Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                

Seyyid Nesîmî

Hayatı-Edebi Kişiliği-Eserleri

EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ Ders: Eski Türk Edebiyatı Tarihi KONU: Seyyid Nesîmî Hayatı Edebi Kişiliği Eserleri Hazırlayanlar *Muhammed ACAR 132626059 *Belgüzar ÇOKURPINAR 132626091 *Ali DOĞAN 132626079 *Esma Sultan KURTAY 132626095 *Burcu BAŞPINAR 132626071 *Burak Muhammed BİLGİÇ 132626025 Seyyid Nesîmî Kimdir? Seyyid Nesîmî, 14. asrın son yarısıyla 15. asrın ilk birkaç yılı arasında yaşamış olduğu kat’î surette bilinen bir büyük şâirimizdir. Nesîmî adı, Fars Edebiyatıyla Türk Edebiyatındaki âdet gereğince, onun şiirde kullandığı “mahlas” tır. Birtakım eski cönklerle yazma divan nüshalarında Seyyîd mahlaslı bazı şiirlerin ona âid gösterildiği, malların bir kenara itmek, oldukça değer taşıyanları da ihtiyatla karşılamak, bu son kısma girenleri, hiç değilse daha Nesîmî mahlasını almadan, yâhûd –rivâyet doğru ise- kendine bu mahlas daha verilmeden yazdığı şiirler saymak lâzımdır. Bu arada, üstâdın şiirdeki “Naîmî” mahlasına şeklen ve veznen benzesin diye Nesîmî mahlasını seçtiği de düşünülebilir. Mahlasının, Nesîm adlı mahalle mensubluk ifade ettiği yolundaki iddiâ –onun doğum yerinden aşağıda bahs edileceği sırada arz olunacağı veçhile- dayanıksızdır. Ötedenberi mahlasının başına getirlen ve “Dînin direği” demek olan İmadü’d-Dîn de onun adı değil, Hazret-i Mevlâna’nın babasına Bahâ’ü’d-Dîn, kendisine Celâlü’d-Dîn, ilk halifesi olan zâta Hüsâmü’d-Dîn… denilmesi kabilinden ancak bir saygı ünvanıdır. Bununla beraber şâirimiz, hemen hemen dâimâ Nesîmî, Seyyid Nesîmî, İmâdü’d-Dîn Nesîmî, İmâdü’d-Dîn Seyid Nesîmî olarak anılır. Anlaşılan şudur ki mahlası veya ünvânıyla birlikte mahlası kendine ad olmuş, bu mahlas ve ünvân, onun asıl adını unutturmuştur. Bir Tuyuğ’unda: “Adumı Hak’den Nesîmî yâzerem” deyişine bakılırsa Nesîmî adı ona Hak canibinden, yolunu hak yol bildiği üstadı Fazlullâh tarafından verilmiştir. Şairimizi hiçbir kaynak göstermeden adıyla ilgili rivayetlerde bulunan alimlerde olmuştur. Bunlardan ilki; “Osmanlı Müellifleri” Bursalı Tahir Bey, c. II, s.432adlı kitabında “Seyyid Ömer İmâdü’d-Dîn Nesîmî” olarak bahseder. Kitâbiyyatçı rahmetli Nâil Bey tarafından hazırlanan ve yegâne nüshası Milli Eğitim Bakanlığı Türk Ansiklopedisi Bürosu’nda, müellif hattıyle olan bir diğer nüshası da Ankara Milli Kütüphanesi’nde bulunan, sürekli ve ciddî bir emek mahsulü olan “Tuhfe-i Nâil” adlı eserde: “Şeyh İmâdü’d-Dîn Seyyid Ömer Nesîmî” suretiyle kayd eder. Bu iki esere göre onun anılmayan, Alevî çevrelerde yaşamış olması dolayısıyle tutulmayan, âdetâ unutulan adı: Ömer’dir Adının anılmayışının sebebini bazı mülahazalara bağlamak gerekir: İmâmiyye ve İsnâ-Aşeriyye de denilen Ca’ferî mezhebinin yaygın olduğu çevrelerde Ömer adı, bilinen sebeplerle iltifat görmez; o ise, daha çok bu çevrelerde yaşamış, ün salmıştır. Bu yüzden, aslında Ömer olan adı anılmaya anılmaya unutulmuş, belki de unutturulmuş, neticede mahlası adının yerini tutmuştur. Muhammed Râgıb et-Tebbâh’ın A’lâmü’n-Nübelâ’ bi-Târihi Halebi’ş-Şehbâ’ adıyla yayımladığı 8 cilttlik Haleb Tarihi’ h. 1343/m. 1982, c III, s. 15ne İbrahim el-Halebî’nin Künûzü’z-Zeheb’inden aldığı bir kayde göre de Nesîmî’nin ismi: Ali’dir. Rahmetli Alî Emîrî Efendi, “Esâmî-î Şu’arâ-yı Amid – Diyarbakır Şâirlerinin İsimleri” adlı yazma eserinde İstanbul - Fatih Millet Kütüphanesi, Ali Emiri kısmı, No. 781/1 hiç bir kaynağa dayanmaksızın Nesîmî’nin adının Muslihü’d-Dîn olduğunu kaydetmekte ise de bunu kabule elverişli bulmamakta, İmâdü’d-Dîn gibi unvan saymaktayız. Kaldı ki, Edebiyatımızın ana kaynaklarında, mahlasını doğduğu yerin adına nispet etmek suretiyle almış şâir de pek görmemekteyiz. Biz, yukarıda da söylediğimiz gibi, üstadı Fazlullâh’ın, şiirlerinde kullandığı Naîmî mahlasını vezince ve şekilce de benzerliğinden bu mahlası aldığını veya verildiğini sanmaktayız. Seyyid ünvanına gelince: Bunun gerçek bir seyyidliğe mi, yoksa teseyyüde (seyyid görünmek istemeye) mi dayandığına dâir açık bir bilgimiz yoktur. Bilindiği üzere bir Hadis-i Şerif’e dayanılarak, Peygamber Efendimizin, kızı Hazret-i Fatıma’dan doğma ve damadı Hazret-i Ali ‘den olma torunlarından Hazret-i Hasan’in soyundan olanlara ise Şerif denilegelmiştir. Bununla beraber, ister birinden, ister diğerinden gelsinler, hepsine de Seyyid denmektedir. Nesîmî’nin hakikaten o soydan geldiğini, yoksa öyle tanınmak mı istediğini, yahud da bu ünvanın ona tarikat geleneklerine uyularak mı verildiğini bilmemekteyiz; ancak, bir şiirinde ( No. 41) : “Gerçi bu gün Nesîmî’yem, Haşîmi’yem, Kureyşi’yem; Bundan uludur âyetüm, âyet ü şâna sığmazam.” dediğini görmekteyiz ve bu sebeple, başka bir şiirinde mahlasının başına Seyyid kelimesi getirmesini dikkate şâyan bulmaktayız. Seyyid Nesîmî nerelidir, nerde ve ne zaman doğmuştur? Bu husustaki rivâyetler türlü türlüdür: “Bağdad civârında Nesîm köyündendir.” ( Lâtifi Tezkiresi, basma nüsha, s.332). “Bağdad da Nesîm nahiyesinde tevellüd etmiştir.” (Tuhfe-i Nâil, No. 3289). “Irak halkından”dır. (Hadîkatü’s-Salâtîn, Türk Tarih Kurumu Kütüpkanesi) “…Âmidî-diyârdır- … Diyarbakır’lıdır.” (Aşık Çelebi, Meşâ’irü’ş-Şu’ârâ, Fatih Millet Kütüphnesi, Alî Emîrî Efendi kısmı. Burda hem Nesîmî’nin, hem de kardeşi Şah Handân’ın minyatürleri vardır. “Amidiyyü’l-asl – Diyarbakır asıllı”dır. (Ali Emiri, Esâmî-i Şu’arâ-yı amid, Fatih Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Efendi kısmı. “Tebrizlidir.” (Abbas el-Azzâvî, Tarihu’l-Irak, Bağdad.) “Şirazlıdır.” (Riyazu’l-Arifin’den naklen aynı eser, s. 47) “Nusaybin – Nissîbîn’lidir.” (Bursalı Tahir Bey, Osmanlı Müellifleri, İst., Yazma bir divanın zahriyyesindeki kayde göre.) Selman Mümtaz, neşr ettiği Nesîmî Dîvânı (Bakü 1926) nın başına koyduğu önsözün bir notunda (s.6): “Şah Handan, Nesimi’nin doğma kardeşi olup doğum yeri bulunan Şirvan’da vefat etmiştir. Şemahi’nin güney-batısında vâki ve öz adıyla adlanmış Şah Handan kabristanında yatmaktadır. Bu gün bile türbesi mevcud ve ziyaretgahtır. Avâm arasında asıl adı Şah Handan tahrif olunarak Şahandan diye söyleniyor.” diyor. Şah Handan’ın Şirvan’da olduğu bildirildiğine göre kardeşinin de orada dünyaya gelmiş olduğu düşünülebilir. Bir insanın nereli olduğuna değil, ne olduğuna bakılacağı cihetle Nesîmî’nin bu yerlerden birinde veya bilmediğimiz daha başka bir yerde doğmuş bulunması, hakkındaki değer hükmünü değiştirmez. Nesîmî’nin doğum yeri gibi, doğum yılı da belli değildir. Hurûfilik sisteminin – belki de siyâsî maksatlarla- kuran Ester-Âbâdlı Şihâbü’d-Din Fazlullâh Na’îmî’nin başlıca Halifelerinden olduğuna, bahis mevzuu sistem de hicri 788/miladi 1385 A. Gölpınarlı, Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatler, İstanbul, 1969, s.144 yılında kurulmuş bulunduğuna, olgunluk çağına girmemiş, şahsiyeti belirlememiş bir kimseye kolay kolay Halifelik verilmeyeceğine göre Nesîmî’nin o sırada 40-45 yaşında olduğunu tahmin etmek mümkündür. Seyyid Nesîmî hangi boydan, hangi soydan ve hangi lehçe topluluğundandır? Kendisi bir şiirinde: “Haşimi’yem, Kureyş’yem” demiş olsa da, böylece çok yukarılarda aslı bir ırka dayansa, Hadikatü’s- Salatin Türk Tarih Kurumu Kütübhanesindeki fotokopi, No. 21, vr. 29 a: “Rûmî yani Anadolu Türk halkından değil, ırak halkından idi, ammâ Türki eş’ârı vâfirdir yani Türkçe şiirleri çoktur.” demek suretiyle bunu ima etmiş bulunsa bile Türk dilini kullanmaktaki engin kudretine, Türk Edebiyatında gösterdiği üstünlüğe bakarak, onun, yüzyılların süzgecinden geçerek Türkleşmiş bir soydan geldiğine, ana dilinin Türkçe olduğuna hükm etmek, Meşâ’irü’ş-Şu’arâ’da İstanbul Fatih Millet Kütüphanesi, Ali Emiri E. kısmı, No.772 Aşık Çelebi’nin “Türkmaniyyü’l-cins – Türkmenli cinsinden” deyişine hak vermek lazımdır. Şiirleri söylene söylene, yazıla yazıla tamamen değilse bile kısmen birtakım değişikliklere uğramış olmakla berâber değişmemiş veya pek az değişmiş metinlerde kullandığı bazı kelimelerden, “gelemem” terine “gelebilmem”, sığmam” yerine “sığmazam”, “demem” yerine “demezem” demek gibi iktidari fillerle geniş zamanların olumsuz hallerini ifade ediş tarzından anlaşıldığına göre Habîbî ve Fuzûlî gibi onun da dili, Türkçenin Oğuz lehçesine oldukça yakın Azerî lehçesidir. Farsçaya Türkçe kadar hakim bulunmakla, bir dîvân tertibine yetecek miktarda Farsça şiirler de yazmakla beraber, Türkçe şiirlerinin Farsçalarından daha çok ve daha esprili oluşuı, ana dilinin Türkçe olduğunu ayrıca tanıklar. Nesîmî, ister Bağdad’da ister Diyarbakır’da, ister Tebriz’de, yahud şiraz’da veya Şirvan’da doğmuş bulunsun, kaynakların bildirdiğine ve bazı şiirlerinden anlaşıldığına göre îran ve civarından başka Irak’ı, Suriye’yi doğu, batı, güney Anadolu’yu dolaşmış, tabiîdir ki dolaştığı yerlerde Hurufiliği yaymaya çalışmıştır. Anadolu’ya geldiğini bir Tuyuğundaki “Biz ki Rûm îçinde abdâl olmuşuz, Bu cihândan fâriğu ‘l-bâl olmuşuz.” beytinden; Bursa’ya Larende’ye (Karaman’a) gittiği bir gazelindeki (No.92), “N’eyleyerem ben bunda durmak, çün ki dil-dâr andadur? Sanma kim anda didüğüm Bursa, yâ Lâranda’dur.” Sözlerinden ve bunun gibi bir çok beyit ve gazelinden anlarız. Ölümüne Dair İse; Onun, derisi yüzülmek suretiyle öldürüldüğünde ve bu hadisenin Haleb’de geldiğine bütün kaynakalar birleşir. Ölüm tarihi ise belirsizdir. Askalan’lı İbnü Hacer hicri 821/miladi 1418; Keşfü’z-Zunun’da Kâtip Çelebi, Esâmi-i Şu’arâ-yı Amid’de Ali Emiri, Osmanlı Müellifleri’nde Bursalı Tahir Bey Lugat-i Tarîhîyye ve Coğrafiyye’de Ahmed Rif’at ve bunlara dayanan daha başkaları h.820/m. 1417 dir, derler. A’lâmü ‘n-Nübelâ bi-Tarihi Halebi ‘ş-Şehbâ’da Muhemmed Ragıp et-Tabbah, hadiseyi nakl ederken bunun Mısır Hükümdârı el-Müeyyed zamanında vukua geldiğini anlatır. Şeyh el-Müeyyed Seyfü –‘d-Dîn h. 815/m. 1412 – h. 824/m. 1421 tarihleri arasında devlet başında bulunduğuna ve Nesîmî hakkında öldürülme emri verildiği sırada muhakeme safhalarını takib eden Şam Nâibi Yaş Beğ’in de Haleb’i h. 818/m. 1415 – h. 821/m. 1418 yılları arasında emri altında tuttuğuna göre işin bu yılların birinde olduğu söylenebilir. Ancak, Fuad Köprülü, Hayat Mecmuası’nın 14 Nisan 1927 tarihli ve 20 sayılı nüshasındaki makalesinde, Nesîmî’nin Halifelerinden Refî’î tarafından 811/1408 tarihinde yazılan ve birer büshası British Museum Kütüphanesiyle kendisinde mevcud olan Beşâret-Nâme isimli eserde Nesîmî’nin “… şehîd-i işk-i Fazl-i Zü’l-celâl --- Celâl ve azamet sahibi Fazl’ın aşk şehidi” suretiyle anıldığını, bu bakımdan onun 811/1408 den evvel öldürülmüş bulunması, Petersburg (Lenin-Grad) Kütüphanesi Yazma Eserler Kataloğu’nu tanzim ederken Müşterik Dorn’un ilk defa Mecâlisü ‘l-Uşşâk’a dayanarak verdiği 807/1404 tarihinin doğru olması lazımgeldiğini bildirir. Seyyid Nesîmî’nin edebiyatımızdaki yeri ve değeri? Türk Edebiyatında Seyyid Nesîmî’nin edebî şahsiyeti çeşitli şekillerde değerlendirilmiştir. Bunlardan bazılarını aşağıda zikrediyoruz: Hıfzı Tevfik, Hammâmî-Zâde İhsân ve Hasan Âlî’nin Millî Eğitim Bakanlığınca yayımlanan “Menşeinden Onuncu Hicret Asrı’na Kadar Türk Edebiyyâtı Nümûneleri” 1926, s. 101 – 111 adlı eserinde “Nesîmî, zamanına nisbet edilemeyecek derecede muntazam, ahenkli, ağır başlı, vakarlı bir lisana mâliktir… Şiir lisanının bir müessisi sayılırsa hata edilmiş olmaz… Nesîmî’nin divanında bugün için bile samiayı tahriş eden (kulağı tırmalayan) mısralar yok gibidir.” sözlerinden sonra misaller verilerek “… Böyle satırlara ancak Bâkî’nin mükemmelleşmiş lisanında tesadüf edilebilir.” denilmektedir. Ali Cânib Yöntem, bir makalesinde Güneş Mecmuası, 1927, sayı: 7, s. 12: “…Seyyid Nesîmî, Fuzûlî’den evvel yaşamış Âzerî lehçeli bir Türk şâiridir ki şiirlerindeki akıcılık ve kuvvet ne kadar dikkate ve hayrete şayansa aynı selaset ve kuvvettin kendisinden sonra gelenler üstündeki te’sîri de o derece mühimdir.” incelemiş bulunmaktadır. Bu makale münasebetiyle yayımladığı bir yazıda F. Köprülü Hayat Mecmuası, 1927, c. I, sayı: 20, s. 2: “On dördüncü asrın büyük Türk şairi Nesîmî, yalnız edebiyat tarihi değil, din tarihi itibariyle de şayan-ı ehemmiyet (mühimsenmeğe değer) bir şahsiyet olduğu halde, maalesef, kafi derecede tedkîk edilmemiş, ona ait belli başlı bir monografi yazılmamıştır. Halbuki Şark ve Garb’ın birçok muharrirleri ondan muhtelif vesilerle bahs etmişler, Nesîmî’nin hayatı ve te’sîrâtı hakkında oldukça bol bir materyal hazırlamışlardır. Şimdiye kadar Nesîmî’den bahs edenler -mesela Faik Reşad Bey- hemen hemen yalnız Lâtîfî’nin verdiği malumat ile yetinerek, bu mesele hakkında etraflı bir tedkîke girişmediler; bunda hakları da vardır. Nesîmî’ye âit en toplu malumatı veren ve bazı Garb menbalarını da müracaat eden Gibb bile, eski Şark eserlerine müracaat şöyle dursun, hatta Garb eserlerinden de kâfi derecede istifade etmemiştir; bu tenkîdi büyük Avrupa Kütüphanelerinin Türk Yazmaları Kataloglarını neşr eden âlimlere de tevcîh edebiliriz. Minorsky, Massingnon… gibi Nesîmî’den söz arasında bahs edenlerin bu hususta aldanmış ve yanlış malumat vermiş olmaları da, bu itibar ile pek tabiidir…” sözlerini söylemektedir. Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi’nde s. 111 - 112 : “14. Asır Âzerî lehçesi edebiyatının, bir yüksek zümre mutasavvıfı olarak yetiştirdiği en büyük ve en geniş tesirli şair, Seyyid İmâd-ed-Dîn Nesîmî’dir… Vecidli şair, inandığını ve duyduğunu terennüm etmek yolundaki cesur ve ateşli sözleriyle muhitindeki insanlar üzerinde büyük bir heyecan uyandırmış, fakat bu serbest söyleyişindeki mânâyı hazm edemeyenler tarafından… Haleb’den derisi yüzülerek öldürülmek gibi çok hazîn bir âkıbete uğramıştır. Nesîmî’nin şiirleri, klâsik tasavvuf şiirinin en tesirli olanlarıdır.”; Ahmed Kabaklı Türk Edebiyatı’nda 1968, II. baskı, s.261: “… 14. Yy edebiyatının olduğu kadar Tekke Edebiyatının da önemli bir şairdir. Coşkun tasavvuf inançlarına bakarak onu Yunus Emre’nin yanı başına koymak gerekirdi ama Nesîmî’nin şiirindebütün biçim ve muhteva unsurlarının divan estetiğine uygun oluşu, kelime ve mazmun kullanmakta gösterdiği büyük ustalık onu ister istemez divan şairi saymamızı gerektirmektedir. Nesîmî, divan şiirinin adeta bir Yunus Emre’sidir.” demektedirler. Kabul etmeğe mecburuz ki Nesîmî’nin şiirleri ve şairliği üzerinde hüküm yürütebilmek için elde güvenilir bir divan’ının bulunmasına, hayat hikâyesinin ayrıntılarıyla bilinmesine ihtiyaç vardır. Aşağıda açıklanacağı üzere Nesîmî’nin kütüphanelerdeki yazma divanları da, ellerdeki basma divanları da yazılış ve basılış farkları, yanlışları bir yana, onun olmayan, olmasına da imkân bulunmayan parçalarla doludur. Hayat hikâyesi ise, yukarıda anlatıldığı veçhile, oldukça karışıktır; bilinmeyeni, bilineninden çoktur. Bizim yazma divanlarıyla karşılaştırarak ve onlardan da katarak daha çok basma divanlarından seçtiklerimiz, Türkçe şiirlerinin yarısını bile bulmaz; nüsha farkları göstetilmediği için de bir “ edition eritique – tenkidli baskı” sayılamaz. 25 yıl kadar önce bir teşebbüse girişmiş idiysek de –bilhassa bu eser üzerindeki uzun çalışmalarımızdan aldığımız intibalarla- o zaman tesbit ettiğimiz şiirlerin hepsinin onun olduğunu artık iddia edemeyiz; ancak, basma divanlara girmemiş birçok şiirleri bulunduğunu söyleyebiliriz. Şu halde her şeyden evvel, Nesîmî Divân’ının güvenilir bir tenkidli baskısının hazırlanmasına ihtiyaç olduğu ve hakkında Stilistik Metod’a göre yapılacak bir etüd için bunun zarurî bulunduğu şüphesizdir. Bizim görüşümüze de tercüman olarak Ahmet Kabaklı Trük Edebiyatı, II. baskı, 1968, c. II, s. 262 : “… Çağın Türkçesini en güzel bir şiir dili haline sokmuştur… Dildeki ustalığı, mısrâ’ kurma üstünlüğü, samimiyeti ve lirizmi ile Yunus Emre’yi hatırlatan ve edebiyatımızın kurucularından olan Nesîmî’nin Halk, Tekke ve Divan şairlerimiz üzerinde azımsanmaz etkileri olmuştur. Denebilir ki, halka en çok yaklaşabilen Divan şairimiz Nesîmî’dir.” diyor. Seyyid Nesîmî, Bektaşî olmadığı halde o zümrece benimsenmiş ve Fuzûli, Hatâyî, Pir Sultan Abdal… gibi Yedi Büyük Alevî şairinden biri sayılagelmiştir. Selmân Mümtâz, divanının Bakü 1926 baskısında S. 3 onun “… ibtidâta Bektaşî mesleğine sâlik olduğunu” söylerse de bu, “Surette gerçi beğdeşi çohdur Nesîmî’nin, Ma’nide âdı her hacerin Kîmyâ degül!” No. 36 beytindeki “begdeşi” kelimesinin “Bektaşî” yazılmış olmasından doğma bir hatadır. Arapça el-Müncid Sözlüğü’nün A’lâm – Özel Adlar kısmında XIX. baskı, 1966, s. 543 onun Bektaşî gösterilmesi de yanlıştır. Seyyid Nesîmî, eserleriyle edebiyat tarihimize mâl olmuş şairler arasında Şeyh-oğlu’nun, Şeyyâd Hamza’nın, Âşık Paşa’nın, Kadı Burhânü’ d-Dîn’in, İskender-name sahibi Ahmedî’nin… bazı gazellerine nazîreler yazmıştır. Bunların başlıcaları British Museum’a götürülmüş bulunan Meçmûatü’n-Nazâir’de, Eğirdirli Hacı Kemâl’in Mecme’ü’n-Nazâir’inde bulmak mümkündür. Hurûfi olmadıkları halde Çağatay şairi Lûtfî ile Alî-şîr Nevâî’nin bazı, Fuzûli’nin birçok Şeyhî’nin, Niyâzî’nin, Beyâzî’nin bazı gazelleri de Seyyid Nesîmî’ye nazîre olarak söylenmiştir. Habîbî, Misâlî, Sun’u-‘llah Gaybî, Muhîtî, Arşî, Ca’ferî… gibi Hurûfi şairler, Seyyid Nesîmî’nin te’sirinde kalmışlar, bununla beraber onun seviyesine ulaşamamışlardır. Kendisinin de Mevlânâ’nın bilhassa Dîvân-ı Kebîr’inde ilham aldığını belirten delillere rastlanmıştır. Merâga’lı Evhadî’nin bir gazelinin te’sirinde kaldığını No. 79 Selmân Mümtaz işaret etmiştir. Nesîmî Dîvânı’nın 1926 Bakü neşri, s. 223-225 Seyyid Nesîmî’nin Eserleri nelerdir? Başlıca eserlerinin saymak gerekirse Türkçe ve Farsça olmak üzere iki divanı bulunmaktadır. Türkçe divanı ikisi h. 1260/m. 1844, biri 1286/1869, biri 1298/1881 yılında olmak üzere memleketimizde 4 defa basılmıştır. Fuzûli’ininkinden sonra en çok basılan divan budur. İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Divanlar Kataloğu’nda “…bir basılmışı vardır.” Denilmesi yanlıştır. Bu baskılar arasında hiçbir fark yoktur. İmla hatalarına ve karışık sıralamalarına kadar bir diğerinin aynıdır. Bu baskılara Seyyid Nesîmî’nin Farsça şiirlerinin birkaçı ile onun olmayan (Fazlu-llâh Naîmî’ye, Seyyid Alî’ye, Refîî’ye aid) bazı Türkçe ve Farsça şiirler de alınmıştır. Divan’ın bir de Bakü (1926) baskısı vardır. Selmân Mümtaz adlı bir edebiyat tarihçisi tarafından, kendisindeki minyatürlü eksik bir yazmadan faydanılarak, 1260/1844 ve 1298/1881 baskıları esas tutularak, bunlardaki imla hataları bile düzeltilmeyerek hazırlanan bu baskıya şairimizin hayatına dair 7 sahifelik bir ön söz de ilave edilmiştir. Bu bahsedilen ön söze yukarıda belli kısımlarda bahsedilmiştir. Divanların nazım şekillerine ve kafiyelerinin alfabetik sıralarına göre tertîb edilmesi esasken Selmân Mümtaz, şiirlerin birinci mısralarının ilk harflerine göre şaşırtıcı, aramayı güçleştirici bir sıralama tutturmuş, bu sebeple Tercî’-i Bentler arasındaki bağlar kopmuştur; Türkçe ve Farsça şiirler de birbirine karıştırılmıştır. Türkçe ve Farsça divanların başlıca nüshaları: Bursalı Tahir Bey, Osmanlı Müellifleri’nde 1333/1915 – 1340/1922 :El yazısıyla yazılmış olan Türkî divanının Erzurum’da Cennet-Zâde Kütüphanesi’nde saklı olduğu rivayetini bize aktarmıştır. Daha sonra İstanbul-Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakl edilmiş kitaplar arsında görüldüğünden bahs etmiştir. Nesîmî’nin, İstanbul Kütüphanelerinde bulunan yazma divanları şunlardır: Süleymaniye Kütüphanesi Hakîm-oğlu Alî Paşa kısmı, No. 639, Türkçe. İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Divanlar Kataloğunda, c. I, s. 14, en eski ve zamanına en yakın nüsha olması muhtemeldir. Ancak, istinsah tarihinin sonradan başka bir kalem ve yazı ile konulduğuna dikkat edilmemiştir. Süleymaniye Kütüphanesi Ayasofya kısmı, No. 3977, Türkçe ve Farsça iki divan, bir aradadır. İstinsah tarihi: 909/1503 tür. Yazısı ve tezhibi son derece güzeldir. Süleymaniye Kütüphanesi, Husrev Paşa – Mihr ü Mâh Sultan kısmı, No. 366, Türkçe İstinsah tarihi: 1236/1821 dir. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, T. Y. 5677. İstinsah tarihi: 1263/1847 dir. Üsküdar – Selim Ağa Kütüphanesi, Haşim Paşa kısmı, No. 97. İstinsah tarihi: 1304/1886-87 dir. Fatih- Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Efendi kısmı, No. 443/808. İstinsah tarihi belli değilse de eksiklik bakımından dördüncü sıraya girebilir. Süleymaniye Kütüphanesi, Kadı-Zâde kısmı, No. 395/1 Türkçe; 395/2 Farsça. İstinsah tarihi belli değilse de eksiklik bakımından ikinci sıraya girebilir. Bâyezîd Kütüphanesi, No. 3353. İstinsah tarihi belli değildir. Eksiklik bakımından beşinci sıraya girebilir. Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi kısmı, No. 3851. İstinsah tarihi belli değildir. İstanbul Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi, No. 1166, tezhibli. Seyyid Nesîmî’nin diğer illerimizdeki Kütüphanelerde bulunan yazma divanları da şunlardır: Konya Mevlânâ Müzesi ihtisas Kütüphanesi, No. 2415, İstinsah tarihi: 1035/1625 tir. Türlçe. Konya Mevlânâ Müzesi İhtisas Kütüphanesi, No. 2416, İstinsah tarihi: 1037/1627. Farsça. Konya Mevlânâ Müzesi İhtisas Kütüphanesi, No. 2417, İstinsah tarihi belli değildir. Konya İzzet Koyunoğlu Şehir Müzesi ve Kütüphanesi, No. 3781. XV. yüzyıl Farsça. Konya İzzet Koyunoğlu Şehir Müzesi ve Kütüphanesi, No. 7062. XV. yüzyıl Türkçe. Konya İzzet Koyunoğlu Şehir Müzesi ve Kütüphanesi, No. 9211. XVI. yüzyıl Türkçe (âzerî lehçesiyle). Konya İzzet Koyunoğlu Şehir Müzesi ve Kütüphanesi, No. 11223. İstinsah tarihi: 1084/1673 Türkçe. Manisa Halk Kütüphanesi, No. 2671/2. İstinsah tarihi belli değildir. Türkçe. Manisa Halk Kütüphanesi, No. 7708. İstinsah tarihi belli değildir. Türkçe. Aynı yüzyılda yaşadığı bilinen Kul Nesîmî, şiirleri Seyyid Nesîmî’ye mâl edilenlerden biridir. Kul Nesîmî’nin, varsa diğer Nesîmî’lerin şiirleriyle Seyyid Nesîmî’ninkileri şu birkaç vasıfla birbirlerinden ayırd edebiliriz: Vezin Seyyid Nesîmî, şiirlerini dâima Arûz vezniyle yazmıştır. Bu bakımdan, hece vezniyle yazılmış şiirler onun değildir. Seyyid Nesîmî, Arûz vezninin en girift ve güç vezinlerini başarı ile kullanmıştır. Kul Nesîmî, Arûz’un monoton ve kullanılması kolay kalıpları içinde kalmıştır. Kafiye Seyyid Nesîmî’nin şiirlerinde kafiye sağlamdır; Kul Nesîmî’ninkilerde ise çoğu yerde sakattır, hatta kafiyesiz sayılacak derecede bozuktur. Dil Seyyid Nesîmî, Türkçeye hakimdir; şiirlerinde pek çok öz Türkçe kelimelere yer vermiştir. Kul Nesîmî’de dile hakimiyet yoktur; öz Türkçe kelimelere rastlanmaz. Seyyid Nesîmî’nin, Türkçeleri kadar güzel, ahenkli Farsça şiirleri vardır; Kul Nesîmî’ninse yoktur.r Üslûb Seyyid Nesîmî’nin üslûbu yüksektir, parlaktır; diğerinde bu yükseklik ve parlaklık görülmez. Zihniyet Seyyid Nesîmî sadece Hurûfî’dir; Bektaşî ve koyu Alevî değildir. Kul Nesîmî ise hem Bektaşî hem de gulâttan, müfritlerden sayılacak derecede koyu Alevîdir. Nazîre Kul Nesîmî’nin birçok şiirleri Seyyid Nesîmî’ye naziredir. Sathî bir karşılaştırma bile ikisi arasındaki farkı belirtmeye yeter. Kul Nesîmî, Hatâyî’nin şiirlerine nazireler yazmıştır; Hatâyî ise Seyyid Nesîmî ‘nin bazı şiirlerini tanzir etmiştir. Şahsiyet Birincisi ‘âlim ve ariftir; ikincisi onun çok dunundadır. Birincisi samimidir, muhakkiktir; ikincisi ise mukallidir. Seyyid Nesîmî divanının edition eritique’ini hazırlarken bu hususlara dikkat etmek lazımdır. Türkçe ve Farsça divanlarından başka “Mukaddimetü’l-Hakâyık adlı Türkçe mensur eser Nesîmî’ye aid olarak tanınmaktadır.” A. Gölpınarlı, İslam Ansiklopedisi, Nesîmî maddesi, c. IX, s. 207 Bizde onun İnsân adlı yazma bir risâlesi vardır. Vaktiyle, Kayseri ‘âlimlerinden Gülekçi-Zâde Hacı Zühdî Efendi’nin Mevlevî Ahmed Remzî Akyürek tarafından düzenlenen fihriste, Tasavvuf kitapları kısmında 221 sıra numarasında Nesîmî’nin olmak üzere “Manzûme fî-Mesleki’l-Hurûfiyye – Hurûfîlik meslekini gösterir manzume” adına rastladığımızı da hatırlamaktayız. KAYNAKÇALAR KÜRKÇÜOĞLU, Kemâl Edib, Seyyid Nesîmî Dîvân’ından Seçmeler ÜNVER, Yrd. Doç. Dr. Mustafa, İslam’ın Solunda Bir Kur’an Şairi, Nesîmî AYAN, Hüseyin, Nesîmî Dîvânı, Ank. 1990, Akçağ Yayınları Yavuz, Prof. Dr. Kemal, Dil ve Edebiyat Dergisi, Şiirimizin Özgün Nakışçısı, Nesîmî İslam Ansiklopedisi, Nesîmî Maddesi KÖKSAL, Doç. Dr. M. Fatih, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi / 2009-50, Seyyid Nesîmî’nin Yayımlanmamış Şiirleri Mushafın harfi vü evrâkı benim Küllü şey’in hâlikün bâkî benim … (Nesîmî Divanı, Tuyuğlar 230, s. 422) Sayfa | 12