Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
Identity is a social phenomenon constructed through social and political interventions rather than an objective reality. Society and politics are mechanisms that give meaning to identity and at the same time reshape identity in... more
Identity is a social phenomenon constructed through social and political interventions rather than an objective reality. Society and politics are mechanisms that give meaning to identity and at the same time reshape identity in continuity. Especially in Türkiye, where the effects of immigration have been seen in every field recently, identities are being redefined and in this process of definition, nationalist discourses developed through anti- immigrant sentiment come to the fore. It is observed that the use of a political rhetoric that is as exclusionary as it is
alienating, and that is as hegemonic as it is inclusive of those from our side, has become normalized. The study examines the distinctive political communication style of the Victory Party, which is assumed to be gradually strengthening its social legitimacy despite having recently stepped into politics. In this context, document and content analysis of the Party Manifesto of the party founded in 2021, prepared with a harsh nationalist language, will be conducted. On the other hand, other institutional documents that support the identity politics of the party through data diversification will be included in the Party Programme, Party Bylaw, and the Corporate Identity Guide. The reason for this is that the political language used by the founding leader of the party, Ümit Özdağ has been highly echoed in the media. To evaluate the Party Manifesto from a political and sociological perspective, it is very important to relate the subject to social realities and the political climate of Türkiye. It has been found that the founding documents in question were prepared with the darkest expressions of Turkish nationalism and that they have sharp emphasis on discriminatory practices based on differences. On the other hand, it has been determined that policies in many different areas are included in addition to party policies regarding anti-immigrant sentiment. However, it is seen that immigrants are considered as the source of all
problems in Türkiye and an approach has been adopted that by solving this problem, all other problems will also be solved. It has been concluded that with the relevant policy documents , social identities have been redefined and a new understanding of nationalism, which is gradually rising, has been revealed in the most open and strict manner .
Millî Eğitim Bakanlığı, 2003 ile 2021 yılları arasında eğitim kurumu yöneticilerinin atanma ve yer değiştirme ölçütlerinin yer aldığı 11 yeni yönetmelik yayımlamış; bu yönetmeliklerde pek çok kez değişikliğe gitmiştir. Çalışmada Millî... more
Millî Eğitim Bakanlığı, 2003 ile 2021 yılları arasında eğitim kurumu yöneticilerinin atanma ve yer değiştirme ölçütlerinin yer aldığı 11 yeni yönetmelik yayımlamış; bu yönetmeliklerde pek çok kez değişikliğe gitmiştir. Çalışmada Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmış olan eğitim kurumu yöneticilerinin atanma ve yer değiştirme ölçütlerinin yer aldığı yönetmelikler ve yöneticilerin değerlendirme puanlarının oluşturulduğu değerlendirme kriterlerinin karşılaştırmalı olarak ortaya konması amaçlanmıştır. Resmî Gazete’nin internet adresi üzerinden erişim sağlanan yönetmelikler incelenerek birtakım bulgulara ulaşılmıştır.
Elde edilen bulgular çerçevesinde eğitim kurumlarına yönetici seçiminde yazılı sınav ve yönetici değerlendirme formlarından alınan puanların önemli bir yere sahip olduğu, zaman zaman sözlü mülakatın da yönetmeliklerin büyük çoğunluğunda yöntem olarak kullanıldığı; yeni çıkarılan yönetmeliklerde yapılan değişikliklerin çoğunlukla atamada kullanılan yöntemlerin önceliğinin değişmesi ve atanmak için gerekli olan puan üzerindeki ağırlıklarının azaltılması ya da arttırılması şeklinde olduğu görülmüştür.
Yeni yayınlanan ya da güncellenen yönetmeliklerin genel olarak birbirine benzer özellikler taşıdığı söylenebilir. Yönetmeliklerin tümünde eğitim kurumlarına yönetici olarak atanmada, lisansüstü eğitim görmüş olma şartına yer verilmemiştir. Lisansüstü eğitime gereken önemin verilmemiş olması, eğitim kurumu yöneticilerinin uzmanlık gerektiren meslekler arasında olmasını engellemiş ve kısa bir öğretmenlik tecrübesi sonrasında şartları sağlayan öğretmenlere verilen ikinci bir görev olarak değerlendirilmiştir.
2019 yılının Aralık ayında ilk kez tanılanan koronavirüs salgını tüm dünyayı etkisi altına almıs, Dünya Saglık Örgütü tarafından pandemi olarak ilan edilmis ve sosyal, ekonomik ve siyasal açıdan büyük etkiler yaratmıstır. Türkiye de bu... more
2019 yılının Aralık ayında ilk kez tanılanan koronavirüs salgını tüm dünyayı etkisi altına almıs, Dünya Saglık Örgütü tarafından pandemi olarak ilan edilmis ve sosyal, ekonomik ve siyasal açıdan büyük etkiler yaratmıstır. Türkiye de bu salgından etkilenmis ve devlet tarafından birçok tedbir uygulamaya geçirilmistir. Içisleri Bakanlıgı genelgeleri dogrultusunda 65 yas üzeri vatandaslara sokaga çıkma yasagı getirilmesi ve bu vatandasların ihtiyaçlarının karsılanması için de yerel düzeyde Sosyal Vefa Destek Gruplarının kurulması bu uygulamalar arasındadır. Yaslı vatandaslar Nisan ayı sonundan itibaren evlerinden çıkamamakta, bu durumun ise yaslıların ruh ve beden saglıkları açısından önemsenmesi gerektigi düsünülmektedir. Bu çerçevede bu çalısmanın amacı Kayseri Talas Ilçe Belediyesi sınırları içinde faaliyet gösteren Vefa Sosyal Destek Grubunun çalısmaları kapsamında ilgili belediye sınırları içinde ikamet eden 65 yas ve üstü vatandasların bu grubun çalısmalarına yönelik memnuniyet düzeylerinin tespit edilmesi ve görüslerinin degerlendirilmesidir. Bu amaç dogrultusunda, yarı yapılandırılmıs görüsme, odak grup görüsmesi ve anket çalısması bu çalısmada kullanılan yöntemleri olusturmaktadır.
Eşitsizliğe yol açan ayrımcılığın pek çok türü bulunmaktadır. Bunlardan biri de etnik kökene dayalı ayrımcılıktır. Etnik köken üzerinden yapılan ayrımcılık, coğrafya ve zaman tanımadan tarih boyunca karşılaşılan bir olgu olarak karşımıza... more
Eşitsizliğe yol açan ayrımcılığın pek çok türü bulunmaktadır. Bunlardan biri de etnik kökene dayalı ayrımcılıktır. Etnik köken üzerinden yapılan ayrımcılık, coğrafya ve zaman tanımadan tarih boyunca karşılaşılan bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Başta anayasalar olmak üzere hukuki metinlerde konunun ele alınması, 20. yüzyıl itibarıyla mümkün olabilmiştir. İnsan hakları mücadelesinin giderek önem kazandığı günümüzde Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kurumlar, eşitliğin sağlanması ve ayrımcılıkla mücadele edilmesinde temel referanslardır. Türkiye de AB’ye aday ülke statüsü kazandığı 1999 yılından bu yana gerek insan hakları gerek etnik kökene dayalı ayrımcılıkla mücadele konusunda birtakım mekanizmalar hayata geçirmiştir. Çalışmanın odak noktası, ayrımcılık türleri arasında yer alan etnik köken üzerinden yapılan ayrımcılıktır. Bu konudaki ulusal mevzuatı ve hayata geçirilen kurumları ortaya koymayı amaçlamaktadır. İdari ve hukuki yapının bütünleşik yapısına istinaden konuyla ilgili öne çıkan uluslararası düzenlemeler, T.C. Anayasası ve diğer yasal düzenlemeler göz önünde bulundurulmuş, bu metinlerin tematik bir incelemesi yapılmıştır. Türkiye’nin taraf olduğu, doğrudan etnik ayrımcılıkla ilgili birçok uluslararası sözleşmeye karşılık başta Anayasa olmak üzere iç hukukta konunun henüz yeterince ele alınmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Kitlesel göçlere maruz kalınmasıyla birlikte sınır sözcüğü, Türkiye siyasetinde yoğun olarak kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle günlük siyasal söylemde sıklıkla duyduğumuz bu sözcük, siyasal aktörlerin dilinde manipüle edici ve... more
Kitlesel göçlere maruz kalınmasıyla birlikte sınır sözcüğü, Türkiye siyasetinde yoğun olarak kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle günlük siyasal söylemde sıklıkla duyduğumuz bu sözcük, siyasal aktörlerin dilinde manipüle edici ve kitleleri harekete geçirici bir rol üstlenmektedir. İlgili siyasal aktörlerin sınır yaklaşımını ortaya koymak ve bu yaklaşımın bir dışavurumu olarak tercih edilen siyasal iletişim dilinin hedeflerini tespit edebilmek için somut göstergelere başvurulması gerekmektedir. Makalenin esas amacı; 'sınır/hudut namustur' şeklindeki doğrudan sınırla ilgili yakın dönemli siyasal söylemlerin siyasal propagandanın bir aracı olarak nasıl ele alındığını ortaya koymaktır. Bu bağlamda internet haberleri taranmış ve gündemde yer alan gelişmelerle ilişkilendirilerek değerlendirilmeye çalışılmıştır. Çoklu siyasal aktörler tarafından ortak vurgular içeren bir sınır söyleminin geliştirilebilmesi, bu söylemlerin toplumsal ve siyasal gündemin merkezinde yer bulması ve ayrıca haber niteliği taşır hale gelmesi, konunun araştırılmasını gerekli ve ilginç kılmıştır. Türkiye'de siyasal aktörlerin sınır söylemini siyasal propagandalarında kullanarak araçsallaştırdığı ve böylece meşrulaştırdığı sonucuna ulaşılmıştır.
Çalışma, siyasal katılım mekanizmaları arasında yer alan dinamik bir oluşum olarak gençlik kollarını Kayseri özelinde ele almaktadır. Çalışmada nitel araştırma desenleri arasında yer alan fenomenolojik yaklaşım benimsenerek gençlik... more
Çalışma, siyasal katılım mekanizmaları arasında yer alan dinamik bir
oluşum olarak gençlik kollarını Kayseri özelinde ele almaktadır. Çalışmada nitel araştırma desenleri arasında yer alan fenomenolojik yaklaşım benimsenerek gençlik kolları temsilcilerinin siyasal katılıma dair tecrübe ve izlenimlerinden faydalanılması yoluna gidilmiş; siyasete katılım olgusu, amaçlı örneklem yöntemi doğrultusunda en fazla oyu alarak yerel ve ulusal düzeyde Kayseri’yi temsil eden dört siyasal parti çerçevesinde derinlemesine irdelenmeye çalışılmıştır. Katılımcılarla yarı yapılandırılmış görüşmeler yapılmış, görüşme notları gençlik kollarına özgü düzenlemelerin yer aldığı parti tüzükleri ve gençlik kolları yönetmeliklerinin belge incelemeleriyle birlikte değerlendirilmiştir. Ele alınan siyasal partilerin gençlik kollarını önemsedikleri ve yakın ilişki içerisinde oldukları, ayrıca toplumda gençlerin siyasete ilgisiz olduğu yönündeki genel kanının
aksine düşüncelerini eyleme dönüştürme konusunda çekimser oldukları, kendine özgü katılım biçimleri geliştirdikleri ya da farklı gerekçelerle katılım gösterdikleri yönünde sonuçlara ulaşılmıştır.
Sosyal uyum, günümüz koşullarında, hiç olmadığı kadar tartışılan problematik konulardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle son dönemde göçün hızlanması ve farklılaşması neticesinde küresel dünyanın aktörlerini zorlayan birtakım... more
Sosyal uyum, günümüz koşullarında, hiç olmadığı kadar tartışılan problematik konulardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle son dönemde göçün hızlanması ve farklılaşması neticesinde küresel dünyanın aktörlerini zorlayan birtakım gelişmeler yaşanmaktadır. Kendine özgü koşullarda gerçekleşen birbirinden farklı göç deneyimleri, devletlerin siyasi ve idari yüklerinin artmasına ve çözüme yönelik arayış içerisine girmelerine neden olmaktadır. Bu yükü paylaşan aktörlerden biri de yerelde örgütlenen göçmen meclisleridir. Çalışmanın amacı; göç, çokkültürlülük ve uyum üçgeninde önemli bir role sahip olduğu düşünülen göçmen meclislerini kültürlerarası yaklaşım çerçevesinde değerlendirmektir. Nitel bir araştırma tasarımına sahip olan çalışmada göçmen meclislerinin betimsel bir analizi yapılmaya çalışılacak, Türkiye ve dünyadan örneklerle bu mekanizmaların işleyişleri mevcut ulusal ve uluslararası düzenlemelerle birlikte değerlendirilecektir. Böylece ilk bakışta küresel bir sorun olarak değerlendirilen göç olgusunun çözümlenmesinde yerel dinamiklerin önemi ve gücü, özellikle Türkiye'de henüz yeterince göz önünde olmayan yerel bir aktör olan göçmen meclisleri bağlamında ortaya konmuş olacaktır.
Pek çok bilim dalında olduğu gibi sosyal bilimlerde de dönemsel ve toplumsal koşullar, yeni kavramların ortaya çıkmasına, var olan kavramların yeniden biçimlendirilmesine veya yeniden tanımlanmasına yol açabilmektedir. Özellikle güncel... more
Pek çok bilim dalında olduğu gibi sosyal bilimlerde de dönemsel ve toplumsal koşullar, yeni kavramların ortaya çıkmasına, var olan kavramların yeniden biçimlendirilmesine veya yeniden tanımlanmasına yol açabilmektedir. Özellikle güncel gelişmelerin yönlendirdiği, var olan durumları, sorun alanlarını betimlemekten giderek uzaklaşan ya da yeni sorun alanlarının doğuşunun yansıması olan bu kavramsal tanımlama ihtiyacı, belli alanlarda kaçınılmaz olarak karşımıza çıkmaktadır. Göç, tam da böyle koşullarda ortaya çıkan ihtiyaçlar doğrultusunda şekillenen dinamik çalışma alanlarından biridir. Çalışmanın başlığında yer alan anahtar kavram olarak göçmen kökenli olma hâli (göçmen kökenlilik), göçmenin temsili ve aktif siyasal katılımına ilişkin olarak yakın dönemli gelişmelerden yola çıkan ve metnin esas olarak odaklanmaya çalıştığı, yaklaşık 20 yıllık geçmişi olan bir tanımlama çabasının ürünüdür. Göçmen,
yabancı, sığınmacı, mülteci vb. pek çok kavramın siyasetin gölgesinde
tartışıldığı günümüz dünyasında ülkeden ülkeye değişebilen ve aynı zamanda bilgi kaosu yaratan farklı kavramsal kullanımlar söz konusudur. Kavramları istisnalar koyarak tanımlama çabası, ülkelerin hukuki ve siyasal tutumlarından bağımsız olarak ele alınamadığından ve de her zaman her yerde geçerli karşılıklar bulunamadığından tünelin ucundaki ışığı görebilmek imkânsızdır. Çalışma, yeniden işlev kazanan göçmen kavramından yola çıkarak ‘göçmen kökeni’ne vurgu yapmayı hedeflemektedir. Göçmen kökenlilik kavramının dert edinilmesindeki ilk sebep, kavramsal karmaşaya bir katkı daha yapma endişesi taşımakla
birlikte, özünde göçmenliğin/göçmen olma hâlinin sıradanlığı ve
gelinen noktada herkesin göçmenliği ya da göçmen kökenli olma
ihtimalini sorguladığı günümüzde kavramın yeni bir işlev kazanmış olmasıdır. Bu kavramsal yordamaya ilk bölümde yer verilmiştir.
Göçmenliğin farklı bir işlev kazanmasının ardında yatan ve teorik çerçevenin ikinci basamağını oluşturan siyasal katılım konusu ise göçmen kökenli olup siyasetle aktif olarak uğraşan ve göçmenin, en problematik alanlardan biri olan siyasal arenada temsil olunması boyutuyla ele alınmıştır. Kavramsal irdelemenin ardından ikinci bölümde ise göçmen
kökenli siyasetçiler üzerine yapılan araştırmalara değinilerek, Türkiye’den
ve dünyadan öne çıkan siyasal kişiliklere yer verilmiştir. Bu bölümün amacı, hem literatürde nispeten yeni bir terim olan göçmen kökenliliğin siyasal katılım ve temsil kavramlarıyla ilişkisinin somutlaştırılması hem de göçün küreselleştiği ve farklılaştığı içinde bulunduğumuz şu dönemde göçmenin de yeniden işlevlendirildiği gelişmelere bir bakış ortaya konmasıdır.Göçmen kökenli olmanın siyasal katılım boyutuyla görünür
olmasında ve çalışma için ilk basamağı oluşturmasında, ulusal ve
uluslararası basında yer alan ve ses getirdiği gözlemlenen birtakım haberler belirleyici olmuştur. Bunlardan ilki, iki dönem üst üste Londra Belediye Başkanlığı’na seçilen İşçi Partisi adayı Sadık Han’a ilişkin haberlerdir (AA, 2021). Pakistan asıllı Sadık Han, ilk kez 2016 yılında belediye başkanı olarak seçilmiştir. Siyasal temsil açısından 2009 yılında Rotterdam belediye başkanı olarak seçilen Fas kökenli Ahmed Aboutaleb de öne çıkan göçmen kökenli siyasetçilere dair örneklerden biridir (Aygül, 2017). Avrupa’da toplumsal açıdan en hoşgörülü ülkelerden biri olan Hollanda’da, göçmenlerin pek çok alanda başarılı adımlar attıkları görülmektedir. İkinci ve üçüncü nesil göçmenler de göçmen kökenine sahip olmalarıyla birlikte pek çok haktan yerli nüfusla eşit oranda faydalanabilmektedirler (van Selm, 2019). İçinde bulunduğumuz yılın başlarında kurulan yeni hükûmette Güvenlik ve Adalet Bakanlığı ile Kültür ve Medyadan Sorumlu Devlet Bakanlığı görevlerine iki Türkiye kökenli kadının getirilmesi, yakın zamanda gerçekleşen önemli gelişmelerden biridir (Özkan, 2022). Çalışmanın kapsamına dâhil edilecek ülkeleri ve bu ülkelerde aktif olarak siyasal katılım gösteren göçmen kökenli siyasetçileri
tespit etmek oldukça güç olmuştur. Ülkelerin belirlenmesinde MIPEX (Migrant Integration Policy Index) verilerinden yararlanılmıştır. Türkçesi Göçmen Entegrasyon Politikası Endeksi olan MIPEX, 56 ülkede 8 politika alanında göçmenlerin entegrasyonuna dair politikaları belli göstergelerle ortaya koyan bir veri tabanıdır. Ülkeler arasında karşılaştırma yapma imkânı da tanıyan MIPEX, son olarak 2020 yılında güncellenmiş verileri içermektedir. Konu gereği, 8 politika alanından biri olan siyasal katılım göstergeleri ve bu çerçeveden incelenen üç ülke seçilmiştir. Bu ülkelerden ilki, 100 üzerinden 80 skorla iyi bir profil sergileyen İsveç; 60 skorla ortalama bir profil sergileyen Almanya ve 5 skorla kötü bir profil sergileyen Türkiye’dir (Migration Integration Policy Index, 2020). Ülkelerin seçiminde 0-100 arasında endekslenen ülkeler arasında belirgin bir farklılık ve dağılım olmasına özen gösterilmiştir.
Küresel ölçekte etkili olan COVID-19 salgını, pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de etkisini göstermiş ve yeni kamu politikalarının hayata geçirilmesini zorunlu kılmıştır. Bu alandaki ilk uygulama örneklerinden birini, yaşlı nüfusa... more
Küresel ölçekte etkili olan COVID-19 salgını, pek çok ülkede olduğu gibi
Türkiye’de de etkisini göstermiş ve yeni kamu politikalarının hayata geçirilmesini zorunlu kılmıştır. Bu alandaki ilk uygulama örneklerinden birini, yaşlı nüfusa yönelik politikalar oluşturmuştur. İçişleri Bakanlığı genelgeleri doğrultusunda 65 yaş ve üzeri vatandaşlara getirilen sokağa çıkma yasağı sonrasında vatandaşların ihtiyaçlarının karşılanması için harekete geçilmiş; il ve ilçe düzeyinde, çok aktörlü bir yapı olan Vefa Sosyal Destek Grupları oluşturulmuştur. Çalışmada, salgınla mücadele kapsamında oluşturulan Vefa Sosyal Destek Grubunun, afet yönetimi
politikası çerçevesinde değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Politika sürecinin
bütüncül bir şekilde değerlendirilebilmesi amacıyla Laswell’in süreç analizi modeli temel alınmış, söz konusu oluşumun nasıl oluşturulduğu ve uygulamaya geçirildiği incelenmiş ardından da Kayseri Talas İlçesi Vefa Sosyal Destek Grubu’na örneğine odaklanılmıştır. Grup çalışanları ve yetkilileriyle yarı yapılandırılmış görüşmeler gerçekleştirilmiş; grubun idari niteliği, hizmet sunumu ve kısıtlama sürecinde yaşanan sorunlar ortaya konmuştur. Yeni olmasına rağmen hızlıca organize olan ve etkin bir şekilde hizmet sunan Talas Vefa Sosyal Destek Grubunun olası benzer afet durumlarında da etkili olabileceği sonucuna ulaşılmıştır.
Dünya, geçmişten bu yana farklı kültürlerin oluşumuna ve yeryüzünde yaşamını sürdüren toplulukların az ya da çok birbirleriyle etkileşim halinde bulunmalarına bağlı olarak şekillenmeye devam etmektedir. Gelinen noktada çokkültürlülük,... more
Dünya, geçmişten bu yana farklı kültürlerin oluşumuna ve yeryüzünde
yaşamını sürdüren toplulukların az ya da çok birbirleriyle etkileşim halinde
bulunmalarına bağlı olarak şekillenmeye devam etmektedir. Gelinen noktada çokkültürlülük, artan nüfus hareketlilikleriyle birlikte değişen toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel yapıların bir çıktısıdır. Özünde farklılıkların birlikteliği vurgusunu taşıyan çokkültürlülüğü ortaya koyan gruplar; dinsel, dilsel, etnik ya da kültürel açılardan birbirlerinden farklı yaşam biçimlerini içerebilmekle birlikte; içinde bulunduğu toplumda egemen olan değerlere ve ilkelere eleştirel bir tutumla yaklaşabilen bireyleri ya da grupları da içerebilmektedir (Kymlica, 2020: 51). Metinde etnik açıdan farklı grupları temsil eden yabancılara yönelik yerel siyasal otoritelerin yaklaşımlarına, tutum ve davranışlarına siyasetin gündeminde öne çıkan gelişmeler çerçevesinde yer verilmiştir. Tarihte etnik, kültürel, dinsel veya dilsel olarak homojen yapıda olan bir topluluğun varlığını sürdürebildiği/koruyabildiği bir devletten söz etmek mümkün değildir. İmparatorluklardan, 18. yüzyıla ve günümüze dek kurulan ulus devletlerde az ya da çok, değişen oranlarda farklı grupları içeren siyasal birlikler bulunmaya devam etmektedir Bu nedenle dünya siyasi haritasına bakıldığında neredeyse tüm ülkelerin çokkültürlü bir toplumsal yapıya sahip oldukları gerçeği göz ardı edilemez. Modern dönemde tüm siyasal
sistemlerin ulus devlet anlayışını benimsemesi, zamana ve koşullara bağlı
olarak değişen nüfus hareketlerinin (göçlerin) var olması, çokkültürlü
toplumsal yapının temel dayanaklarını oluşturmaktadır (akt. Akyüz, 2020:
29). Küreselleşmeyle birlikte göç olgusu daha da görünür olmuş, kültürel
farklılıklar giderek gün yüzüne çıkmıştır... Çalışma, çokkültürlülüğün nedenlerini sorgulamak, istenen bir şey olup olmadığını değerlendirmek, ulaşılması gereken standartları belirlemek ya da siyasi olarak bu konuya devletin nasıl yaklaşması gerektiğini tartışmak amacıyla değil; günümüz çokkültürlü Türkiye’sinde göçmenler ve yerel dinamikler arasındaki ilişkiselliği, yerel yöneticilerin öne çıkan, gündemi meşgul eden ve kimi zaman da tartışma yaratan uygulamaları doğrultusunda ortaya koymak ve okuyucu düşünmeye, gerektiğinde de yereli temsilen bir arada yaşama kültürünü sorgulamaya yönlendirmek amacıyla ele alınmıştır.
İnsanın toplumsal bir varlık oluşunun pek çok göstergesi vardır. Bazen hayatta kalabilme mücadelesi, bazen de mücadele edilenle birlikte yaşama zorunluluğu, aslında hem kazanılmış hem de öğrenilmiş sosyal bir beceridir. İnsan, yaşamın... more
İnsanın toplumsal bir varlık oluşunun pek çok göstergesi vardır. Bazen hayatta kalabilme mücadelesi, bazen de mücadele edilenle birlikte yaşama zorunluluğu, aslında hem kazanılmış hem de öğrenilmiş sosyal bir beceridir. İnsan, yaşamın devamı için kendisini dış dünyaya ve dış dünyadan gelebilecek tehlikelere karşı korumak zorundadır. Bu koruma/korunma hali, içgüdüsel olarak insanoğlunun kendine güvenli bir yaşam alanı yaratabilmesi için gereken mücadele azmini sürekli kılar.
Tehlike doğuran faktörler arasında en önde geleni, başlangıçta doğanın getirdiği zor yaşam koşulları ve vahşi yaşamın kendisidir. Avcı toplayıcı yaşam formundan günümüze tehdit algımızı perçinleyen faktörler çeşitlenmekle birlikte, insanın karşısına başka bir tehdit unsuru daha çıkmıştır; bir diğer insan. Antik dönemden 21. yüzyıla güvenlik odaklı yapılanlar, böyle bir kısır döngü içerisinde toplumları ve toplumsal kurumları yönlendirmeye devam etmektedir.
Tüm varlıkların özünde yatan duyguların başında korku ve özellikle de ölüm korkusu vardır. Yaşam alanının gerek coğrafi gerek toplumsal açıdan birtakım risk faktörlerini taşıması, yaşamın o gününe ve ilerisine dair belirsizlikler, koruma/korunma/savunma ihtiyacını tetikleyerek insanoğlunu çareler üretmeye mecbur kılmıştır. Bu yönelimin kaynağı, algılanan ya da gelecekteki olası tehditleri doğuran/doğurabilme gücü olan bir düşmanın varlığıdır. Düşman üzerinden somutlaşan bir tehdidin varlığı (Cottam vd., 2017: 109-110), insan zihnini kolayca harekete geçirebilecek güçtedir. Rasyonel bir yönelim olarak düşmana engel olmak amacıyla harekete geçen insanoğlu, çitlerden dikenli tellere, tuğla ve kerpiçten devasa duvarlara ve hatta siber duvarlara varan geniş bir yelpazede binlerce yıllık mücadelesini sürdürmeye devam etmektedir.
Topluluk halinde yaşamın ilk örneklerinde -ilkel düzeyde de olsa- duvarlar (!); biz ve öteki, içerideki ve dışarıdaki, bizden olan ve bizden olmayan gibi ayrımların varlığına dair ipuçları içermektedir. Nitekim yerleşik yaşama geçişle birlikte, özellikle toplumsal bir bütünlük içerisinde yaşamanın doğal bir sonucu olarak şehir surlarıyla (kale) başlayan mücadele, insan uygarlığının temel yapı taşlarını oluşturmuştur.
Fiziki olarak duvarların yeryüzündeki varlığını, avcı-toplayıcı toplumlarda dahi görmek mümkündür. Günümüzden 12 bin yıl öncesine tarihlendirilen Göbeklitepe, tarihe ışık tutan gelişmeler, yerleşik yaşam ve dini inanca dair ezberlerimizi bozmuştur. Bilindiği üzere Göbeklitepe’nin gün yüzüne çıkışına kadar insanoğlunun yerleşik yaşama geçişi sonrasında, dini inancını yaşamak adına ibadethaneler inşa ettiği düşünülmekteydi. Ancak tarihin sıfır noktasında insanlık tarihini değiştiren birtakım bulgulara ulaşıldı. Dini inancın yerleşik yaşamı öncelediği düşünülmeye başlandı (Türkiye Kültür Portalı, 2021). Tapınak olarak inşa edilen kutsal alandaki duvarların, ne şekilde yapıldığı nasıl oraya taşındığı ile ilgili belirsizlikler bir yana; böyle bir anıtsal yapı için duvar inşa edilmesi, duvarların varlığının on binlerce yıl öncesine dayandığını göstermektedir. Bu bağlamda duvarların yalnızca dışarıya karşı bir kapanma değil; insanın içinde olana yönelme ve inanarak kendini koruma (içine kapanma) halini yansıttığı söylenebilir. Her iki durumda da insanoğlunun varlığına yönelik belirsizlikler ve risk faktörleri mevcuttur. Korku, hayatın çok içindedir. Öyle ki bu korkuyu yenmek için inancı referans alan bazı yollara, araçlara başvurulmuştur.
Duvarlar, ilk kentlerden bu yana çeşitli uygarlıkların yarattıkları geleneklerle yoğrulmuş ve özünü koruyarak farklı versiyonlarda farklı görünürlüklerde ortaya çıkmıştır, çıkmaya da devam etmektedir. Antik dönemin ilk kent formundan Bizans surlarına, Hadrianus Duvarı’ndan Çin Seddi’ne, Berlin Duvarı’ndan 21.yüzyılın dijital duvarlarına giden süreçte duvarlar, istenmeyene ya da korku duyulana yönelik savunma hattının oluşturulması işlevini görmüştür. Tarihin tozlu sayfalarına gömülen, tarihe kazınmış duvarlar, amaç-araç birlikteliği üzerinden günümüzün yaşam alanlarını, şehirleri ve ülke sınırlarını belirlemeye devam etmektedir.
Vernon ve Zimmermann’ın 1960’lı yıllardan bu yana inşa edilen modern duvarlar ve çitlerle ilgili ortaya koydukları kronolojideki gibi (Vernon ve Zimmermann, 2020), bugün birçok ülke arasında örülmesi planlanan duvarlar (Türkiye-Suriye-Irak sınırı ya da Polonya-Belarus, Litvanya-Belarus sınırında olduğu gibi) yazıya konu olan geleneksel anlayışın çoktan benimsenmiş olduğunun göstergesidir. Teritoryal bütünlük esasına dayanan ulus devletlerle birlikte ortadan kalkması beklenirken yeryüzündeki devletlerin üçte birinin en az bir sınırına duvar örmesi (Tüylü, 2019: 86), duvar inşa etme geleneğinin kronikleşmesine dair oldukça yerinde bir tespittir.
Arıboğan’ın duvarlı dünya perspektifi olarak adlandırdığı (Arıboğan, 2017), içinde bulunduğumuz süreç, toplumsal ve siyasal düzenin devamlılığı açısından hangi gelişmelere gebedir? Duvarlar, halen geçmişteki işlevselliğini sürdürmekte midir? Duvarlar, gerçekten aşılamayan veya bir diğerine geçit vermeyen engeller olarak kaçınılmaz mıdır?... İşte bu sorulardan yola çıkarak çalışmada tarihin ilk kentlerinden bu yana ötekinin varlığına engel olma amacıyla örülen duvarlar ve bu duvarlara verilen önem ortaya konmaya çalışılmış; ayrıca duvarın toplumsal ve siyasal yönü, toplumun ve siyasal iktidarın varlığını ortaya koyma ve sürdürme biçimleriyle ilişkilendirilerek ele alınmaya çalışılmıştır.
Şiddet; bireyin fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik yönden zarar görmesiyle sonuçlanan ya da sonuçlanması muhtemel hareketleri, bu hareketlere yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren fiziksel,... more
Şiddet; bireyin fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik yönden zarar görmesiyle sonuçlanan ya da sonuçlanması muhtemel hareketleri, bu hareketlere yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımdan yola çıkarak şiddetin oldukça farklı türlerinin olabileceği öngörülebilmektedir. Gerek farklı biçimlerde gerek farklı aktörler tarafından belli amaçlar doğrultusunda ortaya konan şiddet, geçmişten bugüne pek çok disiplinin ele aldığı konulardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Çalışma gereği ele alınan siyasal boyutuyla şiddet kavramı; tehdit ve baskı gibi güç unsurlarını öne çıkararak, söz konusu güç unsurlarının birtakım siyasi aktörler tarafından doğrudan ve bilinçli politikalar neticesinde gözle görünür olduğu gerçeği ile bizleri buluşturmaktadır. Şiddetin siyasetle ilişkisine bakıldığında devlet ya da devlet dışı aktörlerin sorunları çözmede kullandıkları bir alternatif yol olarak siyasal şiddet kavramı karşımıza çıkar. Bir uzlaşma ve müzakere sanatı olarak ele alındığında siyaset, sorunları çözmede şiddet kullanma yolunu değil; gerçekten bir yöntem olarak siyaset yapma yolunu benimsemektedir. Oysa günümüzde gündelik siyasette şiddetin farklı yansımalarını görmek kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu anlamda siyasetin doğası gereği, çatışma ortamından doğduğu ve çatışmanın sonlandırılması için de yine bu içerikte uygulamalara başvurabildiği görülmektedir. Şiddet de bu çatışma ortamının vazgeçilmez unsurlarından biridir. Çalışmada siyasal şiddet olgusu, modern devletin ortaya çıkışı ve şiddetin meşruluk kazanması ile ilişkilendirilerek irdelenmeye çalışılacak; bu gücü elinde bulunduran devlet mekanizmasının şiddeti tekelleştirme süreci, modern siyaset teorisyenlerinden biri olan Max Weber’in yaklaşımı çerçevesinde ortaya konacaktır. Bilindiği üzere Weber, devletin sahip olduğu temel bir güç aygıtı olarak şiddeti öne çıkarmakta; şiddetin devlet eliyle kullanmasına ve şiddetin meşruluk dayanaklarına dair birtakım değerlendirmeler yaparak şiddet olgusunu, modern devletle ilişkilendirmiştir. Tarihsel olarak kamu otoriteleri tarafından şiddet kullanımının istisnai niteliğine rağmen, Weberle birlikte devlet, belli bir toprakta meşru fiziki güç kullanma tekelini elinde tutma iddiasıyla hareket eden bir insan topluluğu olarak tanımlanmaktadır. Özellikle 16. yüzyılın sonları itibariyle 152 merkezileşen siyasal güç; feodal dönemin bölünmüş, parçalı ve dağınık, yerel otoritelerinin çoklu sözde adalet düzenine nokta koyarak; özellikle fiziki anlamda şiddet araçlarının devlet tarafından ele geçirilmesi ve tekelleştirilmesi ile farklı bir aşamaya geçiş yapmıştır. Orta Çağ’ın yerel şiddet uygulamalarının ve birbirinden bağımsız hareket eden askeri güç ve otorite biçimlerinin aksine modern devlet, siyasal kontrolü elinde bulunduran ve şiddetin kontrolsüzce kullanımına son veren nihai bir siyasal aktördür. Çalışma kapsamında hipotezimiz, siyasal şiddetin merkezileşmesi ve meşruiyetini devlet-toplumsal düzen kurgusuna dayandırması ile siyasal rejimlerin şiddeti ele alma biçimleri arasında yakın bir ilişki olduğu şeklindedir. Siyaset biliminde siyasal rejimler esas olarak demokratik, otoriter ve totaliter olmak üzere üç farklı biçimde ele alınmaktadır. Kuşkusuz her siyasi rejimin siyasal şiddete yaklaşımı ve şiddeti ortaya koyma biçimleri farklıdır. Çalışmada her üç modelde şiddetin varlığı, şiddetin ne kadar olağan ya da olağan dışı karşılandığı Weber’in modern devlete yaklaşımıyla ilişkilendirilerek ortaya konmaya çalışılacaktır.
Biyolojik bir kavram olarak cinsiyet, insanın toplumsal bir varlık olmasından hareketle pek çok alanda öne çıkan kavramlardan biri olagelmiştir. Bu alanlardan biri de siyasettir. Siyaset içerisinde cinsiyetin rolü ve siyasetin cinsiyete... more
Biyolojik bir kavram olarak cinsiyet, insanın toplumsal bir varlık olmasından hareketle pek çok alanda öne çıkan kavramlardan biri olagelmiştir. Bu alanlardan biri de siyasettir. Siyaset içerisinde cinsiyetin rolü ve siyasetin cinsiyete yaklaşımı, biyolojik-toplumsal bir olgu olarak cinsiyete ilişkin siyasal tutumları ve siyasal davranışları şekillendirmektedir. Kadın ve erkeğin sosyalleşme süreçlerindeki deneyimlerinin birbirinden oldukça farklı oluşu, yadsınamaz bir gerçekliktir. Yaradılışın doğası gereği midir yoksa bizler de bunun güdüleyicisi olduğumuz için midir bilinmez, kadın birçok konuda dezavantajlı bir grup olarak ele alınmakta ve bu bakış açısı, kadına yönelik pozitif bir ayrımcılık çerçevesinde birtakım politikaların hayata geçirilmesine yol açmaktadır. Mevcut sosyo-kültürel yapılar, gelenekler ve bu yapıların siyasal iktidar ve siyasetle ilişkileri, coğrafyadan coğrafyaya, ülkeden ülkeye değişiklik göstermektedir. Bu noktada genel geçer, evrensel bir politika bütünlüğü olmamakla birlikte, ideal düzende olması gereken kadına ve erkeğe yönelik fırsat eşitliğinin sağlanması şeklindedir. Ancak her zaman bu yönde demokratik gelişmelerle karşılaşılamadığı, kadın haklarının kısıtlandığı, hatta kadının gerek toplumsal gerek siyasal yaşamın dışında bir varlık olarak algılandığı örnekler görebilmek mümkündür. Toplumsal cinsiyet rollerinin ve toplumsal cinsiyet algısının siyasetle ilişkisi, özellikle kadının toplumdaki konumu üzerinden ele alındığında ilginç sonuçlar vermektedir. Bu durum, konunun özellikle yakın dönem akademik çalışmalarda sıklıkla ele alınan, popüler çalışma konularından biri olmasına neden olmaktadır. Çalışmamız gereği, iki farklı cinsiyet arasındaki fırsat eşitliğini, Türk siyasetinde kadınların siyasal temsili üzerinden ele almayı amaçladık. Bunu ortaya koyabilmek adına Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından bu yana ulusal düzeyde gerçekleşen milletvekili seçimlerinde seçmenden yeterli desteği alarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde milleti temsil etmiş kadın milletvekili sayılarına ulaşmaya çalıştık. İlk meclisten günümüze geçen zamanda kadının siyasal katılımı göz önünde bulundurulduğunda, bu konudaki erken cumhuriyet dönemi politikalarının adeta dünya ile yarışır ölçüde ilerici ve çağdaş olduğu gerçeği ile yüzleşmekteyiz. Çalışma kapsamında kadının siyasal katılımı konusu, öncelikle kadına seçme ve seçilme hakkının verilmesine ilişkin tarihsel arka planla birlikte kronolojik olarak ele alınacak; ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin bu yöndeki politikalarına yer verilerek kadının siyasal yaşamamızdaki görünürlüğü sayılarla ortaya konmaya çalışılacaktır. Bunun için kaynak taraması yapılarak güvenilir bilgilerin paylaşılmasına özen gösterilecek ve kadının ulusal düzeydeki temsiline ilişkin veriler, hukuki ve siyasal çerçevedeki düzenlemelerle birlikte sunulacaktır. Kadının Türk siyasetindeki görünürlüğü, 1934 yılında seçme ve seçilme hakkının tanınmasının üzerinden geçen zamanda giderek artmaktadır fakat modern demokrasiler açısından bakıldığında kadına yönelik politikaların daha da iyileştirilmesi; yalnızca niceliksel üstünlüklerin değil, niteliksel üstünlüklerin de sağlanmasına yönelik politikaların ve uygulamaların ortaya konması gerekmektedir.
This study aims to analyze the data utilized from a field study done just before the 24 June elections which was referred as an extremely important milestone in Turkey's policy and witnesses to many innovations. There are two aspects to... more
This study aims to analyze the data utilized from a field study done just before the 24 June elections which was referred as an extremely important milestone in Turkey's policy and witnesses to many innovations. There are two aspects to be analyzed. The first aspect of the situation is that 24 June elections were the first elections of the new Presidential system of Turkey and that legal political party alliance fact was faced for the first time and that the Turkish political parties entered the elections via alliances. By the way the second aspect which has to be discussed is that how was the attitude and support of the voters to the alliances, and the impact of the social media campaigns, especially the enough-continue campaign, on the voters during the election campaign. Besides, this study examines the effects of domestic-foreign policy developments, leadership case, ideologies of political parties and social identity on 24 June elections. Semi-structured interview technique was used as working method with 30 participants who supported different alliances in three different cities Kayseri, Kırklareli and Erzurum.
Öz Küreselleşme süreciyle birlikte teknoloji, hayatımızın her alanına girmiştir. İçinde bulunduğumuz süreçte yaşanan gelişmeler, klasik yönetim anlayışının ötesine geçerek bilgi ve hizmetlerin kullanıcıya (vatandaş-müşteri) daha hızlı... more
Öz Küreselleşme süreciyle birlikte teknoloji, hayatımızın her alanına girmiştir. İçinde bulunduğumuz süreçte yaşanan gelişmeler, klasik yönetim anlayışının ötesine geçerek bilgi ve hizmetlerin kullanıcıya (vatandaş-müşteri) daha hızlı daha kolay ulaşması yönünde talepler doğurmuştur. Bilgi ve hizmete erişebilirlik, bilgi toplumunun en önemli güç kaynaklarından biridir. Çalışma, ulusal bilgi güvenliği sisteminin temel mevzuatını oluşturan strateji belgeleri ve eylem planlarından yola çıkarak kamu kurumlarının bilgi güvenliği kültürüne yaklaşımını uygulamaya koyduğu politikalar çerçevesinde ortaya koymayı amaçlamaktadır. Güvenlik kültürü; yöneticilerin, çalışanların, hizmetten faydalananların ve tüm kamu üyelerinin karşı karşıya kalabilecekleri sorunların en aza indirilmesi ya da ortadan kaldırılmasına yönelik uygulamaları içermektedir. Günümüz bilgi toplumlarında bilgi güvenliği konusu, güvenlik kültürünün/güvenlik yaklaşımının önemli bir boyutudur. Gelişen teknolojiyle birlikte internet ortamında bireysel veya kamusal düzeyde çeşitli güvenlik riskleri ortaya çıkmakta, buna bağlı olarak kamu kurumları çeşitli önlemler almaya yönelmektedir. Kamu kurumlarında güvenlik kültürünün oluşturulabilmesi için bilgi güvenliği ve siber güvenlikle ilgili düzenlemeleri öngören mevzuat bilgi sistemi, çalışmanın ele aldığı kurumsal dokümanların kaynağını oluşturmaktadır. Bu kapsamda çalışma, 2015-2018 arası dönemi içeren Bilgi Toplumu Stratejisi ve Eylem Planının ele aldığı ulusal bilgi güvenliği politikalarını; bu politikaların kamu kurumları için belirlediği hedefleri ve uygulama önerilerini, nitel araştırmalarda kullanılan veri toplama araçlarından biri olan doküman incelemesi yöntemiyle Kayseri Barosu özelinde analiz etmeye çalışmaktadır. Analiz sonucunda bilgi güvenliği ve güvenlik kültürü yaklaşımları çerçevesinde Kayseri Barosu'nun başlangıç düzeyinde birtakım faaliyetler yürüttüğü, çevrim içi ortamda kullanıcılarla bu bilgileri paylaştığı ancak bu girişimlerin henüz yetersiz olduğu sonucuna varılmaktadır. Eylem Planı'nda sorumlu kuruluş olarak belirtilen Adalet Bakanlığı'nın bu konularda tüm barolara daha fazla katkı sağlaması önerilmektedir. Abstract Technology has entered every aspect of our lives with the globalization process. The developments in the current period led to the need for information and services to reach the user (citizen-customer) faster and more easily beyond the classical approach of management Accessibility to information and service is one of the most important sources of power in the information society. The study aims to reveal approach of the public institutions about information security culture within the framework of the policies implemented by the strategy documents and action plans that constitute the basic legislation of the national information security system. Safety culture includes practices aimed at minimizing or eliminating the problems that managers, employees, service beneficiaries and all public members may face. In order to establish a security culture in public
In its various aspects, the subject of “belonging” has been an important fundamental indicator in terms of understanding “social belonging relations” throughout the history of mankind. This study focuses on the Meskhetian Turks who have... more
In its various aspects, the subject of “belonging” has been an important fundamental indicator in terms of understanding “social belonging relations” throughout the history of mankind. This study focuses on the Meskhetian Turks who have immigrated to Turkey since 1992. Using the selected sample below, it considers the Meskhetian Turks’ choice of a preferred motherland, Turkey or their own Meskhetian Territories with regard to social belonging. The research also questions the role of Turkish Governments during the period 1992-2017 who as decision makers in matters of “immigration administration” “encouraged” or “discouraged” the Meskhetian Turks to enter in Turkey. In addition, the level of public awareness drawn by the Meskhetian Turks’ recently increasing rates of arrival in Turkey along with the subject of their social adaption to local public life will be questioned through in depth interviews. Moreover, on a broader level, the emotions of the Meskhetian Turks towards spatial belonging will be scrutinized. And in the final analysis, the content of this paper examines the general question of “motherland” belonging, which is claimed to exist amongst the Meskhetian Turks both towards Turkey and the Meskhetian territories.
In its various aspects, the subject of "belonging" has been an important fundamental indicator in terms of understanding the social belonging relations throughout the history of humanity. This study has focused on whether the Meskhetian... more
In its various aspects, the subject of "belonging" has been an important fundamental indicator in terms of understanding the social belonging relations throughout the history of humanity. This study has focused on whether the Meskhetian Turks who have migrated to Turkey particularly since 1992 have preferred Turkey or the Meskhetian territories as the motherland with priority. The direction of the predominant preferences by the Meskhetian Turks regarding spatial belonging will be examined via the selected sample. It will be questioned how much the Governments in the position of being decision makers as the political power in Turkey in the 1992-2017 period affected the "migration management" policy on the Meskhetian Turks in terms of "encouraging" or "discouraging" arrival in Turkey. In addition, the subject of how much attention the Meskhetian Turks who have returned to Turkey at
increasing rates in the recent years draw in the public opinion and of how much social adaptation to the Turks in Turkey is achieved will be questioned through in-depth interviews. Moreover, their emotions about spatial belonging will be scrutinized. In the final analysis, the content of this proposed paper questions the presence of "motherland" belonging, which is claimed to exist in the Meskhetian Turks for both countries towards Turkey and the Meskhetian territories that comes to the fore in the literature, and emphasis will be put on the sense of belonging to the territories and identity of which country might have a stronger influence in the future scenario.
Research Interests:
This study aims to reveal remarks of Ahiska Turks who immigrated to Turkey from Kyrgyzstan as of 2000, about Ahiska and returning to Ahiska. Related questions are directed to participants by questionnaires. The answers are analyzed by... more
This study aims to reveal remarks of Ahiska Turks who immigrated to Turkey from Kyrgyzstan as of 2000, about Ahiska and returning to Ahiska. Related questions are directed to participants by questionnaires. The answers are analyzed by statistical program and then interpreted.
As a result of analysis findings about basic demographic information like birth places, age, gender, marital status, education and income levels of Ahiska Turks immigrated to Turkey, years of coming to Turkey, cities of living in Turkey currently; their attitudes about the reasons of forced migration from Ahiska and going back to Ahiska are also achieved. Evaluations about forced migration from accepted fatherland of Ahiska in 1944 and returning to Ahiska in future provide to approach Ahiska through the eyes of Ahiska Turks. Thus, it will present a new perspective on this issue.
It is revealed that most of Ahiska Turks who participate to the fieldwork think about having Turkish culture and feeling of insecurity to Ahiska Turks who had been living at the borders, were the main reasons of forced migration from Ahiska. Besides majority does not prefer to return to Ahiska, it is concluded that return-thinking ones prefer to see Turkey as a guarantor country for this period.
Key Words: Ahiska, Ahiska Turks, Kyrgyzstan, Turkey.
Çalışma, Kayseri kent merkezinde yer alan Cumhuriyet Meydanı’nın kentin kuruluşundan bu yana geçirdiği sosyolojik, kültürel ve siyasal evreleri; meydanda yer alan tarihi, mimari yapıtların birlikteliği çerçevesinde melez buluşma örneği... more
Çalışma, Kayseri kent merkezinde yer alan Cumhuriyet Meydanı’nın kentin kuruluşundan bu yana geçirdiği sosyolojik, kültürel ve siyasal evreleri; meydanda yer alan tarihi, mimari yapıtların birlikteliği çerçevesinde melez buluşma örneği olarak ele almaktadır.

Çalışmanın amacı, tarih öncesinden günümüze farklı kültürlere ev sahipliği yapan Kayseri’nin çok kültürlü yapısını, Cumhuriyet Meydanı üzerinden ele almak ve Kayseri kent kimliğinin oluşumunda etkili olan faktörleri ortaya koymaktır. Böylece hem kent meydanlarının önemi ortaya konmuş olacak hem de her açıdan girift özellikler taşıyan bu şehrin tarihten gelen renkli dokusu bir kez daha gün yüzüne çıkarılmış olacaktır. Çalışmanın yöntemi, Kayseri tarihiyle ilgili literatür taramasının ardından, mevcut konumunda kent meydanının melez kimlik kavramı çerçevesinde gözlemlenmesidir.

Kayseri Cumhuriyet Meydanı’ndaki tarihi yapılardan Bizans dönemine ait Kayseri Kalesi, Selçuklu dönemine ait Hunat Hatun Külliyesi, Osmanlı dönemine ait Saat Kulesi ve Cumhuriyet dönemi eseri olan Atatürk Anıtının aynı mekanda ve halen bir şekilde hayatta kalmalarından hareketle melez bir kent kimliği oluşturduğu tespit edilmiştir.

Anahtar Kavramlar: Kent, Meydan, Melez Kimlik, Kayseri, Cumhuriyet Meydanı.
Migration is as much political, administrative and legal actional aspect, as it is a sociological movement. The state is the most important determinant factor for the integration of the immigrants to the society. Migration is so important... more
Migration is as much political, administrative and legal actional aspect, as it is a sociological movement. The state is the most important determinant factor for the integration of the immigrants to the society. Migration is so important that it can not be ignored depending on the strategic priorities of the state.
The main topic of this article is to examine the state’s position in the migration policy in Turkey under the framework of ‘National Action Plan of Turkey for the Adoption of EU Acquis in the Field of Asylum and Migration’. The aim of the article is to correlate approach on migration management which is revealed at the action plan with the republican and multicultural models of integration.
It is concluded as that the mentioned National Action Plan includes the applications which mostly represents the republican model of integration.
Research Interests:
Göç, yalnızca sosyolojik bir hareketlilik değil; siyasi, idari ve hukuki bir eylemlilik halidir. Bireylerin ve grupların topluma ve kentsel mekana uyumu sürecinde belirleyici aktörlerden biri ve en önemlisi devlettir. Devlet göçle... more
Göç, yalnızca sosyolojik bir hareketlilik değil; siyasi, idari ve hukuki bir eylemlilik halidir. Bireylerin ve grupların topluma ve kentsel mekana uyumu sürecinde belirleyici aktörlerden biri ve en önemlisi devlettir. Devlet göçle gelenlere ya uzlaştırıcı bir rol üstlenerek müdahale edecek ya da bir şekilde kitleleri yeniden göçe yönlendirecektir. Böylece kitle(ler), devlet(ler) tarafından uygulanan politikalara karşı göç edilen topluma entegre olup olmama konusunda bir irade göstereceklerdir. Son dönemde uluslararası gündemin ve Türkiye’nin sıklıkla ele aldığı konulardan biri göç konusudur. Türkiye’nin göç alan bir ülke olduğu gerçeği, geçmişten bu yana bilinmektedir. Fakat son dönemdeki göç yoğunluğu gerek hedef ülke gerekse transit ülke konumundaki Türkiye’yi her türlü göçe yönelik ayrıcalıklı ve stratejik bir politika oluşturmaya yöneltmiştir. Hukuki ve yönetsel altyapı, Avrupa Birliği ile uyum yasaları çerçevesinde eşgüdümlü olarak yürütülmeye çalışılmaktadır. Bu anlamda Nisan 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ve kanun kapsamında kurulan Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, göç yönetiminde başat rol oynamaktadır. Çalışmanın temel amacı, Türkiye’nin göç yönetimine ilişkin siyasal ve yönetsel yaklaşımını ortaya koymaktır. Özellikle kültürel çeşitliliğin yönetimi konusunda nasıl bir siyasetin izlenmekte olduğu/izleneceği, çokkültürcü ve Cumhuriyetçi entegrasyon modelleri üzerinden ele alınacak; Cumhuriyetçi entegrasyon modelinin öne çıkan özellikleri İltica ve Göç Alanındaki Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Ulusal Eylem Planı kapsamında ortaya konmaya çalışılacaktır. Oldukça detaylı alt başlıkları olan Ulusal Eylem Planı, ‘Öncelikler’ başlığı altında yer alan ‘Entegrasyon’ bölümü ile çalışmanın veri kaynağını oluşturmaktadır. Çünkü bu başlık altındaki düzenlemeler, eğitim-sağlık-toplumsal yaşam-çalışma hayatı ve kültürel haklar gibi pek çok alana ilişkin devletin belirlediği kuralları ve politikaları içermektedir. Kuralların uygulanması ve politikaların hayata geçirilmesi konusunda devletin toplumun bütünlüğüne yönelik tutumu, entegrasyon konusundaki yaklaşımını da ortaya koymuş olacaktır. Çalışmada Ulusal Eylem Planı, kurumsal doküman türlerinden biri olarak değerlendirilmiştir. Doküman analizinde Türkiye Devleti’nin entegrasyona bakış açısının tektipleştirici ve grup içerisinde eritici bir yöntemi benimsediği; bu bağlamda Cumhuriyetçi entegrasyon modeli ile uyum sağladığı sonucuna varılmaktadır.
Dijital Türkiye, Digital Europe Projesi’nin AB Dijital Ajanda 2020 vizyonu çerçevesinde Türkiye’nin 2023 hedefleri arasında yer alan bir projedir. Özellikle kamu yönetimi alanında AB ülkeleri ile uyumlu olarak koordine edilecek pratik ve... more
Dijital Türkiye, Digital Europe Projesi’nin AB Dijital Ajanda 2020 vizyonu çerçevesinde Türkiye’nin 2023 hedefleri arasında yer alan bir projedir. Özellikle kamu yönetimi alanında AB ülkeleri ile uyumlu olarak koordine edilecek pratik ve hızlı bilgi sistemleri aracılığıyla e-devlet uygulamalarının hayata geçirilmesi ve bürokratik oligarşiye karşı atılmış önemli bir adım olarak karşımıza çıkmaktadır. Çalışmada Dijital Türkiye projesi kapsamında vatandaşların kamu hizmetlerinden faydalanabilmesi için getirilen yenilikler, Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde hazırlanan hükümet programlarının içerikleri ve hükümetlerin icraatları dikkate alınarak karşılaştırmalı olarak analiz edilecektir. Bu bağlamda kamu hizmetlerinin dijitalleşmesine yönelik çalışmalar ile yeni nesil kamu yönetimi anlayışındaki farklılıklar ortaya konmuş olacaktır.
Kimlik, ‘ben kimim’ sorusunun yanıtı olarak bireylerin kendilerini nasıl tanımladıklarını ve bulundukları toplum içerisindeki konumlarını ortaya koyan çok yönlü bir kavramdır. Mevcut koşullar, bireylerin değer yargılarını etkileyerek... more
Kimlik, ‘ben kimim’ sorusunun yanıtı olarak bireylerin kendilerini nasıl tanımladıklarını ve bulundukları toplum içerisindeki konumlarını ortaya koyan çok yönlü bir kavramdır. Mevcut koşullar, bireylerin değer yargılarını etkileyerek kimliklerinin ve aidiyet algılarının biçimlenmesine neden olmaktadır. Bu nedenle kimlik, bireysel olduğu kadar toplumsal; psikolojik olduğu kadar sosyal, kültürel ve aynı zamanda tarihi bir anlama sahiptir. Ömür boyu süren bir oluşum sürecinde kimlik, dönemsel ve dinamik bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Çalışmada ilk olarak sosyolojik anlamda kimlik kavramının oluşumu, içeriği ve bu kavramdan yola çıkarak göç ve kimlik arasındaki ilişki ortaya konacak; ardından farklı demografik yapıdaki Ahıska Türklerinin bu bağlamda kendilerini nasıl tanımladıkları ele alınacaktır. Çalışmada Antalya’da yaşayan ve ankete katılan Ahıska Türklerine yöneltilen sorular çerçevesinde kendilerini tanımlarken kullanmayı tercih ettikleri ifadeler belirlenecektir.
Çalışma, Ahıska Türklerinin Türkiye’ye göç sonrasında yaşadıkları kimlik dönüşümleri ve ileride yaşamak istedikleri ülke veya ülkeler arasında ilişki kurarak buna etki eden değişkenleri Ahıska Türklerinin demografik özellikleri çerçevesinde karşılaştırmalı olarak ele alacaktır.
Elektronik hizmet kullanımı, gittikçe yaygınlaşan bir hizmet yönetimi stratejisidir. Kamu yönetimi alanındaki bürokratikleşme, e-hizmet alternatiflerinin sunulmasıyla bir nebze olsun aşılmaya çalışılmakta; hizmet sunumu ve de hizmete... more
Elektronik hizmet kullanımı, gittikçe yaygınlaşan bir hizmet yönetimi stratejisidir. Kamu yönetimi alanındaki bürokratikleşme, e-hizmet alternatiflerinin sunulmasıyla bir nebze olsun aşılmaya çalışılmakta; hizmet sunumu ve de hizmete erişimin hızlandırılması için çaba sarf edilmektedir. Son dönemde kamu kurumları küresel yönetim anlayışının da etkisiyle artan iş yükleri neticesinde e-hizmet sunuma yönelmektedirler.
Türk kamu yönetiminde e-hizmet sunum alanlarından biri de Türkiye gündeminin temel unsurlarından biri olan göç alanında görülmektedir. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, 2013 yılında kurulmasının ardından kısa bir süre içerisinde faaliyet alanında ilerleme kaydetmiştir ve kaydetmeye devam etmektedir. İç İşleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, göç ile ilgili olarak Türkiye’de hayata geçirilen ilk ulusal özerk kurum olma niteliğine sahiptir. Geçtiğimiz 3 yıl içerisinde Müdürlüğe bağlı olarak faaliyete geçirilen e-göç hizmetleri, kurumsallaşmayla gelen yönetsel işlevselliği ortaya koyması açısından önemlidir. Çalışma, kurum bünyesinde sunulan hizmetlerin elektronik ortama taşınmasındaki uygulama sonuçlarını, resmi internet sitesi üzerinden paylaşılan göç raporları ve faaliyetleri çerçevesinde ele alacaktır. Türkiye’nin bu alandaki mevcut durumu, Müdürlüğün kurulmasından bu yana geçen süre içerisinde kaydedilen gelişmelerin karşılaştırmalı olarak analiz edilmesi ile ortaya konacak ve aynı zamanda göç alanında e-hizmet sunumuna ilişkin öneriler getirilmeye çalışılacaktır.
Ahıska Türkleri, Kafkasya coğrafyasından zorunlu göçe maruz kalmış Müslüman ve Türk soylu etnik bir gruptur. 1944 yılında önce Orta Asya içlerine sürülen Ahıska Türkleri, Rusya’dan ABD’ye, Ukrayna’dan Türkiye’ye dili ve dini farklı olan... more
Ahıska Türkleri, Kafkasya coğrafyasından zorunlu göçe maruz kalmış Müslüman ve Türk soylu etnik bir gruptur. 1944 yılında önce Orta Asya içlerine sürülen Ahıska Türkleri, Rusya’dan ABD’ye, Ukrayna’dan Türkiye’ye dili ve dini farklı olan birçok ülkede göçün izini sürmüşlerdir. Türkiye, çeşitli bölgelerinde Ahıska Türkü nüfusu barındıran bir ülkedir. Ahıska Türkleri, sahip olunan ortak kültürel ve tarihi değerlerin katkısıyla adeta Türk toplumu içerisinde görünmez olmuş, bu anlamda diğer etnik unsurlardan farklı olarak kolaylıkla topluma uyum sağlamayı başarabilmişlerdir.
Çalışmada Ahıska Türklerinin Türkiye’ye entegrasyon süreci, ortak değerler çerçevesinde ‘dil’ ve ‘din’ olgusu üzerinden ele alınacak; söz konusu iki olgunun Ahıska Türklerinin kendi arasında ve toplumla etkileşimindeki rolü vurgulanmaya çalışılacaktır. Dil ve din beraberliğinin entegrasyon sürecindeki katkısı, çeşitli göç yolları üzerinden Türkiye’ye gelen/gelmekte olan Ahıska Türkleri örneği üzerinden yapılacak kapsamlı bir literatür taraması sonucunda ortaya konacaktır.
Sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal ortam gibi pek çok faktör, kuşaklar arasında birtakım farklılıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu farklılıklardan biri de kamu hizmetlerine yönelik beklentilerdeki farklılıklardır. Çalışma,... more
Sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal ortam gibi pek çok faktör, kuşaklar arasında birtakım farklılıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu farklılıklardan biri de kamu hizmetlerine yönelik beklentilerdeki farklılıklardır. Çalışma, Nuh Naci Yazgan Üniversitesi’nde lisans eğitimi gören ve aldıkları eğitim dolayısıyla kamu yönetimi ve kamu hizmeti gibi kavramlar üzerine odaklanan 1.- 2.- 3. ve 4.sınıf Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğrencilerinin bu konulardaki beklentilerini ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Y kuşağının en temel özelliklerinden biri, teknolojiyle yakın ilişkileridir. Araştırma, Y kuşağının teknolojik ilgilerinden yola çıkmaktadır. Bölüm öğrencileri arasından Y kuşağı yaş grubunda (1980-1999) bulunan öğrenciler, çalışmaya dahil edilecek, kendilerine yöneltilen anket soruları çerçevesinde çalışma verileri toplanacaktır. Günümüzde kamu hizmetlerinin sunulmasına yönelik öğrencilerin olumlu ya da olumsuz düşünce ve tutumları, araştırma sonucunda belirlenmiş olacaktır.
Seçimler, siyasal düzenin önemli araçlardan biridir. Seçim öncesi veya seçime yakın dönemlerde seçmen ve siyasal parti arasındaki etkileşim, her zamankinden fazla olmakta ve kuşkusuz yoğunlaşmaktadır. Bu dönemlerde siyasal partiler,... more
Seçimler, siyasal düzenin önemli araçlardan biridir. Seçim öncesi veya seçime yakın dönemlerde seçmen ve siyasal parti arasındaki etkileşim, her zamankinden fazla olmakta ve kuşkusuz yoğunlaşmaktadır. Bu dönemlerde siyasal partiler, seçmenleri etkilemek için çeşitli propaganda araçlarından faydalanmaktadır.
Çalışma, özellikle seçim dönemlerinde daha aktif hale gelen propaganda çalışmalarındaki yeni bir propaganda aracına; oyuncağa dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. Klasik propaganda araçlarından farklı olarak oyuncak, son dönemde seçim çalışmaları kapsamında görülen ilginç propaganda nesnelerinden biridir. Bunu ortaya koymak adına siyasal partilerin haber niteliği taşıyan parti organizasyonları internet üzerinden taranmış, geleneklerin dışında yeni bir propaganda aracına ilişkin tespitlerde bulunulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Siyasal propaganda, seçim kampanyası, seçim, oy, oyuncak.
Avrupa Birliği ile uyum sürecinde göç politikalarının ortak prosedürler çerçevesinde şekillendirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Ancak konunun hükümetler arası işbirliğinin ötesinde ulusal boyutunun da olduğu unutulmamalıdır. Hem kaynak... more
Avrupa Birliği ile uyum sürecinde göç politikalarının ortak prosedürler çerçevesinde şekillendirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Ancak konunun hükümetler arası işbirliğinin ötesinde ulusal boyutunun da olduğu unutulmamalıdır. Hem kaynak ülke hem de transit ülke konumundaki Türkiye’de göç kontrolü ve yönetimi, Avrupa Birliği göç politikalarının da kontrolünü sağlayacağı için göç alanındaki kurumsallaşmanın, yönetişim yaklaşımı içerisinde değerlendirilmesi gerekir.
Öngörülen göç politikalarının uygulamaya dönüştürülmesi ve söz konusu uygulamaların denetlenmesi için özerk kurumlara ihtiyaç vardır. 2013 yılında Türkiye’de kurulan Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, özel düzenlemelere ihtiyaç duyulan bir alanda ve sivil bürokrasinin bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Merkez, taşra ve yurt dışı örgütlenmelerini de içeren bu yeni oluşum sürecinde, daha katılımcı bir göç yönetimi anlayışının benimsendiği görülmektedir.
Çalışmada Türkiye’de göç konusuna ilişkin kurumsallaşmanın küresel göç yönetişimi çerçevesindeki önemi ve işlevselliği tartışılacak, yeni yapılanmanın göç olgusuna bakış açısı irdelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Göç, Küresel Göç Yönetişimi, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, Türkiye.
1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yıkılması ile bağımsızlığını ilan eden Estonya, yönetim anlayışında değişiklik yapma yoluna gitmiştir. Sovyet döneminin katı hiyerarşik ve bürokratik yapısı terk edilerek dijital... more
1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yıkılması ile bağımsızlığını ilan eden Estonya, yönetim anlayışında değişiklik yapma yoluna gitmiştir. Sovyet döneminin katı hiyerarşik ve bürokratik yapısı terk edilerek dijital bürokrasi modeline geçildiği gözlenmektedir. Son dönemde bilgi ve iletişim teknolojilerine yapılan yatırım, e-devlet uygulamalarında da kendisini göstermiştir. İşlem süreçlerini kısaltan, hızlı çıktılar alınmasını sağlayan ve hizmet kalitesini arttıran elektronik hizmet yöntemleri yaygınlaştırılmaktadır.
Çalışma, 2000’li yılların başından itibaren Estonya’da uygulamaya konan e-seçim, e-imza gibi dijital yöntemleri ve Türkiye’deki e-devlet uygulamalarını kapsar. Bu yöntemlerin kullanılması ile kamusal hizmetlerin sunumunda daha etkili ve verimli sonuçlar alınacağı öngörülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Dijital Bürokrasi, Elektronik Hizmet, E-devlet, E-seçim, E-imza
Resmi adıyla Mekânsal Yoğunlaşma ile Mücadele Planı, son dönemde basında sıklıkla dile getirilen ismiyle Seyreltme Projesi, T.C. İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenen yerleşim yerlerinde birtakım gerekçelerle hayata geçirilen bir... more
Resmi adıyla Mekânsal Yoğunlaşma ile Mücadele Planı, son dönemde basında sıklıkla dile getirilen ismiyle Seyreltme Projesi, T.C. İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenen yerleşim yerlerinde birtakım gerekçelerle hayata geçirilen bir uygulamadır. Uygulamanın yürürlüğe girmesine ilişkin resmi yazı, kamuoyuyla paylaşılmadığı için metnin çatısının oluşturulmasında ilk olarak elektronik ortamda yer alan haberlerden ve köşe yazılarından yararlanılmıştır. İnternette basit bir arama yapıldığında bu konuda çıkan haberlerin 22 Şubat 2022 tarihinde yoğunlaştığı görülmektedir. Bu tarihten yalnızca birkaç gün öncesine tarihlendirilebilen haberlere ulaşabilmek de mümkündür ancak çoğunun içeriğinde kısıtlı ve oldukça benzer içeriklere sahip kısa bilgilerin yer aldığı görülmüştür. Bu sebeple 2011 yılından bu yana birlikte yaşadığımız Suriyelilere yönelik uygulamaya konan söz konusu projenin detaylarına ulaşabilmek
ve uygulamadaki karşılığını deneyimlemek için halen biraz daha
zamana ihtiyacımız olduğu öngörülebilir. Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal ve toplumsal koşullardan bağımsız olarak değerlendirilemeyecek yakın dönemli gelişmeler, toplum‐devlet ilişkisinin önemli kesişim noktalarından biri olması nedeniyle konunun gündemde kalmasını sağlayacağa benzemektedir. Oldukça güncel olması nedeniyle araştırılmaya değer olan bu uygulamanın arkasında yatan siyasi, idari, toplumsal vb. pek çok neden bulunabilir. Bu çalışma, tek tek bu nedenleri bulmaya yönelik bir arayıştan ziyade şu anı ve yeni gelişmelere gebe bir gerçekliği ortaya koymayı amaçlamaktadır. Merkezi yönetim açısından mekânsal düzenleme anlamında böyle bir müdahaleye neden ihtiyaç duyulduğu, göçün hangi aşamasına yönelik ne tür araçlarla sürecin yönetilmeye çalışıldığı öne çıkan gelişmelerle özetlenerek planın (erişilebilen) detaylarına değinilmiş ve Türkiye’nin mevcut göç yönetimi yaklaşımı çerçevesinde Mekansal Yoğunlaşma ile Mücadele Planı’nın bir değerlendirilmesi yapılmaya çalışılmıştır.
İçinde bulunduğumuz yüzyıl, henüz çok başında olmamıza rağmen uluslararası göç hareketlerinin zirveye ulaştığı bir yüzyıldır. Devletler, ulusal ve ulus ötesi işbirlikleriyle göçe yönelik stratejiler ve birtakım politikalar geliştirmeye... more
İçinde bulunduğumuz yüzyıl, henüz çok başında olmamıza rağmen uluslararası göç hareketlerinin zirveye ulaştığı bir yüzyıldır. Devletler, ulusal ve ulus ötesi işbirlikleriyle göçe yönelik stratejiler ve birtakım politikalar geliştirmeye çalışmaktadır. Son dönemde hayli tartışılmakta olan göç politikalarının kitlesel göç hareketleriyle sınırlı kalmaması, Türkiye’de yerleşik hâlde bulunan ancak âdeta görünmez duvarlarla örülmüş olan Ahıska Türklerinin yaşadıkları sorunlara da sessiz kalmamamızı gerektirmektedir. 1944 yılında yaşanan büyük sürgün sonrasında Ahıska Türklerinin kaçınılmaz göç hayatı da başlamıştır. Farklı coğrafyalarda, zorlu koşullar altında yaşamakta olan Ahıska Türkleri için Türkiye, son duraklardan biri konumundadır. Elinizdeki kitapta kültürel ve tarihî ortaklıklarımızdan yola çıkarak Ahıska Türklerinin 1990’lı yıllardan günümüze devam eden Türkiye’ye göçüne değinilmektedir. Bu yönüyle yakın tarihli ve ayrıca güncelliğini koruyan bir göç olgusuyla karşı karşıya olan Türkiye üzerinden göç yazınına katkı yapılması hedeflenmiştir. Çeşitli illerde yürütülen çalışma pratikleri ile hem yönetsel anlamda farklı toplumsal aktörleri içeren göç politikalarının üretilmesi ihtiyacı vurgulanmış hem de akademik araştırmaların uzağında kalan Türk soylu etnik bir grup adına farkındalık oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu kitabın, Türkiye’ye yerleşme amacıyla gelen Ahıska Türklerinin göç sürecinde yaşadıklarını, Türkiye’ye yaklaşımlarını ve Türkiye’nin de Ahıska Türklerine yönelik politikasını merak eden ve bu konuda çalışmak isteyen araştırmacılar için yol gösterici bir rehber olacağı düşünülmektedir.
The sayings, proverbs and cultural myths of a society reflect its values and traditions. People live through these legends and believe in their authenticity, but do not always act in accordance with them. Many people use these sayings... more
The sayings, proverbs and cultural myths of a society reflect its values and traditions. People live through these legends and believe in their authenticity, but do not always act in accordance with them. Many people use these sayings regularly without thinking about their real meanings. The Turkish saying ‘God’s Guest’ refers to a guest who arrives unexpectedly. The saying reflects the Turkish veneration of hospitality, and the importance of providing welcome to strangers in Turkish culture.
Political parties act in order to meet the expectations and demands of the electorate as long as they are effective in political life. The discourse, the policies and the vision drawn for the future shape the relationship between the... more
Political parties act in order to meet the expectations and demands of the electorate as long as they are effective in political life. The discourse, the policies and the vision drawn for the future shape the relationship between
the target audience and the parties. If the basis of legitimacy is strong; its reflections on the electorate will be stronger in this relationship. The basis of the authority of the party as a political actor may vary depending on
the periodical conditions. This article aims to focus on the reflections of the COVID-19 pandemic in politics in the context of the Party For Life Without Coercion, which is a political party established within the
framework of e thematic issue. The Party has many features that make it interesting to study. The reasons such as the definition of the pandemic as a plandemic, its establishment within the scope of the fight against
the pandemic, the fact that the common denominator is a non-political issue, and therefore the Party does not have any political concerns, reveal an approach outside the classical political party classifications. The
Party For Life Without Coercion operated for a very short time between November 2021 and September 2022. During the period of its activity, anti-vaccine is among the prominent issues on the agenda, vaccines,
PCR tests, masks, etc. Political formations objecting to the bans on these issues are on a very limited scale. In this context, the Party For Life Without Coercion is worth examining in terms of its organization based on a certain problem, its revealing this organization through a political party, and the closure of the party when the problem disappears. The work of this formation, which is the only example in Turkish politics, in the last
period is shared with the public in the electronic archive of the Party. This article aims to examine the documents including the party program, bylaws and various documents and press releases within the framework of the emphasis on the plandemic theme, and to identify the prominent bases in the search for legitimacy. The basis of legitimacy will be associated with the plandemic, and will be analyzed within the framework of the ideological source revealed by David Easton. On the other hand, the existence of the Party, which does not have an aim to seize political power, will also make it possible to question the classical aims of the establishment of political parties.
The Covid-19 pandemic continues to witness the diversity of states’ policies regarding self-sufficiency and struggling with the pandemic in the face of a global epidemic. Considering the vaccine policies that have been shaping toward... more
The Covid-19 pandemic continues to witness the diversity of states’ policies regarding self-sufficiency and struggling with the pandemic in the face of a global epidemic. Considering the vaccine policies that have been shaping toward national interests since the beginning of the pandemic, it is seen that a new type of nationalism which is called vaccine nationalism and even corona/covid nationalism, has emerged.
It is named after the virus that caused the pandemic, rather than the emphasis on ethnicity, unlike the premise of classical nationalism. Vaccine nationalism which has many dimensions such as the discovery of the vaccine, its distribution, and the struggle with antivaccination, has led to the strengthening the nation states. Nationalism begins to integrate into the politics again with a stimulating spirit.
Nation states which gradually lost their control in the field of sovereignty with globalization, emerge as main actors again, especially with the increase of the importance of border controls during Covid-19. A serious fight is made to protect its own citizens, to control the entry and exit system between countries, and to return to the pre-corona period. This stage gives rise to the comparison of states with each other and causes the competition, also it makes nationalism visible indirectly.
This study focuses on the nationalist dimensions of the vaccine policies which are included in the pandemic politics. Within the framework of political powers’ discourses and the states’ practices, prominent news and limited numbers of studies are compiled and gathered.
Within the scope of the study, it is aimed to draw attention to the vaccine nationalism (corona/covid nationalism) which is a newly concept added to the political science jargon, and to contribute to the developing academic literature.