Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
Modern dönemde siyasal ve toplumsal yapıların değişmesi, ulus devletlerin ve demokratik rejimlerin dünya çapında yaygınlık kazanması toplumu yönetilen pozisyonundan siyasal karar verici pozisyonuna intikal ettirmiştir. Bu durum toplumun... more
Modern dönemde siyasal ve toplumsal yapıların değişmesi, ulus devletlerin ve demokratik rejimlerin dünya çapında yaygınlık kazanması toplumu yönetilen pozisyonundan siyasal karar verici pozisyonuna intikal ettirmiştir. Bu durum toplumun her kesiminin siyasal meseleler hakkında bilgi sahibi olmasını zarurî hale getirmiştir. Bu konuların felsefî ve sosyolojik derinliği olan meseleler olması toplumların yeni siyasal yöntemleri benimsemesi için farklı öğretim ve iletişim tarzlarının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Ayrıca farklı siyasal ideolojileri savunan siyasal gruplar da fikirlerini toplumun her kesimine aktarmak için bu arayışa dahil olmuşlardır. Bahsi geçen arayışların neticesi olarak ortaya çıkan unsurlardan biri sloganlardır. Sloganların belli bir siyasal fikir ya da ideolojinin temel kabullerini, anahtar kavramlarla ve kolay akılda kalacak şekilde sunması devletler ve siyasal grupların sloganları sıkça kullanmasına sebebiyet vermiştir. Sloganları siyasal zihniyetlerini aktarma hususunda kullanan unsurlardan biri de İslamcı düşüncenin müntesipleri olmuştur. Bu doğrultuda Türkiye'de İslamcı düşüncenin 1970'lerdeki temel gerilimlerinin sloganlar etrafında ele alınmasının amaçlandığı çalışmada Şûrâ dergisinin kırk bir sayısında, sayfaların üst kısmında yer verilen sloganlar söylem analizi yöntemi ile incelenmiştir. Çalışmada elde edilen sonuç Şûrâ dergisinin dinî açıdan literalist ve dışlayıcı, toplumsal açıdan ötekileştirici ve siyasal açıdan devrimci bir söyleme sahip olduğu, dergideki sloganların bu anlayışları özetleme ve aktarma amacıyla kullanıldığı olmuştur.
Siyasetin bir tarafıyla bilinen bir tarafıyla yapılan bir iş olduğu malumdur. Bu durum siyaseti aynı anda hem ilim hem de sanat haline getirir. Klasik dönemde ilim anlayışının modern dönemin aksine çok daha geniş bir değerlendirme... more
Siyasetin bir tarafıyla bilinen bir tarafıyla yapılan bir iş olduğu malumdur. Bu durum siyaseti aynı anda hem ilim hem de sanat haline getirir. Klasik dönemde ilim anlayışının modern dönemin aksine çok daha geniş bir değerlendirme biçimine sahip olması farklı ihtisas sahalarındaki ulemayı siyaset ilmi ile de iştigal etmeye iter. Bu doğrultuda neşredilen siyasetnamelerde hükümdar-ulema ilişkileri eserlerin değişmez unsurlarından biri haline gelir. Alimler bir taraftan hükümdarulema ilişkilerine dair genellemeler yaparken diğer taraftan hükümdarın kendisine yönelik muamelesini de şekillendirmeye çalışır. Bu doğrultuda hükümdar ilme ve alime hürmet etmeye teşvik edilir. Ulemanın ilmî çalışmalarını dünyevî endişelerden bağımsız bir şekilde gerçekleştirebilmesi için maddî refahının sağlanması talep edilir. Gerçek alim sahte alim ayrımına gidilerek hükümdarı kendi şahıs ve grubunu takviye diğerlerini ise tasfiye etmeye yönlendirme çabası gösterilir. Eserlerde hükümdar-ulema ilişkileri bakımından ideal bir yapının idrak ve izahı ile realiteye istikamet verilmesi arasındaki gerilim açık bir şekilde hissedilir. Bu minvalde çalışmada İslam siyaset düşüncesi çerçevesinde telif edilmiş siyasetnamelerde hükümdarulema ilişkilerinin ne şekilde ve hangi motivasyonlar etrafında ele alındığının tespit edilmesi amaçlanmıştır. Bu doğrultuda çalışmada farklı dönemlerde yaşamış, farklı devletlerin tebaası olmuş müelliflerin siyasetnameleri mukayeseli bir şekilde tetkik edilmiştir. Çalışma neticesinde varılan sonuç siyasetnamelerde verilen tavsiyelerin hükümdarı ulemaya danışmaya teşvik etmek üzerine kurgulandığı, bu eserleri telif eden ulemanın da bir taraftan devletin diğer taraftan şahsiyetinin ikbalini temin etme gayreti gösterdiği olmuştur.

It is well known that politics is on the one hand a science and on the other a practice. This makes politics both a science and an art at the same time. The fact that the understanding of science in the classical period had a much broader perspective in contrast to the modern period pushed ulama in different fields of specialization to engage in the science of politics as well. In the politicsbooks published in this direction, the relations between the ruler and the ulema become one of the permanent elements of the works. While making generalizations about the relations between the ruler and ulama, ulema also try to shape the ruler’s approach towards them. Accordingly, ulama encourage the ruler to respect knowledge and ulama. The ruler is demanded to ensure the welfare of ulama so that they can perform their scientific studies independently of worldly concerns. By distinguishing between true ulama and false ulama, efforts are made to encourage the ruler to reinforce his own person and group and to eliminate others. The tension between the realization and explanation of an ideal structure in terms
of the relations between the ruler and the scholars and the direction given to reality is clearly felt in the works. In this direction, this study aims to determine the motivation and nature of the ruler-ulama relations in politicsbooks written within the framework of Islamic political thought. In this direction, politicsbooks written by authors who lived in different periods and were citizens of different states were analyzed in a comparative method. The conclusion of the study is that the advice given in politicsbooks is based on encouraging the ruler to consult ulama, and that the ulema who compiled these works endeavored to ensure the future of the state on the one hand and the prosperity of their personalities on the other.
İslam Siyaset Düşüncesi’nin kaynaklarına intikal edildiğinde görülebilecek en temel eserlerin siyasetnameler olduğu malumdur. Devlet, hükümdar, siyaset ve cemiyet gibi meselelere dair tetkik, tespit ve tekliflerini telif ettikleri... more
İslam Siyaset Düşüncesi’nin kaynaklarına intikal edildiğinde görülebilecek en temel eserlerin siyasetnameler olduğu malumdur. Devlet, hükümdar, siyaset ve cemiyet gibi meselelere dair tetkik, tespit ve tekliflerini telif ettikleri siyasetnameler vasıtasıyla izhar eden müellifler böylece İslam Siyaset Düşüncesi’nin de bir parçası olmanın imkanını bulur. Bu meyanda ihtisas sahası ilm-i siyaset olmayan mütefekkirler dahi siyasete dair eser telif etme arzusu duyar. Bu isimlerden biri de Arap dili ve edebiyatı alanında mütehassıs olduğu kabul edilen Ebû Mansûr es-Seâlibî olur. Seâlibî kaleme aldığı Âdâbü’l-Mülûk serlevhalı eser ile siyasetname geleneğinin bir parçası haline gelir. Seâlibî eserini siyasetin mahiyet ve keyfiyetine dair kanaatlerini doğrudan ifade etmek yerine kendi kanaatini destekleyecek iktibaslar yapmak suretiyle inşa eder. Bu iktibasları yaparken ise yalnızca İslam’ın temel kaynakları ve önemli İslam büyükleri ile sınırlı kalmaz. Ayet-i Kerime ve Ehadis-i Nebevî’den Yunan filozofları ile Bizans ve Sasani hükümdarlarına kadar uzanan iktibas genişliği Seâlibî’nin siyaset geleneğine dair fikrini de ortaya koyar. Çalışma neticesinde varılan sonuç Seâlibî’nin düşüncesini dini, siyasi ve felsefi otoritelere dayandırdığı ve İslam öncesi dönemdeki farklı siyasal geleneklere başvurmak suretiyle İslam Siyaset Düşüncesi’nin kaynaklarını geniş bir biçimde ele aldığı olmuştur.

Regarding Islamic Political Thought, it is widely known that politicsbooks are the most fundamental works that can be seen. Intellectuals have put forward their investigations, determinations and suggestions on issues such as the state, the ruler, politics and society through the politicsbooks they wrote. Thus, these people had the opportunity to participate in Islamic Political Thought. In this direction, even intellectuals whose field of expertise is not political science have the desire to write works on politics. One of these people is Se’ālibī, who is considered to be an expert in
the Arabic language and literature. He has become a part of the tradition of politicsbooks with his work named Ādāb al-Mulūk. Se’ālibī wrote his work by quoting to support his ideas instead of directly expressing his ideas about the structure of politics. While making these quotations, he was not limited to the fundamental sources of Islam and important Islamic elders. The variety of references from the verses of the Qur'an and the ḥadīths of the Prophet to the words of Greek philosophers,  Byzantine and Sassanid rulers also reveals Se’ālibī's idea of the political tradition. In
this direction, the question "What place does al-Sālibī's Ādāb al-Mulūk have in the tradition of Islamic political thought?" is tried to be answered. The aim of the study is to determine the extent of Seālībī's world of thought's connection with the tradition by using a comparative method. The conclusion reached as a result of the study is that Se’ālibī bases his thought on religious, political and philosophical authorities and deals with the sources of Islamic Political Thought broadly by referring to different political traditions in the pre-Islamic period
Modern dönemde İslam düşüncesinin önemli simalarından biri Aliya İzzetbegoviç olur. Öncelikle modernleşme devrinin buhranları ile sonrasında jeopolitik ve tarihî zaruretlerle mücadele eden ve içinde bulundukları dünyaya kendileri kalarak... more
Modern dönemde İslam düşüncesinin önemli simalarından biri Aliya İzzetbegoviç olur. Öncelikle modernleşme devrinin buhranları ile sonrasında jeopolitik ve tarihî zaruretlerle mücadele eden ve içinde bulundukları dünyaya kendileri kalarak cevap vermeye gayret gösteren Bosnalı Müslümanların yaşadığı tecrübeyi şahsında tecessüm ettiren İzzetbegoviç, fikriyatı kendi bağlamı etrafında değerlendirilmesi gereken bir şahsiyettir. İzzetbegoviç’in düşünce dünyası genel olarak değerlendirildiğinde onun İslam tasavvurunun modern yorumlarından beslendiği müşahede edilir. Bununla beraber düşünce tarihi bağlamı içerisinde yapılacak bir tetkik İzzetbegoviç’in bir yanıyla devrinin ruhu ve mecburiyetlerine intikal ederken diğer yanıyla İslamlaşma devrinden itibaren Bosna’yı teşekkül ettiren Türk tasavvuf geleneğinden beslendiğini gösterir. O, gelenek ve tasavvuf tenkidi yaparken onun zihniyet dünyasını kurgulayan usulde gelenek ve tasavvufun izleri tespit edilebilir. İçtimaî bilinçaltı o farkında olmasa da bir cemiyetin mensubu olmanın bizatihi getirdiği kolektif idrak tarzının bir parçası haline gelmesini sağlar. Varoluş mücadelesi veren bir cemiyet için çaba gösteren İzzetbegoviç’in fikriyatına, muhafaza ettiği cemiyetin varoluşsal itikatları yön verir. Bu durumun en iyi görülebileceği eserlerden biri Doğu Batı Arasında İslam’dır. Bu doğrultuda söylem analizi yönteminin kullanılacağı çalışmada Aliya İzzetbegoviç’in Doğu Batı Arasında İslam serlevhalı eserinde takip ettiği yöntem Türk tasavvuf geleneğinin bölgedeki en etkin unsuru olarak görülebilecek Nakşibendiyye anlayışı etrafında anlaşılmaya çalışılacaktır. Çalışma neticesinde varılan sonuç, Aliya’nın Doğu Batı Arasında İslam’da ortaya koyduğu, İslam’ı dünya ile ukba arasında bir vasat olarak gören anlayış tarzının pek çok yoruma açık olmakla birlikte Türk düşünce geleneği etrafında da değerlendirilebileceği olmuştur.
İnsanlık tarihinde, kadim devirlerden itibaren bir bütün olarak tetkik edildiğinde insanın düşünme, yaşama, anlama, açıklama, bir araya gelme ve yönetme gibi hayatını tanzim ettiği neredeyse bütün faaliyetlerinin dinî bir mahiyette... more
İnsanlık tarihinde, kadim devirlerden itibaren bir bütün
olarak tetkik edildiğinde insanın düşünme, yaşama, anlama,
açıklama, bir araya gelme ve yönetme gibi hayatını tanzim
ettiği neredeyse bütün faaliyetlerinin dinî bir mahiyette
teşekkül ettirdiği görülür. Bu istikamette dinî zihniyet, şahsiyet,
kurum ve yapıların insanlık tarihine etkisinin bir benzerine
rastlamak muhaldir denilebilir. Dinin mahiyet ve keyfiyeti
tarih ve mekânın şartlarında değişim ve dönüşüm gösterse de
bir ilahî ve içtimaî yapı olarak din, fert ve cemiyet hayatındaki
etkinliğini muhafaza etmeyi sürdürür. İlahî niteliğinin yanında
toplumsal müessese kimliğine de sahip olan dinler, ortaya
koydukları etkiye kurumsal etkinliklerinden insanın düşünme
tarzını biçimlendirme kabiliyetleri sayesinde sahip olur. İnsanın
varlığına, kendisine, amacına ve dünyaya dair sorulara dinlerin
verdiği yanıtlar ve dinin aslî kaynakları çerçevesinde şekillenen
yanıt bulma biçimleri aynı zamanda insanın düşünme tarzlarını
da etkiler ve toplumsal bir bilinçaltına dönüşerek içtimaî kurum
ve yapıların da zamanla dinî bir nitelik arz etmesini yanında
getirir.
Considering the political culture of the 20th century, it can be said that one of the essential elements shaping political mentality and activities is the concept of ideology. Especially after the Second World War, the world system was... more
Considering the political culture of the 20th century, it can be said that one of the essential elements shaping political mentality and activities is the concept of ideology. Especially after the Second World War, the world system was shaped around capitalism and communism, the dominant ideologies of the period. This situation has been determinant in political processes and international relations in this period, known as the Cold War period, and it has also brought intellectuals to produce ideas by being influenced by the concept of ideology. In this direction, it is important to examine the world of thought of Sezai Karakoç -one of the most influential intellectuals of Turkey and influenced Turkish thought with his literary and intellectual writings- in the context of ideology during the Cold War period. In this context, it is aimed to examine themes such as the concept of ideology, the characteristics of capitalism and communism, and the struggle between them in Sezai Karakoç’s works other than poetry. The method of discourse analysis was used in the study, and the result was that Sezai Karakoç’s world of thought was significantly influenced by the political and intellectual context of the Cold War period, and the concept of ideology and the idea of a struggle between ideologies had a decisive effect on his mentality. It has become clear that Karakoç’s works are one of the most important examples of intellectual pursuits and struggles that directly reflect the context of Islamist thought in Turkey during the Cold War period.
Siyaset Bilimi çalışmalarında kullanılan analiz düzeylerinden biri bireydir. Birey düzeyinde analizler, siyasal karar vericilerin şahsiyetini temel alarak gerçekleştirilmekte ve bu doğrultuda siyasetin icracılarının bireysel özellikleri... more
Siyaset Bilimi çalışmalarında kullanılan analiz düzeylerinden biri bireydir. Birey düzeyinde analizler, siyasal karar vericilerin şahsiyetini temel alarak gerçekleştirilmekte ve bu doğrultuda siyasetin icracılarının bireysel özellikleri siyasetin mahiyetinin anlamlandırılması hususunda dikkate alınan başlıca unsur olmaktadır. Bu durum İslam siyaset düşüncesinin temel kaynağını teşkil eden siyasetnamelerde de geçerlilik arz etmektedir. Devlet yöneticilerine hitaben kaleme alınan siyasetnamelerde lider merkezli bir siyaset anlatısı ortaya koyulmaktadır. Bu eserlerde bir liderin hangi kişisel özelliklere sahip olması ve hangilerinden kaçınması gerektiğine dair bahisler özellikle ele alınmaktadır. Bu hususiyetler etrafında ideal liderden ideal siyasete uzanan bir tasavvur inşa edilmektedir. Bu anlamda siyasetin baş icracısı konumunda olan hükümdar, yalnızca kendisine öğüt ve tavsiyelerde bulunulan bir aktör değil aynı zamanda siyasetin kâmil bir hale getirilmesinde en temel unsur olmaktadır. Dolayısıyla İslam siyaset düşüncesinde hükümdarın şahsi özelliklerine yönelik yapılan vurguları incelemek, lider merkezli siyaset anlatısının anlamlandırılmasında önemli hale gelmektedir. Bu doğrultuda çalışmada İslam siyaset düşüncesindeki lider merkezli siyaset tasavvurunun Ebü’n-Necîb Şeyzerî’nin Nehcü’s-Sülûk fî Siyaseti’l-Mülûk serlevhalı eseri çerçevesinde tetkik edilmesi amaçlanmaktadır. Söylem analizi yönteminin kullanıldığı çalışmanın neticesinde varılan sonuç, İslam siyaset düşüncesinde devlet ve siyasetin kurucu unsuru olarak kabul liderin şahsiyetinin siyasete yön verdiği ve ideal siyasete ulaşmanın yolunun ideal lideri inşa etmekten geçtiği fikrinin hakim olduğudur.

One of the levels of analysis used in Political Science studies is the individual. Analyzes at the individual level are carried out based on the personality of the political decision-makers, and in this direction, the individual characteristics of the decision-makers are the main factor taken into account in interpreting the quality of politics. This is also valid in the political books that constitute the main source of Islamic political thought. There is a leader-centered political narrative in the policy books written for state administrators. In these works, the issues of which personal characteristics a leader should have and which behaviors should be avoided are especially discussed. A vision is built around these personal characteristics, from the ideal leader to the ideal politics. In this context, the ruler who is the chief executive of politics is not only an actor to whom advice is given but also the main element in politics. Therefore, examining the emphasis on the personal characteristics of the ruler in Islamic political thought becomes important in interpreting the leader-centered political narrative. In this context, in this study, it is aimed to examine the leader-centered political conception in Islamic political thought within the framework of Ebü’n-Necîb Şeyzerî’s Nehcü’s- Sülûk fî Siyaseti’l-Mülûk. The method of discourse analysis was used in the study and it was concluded that the personality of the leader, who is accepted as the founding element of the state and politics in Islamic political thought, directs politics and that the way to reach the ideal politics is to build the ideal leader.
Sinemanın söylem üretme ve bu söylemleri küresel bir kültüre dönüştürme kabiliyeti olduğu malumdur. Bilhassa popüler kültür unsuru haline gelen çeşitli figürler kullanılarak tesis edilen sinema filmleri, söylemlerini daha etkin bir... more
Sinemanın söylem üretme ve bu söylemleri küresel bir kültüre dönüştürme kabiliyeti olduğu malumdur. Bilhassa popüler kültür unsuru haline gelen çeşitli figürler kullanılarak tesis edilen sinema filmleri, söylemlerini daha etkin bir şekilde iletme imkânı bulur. Bu hususta örnek gösterilebilecek en önemli figürlerden birinin Batman olduğu söylenebilir. 1939’da ortaya çıktığı çizgi romandan itibaren önemli bir popüler kültür unsuru haline gelen Batman sinemada da kendisine defaten yer bulur. Bu sinema filmleri içerisinde siyasal ve toplumsal alana dair ürettiği söylemler üzerinde durulması gerekenlerden biri Christopher Nolan’ın yönetmenliğini yaptığı 2005 yılında gösterime giren Batman Begins olur. Burjuva sınıfının müntesibi bir aileden gelen Bruce Wayne’in bu sınıfın varoluşsal kaynağı olan şehri yani Gotham’ı içinde bulunduğu yozlaşmadan kurtarmak için burjuva süper kahramanına dönüşmesinin hikayesini konu edinen film, siyasetin toplumsal cephesi ve medeniyetin mahiyet ve keyfiyeti üzerine çeşitli tartışmalar yürütür. İbn Haldûn’un bedavetle hadaret arasında intikal eden toplumsal yapıların bu süreçte ortaya koydukları yapısal dönüşümleri merkeze aldığı Mukaddime serlevhalı eseri bu tip anlatıların ortaya koyduğu unsurları tetkik etme hususunda işlevsel bir niteliğe bürünür. Bu doğrultuda söylem analizi yönteminin kullanılacağı çalışmanın amacı Batman Begins filmindeki bu tartışmaları İbn Haldûn’un zihniyet dünyası etrafında değerlendirmektir. Çalışmanın sonucu, Batman Begins’in toplum, siyaset ve medeniyet gibi hususlardaki söylemlerinin Haldûnî nazariye etrafında değerlendirilebileceği olmuştur.

Cinema has the ability of creating a discourse and turning it into a global culture with a narrative perspective is known by everyone. In this direction, especially the movies produced by using various figures that have become popular culture elements are find the opportunity to transfer of discourses that they have been produced, more effectively. In this regard, Batman may be one of the most significant figures. Since the first reveal of Batman in 1939, It has become an important popular culture element and find a place in cinema frequently. Among all of Batman movies, Batman Begins which directed by Christopher Nolan and was screened in 2005 is one of the movies that has importance due to its political and social discourses. The movie runs discussions on social side of politics, quality and state of civilization. It is about Bruce Wayne, who is a member of a family that follower of bourgeoisie and transforming a bourgeoisie super hero in order to save the city, Gotham which is actually the existential source of bourgeoisie class, from corruption and evil. Mukaddime titled book from Ibn Khaldun which points processes of social structures that moves from migrant settler to permanent settlement and structural transformations to the center has a functional quality in order to review those type of elements. In this direction, discourse analysis method will be used and the aim of the study is reviewing the discussions on Batman Begins around Ibn Khaldun’s mindset. As a result of the study, Batman Be- gins’ discourses on the topics such as society, politics and civilization can be reviewed around Ibn Khaldun’s theoretical approach.
Türk tarih tecrübesi için İslamlaşma devri öncesinden etkilenen ve sonrasını etkileyen bir dönem olarak hususi bir manayı ifade eder. Bu anlamda İslamlaşma devrinin anlaşılması Türk dünya görüşü ve hayat pratiklerinin idraki için... more
Türk tarih tecrübesi için İslamlaşma devri öncesinden etkilenen ve sonrasını etkileyen bir dönem olarak hususi bir manayı ifade eder. Bu anlamda İslamlaşma devrinin anlaşılması Türk dünya görüşü ve hayat pratiklerinin idraki için varoluşsal bir öneme sahip olur. İslamlaşma devrinin tetkikinde ise yazılı kültür unsurları kadar sözlü kültür unsurlarına da intikal etmek devrin şartları değerlendirildiğinde bir zarurete dönüşür. Nitekim devri anlamanın imkânını arayan Mehmet Fuad Köprülü, Irène Mélikoff ve Ahmet Yaşar Ocak gibi isimler çalışmalarında yazılı kültür ürünlerine olduğu kadar sözlü kültür unsurlarına da başvurur. Türk tarihinin İslam öncesi dönemlerinde fikriyatın sözlü edebi kültür unsurları ile bir gelenek haline getirildiği ve aktarıldığı düşünüld üğünde İslamlaşma devri için de sözlü kültüre dayalı edebi eserlerin kıymeti kendiliğinden aşikâr olur. Bu istikamette İslamlaşma devrini anlamak için kapısının çalınması icap eden ilk eserlerden birinin ise Dede Korkut Oğuznameleri olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Dede Korkut Oğuznameleri Türk edebî zihniyetinin bir hülasası olduğu kadar İslamlaşma devrinin yapısı, tarihi ve zihniyeti de onda tecessüm eder. İslamlaşma devrinin siyasî, iktisadî, içtimaî, dinî ve şahsî tüm unsurları bu eserde gözlemlenebilir. Türklerin İslamlaşma devri adeta ete kemiğe bürünür Dede Korkut Oğuznameleri olarak görünür. İslamlaşma devrinin dinî anlamda ortaya çıkan kitabî, şifahî ve mistik tüm unsurları Dede Korkut Oğuznameleri’nde kendisine yer bulur. İslamlaşma devrinin hülasası Dede Korkut Oğuznameleri’nde olduğu gibi Dede Korkut Oğuznameleri’nin hülasası da Duha Koca Oğlu Deli Dumrul bahsinde bulunur. İslamlaşma devri adeta Deli Dumrul’un şahsında kendisini gösterir. Bu hikâyede Tanrı günlük hayat diliyle konuşturulur, Azrail ak sakallı bir ihtiyar olarak tasvir edilir ki bu unsurlar İslamlaşmanın şifahî cephesini aşikâr kılar. Bunun yanında Deli Dumrul Tanrı’nın vasıflarını anarken kitabî İslamlaşmanın zihniyetini ortaya koyar, Maturidiliğin Tanrı tasavvuru etrafında söylemlerini üretir. Tanrı’ya yakarışlarındaki ifadeleri ise tasavvufî zihniyetin bir atıf klasiği haline getirdiği hadislerle inşa edilir. Böylece İslamlaşmanın şifahî, kitabî ve mistik tüm boyutları Deli Dumrul’un ağzından tarihe şehadet eder. Bu istikamette söylem analizi yöntemi kullanılacak olan çalışmada İslamlaşma devri din ve düşünce tarihinin Dede Korkut Oğuznameleri’ndeki Duha Koca Oğlu Deli Dumrul Oğuznamesi üzerinden okunması amaçlanmaktadır. Çalışma doğrultusunda varılan sonuç ise İslamlaşma devri tarihini dönemin yazılı olduğu kadar sözlü kültür merkezli edebi eserleri üzerinden de okumanın mümkün olduğu ve Dede Korkut Oğuznameleri’ndeki Duha Koca Oğlu Deli Dumrul Oğuznamesi’nin bu durum için tutarlı bir örnek teşkil ettiğidir.
Avrupa’da ortaya çıkan siyasî, iktisadî, dinî ve toplumsal dönüşümler çerçevesinde teşekkül ettirilen yapı karşısında Osmanlı Devleti’nin ortaya koyduğu çabanın netice vermemesi yeni bir değişim arayışının temellerini atar. III. Selim... more
Avrupa’da ortaya çıkan siyasî, iktisadî, dinî ve toplumsal dönüşümler çerçevesinde teşekkül ettirilen yapı karşısında Osmanlı Devleti’nin ortaya koyduğu çabanın netice vermemesi yeni bir değişim arayışının temellerini atar. III. Selim Dönemi’nden önce ıslah ve kanun-ı kadime dönüş fikri bu devirden itibaren yerini yapısal ve kurumsal değişimlere bırakır. Osmanlı modernleşme tecrübesine dair literatürün bu devri milat olarak kabul etmesinin sebebi de bu olur. Geleneksel yapılara olan güvenin zayıfladığı, bu yapılardaki eksiklik ve sorunların izalesinin problemi çözmek hususunda yeterli olmayacağı fikri bu dönemde kendisini gösterir. Bu doğrultuda bahsi geçen dönemde III. Selim’in ortaya koyduğu yenileşme hamlelerinden Nizam-ı Cedid de Türk modernleşmesi için hususi bir önem arz eder. Yeni bir düzen arayışı çerçevesinde ortaya konan Nizam-ı Cedid bir devri başlatan muharrik unsur olduğu gibi kendi devrinde çokça tenkide de maruz kalır. Siyasî, iktisadî, askerî ve toplumsal alanda ortaya çıkan problemlerin Nizam-ı Cedid’e bağlanması sıkça karşılaşılan bir söylem haline gelir. Bu doğrultuda bu dönemden itibaren başta Nizam-ı Cedid olmak üzere ortaya çıkan modernleşme hamlelerini muhafaza ve müdafaa maksadıyla çeşitli eserler telif edilir. Netice olarak ortaya çıkan asrîleşmenin müdafaası literatürünün ilk ve önemli örneklerinden biri ise Yeniçeri Ağası Tokatlı Mustafa Ağa tarafından kaleme alındığı düşünülen, daha çok Koca Sekbancıbaşı Risâlesi adı ile meşhur olan Hulâsatü’l-Kelâm fî Reddi’l-Avâm serlevhalı eser olur. Hulâsatü’l-Kelâm fî Reddi’l-Avâm’da halkın içerisinde siyasî, idarî ve askerî hiçbir malumata sahip olmamasına rağmen bu meseleler üzerine konuşan ve her türlü problemden Nizam-ı Cedid’i sorumlu tutanlar önce tenkit edilir ardından Nizam-ı Cedid’in gerçek mahiyeti hakkında bilgi verilir, Yeniçeri Ocağı’nın devirde geldiği hal ortaya konur, askeri eğitim ve idarenin bir devlet için ne denli önemli olduğunun altı çizilir. Son olarak Nizam-ı Cedid ordusunun giderlerini karşılamak maksadı ile teşekkül ettirilen İrad-ı Cedid Hazinesi hakkında malumat verilerek eser hitama erdilir. Bu istikamette çalışmada söylem analizi yöntemi kullanılarak Hulâsatü’l-Kelâm fî Reddi’l-Avâm’da asrileşmeye yönelik tenkitler ile bu tenkitlere verilen cevaplar üzerinden asrileşmenin muhafaza ve müdafaası çabası tetkik edilecektir. Çalışma neticesinde varılan sonuç modernleşme devrinde ortaya koyulan çeşitli siyasal, iktisadi, askeri ve idari politikalara yönelik toplumsal eleştirilerin ortaya çıktığı, bu tenkitler karşısında ise politikaların meşruiyetini sağlamak amacıyla Hulâsatü’l-Kelâm fî Reddi’l-Avâm gibi eserlerin kaleme alınarak modernleşmenin toplum nezdinde zihni hazırlığının gerçekleştirildiği olmuştur.

The efforts that Ottoman Empire put against the structure shaped around the transformations such as political, economical, religious and society in Europe couldn’t have solid outcomes and lead to seeking a new alterations. Returning to past laws and a readjustmenting idea has give its place to new structural and corporate alterations after Selim The Third era. That is the reason of why literature accepted this era as a milestone about Ottoman modernization experience. The idea of lack of reliance to traditional structure, deficiencies of these structures won’t be enough to solve the problem has shown itself. The era which mentioned in this direction has a great significance due to Selim The Third’s innovation efforts on Turkish modernization as Nizam-i Cedid (The New Order). Nizam-i Cedid that has been occured around a seeking of a new order is a main element to give start to a new era and also has criticized in its era. Discourses about the connection of political, economical, military and social problems with Nizam-i Cedid had been frequently found voice in the society. In this regard, various works for the purpose of protecting modernization efforts that occurred since this era had been accommodated including Nizam-i Cedid. As a result, one of the first and important works that occurred from the purpose of upholding modernization is Hulâsatü’l-Kelâm fî Reddi’l-Avâm, widely known as Koca Sekbancıbalı Risâlesi which is thought to written by the Head of Janissaries, Tokatli Mustafa Aga. In Hulâsatü’l-Kelâm fî Reddi’l-Avâm begins with the criticism about people who has no political, military and executive idea but hold Nizam-i Cedid responsible for and it continues with giving information about Nizam-i Cedid’s main purpose, the status of Janissaries and underlines how important of military training and management for the state. At the end of the work, it present informations about Irad-i Cedid Treasury which was built in order to cover the expenses of Nizam-i Cedid army. Within discourse analysis method, the upholding and protection of modernization will be examined through criticism on modernization in Hulâsatü’l-Kelâm fî Reddi’l-Avâm and responses to these critics. The results of the study shows that there were many criticism directed to political, economical, military and executive policies in modernization era. In the purpose of to ensure the legitimacy of those policies against critics, various works had been written to prepare the mindset of society such as Hulâsatü’l-Kelâm fî Reddi’l- Avâm.
Popüler kültürün önemli unsurlarından biri olan video oyunları oyun tecrübesi sunmanın yanında tıpkı edebiyat ve sinema gibi söylem inşa etmenin ve bu söylemi aktarmanın araçlarından biridir. Oyun sektörünün popüler kültürde yeri ve önemi... more
Popüler kültürün önemli unsurlarından biri olan video oyunları oyun tecrübesi sunmanın yanında tıpkı edebiyat ve sinema gibi söylem inşa etmenin ve bu söylemi aktarmanın araçlarından biridir. Oyun sektörünün popüler kültürde yeri ve önemi arttıkça bu unsurlar vasıtası ile ortaya koyulan fikirler de daha nitelikli bir hale gelir. Bu çerçevede popüler kültürde kendisine çokça yer bulmanın yanında toplumsal ve siyasal alana dair söylemleri üzerinde durulmayı hak eden video oyunlarından biri Last of Us olur. Bir pandemi sürecinin ardından hastalığı kapanların zombileşmesi ile birlikte kendisini gösteren anarşi ortamında birey, toplum ve devletin ne şekilde varlığını devam ettireceğine dair muhayyilenin ortaya koyulduğu Last of Us, bu hususiyetiyle tecrübe edenlere bir oyun deneyiminden fazlasını sunar. Sunduğu hikâyeyi 2033 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde şekillendiren Last of Us, bireylerin hayatta kalma ve güvenliklerini muhafaza etme, devletlerin otoriter rejimler vasıtasıyla anarşiyi ortadan kaldırma, toplumsal yapının içerisindeki bazı grupların ise var olan durum karşısında bir çözüm bulma amacıyla sivil örgütlenmeler oluşturma çabası gösterdiği bir kıyamet sonrası muhayyile ortaya koyar. Söylem analizi yönteminin kullanılacağı çalışmanın amacı Last of Us’da ortaya koyulan anlatı içerisinde siyasal ve toplumsal alana yönelik idrak biçimlerinin açığa çıkarılmasını sağlamaktır. Çalışma neticesinde varılan sonuç popüler kültürde gittikçe daha muhkem bir yer edinen video oyunlarının sosyal bilimler çalışmalarında göz ardı edilmemesi gereken anlatılar tesis ettiği ve Last of Us’ın da bunun iyi örneklerinden biri olduğudur.
Şahıs ve toplulukları bir araya getirerek millet yapan bir bağın varlığı mütearifedir. İbn Haldûn’un asabiyet kavramı etrafında açıkladığı ve nesebî ile sebebî asabiyet (İbn Haldûn 2013: 334-335, 338-339, 373) olarak tasnif ettiği bu bağ,... more
Şahıs ve toplulukları bir araya getirerek millet yapan bir bağın varlığı mütearifedir. İbn Haldûn’un asabiyet kavramı etrafında açıkladığı ve nesebî ile sebebî asabiyet (İbn Haldûn 2013: 334-335, 338-339, 373) olarak tasnif ettiği bu bağ, bir millet tesis etmenin yanında milletlerin hususî şahsiyetlere havî olmalarının esrarını da içinde barındırır. Tarihî tecrübe içerisinde belli bir nesebe ait olmak yahut belli sebepler etrafında birleşmek suretiyle teşekkül eden asabiyet, bir millete ruh üfleyen unsurların başında gelir. Bu istikamette Cumhuriyet devrinde Türk milletinin içtimaî mukavelesinde hususî bir yeri bulunan şahsiyetlerden birinin Mehmet Akif olduğu rahatlıkla söylenebilir. Akif gerek şahsiyeti gerek fikriyatı gerekse hayat tecrübesi ile Türk milletini ifade eden her meşrepten unsurun kendisi etrafında bir araya gelebileceği istisnai isimlerden biri olur. Onun kapısını çalan hiç kimse eli boş dönmez. Mehmet Akif Türk milleti için duru suyunu esirgemeyen bir sebil gibidir. “Âkif Safahat’ı nezâket ifadesi olarak O’nda şiir arayan bulamaz diyor. Ama bize kalırsa O’nda insan ne ararsa bulur.” (Kaya 1976: 10) Türk milletinin her ferdinin Mehmet Akif’ten nasipleneceği şeyler vardır dense yanlış olmaz.
Türk modernleşme tecrübesinde asrileşmenin istikameti hususunda farklı bir yön tahayyül ve tavsiye eden her meşrepten müellifin teknik ve teknolojiyi olumladığı malumdur. Devlet ve toplumun ikbali hususunda bambaşka zihniyetlere sahip... more
Türk modernleşme tecrübesinde asrileşmenin istikameti hususunda farklı bir yön tahayyül ve tavsiye eden her meşrepten müellifin teknik ve teknolojiyi olumladığı malumdur. Devlet ve toplumun ikbali hususunda bambaşka zihniyetlere sahip olanlar dahi mesele teknik ve teknoloji olduğunda aynı noktada bir araya gelir. Batı medeniyetinin Batı tekniği ve Batı ahlakı olarak parçalı bir şekilde tasavvur edildiği bu zihniyet, Batı’nın ahlakının değil fakat tekniğinin ithalini Türk asrileşmesi için bir zaruret olarak tasavvur eder. Tekniğin edinilmesinin zarureti bu doğrultuda ispatı üzerine kalem oynatılan en önemli hususlardan biri haline gelir. Bu durum doğrudan asrileşmede usul üzerine fikir üreten metinlerde görüldüğü kadar dini eserlerde de kendisini gösterir. Bu hususta en önemli örneklerden biri de Elmalılı Hamdi Efendi’nin Hak Dini Kur’an Dili serlevhalı tefsiri olur. Elmalılı Hamdi Efendi İslam’ın itikat ve muamelata taalluk eden alanlarında gelenekçi bir portre çizer. Mesele teknik ve teknoloji olduğunda yer yer gelenekçi bakışı muhafaza ederken yer yer modernist söylemlere kayan bir dil kullanır. Bu doğrultuda söylem analizi yönteminin kullanıldığı çalışma, modern dönem Türk düşüncesinde teknik ve teknoloji tasavvurunu Elmalılı Hamdi Efendi’nin Hak Dini Kur’an Dili isimli tefsiri etrafında tetkik etmektedir. Çalışma neticesinde ulaşılan sonuç Türk modernleşmesinin bir neticesi olarak ortaya çıkan teknikçi zihniyetin dini metinlere dahi sirayet ettiği ve Elmalılı Hamdi Efendi’nin de tüm gelenekçi tavrına rağmen bu zihniyetten etkilendiği olmuştur.
Modern dönemde bilim ve teknolojideki yeniliklerin edebiyatı da etkilemesinin bir neticesi olarak ortaya çıkan Bilim kurgu edebiyatı, günümüzde dünya çapında takip edilen ve popüler kültürde kendisine yer bulan bir tür olmuştur.... more
Modern dönemde bilim ve teknolojideki yeniliklerin edebiyatı da etkilemesinin bir neticesi olarak ortaya çıkan Bilim kurgu edebiyatı, günümüzde dünya çapında takip edilen ve popüler kültürde kendisine yer bulan bir tür olmuştur. Bilimkurgu, her ne kadar bilim ve teknolojiye dair öngörüler ve hayal gücü çerçevesinde tesis edilse de bu tür aynı zamanda toplumsal bilimlere yönelik söylemler de ortaya koymaktadır. Bilim kurgu edebiyatının en çok bilinen ve sevilen serilerinden biri olan Isaac Asimov’un Vakıf Serisi de bu doğrultuda bilimkurgu ögelerinin yanında ve onlara göre daha fazla olacak şekilde toplum ve siyasetle alakalı söylemler inşa etmiştir. Asimov’un, Edward Gibbon’un Roma İmparatorluğunun Gerileyişi ve Çöküşü serlevhalı eserinden mülhem bir şekilde kaleme aldığı Vakıf Serisi, bu manada bir bilimkurgu eseri olmanın yanında siyasetname olarak da okunabilecek niteliğe bürünmektedir. Bu hususta Asimov’un hususi katkısı, onun Vakıf Serisi’nde ürettiği ve toplumsal hareketlerin matematiksel bir dille formüle edilmesine dayandırdığı psikotarih bilimi çerçevesinde ortaya koyduğu zihniyette kendisini göstermektedir. Vakıf Serisi’nde insanlık dünyadan çıkmış, evrenin her yerindeki gezegenlere yerleşmiş ve bütün evren bir imparatorluk olarak yönetilir hâle gelmiştir. Bireylerin değil fakat toplumların tarihsel süreç içerisindeki değişim
ve dönüşümlerini matematiksel olarak ortaya koyan psikotarih bilimi doğrultusunda evreni yöneten imparatorluğun yok olacağı gözlemlendiğinden medeniyetin devam ettirilebilmesi amacı ile evrenin iki noktasındaki gezegenlere “Vakıf” adı verilen yapılar kurulmuştur. Bu yapılar öncelikli olarak diplomasi, din, bilim ve ticaret gibi ögeleri kullanarak başlangıçta varlıklarını muhafaza etmiş; ardından etkinlik alanlarını genişletmiştir. Bu doğrultuda çalışma, Asimov’un Vakıf Serisi’nin temel metni olan ve 1951-1953 yılları arasında neşredilmiş üçleme ile sınırlandırılmış ve bu seride siyaset ve toplum üzerine ortaya koyulan söylemlerin söylem analizi yöntemi ile tetkik
edilmesi amaçlanmıştır. Çalışmanın neticesinde varılan sonuç, edebiyat sahasındaki akademik çalışmalarda görece ihmal edilmiş bir tür olan bilim kurgu edebiyatının fantastik ögelerin yanında siyaset ve toplum gibi alanlar üzerine söylem ürettiği ve Asimov’un Vakıf Üçlemesi’nin bu hususta özel bir örnek teşkil ettiği olmuştur.
Türk modernleşme tecrübesinde basın ve yayın önemli bir görev üstlenmiş ve kurucu bir hüviyete sahip olmuştur. Düşünce dünyasının farklı kesimleri fikirlerini gazete ve dergiler vasıtasıyla halka iletmiş, halka modern anlamda vatan,... more
Türk modernleşme tecrübesinde basın ve yayın önemli bir görev üstlenmiş ve kurucu bir hüviyete sahip olmuştur. Düşünce dünyasının farklı kesimleri fikirlerini gazete ve dergiler vasıtasıyla halka iletmiş, halka modern anlamda vatan, millet, milliyet gibi kavramlar bu unsurlarla tanıtılmıştır. Cumhuriyet’in ilanının ardından din işlerini tanzim etmek maksadıyla kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı, 1968’de Diyanet Gazetesi’ni neşretmeye başlamıştır. Dini meselelerin yanında halkın genel kültürünü de tahkim etme çabası gösteren Diyanet Gazetesi, devletin ortaya koyduğu politikalar hususunda da devlet siyasetini destekleyen bir duruş sergilemiştir. Bu duruşun önemli örneklerinden biri de 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sürecinde gazetenin yaptığı yayıncılık faaliyetlerinde görülebilir. Türkiye için büyük bir öneme sahip olan Kıbrıs Adası’nda çeşitli antlaşma ve sistemler denenmiş olmasına rağmen barış ve düzenin sağlanamamış olması ve Yunanistan’ın desteklediği askeri unsurların adanın meşru yönetimine askeri darbe gerçekleştirmesi sebebiyle Türkiye, uluslararası antlaşmalardan doğan garantörlük hakkı doğrultusunda 20 Temmuz 1974’te adaya bir harekât düzenlemiştir. Devleti destekleme misyonu doğrultusunda Diyanet Gazetesi Kıbrıs Barış Harekatı’na, harekât öncesi, harekât anı ve sonrasında yer vermiş ve devletin söylemine muvafık bir söylem ortaya koymuştur. Sonuç olarak Diyanet İşleri Başkanlığı Diyanet Gazetesi vasıtası ile Türk düşünce geleneğindeki din ve siyasetin kardeş olduğu, devletin dini koruma ve yüceltme dinin ise onu desteklemekle görevli bulunduğu tasavvurunu hayata geçirmiştir. Çalışmada uluslararası meseleler karşısında Diyanet Gazetesi’nin nasıl bir söylem geliştirdiği probleminin Kıbrıs Barış Harekâtı süreci etrafında tetkik edilmesi amaçlanmış ve bu istikamette söylem analizi yöntemi ile gazetedeki Kıbrıs konulu yazılar incelenmiştir. Varılan sonuç ise Diyanet Gazetesi’nin Kıbrıs Barış Harekâtı sürecinde devlet siyasetini tahkim edici bir yayıncılık politikası izlediği olmuştur.

In the Turkish modernization experience, the press and media played an important role and had a founding identity. Different segments of the world of thought conveyed their ideas to the public through newspapers and magazines, and concepts such as homeland, nation and nationality were introduced to the public in these modern terms. The Presidency of Religious Affairs, which was established to organize religious affairs after the proclamation of the Republic, started to publish the Diyanet Gazetesi (Religious Affairs Newspaper) in 1968. The Diyanet Gazetesi, which strives to support the general culture of the people as well as religious issues, has taken a stance that supports the policy of the state regarding the policies put forward by the state. One of the important examples of this stance can be seen in the publishing activities of the newspaper during the 1974 Cyprus Peace Operation. Because even though various treaties and systems have been tried on the Cyprus which is an important island for Turkey, there has been always a failure to maintain order and peace, Greece supported to perform military coup to the island’s legitimate government, Turkey has made an operation in accordance with the right of guarantee arising from international treaties on 20 July 1974. In line with its mission to support the state, Diyanet Gazetesi included the Cyprus Peace Operation before, during and after the action and put forward a parallel discourse with the state. As a result, the Presidency of Religious Affairs has realized the understanding that religion and politics are brothers in the Turkish thought tradition and that the state is responsible for protecting and exalting religion while the religion supports it through Diyanet Gazetesi. In this study, it was aimed to examine the problem of how Diyanet Gazetesi developed discourse in the face of international issues around the Cyprus Peace Operation process and accordingly, the articles on Cyprus in the newspaper were analyzed by discourse analysis method. The conclusion was that Diyanet Gazetesi followed a publishing policy that supported state policy during the Cyprus Peace Operation.
Türk İslamcılığı, modern Türk düşüncesinin en önemli alanlarından birisini ifade eder. Türk düşünce geleneğinin modernleşme problemine bir cevabı mahiyetinde olan Türk İslamcılığı, Osmanlı modernleşme tecrübesinden beri kendini farklı... more
Türk İslamcılığı, modern Türk düşüncesinin en önemli alanlarından birisini ifade eder. Türk düşünce geleneğinin modernleşme problemine bir cevabı mahiyetinde olan Türk İslamcılığı, Osmanlı modernleşme tecrübesinden beri kendini farklı mütefekkirlerin elinden gösterir. Türkiye’de İslamcılık düşüncesi denildiğinde akla gelen önemli isimlerden biri şüphesiz İsmet Özel olur. Özel, şair ve düşünce adamı kimliğiyle ortaya koyduğu eserlerinde İslamcılık düşüncesinin modernleşme devrinden beri çözmeye çalıştığı sorunlara yönelik yeni ve farklı yaklaşımlar ortaya koyar. Özellikle teknik ve medeniyet gibi İslamcılık düşüncesinin en fazla benimsediği ve sık kullandığı kavramları tartışmaya açması onun yerini daha da önemli bir hale getirir. Özel’in düşünce dünyasını ortaya koyduğu kavramlar zamanla değişir ve özellikle 2007 yılında İstiklâl Marşı Derneği’nin kurulmasının ardından milliyetçi bir niteliğe bürünür. Dernek bünyesinde gerçekleştirilen konferans, internet sitesi yazıları ve dergi yayını gibi faaliyetlerde bu dilin hâkimiyeti daha belirgin hale gelir. İlk dönemden beri sürekli olarak düşünce dünyasının bir tarafını teşekkül ettiren “dünya sistemi” kavramı, özellikle bu dönemden itibaren Türklük ve milliyetçilik ile beraber işlevselleştirilmeye çalışılır. Bu çalışmada, işaret edilen kavramlar, Özel’in İstiklâl Marşı Derneği tarafından neşredilen Çelimli Çalım mecmuasındaki yazılarında, İslamcılık düşüncesi çerçevesinde ortaya konulacak ve tetkik edilecektir. Çalışmanın temel fikri, Özel’in düşünce dünyasının geçmişten günümüze İslamcı bir nitelik arz ettiği fakat özün aynı kalıp formun değiştiği, fikirler değişmezken onları ifade etme tarzında farklılaşma olduğudur. Kullandığı dili dönemin problemleri etrafında şekillendiren Özel’in bu kullanım tarzı, onun kavram dünyasına derinlikli bir bakış ile açıkça ortaya çıkacaktır. Yani bu dönemde İsmet Özel’in kullandığı dilde İslamcılık milliyetçilik olarak, İslam ise Türklük olarak karşımıza çıkmakta fakat işaret edilen hususlar aynı kalmaktadır.
Modern Türk düşüncesi incelendiğinde her türlü ekolün merkezine aldığı kavramlardan birinin medeniyet olduğu görülür. Bütün farklılıklarına rağmen İslamcılık, milliyetçilik ve Batıcılık medeniyetçilik çatısı altında bir araya... more
Modern Türk düşüncesi incelendiğinde her türlü ekolün merkezine aldığı kavramlardan birinin medeniyet olduğu görülür. Bütün farklılıklarına rağmen İslamcılık, milliyetçilik ve Batıcılık medeniyetçilik çatısı altında bir araya gelebildiğine göre şunu söylemek mümkündür ki medeniyetçiliği anlamak modern Türk düşüncesini anlamak manasına gelir. Medeniyetçiliğin değişim ve dönüşümünü tetkik etmek için ise fikrî manada halef-selef oldukları söylenebilecek Mehmet Akif’ten Sezai Karakoç’a İslamcı düşüncenin medeniyet tasavvuruna bakmak kafi gelir. Türk İslamcılığının şahsında tecessüm ettiği Mehmet Akif, medeniyetin teknik kısmını olumlar. O, Batı tekniği ile İslam ahlakının bir araya geldiği bir medeniyeti, varılması gereken menzil olarak gösterir. Sezai Karakoç ise Mehmet Akif’in İslamcılığında tali bir unsur olan bu kavrama aslî bir rol biçer. Medeniyet fikrini geliştirerek faraziyeleri nazariye haline getirir. Karakoç’ta İslamcılık, medeniyetçiliğin kendini ifade ettiği dil olarak yer bulur. Modernleşme devrinden günümüze İslamcılık bir kavramsal çerçeve olarak varlığını muhafaza etse de fikri manada medeniyetçiliğin tahakkümü altına girer. Bu medeniyetçi dünya görüşünün mütefekkiri ise Sezai Karakoç olur.
İlmin her faslı için usulsüz vusulün olmayacağı mütearifedir. Geleneğin diğer ilimlerin yanında reaya kaldığını söyleyip, kendisini ilimlerin padişahı olarak nitelemekte herhangi bir mahzurun bulunmadığını teslim ettiği tarih ilminin de... more
İlmin her faslı için usulsüz vusulün olmayacağı mütearifedir. Geleneğin diğer ilimlerin yanında reaya kaldığını söyleyip, kendisini ilimlerin padişahı olarak nitelemekte herhangi bir mahzurun bulunmadığını teslim ettiği tarih ilminin de bu çerçevede bir usulden mahrum şekilde tatbik edilmesinin mümkün olmayacağı açıkça ortadadır. Bu topraklara ait olan her şeye Fatih Camii’nin minaresi yerine Eyfel Kulesi’nin tepesinden bakmayı bir kıymet olarak kabul edenlerin Osmanlı tarihini anlama girişimlerinde usul yerine methodologia başvurusuyla, Osmanlı tarihini Batı tarih çalışmalarının deney sahası haline getirmelerini görmezden gelsek dahi, tarihin idrak edilmesinde yerli ve milli bir usul arayışının zaruri olduğu açıktır. İşaret ettiğimiz yerlilik bir kavme mensup olmak, bir dili konuşmak ya da belirli bir bölgede ikamet etmek ile değil bir amaç doğrultusunda ortaya konmuş birikimin ikbali hususunda endişe duymak ve bu ikbal için bir şekilde zincirin halkalarından biri haline gelmek iledir. Bu doğrultuda yerlilik, düşüncenin membaını Türk tarih tecrübesinden yani Türk geleneğinden almakla aynı anlama gelir. Millilik ise belli bir itikadın etrafında toplanmış olmayı ifade eder ki bu anlamda millilik, düşüncenin sınırlarının İslam ile çizilmesidir.
Memleketimizde her şeyin İslam ile mukayyet olduğu sarih bir hakikattir. Bu bağlamda Türkiye ile İslam düşünce dünyamızda müteradif bir mahiyete sahiptir. Din, devlet, mezhep ve milletin birbiri yerine kullanılmasında hiçbir mahzurun... more
Memleketimizde her şeyin İslam ile mukayyet olduğu sarih bir hakikattir. Bu bağlamda Türkiye ile İslam düşünce dünyamızda müteradif bir mahiyete sahiptir. Din, devlet, mezhep ve milletin birbiri yerine kullanılmasında hiçbir mahzurun görülmediği dünya tasavvurumuzda Türkiye’nin ikbali uğruna mücadelenin aynı zamanda İslam uğruna mücahede olduğu da erbabınca bilinir. Bu bağlamda devlet ve millete hizmetin aracı olarak siyaset, dini bir çehreye bürünür. Şunu söylemek mümkündür ki siyaset etmek Türkler için farz-ı kifaye hükmündedir. Düşüncenin de bir siyaseti olduğuna göre İslam ve İslamcılığa istikamet tayin etme niyetindeki ademlerin de tahlil ve tenkidini yapmak icap eder.
Osmanlı Devleti’nde modernleşme çabaları gerçekleştirilirken, modernleşmenin mahiyetinin nasıl olması gerektiğiyle alâkalı düşünce üreten ekollerden biri İslâmcılıktır. Modernleşmenin imkânlarının yoklandığı bu dönemde kendisi merkeze... more
Osmanlı Devleti’nde modernleşme çabaları gerçekleştirilirken, modernleşmenin mahiyetinin nasıl olması gerektiğiyle alâkalı düşünce üreten ekollerden biri İslâmcılıktır. Modernleşmenin imkânlarının yoklandığı bu dönemde kendisi merkeze alınarak düşünce üretilen en önemli kavramlardan birini teşkil eden medeniyet kavramı karşısında, ilk dönem İslâmcıları, medeniyeti her alanda Avrupalılaşmak ile aynîleştirdikleri için öncelikle menfi bir tutum sergilemiş olsalar da, sonrasında düşüncelerini, medeniyet kavramının maddî ve mânevî cephesi olduğu, teknik ve teknolojinin medeniyetin maddî cephesini temsil ettiği, medeniyetin kaynağı ekseninde anlamlı olacağı ve bu yüzden İslâm medeniyeti kavramının medeniyetin kemal halini temsil ettiği gibi düşüncelerle İslâmî bir renge büründürerek kabul etmekten geri durmamışlardır. Medeniyet kavramına bakıştaki bu değişim ve dönüşüm, Avrupa medeniyetinin Endülüs Emevîleri’nin birikiminden neşet ettiği ve böylelikle İslâmî temellere sahip olduğu, yani modernleşmenin aslında öz malını geri almaktan başka bir şey olmadığı gibi fikirlerin ortaya çıkmasına kadar devam etmiştir. Bu noktadan bakıldığında İslâmcıların medeniyete müteallik söylemlerinin yaklaşık bir asırlık sürede birbiriyle tenâkuz arz edecek bir mahiyete büründüğü ortaya çıkmaktadır.
Modern Türk düşüncesinde ortaya konan İslamcılık çalışmalarında İslamcı düşüncenin sınıflandırması meselesi önemli problemlerden biri olmuştur. Genellikle modernleşmeyle olan ilişkinin niteliği ekseninde siyasî saiklerle şekillenen... more
Modern Türk düşüncesinde ortaya konan İslamcılık çalışmalarında İslamcı düşüncenin sınıflandırması meselesi önemli problemlerden biri olmuştur. Genellikle modernleşmeyle olan ilişkinin niteliği ekseninde siyasî saiklerle şekillenen tasnifler, İslamcılığı da belli kalıplara hapsetmiş, bu durum modernleşme devri ve İslamcılık düşüncesinin anlaşılmasının önündeki önemli engellerden birini teşkil etmiştir. Yapılan tasniflerin tarihi vakıaya değil de belli bir siyasi programı kabul edip etmeme durumuna göre şekillendirilmesi, modernleşme devrinde ulus olarak inşa edilen Türklüğün de İslamcılıktan ayrılmasına neden olmuş, böylece Türk İslamcılığı düşüncenin üretildiği coğrafya ve dili ifade edecek kadar daralmış bir hale gelmiştir. Bu çalışma Türk İslamcılığını, İslamlaşma devrinden itibaren ortaya çıkan tarih tecrübesi ve bu tecrübe ekseninde inşa edilen gelenek ekseninde değerlendirmeyi ve bu gelenek dışında ortaya çıkan İslamcılık söylemlerini de gene bu geleneğin ötekiyi anlama ve ifade etme şekli doğrultusunda sınıflandırmayı amaçlamaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde hali hazırda literatürde bulunan sınıflandırmalar genel olarak ortaya konmuş, ikinci bölümde Türklüğün ne olduğu tasavvuf, Sünnilik ve cihat kavramları üzerinden tartışılarak Türk İslamcılığının bahsi geçen gelenekle rabıtası incelenmiştir. Ayrıca çalışmanın ikinci bölümünde modernleşmenin imkanlarını geleneği problem haline getirmekte bulan İslamcılık düşüncesi, Divan-ı Lügat’it Türk’te, Türk’ün ötekisini ifade eden “tat” kavramı doğrultusunda tetkik edilmiştir. Üçüncü ve dördüncü bölümde ise bu tasnifin örneklenmesi amacıyla, Türk İslamcılığını temsil eden Mehmet Akif Ersoy ve Tat İslamcılığın mümessili Şemseddin Günaltay’ın düşüncelerini inşa ettikleri kaynaklar, din ve tekniğe taalluk eden fikriyatları tetkik edilmiş ve çalışma sonuç bölümü ile hitama erdirilmiştir.
Kadim devirlerden itibaren Türk düşüncesinin kaynağını teşkil eden en önemli unsur din olur. Kendilerine mahsus din tasavvuru etrafında millet olmanın imkânını bulan Türkler, siyasete yönelik idrak biçimlerini de bu anlayış çerçevesinde... more
Kadim devirlerden itibaren Türk düşüncesinin kaynağını teşkil eden en önemli unsur din olur. Kendilerine mahsus din tasavvuru etrafında millet olmanın imkânını bulan Türkler, siyasete yönelik idrak biçimlerini de bu anlayış çerçevesinde şekillendirir. İslam öncesi efsanelerden İslamlaşma, Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde telif edilen eserlere kadar Türk düşüncesinde siyasete yönelik fikriyat tetkik edildiğinde belli temel kabuller ve söylemlere sahip ancak sistematik bir hale büründürülmemiş ortak fakat örtük bir nazariyenin var olduğu anlaşılır.

Elinizdeki çalışma ile bu örtük nazariyenin Türk zihniyet dünyasını var eden temel hususiyetler etrafında tedvin edilip teorik bir zemin olarak teşekkül ettirilmesi amaçlanmıştır. Bu istikamette çalışmada Türk Siyaset Düşüncesinin Dini Teorisi adı verilen nazariye şekillendirilmiş ve İslamlaşma, Selçuklu ve Osmanlı devri zihniyet dünyasını bir bütün olarak bünyesinde barındıran eserler bu nazariyenin imkân ve iddiaları doğrultusunda tetkik edilmiştir.