha aktif olarak etkin olmaya başlaması ve bu nedenle uluslararası sistemin dönüşüme zorlanması çalışmanın ana odak noktasını oluşturmaktadır.
Göç, en genel tanımı ile insanların çeşitli sebeplere bağlı olarak bir yerden bir yere taşınma eylemini ifade etmektedir. Tarihin ilk dönemlerinden itibaren karşılaşılan göç hareketlerine bugün milyonlarca insan katılmaktadır. Göç... more
Göç, en genel tanımı ile insanların çeşitli sebeplere bağlı olarak bir yerden bir yere taşınma eylemini ifade etmektedir. Tarihin ilk dönemlerinden itibaren karşılaşılan göç hareketlerine bugün milyonlarca insan katılmaktadır. Göç konusunda önemli bir noktayı göç ettikleri ülkelerin yasalarına uygun şekilde topraklara giriş yapmayan ve topraklarda bulunmayan kişiler oluşturmaktadır. “Düzensiz göç” ve “düzensiz göçmen” kavramları ile ifade edilen bu göç türü ve göçmenler küresel bir soruna işaret etmektedir. Suriye İç Krizi sonrası göç eden milyonlarca insan dünyanın göç tarihine yeni bir boyut katmışlardır. Krizin sınır kapısında “açık kapı politikası” benimseyen Türkiye ve yaşam şartları nedeni ile en önemli hedef olan Avrupa Birliği bu dönemin göç hareketlerinden en çok etkilenen taraflar olmaktadır. Kendilerine yönelen göç hareketleri Avrupa Birliği’ni de harekete geçirmiştir. Nitekim bu kapsamda, düzensiz göç rotasında yer alan ve Avrupa Birliği’ne komşu olan Türkiye, hem barındırdığı göçmenler hem de coğrafi konumu itibari ile Avrupa Birliği ile göç konusunda çeşitli anlaşmalara gidebilmektedir. Düzensiz göçmenlerin iadelerini düzenleyen Geri Kabul Anlaşmaları iki tarafın son dönem ilişkilerinde düzensiz göçe karşı atılmış en önemli ortak adımdır.
Geçmişten günümüze birçok medeniyete ev sahipliği yapan Kıbrıs, tartışma ve çekişmelerin merkezinde yer almıştır. 16. yüzyılda Osmanlı egemenliğine giren ada göç ve iskân politikalarıyla Türk nüfusunun yerleşimine açılarak, Türkiye... more
Geçmişten günümüze birçok medeniyete ev sahipliği yapan Kıbrıs, tartışma ve çekişmelerin merkezinde yer almıştır. 16. yüzyılda Osmanlı egemenliğine giren ada göç ve iskân politikalarıyla Türk nüfusunun yerleşimine açılarak, Türkiye açısından günümüzde mevcut olan Kıbrıs Sorununun başlamasına neden olmuştur. II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye-Yunanistan ve İngiltere'nin garantör devlet olarak yer almalarıyla birlikte Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Gücü elinde tutan kesimin diğer kesimi dışlamasıyla, uluslararası bir sorun haline gelen bu problem Türkiye'nin AB üyeliğini de etkiler hale gelmiştir. Türkiye karşıtı olan Yunanistan'a ek olarak 2004 yılında Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin de AB üyesi olmasıyla birlikte Kıbrıs Sorunu daha bir kaotik hal almıştır. Türkiye'nin AB üyelik sürecini de etkileyen bu çok önemli uluslararası ilişkiler sorunu, ağırlıklı olarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi eksenli olmak üzere çok yönlü bir analize tabi tutulmuştur.
Bu çalışmada Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin AB’ye üyelik süreci hem kronolojik açıdan hem de ilgili tarafların söz konusu üyelik sürecine bakışları çerçevesinde incelenmiş olup, aynı zamanda bu üyeliğin kronik bir hale dönüşmüş Kıbrıs... more
Bu çalışmada Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin AB’ye üyelik süreci hem kronolojik açıdan hem de ilgili tarafların söz konusu üyelik sürecine bakışları çerçevesinde incelenmiş olup, aynı zamanda bu üyeliğin kronik bir hale dönüşmüş Kıbrıs sorununa etkisi üzerinde durulmuştur. Belirtilen geniş kapsama temel oluşturması bakımından da öncelikle Kıbrıs’ın ve Kıbrıs sorununun tarihçesinden bahsedilmiştir. Böylelikle Türkiye’nin AB üyelik sürecini de etkileyen bu çok önemli uluslararası ilişkiler sorunu, ağırlıklı olarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi eksenli olmak üzere çok yönlü bir analize tabi tutulmuştur.
Türkiye’nin nükleer kapasiteye sahip olmasının bölgesel ve küresel aktörler tarafından nasıl algılandığı ve Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği perspektifinden tartışılması bu çalışmanın öncelikli amacını oluşturmaktadır. AB ile... more
Türkiye’nin nükleer kapasiteye sahip olmasının bölgesel ve küresel aktörler tarafından nasıl algılandığı ve Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği perspektifinden tartışılması bu çalışmanın öncelikli amacını oluşturmaktadır. AB ile karşılaştırmalı bir şekilde Türkiye’nin nükleer enerji politikalarının, Avrupa Birliği’nin politikalarıyla uyumluluğu ve Türkiye’nin politika opsiyonları neo-realist temelli bir bakış açısıyla değerlendirilmektedir. Ayrıca Türkiye-Rusya arasında imzalanan nükleer enerji antlaşmasının, Türkiye’nin mevcut dışa bağımlılığının devam ettirilerek, tek taraflı bir bağımlılığı artıracağı tartışılmaktadır.
Çalışmanın birinci bölümünde Türkiye’nin genel enerji görünümü verilerek, nükleer enerji politikasının gelişimi ve ulusal düzlemdeki bakış açıları değerlendirilmektedir. İkinci bölümde Avrupa Birliği’nin nükleer enerji politikası ele alınmaktadır. Üçüncü bölümde, Türkiye’nin nükleer enerji politikası Avrupa Birliği nükleer enerji politikası ile karşılaştırılmakta ve değişen dünya düzeninde nükleer enerjinin Türkiye-AB ilişkilerine etkisi değerlendirilmektedir.
Sonuç olarak Türkiye’nin nükleer enerjiye yönelmesiyle birlikte, mevcut Rusya’ya ve dışa bağımlılığına yönelik olumlu bir etkisinin olmadığı ve teknolojik olmasa da değişen dünya sisteminde Türkiye’nin Rusya’ya aşırı bağımlılığı AB ilişkileri ve olası üyelik açısından sorun yaratacağı ileri sürülmektedir.
Türkiye’nin nükleer kapasiteye sahip olmasının bölgesel ve küresel aktörler tarafından nasıl algılandığı ve Türkiye’nin AB üyeliği perspektifinden tartışılması bu çalışmanın öncelikli amacını oluşturmaktadır. AB ile karşılaştırmalı bir... more
Türkiye’nin nükleer kapasiteye sahip olmasının bölgesel ve küresel aktörler tarafından nasıl algılandığı ve Türkiye’nin AB üyeliği perspektifinden tartışılması bu çalışmanın öncelikli amacını oluşturmaktadır. AB ile karşılaştırmalı bir şekilde Türkiye’nin nükleer enerji politikalarının, AB’nin politikalarıyla uyumluluğu ve Türkiye’nin politika opsiyonları neo-realist temelli bir bakış açısıyla  değerlendirilmektedir. Ayrıca Türkiye-Rusya arasında imzalanan nükleer enerji antlaşmasının, Türkiye’nin mevcut dışa bağımlılığının devam ettirilerek, tek taraflı bir bağımlılığı artıracağı tartışılmaktadır.
Hayatın her alanını etkileyen enerji konusuna AB’nin duyarsız kalmayacağı ve dünyada diğer devletlerin olduğu gibi AB’nin de enerji konusuna ayrı bir önem atfedeceği aşikârdır. Enerji konusu neredeyse tüm ekonomik alanlarla ilişkili olduğundan bu konuya ayrı bir önem verilmektedir. Ulusal veya uluslararası düzlemde enerji başlığının neredeyse her türlü siyaset alanıyla ilişkilendirilmesi, siyaseten ortak bir nokta oluşturmaya yönelik çalışmaları zorunlu kılmakta ve buna yönelik eşgüdüm sağlanmaya çalışılmaktadır. 
Bu kitabın birinci bölümünde Türkiye’nin genel enerji görünümü verilerek, nükleer enerji politikasının gelişimi ve ulusal düzlemdeki bakış açıları değerlendirilmektedir. Nükleer Ajansı kuran AB’nin nükleer enerjiye yönelik geliştirmeleri, önlemleri kitabın ikinci bölümünde yer almaktadır. Üçüncü bölümde Türkiye’nin nükleer enerji politikası, Avrupa Birliği nükleer enerji politikası ile karşılaştırılmakta ve değişen dünya düzeninde nükleer enerjinin Türkiye-AB ilişkilerine etkisi değerlendirilmektedir.
Giriş Fosil yakıtlar gibi yenilenemeyen kaynakların aksine yenilenebilir enerji kaynakları bir insanın yaşam süresi içinde tükenmeyen veya yenilenebilen kaynaklardan üretilen enerji türüdür. Tükenen doğal kaynaklar, küresel ısınma, iklim... more
Giriş Fosil yakıtlar gibi yenilenemeyen kaynakların aksine yenilenebilir enerji kaynakları bir insanın yaşam süresi içinde tükenmeyen veya yenilenebilen kaynaklardan üretilen enerji türüdür. Tükenen doğal kaynaklar, küresel ısınma, iklim değişiklikleri ve dünyada hızla artan enerji kullanımı yenilenebilir enerji kaynaklarını önemli bir noktaya taşımıştır. Sıcaklık artışının engellenmesi, yüksek karbon varlığının sürdürülemez olduğu ve iklim değişikliğiyle mücadelede uzun vadeli hedefler belirleyen ve Kyoto Protokolü'nün devamı olan Paris Anlaşması yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik fırsatlar yaratmaktadır. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi içerisinde yer alan Paris Anlaşmasıyla küresel ısınmanın 2 o C altında kalması ve sera gazı emisyonlarının azaltılması hedeflenmiştir (Paris Agreement). Fosil yakıtların kullanımını sınırlayan Paris Anlaşması yenilenebilir enerjinin daha da görünür ve kullanılabilir olmasına olanak tanımıştır. Emisyon salınım kotasını belirleyen devletler enerji alanında daha az çevreyi kirleten modern yenilenebilir enerji türlerine yönelmişlerdir. Güneşten dünyaya ulaşan ısı bir şekilde depolanarak farklı türlerde enerji çeşidi olarak kullanılmaktadır. Günümüzde kullanılan tüm enerji türlerinin enerji kaynağı doğrudan veya dolaylı olarak güneşten elde edilmektedir. Jeotermal ve gelgit enerjisinin kaynağı güneşe dayanmamaktadır. Jeotermal enerji dünyanın iç ısısını kullanırken, gelgit enerjisi ise ayın yerçekimine dayanarak hidroelektrik su akışına dayanmaktadır (Frewin, 2020). Bu ikilinin dışındaki enerji türleri kaynağını güneşten almaktadır. Güneş enerjisinden elektrik üretimi bu makalenin çalışma odağını oluşturmakla birlikte, Antalya ilinin güneş enerjisinden üretim yoğunluğu ve gelecek planlamaları detaylı bir şekilde incelenmektedir. Güneş enerji santrallerinde iki farklı sistemle yapı çalıştırılmaktadır. Fotovoltaik sistemde güneşten gelen radyasyon paneller ve inverter cihazı aracılığıyla elektrik enerjisine dönüştürülmektedir. Termal sistemde ise güneş ışınlarının aynalar aracılığıyla belirli bir noktaya odaklanması ve bu noktada bulunan su vb. sıvıların buhar basıncı sistemiyle mekanik enerjinin kinetik enerjisine dönüştürülmesi sağlanmaktadır. Bu çalışmada güneş fotovoltaik sistemlerine odaklanılmıştır. Konum itibariyle Türkiye'nin güney kısmında yer alan ve güneşlenme gün sayısı fazla olan Antalya'nın yüksek güneş enerji potansiyeline sahip olması bu çalışmayı daha da değerli kılmaktadır. Bu nedenle Antalya ili temel alınarak güneş enerji potansiyeli ve gelecek planlamaları temelinde güneş enerjisinden elektrik üretim kısmına yoğunlaşılarak, olası eylemler üzerine çalışma gerçekleştirilmiştir.
Genel olarak “Yeni Sağ” anlayışı çerçevesinde neo-liberal politikalar, teknolojide meydana gelen gelişmeler, uluslararası kuruluşlar, çok uluslu şirketler gibi nedenlerle küreselleşme özellikle 1980’li yılların devamında hız kazanmıştır.... more
Genel olarak “Yeni Sağ” anlayışı çerçevesinde neo-liberal politikalar, teknolojide meydana gelen gelişmeler, uluslararası kuruluşlar, çok uluslu şirketler gibi nedenlerle küreselleşme özellikle 1980’li yılların devamında hız kazanmıştır. 1990’lı yıllar ise küreselleşmenin sonuçlarının daha fazla hissedildiği dönemler olmuştur. Bu dönemde küreselleşmenin olumlu ve olumsuz tarafları değerlendirilmiş ve hiper-küreselciler (küreselleşme yanlıları), kuşkucular (küreselleşme karşıtları) ve dönüşümcüler olmak üzere üç farklı görüş oluşmuştur.
Küreselleşmenin etkileri, “Yönetişim” anlayışının da etkisi ile gündeme yerelleşme eğilimlerini katmıştır. Bunun bilinçli olarak yapıldığı ya da küreselleşmenin yerele alan açtığı gibi farklı görüşlerden bağımsızlaştırılırsa, yerelleşme yönetim anlayışında önemli değişikliklere neden olmuştur. Devletin rolünü, uluslararası sermaye ve ulus-üstü yapıların lehine olacak şekilde sınırlanması ile devam eden küreselleşme sürecinde yerelleşme ile de devletin kendi sınırları içerisindeki kontrol ve denetim kabiliyeti daralmıştır. Yerelleşme ile yerel yönetimlere verilen yetkilerin yanında, yerelin kendisi küresel olarak önem kazanmıştır. Fakat küreselleşme her devlet, toplum ya da birey açısından aynı şekilde karşılanmamıştır. Kendi değerleri ve yaşayışlarından farklı olana tepki gösterme noktasına küresel-yerel arasındaki ilişki her zaman birbirini tamamlayıcı nitelikte gitmemiştir.
Küresel olan - yerel olan arasındaki ilişki bağlamında küyerelleşme kavramı ortaya çıkmaktadır. Küresel olana yerel değerleri, ya da yerel olana küresel değerleri katmak olarak özetleyebileceğimiz küyerelleşme hem küresel olanı hem yerel olanı birleştirmektedir. Küyerelleşme, küresel sahneye yerel değerlerin de katılabileceği bir süreci işaret etmektedir. Fakat aynı zamanda, küreselleşmeye karşı olanlara karşı bir tanıdıklık aşılayarak küresel değeri kabul ettirme çabası olarak da değerlendirilebilmektedir.
Çevrenin korunması, güvenlik, küresel ısınma, sosyal refah, gelir dağılımı, ödemeler dengesi ve sürdürülebilir büyüme gibi farklı alanlarla etkileşim halinde bulanan enerji konusu, ülkelerin uluslararası arenada konumlarını belirlemede... more
Çevrenin korunması, güvenlik, küresel ısınma, sosyal refah, gelir dağılımı, ödemeler dengesi ve sürdürülebilir büyüme gibi farklı alanlarla etkileşim halinde bulanan enerji konusu, ülkelerin uluslararası arenada konumlarını belirlemede etkin ve önemli bir araçtır. Enerji konusu sosyal ve ekonomik gelişmenin ana gereksinimi ve gelişmişliğin sembolü olarak hem ulusal hem de küresel bazda ekonomi-politika ve teknolojiyle doğrudan bağlantılıdır. Çok boyutlu olması nedeniyle bireylerin hayatına doğrudan etki eden enerji hem istihdam hem de geleceğe yönelik planlamalarda dikkat edilmesi gereken bir unsur olarak yer almaktadır.
Güncel teknolojik gelişmelerle birlikte gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde en önemli sorun istihdam problemidir. Emek-yoğun hizmet üreten enerji alanı istihdam olanağı sunmakla birlikte birçok farklı sektörün de önünü açmaktadır. Sanayii, tıp ve tarımda uygulama alanları bulan ve teknoloji yoğun bir sektör olan nükleer enerji santralleri elektrik üretmenin yanı sıra istihdam imkânları da sunmaktadır. Nükleer santral inşası ve işletilmesiyle birlikte birçok sektör doğrudan ve dolaylı olarak bu işten etkilenmektedir. Yapım süreci 6-10 yılı bulan nükleer santrallerde yetkin personelin çalıştırılması ve ileri teknoloji altyapısının bulunması zorunluluğu santrali yapan şirket açısından zorlayıcı bir görev olmakla birlikte santralin kurulduğu ülkede teknolojinin bir üst basamağa çıkabilmesine yardımcı olmaktadır. Yeni istihdam alanları yaratması ve teknoloji alanında ülkeleri bir üst basamağa taşıması nedeniyle, nükleer enerji santralleri hem ülke kalite standartlarının belli bir aşamaya ulaşmasına hem de istihdam alanında olumlu ivmenin yakalanmasına olanak sağlamaktadır.
Türkiye gibi gelişmekte olan ve enerji ithal eden ülkeler yeni enerji yatırımlarıyla arz güvenliğini sağlamanın yanı sıra işsizlik sorununa çözüm sunacak istihdam olanaklarını da dışlamamaktadır. Türkiye’nin gelişmeye paralel olarak artan enerji tüketimi, sürdürülebilirliği ve arz güvenliği sorununu getirmektedir. Ekonomik büyüme enerji tüketimini artırmakta ve bu ekonomik büyümeyi etkilemektedir (Lombard, 2003: 395). Büyümeyle birlikte istihdam kapasitesinin artırılma düşüncesi genel kanıyı yansıtmaktadır. Lakin büyüme-istihdam arasındaki ilişki büyümenin türüne göre değişiklik gösterebilmektedir. Büyümenin iç pazara mı veya dış pazara mı dönük olduğu, emek-yoğun veya sermaye-yoğun bir büyüme mi olduğu, üretimde emek-sermaye bileşiminin yüzde miktarının ne olduğu, büyümenin sektördeki hızının ne olduğu önem arz etmekte ve büyüme-istihdam ilişkisinin yönünü ve kuvvetini belirlemektedir (Yılmaz, 2005: 65). Bu nedenle büyümenin istihdam artışına yol açabilmesi için hem bu yapıda ciddi değişikliklere gidilmesi hem de daha fazla istihdam yaratma kapasitesine sahip sektörlerin büyük ölçüde büyümenin gerçekleştirildiği sektörler haline gelmesi gerekmektedir.(Eser ve Terzi, 2008: 235). Ekonomik büyümeyle beraber istihdam yaratabilecek planlamaların yapılması gerekmektedir.
Enerji tüketimi ve bununla doğru orantılı olarak enerji ithali de artan Türkiye’nin, dışa bağımlılığı her geçen yıl artmakta ve arz güvenliği tehlikeye düşmektedir. Son dönemde gerçekleşen ekonomik büyümeye rağmen işsizliğin yüksek olduğu Türkiye’de istihdam yaratılamamaktadır (Eser ve Terzi, 2008: 234). 2017 yılı itibariyle Türkiye’de istihdam edilen personelin %20,7’si tarım, %18,9’u inşaat, %52,6’sı ise hizmet sektöründe yer almıştır (TUİK, 2017). Gelişmekte olan ülkelerde tarım sektöründe istihdam sayısında gerileme yaşanırken, hizmet sektöründe istihdam oranı artmaktadır. Hizmet sektöründe yaşanan istihdam oranının artışı, Türkiye’nin sanayileşmeye dönük çabalarının sonucudur. Bu nedenle enerjinin önemli bir kolu olan nükleer enerjiye dönük yatırımlar, doğru planlamayla beraber istihdam yaratarak gerekli teknolojinin elde edilmesine olanak sağlayabilecektir.
Türkiye nükleer enerji seçeneğine yönelerek hem dış bağımlılığı azaltmayı hem de işsizlik problemine yönelik katkı sunmayı hedeflemektedir. Türkiye ve Rusya arasında imzalanan ikili anlaşma uyarınca (Madde 6); hizmetlerin icrasında Türkiye’deki şirketlerin kullanılarak, kişilerin istihdam edilmesi vurgulanmış ve Akkuyu Nükleer Güç Santralinde (NGS) çalışacak Türk uyruklu personelin ücretsiz olarak eğitilmesi Türkiye tarafına herhangi bir yük getirilmeden Rusya tarafından karşılanması kabul edilmiştir. Ekonomik ve teknolojik açıdan kalitesinden emin olunabildiği sürece santral inşaatında yerel üretilen malzeme ve işçiliğin kullanılması beklenebilir. Yerel ekonomiyi güçlendirebilecek bu durum, Türk şirketlerinin gereken kalite standartlarında ekonomik olarak üretim yapmak için gerekli uzmanlık bilgisi ve üretim düzenlemeleri bulunamayabileceğinden, ancak bir dereceye kadar mümkün gözükmektedir (Kumbaroğlu, 2011: 104). Türkiye’nin altyapı olanakları göz önüne alındığında yüksek teknoloji içeren nükleer santral yapımına yönelik hem kaynak hem de istihdam anlamında yeterince desteği veremeyeceği ve buna yönelik ciddi bir çalışma içerisinde olunmadığı görülecektir.
Bu çalışmayla diğer ülkelerin nükleer endüstri ile gerçekleştirmiş olduğu aşamaların ne derece Türkiye’ye uyarlanabileceği ve Türkiye’nin nükleer enerji edinimiyle mevcut istihdam ve teknoloji hedefinin ne derece tutarlı olduğu ve Türkiye’ye faydasının ne olduğu tartışılacaktır. Nükleer enerji alanında aktif bir şekilde üretim yapıp diğer ülkelere nükleer enerji teknolojisi ihraç eden ve bu nedenle istihdam alanında etkin durumda olan ABD, Rusya ve Güney Kore örnekleriyle Türkiye’nin nükleer enerjiden istihdam olanaklarının artırımına yönelik katkısı ve teknoloji edinimine yönelik yapması gerekenler vurgulanacaktır.
Avrupa Birliği her geçen gün genişlemeye devam etmekte ve dolayısıyla birlik nüfusu da artmaktadır. Buna uygun olarak ihtiyaçlar artmakta ve bunu karşılayacak kaynaklar hızla tahrip olmaktadır. Birlik, üye devlet vatandaşlarının yaşam... more
Avrupa Birliği her geçen gün genişlemeye devam etmekte ve dolayısıyla birlik nüfusu da artmaktadır. Buna uygun olarak ihtiyaçlar artmakta ve bunu karşılayacak kaynaklar hızla tahrip olmaktadır. Birlik, üye devlet vatandaşlarının yaşam standartlarını yükseltmek adına, çevre konusuna eğilme ve siyaseten ortak bir politika oluşturma ihtiyacı hissetmektedir. Her bir üye devlette farklı çevre düzenlemeleri bulunması, farklı üye devletlerde faaliyet gösteren üreticiler arasındaki rekabet eşitliğini daha katı çevre mevzuatı olan ülkedeki üreticiler aleyhine bozacağından ötürü ortak bir çevre politikası hedef ve prensiplerinin tanınması gerekmektedir. Üye ülkelerin birlikte hareket ederek bu sorun üzerinde daha etkin olacağı yadsınamaz. Çevre sorunlarının sınır tanımaması da ortak bir çevre politikasını gerekli kılmaktadır. Çevre kirliliği ile mücadelenin kapsamlı ve ortak işbirliğini gerekli kılması sonucu üye devletler çevre üzerinde daha dikkatli bir şekilde durmaya başlamışlardır. Çevre politikasının oluşumunda sosyal ve siyasal nedenlerin yanı sıra ekonomik nedenler de etkili olmuştur. Her bir üye ülkenin çevre konusundaki farklı ulusal düzenlenmelere bağlı olarak maliyet farklılıkları ortaya çıkarması, birliğin bütünlüğü açısından sorun yaratacak engeller içermektedir. Özellikle çevre sorununun bütünleşme anlamında bir kopukluk yaratabilme olasılığı, çevre konusuna daha dikkatli ve temkinli yaklaşılmasını gerekli
kılmıştır (Christian, 2005; 18). Başlangıçta iç pazara yönelik yardımcı bir unsur olarak düşünülen çevre konusu ilerleyen aşamada enerji politikasıyla birlikte anılmaya başlamıştır. Çevre konusunun ekonomi, enerji ve sosyal yaşamla birebir bağlantılı olması bu konunun önemini artırmış ve nihayetinde ayrı bir politika başlık alanı olarak ele alınmasıyla sonuçlanmıştır. Çalışmanın birinci bölümünde AB çevre politikasının oluşum aşamaları anlaşmalara atıf yapılarak belirli tarihsel bir perspektiften verilmeye çalışılmıştır. AB’de çevre bilincinin oluşum aşamaları mevzuatla doğru orantıda gelişim göstererek, anlaşmalarda hayat bulmuştur. AET kurulduktan sonra günümüze dek gerçekleştirilen önemli yapısal değişimlere değinilerek, AB’nin çevre politika oluşum sürecinin nasıl evrimleştiğinin anlaşılması amaçlanmıştır. İkinci bölümde AB çevre eylem programları ve AB çevre politikasının dayandığı temel ilkeler ışığında AB’nin çevre konusuna bakışı değerlendirilmeye çalışılmıştır. Son bölümde Türkiye’nin çevre politika alanına bakışıyla birlikte gerçekleştirdiği yapısal değişimlere, AB çevre politika uyum sürecine yönelik gerçekleştirdiği düzenlemelere değinilerek, Türkiye çevre politikasının AB çevre politikasıyla uyum sürecinin gelişimi genel bir perspektiften verilmeye çalışılmıştır. Genel veriler ışığında Türkiye ve AB’nin çevre politika gelişim süreçlerinin irdelenmesiyle, Türkiye’nin AB çevre politikasına yönelik gerçekleştirdiği gelişimin ve uyum sürecinin hangi aşamada olduğu değerlendirilmeye çalışılmıştır.