Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
  • Doç. Dr. Halil İbrahim ÇELİK Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden 1994 yılında mezun oldu. 1994-2012 yılları ara... moreedit
Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün siyasi, sosyal ve ekonomik görüşleri ekseninde kurulmuş ve gelişmiştir. Yeni devletin gelişim sürecinde öncelikli adım eğitim ve hukuk alanlarının laikleştirilmesi olarak belirlenmiştir. Türkiye... more
Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün siyasi, sosyal ve ekonomik görüşleri ekseninde kurulmuş ve gelişmiştir. Yeni devletin gelişim sürecinde öncelikli adım eğitim ve hukuk alanlarının laikleştirilmesi olarak belirlenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma hedefinin en önemli basamaklarından birisi hukuk alanında modernleşmedir. Tanzimat döneminden itibaren Türk modernleşmesi öncelikle hukuk alanında gelişme göstermiştir. Hedeflenen hukuk sisteminin kurulması öncelikle planlanan hukuk sistemine uygun hukuk adamları yetiştirmekle mümkün olacağı düşüncesi Milli Mücadele döneminde Mustafa Kemal Paşa’nın konuşmalarında ifade edilmiştir. Bu düşüncenin bir sonucu olarak 1922 yılından itibaren Ankara’da hukuk mektebi açmak için çalışmalar başlamıştır. Cumhuriyetin devrimci yapısı tutarlı bir hukuk sistemi üzerinde bütünleşmeyi zorunlu kılıyordu. Mustafa Kemal Atatürk, çağdaş ve milli bir hukuk sistemi kurma hedefini 5 Kasım 1925 tarihinde Ankara Adliye Hukuk Mektebi’nin açılışında yaptığı konuşmada ifade etmiştir. Ankara Adliye Hukuk Mektebi, cumhuriyet döneminde açılan ilk yükseköğretim kurumudur. Cumhuriyetin ilk yıllarında yeni başkent Ankara’da hukuk mektebinin kurulması hukuk eğitiminin önemli adımlarından birisi olarak değerlendirilmektedir. 17 Şubat 1926 tarihinde İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak Türk Medeni Kanununun düzenlenmesi modern hukuk eğitimine olan ihtiyacı artırmıştır. Hukuk Eğitimi alanında bu adımlar atılırken Osmanlı Devleti yeniden yapılanma döneminin birikimi ile birlikte batılı devletlerdeki yasal düzenlemelerden ve batılı hukuk eğitimcilerinden de yararlanılmıştır.
Ankara’da genç cumhuriyetin ruhuna uygun bir hukuk mektebi açılırken İstanbul’da ise Darülfünun ilga edilerek yerine İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. 1933 tarihli üniversite kanunu ile İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde hukuk eğitiminin toplumun güncel ihtiyaçlarına ve devrim ilkelerine uygun olarak düzenlenmesi amaçlanmıştır. Bu çalışmalarda İsviçreli akademisyen Prof. Dr. Albert Malche’nin yükseköğretim raporu da etkili olmuştur. Ankara ve İstanbul hukuk fakültelerinin açılışı Türkiye’de modern hukuk eğitiminin kuruluş ve gelişiminin iki önemli adımı olmuştur. Türkiye’de 1933 Üniversite reformu ile hukuk eğitimi, üniversite içerisinde yüksek öğretimin bir bölümü olarak düzenlenmiştir. Türkiye’de hukuk eğitimi dönemin toplum ihtiyaçları ve Mustafa Kemal Atatürk’ün çağdaşlaşma hedefi birlikte değerlendirilerek modernize edilmiştir. Çalışmada Cumhuriyet’in ilk hukuk fakülteleri olan Ankara ve İstanbul hukuk fakültelerinin kuruluşu, eğitim süreçleri ve ders programları arşiv kaynakları ve litaratür değerlendirilerek incelenmiştir. Türkiye’de hukuk sisteminin niteliği öncelikle hukuk eğitimi ile ilişkilidir. Günümüz hukuk eğitiminin karşılaştığı sorunların çözümü, sistemin güçlü ve zayıf yönlerinin değerlendirilmesi modern hukuk eğitim sisteminin kökenlerinin anlaşılması ile mümkün olacağı düşünülmektedir
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu Türk tarihinin her bakımdan yeni bir evresidir. Yeni devletin ulus tanımlaması Osmanlı Devleti’nin millet tanımından farklıdır. Esasen yeni Türk devleti kuruluş felsefesine uygun yeni bir ulus inşa etmeyi... more
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu Türk tarihinin her bakımdan yeni
bir evresidir. Yeni devletin ulus tanımlaması Osmanlı Devleti’nin millet
tanımından farklıdır. Esasen yeni Türk devleti kuruluş felsefesine uygun
yeni bir ulus inşa etmeyi hedeflemiştir. Bu hedefi gerçekleştirmek için
Tarih bilimi ve öğretiminden de yararlanılmıştır. Osmanlı Devleti’nin
ümmet anlayışı yerine Türkiye Cumhuriyeti Türk ulusunu devletin
asli unsur kabul eden düşünceyi benimsemiştir. Türk ulusuna XIX.
yüzyılda kaybettiği özgüvenini yeniden kazandırmak için Türklerin
dünya uygarlığının öncü milletlerinden birisi olduğu tezi geliştirilmek
istenmiştir. Türk Tarih Tezi adı verilen bu tez aynı zamanda Türk
milletinin Anadolu’nun ilk sahibi olduğu düşüncesiyle Avrupa’nın
Türkleri Anadolu’dan atma fikrine karşı bir savunma stratejisi olmuştur.
Cumhuriyet yönetimi Türk ulusunun, dünya uygarlığının kurucusu
medeni milletlerden birisi olduğunu Türk gençlerine öğretmeye
çalışmıştır. Türk gençleri mensubu oldukları milletin dünyanın en köklü
ve medeni milleti olduğunu arkeolojik ve tarihi kanıtlarıyla öğrenerek
ulus bilini kazanacaklardı. Bu bilinç Türk gençlerine özgüven aşılayacak
ve gelecek için çalışma motivasyonu kazanmalarını sağlayacaktı. Bütün
yönleriyle Türk Tarih Tezi, Atatürk’ün karizmatik liderliğinin yeni bir
ulusal kimlik ve güçlü bir ulusal birlik kurmaya çalışırken yararlandığı
araçlardan birisidir. Okullarda Türk Tarih Tezi çerçevesinde Türk Tarihini
Tetkik Cemiyeti tarafından hazırlanan ders kitapları okutulmuştur.
İlkokul, orta okul ve lise seviyesindeki ders kitaplarında öğrencilere
tarih bilinci kazandırmak ve Türk milletinin üstün niteliklerini öğretmek
amaçlanmıştır. Bu dönemde yazılan tarih ders kitapları ve tarih
müfredatı, Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni bir ulus inşa etme sürecinin
önemli araçlarından birisi olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarından itibaren eğitim sisteminde ve uygulamalarında modernleşme çalışmaları, Batı ülkelerinin eğitim sistemlerini örnek alarak geliştirilmeye çalışılmıştır. Eğitim sistemi yeniden kurulurken Amerika... more
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarından itibaren eğitim sisteminde ve uygulamalarında modernleşme çalışmaları, Batı ülkelerinin eğitim sistemlerini örnek alarak geliştirilmeye çalışılmıştır. Eğitim sistemi yeniden kurulurken Amerika Birleşik Devletleri eğitim sistemi ve Amerikalı eğitim uzmanlarının görüşleri, Türk eğitimciler tarafından incelenmiştir. Osmanlı
Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde diğer batı ülkeleriyle birlikte ABD’li eğitim uzmanları, Türkiye’de görevlendirilmiştir. Aynı dönemde ikili anlaşmaların sağladığı burs imkanlarıyla Türk öğrenciler eğitim, eğitimciler ise tecrübe ve bilgilerini artırmak için ABD’ye gönderilmiştir. Bu  çalışmaların bir sonucu olarak Cumhuriyet dönemi eğitim politikalarında
Amerika eğitim düşüncesi ve sisteminin etkisi gelişmiştir. Türkiye ile ABD eğitim sistemi, iki ülkenin devlet şeklindeki farklılık nedeniyle (üniter yapı-federal yapı), farklı yapılanmıştır. Buna karşın iki ülke eğitim felsefesi, eğitim müfredatı ve yetiştirilmesi hedeflenen insan tipi bakımından
benzeşmiştir. 1948-1950 yılları arasında Millî Eğitim Bakanı olarak görev yapan Hasan Tahsin Banguoğlu’nun ifadesiyle Türk eğitim politikası, 1939 sonrasında maddeci bir görüşün hâkim olduğu Amerikanizme uyarak keyfiyet buhranına sürüklenmiştir. Cumhuriyet devri Türk eğitim politikası, siyasi süreçler ve Türk modernleşmesi düşüncesinin bir sonucu olarak siyasi ittifak kurduğu ABD’den etkilenmiştir.
Osmanlı Devleti döneminde şehir tarihi araştırmaları için şer‘iyye sicilleri önemli bir kaynaktır. Şehirlerde yargı, yönetim ve toplum işleriyle ilgilenen kadıların resmî işlemlerinin kayıtları olan şer‘iyye sicilleri, şehirlerin siyasi,... more
Osmanlı Devleti döneminde şehir tarihi araştırmaları için şer‘iyye sicilleri önemli bir kaynaktır. Şehirlerde yargı, yönetim ve toplum işleriyle ilgilenen kadıların resmî işlemlerinin kayıtları olan şer‘iyye sicilleri, şehirlerin siyasi, idari, sosyal, ekonomik ve kültürel yaşamına dair bilgiler sunarlar. Osmanlı Devleti’nde yargıçlık da yapan kadılar, Cumhuriyetin ilk yıllarında devam
eden inkılaplar sırasında özellikle miras davalarına bakmışlar ve bu davaların kararları şer‘iyye sicillerine yazılmıştır. Nevşehir 18 Numaralı Şer‘iyye Sicili’ne 1920-1927 tarih aralığındaki miras paylaşımı konuları kayıt edilmiştir. Bu dönemde Nevşehir’de Müslüman Türklerle birlikte Rumların da yaşadığı, Rum vatandaşların miras işlemlerinin de şer‘iyye sicillerinde yer aldığı görülmektedir. 1920-1927 döneminde Nevşehir’deki kişi ve yer adları, günlük yaşamda kullanılan eşyalar, mirasa konu olan
tereke toplumun sosyal hayatı konusunda bilgi sahibi olunmasını  bağlamaktadır. Bu kayıtlar Nevşehir’in idari, sosyal yapısı hakkında kıymetli bilgiler ihtiva etmektedir. Çalışmada 75 varak ve 150 sayfadan oluşan sicil kayıtları günümüz alfabesine aktarılmış ve tahlil edilmiştir. Şer‘iyye sicili kayıtlarından Nevşehir’in Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarındaki sosyal yaşamı ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu bilgilerin günümüz toplum yapısının tanınmasına ve sosyal gelişmelerin kökenlerinin anlaşılmasına katkı sağlayabileceği değerlendirilmektedir.
Yeni Türk devletine giden süreçte mühim bir yeri olan Sivas Kongresi, farklı yaklaşım ve yönleriyle incelenmesi icap eden gelişmelerin başında gelmektedir. Ülke işgallere maruz kaldığı ve malî sorunlarla boğuştuğu içindir ki dönemin... more
Yeni Türk devletine giden süreçte mühim bir yeri olan Sivas Kongresi, farklı yaklaşım ve yönleriyle incelenmesi icap eden gelişmelerin başında  gelmektedir. Ülke işgallere maruz kaldığı ve malî sorunlarla boğuştuğu içindir ki dönemin aydınlarının bir kısmı, ülkenin, bu tür sorunlarla kendi başına mücadele edemeyeceği ve bir büyük devletin vesayet (güdüm) ve himayesine muhtaç olduğu düşüncesinde olmuşlardır. Bu sebepledir ki memleketin istiklaline halel getirmeden haricî yardım alabilmek, ekonomik
durumu düzeltmek ve memleketin bütünlüğünü muhafaza edebilmek gibi hususlar Sivas Kongresi’nde tartışılan konular arasında yer almıştır. Nitekim dönemin aydınlarınca da yer yer gündeme getirilen manda mevzuu Sivas Kongresi’nde ele alınarak reddedilmiş ancak Türkiye’nin bağımsızlığına saygı duyan dış devletlerin yardım ve desteklerinin (müzâheret) kabul edilmesi kararlaştırılmıştır. Bu karar ile manda meselesi “manda yanlısı” kimseleri de küstürmeden ve millî davadan  uzaklaştırmadan çözülmüştür. Bu çalışma kongrede müzakere edilen manda meselesini; mesele hakkındaki farklı görüşleri de ele almak suretiyle Kongre tutanakları, döneminin basını, hatıratlar ile telif eserler ışığında ve meselenin arka planı ve sonuçlarına odaklanarak değerlendirmektedir.
Bu makale, Millî Mücadele’nin nihaî zaferi olan Büyük Taarruz’un Türkiye iç siyasetindeki etkisi üzerine odaklanmaktadır. Büyük Taarruzun başarı ile sonuçlanması, Türkiye’nin bağımsız bir devlet olarak tanınmasına ve iç siyasette yeni... more
Bu makale, Millî Mücadele’nin nihaî zaferi olan Büyük Taarruz’un Türkiye iç siyasetindeki etkisi üzerine odaklanmaktadır. Büyük Taarruzun başarı ile sonuçlanması, Türkiye’nin bağımsız bir devlet olarak tanınmasına ve iç siyasette yeni devletin kuruluş felsefesinin benimsenmesine katkı sağlamıştır. Türk ordusunun askerî başarısı iç siyasetin dinamiklerini değiştirmiştir. Bu değişimin doğru anlaşılamaması 1922 yılı sonrasında Türkiye’de yaşanan gelişmelerinin değerlendirilmesini güçleştirmektedir. Bu sebeple büyük zaferin iç siyasette-ki yansımalarına müstakil bir çalışma ile dikkat çekilmesi gerekli görülmüştür. Zaferle birlikte iç siyasetteki tartışmalar, Mustafa Kemal Paşa’nın düşünceleri lehine sonuçlanmış-tır. Paşa’ya yönelik İstanbul ve Anadolu’daki muhalefet etkisini kaybetmeye başlamıştır. Zafer hem Anadolu’da hem de İstanbul’da coşku ile kutlanmıştır. Bu münasebetle Anka-ra’ya pek çok tebrik telgrafının çekildiği görülmektedir. Netice itibariyle bu zafer ile Türki-ye Cumhuriyeti’nin, Mustafa Kemal Paşa’nın belirlediği çağdaş düşünce ekseninde kurulu-şunun önündeki engeller kalkmıştır. Bu çalışmanın ana kaynaklarını sırasıyla Başkanlık Devlet Arşivleri Cumhuriyet Arşivi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıtları, hatıralar, süreli yayınlar ve telif eserler oluşturmaktadır.


This article aims to investigate the impact of the Great Offensive, the final victory of the National Struggle, on the domestic politics of Turkey. The success of the Great Offensive underpinned the recognition of Turkey as an independent state and the adoption of the founding philosophy of the new state over domestic politics. Namely, the success of the Turkish army has altered the dynamics of domestic politics. The inability to fully understand this alteration truly renders it difficult to evaluate the developments in Turkey after 1922. In this respect, it was bound to draw attention to the reflections of the great victory in domestic politics through an independent study. After the victory, debates over domestic politics began to favor Mustafa Kemal Pasha's ideas, causing opposition to Pasha in Istanbul and Anatolia to lose ground. The victory was celebrated enthusiastically both in Anatolia and in Istanbul, and many congratulatory telegrams were sent to Ankara on this occasion. As a result, the obstacles to establishing the Turkish Republic on modern lines, as determined by Mustafa Kemal Pasha, have been removed with this victory. The main sources of this study are the Presidency State Archives, Republic Archive, Minutes of the Grand National Assembly of Turkey, reminiscences, periodicals, and copyrighted works, respectively.
Mustafa Asım Bey Tanzimat döneminden beri süre gelen üst sınıfa mensup bir bürokrat siyasetçi kimliği ile Osmanlı Devleti’nin kahtı rical döneminde Hariciye Nazırlığı görevinde bulunmuştur. Bu dönemde Osmanlı Devleti diplomasisinde, Küçük... more
Mustafa Asım Bey Tanzimat döneminden beri süre gelen üst sınıfa mensup bir bürokrat siyasetçi kimliği ile Osmanlı Devleti’nin kahtı rical döneminde Hariciye Nazırlığı görevinde bulunmuştur. Bu dönemde Osmanlı Devleti diplomasisinde, Küçük Said Paşa ile Mustafa Asım Bey arasındaki kişisel anlaşmazlıklar, Balkan ülkeleri başkentlerindeki büyükelçilerin yetersiz istihbaratları ve Osmanlı başkentindeki iç siyasi çekişmeleri görülmektedir. Trablusgarp Savaşı da Osmanlı Devleti’nin Balkan devletleri ittifakına karşı siyaset geliştirmesini olumsuz etkilemiştir. Osmanlı hariciyesi, Balkanlardaki gelişmeleri doğru analiz edememiş, Balkan devletlerinin Osmanlı Devleti aleyhine oluşturdukları ittifaklardan hariciye mensuplarından değil, bölgedeki valilerden ya da sivil vatandaşlardan duyum olarak öğrenmiştir. Bu bilgilerden doğru bir politika oluşturmak ise elbette mümkün değildi. Savaş öncesi istihbarat eksiklikleri ve Avrupa ülkelerinin yanıltıcı tutamları nedeni ile tecrübeli askerlerin terhis edilmiş olması ise Balkan Savaşlarının Türk milleti için bir faciaya dönüşmesine neden olmuştur. Mustafa Asım Bey bu süreçte Osmanlı Devleti diplomasi içerisinde 8 ayda belki de 10 yılda yaşanacak problemler ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Babı-ı Âli’de fırka çatışmalarının da etkili olduğu bu dönemde Sadrazam Küçük Said Paşa başta olmak üzere Hariciye Nazırı Mustafa Asım Bey’in de diğer  Hariciye bürokrasisinin de Balkanlarda Avrupa devletleri tarafından da yönlendirilen Balkan ittifakını engelleyecek birikimi ve gücünün bulunmadığı anlaşılmaktadır. Mustafa Asım Bey’in Meclis-i Mebusan  konuşmasının yanlış aktarımı ve tartışmalar ayrı bir değerlendirmenin konusu olmakla birlikte Sofya Büyükelçiliğinden Hariciye Nezaretine getirilmiş olan Mustafa Asım Bey’in Balkan siyasetini, Bulgaristan ve diğer Balkan devletlerinin politikalarını daha iyi tahlil etmesi gerektiği değerlendirilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlayan Millî Mücadele düşman işgaline karşı askeri mücadele ile birlikte siyasi mücadeleyi ve diplomasiyi de kapsamaktadır. Millî Mücadele, Türk milletinin emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi... more
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlayan Millî Mücadele düşman işgaline karşı askeri mücadele ile birlikte siyasi mücadeleyi ve diplomasiyi de kapsamaktadır. Millî Mücadele, Türk milletinin emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün belirlediği ve karakteri ile özdeşleştirdiği Millî Bağımsızlık ilkesi rehberliğinde gerçekleştirilmiştir. Millî Mücadele’nin temel metinlerinin dış politika ile ilgili maddelerinde milli bağımsızlığa doğrudan atıflar bulunmaktadır. Millî Mücadele dönemi Türk dış politikası Mîsâk-ı Millî ile ilan edilen hedefleri gerçekleştirmeye yönelik gerçekçi, dengeli ve pragmatik bir yaklaşıma sahiptir. Mustafa Kemal Paşa, süreç boyunca tam bağımsız bir devlet kurmayı amaçlayan millî dış politika sürdürmüştür. Atatürk’ün dış politikaya ilişkin görüş ve düşünceleri öğrencilik yıllarından itibaren gelişmeye başlamış, Millî Mücadele döneminde ise uygulama safhasına geçmiştir. Bu dönem boyunca onun düşünceleri yeni Türk devletinin ana programını belirlemiştir. Tam bağımsızlık, millî egemenlik ilkelerinden taviz vermemek koşulu ile yurtta ve dünyada barış onun temel dış politika yaklaşımı olmuştur. Mustafa Kemal Paşa’nın diplomasi anlayışı ekonomi, sanat, siyaset, kültür ve eğitim alanlarında iş birliğine açık olup durağan değildir. İstiklal Harbi döneminde uygulanan Türk dış politikasının millî bağımsızlık ilkesinin anlaşılması günümüz diplomasisine rehberlik etmesi bakımından da önem taşımaktadır.
Türk milletinin hafızasında İstiklâl Marşı şairi olması nedeniyle şair ve edip olarak yer eden Mehmet Akif Ersoy, eğitimi bakımından öğretmen olmamasına karşın Osmanlı Devleti döneminde eğitimci olarak da görev yapmıştır. Mehmet Akif, dil... more
Türk milletinin hafızasında İstiklâl Marşı şairi olması nedeniyle şair ve edip olarak yer eden Mehmet Akif Ersoy, eğitimi bakımından öğretmen olmamasına karşın Osmanlı Devleti döneminde eğitimci olarak da görev yapmıştır. Mehmet Akif, dil ve edebiyata olan ilgisi ve yeteneği sayesinde hem mekteplerde hem de sivil kuruluşlarda öğretmen olarak görevlendirilmiştir. İstiklâl Marşı şairi Balkan Savaşlarından itibaren I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında şahsında birleşen, eğitimcilik, fedakârlık, vatanseverlik ve hatiplik özellikleri ile halkı düşmana karşı birlik ve beraberliğe çağıran halk eğitimcisidir. Halkın yaygın eğitim kurumları aracılığı ile eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi hakkında talîm kavramını kullanması onun eğitimde insanın kendi iradesi ile birlikte dış otoritelerden de etkilendiğine inandığını göstermektedir. Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere Milli Mücadele dönemi liderleri Ankara’da Serbest Âli Dersleri uygulaması ve nasihat heyetleri kuruluşu ile eğitime verdikleri önemi göstermişler ve Türk milletinin bilinç kazanması için Mehmet Akif’in eğitimci kimliğinden azami ölçüde yararlanmaya çalışmışlardır. Mehmed Akif, Milli Mücadele döneminde hem kendi inisiyatifi ile hem de devlet görevlisi olarak vazife almıştır. Onun konuşmaları Türk milletinin milli mücadeleye desteğinin artmasına büyük katkı sağlamıştır. Türk milletinin problemlerinin eğitim eksikliğinden kaynaklandığını düşünen ve geri kalmışlığın çaresini eğitimde gören Mehmet Akif, 63 yıllık yaşamın büyük bir kısmını Türk milletinin eğitimi için gayret sarf ederek geçirmiştir. Onun eğitim çabalarında Türk milletinin kaderini belirleyen süreç olması bakımından Milli Mücadele dönemi önemli görülmektedir. Milli Mücadele günlerinde yazdığı İstiklâl Marşı, milli coşkuyu artırmayı hedefleyen bir metin olmasının yanında aynı zamanda bir halk eğitim okuma metni olarak da anlaşılmalıdır. Çalışmada Mehmet Akif’in eğitimci olarak milli mücadeleye katkısı, yaygın eğitim uygulaması bağlamında ve İstiklal Marşı’nın yazıldığı siyasi, sosyal şartlar çerçevesinde milli mücadele dönemi konuşmaları ve yazıları esas alınarak incelenmiştir.
Millî Mücadele döneminin önemli liderleri arasında yer alan Kâzım Karabekir Paşa’nın zaferden sonra ismi etrafında yaşanan tartışmalar nedeniyle kişiliği, hizmetleri ve fikirleri hakkında farklı görüşler ortaya atılmıştır. Türkiye’de... more
Millî Mücadele döneminin önemli liderleri arasında yer alan Kâzım Karabekir Paşa’nın zaferden sonra ismi etrafında yaşanan tartışmalar nedeniyle kişiliği, hizmetleri ve fikirleri hakkında farklı görüşler ortaya atılmıştır. Türkiye’de zaman zaman güncel siyasi tartışmalarının nesnesi olan Kâzım Karabekir muhalifleri ve taraftarları tarafından kendisine biçilen rolden farklı bir siyasi kişilik olarak değerlendirilmiştir. Paşa kendisine derin muhabbet besleyenler ya da Türkiye’nin ilk muhalefete partisinin lideri olmasını ekseninde inkılaplara karşı bir noktada tanımlayıp Cumhuriyet karşı bir kişilik olarak konumlayanların tanımak ya da tanıtmak istedikleri tarihi kişilik değildir. Kâzım Karabekir Millî Mücadele’nin her safhasında Mustafa Kemal Atatürk’le birlikte hareket etmiş, vatanının işgalden kurtarılması ve milletin istiklali için onun yanında yer almıştır. Temel siyasi görüşlerinde Atatürk’le farklılık olmamakla birlikte inkılapların yöntemi ve zamanlaması konularında anlaşmazlık yaşamışlardır. Kâzım Karabekir iyi yetişmiş, çalışkan, yetenekli ve temiz ahlaklı Türk subay geleneğinin temsilcisi ve güzel örneklerinden birisi olarak değerlendirilmektedir. Üç yabancı dil bilmesi onun diplomasiyle de ilgilenmesini sağlamıştır. Gümrü ve Kars Anlaşmalarında Türkiye Büyük Millet Meclisi adına görev yapmıştır. Gelişmelere gerçekçi yaklaşımı, plan ve programlı iş yapması ve icraatlarını günlük kontrol etmesi onun kurmay yönünü ortaya koymaktadır. Kâzım Karabekir kamu görevlilerinin vazifelerini yerine getirmesinin övünülecek bir vasıf olmadığını kahramanlığın vazifelerin ötesinde vatan hayrına çalışmak olduğunu hayatıyla göstermiştir. Doğu Anadolu’da eğitim faaliyetlerinde bulunması, özellikle şehitlerin yetim çocuklarının eğitimleriyle doğrudan ilgilenmesi onun yetimler babası sıfatını almasını sağlamıştır. Kâzım Karabekir dönem komutanları arasında en çok eser verenlerden birisi olarak da dikkat çekmektedir. Yaşadığı dönemi anlatan hatıratları ve mesleğiyle ilgili eserlerinin yanında güzel sanatlar alanında da mahir bir kişidir. Karakalem, suluboya, yağlıboya resimleri bulunmaktadır. Ayrıca şiirler yazmış ve marş yazıp bestelemiştir. Keman çalmayı biliyordu. Türk tarihinde “Şark Fatihi” ve “Yetimler Babası” olarak yerini almıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarından itibaren eğitim sisteminde ve uygulamalarında modernleşme çalışmaları, Batı ülkelerinin eğitim sistemlerini örnek alarak geliştirilmeye çalışılmıştır. Eğitim sistemi yeniden kurulurken Amerika... more
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarından itibaren eğitim sisteminde ve uygulamalarında modernleşme çalışmaları, Batı ülkelerinin eğitim sistemlerini örnek alarak geliştirilmeye çalışılmıştır. Eğitim sistemi yeniden kurulurken Amerika Birleşik Devletleri eğitim sistemi ve Amerikalı eğitim uzmanlarının görüşleri, Türk eğitimciler tarafından incelenmiştir. Osmanlı
Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde diğer batı ülkeleriyle birlikte ABD’li eğitim uzmanları, Türkiye’de görevlendirilmiştir. Aynı dönemde ikili anlaşmaların sağladığı burs imkanlarıyla Türk öğrenciler eğitim, eğitimciler ise tecrübe ve bilgilerini artırmak için ABD’ye gönderilmiştir. Bu çalışmaların bir sonucu olarak Cumhuriyet dönemi eğitim politikalarında
Amerika eğitim düşüncesi ve sisteminin etkisi gelişmiştir. Türkiye ile ABD eğitim sistemi, iki ülkenin devlet şeklindeki farklılık nedeniyle (üniter yapı-federal yapı), farklı yapılanmıştır. Buna
karşın iki ülke eğitim felsefesi, eğitim müfredatı ve yetiştirilmesi hedeflenen insan tipi bakımından benzeşmiştir. 1948-1950 yılları arasında Millî Eğitim Bakanı olarak görev yapan Hasan Tahsin Banguoğlu’nun ifadesiyle Türk eğitim politikası, 1939 sonrasında maddeci bir görüşün hâkim olduğu Amerikanizme uyarak keyfiyet buhranına sürüklenmiştir. Cumhuriyet devri Türk eğitim politikası, siyasi süreçler ve Türk modernleşmesi düşüncesinin bir sonucu olarak siyasi ittifak kurduğu ABD’den etkilenmiştir.
XX. yüzyılda Batı merkezli bilim ve eğitim yaklaşımı tüm dünyada yaygınlaşmıştır. Bu yaygınlaşma tarihi tecrübeleri ve kültür birikimleri Batı’dan farklı olan toplumları da etkilemiştir. Türkiye’de 1933 ve 1946 yıllarında gerçekleştirilen... more
XX. yüzyılda Batı merkezli bilim ve eğitim yaklaşımı tüm dünyada yaygınlaşmıştır. Bu yaygınlaşma tarihi tecrübeleri ve kültür birikimleri Batı’dan farklı olan toplumları da etkilemiştir. Türkiye’de 1933 ve 1946 yıllarında gerçekleştirilen üniversite reformları ile Batılı bilim anlayışının ve modern üniversitenin kurulmasını amaçlamıştır. 1933 Üniversite Kanunu hem yasalaşma döneminde hem de süreç içerisindeki eleştirilere karşın Türkiye’de modern üniversite sisteminin kurulmasının önemli adımlarından birisi olarak değerlendirilmektedir. 1933 üniversite yasasının Meclis görüşmeleri sırasında başlayan yabancı dil tartışmaları ve en az iki yabancı dil öğrenilmesi kararı öğretim elemanlarını yabancı dil öğrenimine ve yabancı dil ile yayın yapmaya yöneltmiştir. Bu yönelim Türkçenin bilim dili olarak gelişmesinin yönünde oluşan önemli engellerden birisidir. Üniversite reformuna ilişkin kanunların meclis müzakereleri sırasında yasalarda kullanılan üniversite kelimesi başta olmak üzere, rektör, dekan, asistan vb. Batı dilleri kökenli kelimeler eleştiri konusu olmuştur. Türk Dil Kurumundan bu kelimelerinin yerine Türkçe kelime bulunmasına ilişkin talepler milletvekilleri tarafından dile getirilmiştir. Ancak süreç içerisinde bu tartışmalarının unutulduğu ve Batı dilleri kökenli kavramların Türk eğitim hayatında benimsendiği görülmektedir. 1933 Üniversite Kanunu’nda devrime bağlı, hatta devrimi geliştirecek birey yetiştirme hedefi vurgulanırken 1946 Yasası’nda liberal demokrasi düşüncesi daha belirgin hâle gelmiştir.
Toplumların eğitim, sağlık ve ibadet gibi ihtiyaçlarının karşılanması, toplumun örgütlü yapısı olan devletin görevi olarak değerlendirilmektedir. Bu genel yargıya karşın tarih boyunca toplumda ekonomik durumu daha iyi birey ya da... more
Toplumların eğitim, sağlık ve ibadet gibi ihtiyaçlarının karşılanması, toplumun örgütlü yapısı olan devletin görevi olarak değerlendirilmektedir. Bu genel yargıya karşın tarih boyunca toplumda ekonomik durumu daha iyi birey ya da ailelerin kamu hizmetlerinin sağlanması için bağış yapması yaygın bir uygulama olarak bilinmektedir. Dinî kurallar ve gelenekler, hayırseverliği sürekli olarak teşvik etmişlerdir. Türk toplumlarında
eğitim kurumları, ibadethaneler ve sağlık hizmetlerinin hayırseverler tarafından finanse edilmesi İslam dininin teşvik edici ve yönlendirici yaklaşımı ve devletin desteği ile kurumsal bir yapı kazanmıştır. Vakıf adı verilen bu kurumsal yapı sayesinde kamu hizmetlerinin daha nitelikli olması mümkün olmuştur. Türk-İslam kültürünün önemli merkezlerinden birisi olan Konya, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde hayırseverlerin bağışları ile kamu hizmetlerinin sürdürülmesini ifade eden vakıfların en güçlü olduğu şehirlerin arasında yer almıştır. Konya, Türkiye Selçuklu Devleti döneminden Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar vakıf uygulamalarında önemli bir rol üstlenmiştir. Bu süreçte hayırseverlik konusunda bazı aileler öncü ve
örnek bir rol üstlenmiştir. Cumhuriyet döneminde vakıflara ilişkin kanun düzenlemeleri ile birlikte bu örneklik devam etmiştir. Onsun ailesi Konya’da eğitim ve ibadet hizmetlerinin hayırseverler eli ile yürütülmesi işine, kurmuş oldukları vakıflar aracılığıyla ya da doğrudan bağış yapmak suretiyle katkı sağlamışlardır. Onsun ailesinin inşa edilmesine katkı sağladığı okullar ile cami ve kütüphane hâlen Konya’da hizmet vermeyi sürdürmektedir. Sadece devletin bir göreviymiş gibi algılanan sosyal yatırımların, hayırsever bireyler eliyle de yapılması, hem sınırlı kamu kaynaklarının daha verimli kullanılmasına imkân sağlamakta hem de toplumsal barışa katkı sunmaktadır. Çalışma toplumun sosyal yatırımlara katkı sağlamasını motive etmeyi amaçlamaktadır.
https://dergipark.org.tr/en/pub/metder/issue/70997/1138790
Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanması neticesinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin öncelikli hedefi muasır medeniyet seviyesine ulaşmak olarak belirlenmiştir. Cumhuriyetin kurucularına göre bu hedefe ulaşabilmek için eğitimin çağın... more
Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanması neticesinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin öncelikli hedefi muasır medeniyet seviyesine ulaşmak olarak belirlenmiştir. Cumhuriyetin kurucularına göre bu hedefe ulaşabilmek için eğitimin çağın ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırılması gerekiyordu. Cumhuriyetin kuruluş sürecinde bu ihtiyaca uygun olarak eğitim sistemi ve kurumları Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünceleri ekseninde yeniden düzenlenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, 1923-1950 yılları arasında Cumhuriyet Halk Partisi tarafından yönetilmiştir. Tek parti dönemi olarak isimlendirilen bu dönemde Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun Kabulü, Harf Devrimi, Millet Mekteplerin kurulması, Halkevlerin açılışı, Üniversite Reformu, Okul müfredatlarının yeniden oluşturulması, Köy Enstitülerinin kuruluşu gibi birçok köklü değişim başarılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı döneminde milliyetçi yaklaşımla ele planlanan eğitim düzenlemeleri, İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığının ilk yıllarında itibaren Hümanizma düşüncesi ile yakınlaştırılmıştır. 1946 yılından itibaren ise dünya konjonktüründeki değişmeler ve Türkiye’nin ABD liderliğindeki Batı bloğu ile ittifakı eğitim politikalarının değişiminde etkili olmuştur. Türkiye’de liberal demokrasiye geçiş süreci başlamıştır. Bu değişim başta üniversiteler ve Köy Enstitülerin olmak üzere eğitim kurumlarını yapısını etkilemiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet ile birlikte yeni bir ulus inşa etmeyi hedefleyen bir liderdir. Onun ulus inşa politikasının en önemli araçlarından birisi eğitim olmuş, Onun eğitim politikaları II. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından sürdürülmüştür. Türkiye’de tek parti iktidarı döneminde eğitim alanında gerçekleştirilen yenilikler, modern Türkiye’nin kuruluşu ve gelişimini sağlamıştır.
Anahtar Kelimeler: Eğitim, Modernleşme, Köy Enstitüleri, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Uluslaşma
http://www.berikanyayinevi.com.tr/yayinlar/kitap-1209-TEK_PARTI_DONEMI_UZERINE_YAZILAR.html
Büyük savaşların sonucunda ortaya çıkan kırılma dönemlerinde Türk kadınlarının vatan savunmasına katılımının sayısız örnekleri bulunmaktadır. Bu kırılma dönemlerinden Milli Mücadele sürecinde (1919-1923) Türk milleti kadını ve erkeği ile... more
Büyük savaşların sonucunda ortaya çıkan kırılma dönemlerinde Türk kadınlarının vatan savunmasına katılımının sayısız örnekleri bulunmaktadır. Bu kırılma dönemlerinden Milli Mücadele sürecinde (1919-1923) Türk milleti kadını ve erkeği ile vatanını emperyalist işgalcilerden korumak için mücadele etmiştir. Milli Mücadele döneminde Türk kadınının vatanı sahiplenme duygusu iki bin yıllık tarih ve vatan bilincinin yansımasıdır. Vatan savunması çoğunlukla erkeklere has bir görev olarak anlaşılmasına karşın Milli Mücadele dönemde çok azının adını bildiğimiz, sayısı binlerle ifade edilen Türk kadını vatan savunmasında hem cephede hem de cephe gerisinde görev yapmış ve vatan savunmasını asli görev olarak benimsemiştir. Türk kadınlarının bu bilinci Mustafa Kemal Atatürk tarafından hem teşvik edilmiş hem de telgrafla ya da resmi yazı ile kadın cemiyetlerine kamuoyu önünde teşekkür edilmiştir. Eğitimli Türk kadını mitingler, basın-yayın ve cemiyet faaliyetleriyle, Anadolu’da yaşayan Türk kadını ise cephe gerisinde, fişek imalatında, lojistik hizmetlerde hatta bazen doğrudan cephede savaşarak vatan savunmasına katılmıştır. Türk kadınları arasında cephede müfreze kumandanlığı yapan, atıcılık müsabakasında birinci olup bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından teğmen rütbesi ile taltif edilen, çarpışmalarda şehit olanlar bulunmaktadır.
Milli Mücadele’ye katılan kadınlara İstiklal Madalyası verilmiştir. Zaferden sonra Batı Anadolu’da, muharebe alanlarında çalışma yapan araştırmacılar, kadınların kahramanlık destanlarına tanıklık etmişlerdir. Kadınlar, Milli Mücadele dönemini anlatan anıtlardaki kadın tasvirlerini kendileri ile özdeşleştirmişlerdir. Bu yaklaşım vatanı sahiplenme duygusu ve bilincinin ifadesidir. Bu bilincin anlaşılması, bugün ve gelecek için örnek olması düşüncesiyle; Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk, Söylev ve Demeçleri, Telgraf-Tamim ve Beyannameleri ile Milli Mücadele döneminde kadınların vatan müdafaası ve bilinci hakkında yapılan çalışmalar incelenerek Türk kadınının vatanı sahiplenme duygusu analiz edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Türk kadını, Milli Mücadele, Vatan savunması, Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti
https://ekitap.atauni.edu.tr/index.php/uluslararasi-sosyal-bilimlerde-kadin-calismalari-sempozyumu/
Halep, dünyanın en stratejik noktalarından biri olan Doğu Akdeniz’in önemli bir parçası durumundaki Suriye’nin ikinci büyük yerleşim birimidir. Şehir, Akkad, Hitit, Asur, Pers, Roma, Emevi ve Abbasi Halifeliği gibi tarihte büyük rol... more
Halep, dünyanın en stratejik noktalarından biri olan Doğu Akdeniz’in önemli bir parçası durumundaki Suriye’nin ikinci büyük yerleşim birimidir. Şehir, Akkad, Hitit, Asur, Pers, Roma, Emevi ve Abbasi Halifeliği gibi tarihte büyük rol oynayan siyasi teşekküllerin hâkimiyetine girmiş, bu sebeple pek çok bakımdan ileri bir seviyeye ulaşmıştır. XI. Yüzyılın ikinci yarısından sonra Suriye’de Büyük Selçuklu hâkimiyetinin tesis edilmesi ile birlikte şehre çok sayıda Türk boyu gelip yerleşmeye başlamıştır. Bu Türk kitlelerinin Anadolu’nun fethinde ve Türkleşmesinde de büyük katkıları olmuş ve Halep âdeta Türkler’in Anadolu’ya giriş kapısı hüviyeti kazanmıştır. Şehirdeki Türk nüfus, Selçuklulardan sonra bölgeye hâkim olan Zengiler, Eyyubiler ve Memlûkler döneminde de varlığını devam ettirmiştir. 1516 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Merc-i Dabık Savaşıyla Osmanlı Devleti topraklarına dâhil edilen Halep, bu dönemde uygulanan iskân politikası neticesinde Oğuz Türkleri başta olmak üzere pek çok Türk boyunun yerleştiği bir belde haline gelmiştir. I. Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalan şehir, beylerbeylik statüsünde olmak kaydıyla devletin önemli siyasi, askeri, eğitim, kültür ve ticaret merkezlerinden biri olmakla kalmamış, Türk dili, edebiyatı ve sanatında da müstesna bir yer edinmiştir. “Halep oradaysa arşın burada” deyimi, Âşık Ömer’in “İşte geldim gidiyorum şen olasın Halep şehri” beyti, Âşık Emrah’ın sevdiğini Halep’te araması, Kerem’in Aslı’nın ateşine Halep’te yanıp kül olması bu meyanda sayılabilir. Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul ile Kahire arasındaki en büyük şehir olan Halep, XVI. yüzyılda 50-60.000, XVII. yüzyılda yaklaşık 100.000 nüfusa sahipti. Halep’in nüfusunun nisbî bir artış göstermesinde özellikle Anadolu’dan devamlı göçlerin etkisi olmuştur. Coğrafi Keşifler ve Sanayi İnkılabının ekonomik sonuçlarından olumsuz etkilenen Osmanlı coğrafyasının bir parçası olarak Halep, XVIII ve XIX. yüzyılda Akdeniz’de Osmanlı hâkimiyeti ve ticaretinin gerilemesinden de payına düşeni almıştır. Bununla birlikte Osmanlı Devleti’nin yeniden yapılanma ve reform çabalarının uygulama alanlarından biri olmuştur.
Milli Mücadele döneminde kurdukları Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ile Misak-ı Milli sınırları içerisinde kalmak için mücadele eden Halep Türkmenleri dönemin koşullarında bu mücadelelerinde başarılı olamamışlardır. I. Dünya Savaşı’nı takip eden dönemde 1918-1936 yılları arasında Suriye Krallığının bir parçası olarak Fransa manda yönetiminde kalan Halep, 1936 yılından itibaren Suriye vilayetlerinden biri olmuştur. Selçuklulardan itibaren sürekli Türk göçleri ile beslenen Halep, hem nüfus yapısı hem de kültür bakımından bir Türkmen şehri özelliği taşır. 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşı öncesine kadar mimarisi, şehir dokusu, kültürü ve ticari ilişkileri, Güneydoğu Anadolu şehirlerimizden farksızdır. Çalışmamızda Halep’in Selçuklulardan günümüze geçirdiği tarihi süreç ve buradaki Türk varlığının oluşumu konu edinilecektir.
Anahtar Kelimeler: B. Selçuklular, Merc-i Dabık, Halep, Suriye İç Savaşı; Halep Türkmenleri

https://neuyayin.com/en/online-sales/products/orta-doguda-din-ve-medeniyet/763
XIX. yüzyıl Osmanlı Devleti için önemli gelişmelerin yaşandığı dönemdir. III. Selim döneminde başlayan devleti yeniden yapılandırma çalışmaları, XIX. yüzyıl boyunca artan bir ivme ile devam etmiştir. Toprak kayıplarını telafi etmek ve... more
XIX. yüzyıl Osmanlı Devleti için önemli gelişmelerin yaşandığı dönemdir. III. Selim döneminde başlayan devleti yeniden yapılandırma çalışmaları, XIX. yüzyıl boyunca artan bir ivme ile devam etmiştir. Toprak kayıplarını telafi etmek ve devleti yeniden yapılandırarak çöküşten kurtarmak için başlatılan modernleşme çalışmalarında sürecin doğası gereği eğitime öncelik verilmiştir. XIX. yüzyıl dünyasında devletin ihtiyaç duyduğu nitelikli insanı yetiştirmek için batı ülkelerindeki kurumlar da örnek alınarak yeni eğitim kurumları açılmıştır. Hukukçu ve tarihçi kimlikleri ile tanınan Ahmed Cevdet Paşa Osmanlı Devleti'nin yeniden yapılanma döneminde diğer görevlerinin yanı sıra 1845 yılından itibaren eğitim bürokrasisinde; öğretmenlik, okul müdürlüğü, eğitim bakanlığı, ders kitabı yazarlığı, akademi üyeliği görevlerinde bulunmuştur. Bu görevleri sırasında eğitim reformlarına dolaylı ya da doğrudan önemli katkıları olmuştur. Dönemin hem şahidi hem de aktörü olan Ahmed Cevdet Paşa'nın talebelik dönemlerinden başlayarak kamu görevleri dönemini kapsayan hayat tecrübelerini aktardığı Tezâkîr isimli eseri diğer kaynaklarda olmayan orijinal bilgiler vermektedir. Medrese kökenli, ilmiye sınıfı mensubu bir âlim olmasına karşın belirli ilkeler ve kültür unsurlarına dikkat edilmesi kaydıyla Osmanlı Devleti'nde modern eğitim kurumlarının açılmasını destekleyen Ahmed Cevdet Paşa'nın eğitim sorunlarının çözümüne getirdiği yaklaşımlar ve eğitimde yeniden yapılanma projeleri günümüz eğitim sorunlarının çözümleri bakımından da yol gösterici niteliktedir.
ÖZ İsmail Gaspıralı ve Yusuf Akçura, XX. yüzyıl başlarında Türk toplumlarının içinde bulundukları durumdan kurtulmalarının nitelikli ve yeni dönemin koşullarına uygun eğitimle mümkün olduğunu düşünmüşlerdir. Onlar, Türk milletinin din,... more
ÖZ İsmail Gaspıralı ve Yusuf Akçura, XX. yüzyıl başlarında Türk toplumlarının içinde bulundukları durumdan kurtulmalarının nitelikli ve yeni dönemin koşullarına uygun eğitimle mümkün olduğunu düşünmüşlerdir. Onlar, Türk milletinin din, kültür ve gelenek değerlerinden kopmadan fen, teknoloji ve bilim alanlarında muasır medeniyetin ulaştığı noktaya ulaşması için eğitim kurumlarını yeni dönemin şartlarına göre yapılandırmaya çalışmışlardır. Gaspıralı, Tercüman gazetesi, Akçura ise Türk Yurdu dergisi aracılığıyla eğitim ve öğretim hakkındaki düşünce ve uygulamalarını tanıtmaya ve yaygınlaştırmaya gayret etmişlerdir. XX. yüzyıl Türk eğitim düşüncesinin şekillenmesinde etkili olan iki Türk aydını günümüz Türk dünyasının eğitim kurumlarının hem fiziki hem de düşünce bakımından kurulmasına katkı sağlamışlardır.
Anadolu’da Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde İslam terminolojisinden kök alarak sürdürüle gelen vakıf geleneği, Cumhuriyet idaresine tevarüs etmiştir. Vakıf kurumu ile din hizmetleri, kültür, sağlık, eğitim, yardımlaşma ve... more
Anadolu’da Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde İslam terminolojisinden kök alarak sürdürüle gelen vakıf geleneği, Cumhuriyet idaresine tevarüs etmiştir. Vakıf kurumu ile din hizmetleri, kültür, sağlık, eğitim, yardımlaşma ve bayındırlık gibi birçok sosyal ve ekonomik boyutu olan görevlerin yerine getirilmesi amaçlanmıştır. Bu yönüyle devletin iş yükünün hafifletilmesinde de çeşitli görevler üstlenen vakıflar aracılığıyla, yüzyıllar boyunca toplum yararına hizmet üretilmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra kökten modernleşmenin ve çağdaşlaşmanın bir aracı olarak gerçekleştirilen birçok inkılap hareketi ve bu kapsamda düzenlenen kanunlar ile devletin ve toplumun batılı anlamda hızla dönüşümü sağlanmaya çalışılmıştır. 1924’te Şer’iye ve Evkaf Vekaleti kaldırılmış ve daha önce din hizmetlerinin yürütülmesinde adeta mali kaynak teşkil eden vakıflar kayıt altına alınarak ilgili devlet bakanlığı çatısı altında kurulan Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlanmıştır. 1926’da çıkarılan Türk Medeni Kanunu’nda yapılan düzenlemeyle, ‘vakıf’ ismi yerine Arapça kökenli ‘tesis’ kavramı kabul edilmiştir. Böylesine bir isim değişikliği Cumhuriyet idaresinin ve inkılapçı seçkinlerin geleneksel kavramların yerine çağdaşlaşma yönünde benimsedikleri yeni terimleri yerleştirme anlayışıyla açıklanabilir. 1926’dan, ‘tesis’ ismi yerine yeniden ‘vakıf’ isminin kullanılmaya başlandığı 1967 yılına kadar Konya’da on yedi adet tesis kurulmuş ve bunların önemli bir kısmı bugüne değin faaliyetlerini sürdürmüştür. Gerek Konya’da gerekse de Türkiye genelinde ‘tesis’ isminin benimsendiği dönemde toplumun ‘tesis’ kurma çabasında, ‘vakıf’ isminin geçerli olduğu dönemlerdeki teşebbüslere göre gözle görülür bir azalma yaşanmıştır. Çalışmada arşiv belgeleri ve konuyla ilgili telif ve tetkik eserlerden faydalanılarak Konya’da faaliyette bulunan tesisler incelenip ve bu tesislerin tanıtımı yapılmıştır.

Kitabın tamamı için:
http://www.kto.org.tr/d/file/ozelsayi/ipekyolu_ozel_sayi_18_2.pdf
Türkiye’nin son iki yüz yıllık tarihi, büyük savaşlar ile birlikte toplum yapısı, ekonomi ve kültür bakımdan önemli gelişme ve değişmelere şahitlik etmiştir. Devlet ve toplumu her alanda etkileyen büyük değişim hamlesi, inkılap/devrim... more
Türkiye’nin son iki yüz yıllık tarihi, büyük savaşlar ile birlikte toplum yapısı, ekonomi ve kültür bakımdan önemli gelişme ve değişmelere şahitlik etmiştir. Devlet ve toplumu her alanda etkileyen büyük değişim hamlesi, inkılap/devrim olarak tanımlanmıştır. Kökleri XIX. yüzyılın ilk çeyreğine uzanan değişim, XX. yüzyılın ilk çeyreğinde ivme kazanarak gelişimini büyük ölçüde tamamlamıştır. Devrimci cumhuriyet sürecinden, eğitim kurumları ve bu kurumların ilişkili olduğu eğitim vakıfları da geri dönülmez bir şekilde etkilenmiştir. Erken cumhuriyet döneminde, Osmanlı Devleti’nin önemli sivil miraslarından biri olan eğitim vakıflarının mülk ve akarlarının, nasıl  değerlendirildiği/tasfiye edildiği üzerinde tartışılmaktadır. Vakıf geleneği ve eğitim vakıfların yaygın, güçlü olduğu Konya, Osmanlı dönemi eğitim vakıflarının Cumhuriyet döneminde yeniden değerlendirilmesi ya da tasfiyesinin gösterge vilayetlerinden biridir. Yeninin inşası için eskinin  imhası prensibi ile gerçekleştirilen uygulamaların, kökü bin yıllık  geleneklere dayanan müesseselerin kaderine etkisi yeniden değerlendirilmelidir.

Kitabın tamamı için:

http://www.kto.org.tr/d/file/ozelsayi/ipekyolu_ozel_sayi_18_2.pdf
Devletlerin maddi ve manevi varlıkları arasında insan kaynağı birincil öneme sahiptir. Bu nedenle devletler idealleri ve gelecek beklentilerine uygun insan yetiştirmeyi hayati önemde görmektedir. Bu bakış açısına uygun olarak devletler,... more
Devletlerin maddi ve manevi varlıkları arasında insan kaynağı birincil öneme sahiptir. Bu nedenle devletler idealleri ve gelecek beklentilerine uygun insan yetiştirmeyi hayati önemde görmektedir. Bu bakış açısına uygun olarak devletler, gelecek hedefleri için insan kaynağı oluşturması beklenen eğitim programları geliştirmektedir. II. Dünya Savaşı sonrasında batı bloğunun lideri olarak görülen Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın geri kalanını Amerikan idealleri ve çıkarlarına göre yetiştirebilmek için, askeri güç ile birlikte eğitim, sağlık, sanat, spor gibi yumuşak güç unsurlarını da devreye sokmuştur. Soğuk savaş döneminde ise yumuşak güç unsurları içerisinde eğitim daha önemli hale gelmiştir. Bu kitapta ABD ideallerini benimsemiş insan yetiştirmek amacıyla geliştirilen eğitim programları; amiral gemisi olarak nitelenen Fulbright Programı merkeze alınarak, Türkiye ekseninde incelenmiştir.
Eğitim programlarının insan kaynağı yetiştirme ve toplumları dönüştürme etkisi, uluslararası eğitim işbirliği yolu ile yeni bir dünya kurma işlevleri 21. yüzyıl paradigmasının anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır. Eğitim yoluyla, insan yaşamını etkileyen tüm araçları işe koşarak, kültür kaynağı bakımından tek merkezli bir dünya oluşturulmaktadır.

Kitap için;
https://www.nobelyayin.com/kitap_17879.html
Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti’nde, diğer alanları olduğu gibi eğitim alanını da etkileyen yeni bir sürecin başlangıç noktası olarak tanımlanmıştır. Klasik dönem Osmanlı eğitim sistemi ve ulema sınıfının yönetim ve denetimi dışında ilk... more
Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti’nde, diğer alanları olduğu
gibi eğitim alanını da etkileyen yeni bir sürecin başlangıç noktası
olarak tanımlanmıştır. Klasik dönem Osmanlı eğitim sistemi ve
ulema sınıfının yönetim ve denetimi dışında ilk eğitim kurumları
bu süreçte kurulmaya başlanmıştır. İlk örnekleri askeri eğitim
alanında görülen modern eğitim kurumları içerisinde, Kavânîn ve
Nizâmât Dershanesi, Mekteb-i Hukuk-ı Sultânî, Mekteb-i Hukuk-ı
Şâhâne, Mekteb-i Nüvvâb (Mekteb-i Kuzât-1908) ve Darülfünun
Hukuk Fakültesi isimli hukuk mektepleri de bulunmaktadır.
III. Selim döneminde başlayan Tanzimat Fermanı ile ivme kazanan yeni dönemde Osmanlı Devleti, kadim öğretim müessesesi olan medreselerin yerine batılı eğitim müesseselerini örnek olan mektepler açmıştır. Bu mekteplerde dersler özellikle... more
III. Selim döneminde başlayan Tanzimat Fermanı ile ivme kazanan yeni dönemde Osmanlı Devleti, kadim öğretim müessesesi olan medreselerin yerine batılı eğitim müesseselerini örnek olan mektepler açmıştır. Bu mekteplerde dersler özellikle Fransa’daki eğitim yöntemleri ve müfredata göre verilmeye başlanmıştır. Bu yenilik yabancı dil bilme ihtiyacını artırmıştır. Avrupa’dan Osmanlı ülkesine gelen yabancı uzmanlar, öğretmenler ile temas eden hem devlet adamları hem de talebelerin dönemin bilim ve kültür dili olan Fransızcayı öğrenmeleri zorunluluk olarak ortaya çıkmış gözükmektedir. III. Selim devrinden itibaren yabancı dil eğitim bir zorunluluk olarak eğitim müesseselerinin öncelikli meselesi olarak değerlendirilmeye başlanmıştır.
Türk siyasi hayatında, meşru ve yasal yönetime karşı, asker-sivil bürokratların şahsi çıkarlarını korumak için darbe girişimleri bir gelenek haline dönüşmüştür. Osmanlı Devleti’nin batı etkisinde modernleşme dönemine girmesi ile bu... more
Türk siyasi hayatında, meşru ve yasal yönetime karşı, asker-sivil bürokratların şahsi çıkarlarını korumak için darbe girişimleri bir gelenek haline dönüşmüştür. Osmanlı Devleti’nin batı etkisinde modernleşme dönemine girmesi ile bu gelenek yönetime müdahalelerde yeni bir forma bürünmüştür. 1859 Kuleli Vakası ve 30 Mayıs 1876 darbesi, hem birbirlerinin ardılları olması, hem de modern darbelere yöntem ve uygulama bakımından örnek olmaları bakımından incelenmelidir. Türk Modernleşme tarihi boyunca farklı gerekçe ve bahanelerle meşru ve yasal hükümetlere yönelik darbe girişimleri olagelmiş ve bunlardan bazıları başarılı olarak toplum düzeninin yeniden kurulmasına ve kültür yapısının değişmesine neden olmuşlardır. Darbe girişimlerinde, “Türkiye’yi Türklere bırakılmayacak kadar önemli” gören batılı
ülkeler, darbe süreçlerine kendi menfaatleri lehinde müdahil olmuşlardır. Çoğu kez darbeler, doğrudan batılı ülkelerce planlanmıştır.
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen bu iki olay, Osmanlı Devleti’nin son döneminin şekillenmesinde etkili olmuştur. Dönemin devlet adamı ve âlimi Ahmet Cevdet Paşa’nın darbelere ilişkin değerlendirmeleri, hem olayların tanığı hem de muhatabı devlet adamı olarak son derece önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Kuleli Vakası, Sultan Abdülaziz, Darbe, Jön Türkler, Ahmet Cevdet Paşa.
Kitap; yayınevinin takdim yazısı, önsöz ve giriş ile başlamakta, üç bölüm ve eklerden oluşmaktadır. Birinci bölüm Âlim Han'ın tahta geçişine kadar geçen sürede Buhara Emirliğinin siyasi, içtimai ve ekonomik yaşamını içermektedir. İkinci... more
Kitap; yayınevinin takdim yazısı, önsöz ve giriş ile başlamakta, üç bölüm ve eklerden oluşmaktadır.
Birinci bölüm Âlim Han'ın tahta geçişine kadar geçen sürede Buhara Emirliğinin
siyasi, içtimai ve ekonomik yaşamını içermektedir. İkinci bölümde Âlim Han'ın Saltanatı
Döneminde Buhara Emirliği anlatılmakta, üçüncü bölüm ise Âlim Han'ın sürgün hayatı
incelenmektedir.
ÖZET II. Abdülhamid döneminde devlet siyasetinde özellikle eğitim, sağlık ve kültürel alanlarda değişim yoğun olarak yaşanmıştır. II. Abdülhamid’in hayatı, yetişme şartları ve etkilendiği çevre bu değişimi büyük ölçüde etkilemiştir.... more
ÖZET
II. Abdülhamid döneminde devlet siyasetinde özellikle eğitim, sağlık ve kültürel alanlarda değişim yoğun olarak yaşanmıştır. II. Abdülhamid’in hayatı, yetişme şartları ve etkilendiği çevre bu değişimi büyük ölçüde etkilemiştir. Tanzimat ve Islahat Ferman’larından Meşrutiyet’e giden süreçte II. Abdülhamid dönemi devlet yönetimi uygulamaları önemli bir
dönüm noktası olmuş ve bu uygulamalar Cumhuriyet idaresine giden yolu açmıştır. Türk modernleşmesinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısal kökenlerini III. Selim dönemi yenilikleri ile başlayan ıslahat ve reform hareketlerinde aramak daha doğru olacaktır. Başkaca etkileri de göz önünde bulundurarak, II. Abdülhamid döneminde devlet yönetiminde yapılan yenilik ve düzenlemelerin yeni Türk devletinin kuruluş ve gelişiminde sağladığı katkı yeniden değerlendirilmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu, inkılapları, gerçekleşme, uygulama ve sonuçları bakımından tartışılagelmiştir. Dönemin isimlendirilmesi dâhil olmak üzere, inkılaplarının tanımlanmasında kullanılan kavramlar üzerinde, sosyal bilimciler... more
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu, inkılapları, gerçekleşme, uygulama ve sonuçları bakımından tartışılagelmiştir. Dönemin isimlendirilmesi dâhil olmak üzere, inkılaplarının tanımlanmasında kullanılan kavramlar üzerinde, sosyal bilimciler arasında birliktelik sağlamak mümkün olmamıştır. Yaşanılanın aktarılması, geleceği inşa etmek için yapılanların kutsanması ya da ötekileştirilmesi ikilemlerinde gerçek, niyetlere kurban edilmiştir. Türk İnkılap Tarihi, Devrim Tarihi, İstiklal Mücadelesi gibi kavramlaştırmalar tüm bu tartışmaların görünen sonuçlarıdır. Yazar D. Mehmet Doğan; gazeteci, fikir adamı, sivil toplum kuruluşu yöneticisi ve edebiyatçı kimliği ile Türkiye Cumhuriyeti tarihine yeni bir anlayışla yaklaşmak ve resmî tarih anlayışını sorgulamak düşüncesiyle kitabı kaleme almıştır. D. Mehmet Doğan, halen Yazarlar Birliği Vakfı Başkanı olarak çalışmalarını sürdürmektedir. D. Mehmet Doğan'ın, Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş kitabı; sunuş yazısı, giriş, dokuz bağımsız bölüm ve eklerden oluşmaktadır.
Osmanlı Devleti tarihi'nin sosyal, siyasî, iktisadî, askerî, coğrafî, hukukî ve kültürel yönlerini ortaya koymak için yapılan bir çalışmanın, Şer`iyye Sicilleri incelenmeden tamamlanması ve meseleleri bütün yönleri ile ortaya koyması... more
Osmanlı Devleti tarihi'nin sosyal, siyasî, iktisadî, askerî, coğrafî, hukukî ve kültürel yönlerini ortaya koymak için yapılan bir çalışmanın, Şer`iyye Sicilleri incelenmeden tamamlanması ve meseleleri bütün yönleri ile ortaya koyması mümkün değildir. Osmanlı Devleti tarihinin araştırılmasında Şer`iyye sicilleri önemli belgelerden birisi olarak değerlendirilmektedir. Sosyo kültürel açıdan önemli bilgi ve kayıtlar içeren Osmanlı mahkeme kayıtları, geçmişi günümüze yansıtan kıymetli yazılı kaynaklardandır. Bu mahkeme kayıtları, yerel farklılıkları ve genel tespitleri ortaya koymaları bakımından önem arz eder. Şer`iyye sicilleri ait oldukları yerlerin ictimaî, idarî, malî, sosyal, vb. yönleri öğrenmemize kaynaklık ederler. Özellikle şehir tarihinin aydınlatılmasında büyük önem taşırlar. Çalışmamızda Nevşehir'in iktisadî, ictimaî, idarî yönlerini, tezimizin kapsadığı dönemler içinde ortaya koymaya çalıştık. Çalışmamızda Nevşehir iline ait olan 18 numaralı defterin metin çevirisi ve değerlendirmesini yaptık. Defterimiz Hicri 1339/Miladi 1920-1927 tarihleri arasını kapsamaktadır. Defterdeki kayıtlar miras ve tereke taksimi konularını ihtiva etmektedir. Nevşehir hakkında çalışmalar yapmakta olan ve yapacak olan araştırmacılara kapsadığı yıllara ilişkin kaynak niteliğinde bir çalışmadır.
A study done to demonstrate the Ottoman Empire?s social, political, economic, military, geographical, legal and cultural aspects is not possible to be completed without examining the Court Registries and is not possible to reveal the issues with all aspects. Court registries to investigate the history of the Ottoman Empire considered one of the important documents.The Ottoman Court records that contain important information and records with socio-cultural aspects are reflecting the precious present the history of the written sources. These court records are important in terms of putting forward the local differences and the overall findings. Court registries enable us to learn the social, administrative, financial aspect of the places where they belong to. Particularly, they are of great importance in illuminating the city's history. In this study, we have tried to show the economic, social and administrative aspects of Nevşehir between 1920-1927. In our study, we translated and examined the No: 18 notebooks that belong to the province of Nevşehir. Our notebook covers the period from Hajji 1339/Gregorian 1920-1927.The notebook covers the topics of inheritance and the divisions of estate records. It is a study which can be a source for the researchers who are interested in the period between 1920-1927 in the province of Nevşehir
XIX. yüzyıl Osmanlı Devleti için önemli gelişmelerin yaşandığı dönemdir. III. Selim döneminde başlayan devleti yeniden yapılandırma çalışmaları, XIX. yüzyıl boyunca artan bir ivme ile devam etmiştir. Toprak kayıplarını telafi etmek ve... more
XIX. yüzyıl Osmanlı Devleti için önemli gelişmelerin yaşandığı dönemdir. III. Selim döneminde başlayan devleti yeniden yapılandırma çalışmaları, XIX. yüzyıl boyunca artan bir ivme ile devam etmiştir. Toprak kayıplarını telafi etmek ve devleti yeniden yapılandırarak çöküşten kurtarmak için başlatılan modernleşme çalışmalarında sürecin doğası gereği eğitime öncelik verilmiştir. XIX. yüzyıl dünyasında devletin ihtiyaç duyduğu nitelikli insanı yetiştirmek için batı ülkelerindeki kurumlar da örnek alınarak yeni eğitim kurumları açılmıştır. Hukukçu ve tarihçi kimlikleri ile tanınan Ahmed Cevdet Paşa Osmanlı Devleti'nin yeniden yapılanma döneminde diğer görevlerinin yanı sıra 1845 yılından itibaren eğitim bürokrasisinde; öğretmenlik, okul müdürlüğü, eğitim bakanlığı, ders kitabı yazarlığı, akademi üyeliği görevlerinde bulunmuştur. Bu görevleri sırasında eğitim reformlarına dolaylı ya da doğrudan önemli katkıları olmuştur. Dönemin hem şahidi hem de aktörü olan Ahmed Cevdet Paşa'nın talebelik dönemlerinden başlayarak kamu görevleri dönemini kapsayan hayat tecrübelerini aktardığı Tezâkîr isimli eseri diğer kaynaklarda olmayan orijinal bilgiler vermektedir. Medrese kökenli, ilmiye sınıfı mensubu bir âlim olmasına karşın belirli ilkeler ve kültür unsurlarına dikkat edilmesi kaydıyla Osmanlı Devleti'nde modern eğitim kurumlarının açılmasını destekleyen Ahmed Cevdet Paşa'nın eğitim sorunlarının çözümüne getirdiği yaklaşımlar ve eğitimde yeniden yapılanma projeleri günümüz eğitim sorunlarının çözümleri bakımından da yol gösterici niteliktedir.
Turkistan cografi yer adi olarak Orta Asya’nin buyuk kismi icin kullanilan bir terimdir. Bu bolgenin tarihi kaynaklardaki adi, Turk Yurdu anlaminda XIX. yuzyil ortalarina kadar Turkistan’dir. Turkistan’da kurulan son bagimsiz Turk Devleti... more
Turkistan cografi yer adi olarak Orta Asya’nin buyuk kismi icin kullanilan bir terimdir. Bu bolgenin tarihi kaynaklardaki adi, Turk Yurdu anlaminda XIX. yuzyil ortalarina kadar Turkistan’dir. Turkistan’da kurulan son bagimsiz Turk Devleti olan Buhara Emirligi, Buhara sehri ve bugunku Ozbekistan bolgesinde 1500 yilinda Şeybani Hanedani tarafindan kurulan ve uc ayri hanedan tarafindan yonetilen, Osmanli Devletinden sonra en uzun omurlu ikinci Turk devletidir. Turkistan Hanliklari icerisinde en eskisi ve en uzun omurlusu olan Buhara Emirligi Turkistan’in Rusya tarafindan istilasi neticesinde Rusya’ya bagli vassal bir emirlik haline gelmistir. Buhara Emirligi Rus istilasina karsi Ingiltere ve Osmanli Devletinden yardim istemis, ancak bu yardim talepleri karsiliksiz kalmistir. Buhara Emirliginin son hukumdari olan Âlim Han Rusya’da egitim almis, emirligi boyunca Rus istilasi ve Bolsevik Ihtilaline karsi mucadele etmis, ancak kendi halkindan da bekledigi destegi alamamis ve Ruslar karsisi...
II. Abdulhamid doneminde devlet siyasetinde ozellikle egitim, saglik ve kulturel alanlarda degisim yogun olarak yasanmistir. II. Abdulhamid’in hayati, yetisme sartlari ve etkilendigi cevre bu degisimi buyuk olcude etkilemistir. Tanzimat... more
II. Abdulhamid doneminde devlet siyasetinde ozellikle egitim, saglik ve kulturel alanlarda degisim yogun olarak yasanmistir. II. Abdulhamid’in hayati, yetisme sartlari ve etkilendigi cevre bu degisimi buyuk olcude etkilemistir. Tanzimat ve Islahat Ferman’larindan Mesrutiyet’e giden surecte II. Abdulhamid donemi devlet yonetimi uygulamalari onemli bir donum noktasi olmus ve bu uygulamalar Cumhuriyet idaresine giden yolu acmistir. Turk modernlesmesinin ve Turkiye Cumhuriyeti’nin yapisal kokenlerini III. Selim donemi yenilikleri ile baslayan islahat ve reform hareketlerinde aramak daha dogru olacaktir. Baskaca etkileri de goz onunde bulundurarak, II. Abdulhamid doneminde devlet yonetiminde yapilan yenilik ve duzenlemelerin yeni Turk devletinin kurulus ve gelisiminde sagladigi katki yeniden degerlendirilmelidir