Location via proxy:   [ UP ]  
[Report a bug]   [Manage cookies]                
Skip to main content
Since the beginning of 2020, cases of the COVID-19 have risen rapidly, more than 150 million people have been affected and more than 2,5 million people have lost their lives. In addition to its impact on global health systems, social... more
Since the beginning of 2020, cases of the COVID-19 have risen rapidly, more than 150 million people have been affected and more than 2,5 million people have lost their lives. In addition to its impact on global health systems, social life, and the economy, the virus has had impact on the global political discourse. In the United States, change in the discourse has resonated with United States' former President Donald Trump's use of the phrase "Chinese virus" in a posted tweet on March 17, 2020. Trump's association of the virus with a certain nationality had broad repercussion on social media. Following Trump, some conservative politicians and pro-Trump media outlets have used words such as China virus, Chinese virus or Wuhan virus. This study aims to reveal that COVID-19 pandemic has become a practice of "othering" through anti-Chinese discourses that are heavily prominent in the media. Hypothesis is that President Trump has been trying to build a new "othering" discourse against China and he instrumentalized COVID-19 pandemic for the reconstruction of the othering discourse. Social constructivist theoretical perspective is used in the study to provide a more extensive perspective to debates that includes social and political discourses emerging from practices.
Kosova’nın 2008 yılında tek taraflı bağımsızlık ilanın ardından birçok yeni tartışma gündeme gelmiş ve ‘Kosova Sorunu’, 21. Yüzyıl’da uluslararası sistemde yeni bir kutuplaşmayı ortaya çıkarmıştır. Soğuk Savaş’ın kazananı ABD, net bir... more
Kosova’nın 2008 yılında tek taraflı bağımsızlık ilanın ardından birçok yeni tartışma gündeme gelmiş ve ‘Kosova Sorunu’, 21. Yüzyıl’da uluslararası sistemde yeni bir kutuplaşmayı ortaya çıkarmıştır. Soğuk Savaş’ın
kazananı ABD, net bir şekilde Kosova’nın bağımsızlığını desteklerken, Soğuk Savaş’ın bir diğer süper gücü Sovyetler Birliği’nin ardılı ve varisi Rusya da Kosova’nın bağımsızlığına net bir şekilde karşı çıkmıştır. Bu
durum, Vladimir Putin sonrası toparlanan ve yeniden süper güç olarak dünya sahnesine geri dönmek isteyen Rusya ile Soğuk Savaş’tan kesin bir zafer ile çıktığına inanılan ABD arasında yeni bir rekabetin oluştuğu
iddiasını ortaya çıkarmıştır. Bu yeni rekabetin ilk ve ciddi sınavı ise Kosova’da verilmiştir. Yugoslavya’nın dağılması ile Balkanların siyasi haritası yeniden şekillenmiştir. Yugoslavya sonrası bağımsız olan yeni
ülkelerin aldıkları pozisyonlar uluslararası sistemdeki güç tartışmasını yeniden canlanmıştır. Yugoslavya savaşı bir anlamda Tarihin Sonu’nun gelmediğini göstermiş ve uluslararası sistemin soğuk savaş sonrası da
önemli krizlere gebe olduğunu ispatlamıştır. Özellikle Bosna-Hersek ve Kosova’da yaşananlar yalnızca bölgesel etki alanıyla sınırlı kalmamış ve Soğuk Savaş sonrası küreselleşme ile birlikte aktörlerin de çoğaldığı
küresel düzeyde de etkili olmuştur. Yugoslavya Savaşı’na Rusya’nın gösterdiği reaksiyon ve ABD’nin soruna NATO aracılılığı ile müdahalesi, ABD ve Rusya arasındaki rekabetin yeni bir boyutunu ortaya koymaktadır.
Rusya’nın Soğuk Savaş sonrası ABD tarafından yeniden çevrelendiğini iddia etmesi ise uluslararası ilişkiler
alanında ‘yeni çevreleme konsepti’ tartışmasını ortaya çıkarmıştır.
COVID-19 pandemisi ile birlikte dünya yeni bir gerçekliğin içerisine düşmüş ve Soğuk Savaş sonrası ‘yeni gerçek’ olarak kabul edilen her şeyin sorgulandığı görülmüştür. Yıkılmaz kale olarak görülen küreselleşmenin birçok kez sınavdan... more
COVID-19 pandemisi ile birlikte dünya yeni bir gerçekliğin içerisine düşmüş ve Soğuk Savaş sonrası ‘yeni gerçek’ olarak kabul edilen her şeyin sorgulandığı görülmüştür. Yıkılmaz kale olarak görülen küreselleşmenin birçok kez sınavdan geçtiği son otuz yılda küreselleşme, ilk kez bu kadar ciddi bir sınav ile karşı karşıyadır. Küreselleşmenin etkisinin artması ile ortaya çıkan ‘yeni düzen’ ve ‘yeni düzensizlik’ tartışması, pandemi süreci ile birlikte yeniden alevlenmiştir. Tüm dünyanın tek gündemi haline gelen COVID-19, en eski iletişim mecralarından biri olan karikatür dünyasının da ana gündem maddesi olmuştur. Bağımsız karikatüristlerin öngörülemeyen bu yeni küresel düzeni eleştirel bir bakış açısı ile ele aldıkları görülmektedir. Küresel
ekonominin aslında ne kadar dayanıksız olduğunu aktaran karikatüristler, siyasilerin ikiyüzlü ve popülist davrandıklarını okuyucuları için çizmekte ve eserlerinde küresel düzenin geleceğini sorgulamaktadırlar. Küreselleşmenin getirdiği risk sonucu ortaya çıktığı tartışılan pandeminin en büyük olumsuz etkisinin küresel düzenden faydalananlara değil sokaktaki insana ve topluma etkisi olduğu gerçeği de karikatüristler tarafından vurgulanmaktadır.
Kuzey Makedonya, Yugoslavya’nın dağılmasının ardından 1991’de ‘Makedonya Cumhuriyeti’ ismiyle bağımsızlığını ilan etmiş ancak içeride Arnavutların dışarıda da Yunanistan’ın direnci ile karşılaşınca, inşa etmeye çalıştığı ulus kimliğini... more
Kuzey Makedonya, Yugoslavya’nın dağılmasının ardından 1991’de ‘Makedonya Cumhuriyeti’ ismiyle bağımsızlığını ilan etmiş ancak içeride Arnavutların dışarıda da Yunanistan’ın direnci ile karşılaşınca, inşa etmeye çalıştığı ulus kimliğini revize etmek zorunda kalmıştır. Uluslararası toplumda ilan ettiği isim ile tanınamayan, ulusal bayrağını değiştirmek zorunda kalan, kendi milletine ek olarak ülke içerisindeki başka bir milleti ulus kimliğe ortak etmekten başka çaresi olmayan ve son olarak da ülkenin ismini değiştirmeyi kabul etmek zorunda kalan Kuzey Makedonya’nın yaşadığı bu dönüşüm dikkat çekicidir. Kuzey Makedonya bu durumu ile aslında inşacılık yaklaşımının ‘modern ulusal kimliklerin güncel-tarihsel kültürel dinamikler içinde inşa edildikleri’ savını doğrulamaktadır. Zira Soğuk Savaş sonrası Balkanlar’da ve özellikle de Kuzey Makedonya’da yaşanan dönüşümü açıklamakta neo-realizm ve neo-liberalizm gibi materyal odaklı yaklaşımlar yetersiz kalmakta ve daha çok kimlik, norm ve düşüncelerin uluslararası ilişkilere etkisinin incelenmesi gerekmektedir. Gerek konumu, gerek demografik yapısı gerekse de yaşadığı kimlik dönüşümü ile Kuzey Makedonya, bu anlamda incelenmesi gereken ulus devletlerin başında gelmektedir.

North Macedonia, following the dissolving of Yugoslavia, in 1991 declared independence with the name Macedonian Republic but later revised its national identity because of resistance from Albania and
Greece. This change of North Macedonia is particularly interesting because this country was not accepted with its original name, changed its national flag and had no choice but to partner a different community to its national identity. With this situation, North Macedonia verify the consideration of constructive approach which claimed that modern national identities were constructed within dailyhistorical cultural dynamics. Because theories like neo-realism and neo-liberalism are insufficient in explaining the transformation within the Balkans and North Macedonia after the Cold War and analysis of identity, norm and thoughts has been more important in international relations. Both its location and demographical structure as well as the identical transformation that it experienced, North Macedonia has been a country that should be investigated.
Kıbrıs sorunu, Türkiye ve Yunanistan arasında temel çatışma alanlarından birisi olmanın yanında aynı zamanda da Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurum ve örgütlerin de yıllardır bir çözüm bulamadığı bir sorun haline... more
Kıbrıs sorunu, Türkiye ve Yunanistan arasında temel çatışma alanlarından birisi olmanın yanında aynı zamanda da Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurum ve örgütlerin de yıllardır bir çözüm bulamadığı bir sorun haline gelmiş görünmektedir. Siyasi, kültürel ve toplumsal ayrışmanın aşılamadığı Kıbrıs sorununa son yıllarda Doğu Akdeniz"de başlayan doğalgaz ve petrol arama çalışmaları sebebi ile bir de ekonomik ve enerji problemleri eklemlenmiş görünmektedir. Özellikle son yıllarda hem Rum Kesimi ve Yunanistan"ın hem de Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti"nin bölgedeki tartışmalı parsellerde sondaj çalışmasına başlaması uluslararası ortamda Kıbrıs tartışmalarına yeni bir boyut kazandırmıştır. İsrail, Mısır, Suriye ve Libya gibi diğer bölge aktörlerinin de konu ile yakından ilgilenmesi ile sorun daha karmaşık bir hal almıştır. Yunanistan"ın uluslararası hukuk kurallarına ve deniz hukukuna aykırı, hareketleri Doğu Akdeniz"in güvenliğini tehlikeye atmaktadır. Bu çalışma da, bu noktadan hareketle deniz hukuku açısından Doğu Akdeniz"deki durumu ve uluslararası ilişkiler açısından da bölgede Türkiye"nin geçmişteki ve bugünkü politikasını diğer aktörlerin konuya ilişkin yaklaşımları ile kıyaslayarak incelemeye çalışacaktır.

Cyprus Issue which is one of the main conflict areas between Turkey and Greece has also become an issue for which the international institutions such as UN and EU struggle to find a solution. Although political, cultural and social conflict has not been resolved, economic and energy problems have contributed to the list of issues as a consequence of recent natural gas and oil searching activities in the Eastern Mediterranean.
Öz: Bu çalışmada ilkin, Afrika’nın fiziki, siyasal, toplumsal ve tarihsel süreçlerine dair bilgilendirmenin yanı sıra kolonyalizm öncesi ve sonrası kamu düzeni ve kurumlarının kısa bir değerlendirmesini yapılacaktır. Ardından genellikle... more
Öz: Bu çalışmada ilkin, Afrika’nın fiziki, siyasal, toplumsal ve tarihsel süreçlerine dair bilgilendirmenin yanı sıra kolonyalizm öncesi ve sonrası kamu düzeni ve kurumlarının kısa bir değerlendirmesini yapılacaktır. Ardından genellikle Batı tipi kurumsallıkları norm addederek mukayese faaliyetine girişen cari kamu yönetimi konvansiyonlarının karşısında Afrika’nın kendine özgü bir öznelliği mi cisimlediği yahut Batıdaki kurumların yerel renkli sıradan bir benzerinden mi ibaret olduğuna dair çıkarımlar yapmak gayretindedir. Buradan hareketle Afrika, her ne kadar kolonyalizmin kahredici etkilerinin yarattığı muazzam bir tahribatı haiz olsa da Batı tipi bir çatışmacı toplumsal-siyasal gelenekten ziyade köklerindeki oydaşma, müzakere, ortak karar alma ve yaşamı müşterek sevk ve idare etmeye dayalı kadim kültürü nedeniyle son yıllarda fazlasıyla dillendirilen Batı-dışı bir kamu yönetimi anlayışı tesis etmeye fazlasıyla namzettir.

Anahtar Kelimeler: Kolonyalizm, Kamu Yönetimi, İngiliz ve Fransız Sömürge İdareciliği, Güney Afrika Cumhuriyeti, Postkolonyalizm, Uluslararası İlişkiler, Toplumsal İnşacılık

Abstract: The study is primarily intended to provide a brief overview of the physical, political, social and historical processes of Africa, as well as a brief assessment of public order and public institutions before and after colonialism. Then it attempts to make inferences about whether Africa embodies an idiocratical subjectivity against the current public administration conventions, which generally embark on comparison activities by considering Western-style institutionalisms a norm, or whether it is a simple and colourful local imitation of institutions in the West. Thus, although Africa has faced a tremendous destruction due to the overwhelming effects of colonialism; it is a strong candidate for the establishment of a non-Western sense of public administration discussed particularly in recent years, due to its roots in consensus, negotiation, joint decision-making and its ancient cultural life based on joint management instead of a conflict-oriented Western social-political tradition.

Keywords: Colonialism, Public Administration, English and French Colonial Administration, Republic of South Africa, Post-colonialism, International Relations, Social Constructivism
Tarih boyunca insanlar, çeşitli sebeplerle doğduğu topraklardan ayrılmak zorunda kalmışlardır. Bu ayrılık kimi zaman zorunlu kimi zaman da gönüllü olmuştur. Göç olarak ifade edilen bu durumun hem insan üzerinde hem de geride bırakılan... more
Tarih boyunca insanlar, çeşitli sebeplerle doğduğu topraklardan ayrılmak zorunda kalmışlardır. Bu ayrılık kimi zaman zorunlu kimi zaman da gönüllü olmuştur. Göç olarak ifade edilen bu durumun hem insan üzerinde hem de geride bırakılan toprak ve göç edilen toprak üzerinde sosyal, kültürel ve ekonomik birçok etkisi olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu da gerek fetihlerle kazandığı topraklar gerekse savaşlarla kaybettiği topraklar nedeni ile tarih boyunca hem göç alan hem de göç
veren bir devlet olmuştur. Özellikle 19.yüzyılda Osmanlı’nın giderek güç kaybetmesi ile imparatorluk topraklarında dış güçlerin de etkisi ile karışıklıklar çıkmaya başlamış ve imparatorluktan sosyo-ekonomik ve güvenlik kaynaklı dışarıya göç başlamıştır. Özellikle Biladü‘ş-Şam (bugünkü Ürdün, Lübnan, Suriye, Filistin) bölgesinden bir milyona yakın insan bu dönemde Latin Amerika’ya göç etmiştir. Çoğunluğu Hristiyan olan bu göçmenler başta Arjantin olmak üzere Brezilya, Şili, Peru ve Kolombiya gibi ülkelere yerleşmişlerdir. Osmanlı sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin 20. Yüzyıl boyunca gerek dış politika anlayışı gereği gerekse uluslararası konjonktür sebebi ile Latin Amerika ülkeleri ve Latin Amerika’da ‘el turco’ olarak adlandırılan, Osmanlı pasaportu taşıyan ve çoğunluğu Arap olan göçmenlerle ilişki kuramadığı gerçektir. Bu çalışma da Soğuk Savaş sonrası gerek uluslararası siyasetin ve sistemin yeniden yapılanması gerekse küreselleşme ile birlikte dünyanın küçülmesi ile yeniden tanıdığımız ve hatırladığımız ‘el Turco’ serüvenini irdeleyecektir.

Throughout history, people have had to leave their lands for various reasons. This separation was sometimes
mandatory and sometimes voluntary. This situation, which is referred to as migration, has had many social, cultural and
economic effects both on the human and on the land left behind and on the migrated land. The Ottoman Empire had been both
a migrant and an immigrant state throughout history due to the lands it gained through conquests and the lands it lost through
wars. Especially in the 19th century, with the gradual loss of power of the Ottoman Empire, confusion started to emerge in the
imperial lands with the influence of foreign powers and emigration from the Empire started due to socio-economic and
insecurity. Especially, about one million people from the Syrian province (present-day Jordan, Lebanon, Syria, Palestine)
migrated to Latin America during this period. These immigrants, mostly Christian, settled in countries such as Argentina,
Brazil, Chile, Peru, and Colombia. The Republic of Turkey that was established after the Ottoman due to the foreign policy
needed throughout the centuries and international conjuncture during the 20th century did not establish relations with Latin
American countries and “el Turcos” the Arabs immigrants carrying the Ottoman passports. This study examines the adventure
of 'el Turco', which we have known and remembered after the Cold War, both with the restructuring of international politics
and the system and with the globalization.
Turkey and Albania's common historical past is a determining factor in their bilateral relations. This common past is also utilized as a source of their identity construction. This common past is not an objective, scientific or absolute... more
Turkey and Albania's common historical past is a determining factor in their bilateral relations. This common past is also utilized as a source of their identity construction. This common past is not an objective, scientific or absolute phenomenon; it is rather a constructed
tool which can change due to tensions and detente in policies.
Learned perceptions and prejudices are based on the seperation
between we and they and they play an important role in bilateral relations. This study assumes that there is a strong relation between both countries' Europeanisation/Westernisation processes and discourses of the other. This study is also based on the argument that mutual perceptions can effect foreign policy. Thus in this study we offer a comparative analyzes of the foreign policies and discourses of the other in Turkey and Albania through a constructivist lens.
Devleti tanımlayanlar, hukuksal anlamda tanımlanmış bir kavramı açıklamak dışında, nesnel olarak içte ve dışta egemen bir devlet gücüne işaret ederler. Devlet’in 1648’ten bugüne gelişimi ve dönüşümü dikkat çekicidir. 1648’te Westfalya... more
Devleti tanımlayanlar, hukuksal anlamda tanımlanmış bir kavramı açıklamak dışında, nesnel olarak içte ve dışta egemen bir devlet gücüne işaret ederler. Devlet’in 1648’ten bugüne gelişimi ve dönüşümü dikkat çekicidir. 1648’te Westfalya Barışı ile “kutsalımız” hâline gelen ulus devlet aradan geçen yüzyıllar boyunca tüm tartışmalara rağmen uluslararası ilişkilerin biricik ve yegâne unsuru olma durumunu korumayı başardı. Uluslararası ilişkilerin “tek aktörü” olan ulus devlet, bugün yani 21. yüzyılda çok ciddi bir meydan okuma ile karşı karşıyadır. Aktörlerin çeşitliliğinin artması ve küreselleşme ile dünyada yaşanan hızlı dönüşüm, ulus devleti ciddi anlamda rahatsız etmekte ve “ulus devletin artık sonu mu geldi?” sorusunun sorulmasına neden olmaktadır. Yaşadığımız süreçte ulus devletin sonunun geldiğini söyleyebilmek zordur. Ancak ulus devletin büyük bir dönüşüm geçirdiği hiç kuşkusuz ki muhakkaktır.

Ulus devletin sonunu tartışan birçok yazar sıkça Hegel’in ünlü “tarihsel bir yapı olgunluğa eriştiği zaman yok olmaya mahkumdur” sözüne atıf yapsa da bugün ulus devlet, devamını sağlayabilmek adına bizzat Hegelvari bir şekilde yeni araçlar ile yeni tezler ve anti tezler ortaya koymakta ve devletin devamını ve bekasını sağlayabilmek için yeni sentezler üretmeye çalışmaktadır. Ulus devletler bugün, bürokrasideki bir kâğıt parçasından öteye geçmeye ve küreselleşmenin hızına ayak uydurmaya çalışmaktadır. Artık devletler, sadece kendi radyo ve televizyon kanallarından değil mümkün olan her mecradan hem “iç” hem de “dış” egemenlik alanlarına ulaşmaya çalışmaktadır. Bugün birçok devletin sosyal medya hesaplarını aktif bir şekilde kullanmaya başlaması da buna en güzel örnektir.

Facebook, Twitter, Youtube ve Instagram gibi sosyal medya platformları
üzerinden devletlerin önemli açıklamalarını paylaşması ve hatta “savaş ve barış” ilanına çıkması uluslararası ilişkilerdeki bu dijital dönüşüme en büyük örnektir. Devletlerin, youtuberlık yapması ve hatta “sponsorlu” formüllerle kitlelere ulaşmaya çalışması dikkat çekicidir. Bu da bizlere yeni bir diplomasi türünün artık uluslararası ilişkiler literatüründe yer alacağını göstermektedir. “İnternet diplomasisi” olarak tanımlanabilecek bu yeni diplomasi türünün en dikkat çekici yanı ise hızlı ulaşılabilir ve hızlı tüketilebilir olmasıdır. Bu çalışma, örnek vakalar üzerinden bu yeni diplomasi türünü liderlerin ve siyasilerin Twitter kanalı ile yaptığı açıklamalar üzerinden analiz edecektir.
Sosyal inşacı teorisyenlere göre ‘gerçeklik’ sosyal olarak inşa edilir ve değişemez değildir. Bu cümlenin ardından şu soru gelecektir: “biz kimiz ve aslında nereliyiz?”. Nereli olduğumuzu çoğu zaman ‘biz’ değil ‘diğeri’ belirler.... more
Sosyal inşacı teorisyenlere göre ‘gerçeklik’ sosyal olarak inşa edilir ve değişemez değildir. Bu cümlenin ardından şu soru gelecektir: “biz kimiz ve aslında nereliyiz?”. Nereli olduğumuzu çoğu zaman ‘biz’ değil ‘diğeri’ belirler. Diğerlerinin belirlediği tanım da bazen okulda coğrafya kitaplarından öğrendiğimizin dışına çıkarak trajikomik bir hal alır. Afganistan’ın nerede olduğunu ne yazık ki coğrafya kitapları veya ansiklopediler belirlememektedir. Örneğin online bilgi kaynağımız Wikipedia’ya göre: “Afganistan, resmî adıyla Afganistan İslam Cumhuriyeti Orta Asya'da yer alan ve denize sınırı olmayan bir ülkedir.” Ancak, görülecektir ki Afganistan’ın bugünkü zihin dünyasındaki konumu Orta Asya’nın çok ötesine geçmiştir. Zira Afganistan, Batılılara göre Orta Doğu’nun bir parçasıdır. Hatta Orta Doğu’nun bir parçası olmaktan öte Orta Doğu bölgesinin de en sorunlu ülkelerinden bir tanesidir. Soğuk Savaş’ın son yıllarında SSCB’ye karşı verdiği mücadele ile Batı’nın ilgisine mazhar olan Afgan Mücahitlerin, yirmi birinci yüzyılda Batı’nın korkulu rüyası haline geleceğini çoğu kimse tahmin etmiyordu. Bir de oldukça
popülerleşecek ‘Orta Doğululaşma’ sepetinin içine Afganistan’ın dahil edilebileceğini kimse tahmin edemezdi. Hatta Samuel Huntington’un kendisi bile Medeniyetler Çatışması tezinde Afganistan’a dair böyle bir coğrafya değişikliğini ön görememişti. Belki de Huntingon’ın kendisi bile kendince yeni bir dünyanın inşasını tasarlarken klasik coğrafya tanımının etkisinde kalmıştı. Çünkü bizim bildiğimiz coğrafya, yeryüzünün tamamının ya da bir bölümünün fiziki özelliklerini ve bu özelliklerin
insan ve onun yaşamı üzerindeki etkilerini inceleyen bir bilimdi. Belki de bunun için İbn-i Haldun’un “coğrafya kaderdir” sözüne çok fazla anlam yükledik. Küreselleşmenin hızına kapılarak hızla tükettik ve öyle bir noktaya geldik ki geçmişi hızla unuttuk. Onun için ‘onlar’ paylarına düşen coğrafyanın keyfini sürerken ‘bizler’ kaderimize razı geldik. Peki, nasıl oldu da ‘Orta Doğu’nun bir parçası olmak’ Afganların kaderi oldu? Bu bildiri çalışması da bir anlamda bu sorunun cevabını arayacaktır.
Çalışmanın kuramsal çerçevesini sosyal inşacı yaklaşım oluştururken, çalışma toplamda iki bölümden oluşacaktır. Çalışmanın asıl amacı Afganistan’ın coğrafi konumunu tartışmak yerine, zihinlerimizdeki coğrafyayı tartışmaya açmaktır. İlk bölümde de bu sebeple coğrafyanın inşası tartışılacaktır. Aslında coğrafyanın inşasını tartışmadan önce ‘biz’ ve ‘öteki’ kavramlarının inşasını tartışmak gereklidir. Biz, bizi tanıyoruz, peki ‘öteki’ kimdir? Bu soruya yanıt vermek belki de Afganistan’ın bugün neden Orta Doğulu olarak resmedildiğini anlamamız için önemli bir yapı taşı olacaktır. Bu tanımı basitleştirmek için Zizek’e kulak verelim: “Kendi
kimliğimi tanımlamak için Öteki Özne’ye ihtiyaç duyarım. Öteki’nin benim ne olduğum hakkındaki düşüncesi, benim en mahrem öz kimliğimin yüreğine kazınır”. Yani herkes, kendini tanımlayabilmek için bir ‘öteki’ arayışına muhtaçtır. Dünya üzerindeki bütün semavi dinler, herkesin Adem ve Havva’nın çocukları olduğunu söylerken nasıl olmuştur da ‘biz’ ve ‘onlar’ tartışması, insanlığın bu en yaygın ‘kardeşlik’ öğretisinin yerini almıştır? Bu sorunun cevabı yine bugünü inşa eden insanın kendisindedir. Zaten efsaneye göre bizler, Babil Kulesi’ni inşa etmeye çalışarak tanrı tarafından lanetlenmiş ve aynı dili konuşurken cezalandırılarak farklı diller konuşmaya mahkum edilmemiş miydik? Önce Habil’in ötekisi kardeşi Kabil oldu daha sonra Babil kulesinin tepesindeki bizler, aynı dili konuştuğumuz kardeşlerimizi öteki belledik. İnsanoğlu daha sonra devletini kurdu; yeni kıtalar ve yenidünyalar keşfetti. Devletlerin büyümesi ve en önemlisi hayatta kalması için ‘öteki devlet’ en büyük engeldi. Modern döneme ise insanlar devletleri için savaşacak ve ‘öteki’ olanı yenmek için mücadele edecekti. İşte tam da bu dönemde coğrafyalar inşa edildi. Öteki kavramını belirleyenin hep etnik kimlik, din ve
coğrafya olduğunu düşünsek de aslında modern döneme geçişte ve sonrasında temel neden hep ekonomikti. Bu sebeple de üretim araçlarını elinde tutan Batı, kendi dışındakini ‘öteki’ olarak yaftaladı. Onun için Balkanlar, ‘sorunlu’, ‘barbar’, ‘tembel’, ‘gaddar’, ‘Doğulu’ ve ‘cahil’ idi. Yine onun için Orta Doğu benzer olumsuz imgelerle anılmaktadır. Savaş, çatışma ve insanın aklına gelebilecek en olumsuz olaylarla anılan bu iki bölge, kendisi ile coğrafi olarak alakası olmayan bölgeleri de etkileyecekti. Bu iki bölge oryantalist bir bakış açısı ile bir sepet haline getirilecek ve nerede bir sorun olursa, sorunlu olan bölge o sepet içine atılacaktı. Tam da bu sebeple Asya ve Avrupa arasına konumlanan ve iki kıta arasında bir köprü olan İstanbul, terör eylemlerine sahne olurken yeni bir coğrafi kimliğe sahip olacak ve Orta Doğululaşacaktı. Soğuk Savaş sonrası Balkanlarda çatışmalar yaşanırken sorunlu bölgeler için ‘Balkanlaşmak’ moda iken yeni yüzyılımızın en sarsıcı olayı 11 Eylül sonrası ise ‘Orta Doğululaşmak’ moda olmuştur. 11 Eylül’de El Kaide’nin
saldırısına uğrayan ABD’nin ilk hedefi Afganistan olmuştur. Medya aracılığı ile dünya, yeni bir Afganistan ile tanışmış ve Afganistan, egemen ideolojinin her gün yeniden inşa edildiği medya tarafından insanlara bir Ortadoğu ülkesi olarak pazarlanmıştır. Çalışmanın ikinci bölümü ise ‘Afganistan Nerede?’ başlığını taşımaktadır. Dünya tarihinde Afganistan tarihinin aynı zamanda bir istilalar tarihi olduğu görülmektedir. Çünkü Afganistan, yabancılar için hem Hindistan’ın hem de Körfez’in zenginliklerine ulaşmak için önemli kavşaktı. Yine, yeni dünyanın keşfi öncesi ticaret yollarının kesişim noktası ve daha sonra da ‘Doğu’ ile ‘Batı’nın ideolojik sınırı olan Afganistan, modern dönem öncesi Perslerin, Yunanların ve Moğolların istilasına uğrarken sonra da İngilizlerin ve Sovyetlerin hedefi haline gelmiştir. Bugün ise çok yakın bir geçmişte ABD müdahalesi yaşayan Afganistan’ın Asya Pasifik bölgesindeki
rolü tartışılmaktadır. Görüldüğü üzere Afganistan, hem eski zamanın hem de modern ve post modern dönemin egemenleri tarafından ilgiye mazhar olmuş bir ülkedir. Ancak bu çalışma Afganistan’ın siyasi anlamda dünü, bugünü ve geleceğini tartışmamaktadır. Tartışma konumuz Afganistan’ın nasıl Orta Doğululaştığıdır. Afganistan görüldüğü üzere yeni kimliklere ve kültürlere yabancı bir ülke değildir Ancak, ‘tutucu’ ve ‘yeni ile çatışan’ anlamlarını da yüklenen Orta Doğu imgelemi içerisinde tutulmaktadır. Çok değil kırk yıl önce ‘Batılı’ Afganistan’ın daha sonra Sovyetler tarafından ‘Doğulu’ yapılmaya çalışıldığı bugün ise ‘Ortadoğulu’ yapıldığı
görülmektedir. Sonuç olarak Afganistan örneği üzerinden coğrafyanın da insanlar tarafından inşa edildiği görülmektedir. Onun içindir ki bugün Balkanlar, Güney Doğu Avrupa yapılmaya çalışılmaktadır. Coğrafya, sadece coğrafyanın insan ve insan yaşamı üzerindeki etkilerini inceleyen bir bilim değildir. Aynı zamanda insanın ve insana dair olan her şeyin coğrafya üzerindeki etkisini de inceleyen bir bilim olmalıdır. İkinci tanımdaki coğrafyanın insanlar tarafından inşa edildiğini ispat edebilmek için Afganistan iyi bir örnektir. Zira Afganistan, bir zamanlar ‘Batı’ iken bir zamanlar ‘Doğu’ olmuş ve Soğuk Savaş sonrası ise ‘ortada’ kalmıştır. Yaklaşık olarak son yirmi yılını ‘Orta Doğulu’ olarak tamamlayan Afganistan için gelecekte ise ‘Güney Asyalı’ rolü tartışılmaktadır. Wendt, “kim olduğumuzu bilmeden ne istediğimizi” bilemeyiz der. Sosyal inşacı yaklaşımın temel iddiası kimliklerimizin verili olmadığı ve çıkarlara göre inşa edildiğidir. Afganistan örneğinde de gördüğümüz gibi olumlu veya olumsuz anlamlar yüklediğimiz coğrafi bölgeler de insanlar tarafından inşa edilmiştir ve en önemlisi de bu inşa süreci çıkarlara göre sürekli tekrarlanmaktadır.
Din, Balkanlarda ulusal kimliğin en önemli unsurlarından biridir. Ancak bir ulus devletin dış politika yapımında ‘din’in ne ölçüde belirleyici olduğu tartışılan bir konudur. Bu makale de, Balkan devletlerinin dış politikası belirlenirken... more
Din, Balkanlarda ulusal kimliğin en önemli unsurlarından biridir. Ancak bir ulus devletin dış politika yapımında ‘din’in ne ölçüde belirleyici olduğu tartışılan bir konudur. Bu makale de, Balkan devletlerinin dış politikası belirlenirken dinin ne derece önemli olduğunu incelemektedir.
Çalışma içerisinde, Balkanlar’da din-ulus ilişkisi incelenmiş ve Balkanlardaki önemli aktörlerin bölge politikasındaki din unsuru güncel örnek ve tartışmalara değinilerek irdelenmiştir.
Çok toplumlu devletlerin nitelikli bir ortak yaşamın koşullarını oluşturmak maksatlı siyasal ve yasal değişiklikleri kamu yönetimi ve hizmetleri alanında da tedavüle sokma yönündeki çabaları, demokratik bir siyasal alanın çoğulcu ve... more
Çok toplumlu devletlerin nitelikli bir ortak yaşamın koşullarını oluşturmak maksatlı siyasal ve yasal değişiklikleri kamu yönetimi ve hizmetleri alanında da tedavüle sokma yönündeki çabaları, demokratik bir siyasal alanın çoğulcu ve katılımcı demokrasi eksenli bir kamu reformuyla da desteklenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu gibi buradaki deneyimler, benzer sıkıntılarla malul devletler açısından da oldukça kıymetli faydaları haizdir. Bu çalışma, İsviçre, İspanya, Kanada ve Malezya'da federal kamu yönetimi, kamu siyaseti ve bürokratik temsil gibi meselelerin müşterek yaşamı inşa etmede oynadıkları roldeki ülkeden ülkeye değişiklik gösteren farklılıkların, iki ya da daha çok unsurun yapılandırılmasındaki sosyo-kültürel ve ekonomik farkların biçimlendirdiği siyasal topluluğun temsil ve müşterek kamu iştiraki konvansiyonlarının, her ülkenin politika oluşturma sürecine nasıl aktarıldığında düğümlendiğini gözlemlemiştir.

The efforts of multicultural states to promote political and legal changes in the field of public administration and services in order to create the conditions for a qualified common life, reveal the necessity of a democratic political space to be supported by a public reform based on pluralist and participatory democracy, and the experience in such states provide valuable benefits to states with similar problems. This study observes how, in Switzerland, Spain, Canada, and Malaysia, the differences in the role that federal public administration, public policy, and bureaucratic representation play in building a common life, and the representation and common public participation conventions of the political community shaped by social, cultural and economic diversity in structuring two or more constituents are tied in terms of the the policy-making process.
‘Öteki’, sadece diğeri, başka, farklı anlamlarını taşımamaktadır. Toplum için ise öteki imgesi karmaşık ve anlaşılmaz olduğu kadar aslında bir anlamda egomuz olarak ‘biz’den farklı olmayan bir yapıdır. ‘biz’ kavramı içerisinde anlam bulan... more
‘Öteki’, sadece diğeri, başka, farklı anlamlarını taşımamaktadır. Toplum için ise öteki imgesi karmaşık ve anlaşılmaz olduğu kadar aslında bir anlamda egomuz olarak ‘biz’den farklı olmayan bir yapıdır. ‘biz’ kavramı içerisinde anlam bulan toplum, millet için öteki ise bir anlamda bizim gibi olmayandır. Ulus devletlerin ortaya çıkışında da en büyük dayanak noktası ise hiç kuşkusuz ki ‘biz’ kavramıdır. Ancak ‘biz’ kavramının oluşabilmesi için en büyük ihtiyaç ise ‘öteki’dir. Osmanlı’nın bağımsızlığı sonrası oluşan yeni uluslararası konjonktürde Türkiye ve Orta Doğu ülkeleri de karmaşık bir anlamda ‘biz’i oluşturan Osmanlı’dan ayrılmış ve birbirlerini ötekileştirmişlerdir. Bu ötekileştirme süreci ise tek bir kaynaktan oluşmamış siyaset, edebiyat, medya ve eğitim gibi birçok kaynaktan beslenmiştir. Türkiye’de de cumhuriyetin ilanından bugüne Orta Doğu sorunlu bir imgeye sahip olmuştur. Bunun sebebi hiç kuşkusuz ki yeni cumhuriyetin kendine Batı’yı referans alması ve Soğuk Savaş süresince de kendi kimliğini Batılı olarak inşa etmeye çalışmasıdır. Ancak Soğuk Savaş sonrası süreçte dünyadaki ‘biz’ ve ‘öteki’yi oluşturan kutupların dağılması ile ‘öteki’ kavramının yeniden yorumlandığı görülmektedir. Türkiye de özellikle Arap Baharı sonrası bölge ile daha önce deneyimleyemediği bir ilişki içerisine girmiş ve Türkiye’deki Orta Doğu, Orta Doğulu halklar ve Arap imgesi yeniden bir inşa sürecine dahil olmuştur. Bu çalışma da ‘öteki’nin yeniden inşası olarak değerlendirilebilecek bu sürecin etkilerini incelemektedir.

"The Other" does not only bear the meaning of "different" or "next". In the societal context, the image of the other is complex and hard to interpret as well as it holds the meaning for "that which is not us, not related to us". The society and nation finds its meaning in the concept of "we"; thus "the other" is defined as "that which is not us". It is no question that the concept of "we" is the emerging root of the nation states. "The other" is a neccessity for the construction of "we". The Ottoman Empire used to maintain a complicated "we". After WWI, Turkey and Middle Eastern countries found themselves in a process of the creating "the other" through each other. This was a process in various areas such as politics, literature, media and education. Middle East has always had a problematical image in Turkey. The underlying reason was the fact
that the Republic's adoptation of the western model and its struggle to construct a western.
Bu çalışmada Kosova güncel tarih ders kitaplarındaki Osmanlı/Türk imajı ile ilgilenilmektedir. İncelemede Kosova’da Arnavut öğrenciler için hazırlanmış olan ilk ve ortaöğretim kurumlarında 2010-2011 yılında zorunlu olarak okutulan güncel... more
Bu çalışmada Kosova güncel tarih ders kitaplarındaki Osmanlı/Türk imajı ile ilgilenilmektedir. İncelemede Kosova’da Arnavut öğrenciler için hazırlanmış olan ilk ve ortaöğretim kurumlarında 2010-2011 yılında zorunlu olarak okutulan güncel tarih ders kitapları incelenmiştir.
Devlet kurumları tarafından yazdırıldıkları için ülkelerin “resmi” tarihlerini anlatan ve zorunlu eğitim süreçleri nedeni ile bireylerin kimi zaman baştan sona okudukları ilk, kimi zamansa yegane kitaplar olan tarih ders kitapları eğitim bilimleri kapsamında pek çok araştırmaya konu olmuştur. Ancak bağımsızlığını yeni kazanmış bir devlet olan Kosova’nın tarih ders kitapları üzerine imgelerin arkalarında yatan kapalı olguları gün yüzüne çıkarmayı ve olumsuz, kasıtlı kalıp yargılara karşı farkındalık yaratmayı amaçlayan araştırmalar çok fazla bulunmamaktadır. Özellikle, Türkiye Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 2011 yılında Kosova’da tarih eğitimi ve Osmanlı algısı üzerine yaptığı konuşmalar ve bunun Kosova’daki yansıması sonucu ortaya çıkan tartışmalar böyle bir çalışmanın gerekliliğini ispatlar niteliktedir.
Kosova tarih ders kitapları da bütün bu tartışmalar ışığında, bu çalışma altında incelenmiş ve Osmanlı/Türk imgesi ile ilgili olumlu ve olumsuz imgeler ortaya konulmuştur. Çalışma boyunca dikkati çeken Osmanlı ve yönetim sistemi üzerine olan olumsuz nitelemelerdir. Osmanlı için “işgalci”, “terör uygulayan”, “çocukları rehin alan”, “despot”, “ortaçağ anlayışlı” gibi tanımlamalar kullanılmakta ve özellikle Osmanlı dönemi anlatılırken sürekli “işgal” ve “işgalci” vurgusu yüzlerce kez tekrarlanmaktadır. Osmanlı ve Sultan imajından sonra işlenen Türkiye ve Atatürk imajının verilen Osmanlı imajının tam tersi olduğu görülmektedir. Türkiye, diğer devletlerle “iyi geçinen” bir devlet olarak resmedilirken Atatürk de “vatansever”, “sultana karşı savaşan”, “iyi bir asker” ve “demokrat” olarak tanımlanmaktadır. Bu durum Türkiye ve Osmanlı’ya karşı bakış açısında farklılıklar olduğunu; Türkiye ve Osmanlı imgesinin tarih ders kitaplarında güncel politik duruma göre yorumlandığını göstermektedir.

    This work offers a study of the Ottoman/Turkish image in history textbooks in Kosovo. The unit of research is the compulsory textbooks prepared for the Albanian students in primary and middle-degree schools in Kosovo in the year 2010-2011.
    Textbooks, which usually are the first meeting of the individual with history, are a main subject in educational sciences due to the fact that they are the compulsory study units which  are designed by the states, reflection the “official” national histories. However, sufficient research has not been carried on the history textbooks in Kosovo. This study, which aims to shed light on the negative imageries in these books is inspired by the speeches made by the Turkish Education Minister Ömer Dinçer and Foreign Minister Ahmet Davutoğlu and following reflections and discussion in Kosovo in the year 2011.
    The history textbooks have been studied under the light of these discussions. The positive and negative images about the Ottoman/Turkish image are addressed in this study.The negative descriptions on the Ottoman administrative system were  one of the issues which required more attention. The descriptive words for the Ottoman rule were in example: occupier, terror, that which captures children and despotic. Especially, the emphasize on the concepts of the occupation and the occupier are very frequently used for the historical Ottoman era. On the contrary, he images related to the modern Turkey and Ataturk are very positive. Turkey is pictured as a friendly state while Atatürk is defined as a democrat patriot soldier who fights against the Ottoman Sultan. Consequently, this situation shows the difference between the points of view on the Ottoman Empire and Turkey and points that the images of the Ottoman Empire and Turkey are constructed due to the contemporary political situation.
This work offers a study of the Ottoman/Turkish imagery in history textbooks in Kosovo. The unit of research is the compulsory textbooks prepared for the Albanian students in primary and middle schools in Kosovo in the year 2010-2011.... more
This work offers a study of the Ottoman/Turkish imagery in history textbooks in Kosovo. The unit of research is the compulsory textbooks prepared for the Albanian students in primary and middle schools in Kosovo in the year 2010-2011. Textbooks, which usually are the first meeting of the individual with history, are a main subject in educational sciences due to the fact that they are the compulsory study units which are designed by the states, reflections of the "official" national histories. However, little research has been carried on the history textbooks in Kosovo. This study, which aims to shed light on the negative imageries in these books is inspired by the speeches made by the former Turkish Education Minister Ömer Dinçer and former Foreign Minister Ahmet Davutoğlu and following reflections and discussion in Kosovo in the year 2011. In this study, 5th Grade history textbook prepared for Kosovo Turks was also took into account for the comparison.History textbooks have been studied under the light of the aforementioned discussions. Positive and negative images of the Ottoman/Turkish image are addressed in this study. Negative descriptions of the Ottoman administrative system were one of the issues which required more attention. Such descriptive words as occupier, terror, captures children and despotic for the Ottoman rule were used.
Ahmet Davutoğlu ile yeni bir formata geçtiği ve “stratejik derinlik” yakaladığı iddia edilen Türk dış politikası mizah dergileri tarafından sıkça eleştirilmekte ve sorgulanmaktadır. Davutoğlu ile “sıfır sorun”, “köprü değil merkez”,... more
Ahmet Davutoğlu ile yeni bir formata geçtiği ve “stratejik derinlik” yakaladığı iddia edilen Türk dış politikası mizah dergileri tarafından sıkça eleştirilmekte ve sorgulanmaktadır. Davutoğlu ile “sıfır sorun”, “köprü değil merkez”, “güçlü Türkiye”, “çok yönlü dış politika” ve “yeni Osmanlılar” gibi metaforlar ile donanan Türk dış politikasına mizah dergilerinin bakışı ve yaklaşımı dikkat çekicidir. Bu çalışma da bu noktadan hareketle en çok satan üç mizah dergisi: Uykusuz, Penguen ve Leman’ın kapakları üzerinden mizah dergilerinin AKP dönemi Türk dış politika yapıcılarının IŞİD politikası konusuna bakış açısını örnek olaylar
üzerinden inceleyecektir. Bu inceleme yapılırken yöntem olarak imge bilim ve söylem analizi uygulanacaktır.
Bu çalışma, sosyal inşacı yaklaşım çerçevesinde, Türkiye, Kosova ve Arnavutluk dış politikalarının belirlenmesinde kimliklerin, kültürlerin, söylemlerin ve karşılıklı imgelerin etkisini Suriye krizi üzerinden ortaya koymaya çalışmaktadır.... more
Bu çalışma, sosyal inşacı yaklaşım çerçevesinde, Türkiye, Kosova ve Arnavutluk dış politikalarının belirlenmesinde kimliklerin, kültürlerin, söylemlerin ve karşılıklı imgelerin etkisini Suriye krizi üzerinden ortaya koymaya çalışmaktadır. Çalışma, söz konusu üç ülkenin Suriye krizine yaklaşımlarını inceleyerek karşılıklı ilişkilerin şekillenmesinde ötekilik söyleminin etkisini, Arap Baharı ve özellikle de Suriye krizi üzerinden yorumlamaya çalışmıştır. Türkiye’nin Kosova’nın ve Arnavutluk’un özellikle Soğuk Savaş süresince ve sonrasındaki kimlik ve müttefik algılamalarındaki değişimler göz önüne alınarak çalışmada Suriye
Krizinin bu üç ülkenin karşılıklı algılarına etkisi çalışmada irdelenmiştir. Sonuç olarak Türkiye, Kosova ve Arnavutluk ilişkilerinde ve karşılıklı imgelerin inşasında “içsel” yani tarihsel ortak geçmişin etkisi olduğu kadar “dışsal” yani “Batı kimliği” içerisinde yer almanın da etkisinin olduğu saptanmıştır.
2011-2014 yılları arasında yürütülen "Balkan ve Karadeniz Ülkelerinde Güncel Tarih Ders Kitaplarında Osmanlı-Türk İmajı" konulu TÜBİTAK 1001 projesinin sonuçlarını içeren bu eserde toplam 14 ülkenin (Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ,... more
2011-2014 yılları arasında yürütülen "Balkan ve Karadeniz Ülkelerinde Güncel Tarih Ders Kitaplarında Osmanlı-Türk İmajı" konulu TÜBİTAK 1001 projesinin sonuçlarını içeren bu eserde toplam 14 ülkenin (Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Hırvatistan, Kosova, Makedonya, Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Ermenistan, Azerbaycan, Rusya ve Gürcistan) tarih ders kitapları incelenmiştir. Bölge dillerine hakim uzmanlardan oluşan yazar kadrosu ile şimdiye kadar hazırlanmış en kapsamlı çalışma ortaya konmuştur. Proje sonuçlarını içeren bu eser 2020 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi yayını olarak basılmıştır.