Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
This article was checked by Intihal.net. Bu makale İntihal.net tarafından taranmıştır. This article is under the Creative Commons license. Bu makale Creative Commons lisansı altındadır.
Özet Cezayir'de Osmanlı yönetimi 1529'da başlamış ve 1830 Temmuzunda Fransız iş-galine kadar sürmüştür. Osmanlı dönemi Cezayir'inin şehir merkezlerinde ve kasa-balarında kültürel ve dilsel çeşitlilik hâkimdi. Türkler, resmi dil olan... more
Özet Cezayir'de Osmanlı yönetimi 1529'da başlamış ve 1830 Temmuzunda Fransız iş-galine kadar sürmüştür. Osmanlı dönemi Cezayir'inin şehir merkezlerinde ve kasa-balarında kültürel ve dilsel çeşitlilik hâkimdi. Türkler, resmi dil olan Osmanlı Türkçesini kullandılar. İbadet ve Cami (liturgical) dili klasik Arapça iken konuşma dillerinde Berber dilinin diyalektleri kullanılıyordu. Şehir ve kasabalarda iki ya da çok dillilik söz konusuydu ve yaklaşık 15 dil konuşuluyordu. Berberi dili ve diya-lektleri, Osmanlı merkezi yönetimi karşısında ona direnen güçlü kabilevî ve ortak kimliği temsil ediyordu (Benrabah 2015: 23). Yöresel Arapça ya da konuşma dili Arapçası önemini korudu; Kasaba halkı ve Endülüs göçmenleri (Moorlar) bu dili konuştular. Şehirlerin ve kasabaların etrafında, Berberilerin baskın olduğu kabile mensuplarının anladığı tek dil de buydu. Türklerin yerli halkla konuşmaları sıra-sında, şiir dili ve resmi yazışma dili olarak kullandıkları dil de Arapçanın konuşma diliydi (Benrabah 2015: 23). Cezayirli olmayan ve Avrupa'dan köle olarak getiri-len Avrupalılar da kendi dillerini bu mozayiğin içine kattılar. Basitleştirilmiş gra-mer ile Arapça, İspanyolca, Türkçe, İtalyanca, Provençal (Fransızcanın bu bölgede konuşulan bir diyalekti) ve Portekizce sözcüklerden oluşan Ortaçağ Akdeniz pidgin (Sabir) dili, Lingua Franca olarak kullanılıyordu. Bu Lingua Franca sayesinde, Arapçanın Kuzey Afrika diyalektleri, Grekçe ve Romans dillerinden denizcilik, sa-vaş donanması ve balıkçılıkla ilgili birçok sözcük aldı (de Haëdo 1998: 125-126; 1 Bu makalenin önceki versiyonu 1-3 Aralık 2016 tarihleri arasında Manisa Celal Bayar Üniversitesinde yapılan Uluslararası Fethinin 500. Yılında Cezayir, Barbaros Hayrettin Paşa ve Osmanlı Denizciliği Sempozyumu'nda sözlü bildiri olarak sunulmuştur.
Research Interests:
Bugün Türkçenin yabancı dil olarak öğretiminin yaygınlaşması Kırgız, Kazak, Uygur, Özbek, Türkmen, Tatar Türkçesi gibi yakın dilleri konuşanlara öğretilmesini de gündeme getirmiştir. İngilizce, Almanca; İsveççe, Norveççe, Danca;... more
Bugün Türkçenin yabancı dil olarak öğretiminin yaygınlaşması Kırgız, Kazak, Uygur, Özbek, Türkmen, Tatar Türkçesi gibi yakın dilleri konuşanlara öğretilmesini de gündeme getirmiştir. İngilizce, Almanca; İsveççe, Norveççe, Danca; İspanyolca ve Portekizce gibi çok yakın dillerin öğretimi konusunda çalışmalar çok ilerlemiş olmakla birlikte Türk dillerinin çok yakın diller olarak öğretimi konusunun henüz teorik ve uygulamalı çerçevede araştırmalara yeterince konu olmadığı
görülmektedir. Türk dillerinin öğretiminin çerçevesini ve esaslarını oluşturmak üzere eşgüdümü
sağlamak üzere öncelikle bir eğitim öğretim konseyinin kurulması ve çeşitli kurum ve merkezlerde
hali hazırda yürütülmekte olan Türkçenin ve diğer Türk dillerinin yakın diller olarak öğretimi
süreçlerinin ortak sorun, yöntem ve standartlarının belirlenmesi ve yönetilmesinde eşgüdümü
sağlayacaktır. Türkçe ve diğer Türk dillerinin çok yakın diller olarak öğretiminin Türk dillerinin gerek
her bir dil ve gerekse karşılaştırmalı çalışmalarının teorik ve uygulamalı dilbilimsel yöntemlerle
yapılmaya başlanması ve desteklenmesi birincil öncelik olmalıdır. Çünkü bu çalışmalar Türk dillerinin
çok yakın diller olarak öğretilmesi sürecinin yönetilmesinde; bu süreçte oluşturulacak programların,
öğretim yöntemlerinin, ders araç ve gereçlerinin, ölçme ve değerlendirme araçlarının ve ölçeklerinin geliştirilmesinde rehber görevi yürütecektir. Son olarak Türk dillerinin çok yakın diller olarak öğretiminde akreditasyonun sağlanması ve Türk dillerinin öğretimini gerçekleştiren kurumların
akredite kurumlar olarak eğitim öğretim faaliyetlerini sürdürmesi Türk dillerinin öğretimi programlarının tanınırlığı ve geçerliği sorunlarını çözecek bir yol olarak gözükmektedir.
İdil-Ural bölgesi asırlar boyunca burada yaşayan diğer halkların yanı sıra Tatarların tarihi açısından önemli olaylara sahne olmuştur. Bölgede İdil Bulgar Devletinden başlayarak Altınordu Devleti ve Kazan Hanlığıyla devam eden süreçte... more
İdil-Ural bölgesi asırlar boyunca burada yaşayan diğer halkların yanı sıra Tatarların tarihi açısından önemli olaylara sahne olmuştur. Bölgede İdil Bulgar Devletinden başlayarak Altınordu Devleti ve Kazan Hanlığıyla devam eden süreçte Türk-İslam kültürüne dayalı yaşam biçimi bölgenin Rus egemenliğine geçişine kadar devam ede gelmiştir. Ancak Kazan Hanlığının 1552’de Rus işgaline uğramasıyla birlikte Müslüman Tatarlar üzerinde uygulanan politikalar arasında misyonerlik faaliyetleri 1552 ve 1917 yılları arasında kesintisiz devam etmiştir. A. A. Rorlich bu yıllardaki Hıristiyanlaştırma faaliyetlerini altı ana bölüme ayırarak inceler: 1. Başpiskopos Guriy devri, 2. Çariçe Anna İvanona devrine kadar süren on yedi ve on sekizinci yüzyıllar, 3. Yeni dönmelerle İlgili işler idaresi dönemi, 4. II. Katerina Devri, 5. İlminskiy’e kadarki 19. Yüzyıl politikaları ve 6. İlminskiy dönemi. İlminski ve arkadaşları Hıristiyanlığın yayılmasında önemli roller üstlenmişler fakat Hıristiyanlığı yaymada daha çok baskı ve şiddet içeren yöntemler kullanıldığı için istenen başarı sağlanamamıştır. Mahmut Galev’in “Muhacirler” romanında 1897 yılında, Çar III. Aleksandr’ın Rusya’da genel nüfus sayımı yapılmasına karar vermesi ve bu kararın Kazan Tatar köylülerini derin endişeye sevk etmesi sonucunda yaşadıkları sıkıntılar ve Türkiye’ye yaptıkları göç konusu işlenmiştir. Romanda göç olayının dinamikleri, hazırlayıcı sebepleri anlatılmış; Tatar köylülerin bu göçten beklentileri konusundaki hayalleri, büyük bir idealizm ve romantizm içinde işlenmiştir.
Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında başlayarak yirminci yüzyılda hız kazanan Tatar siyasi ve fikri aydınlanma hareketinde toplumsal değişimin hedeflendiği en önemli alanlardan birisi olarak kadın hakları ve aile öne çıktı. İdil-Ural bölgesi... more
Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında başlayarak yirminci yüzyılda hız kazanan Tatar siyasi ve fikri aydınlanma hareketinde toplumsal değişimin hedeflendiği en önemli alanlardan birisi olarak kadın hakları ve aile öne çıktı. İdil-Ural bölgesi Müslüman toplukları arasında, Rusya ve Avrupa halklarıyla karşılaştırıldığında toplumsal geri kalmışlığın başlıca sebepleri arasında genel olarak Müslüman kadınların, spesifik olarak da Tatar kadınının ezilmişliği, toplumda görünür olmayışı görüldü. Başta geri kalmışlığın sebepleri üzerinde kafa yorarak dini, fikri, kültürel ve sosyal hayatta yenileşmek gerektiğini kaçınılmaz gören Tatar din adamlarının başlattığı Ceditçilik ve Marifetçilik hareketinin
içinde bir özeleştiri olarak yer alan Tatar toplumunda kadının durumu meselesi giderek dini
bağlamından koparılarak aile, iyi çocuk yetiştirme, toplumun iyileşmesi ve ilerlemesi gibi seküler
bağlamlarda tartışılmaya başlandı. Edebiyatta, sanatta, tarih yazımında ve toplumsal alanlarda, Tatar
toplumunda öne çıkan tarihi kadın kahramanlar işlenip yeniden üretilerek özlenen Tatar toplumunun
ve Tatar milli kimliğinin oluşturulması hedeflendi. Bu figürler arasında başı çeken figür hiç şüphesiz
tarihi Süyümbike figürüdür. Süyümbike, aslen bir Nogay Beyinin kızı olup 16. Yüzyılda Kazan
Hanlığının yıkılması arefesinde hanbike yani han eşi olan, kendisi de kısa bir süre için oğlunun yerine hanlık eden tarihi bir kişidir. Kazan Hanlığı’nın Ruslar tarafından yıkıldığı 1550’lerde küçük yaştaki oğluyla birlikte esir alınıp Moskova’ya götürülmüş ve orada esarette ölmüştür. Ancak Tatarlar
arasında bir sembol isim haline gelen Süyümbike halk hafızasında teslim olmamış, Kazan kalesinde bulunun bir minareden atlayarak şehit olmuştur. Süyümbike’nin ölümüyle ilgili halk arasında yayılan ve ezberden söylenen ağıtlar, tarihi-dini hikâyeler, anekdotlar Süyümbike adını bugüne dek yaşatmış, sembolleştirmiştir. Müslüman bir topluluktan Tatar milletine dönüşme yolunda ilerleyen Tatarlar açısından Süyümbike en önemli milli semboldür. Bugünkü Kazan Kremlin’i içinde bulunan ve onun adını taşıyan minare, ''Süyümbike'' ismindeki kadın dergisi, onun adına düzenlenen at yarışları
“Süyümbike” adını yaşatan şeylerden yalnızca bazılarıdır. Heykel, resim vb. sanat alanları yanında edebiyatta da Süyümbike figürü tekrar tekrar işlenerek yeniden üretilmekte, tarihi romanların sahne
eserlerinin konusu olarak tekrar tekrar gündeme gelmekte ve halkın hafızasında hatırası canlı
tutulmaktadır. Böylelikle Rus hâkimiyeti altında bağımlı halde yaşamını sürdüren Tatar halkının
gözünde Süyümbike figürü “mücadeleci kadın”, “mücadeleci Tatar halkı” bağlamında sürekli canlı
kalmaktadır. Bu bildiride, Tatar edebiyatında son yıllarda sıkça işlenen tarihi temalar bağlamında
Süyümbike imajının yeniden canlandırılması, Tatar resim, heykel sanatı ve bunların kamusal alanlarda, örneğin Tataristan Kremlin’inde Süyümbike kulesinin tepesindeki hilalin (Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra) yeniden yerine konmasından sonra Tatar kolektif şuurunda Süyümbike imajıyla birlikte tazelenen Tatar Müslüman milli kimliğinin ve Süyümbike’nin şahsında Tatar milli bağımsızlık ve milli mücadele ruhunun yeniden canlandırılma süreci tarihsel gelişimi içinde ele alınacaktır.
Cezayir’de Osmanlı yönetimi 1529’da başlamış ve 1830 Temmuzunda Fransız işgaline kadar sürmüştür. Ülke, yaklaşık 314 yıl Osmanlı yönetimi altında kalmış, 1830’daysa Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Osmanlı dönemi Cezayir’inin şehir... more
Cezayir’de Osmanlı yönetimi 1529’da başlamış ve 1830 Temmuzunda Fransız işgaline kadar sürmüştür. Ülke, yaklaşık 314 yıl Osmanlı yönetimi altında kalmış, 1830’daysa Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Osmanlı dönemi Cezayir’inin şehir merkezlerinde ve kasabalarında kültürel ve dilsel çeşitlilik hâkimdi. Türkler, resmi dil olan Osmanlı Türkçesini kullandılar. İbadet ve Cami (liturgical) dili klasik Arapça iken konuşma dillerinde Berber dilinin diyalektleri kullanılıyordu. Şehir ve kasabalarda iki ya da çok dillilik söz konusuydu ve yaklaşık 15 dil konuşuluyordu. Berberi dili ve diyalektleri, Osmanlı merkezi yönetimi karşısında ona direnen güçlü kabilevî ve ortak kimliği temsil ediyordu (Benrabah 2015: 23). Yöresel Arapça ya da konuşma dili Arapçası önemini korudu; Kasaba halkı ve Endülüs göçmenleri (Moorlar) bu dili konuştular. Şehirlerin ve kasabaların etrafında, Berberilerinin baskın olduğu kabile mensuplarının anladığı tek dil de buydu. Türklerin yerli halkla konuşmaları sırasında, şiir dili ve resmi yazışma dili olarak kullandıkları dil de Arapçanın konuşma diliydi (Benrabah 2015: 23). Cezayirli olmayan ve Avrupa’dan köle olarak getirilen Avrupalılar da kendi dillerini bu mozayiğin içine kattılar. Basitleştirilmiş gramer ile Arapça, İspanyolca, Türkçe, İtalyanca, Provençal (Fransızcanın bu bölgede konuşulan bir diyalekti) ve Portekizce sözcüklerden oluşan Ortaçağ Akdeniz pidgin dili (Sabir) dili, Lingua Franca olarak kullanılıyordu. Bu Lingua Franca sayesinde, Arapçanın Kuzey Afrika diyalektleri, Grekçe ve Romans dillerinden denizcilik, savaş donanması ve balıkçılıkla ilgili birçok sözcük aldı (de Haëdo, 1998: 125-126; Meouak 2004: 304, 313-318). İşte Türkçe de en çok etkilendiği dil olan Arapçaya binlerce kelime vermiştir. Cezayirli bir bilim adamı olan Mohammed ben Cheneb, 1922’de yaptığı “Cezayir konuşma dilinde muhafaza edilen Türkçe ve Türkçe aracılığı ile gelen Farsça kelimeler” adlı araştırmasında Cezayir Arapçasında 634 Türkçe kelime tespit etmiştir. Bu kelimelerin 72’si askerî, 31’i denizcilik, 39’u besin maddelerine ait kelimeler, 59’u alet ve kap kacak kelimeleri, 55‘i giyecek, 65’i sanatlarla alakalı, 313’ü ise çeşitli sahalara ait kelimelerdir. Cheneb, Türkçe özel adları çalışmasına dâhil etmemiştir. Ahmet Ateş, Cheneb’den bağımsız olarak yaptığı bir araştırmada, Arap edebî dilinde 539 Türkçe kelime tespit etmiştir. Son zamanlarda bu mevzuda çalışan Bedrettin Aytaç, “Arap Lehçelerindeki Türkçe Kelimeler” isimli çalışmasında, Arapçaya şimdilik 941 kelimenin geçtiğini ortaya koymuştur. Aytaç’ın bu çalışmasında, Arapçaya geçen kelimelerin 179’unu meslek isimleri, 75’ini yiyecek içecek adları, 97’sini çeşitli sıfatlar, 45’inin askerlikle ilgili kelimeler, 24’ünün özel isim, lakap ve unvanlar, 40’ını mekân isimleri, 89’unun araç gereç isimleri, 15’ini fiiller, 52’sinin giyim kuşam ve dokumacılıkla ilgili sözcükler, 8’ini akrabalık, 6’sını madenler, 7’sini de hayvanlarla ilgili sözcükler oluşturmaktadır. Geri kalan 284’ü ise diğer sözcük ve adlardır. Arapçanın yazı ve diğer konuşma dilleri yanında, Cezayir Arapçasına geçen sözcüklerin arasında ağa, balta, baklava, basma, bastırma, başıbozuk, binbaşı, birinci, bohça, boru, bölük, burma, burgu, damga, demir, doğru, dolap, dondurma, çizme, gümrük, hekimbaşı, kanca, karakol, kavun, kavurma, kazan, kılavuz, kışlak, orta, sancak, şiş, tabur, temelli, topçu, yüzbaşı sayılabilir. Ayrıca Türkçenin en işlek eklerinden olan –cı ve –li yapım eki taşıyan sözcüklerin (örn. tutun-ci “tütün satan”, tob-ci “topçu”, sabon-ci “sabuncu” vb.); baş sözcüğüyle kurulmuş mesleki ve idari sözcüklerin (örn. baş torcmān, baş carrāh, umbaşi, bekbaşi), Arapçaya Türkçeden geçen sözcükler arasında çok sayıda oluşu, Türkçenin Arapça üzerindeki yapısal etkileri olarak değerlendirilmelidir. Bu bildirimizde, önce, Cezayir Arapçasına ve yazı dili Arapçasına doğrudan Türkçeden veya Türkçe aracılığıyla Farsça ve batı dillerinden geçen sözcüklerin anlam alanlarına göre tasnifi yapılacaktır. Bu tasnif üzerinden, Osmanlı dönemi Cezayir’indeki gündelik yaşam üzerinde Osmanlı askeri, idari, ticari ve mali sisteminin, sanat ve meslek alanlarının, Osmanlı mutfağının, yeme-içme, eğlence, oyun kültürünün, yaşam alanlarını düzenleme geleneğinin ve günlük konuşma dilindeki deyiş ve deyimleri içeren bazı iletişimsel öğelerin etkileri tartışılacaktır.
İslamiyet öncesi klasik Türk yazı dilinin ortak yadigârları olan Orhon yazıtları ile Uygur ve Karahanlı yazılı edebiyatları diğer modern Türk halkları için olduğu gibi, Tatar halkının yazı ve edebiyat dilinin gelişiminin de temeli olarak... more
İslamiyet öncesi klasik Türk yazı dilinin ortak yadigârları olan Orhon yazıtları ile Uygur ve Karahanlı yazılı edebiyatları diğer modern Türk halkları için olduğu gibi,  Tatar halkının yazı ve edebiyat dilinin gelişiminin de temeli olarak kabul edilir. Öte yandan, İslamiyet sonrası dönemde Türk halkları din, dil, bilim, kültür, edebiyat ve sanat yönünden Doğu edebiyatı ve kültürü dairesine girmişler ve bu dönem yaklaşık bin yıldır devam ede gelen uzun bir dönem olmuştur. Türklerin daha önceden de tanıdıkları ancak İslâmiyet’in kabulüyle birlikte yoğun temas halinde oldukları Doğu edebiyatlarının, özellikle de Arap ve Fars edebiyatlarının klasikleri olarak bilinen dini-didaktik eserleri, destanları, dini ya da profan hikâyeleri Türkçeye çeviri ya da yeniden yazma yoluyla kazandırılarak Türk halklarının yaşadığı geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Bunların birçoğu Türkçenin şu veya bu kolunu konuşan halklarca dilden dile, nesilden nesle aktarılmıştır. Batıda, Orta İdil bölgesinde de, İdil Bulgar Devleti zamanından başlayarak Altın Ordu Devleti ve Kazan Hanlığı dönemlerinde devam eden İslami dönem ortak Türk edebiyatı geleneklerini taşıyan eserlerin, özellikle de Anadolu sahasında yazılıp işlenmiş ve bu sahanın dil ve anlatım imkânlarıyla birlikte taşınmış olanlarının, İdil-Ural bölgesinde yaşayan Tatarlar arasında itibar görmüş ve yayılmış olduğunu söyleyebiliriz. Gerek çeviri, gerekse yeniden yazma şeklinde oluşturulan bu eserlerin aslının yazıldığı kaynak dillerin ifade ve anlatım imkânları; hikâyeleme ve betimleme yollarıyla, dil ve üslup özellikleriyle, sözcük ve ifade alıntılamalarıyla birlikte Türkçeye girmiştir. Bu eserlerin dilinin, okunup benimsendiği ve yayıldığı toplumdaki yazı ve edebiyat dilinin oluşup gelişmesine yaptığı güçlü etkiler arasında, dilde hali hazırda var olan sözcüklere kazandırdığı yeni anlamlar ve mecazlar, çeviriyle gelen yeni dünya görünüşlerinin, çevrildiği dili konuşanlarca yeni ve farklı olarak algılanan insan, doğa, kültürel çevre, dini ve ahlaki değerler ile sosyal ve iktisadi görünümlerin ifade edilebilmesi için icat edilen yeni sözcük ve tamlamalar, yeni benzetme ve metaforlar ile yeni ve karmaşık tümce kuruluşları sayılabilir. Bu bildirimizde, Tatar edebiyat, yazı ve ortak dilinin oluşması ve gelişmesi devrelerinde, gerek eğitim, kültür ve ticari değişim merkezleri olan şehirlerde yazılı olarak, gerekse halkın arasında sözlü olarak dilden dile aktarılmış olan popüler dini ve profan hikâye ve anlatılar arasında, eski Bulgar şairi Kul Ali’ye atfedilen Kıssa-i Yusuf hikâyesinin Tatar yazı ve edebiyat dilinin anlatım ve ifade imkânları ve araçları üzerine yaptığı etkiler üzerinde durulacaktır.
Alabuga, Tatarstan’ın kuzeyinde, Kama nehrinin sağ kıyısında daha Volga Bulgar Devleti zamanında aktif bir ticaret şehriydi. Şehir, bugün Tatar, Rus ve diğer yerli halkların yaşadığı 70 bin kişilik orta ölçekli, Avrupa şehri görünümünde... more
Alabuga, Tatarstan’ın kuzeyinde, Kama nehrinin sağ kıyısında daha Volga Bulgar Devleti
zamanında aktif bir ticaret şehriydi. Şehir, bugün Tatar, Rus ve diğer yerli halkların yaşadığı 70 bin
kişilik orta ölçekli, Avrupa şehri görünümünde serbest ticaret şehridir. Şehir, Bulgar, Kıpçak ve Tatar
tarihi açısından çok önemli izler taşımakta olup, kültür turizmi açısından Türk dünyasından
ziyaretçilerin de mutlak surette keşfetmesi gereken çok kültürlü, çok yönlü bir şehirdir. Tarih öncesi
çağlara ait yerleşimlerin izlerini taşımakla birlikte şehrin tam olarak ne zaman kurulduğu
bilinmemektedir. Şehrin kuruluşuyla ilgili Tatar tarihçilerince çeşitli folklorik kaynaklardan,
şecerelerden derlenen ve yüzyıllar öncesinde hazırlanan tarih kitaplarına dahil edilen halk tarihi
rivayetleri son derece zengin ve çeşitlidir. Bu rivayetlerden bazılarına göre şehrin kuruluşu kutsal bir
karaktere ve kaynağa büründürülerek Büyük İskender’e (Zül Karneyn) ve onunla birlikte Doğuya
sefere çıktığı anlatılan Sokrat’a dayandırılmaktadır. İdil-Ural bölgesi Müslüman halkları olan Tatar ve
Başkurtların tarihinde yer alan bir başka anlatı dairesine göre de şehir, 13. Yüzyıl Kıpçak lideri olan ve
Kırım’dan göç ederek gelen Baçman Han tarafından kurulmuştur. Günümüzde yüksekçe bir tepenin
üstünden muhteşem manzarasıyla Kama nehrine bakan heybetli bir kalesi ve bir de cami daha
Volga/İdil Bulgar devleti zamanında yapılmıştır. O zamanlar Kama nehri oldukça işlek bir ticaret
yoluydu ve nehir her zaman aşağı ve yukarı hareket eden ticaret gemileriyle dolup taşardı. Alabuga
şehri de işte bu Kama nehir yolunu kullanan tüccarların uzun yolculukları sırasında dinlendikleri,
ibadetlerini yerine getirdikleri bir kale şehir olarak hizmet etmiş. Alabuga şehrinin eski yerinde, Kama
nehri kıyısındaki tepede yer alan kale hakkında, çok yönlü, hatta biri diğerine zıt efsanelerle
çevrelenmiştir. Bölgede yaşayan yerli Müslümanlarca, bir Müslüman ibadethanesi ve bazı Müslüman
erenlerin istirahatgâhları olarak görüldüğü için Akmesçit, İzgiler Mesçiti (“Erenler Camii”) olarak
adlandırılırken, ilki 16 yüzılda ortaya çıkan bazı Rus rivayetler zincirinde Alabuga şehri şeytanların
evi, pagan merkezi olarak tanımlamaktadır. Bir zamanlar Tatar topluluklardan en fazla Hristiyan
Tatarların (Kreşin Tatarların), Hristiyan Rusların ve Udmurt toplulukların yaşadığı çok etnisiteli çok
dinli bir şehir olan Alabuga şehri bugün de aynı özellikleriyle yeniden canlandırılan İpekyolu
projesinde yerini almaya hazırlanan ilginç bir Tataristan şehridir. Bu bildiride, Müslüman, Hıristiyan
ve Pagan inançların, Türk-Tatar, Rus, Udmurt vd. toplulukların kendilerini ipek yolunun en kuzey
noktalarından biri olan Albuga şehriyle nasıl ilişkilendirdikleri bu toplulukların edebiyat ve folkloruna
yansıyan ve bazıları birbiriyle taban tabana zıt olan anlatı ve rivayetlerden yola çıkılarak
irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler: İpekyolu, Tataristan, Alabuga, Volga Bulgar Devleti
Research Interests:
ÖZET Pek çok halk edebiyatı ve folklor ürünü eser, insanın hayatta kalma mücadelesini, çeşitli aşamalardan ve zorlu testlerden geçerek birey olma, aile kurma, kabile, devlet yöneticisi olma süreçlerini yöneten gelenek ve görenekleri... more
ÖZET
Pek çok halk edebiyatı ve folklor ürünü eser, insanın hayatta kalma mücadelesini,
çeşitli aşamalardan ve zorlu testlerden geçerek birey olma, aile kurma, kabile, devlet yöneticisi olma süreçlerini yöneten gelenek ve görenekleri ele alır. Doğayla insanın ilişkisini düzenleyen toplumsal normları yalnızca toplumun köklü masal ve anlatılarında karşımıza çıkmaktadır. Bir toplumun yaşadığı çevreyle uyum içinde ve doğanın dengesini koruyarak yaşamasını sağlayan ve o toplumun doğa-insan ilişkisi
konusundaki hayat felsefesini yaşama geçirmesini düzenleyen inanışları, gelenek ve
görenekleri de halkın en köklü ve eski masal ve anlatılarında ancak karşımıza çıkar.
Doğanın orman, gökyüzü, akarsu, yabani ve yırtıcı hayvanlar, ağaçlar vb. unsurlarının kutsallaştırıldığı totemizm dönemlerine ait çok çeşitli inanışlar, gelenek ve uygulamalar Tatar halk masallarının en klasik örneklerinden olan “Ak Kurt” masalında
işlenmiştir. İnsanın doğayla ilişkisinin yeniden tanımlanması ihtiyacının ve yollarının
tartışıldığı, insan yaşamını doğayla uyumlu hale getiren yeni yaşam felsefesi, düşünce ve çözüm yollarının arandığı günümüzde, halk edebiyatı ürünleri, bu gözle
yeniden keşfedilmesi, yakından ve sistematik olarak incelenmesi gereken son derece zengin düşünce kaynaklarıdır. Bu bildiride, “Ak Kurt”, “Alpamşa”, “Turay Batır” ve
diğer Tatar halk masalları örneklerinde Tatar halkının başta doğayla ilişkisini düzenleyenler olmak üzere, genel olarak gelenek, görenek ve inanışlarının yansımaları
üzerinde durulmuştur.

ABSTRACT
Many folk literature and folklore works deal with the struggle for human survival, the
traditions and customs that govern the processes of becoming an individual, establishing a family, becoming a tribe, state ruler through various stages and rigorous tests. Social norms that regulate the relationship between nature and human appear only in the rooted tales and narratives of society. The beliefs, customs and
traditions that enable a society to live in harmony with the environment in which it
lives and by preserving the balance of nature and that regulate the life philosophy of that society on the relationship between nature and human are also encountered
only in the oldest tales and narratives of the people. Nature's forest, sky, stream,
wild and predatory animals, trees, etc. a wide variety of beliefs, traditions and practices belonging to the periods of totemism, in which its elements were sanctified,
are depicted in the "White Wolf” tale, one of the most classic examples of Tatar folk
tales. The relationship between nature and human also appears in magical folk
tales such as "Shureli”, "White Snake”, "Sultan of Snakes-Shahmeran” and many
other folkloric works. In today's world, where the need and ways of redefining human's relationship with nature are discussed, new philosophy of life, thought and
solutions are sought that harmonize human life with nature, folk literature products
are extremely rich sources of thought that need to be rediscovered, closely and
systematically examined. In this paper, the reflections of traditions, customs and
beliefs in general have been emphasized in the examples of "White Wolf”,
"Alpamsha”, "Turay Batır” and other Tatar folk tales, especially those who regulate
the relationship of the Tatar people with nature.
Türkiye Türkçesiyle karşılaştırıldığında Kazan Tatarcasında yardımcı eylemlerin sayıca daha fazla olduğu ve işlevleri yönünden daha karmaşık bir durum sergilediği görülmektedir. Türkçede halihazırda dilbilgiselleşmiş olan icevheri... more
Türkiye Türkçesiyle karşılaştırıldığında Kazan Tatarcasında yardımcı
eylemlerin sayıca daha fazla olduğu ve işlevleri yönünden daha karmaşık bir
durum sergilediği görülmektedir. Türkçede halihazırda dilbilgiselleşmiş olan icevheri fiili ve -yor ekinin yanında dur-, yaz- gel- koy-, ver- gibi sınırlı sayıda
leksik yardımcı eylem bulunurken Kazan Tatarcasında otuza yakın yardımcı
eylem pek çok semantik işlev yüklenmiştir. Bunlar arasında al-, at-, bar- ‘var-‘,
başla-, bet- ‘bit-‘, beter- ‘bitir-‘, bir- ‘ver-’, bul- ‘ol-‘, cibär- ‘gönder-‘, cit- ‘yetiş-‘,
citker- ‘yetiştir-‘, çık-, çıgar-, kal-, kara- ‘bak-‘, ker- ‘gir-‘, kereş- ‘giriş-‘, kil- ‘gel-‘,
kit- ‘git-‘, kuy- ‘koy-‘, kür- ‘gör-‘, tor- ‘dur-‘, totın- ‘başla-‘, töş- ‘düş-‘, sal- ‘bırak-‘,
taşla- ‘at-‘, utır- ‘otur-‘ , yat-, yör- ‘yürü-‘, yaz- ‘yaklaş-‘ gibi otuz kadar yardımcı
eylem sözcüksel bütünlüğünü korumuştur. Öte yandan Eski Türkçe eryardımcı eyleminin dilbilgiselleşmesi sonucu ortaya çıkan ve Tatarcada henüz
ekleşmemiş olan i- cevheri fiili yanında bul- ‘ol-‘ yardımcı eylemleri de
zaman/aspekt/kiplik eklerininin yanı sıra yan tümcelerde ulaç/mastar
eklerini taşıyan yardımcı eylemler olarak işlev görmektedir. Tatarcada
yardımcı eylemler zaman, bakış (aspekt), kılınış, kiplik, delillik (evidentiality),
eylemin süresi ve sayısı, eylemin uzamsal yönü, odak gibi eyleme özgü
semantik kategoriler yanında eylemin gerçekleşme biçimi ve tarzına ilişkin
çeşitli anlamları da karşılamak üzere zarfların yerine kullanılmaktadır. Bu
bildiride Tatarcada bulunan yardımcı eylemlerin hangi semantik kategorileri
ifade ettiği irdelenecek ve yardımcı eylemlerin eylemin semantik
kategorilerine göre bir tasnif denemesi yapılacaktı
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
The Volga Vowel shift, which affected the entire vowel inventory of Volga Turkic languages, including Tatar (Berta 1982), Bashkir and Chuvash (Rona-Tas 1975) refers to historical chain shifts from OPEN to CLOSED on one hand and from... more
The Volga Vowel shift, which affected the entire vowel inventory of Volga Turkic languages, including Tatar (Berta 1982), Bashkir and Chuvash (Rona-Tas 1975) refers to historical chain shifts from OPEN to CLOSED on one hand and from CLOSED to REDUCED on the other, following each other as sequences (Rona-Tas 1975). The phenomenon known as Volga Vowel shift is an areal one which affected not only the Turkic languages but also the Finno-Ugric ones spoken in the Volga region, including Cheremis (Itkonen 1969, Kazantsev 1964, Beke, Bereczki), Vepp, Mari, Moksha Mordva and others.


There are some suggestions about the possible historical sources of Volga vowel shift, the contact relation being considered as the most likely one (See for instance Johanson 2000), although no specific language has been singled out yet as the triggering source of the chain shift. There are some indications, though, that one or some Turkic languages widely spoken in the Volga region or close by it has started the shift as a substratum language, the most likely candidates being Bulgar and Cuman Turkic since both languages were the most widely spoken languages and even they had been used as lingua franca in an area including Volga region, southern Russian plains and Northern Caucasus for long periods. One idea is that the shift was launched when the vacillating rounded vowels were became closed in Middle Turkic, namely Cuman, as having been registered in Codex Cumanicus. So the closing of rounded vowels displaced already closed rounded vowels, causing them becoming reduced or lax ones in order to preserve the phonemic contrast (See for instance Tekin 2005). The vacillating rounded vowels were identified in Codex Cumanicus, whose linguistic heritance is claimed to have passed down to those Kipchak Turkic languages like Volga Tatar, Crimean Tatar, Karachai-Balkar, Kumyk and Karaim. Another possible source and indication of the Volga area chain shift is the diphthongization of the tense (or long) vowels in Old Bulgar as registered in their funeral monuments and other linguistic documents, Chuvash, the modern representative of Old Bulgar, showing the advanced yexamples of early diphthongization phenomenon.

In this paper, we are going to bring further evidence to the vacillation of rounded vowels and diphthongization from Karachai-Balkar and Kumyk, both being spoken in an area which was linguistically under influence of Old Bulgar and Cuman Turkic, and argue that new data can be further evidence for the possible Turkic sources of the Volga vowel shift, triggering languages being Old Bulgar and Cuman Turkic.
Tatarca Öğreniyoruz 1 Tatarca öğrenenler için başlangıç seviyesinde bir ders kitabıdır. Kitap esas olarak üniversitelerin filoloji bölümlerinde öğrenim gören öğrencilerin pratik Tatarca öğrenimini desteklemek için hazırlanmıştır. Ancak... more
Tatarca Öğreniyoruz 1 Tatarca öğrenenler için başlangıç seviyesinde bir ders kitabıdır. Kitap esas olarak üniversitelerin filoloji bölümlerinde öğrenim gören öğrencilerin pratik Tatarca öğrenimini desteklemek için hazırlanmıştır. Ancak kitap hiç Tatarca bilgisi olmayan ya da çok az Tatarca bilenler için de temel Tatarca bilgilerini kendi kendine öğrenmeye yardımcı olacak niteliktedir.
Kitabın içeriği Tatarcanın öğretimini okuma, yazma, konuşma ve dinleme olmak üzere dört temel alanda beceriyi geliştirecek şekilde oluşturulmuştur. Diyaloglar, metin parçaları, dinleme metinleri, dinleme alıştırmaları, ünite konularına yönelik soru-cevaplar ve grup çalışmaları bu dört beceriyi bütünleşik olarak öğrenmeye yardımcı olacak niteliktedir.
Kitap toplam 25 üniteden oluşmakta ve her ünite pratik yaşamda dil kullanımını gerektirecek temel konu alanlarından biri etrafında gelişmektedir. Her ünitede bir ana konunun yanında çeşitli alt konu başlıkları altında diyaloglara, okuma ve dinleme metinlerine yer verilmiş, ana konu ve alt konu başlıkları altında öğrenilmesi hedeflenen bilgileri pekiştirmek için uygulama ve grup çalışmaları teşvik edilmiştir. Her ünitede kazandırılmak istenen dilbilgisi bilgileri o ünitenin sonunda tablolar halinde verilmiştir.
Tatarca Öğreniyoruz 1 hem içerik hem biçim olarak Tatarca öğrenenler için;
• öğretici
• bilgi verici
• basitten karmaşığa
• ilgi çekici
• öğrenmeyi teşvik edici
• pratikte faydalı
• eğlenceli olması hedeflenerek hazırlanmış bir dil öğrenme kitabıdır.
Bu kitap bölümünde, Tatar etnik ve kültürel kimliğinin oluşumuna etki eden ve günümüz Tatar halkının oluşumunun başlangıcından itibaren dahil oldukları kültür çevrelerinin Tatar maddi kültürüne, özel olarak mutfak kültürüne etkileri söz... more
Bu kitap bölümünde, Tatar etnik ve kültürel kimliğinin oluşumuna etki eden ve günümüz Tatar halkının oluşumunun başlangıcından itibaren dahil oldukları kültür çevrelerinin Tatar maddi kültürüne, özel olarak mutfak kültürüne etkileri söz varlığı bağlamında incelenmektedir.
Türkiye Türkçesiyle karşılaştırıldığında Kazan Tatarcasında yardımcı eylemlerin sayıca daha fazla olduğu ve işlevleri yönünden daha karmaşık bir durum sergilediği görülmektedir. Türkçede hali hazırda dilbilgiselleşmiş olan i- cevheri... more
Türkiye Türkçesiyle karşılaştırıldığında Kazan Tatarcasında yardımcı
eylemlerin sayıca daha fazla olduğu ve işlevleri yönünden daha karmaşık bir  durum sergilediği görülmektedir. Türkçede hali hazırda dilbilgiselleşmiş olan i- cevheri eylemi ve -yor ekinin yanında dur-, yaz- gel- koy-, ver- gibi sınırlı sayıda leksik yardımcı eylem bulunurken Kazan Tatarcasında otuza yakın yardımcı eylem pek çok semantik işlev yüklenmiştir. Bunlar arasında al-, at-, bar- ‘var-‘,
başla-, bet- ‘bit-‘, beter- ‘bitir-‘, bir- ‘ver-’, bul- ‘ol-‘, cibär- ‘gönder-‘, cit- ‘yetiş-‘, citker-
‘yetiştir-‘, çık-, çıgar-, kal-, kara- ‘bak-‘, ker- ‘gir-‘, kereş- ‘giriş-‘, kil- ‘gel-‘, kit- ‘git-‘,
kuy- ‘koy-‘, kür- ‘gör-‘, tor- ‘dur-‘, totın- ‘başla-‘, töş- ‘düş-‘, sal- ‘bırak-‘, taşla- ‘at-‘,
utır- ‘otur-‘ , yat-, yör- ‘yürü-‘, yaz- ‘yaklaş-‘ gibi otuz kadar yardımcı eylem
sözcüksel bütünlüğünü korumuştur. Öte yandan Eski Türkçe er- yardımcı
eyleminin dilbilgiselleşmesi sonucu ortaya çıkan ve Tatarcada henüz ekleşmemiş
olan i- cevheri eylemi yanında bul- ‘ol-‘yardımcı eylemleri de zaman/görünüş
(aspekt)/kip eklerininin yanı sıra yan tümcelerde ulaç/mastar eklerini taşıyan
yardımcı eylemler olarak işlev görmektedir. Tatarcada yardımcı eylemler zaman,
bakış (aspekt), kılınış, kip, kanıtsallık, eylemin süresi ve sayısı, eylemin uzamsal yönü, odak gibi eyleme özgü semantik kategoriler yanında eylemin gerçekleşme biçimi ve tarzına ilişkin çeşitli anlamları da karşılamak üzere zarfların yerine kullanılmaktadır. Bu makalede Tatarcada i- ve bul yardımcı eylemlerinin zaman kategorisine ait işlevleri üzerinde durulacaktır.
Serüven masallarının çok sayıda örneğini Tatar masalları arasında ve çevirisini yaptığımız bu kitapta bulmaktayız. Kahramanın kendi şehrinden veya ülkesinden ayrılarak yabancı memleketlere ve Kafdağı, yer altı dünyası gibi masalsı yerlere... more
Serüven masallarının çok sayıda örneğini Tatar masalları arasında ve çevirisini yaptığımız bu kitapta bulmaktayız. Kahramanın kendi şehrinden veya ülkesinden ayrılarak yabancı memleketlere ve Kafdağı, yer altı dünyası gibi masalsı yerlere doğru yola çıktığı masallar arasında erkek kahramanların başından geçen maceraların ve mücadelelerin anlatıldığı masallar arasında “Çakmak Taşı”, “Padişah ile Asker”, “Hamurdan Kahraman”, “Üç Güvercin”, “Ak Kısrak”, “Ak Kurt”, “Güneşe Görünmeyen Güzel Gümüş”, “Altın Kuş”, “Altın Balık”, “Kurbağa, Fare, Ayakkabı” sayılabilir.

Hayvan masalları da Tatar masalları arasında önemli bir yer tutar. Bu türden Tatar halk masallarında hayvanların çağlar boyunca gözlemlenen davranış biçimlerinde insanlara özgü çeşitli karakter özellikleri ve davranış kalıpları resmedilir. Başka bir deyişle, hayvan masallarında temsil edilen tipik davranış özellikleri ile hayvanlar toplumsal stereotiplerin sembolleridir. Diğer yandan toplumda açıkça eleştirilmesi mümkün olmayan çeşitli sınıf temsilcilerini ve zümreleri, davranışları ve alışkanlıkları hicvetmek için bu masallardaki Ezop dilinden faydalanılmıştır. Çeviri kitabımızda çok sayıda hayvan masalı arasında “Keçi ile Koyun”, “Keçi ile Kurt”, “Hileye Karşı Hile”, “Hilekâr Tilki”, “Ayı, Tilki, Dede” ve “Cesur Horoz” sayılabilir.

Tatar halk masallarının bir diğer türünü hayat ve yaşayışla ilgili masallar oluşturur. Bu masalların çoğu sıkça karşılaşılan durumlara bir cevap olarak yakın zamanlarda ortaya çıkmış masallardır. Kahramanları insan olan bu türden masallar, olağanüstü unsurları barındırmayıp sıradan insanların günlük yaşamda karşılaştıkları sorunlar karşısında ve koşullar altında bu sorunları nasıl ve hangi yetenekleriyle çözdüklerine işaret eder. Bu türden masallar çeviri kitabımızda çok sayıda olup bunlar arasında “Maharetli İnsan Ölmez”, “Döv Horoz!”, “Kurnaz Adam”, “Cimri ile Cömert”, “Saman Tarhan”, “Padişah, Vezir, Değirmenci”, “Guguk Kuşu Ötünce Çobanın Ücretini Alması”, “Şombay”, “Zengin Avcı”, “Övüngen Zengin”, “Hazır Cevap Kız”, “Eğri Kayın Ağacının Dayağı”, “Zakir ile Şakir”, “Eğreltiotu Çiçeği”, “Saban İzinde Balık”, “Üç Çuval Söz”, “Kanaatsiz”, “Fakir Gelin”, “Zeki Damat”, “İki Yalancı”, “Akıllı İhtiyar”, “Akıllı Gelin”, “Köylü Kazı Nasıl Bölmüş?”, “Üç Soru”, “Boş Sevinç”, “Yedi Bacanağı Bir Kurt Yemiş”, “Korkak Yol Arkadaşı” ve “Akıllı Kız” sayılabilir.

“Altın Balık: Tatar Halk Masalları” başlığıyla çevirisini yaptığımız bu kitap “Altın Balık: Tatar Halık Ekiyetleri” başlığıyla 1999 yılında Tataristan Cumhuriyeti’nin başkenti Kazan’da “Tataristan Kitap Neşriyatı” tarafından yayımlanmıştır. Masallar “orta ve ileri yaş okul çocukları” için Firaye Ziyatdinova tarafından kurulup yazıya geçirilmiş, kitabın orijinalinde yer alan resimler Vitaliy Bulatov tarafından yapılmıştır. Kitapta toplam yetmiş üç masal yer almaktadır. Çeviri kitabımızda bir masal dışında diğer tüm masalların Türkçeye çevrisi yapılmıştır.
Bu çalışmanın konusu, bugünkü Tataristan coğrafyasında başta edebiyat olmak üzere, basın (gazete, dergi vs.), yayın (Tv ve Radyo yayınlarında) ve eğitim (ilk ve orta öğretimde zorunlu) alanlarında kullanılmakta olan "yazı dili"... more
Bu çalışmanın konusu, bugünkü Tataristan coğrafyasında başta edebiyat olmak üzere, basın (gazete, dergi vs.), yayın (Tv ve Radyo yayınlarında) ve eğitim (ilk ve orta öğretimde zorunlu) alanlarında kullanılmakta olan "yazı dili" Tatarcasıdır. Öte yandan Tatarcanın konuşma dili olarak özellikle şehir popülasyonu arasındaki kullanım alanı devletin birinci resmi dili olan Rusçaya göre çok daha sınırlıdır. Tatar dili ve kültürü 1552 yılında Kazan Hanlığı'nın yıkılmasından itibaren Rus baskısı altında kalmıştır. Sovyet dönemindeki azınlık halkların asimilasyonu politikalarıyla iyice ağırlaşan bu baskı Tatarlar arasında her geçen kuşakta daha da derinleşen dil değiştirme (language shift) sonucunu doğurmuştur. Tatarca konuşanların sayısı her geçen gün daha da azalmaktadır (Wertheim 2003:348). Tatarca, Tataristan Cumhuriyetinin Rusçadan sonra ikinci resmi dilidir. Bugün Tatarca, her ne kadar Tatarların azınlık olarak yaşadıkları Tataristan'da millet olarak varlıklarını devam ettirmelerinin en önemli aracı olarak görülmekte ve Tatarcanın Sovyet döneminde yitirdiği sosyal ve politik öneminin Sovyet sonrası dönemde yeniden kazandırılması yolunda özellikle Tataristan Cumhuriyetinin 1991 yılında otonom hale gelmesinden sonra, gerek Tatar hükümeti, gerekse Tatar aydınları nezdinde çeşitli adımlar atılmakla birlikte, halen Tatarca Tataristan Cumhuriyetinde 4 milyonluk nüfusun yaklaşık ¼ ü tarafından konuşulmaktadır. Konuşma dili olarak şehirlerde katışıksız olarak ya da Tataristan Cumhuriyetinin resmi dili olan ve Tatarcadan çok daha fazla kullanım alanına sahip olan Rusça ile çeşitli derecelerde karışık olarak çeşitli stillerde konuşulmaktadır. (Tanıtım Bülteninden)