Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
Bu çalışma LGBT aktivizminin toplumsal yansımalarının Bourdieucü anlamda analiz edilebileceğini ve alandaki iktidar/dışlama pratiklerini ortaya koyabileceğini savunmaktadır. Kuramsal düzeyde queer teorinin toplumsal gerçekliğe yansıyan... more
Bu çalışma LGBT aktivizminin toplumsal yansımalarının Bourdieucü anlamda analiz edilebileceğini ve alandaki iktidar/dışlama pratiklerini ortaya koyabileceğini savunmaktadır. Kuramsal düzeyde queer teorinin toplumsal gerçekliğe yansıyan vaziyeti olarak değerlendirilebilecek LGBT mikro kozmosunda, her alanda olduğu gibi farklı özneler mücadele etmektedir. Failler, ellerindeki sermayeyi alanda daha kıymetli hale getirmeye çalışmaktadır. Bu anlamda LGBT alanının yapısal sınırlar henüz inşa aşamasnda olduğu için alan henüz inşa aşamasında olduğu için- öznelerin yapı üzerindeki etkisinin de görece fazla olacağı söylenebilir. Doğrudan alanın bir unsuru olmayan ancak son derece yoğun biçimde kullanılan iptal kültürü de sonuçları açısından ele alınmaktadır. Okuyucu için vurgulanması gereken en önemli nokta çalışmanın herhangi bir normatif söylem içermediği ve vakıanın analizine odaklandığıdır. Bu nedenle LGBT ile ilgili var olan ve popülerliği giderek artan her türlü tartışma kapsam dışıdır. Çalışma en temel olarak retorik düzlemde her türlü iktidar ilişkisini ve dışlama pratiğini reddeden queer teorinin gündelik hayata aktarılması esnasında bu pratikleri de beraberinde getirdiğini iddia etmektedir. Bu durum; kullanılan terminoloji, akademik ve spor alanından örneklerle okuyucuya aktarılmaktadır.
Bu çalışma Türkiye İslamcılığını farklı bir perspektiften değerlendirme teşebbüsüdür. Dönemsel olarak 1945 – 1960 koridoruna odaklanmaktadır. Ancak elbette 1945 sonrasının anlam kazanabilmesi için Erken Cumhuriyet dönemi de kısaca ele... more
Bu çalışma Türkiye İslamcılığını farklı bir perspektiften değerlendirme teşebbüsüdür. Dönemsel olarak 1945 – 1960 koridoruna odaklanmaktadır. Ancak elbette 1945 sonrasının anlam kazanabilmesi için Erken Cumhuriyet dönemi de kısaca ele alınmaktadır.
İslamcılık akademide az çalışılan bir konu değildir. Bu bölümün özgünlüğü ise onu kentleşme fenomeni ile beraber değerlendirmesinde yatmaktadır. İlk olarak Türkiye İslamcılığının Cumhuriyet boyunca daralma ve genişleme örüntüleri izlediği ve zamansal olarak bu zaviyeden dönemlere bölünebileceği iddia edilmektedir. Daralma ve genişleme dönemlerinin temel belirleyicisi siyasal iktidarın İslamcı örgüt ve düşünürlere yönelik belirlediği politikada yatmaktadır. Adından da anlaşılabileceği üzere daralma dönemlerinde devlet, aktif laiklik politikalarına ağırlık vermekte ve cemaatler alanı daralmaktadır. Genişleme dönemlerinde ise pasif laiklik şeklinde tanımlanabilecek daha müsamahakâr bir politikayla birlikte cemaatler alanının toplumsal tabanı büyümektedir.
Bu noktada cemaatler alanı ile kastedilenin ne olduğu izah edilmelidir. Dinî örgütler Türkiye toplumsal yapısının yadsınamaz bir parçasıdır. Özellikle 1960 sonrasında hukukî olarak dernek ve vakıf biçiminde resmî varlığını sürdüren bu yapıların mevcudiyeti Cumhuriyet’in ve hatta Osmanlı Devleti’nin de öncesine dayanmaktadır. Bu örgütler, toplumsal makro kozmos içerisinde Bourdieucü anlamda kendilerine özgü bir mikro kozmos inşa etmişlerdir. Cemaatler alanı ile kastedilen bu mikro kozmostur. Daralma ve genişleme dönemlerinde yapısal özellikleri değişen bu alanın varlığı çalışmanın ön kabullerinden birisidir.
Daralma ve genişleme dönemleri ile ne kastedildiği izah edildikten sonra çalışmanın odaklandığı tarihsel aralığın bir genişleme dönemi olduğu ve bu dönemde cemaatler alanında ne gibi değişimler yaşadığı sorusu gündeme alınmaktadır. Tekke ve zaviyelerin kapatıldığı 1925 tarihinden II. Cihan Harbi’nin ertesinde yeni dünya düzeninin inşa edilmeye başlandığı 1946 yılına kadar yaşanan daralma döneminin ardından gelen genişleme dönemi Türkiye İslamcılığının karakteristiğinin belirlenmesinde oldukça önemlidir.
1946 sonrası, sadece cemaatler alanı için değil tüm toplumsal makro kozmos için radikal değişikliklerin yaşandığı bir dönemdir. Toplumsal yapıda görülen en büyük değişikliklerden birisi ise kentleşmedir. Türkiye kentleşmesinin kendine özgü seyri çalışmanın odaklarındandır. Zira 1946 sonrası dönemde cemaatler alanının toplumsal tabanı kırdan kente göçmüş kitleler üzerinden genişlemiştir. Çalışmanın son bölümü ise bu eklemlenmenin farklı açılardan sonuçlarının analizini yapmaya çabalamaktadır.
This study examines the founding period of the current Kingdom of Saudi Arabia, with a particular focus on the role that Saudi-British relations played in shaping the nation's development. Experts believe that these diplomatic ties, which... more
This study examines the founding period of the current Kingdom of Saudi Arabia, with a particular focus on the role that Saudi-British relations played in shaping the nation's development. Experts believe that these diplomatic ties, which were established prior to World War I, were instrumental in enhancing Saudi Arabia's position in the region. Through its interactions with the British and its ability to adapt to changing global politics, the Saudi government learned to consider realpolitik in its decision-making processes. As a result, the main argument of this study is that the Saudi perception of Wahhabism underwent a transformation, shifting from a conservative interpretation to a more permissive one. Through this investigation, we aim to contextualize the evolution of the Saudi government's understanding of religion, starting from its highly uncompromising stance in the Arabian desert and culminating in the Kingdom's proclamation in 1932.
Bu çalışma, erken dönem Cumhuriyet tarihine simgesel şiddeti tekelleştirme çabaları açısından bakma teşebbüsüdür. Tüm devletlerde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti de fiziksel şiddette olduğu kadar simgesel şiddet alanında da tekelleşme... more
Bu çalışma, erken dönem Cumhuriyet tarihine simgesel şiddeti tekelleştirme çabaları açısından bakma teşebbüsüdür. Tüm devletlerde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti de fiziksel şiddette olduğu kadar simgesel şiddet alanında da tekelleşme arzusunu taşımaktadır. Bilindiği üzere dinî alan, sembolik sermaye üretiminin yoğun biçimde gerçekleştiği ilişkiler ağına sahiptir. Bu sebeple yeni rejimin erken dönem din politikalarının kamuoyunda kabulü ile devletin simgesel şiddet kapasitesi arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Çalışma, dinî alanda özellikle de cemaatler alanında gerçekleştirilmek istenen değişikliklerin ne ölçüde başarılabildiğine ve arzu edilen sonuçlara niçin ulaşılamadığına odaklanmaktadır. Bürokratik alanın arzuladığı değişikliğin ne olduğunu gözler önüne sermek adına ilgili mevzuat yazımında tercih edilen dil ve anlatıma da yer verilmektedir. Temel argümanlardan birisi yeni rejimin simgesel şiddet tekelini eline geçirme çabalarının fiziksel şiddet tekelini eline geçirme süreci kadar başarılı olmadığıdır. Mutlak bir başarısızlık ithamı söz konusu olmamakla beraber devlet tarafından yok edilmek istenen bir alanın ve alandaki faillerin toplumsal hayattan silinmesi gerçekleşmemiştir. Üstelik bu süreçte gerçekleştirilen aksiyonların beklenmedik reaksiyonlara yol açtığı da bir argüman olarak çalışmada yer almaktadır. Eser, önemli bir araştırma boşluğuna işaret etmek ve bu boşluğu doldurmak adına küçük bir adım olarak görülebilir.
Bu çalışma; devletin ortaya çıkışı ve modern görünümüne kavuşması şeklinde özetlenebilecek son derece kapsamlı süreci, bir kitap bölümü sınırlarının izin verdiği ölçüde okuyucuya aktarmak amacıyla yazılmıştır. Bu denli geniş bir konuyu... more
Bu çalışma; devletin ortaya çıkışı ve modern görünümüne kavuşması şeklinde özetlenebilecek son derece kapsamlı süreci, bir kitap bölümü sınırlarının izin verdiği ölçüde okuyucuya aktarmak amacıyla yazılmıştır. Bu denli geniş bir konuyu ele almanın zorunlu sonucu ise pek çok tartışmanın kapsam dışı bırakılması olmuştur. Bu kapsamda; siyaset ile devlet arasındaki ilişki, devletin insan var oluşunun zorunlu bir öğesi olup olmadığı, devletin sınıfsal bir varlık olup olmadığı, devlet yapısının özerk karar alma gücünün olup olmadığı, devletin ekonomik ilişkilere bağımlılık derecesi gibi pek çok hususa değinilmemektedir.
This study focuses on an obstacle to the capital accumulation possibilities of the pre-capitalist period in the Ottoman economy. From the second half of the 16 th century, the janissaries, like all the institutions of the Empire, changed.... more
This study focuses on an obstacle to the capital accumulation possibilities of the pre-capitalist period in the Ottoman economy. From the second half of the 16 th century, the janissaries, like all the institutions of the Empire, changed. The main argument of the study is that the new form taken by the janissaries as a result of this transformation had a feature that absorbed the capital produced in the Empire. This study does not address or discuss the Empire's integration process or its peripheral position within the capitalist system.
Bu çalışma; Osmanlı modern bürokrasisinde ayrıksı bir kurum olan Düyûn-ı Umûmiye İdaresi’ni, kapitalizmin yayılma sürecinde taşıdığı işlev açısından incelemektedir. Osmanlı iktisat tarihi ve Osmanlı maliyesi açısından incelenmiş olsa da... more
Bu çalışma; Osmanlı modern bürokrasisinde ayrıksı bir kurum olan Düyûn-ı Umûmiye İdaresi’ni, kapitalizmin yayılma sürecinde taşıdığı işlev açısından incelemektedir. Osmanlı iktisat tarihi ve Osmanlı maliyesi açısından incelenmiş olsa da İdare’nin düşünsel ve ideolojik etkisi fazlaca araştırılmamıştır. Dünya-Sistemleri Analizi, çalışmanın teorik zeminini oluşturmaktadır ve bu bağlamda kapitalizm, bir dünya-ekonomi olarak anlaşılmaktadır. Kapitalist sistemin işleyişini meşrulaştıran düşünsel bütün olan jeokültür, sisteme entegre olan ülkelerin yönetici tabakası arasında yayılmaktadır. Çalışmanın temel argümanı, kapitalist jeokültürün Osmanlı kadrolarındaki taşıyıcılarından birinin Düyûn-ı Umûmiye İdaresi olduğudur. İdare’ye bırakılan sektörlerde gösterilen yönetim tarzı, karar alma süreçleri ve personel belirleme politikası adeta Osmanlı üst düzey bürokrasisi için kapitalist jeokültür dersi niteliğindedir. Düyûn-ı Umûmiye’ye bırakılan tüm gelir kalemlerinde düzenli ve oldukça önemli artışlar yaşanması yönetim süreçlerini dikkat çekici kılmaktadır.



This research analyzes the Ottoman Public Debt Administration, a unique institution within the Ottoman modern bureaucracy, in terms of its role in the expansion of capitalism. While the Administration has been examined in the context of Ottoman economic history and finance, its intellectual and ideological impact has received less attention. Using World-Systems Analysis as a theoretical framework, this study conceptualizes capitalism as a world-economy and examines the role of the Ottoman Public Debt Administration in disseminating the geoculture of capitalism, which refers to the intellectual framework that legitimizes the functioning of the capitalist system, among the ruling class of countries integrated into the system. The main argument of the research is that the Ottoman Public Debt Administration served as a carrier of capitalist geoculture within the Ottoman bureaucracy. The management style, decision-making processes, and personnel recruitment policy of the sectors under the Administration's jurisdiction were akin to a lecture on capitalist geoculture for the Ottoman high-level bureaucracy. The regular and significant increases in all income items under the Administration's jurisdiction also highlight the significance of its management processes.
Bu çalışma, Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatının Cumhuriyet’in erken dönemindeki konumu ile AK Parti iktidarı dönemindeki konumunu karşılaştırmayı amaçlamaktadır. Bu karşılaştırma neticesinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin laiklik... more
Bu çalışma, Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatının Cumhuriyet’in erken dönemindeki konumu ile AK Parti iktidarı dönemindeki konumunu karşılaştırmayı amaçlamaktadır. Bu karşılaştırma neticesinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin laiklik yaklaşımının değişim değişmediği sorusu gündeme getirilmektedir. Bu nedenle çalışma, laiklik ile ilgili teorik zeminin okuyucuya aktarılması ile başlamaktadır. Bilindiği üzere devletin dini alana karışmadığı pasif laiklik ile devletin dini alanı tanzim ettiği dışlayıcı laiklik uygulamaları modern devletin din politikalarının iki ucunu oluşturmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti erken dönemde dışlayıcı laiklik uygulamalarının daha yoğun kullanıldığı bir anlayış benimsemiştir. Ancak zamanla devletin din alanına dair politikaları çok çeşitli sebeplerin etkisiyle yumuşama evresine girmiştir. 2003 yılından beri süregelen AK Parti iktidarı ise bu yumuşamanın zirve noktalarından biri olarak değerlendirilebilir. Devletin din alanındaki politika değişimine mukabil olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın konumu da değişim göstermiştir. Çalışma bu değişimin izini sürmekte ve yaşanan değişimin teorik olarak dışlayıcı laiklikten pasif laikliğe geçiş olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği sorusunu tartışmaktadır. Din politikasındaki değişikliklerin, Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik biçiminin teorik açıdan tekrar gözden geçirmeye muhtaç hale getirdiği iddia edilmektedir.
Bu çalışma genelde Afgan modernleşmesini, özelde ise bu sürecin en önemli aktörlerinden biri olan Emanullah Han dönemini ele almaktadır. Çalışmanın temel amacı okuyucuyu Afgan modernleşmesi hakkında bilgilendirdikten sonra Afganistan'da... more
Bu çalışma genelde Afgan modernleşmesini, özelde ise bu sürecin en önemli aktörlerinden biri olan Emanullah Han dönemini ele almaktadır. Çalışmanın temel amacı okuyucuyu Afgan modernleşmesi hakkında bilgilendirdikten sonra Afganistan'da dönüşümün niçin görece yavaş ve sancılı gerçekleştiği üzerine mülahazalarda bulunmaktır. Egemenliğini ülke sathına doğrudan yayabilmiş; modern bir orduya ve bürokrasiye sahip merkezî devlet, toplumsal modernleşmenin de en önemli tetikleyicisidir. Ancak Afganistan tarihi, farklı yöneticilerin devleti merkezileştirme çabalarının hüsranla neticelenmesi ile doludur. Bunun sebepleri arasında ise Afganistan'daki coğrafi, toplumsal ve ekonomik yapı yatmaktadır. Afganistan örneğinde yapı, iktidarın merkezde toplanamamasını ve sürekli biçimde dağılmasını dayatmaktadır. Emanullah Han da bu ülkenin modernleşme serüveninde merkezî devlet inşa etmeye çalışırken başarısız olmuş yöneticilerden biridir. Ancak hüküm süresi boyunca yaptıkları ile tarihte önemli bir yer edinmiştir. O nedenle çalışmanın odağında Emanullah Han dönemi yer almaktadır. Bu dönemde yapılan reformların sayısı o kadar çoktur ki hepsini incelemek bir makalenin sınırlarını aşmaktadır. O nedenle ekonomi, hukuk gibi belli bir sınıflandırma dâhilinde en önemli yenilikler ele alınmıştır. Emanullah Han'ın agresif modernleşme tasavvuru, özellikle kadın hakları alanındaki reformlar ve reform teşebbüsleri saltanatının sonunu getirmiştir. Afgan modernleşmesinin düzensiz ilerleyişinin arkasında ülkedeki kabile feodalizmi önemli rol oynamaktadır. Kabil'de iktidarı ele geçiren kişi taşrada hüküm sürebilmek için mutlaka kabilelerin gücüne dayanmak zorundadır. Merkezî devletin iktidarını doğrudan biçimde taşraya taşıyamaması ise reform hareketlerinden çıkarları zedelenen kabilelerin isyan etmesiyle sonuçlanmaktadır.
İslami cemaatler, Türkiye’de hemen herkesin peşin hükümlere sahip olduğu bir konu. Cemaatler, çoğu zaman kişinin ideolojik konumlanmasına göre olumlu veya olumsuz olacak şekilde tek boyutuyla ele alınan yapılar. “Türkiye’de Devlet ve... more
İslami cemaatler, Türkiye’de hemen herkesin peşin hükümlere sahip olduğu bir konu. Cemaatler, çoğu zaman kişinin ideolojik konumlanmasına göre olumlu veya olumsuz olacak şekilde tek boyutuyla ele alınan yapılar. “Türkiye’de Devlet ve Cemaatler”, tarafsızlığa mümkün olduğunca sadık kalmaya çalışarak, bu meseleye yeni bir bakış açısı getirerek onu tüm boyutlarıyla kavrama iddiasında. Pierre Bourdieu’nün kavramsal çerçevesi, Türkiye İslamcılığını kapsamlı biçimde anlamak için kullanılıyor. Türkiye’de cemaatlerin, Bourdieucü anlamda bir alan teşkil ettiği ve bu alanın devlet (bürokratik alan) ile olan ilişkisi çerçevesinde dönüşüm geçirdiği kitabın temel argümanı. Dönüşüm tarihsel açıdan ele alınırken aynı zamanda alanda geçerli olan farklı sermaye türlerinin birbirine nispetle kıymetinin nasıl değiştiği de irdelenmekte. Bu anlamda sıklıkla kullanılan “İslamcılığın iktidar ve para ile imtihanı” söylemi, kitabın teorik bir zemine oturtmaya çalıştığı başlıca vakalardan biri.

“Laiklik Sözleşmesi” eserin en akılda kalıcı ve sansasyonel bulgusu. Cumhuriyet tarihinin belli bir aralığında cemaatler alanının aktörleri ile bürokratik alan arasında zımnî bir sözleşmenin kabul edildiği iddiasını taşımakta. Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türkiye İslamcılığını anlayabilmek adına oldukça işlevsel bir kavramsallaştırma olmaya aday bir iddia. Cemaatler alanındaki pek çok dönüşüm, Laiklik Sözleşmesi çerçevesinde aydınlığa kavuşturulabilir yahut belli İslamcı refleksler, bu kavram ışığında daha iyi anlaşılabilir.

21. yüzyıldan itibaren ise cemaatler alanı, Laiklik Sözleşmesine açık biçimde meydan okuyan bir İslam anlayışı ile sınanmakta: Selefilik. Ancak selefi grupların zamanla sözleşme sınırlarına doğru daha makul bir pozisyona mı çekileceği yoksa Türkiye’de devlet ile cemaatler arasında kurulan dengenin bir krize doğru mu sürüklendiği sorusunun cevabı için beklemek gerekecek.
This study focuses on the position of the Âyans in the Ottoman economy and their capital production capacity. At academic researches, The Âyans, which gained importance in Ottoman society especially since the 17th century, were frequently... more
This study focuses on the position of the Âyans in the Ottoman economy and their capital production capacity. At academic researches, The Âyans, which gained importance in Ottoman society especially since the 17th century, were frequently dealt with singularly in terms of the activities of various families. However, addressing a single household of a social group by taking them out of the general context can cause the misconception of identifying their consistent behavior in the economic field as "wasteful, fondness of luxury ". The aim of this study is to reveal the contextual reasons underlying the economic behavior of the Âyans. In addition, the nature and historical comparison of the fortunes of Âyans are among the objectives of the study.
When a comparison which is free of inflation is made, it is understood that the Âyans do not have the financial means to transform the Ottoman political and economic system. After the centralization process that began in the 19th century, the power of the Âyans was largely broken and the trend of decentralization Ottoman State
which had been going on since the 16th century ended. For nearly three centuries, the commercial agricultural activities and capital accumulation opportunities of the Âyans, which occupied a very important place in the Ottoman social structure, are also compared with plantations, which were important agricultural institutions of the period. In the study, in which a comparison was made both in terms of agricultural productivity and the labor force that the soil should feed, it is revealed that the Âyans continued their activities under low productivity and high cost conditions and therefore the capital accumulation opportunities were extremely limited.
Bu çalışmanın amacı, Osmanlı araştırmaları siyasi tarihçilik perspektifinden sosyal ve iktisadi tarihçilik perspektifine kayarken İnalcık’ın tarih anlayışının ve eserlerinin bu değişim sürecindeki konumunu ve işlevini tayin etmektir.... more
Bu çalışmanın amacı, Osmanlı araştırmaları siyasi tarihçilik perspektifinden sosyal ve iktisadi tarihçilik perspektifine kayarken İnalcık’ın tarih anlayışının ve eserlerinin bu değişim sürecindeki konumunu ve işlevini tayin etmektir. Annales ekolü Türk tarihçiliğini giderek daha fazla etkilerken İnalcık bu etkilenmenin baş aktörlerinden birisi olarak kabul edilebilir. Ancak genelde İnalcık üzerindeki Annales etkilerinden bahsedilirken tarihsel akış devam ettirilmemektedir. Hâlbuki dünyada ve Türkiye’de yeni akımlar ve yaklaşımlar ortaya çıkmaktadır. Dünya-sistemleri analizi de bunlardan birisidir. İnalcık’ın dünya-sistemleri analizi ile irtibatı pek fazla ele alınmamıştır. Osmanlı’ya dünya-sistemleri analizi çerçevesinde yaklaşan öncü araştırmacılar için bunu mümkün kılan isim İnalcık’tır. Tarihsel olarak İnalcık, Osmanlı araştırmalarının Annales etkisine girdiği bir dönemde eserler vermiş ve verdiği eserler sayesinde Osmanlı’yı tarihsel sosyoloji ve dünya-sistemleri analizi çerçevesinde ele almak mümkün hale gelmiştir.
Civil society is a concept that emerged during the historical development of Western civilization. Autonomous social structures which operate between the state and the individual, can undertake the function of protection of individuals... more
Civil society is a concept that emerged during the historical development of Western civilization. Autonomous social structures which operate between the state and the individual, can undertake the function of protection of individuals from state arbitrariness and have gained importance after totalitarian state experiences. The rise of civil society studies after World War II is the most obvious example of this. The damages of a state system that completely controls the individual and does not allow show up the autonomous structures from the society has been understood. Both academic and political studies about civil society has increased. After the dissolution of the USSR, the existence of civil society or structures similar to civil society in non-Western societies has been investigated. Firstly, the Eastern European societies have been examined in this respect. Then, inevitably, researchers faced to Islamic societies. In Muslim societies, foundations and religious orders could be noticed as structures similar to civil society. Therefore, this study mainly focuses on whether the orders in Ottoman society can be evaluated as structures similar civil society. In addition, within the historical process, the relationship between the orders and the state will determine that the orders converge or diverge to the structures similar to civil societies.
Türklerin İslamiyet’i kabulü, hem İslam hem de Dünya tarihi açısından son derece önemli sonuçları olan bir gelişmedir. Orta Asya’nın göçebe ve savaşkan halkı, Müslüman olduktan sonra tarihi etkileyecek devletler kurmuşlardır. Bu çalışmada... more
Türklerin İslamiyet’i kabulü, hem İslam hem de Dünya tarihi açısından son derece önemli sonuçları olan bir gelişmedir. Orta
Asya’nın göçebe ve savaşkan halkı, Müslüman olduktan sonra tarihi etkileyecek devletler kurmuşlardır. Bu çalışmada Türklerin
Müslüman olma süreci üzerinde durulacaktır. Bölge insanının İslamiyet öncesi inançları, bu inançlardaki mistik öğelerin
İslamlaşma sürecine ve biçimine etkileri değerlendirilecektir. Bu değerlendirmede İbn Haldun’un asabiye kavramı analiz
verisi olarak ele alınacaktır. İslam öncesi ve İslam sonrası dini durumun, geliştirilmesi muhtemel boylar üstü bir asabiye inancı
açısından işlevselliği ve sürdürülebilirliği mukayeseli şekilde tartışılacaktır. Aynı zamanda Türklerin Sünnilik ve sufilik ekseninde
İslamlaşmasının, yöneldikleri mülke etkisine de değinilecektir.
Research Interests:
Öz 21. yüzyılda devlet denildiğinde anlaşılan yapının mevcut şeklini alması yüzyıllar süren bir dönüşümle gerçekleşmiştir. Batı'da siyasal iktidarın Vatikan'ın etkisinden kurtulması büyük çatışmaların neticesinde yaşanmıştır. Her ne kadar... more
Öz 21. yüzyılda devlet denildiğinde anlaşılan yapının mevcut şeklini alması yüzyıllar süren bir dönüşümle gerçekleşmiştir. Batı'da siyasal iktidarın Vatikan'ın etkisinden kurtulması büyük çatışmaların neticesinde yaşanmıştır. Her ne kadar Papalık kurumu orta çağda iktidara ortak olarak hareket ediyorduysa da siyasi iktidara meşruiyet zemini de sağlamaktaydı. Dünyevi iktidar dini iktidarın ortaklığından kurtulduğunda gücünü meşrulaştırmak için farklı teoriler geliştirmek durumunda kaldı. Bu teorilerin en bilineni de egemenlik kavramıdır. Klasik anlamıyla monarkın elinde olan egemenlik, Fransız Devriminden sonra ulusların egemenliği dönemi başlamıştır. Ancak 20. yüzyılın ikinci yarısıyla beraber küreselleşme, ulus devletin egemenliğini bölmekte ve sınırlandırmaktadır. Bu sınırlamalar neticesinde ortaya klasik manasından uzak bir egemen tasviri çıkmaktadır. Çalışmada egemenlik kavramının ortaya çıkışı, yaşadığı dönüşüm ve bu dönüşümün değerlendirilmesi yapılmaya çalışılacaktır. Abstract The state structure of the present day has emerged with a transformation of centuries. In the West, the liberation of the political power from the influence of the Vatican was the result of great conflicts. In the medieval period, Papacy became a power-sharing partner. This symbiotic relationship provided legitimacy to political power. The secular power had to develop different theories in order to legitimize its power when it escaped the partnership of religious power. The most famous of these theories is the concept of sovereignty. In time, sovereignty has liberated itself from the religious meaning and acquired a secular one. Sovereignty, which was essentially in the hands of the monarch, turned into a concept to be used by the nation after the French Revolution. Thus the period of sovereignty of nations began. But globalization divides and limits the sovereignty of the nation-state. As a result of these limitations, sovereignty is moving away from its classical meaning. The emergence and transformation of the concept of sovereignty will be discussed in the study. GİRİŞ Başlangıç ve bitiş tarihleri üzerinde ihtilaflar olsa da Batı Roma İmparatorluğunun çöküşünden İstanbul'un fethi, Rönesansın başlangıcı yahut Amerika'nın keşfine kadar geçen süre Orta Çağ olarak adlandırılmaktadır. Bu tarihsel sürecin önemli bir kısmında feodal siyasi ve toplumsal yapı söz konusudur. Ancak yaklaşık olarak 14. yüzyıl sonu 15. yüzyıl başı gibi bir dönemde iktidar ve otorite üzerinden Kilise ile dünyevi iktidarlarının çekişmesi söz konusudur. Bu çekişmenin; burjuvazi gibi yeni toplumsal sınıfların ortaya çıkması, sermayenin sınırsız artırımını ön gören bir iktisadi düzenin yavaş yavaş feodal ekonominin yerini alması gibi harici gelişmeler ışığında nihayete erdiği söylenebilir. Esasında olan Batı'da devlet düzeninin, toplumsal yapının kapitalizme uygun düşecek biçimde kabuk değiştirmesi hadisesidir. 16. Yüzyıla gelindiğinde devlet dediğimiz yapı bugün anladığımız manada modern devlet olmaya doğru evrilmiş ve hüküm sürdüğü topraklarda merkezin iktidarına ortak olacak unsurları da ortadan kaldırmaya başlamıştı. Merkezi devlete ruhunu katan egemenlik olgusu ise tüm bu gelişmelerin ışığında siyasi düşünceler tarihine yeni bir kavram olarak girmiştir. Egemenlik mefhumunu bünyesinde barındıran devlet; mutlak, bölünmez, parçalanmaz ve " bir " olma özelliğine sahip en üstün güç anlamına gelen modern egemenlik anlayışını taşımaktadır. Artık Orta Çağ'da olduğu gibi iktidarlar güçlerinin ilkelerini Tanrıdan almamakta, tamamen kendinden kaynaklanan bir güç ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Gücün ilkesi ile kullanımı birleştirilmekte, " tek " , " soyut " ve " sürekli " bir varlığa verilmektedir. Modern devletin ruhunu meydana getiren egemenliğin doğum tarihi olan 16. Yüzyıldan bu yana egemenlik kavramı, devletin değişimiyle birlikte çok farklı vaziyetlere bürünmüştür. Ortaya çıktığı dönemde klasik egemenlik olarak nitelendirilen kavram, 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında belli gelişmeler sonucunda sınırlandırılmış ve bazı özelliklerini kaybetmiştir. Son yüzyılda ise özellikle • Arş. Gör., Uşak Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü.
Research Interests:
Bursa Birlik Vakfı tarafından düzenlenen "Dini Gruplar, Siyaset ve Bürokrasi" konulu sempozyumda sunulan bildirinin kitap bölümü olarak yayınlanmış hali olan çalışmadan Nakşibendiliğin Halidi kolunun bu topraklarda yayılım göstermesinin... more
Bursa Birlik Vakfı tarafından düzenlenen "Dini Gruplar, Siyaset ve Bürokrasi" konulu sempozyumda sunulan bildirinin kitap bölümü olarak yayınlanmış hali olan çalışmadan Nakşibendiliğin Halidi kolunun bu topraklarda yayılım göstermesinin konjonktürel ve öznel sebepleri ile bua yayılımın Türkiye İslamcılığına olan etkileri araştırılmıştır.
Research Interests:
Özet Bu çalışma Müslüman ülkelerdeki İslamcı mücadeleler ile ilgilenmektedir. Hilafetin çöküşünden bugüne İslamcı hareketler çeşitli mücadele yöntemleri benimsemiş ve uygulamışlardır. En temel argüman, kapitalist dünya ile ilişki kurma... more
Özet Bu çalışma Müslüman ülkelerdeki İslamcı mücadeleler ile ilgilenmektedir. Hilafetin çöküşünden bugüne İslamcı hareketler çeşitli mücadele yöntemleri benimsemiş ve uygulamışlardır. En temel argüman, kapitalist dünya ile ilişki kurma biçimi ve süresiyle benimsenen mücadele yöntemi arasında bir ilişki olduğudur. Kapitalizm, geniş bir coğrafyada çok sayıda politik birim ile yürütülen bir dünya ekonomi sistemi olarak anlaşılacaktır. Çalışmada dünya sistemleri analizi yaklaşımının kuramsal çerçevesi kullanılacak ve kapitalist ilişkilerin kronolojik gelişimi çerçevesinde çevre Müslüman ülkelerde yaşanan yahut yaşanmayan radikal toplumsal değişmelerin İslamcı hareketler üzerine etkileri tartışılacaktır. Dört bölümden oluşan çalışmanın giriş bölümü dünya sistemleri teorisi hakkında genel bilgiler içermektedir. İlk bölümde bir dünya ekonomi olan kapitalizmin ortaya çıkışı ve genişlemesi ele alınacaktır. Özellikle 17. yüzyıl ve sonrasında Doğu Avrupa'yı içine çeken kapitalizmin Polonya'da tarımın örgütlenmesine nasıl etki ettiği üzerinde durulacaktır. İkinci bölüm ise Osmanlı'nın kapitalizme entegrasyon süreciyle alakalıdır. Osmanlı'nın 19. yüzyılın sonunda kapitalist iş bölümü içinde olduğu kuşkusuzdur ancak entegrasyon sürecinin ne zaman başladığı son derece tartışmalı bir konudur. Bu bölümde aynı zamanda Osmanlı'nın kendine has iktisat politikası ve Pazar için tarımsal üretimin arttırılması adına yapılan düzenlemelerin toplumsal yapı üzerindeki etkilerinden de bahsedilecektir. Üçüncü bölüm dünya sisteminin dışında olmak kavramı ile ilgilidir. İlk olarak dışarıda olmanın ne manaya geldiğinden bahsedilecektir. Osmanlı'nın kapitalizmden farklı kendine has bir ekonomik sistemi vardır. Fakat dünya sistemine dahil oldukça iktisadi problemlere sisteminin mantığı içinde çözüm bulabilme kapasitesi azalmıştır. Geç dönem Osmanlı'da ekonomik anlayışın değişmesine örnekler verilecektir. Bunun yanında sistemin dışında olan bir bölge olarak Arabistan çölleri ve o çöllerden çıkmış dini bir akım olan Vahhabilikten bahsedilecektir. Vahhabiliğin gelişimi ile dünya sisteminin dışında bir bölgede olması arasındaki ilişki üzerinde durulacaktır. Vahhabilerin hakimiyet alanı kapitalizmin kör noktalarından çıkıp görünür oldukça yaşanan değişim üzerinde de durulacaktır. Dışarıda olmak ile İslamcı hareketlerin mücadele yöntemi tercihi arasındaki ilişkinin incelenmesinde yakın tarihten örnek olarak Somali verilecektir. Dördüncü bölümde öncelikle Osmanlı'dan Cumhuriyete geçişle beraber toplumsal değişimin iktisadi süreçler dolayısıyla değil doğrudan olduğu gösterilecektir. Daha sonra Osmanlı'nın son döneminden bu yana Türkiye'de örgütlü Müslümanlığın durumu, değişimi ve meşrulaştırıcı bir merci olmaktan çıkışı anlatılacaktır. Son olarak ise İslam'ın politik düzeyde nasıl geri geleceği sorusuna günümüz İslamcı hareketlerinin verdiği cevaplar ile o hareketlerin ait olduğu ülkelerin dünya sistemine dâhil olma biçimi ve tarihi üzerinden ilişki kurulmaya çalışılacaktır. Bu noktada Türkiye, Arabistan ve Afganistan ele alınacak her birinde ortaya çıkan İslamcı hareketlerin farklılığının nedenleri tarihsel olarak belirlenmeye gayret edilecektir. Özellikle Türkiye'deki İslamcı hareketin devlete olan özgün bakışı tarihsel bağlamda aydınlatılmaya çalışılacaktır. Çalışmada Osmanlı/ Türkiye ile Arabistan'ın dünya-sistemi ile tarihsel ilişkilerinin yanında Somali ve Afganistan da güncel örnekler olarak ele alınmaktadır. Abstract This paper interests in the Islamist movements in the Muslim countries. Since collapse of the caliphate Islamic movements have adopted and performed various struggle methods. The basic argument is that there must be a relation between maintained struggle method and the way of contacting capitalist world and history of contact. Capitalism is going to be understood as a world economic system which is carried out with a lot of political unit in a wide geography. World-system analysis's theoretical framework is going to be used In this article. In the framework of the chronological development of capitalist relations; the radical social changes' – which has experienced or non experienced in the Muslim countries – effects on the Islamic movements are going to be discussed. Prologue of the four-part article includes general information about world-system theory. It will be mentioned about appearance and spread of capitalism which is a world-economy. Especially how capitalism-which absorbs East Europe during and after the 17 th century-effected the agricultural organizations in the Poland will be referred. Second part is about the Ottoman's integration process to capitalism. It is undoubted that Ottoman Empire was inside the capitalist division of labor at the end of the 19 th century but it is highly questionable when the integration process had begun. In this part, Ottoman's specific economy policy and regulations' –which had been done for augmenting the agricultural produce for market-effects on social structure are also going to be mentioned. Third part is about being outside of the world-system. Firstly, it is going to be explained that what being outside means. Ottoman Empire had a characteristic economic system. But as it was included in the world system, capacity of finding solutions to the economic problems in its own economic mentality decreased. In the late period Ottoman, examples about changing the economic mentality are " MÜSLÜMAN ÜLKELERİN DÜNYA-SİSTEMİYLE İLİŞKİSİ VE İSLAMCI HAREKETLERİN METOT SEÇİMİ " Mülkiye Dergisi, Cilt: 40, sf: 5-34
Research Interests:
Research Interests:
Özet Kimlik inşası çoğu zaman-Batılı veya Avrupalı kimliğini ele alacak olursak her zaman-öteki üzerinden yürüyen bir süreçtir. Biz algısı belli bir paydada eşitlenir ve buna mukabil olarak öteki de aynı türden bir payda ile eşitlenmeye... more
Özet Kimlik inşası çoğu zaman-Batılı veya Avrupalı kimliğini ele alacak olursak her zaman-öteki üzerinden yürüyen bir süreçtir. Biz algısı belli bir paydada eşitlenir ve buna mukabil olarak öteki de aynı türden bir payda ile eşitlenmeye açık ve muhtaç hale gelir. Batı, Batı olmadan evvel kendi paydasını dinde eşitlemiştir. Uluslaşma sürecinin sonunda ise ötekiyi de ulus cinsinden ifade etmeye muhtaç hale gelmiş ve tarihi konjonktür ona bu konuda kolaylık sağlamıştır. Bu gelişmeler yaşanırken ötekinin/düşmanın belli bir coğrafyaya özgü hale gelmesi ise zamanla coğrafi yönlerin politik bir mana kazanmasına neden olmuştur. Çalışmada, Batı'nın ötekisinin kısa tarihi ve ötekinin Doğu adını alma nedeni üzerine iddialar sunulacaktır. Abstract Construction of identity is a process which mostly-always, if we consider West or European identity-progress on the concept of other. Perception of "us" is equalized on a common denominator and on the other hand perception of "other" needs to be equalized on the same kind of denominator. West, before it becomes 'West', equalized itself on religion. At the end of the nationalization process, Western World needed to explain its other as a category of nation and it was done easily due to historical conjuncture. While these processes were on, the other/ enemy has become peculiar to a geography and this cause that geographical directions to gain political meanings. In the article, it will be mentioned the brief history of West's other and also arguments will be given about how and why the other of Europe was named as East.
Research Interests:
Sakarya Üniversitesi "ULUSLARARASI KRİTİK VE ANALİTİK DÜŞÜNME SEMPOZYUMU" kapsamında yazılan bildiri.
Research Interests:
Research Interests:
İslami cemaatler, Türkiye’de hemen herkesin peşin hükümlere sahip olduğu bir konu. Cemaatler, çoğu zaman kişinin ideolojik konumlanmasına göre olumlu veya olumsuz olacak şekilde tek boyutuyla ele alınan yapılar. “Türkiye’de Devlet ve... more
İslami cemaatler, Türkiye’de hemen herkesin peşin hükümlere sahip olduğu bir konu. Cemaatler, çoğu zaman kişinin ideolojik konumlanmasına göre olumlu veya olumsuz olacak şekilde tek boyutuyla ele alınan yapılar. “Türkiye’de Devlet ve Cemaatler”, tarafsızlığa mümkün olduğunca sadık kalmaya çalışarak, bu meseleye yeni bir bakış açısı getirerek onu tüm boyutlarıyla kavrama iddiasında. Pierre Bourdieu’nün kavramsal çerçevesi, Türkiye İslamcılığını kapsamlı biçimde anlamak için kullanılıyor. Türkiye’de cemaatlerin, Bourdieucü anlamda bir alan teşkil ettiği ve bu alanın devlet (bürokratik alan) ile olan ilişkisi çerçevesinde dönüşüm geçirdiği kitabın temel argümanı. Dönüşüm tarihsel açıdan ele alınırken aynı zamanda alanda geçerli olan farklı sermaye türlerinin birbirine nispetle kıymetinin nasıl değiştiği de irdelenmekte. Bu anlamda sıklıkla kullanılan “İslamcılığın iktidar ve para ile imtihanı” söylemi, kitabın teorik bir zemine oturtmaya çalıştığı başlıca vakalardan biri.

“Laiklik Sözleşmesi” eserin en akılda kalıcı ve sansasyonel bulgusu. Cumhuriyet tarihinin belli bir aralığında cemaatler alanının aktörleri ile bürokratik alan arasında zımnî bir sözleşmenin kabul edildiği iddiasını taşımakta. Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türkiye İslamcılığını anlayabilmek adına oldukça işlevsel bir kavramsallaştırma olmaya aday bir iddia. Cemaatler alanındaki pek çok dönüşüm, Laiklik Sözleşmesi çerçevesinde aydınlığa kavuşturulabilir yahut belli İslamcı refleksler, bu kavram ışığında daha iyi anlaşılabilir.

21. yüzyıldan itibaren ise cemaatler alanı, Laiklik Sözleşmesine açık biçimde meydan okuyan bir İslam anlayışı ile sınanmakta: Selefilik. Ancak selefi grupların zamanla sözleşme sınırlarına doğru daha makul bir pozisyona mı çekileceği yoksa Türkiye’de devlet ile cemaatler arasında kurulan dengenin bir krize doğru mu sürüklendiği sorusunun cevabı için beklemek gerekecek.
Bu çalışma, esas itibarıyla, tarihsel‐sosyolojik bir ilgiden doğmuştur. Bu ir parça paradoksaldır, zira tarihsel sosyolojinin güncel teorik çerçevelerini çalıştırarak Türkiye’nin siyasi tarihini analiz etmekte olan bir sosyal bilimciler... more
Bu çalışma, esas itibarıyla, tarihsel‐sosyolojik bir ilgiden doğmuştur. Bu  ir parça paradoksaldır, zira tarihsel sosyolojinin güncel teorik çerçevelerini çalıştırarak Türkiye’nin siyasi tarihini analiz etmekte olan bir sosyal bilimciler kuşağına, 1960’ların Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) tartışmaları uzak görünür. Gerçekten de mezkûr tartışmaların teorik ve hatta dilsel bağlamı bambaşka bir dünyaya aitmiş gibidir. 1960’ların
politik bağlamı ve yazarların bu bağlamdaki konumları kavranmadığı müddetçe kimin neden belirli tezler üzerinde büyük bir inançla ısrar ettiği tamamen anlaşılmaz durumda kalır. Öyleyse bir ilk saptama olarak, 1960’ların Osmanlı devlet ve toplum yapısı tartışmalarını yeniden sorunsallaştırmanın bir bütün olarak 1960’ların politik bağlamını yeniden sorunsallaştırmak ya da tam tersine bu bağlama gark olmak anlamına geldiği belirtilmelidir. Nitekim elinizdeki derlemeyi oluşturan metinlerin hepsine bu koku sinmiştir.
20. yüzyılın ilk çeyreğinde düşünce hayatımızda Türkçülük, Garbçılık, İslamcılık şeklinde üç görüş egemen olmuştur. Bunlara bir siyasal akım olarak Osmanlıcılığı da eklemek mümkündür. Bunlardan ilk üçünün Cumhuriyet dönemi politik... more
20. yüzyılın ilk çeyreğinde düşünce hayatımızda Türkçülük, Garbçılık, İslamcılık şeklinde üç görüş egemen olmuştur. Bunlara bir siyasal akım olarak Osmanlıcılığı da eklemek mümkündür. Bunlardan ilk üçünün Cumhuriyet dönemi politik hayatında demokrasiye geçildikten sonra doğrudan yansımaları oldu. Bu ekoller ve akımlar hakkında fikir tarihleri, siyasî cereyanlar tarihi ya da monografiler ve elbette metin tahlilleri yayımlandı. Zengin bir literatür oluştu. Dr. Utku Aybudak bunlardan İslamcılıkla ilgili şimdiye kadar takip edilmeyen bir yöntemi takip ederek, ekonomi politiğin teorik ve kavramsal çerçevesiyle ülkemizdeki İslamcı akımların doğuşunu ve gelişimini anlamaya çalıştı. Osmanlı Klasik Çağı’nın toplumsal yapısı ve sosyoekonomik tarihiyle modernleşme dönemi arasında kurduğu ilişkileri bu kapsamda değerlendirdi. Ekonomik yapılarda değişimin politik ve toplumsal alandaki tezahürlerini İslamcılıkta aradı. Türkiye İslamcılığıyla Hindistan, Arabistan ve Mısır İslamcılıkları arasında mukayeselere girişti. Tarihle sosyolojinin kesiştiği bir kavşakta ilerledi, teoriyle olgular arasında bağlar kurdu. Kapitalizme Entegrasyon ve İslamcılık, dünya-sistemleri analizinin bir siyasi akımın doğuş ve gelişimini açıklamak için nasıl kullanılabileceğine dair istisnaî bir eser, İslamcılık üzerine çok farklı bir bakışa dayanan bir çözümleme…
Prof. Dr. H. Aliyar Demirci (Pamukkale Üniversitesi)

Sözcüklerin yazgısını belirleyen kuşkusuz çoğu kez müphemliği olmuştur ki bu sosyalbilimsel tahliller açısından belirli bir güçlüğe de işaret eder. Bu yüzden her türlü toplumsal fenomeni farklı disiplin ve perspektiflerden kavrama/kuşatma çabası mezkur sorunu aşmamıza vesile olabilir. Utku Aybudak’ın çalışması, İslamcılık olgusunun, özellikle Türkiye sosyal bilimler alanında, şu ana kadar neredeyse hiç ele alınmamış bir veçhesini sorunsallaştırmaktadır: Farklı İslamcı hareketlerin farklı mücadele ve eylemsellik pratikleri geliştirmelerinin dünya-sistemi ile girdiği ilişkilenme biçimleri nelerdir ve bu sosyo-tarihsel bütünleşme nelere muktedirdir. Dolayısıyla bu sorunsalın takibatı sayesinde okuyucu ülkemizdeki İslamcı hareketin de ana karakterine dair ciddi iç görülere sahip olma şansını yakalayacaktır. Aybudak’ın eseri bizi hem tarihsel hem de teorik bir tartışmanın içine başarıyla sokabilmektedir.
Prof. Dr. Güney Çeğin (Pamukkale Üniversitesi)

Uluslararası politik gündemi hayli meşgul eden siyasal islamın ve köktendinciliğin gelişimini eleştirel bir bakış açısı ile kaleme alan bu eser, konuya ilişkin analitik çözümleri ile zengin bir çerçeve sunuyor. Konu ile ilgilenen geniş kesimlere hitap edebilecek akıcı dili ve özgün üslubu ile eser, okuyucularına çok şey vaad ediyor.
Doç. Dr. Ferihan Polat (Pamukkale Üniversitesi)
Bu çalışma, Osmanlı toplumsal yapısına yönelik tartışmaları ele aldıktan sonra erken dönemden klasik döneme geçişte var olan anti feodal güçlerin neler olabileceği hususuna yoğunlaşmaktadır. Temel olarak toplumsal yapı tartışmaları... more
Bu çalışma, Osmanlı toplumsal yapısına yönelik tartışmaları ele aldıktan sonra erken dönemden klasik döneme geçişte var olan anti feodal güçlerin neler olabileceği hususuna yoğunlaşmaktadır. Temel olarak toplumsal yapı tartışmaları çalışmanın omurgasını oluştursa da aynı zamanda zımnî biçimde tarih telakkisine dair de argümanlar öne sürülmektedir. Osmanlı toplumunun klasik yapısının zorunlu bir durak olarak görülmediği, tarihî gelişmenin farklı ihtimalleri bünyesinde barındırdığı inancı metin boyunca mevcuttur. Osmanlı toplumsal yapısının feodalizmden ayrışan kendine özgü bir sistem olduğu görüşü kabul edilmekle beraber kendine özgü olan bu sistemin ortaya çıkışını sağlayan unsurların neler olduğu temel  araştırma sorusudur. Bu bağlamda erken dönemde ihdas edilen yaya ve müsellem teşkilatı, martolos teşkilatı, voynuk teşkilatı idari yapıda incelenen unsurlardır. Bunların haricinde gayrimüslim tebaanın tımar vesilesiyle feodal sistemden Osmanlı sistemine doğru evriltilmesi de önemli bir anti-feodal gelişme olarak çalışmada kendine yer bulmuştur. Nihai olaraksa sınıfsal ilişkiler ekseninde Osmanlı toplumuna ve siyasetine bakıldığında merkezî devlet ile köylü sınıfın yerel elitler aleyhine bir ittifak gerçekleştirmiş olması önemli bir anti feodal itici güç olarak değerlendirilmektedir.
Research Interests: