Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
Necdet Arda Etiman

Necdet Arda Etiman

2. Meşrutiyet Seneleri tarihimizin son derece mühim bir asitanıdır. Öyle bir asitan’dır ki arkası Osmanlı, Ötesi Cumhuriyetdir. Böyle oluşu Millî Mücadele’ye göre daha kesindir, zira Millî Mücadele seneleri fevkalade, normal olmayan... more
2. Meşrutiyet Seneleri tarihimizin son derece mühim bir asitanıdır. Öyle bir asitan’dır ki arkası Osmanlı, Ötesi Cumhuriyetdir. Böyle oluşu Millî Mücadele’ye göre daha kesindir, zira Millî Mücadele seneleri fevkalade, normal olmayan seneler olmasına rağmen 2. Meşrutiyet seneleri her ne kadar musibetler tecrübe edilse bile böyle bir fevkaladeliğin olmadığı, hayatın çok daha normal bir seyirde seyran ettiği senelerdir. Bu itibarla çok ciddî ve mufassal tedkikleri hak eder.

Bu mütalaa ile İhsan Güneş’in alakalı kitabını okuduğumda ilk olarak bu hükumet bernamelerine(programlarına) dair mütalaalarımı yazmayı tefekkür etmiştim. Lakin tedkik edince gördüm ki müellif hükumet bernamelerin binbir hata ile latinize etmiş, birçok yerde tecrübeli olmayan kimsenin doğru manayı anlayamayacağı surette metinleri tahrif etmiştir. Bunun bir misalini ilk hükumet olan Kamil Paşa’nın bernamesinde verdim, latinize metin üzerinden tesbit edebildiğim bütün yanlışlarına köşeli parantezlerle, onlarca sefer işaret ettim. Tbmm’nin sitesindeki zabıt ceridesi tercümeleri’nin de maalesef bundan farkı yokdur, oradaki latinizasyon bazen İhsan Güneş’inkinden bile vahamet kesbediyor. İlk başda sadece bernamelere bakıp tesbit ettiklerimi yazacağım bir makaleden ibaret olacak bu metin, bu sebeblerle mezkur zatın kitabının çok daha doğru bir emsali, yani sahasındaki en kamil menba haline geldi. Makale’nin mevzuu dahilindeki her İslam Harfli vesikayı onlarca saatimi harcayarak latinize ettim ve ortaya bu suretde bir mesaî çıkdı. İnşaallah müverrihlerce istifade olunur.
Mustafa Kemal’in yaptığı inkılabların arasındaki en münakaşa mevzuu olanlarından biri Harf İnkılabıdır. Zira bu inkılab sadece türk milletini 900 senedir kullandığı harflerinden, yani onu tarif eden, 20. Asır Osmanlı Türkü yapan... more
Mustafa Kemal’in yaptığı inkılabların arasındaki en münakaşa mevzuu olanlarından biri Harf İnkılabıdır. Zira bu inkılab sadece türk milletini 900 senedir kullandığı harflerinden, yani onu tarif eden, 20. Asır Osmanlı Türkü yapan mazisinden koparmakla kalmamış, eskiden yazılanların okunamadığı, yeni yazılanların ise tamamen sansüre tabii tutulduğu bir cemiyet mühendisliği devresine sebeb olarak Harf inkılabından evvel tahsil gören/Harf inkılabından sonra tahsil gören kuşakları birbirinden bıçakla ayırır gibi ayırarak 1950’den sonraki Türkiye ile Tanzimat Osmanlısı arasındaki köprü, adeta bir merdiven olmuştur. Türk insanı o kadar değişmiş, başka ve daha doğru bir tabirle o kadar garblı olmuştur ki, onu maziye bağlayan, yani Osmanlı’nın halefi olduğuna delalet edebilecek çok az müşahhas unsur kalmıştır. Bu harf inkılabının o günlerdeki bahanelerinden biri de halkın ekseriyetinin 900 senedir kullanılan harfler çok zor olduğu için okuyup yazmayı öğrenemediği iddiası olmuştur ve bunu isbat etmek namına 1928 senesi için %8 gibi bir rakam ortaya atılmıştır. Osmanlı Devletinin vesikaları ve istatistikleriyle, Osmanlı Tarihiyle asla kabil-i telif olmayan bu rakam üzerinden Kemalist rejim ve mustafa kemal bol keseden tebcil olunmuş, Osmanlı ise tahkir edilmiş ve mazimiz ne zaman zemmolunmak istense bu bahane de Kemalistlerin elindeki mühim aletlerden birini teşkil etmiştir. Biz daha evvelki tahkikimizde(Necdet Arda Etiman, 2. Abdulhamid’in Saltanatı ve Cumhuriyetin İlk Senelerinde Okuryazarlık, 2021) bu nisbetin batıllığını isbat etmiştik. İşte bu tahkikimizde ise resmî okuryazarlık istatistiklerinin üzerinde bazı tashihat yapmak suretiyle bütün cumhuriyet tarihinin okuryazarlık nisbetlerini tablo halinde dermeyan edeceğiz.
Türkiye’de hemen her mefkurevî zümre’nin iyice taammüm etmiş efsaneleri vardır. Kah “İslamperver”ler, kah “Türkçü”ler, kah “Kemalist”ler kah “Solcu”lar diye tabir olunabilecek her bir mefkurevî zümrenin her biri kendilerini bunları... more
Türkiye’de hemen her mefkurevî zümre’nin iyice taammüm etmiş efsaneleri vardır. Kah “İslamperver”ler, kah “Türkçü”ler, kah “Kemalist”ler kah “Solcu”lar diye tabir olunabilecek her bir mefkurevî zümrenin her biri kendilerini bunları telaffuz ile haklı çıkarmaya teşebbüs ederler.

Bunlara pek çok misaller verilebilir. İslamperver denen zümre bu tarz efsaneleri daha çok İslamiyetin doğruluğunu isbat veyahud Osmanlı Devleti’nin marifetlerini anlatırken(Yanlış anlaşılmasın, burada İslamiyet’in batıl olduğunu haşa ve kella iddia etmiyoruz) veyahud mehmed akif ersoy’un itibarından istifade ederken, Türkçüler türklüğü, bilhassa İslamdan evvelki türklüğü medenî göstermek isterken, Kemalistler Mustafa Kemali medhedebilmek, Solcular ise Solculuğun mühim eşhasını halka sevdirebilmek için bu tarz efsaneleri ordan oraya dolaştıra dolaştıra büyütürler.

İşte biz de bu makalemizde Kemalist efsanelerden biri olan “Laiklik olmasaydı Türkiye Afganistan, Suriye ve Irak gibi harab olurdu” diyerek izah edebileceğimiz iddia’nın ne kadar doğru olabileceğini tedkik edeceğiz.
Alakalılarının bildiği üzere günümüzün Resmî Tarih müddeası tarafdarlarının mustafa kemal hakkında ağızlarında en çok çiğnedikleri sakızlardan biri “Mustafa Kemal ordunun siyasete karışmasına karşı idi” sakızıdır. Buna delil olarak da... more
Alakalılarının bildiği üzere günümüzün Resmî Tarih müddeası tarafdarlarının mustafa kemal hakkında ağızlarında en çok çiğnedikleri sakızlardan biri “Mustafa Kemal ordunun siyasete karışmasına karşı idi” sakızıdır. Buna delil olarak da 1910’da İttihad ve Terakkî kongresinde bunu tavsiye etmesi ve 1923’de Asker mebusları mebusluğu veya askerliği tercih etmeye icbar etmesi vak’aları gösterilir.

Halbuki bu vak’alar’ın ilki sırf içinde iyice itibardan düştüğü İtthad ve Terakkî Cemiyetinin memleket idaresindeki rolünü kırmak yani onları kandırmak, ikincisi ise muhalif paşaların ya siyasî, ya da askerî gücünü kırarak rakiblerini zayıflatmak içindi. Haliyle burada bir düstur, umde değil, safî menfaat vardır. İşte biz bu meseleyi daha fazla tavzih edecek ve mustafa kemal’in nasıl bir komitacı-ihtilalci olduğunu kimsenin itiraz edemeyeceği veçhile ortaya koyacağız.
Mustafa Kemal ve onun serencamı üzerinden takribî 100 sene güzeran olmasına rağmen hala bir tabu olmak vasfını koruyor. Bu devre dair en ufak bir menfi hüküm ekseriyetle doğruluğu/yanlışlığı ve mantıkî olup olmadığına bakılmaksızın... more
Mustafa Kemal ve onun serencamı üzerinden takribî 100 sene güzeran olmasına rağmen hala bir tabu olmak vasfını koruyor. Bu devre dair en ufak bir menfi hüküm ekseriyetle doğruluğu/yanlışlığı ve mantıkî olup olmadığına bakılmaksızın tenkidlere, ithamlara ve hatta adlî cezalara tabii tutulabiliyor.

Türk Alimiyyet(Entellektüelite) Mekanı işte böyle bir taassubla tazyik altında tutulduğu için mustafa kemal hakkında müsbet olandan başka hüküm vermek çok zor hale geliyor ve bu minvalde ancak kendi kendini tekrar eden, ilerleyemeyen ve kendisine doğru gitgide şiddet ve ciddiyet kesb ederek yönelen tenkidlere cevab veremeyen hantal lakin mağrur, hülasa tükenmişlik sendromu içinde bir İnkılab Tarihçiliği ortaya çıkıyor. Bu da şübhesiz türk alimiyyetinin ve Akademisinin itibarını düşüren, tebeî olarak da halka aynı şekilde in’ikas eden bir illet olarak bizi yalan yanlış kanaatlere ve saçmasapan taassublara sevk ediyor.

Bu makalemizde gene mustafa kemal hakkında ezberleri bozacak bir meseleye temas ediyoruz. Bu mesaimiz neticesinde en salak insanlar bile aşikar surette görecektir ki Mustafa Kemal kendi devrinde öylesine putlaştırılmış ve bu putlaştırış bizzat kendisi tarafından öyle bir tasvib ve teşvike mazhar kılınmıştır ki; Hz. Ali’nin “Hayatta En Hakikî Mürşid İlimdir” sözünü kendine mal ederek cahillerin nazarında karşı şan ve şöhretini arttıran mustafa kemal dahi işine gelince kendi serencamını tarih ilmine bırakmak yerine kendinin ilahlaştırılmasını teşvik etmiş ve böylece dürüst olmadığını bu misalde dahi göstermiştir.
Bugün türkiye'de en meşhur Profesör Kimdir?" diye bir sual sorulacak olsa buna derhal verilecek cevab şübhesiz "İlber Ortaylı!" olacaktır. Bu şahıs hakikaten, bilhassa son 20 sene içerisinde türkiye'de öyle bir şöhret kesbetmiştir ki;... more
Bugün türkiye'de en meşhur Profesör Kimdir?" diye bir sual sorulacak olsa buna derhal verilecek cevab şübhesiz "İlber Ortaylı!" olacaktır. Bu şahıs hakikaten, bilhassa son 20 sene içerisinde türkiye'de öyle bir şöhret kesbetmiştir ki; Sokaktan geçen birine "bir profesör ismi söyleyin" denecek olsa kuvvetle muhtemelen bu isim "İlber Ortaylı" diyecektir.

İşte biz bu şahsın bu şöhretin verdiği sarhoşlukla ne kadar eyyamiyeci(populist) hale geldiğini hiçkimsenin itiraz edemeyeceği surette herkesin gözleri önüne sereceğiz.
Türkiye son senelerde hızlı bir iktisadî istihale içerisine girmiştir. Bu istihale ise pek çok mazurları ile beraber müsbet taraflarını da beraberinde getiriyor. Son senelere bakıldığında İktisadî manada gözümüze çarpan en esaslı iktisadî... more
Türkiye son senelerde hızlı bir iktisadî istihale içerisine girmiştir. Bu istihale ise pek çok mazurları ile beraber müsbet taraflarını da beraberinde getiriyor. Son senelere bakıldığında İktisadî manada gözümüze çarpan en esaslı iktisadî vak'a Dolar Kurunun daima yükselmesi, Türk Lirasının sürekli kıymet kaybettirilmesi vak'asıdır.
Bizim icad ettiğimiz bir tabirle tefahhuş, veya garbî ve memleketimizde de maruf olan tabiriyle enflasyon, fiyatlar umum seviyesinin yükselmesi demektir. Fiyatlar Umum Seviyesi’nin yükselmesi demek, satın alınan mal ve hizmetlerin paravî... more
Bizim icad ettiğimiz bir tabirle tefahhuş, veya garbî ve memleketimizde de maruf olan tabiriyle
enflasyon, fiyatlar umum seviyesinin yükselmesi demektir. Fiyatlar Umum Seviyesi’nin
yükselmesi demek, satın alınan mal ve hizmetlerin paravî bedelinin ortalamasının artması
demek olup, bu da insanların iktisadî teşebbüsler yapmasını teşvik edici bir mahiyettedir, zira
müteşebbislere daha çok kar etmek imkanı olduğunu telkin eder.
Bu itibarla söyleyebiliriz ki, tefahhuş iktisadî büyüyüşün en elzem müşevvikidir. Bir memleket
nüfus artmadan da iktisaden büyüyebilir, emisyon yapılmadan da büyüyebilir, teknolojik
tekamül olmadan da büyüyebilir. Lakin tefahhuş veyahut aksî tefahhuşun(deflasyon) olmadığı
bir memlekette iktisadî büyüyüşün cereyan etmesi bizim kanaatimize göre iktisadiyata hariçten
net sermaye girişini icab ettirir, başka türlü cereyan etmez. Çünkü orada tevakkuf(resesyon),
yani yerinde saymak, yani bir nev’î sessizlik olacaktır, kimse kolay kolay iktisadî teşebbüss
yapmak istemeyecek, insanlar me’yus olacak ve bu da şübhesiz idarecilerin başına hem siyasî,
hem askerî, hem de iktisadî şekilde derdler getirecektir.
Bu makalemizde, pek çok eseri tedkik ederken gördüğümüz, yani “Atatürk’ devrinde enflasyon
yoktu.” İddiasının ne kadar doğru olabileceğini tedkik edeceğiz.
Fiyat İnkılabı denen vak’a, umumiyetle 1550-1610 civarına yayıldığı kabul edilen ve Avrupa ve civarında daha evvelkilere nisbeten devasa büyüklükteki bir tefahhuşun(enflasyonun) cereyan ettiği, böylece ibtidaî zamanlarla muasır zamanların... more
Fiyat İnkılabı denen vak’a, umumiyetle 1550-1610 civarına yayıldığı kabul edilen ve Avrupa
ve civarında daha evvelkilere nisbeten devasa büyüklükteki bir tefahhuşun(enflasyonun)
cereyan ettiği, böylece ibtidaî zamanlarla muasır zamanların ayrıldığını gösteren bir devirdir.
Bu devir 15 ve 16. Asırlarda önceki asırlara nisbeten hızlı ve yüksek derecede cereyan eden
teknik terakkî sayesinde akdeniz ve civarındaki memleketlerin nüfus ve iktisadiyatındaki
inkişaf sayesinde bunun Avrupa insanının hayatına da yansıması şeklinde cereyan etmiştir.

Bu devir hem bir iktisadî terakkî, hem de Avrupa halklarının daha evvel görmedikleri
pahalılıkları görmeleri sebebiyle daha önce emsali pek görülmeyen müşkülatı çektikleri bir
devirdir ki, bu devirde ve bu devrin hemen sonrasında avrupada yaşanan kanlı kıtal ve harbler
ve isyanları teşvik eden en mühim unsurun belki de bu hayat pahalılığının insanları rahatsız
etmesi olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır.
Bir memleketin genç bir nüfusa sahib olmasının müsbet yönleri olduğu gibi, menfî yönleri de vardır. Müsbet yönleri hızlı iktisadî büyüyüş, refahla beraber nüfusu daha da arttırabilmek istidadı, bir harb çıkarsa seferberliğe... more
Bir memleketin genç bir nüfusa sahib olmasının müsbet yönleri olduğu gibi, menfî yönleri de vardır. Müsbet yönleri hızlı iktisadî büyüyüş, refahla beraber nüfusu daha da arttırabilmek istidadı, bir harb çıkarsa seferberliğe çağırılabilecek daha fazla er gibi memleketlerin başka kaynaklardan kolay kolay bulamayacağı, yani bir memleketin istikbalî için hayatî ehemmiyete sahib olan yönlerdir.

Bir de menfî yönleri vardır ki, bunlar da bu sefer bu genç nüfusa istihdam peyda edilemez, bunların aile kurması temin olunamazsa ortaya çıkar ki, bu da sefalet, nüfusun azalmaya başlaması, ictimaî huzursuzlukların ortaya çıkması gibi arızalardır.

İşte biz bu minvalde nüfusumuz azalmasın, bilakis artsın diye bu makalemizde bazı tavsiyelerde bulunduk. Ümid ederiz tavsiyelerimize riayet olunur ve türkiye ufuklarında gözüken bu katmer siyahı bulutu dağıtır.
Osmanlı’nın ananevî nizamında bile devlet mekteblere ve bu arada zamanın ilk mektebleri olan Sıbyan Mekteblerine dair emirler neşredebiliyordu, lakin bunun tatbik edilmesi için ekseriyeti bir vakfiye mündericatında açılmış olan bu... more
Osmanlı’nın ananevî nizamında bile devlet mekteblere ve bu arada zamanın ilk mektebleri olan Sıbyan Mekteblerine dair emirler neşredebiliyordu, lakin bunun tatbik edilmesi için ekseriyeti bir vakfiye mündericatında açılmış olan bu mekteblere dair vakfedenlerin koyduğu şartlara mugayir olmaması lazımdı. Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile devlet bir çok Sıbyan Mektebini “Umumî Sıbyan Mektebi” ismi altında kendi bünyesindeki Maarif Nezareti’ne bağladı ve böylece Müslümanların tahsilinin hemen her sahasına müdahale etmek imkanına malik oldu. 1868’deki bu nizamname ile beraber Devlet hızlı bir ilk mektebleşmek ve okuyup yazmak öğretmek hamlesine başladı.

Bu makalemizde bazı tarihî bilgileri ve Resmî Osmanlı İstatistiklerini kullanarak Osmanlıların yüzde kaçının okuyup yazmak bildiği ve bunun cumhuriyet rejiminin bidayeti ve harf inkılabı sırasında ne kadar olduğunu tahkik ettik. Yaptığımız peşin kabullerimizde aksi kanaatlere bir kısım torpiller geçerek her taraf için insaflı bir hüküm vermeye çalıştık. Ve buna dair çok küçük bir hata payıyla tablo teşkil ettik. Vardığımız neticeyi mütalaa ettik ve buna dair Kemalist iddiaların ne kadar doğru olduğuna dair devrin siyasî-askerî-nüfusî vak’alarına da temas ettik.